Arama

İbadet yerlerimiz; Camiiler

Güncelleme: 17 Şubat 2017 Gösterim: 78.300 Cevap: 21
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
14 Eylül 2006       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Arapça “cem” kökünden türeyen, “toplayan, bir araya getiren” anlamındaki “cami” kelimesi başlangıçta sadece Cuma namazı kılınan büyük mescitler için kullanılmış olan "el-mescid'ül cami" (cemaati toplayan mescit) tamlamasından kısaltılarak alınmıştır.(1)

Sponsorlu Bağlantılar
Ancak halk arasında mahallelerdeki küçük ibadet yerlerine mescit, daha büyük olanlarına ise cami denilmektedir.

İslam'ın ilk günlerinden itibaren Müslümanlar cami yapımına önem vermişler ve yaptıkları hayrın ebedi olması için yarışmışlardır. Cami yapmak, imanın ve dindarlığın göstergesidir. Yüce Allah, cami yaptırmanın önemini Kuran’da şöyle bildiriyor: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazlarını dosdoğru kılan, zekâtlarını veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte, doğru yola erenlerden olmaları umulanlar bunlardır.”(2)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) cami yaptırmanın fazileti hakkında müminlere şu müjdeyi veriyor:“Kim Allah rızası için mescit yaparsa, Allah, benzerini onun için cennette inşa eder.”(3)
Diğer bir hadis-i şerifte de mescit ve diğer hayırları yapanlara âhirette büyük mükâfatlar verileceğini bildirerek şöyle buyurmaktadır:

“Bir mümine öldükten sonra amelinden ve yaptığı iyiliklerinden ulaşacak şeylerden biri de, yaydığı ilim, geride bıraktığı iyi evlat, miras olarak bıraktığı mushaf-ı şerif, yaptırdığı mescit, yolcuların barınması için inşa ettiği ev, akıttığı su, sağlığı yerinde iken malından çıkarıp verdiği sadakadır. Bunlardan hangisini yapmış ise öldükten sonra onun sevabı kendisine ulaşır.” (4)

Camiler, Müslümanların Allah’a ibadet ettikleri yerlerdir. Yeryüzünün en şerefli yerleri olan camilere “Allah’ın evi” denilmektedir. Camiye ibadet için giden Mümin, Allah’ın ziyaretçisi ve misafiri durumundadır. Ev sahibi, evine gelen misafirlerine ikramda bulunduğu gibi camiye giden müminlere de yüce Allah büyük mükâfatlar verecektir. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:“Evinde güzelce abdest alıp camiye giden kimse Allah’ın ziyaretçisidir. Ziyaret edene Allah ikramda bulunacaktır.”(5)

Camileri yaşatmanın en iyi yolu, bu mübarek mekânları cemaatsiz bırakmamak, çevresini bir kültür merkezi haline getirmektir. Bu maksatla, beş vakit namazın camilerde kılınmasını teşvik eden Peygamberimiz (a.s.), “Cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletli” olduğunu bildirmiştir.

İslâm cemaati kardeşlik, eşitlik, yardımlaşma ve karşılıklı fedakârlık üzerine kurulmuştur. Aralarında sınıflaşma, ırk ve bölge ayırımı yoktur. Aralarındaki birlik ve beraberliğin temel dayanağı ise Kur'an ve Kuran’ı açıklayan sünnettir. Birlik, Kur'an ve sünnetin bildirdiği yol üzere olur. "Ey inananlar, Allah'tan O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün. Ve topluca Allah'ın ipine (Kuran’a) sarılın, ayrılmayın." (7)

Camiler, zengin-fakir, köylü-şehirli, amir-memur, resmi-sivil, yaşlı-genç, siyah-beyaz, yerli-yabancı... Herkesi bünyesinde toplayan mekânlardır. Bir ülkenin, Müslüman ülkesi olmasının mührü ve tapu senetleridir. Camiler; aynı safta omuz omuza, diz dize namaz kıldığımız mabetlerdir. Üzüntülerimizi giderdiğimiz, moralimizi müspet anlamda düzelttiğimiz, birlik ve beraberliğimizi, kardeşlik duygularımızı, hoşgörü anlayışımızı güçlendirdiğimiz ve pekiştirdiğimiz yerlerdir. Birbirimize merhamet etmeyi, acıları paylaşmayı, kimsesiz-yoksul, dul ve yetimlere yardım etme duygularını kazandığımız mabetlerdir.

Evet şimdi bu güzel yerlerimizi tanıyalım her birinin bir mazisi ve hikayesi olmalı bunları burda paylaşalım

Camiiler Haftası Ekim ayının 1. Haftasıdır.


Son düzenleyen NeutralizeR; 17 Şubat 2017 00:28
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Eylül 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ARAP CAMİİ--İSTANBUL

Sponsorlu Bağlantılar
İstanbul’un fethinden sonra Endülüs’ten özellikle de Endülüs’ün Gırnata şehrinden ayrılmak zorunda kalan Müslüman Araplardan bir kısmı İstanbul’a gelerek Galata mevkiine yerleşirler. Sonra da bu semtte bulunan kiliseyi camiye dönüştürürler. İşte Arap Camii ismi de o dönemden yadigâr olarak günümüze kadar gelmiştir.
Arap Camii, Osmanlı da çeşitli dönemlerde pek çok tamirat görmüştür. Camiye girişte dikkati çeken ahenkli zarif şadırvan ise klasik bir Osmanlı dönemi eseri olup, Tanzimat döneminin önde gelen şahsiyetlerinden Damad Mehmet Ali Paşa adına, onun vefatından sonra rahmet vesilesi olarak refikası Âdile Sultan tarafından yaptırılmıştır. Şadırvanın uzun kitabesinde yer alan şu mısralar yaptıranın kimliğini vermektedir: “Bu mısraı tarihi tamamın eder ilân, Sahrancı metin kıldı bina Âdile Sultan.”
Aslında rivayete göre caminin ilk inşası Emeviler döneminde gerçekleşmiştir. Emevilerden Velid bin Abdülmelik ‘in serdarı Mesleme bin Abdullah, 50.000 kişilik orduyla İstanbul’u fetih için gelip Galata’yı fethettikten sonra bu cami, ilk olarak eski bir kilise enkazı üzerine inşa edilmiştir. Nitekim M. Salahaddin, Selamet Mecmuası’nda yazdığı bir makalede, cami içinde bulunan yeşil renkli bir kitabede şu tarihi malumatın verildiğini zikretmektedir ki, bahsi geçen kitabe de caminin inşası da izah olunmaktadır: “Kim altmış sene geçmiş idi hicretten, Henüz dine reha gelmiş idi fıtrattan… Çün oldu Hazreti Abdülmelik Halife-i din, Yezid’in eylediği fitneler olup teskin, Murad eyledi Kostantiniyye’ye ol sefer, Ki kıldı Mesleme’i namdarı serasker… Diyar-ı Rum’a gelip ol, bu şehri fethetti, İçinde bulunan malı cüyuşa bahşetti… Bu beyti, mal-i ganimetle eyleyip mamur, Ki namı oldu Arap Camii ile meşhur…” Ne var ki Mesleme komutasında ki Emevi ordusu muhasaranın uzaması üzerine (ki, bu muhasaranın 9 yıl sürdüğü rivayet olunmaktadır) Mesleme, muhasarayı kaldırıp İstanbul’dan uzaklaşınca cami Latinlerin eline düşmüş ve Dominiken Papazları tarafından yeniden tadil edilerek kiliseye dönüştürülmüştür. İşte İstanbul’un fethinden sonra Emevi mirası olan cami, bu kez de Endülüs’ten İstanbul’a hicret eden Müslümanlar tarafından tekrar camilik unvanına kavuşturulmuştur. Yukarıda zikrettiğimiz kitabenin de Divan-ı Hümayun kâtiplerinden Hacı Emin Efendi tarafından taşa işlenerek mihrabın sağındaki duvarda olduğunu da kaydeder. Kitabedeki manzumede ise yukarıda aktardığımız minval üzere caminin inşası konusunda Emevi komutanı Mesleme’nin ismi öne çıkmaktadır. İsmini Endülüs Emevi’lerden alan Arap Camii dikdörtgen planlı ve gotik üslupta bir yapıdır ve mimarisi oldukça cezp edici bir ahenktedir. Mihrabın yanındaki hücrenin “Mesleme Çilehanesi” olarak düzenlenmesi ve kaldırılan hünkâr mahfili merdivenin yerine, rüya ile keşfedildiği söylenen “Arap Baba” merkadinin yapılması yakın tarihlerde gerçekleşmiştir. Kilisenin çan kulesinden minareye dönüştürülen caminin çok değişik biçimli minaresi ise birkaç kez tamirat görmüştür. Bu minarenin Şam’daki Emeviyye (Ümeyye) Camii minarelerine çok benzemesi de camiyi Araplara bağlayan görüşü desteklemektedir. Ayrıca, VIII. Asrın başlarında Emevi kumandanı Mesleme tarafından büyük bir orduyla İstanbul’un uzun süre muhasara edildiği konusunda da bir ihtilaf yoktur. Caminin kitabesinde “Kostantiniyye”nin “İslâmbol” a dönüştürülmesinde en büyük amillerden biri olan büyük cihangir Fatih Sultan Mehmed Han da zikredilerek hakkı teslim edilmiştir: “Ki yani Hazret-i Sultan Mehmed’i sani, Cihanı eyledi âbâd, şevket-u şanı.” “Arap Camii”nin oldukça uzun kitabesindeki manzume ise şu mısralarla sona ermektedir: “Ricam odur ki, bu nakle nazar eden ihvan, Makale nâzımına fatiha ede ihsan…”

ARAP CAMİİ


Galata'da, Tersane Caddesi, Galata Mahkemesi Sokağı'ndadır. Haliç'in Galata yakasındaki en büyük camidir.
Bu caminin İstanbul'u kuşatan Araplar tarafından yaptırıldığına dair bir efsane vardır. Ama bu tarihsel verilerle çatışmaktadır. Aslında İstanbul fethedildiğinde burada bir kilise vardır. Bu kilise Fatih Sultan Mehmed tarafından Galata Camii adıyla 1475 yılında camiye.dönüştürülmüştür. 1492'de Endülüs'ten göçeden Araplar bu cami etrafına yerleştirildikten sonra Arap Camii ismini almıştır. Dönem dönem tamirat görmüş ve bazı değişikliklere uğramıştır. 1913 yılında yapılan tamirat sırasında zeminden çıkan Cenevizlilere ait kitabeli ve armalı mezar taşları Arkeoloji Müzesine taşinmıştır.
Cami dikdörtgen planlı ve gotik tarzda bir yapıdır. Kiliseye ait çan kulesi de minareye dönüştürülmüştür. Bu minare Endülüs'teki minarelere çok benzemektedir.
Son düzenleyen kompetankedi; 5 Mart 2007 12:09
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
14 Eylül 2006       Mesaj #3
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı

ULU CAMİİ ---BURSA
Ad:  ulucami.jpg
Gösterim: 371
Boyut:  11.8 KBAd:  ulucami2.jpg
Gösterim: 377
Boyut:  9.9 KB


Cami kalın duvarlara ve 12 büyük yığma ayaklara bağlanan kemerlere ve pandantiflere oturan 20 kubbe ile örtülüdür. Orta kısmındaki kubbenin üstü camlıdır. Altında 16 köşeli mermer şadırvan vardır. Caminin inşa edileceği yerdeki yapıların istimlakı sırasında bir kadın evini satmak istemeyince zorla alınır. Gönül rızası olmadan alınan yerde namaz kılınmaz gerekçesiyle evin yerine gelen kısımda şadırvan yaptırıldığı rivayet edilmektedir.
Minberi ağaç işçiliğinin bir şaheseridir. Oyma kabartma, geometrik, yıldız, çivi başları ve gülçelerle süslüdür.

Taç kapısı başlı başına sanat abidesidir. 1399-1400 yıllarında tamamlanmıştır. Sanatkarı Mehmed bin Abdülaziz Dakıva'dır.

Zarif sekiz ceviz sütun üzerine oturan müezzin mahfili 1549 yılında yapılmıştır. Mihrabı sekiz sıra stalaktitlidir.

Kum saatinin etrafındaki Ayet'el-kürsi sülüsle yazılmıştır. Ayrıca küfi ihlas suresi yazılıdır.

Mihrap 1571 yılında tamamlanmıştır. Camideki diğer yazılar ve yaldız boyalar 1904 yılında Mehmed Usta tarafından yapılmıştır. Caminin ilk yapıldığı zaman üç tane olan kapısına 1740 yılında Hünkâr Mahfili kapısı eklenmiştir. Kapıların ikisi yenidir. Altıngenlerin oluşturduğu, yıldızların dekore ettiği tablalardan meydana gelen doğudaki ceviz kapı, cami ile aynı yaştadır.


Tek sütun üzerine oturan yuvarlak mermerden kürsü 1815 yılında yapılmıştır. Cepheler sağır kemerler içinde, altta ve üstte ikişer pencereden oluşmaktadır. Cephelerin tümü kesme taştan yapılmıştır.
Caminin kuzey cephesinin köşelerinde, kaidesi mermerden gövdeleri tuğladan örülmüş birer minaresi vardır. Batıdaki minarelerin içinde çift merdiven mevcuttur. Bunun yardımı ile çatıya çıkılmaktadır.
Cami, Moğol Şeyhi Emir Bedrüddin tarafından 1403 yılında ve Karamanoğlu Mehmed Bey'in 1413 yılındaki Bursa muharasası sırasında yaktırılmıştır. 1 Mart 1855 tarihlerindeki büyük depremde ve 1889 yangınında hasar görmüştür.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2017 19:38
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
14 Eylül 2006       Mesaj #4
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Camiler ve köprüler kenti, Edirne

Roma, Bizans ve Osmanlı medeniyetlerinden izler taşıyan Edirne, Mimar Sinan’ın ustalık eseri, Osmanlı mimarisinin görkemli yapıtı Selimiye Cami ile ziyaretçileri selamlıyor.


Edirne - Şehri gerdanlık gibi süsleyen Uzunköprü, Gazimihal, Yıldırım, Seferşah, Tunca, Meriç köprüleri, tarihi çarşıları ve müzeleriyle yerli-yabancı turistleri bekliyor.
Son düzenleyen NeutralizeR; 17 Şubat 2017 00:28
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
14 Eylül 2006       Mesaj #5
arwen - avatarı
Ziyaretçi
EYÜP SULTAN CAMİ

Kara surları ile Haliç surlarının birleştiği yerin dışında yer alan Eyüp Camii ve Türbesi İslam dünyasının kutsal yerlerinden kabul edilir. Eyüp-el Ensari Hz. Muhammet'in bayraktarlığını yapmış bir şahıstı, 7 yy. Arap kuşatması esnasında burada ölmüş, İstanbul'un Türk kuşatması sırasında mezarı keşfedilmiş, sonradan türbe ve şehrin ilk camii buraya yapılmıştı. İlk camii zelzeleden ötürü yıkılınca 1800 de bu günkü inşa edilmişti. İslam'ın kutsal Cuma günleri inançlı kalabalıklar türbeyi ziyaret ederler. Yaşlı ağaçlar, uçuşan güvercinler, namaz kılanlar, dua ve ziyaret edenler, türbe ve camii civarını mistik, renkli bir atmosfere büründürür. Avludaki türbenin duvarları değişik çağların çinileriyle kaplıdır. Tarihi kaynaklar bu semtin Bizans devrinde de kutsal bir mahal olduğunu; aziz bir kimsenin yatırının ziyaret edilerek yağmur duaları yapıldığını kaydeder. Fatih’ten sonra tahta geçip silah kuşanan sultanlar Eyüp Sultan türbesini ziyaret ederek merasimi tamamlarlardı. Camii etrafı ve civar yamaçlar mezarlıklarla çevrili olup, meşhur Pier Loti kahvesi de buradadır. İstanbul aşığı şair ve yazar Loti sık, sık buraya gelerek Haliç’in o zamanki güzel ve doyumsuz manzarasını seydermiş.Dolunay gecelerinde bu küçük kafeden ve terastan görünen seyredenlere unutulmaz anılar yaşatır.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2017 19:38
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Eylül 2006       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayasofya Camii Mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden ilk ve son ünik uygulama olarak görülen Ayasofya; Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olan, doğu-batı sentezinin bir ürünüdür. Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır. Bu nedenle, Ayasofya, tarihi geçmişinin yanı sıra, mimarisi, mozaikleri ve Türk çağı yapıları ile yüzyıllar boyunca tüm insanlığın ilgisini çekmiştir. Ayasofya 916 yıl kilise, 481 yıl cami olmuştur; 1935`ten bu yana müze olarak tarihi işlevini sürdürmektedir. Bizans tarihçileri (Theophanes, Nikephoros, Gramerci Leon) ilk Ayasofya`nın İmparator I. Konstantinos (324-337) zamanında yapıldığını ileri sürmüşlerdir. Bazilika planlı, ahşap çatılı bu yapı, bir ayaklanma sonunda yanmıştır. Bu yapıdan hiçbir kalıntı günümüze gelmemiştir. İmparator II. Theodosius, Ayasofya`yı ikinci defa yaptırmış ve 415`te ibadete açmıştır. Yine bazilika planlı bu yapı 532`de Nika ihtilali sırasında yanmıştır. 1936 yılında yapılan kazılarda bununla ilgili bazı kalıntılar ortaya çıkmıştır. Bunlar mabede girişi gösteren basamaklar, sütunlar, başlıklar, çeşitli mimari parçalardır. İmparator Iustinianus (527-565) ilk iki Ayasofya`dan daha büyük bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos`lu İsidoros ve Tralles`i Anthemios`a günümüze ulaşan Ayasofya`yı yaptırmıştır. Anadolu`nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofya`da kullanılmak üzere İstanbul`a getirilmiştir. Ayasofya`nın yapımına 23 Aralık 532`de başlanmış, 27 Aralık 537`de tamamlanmıştır. Mimari yönden incelendiğinde büyük bir orta mekân, iki yan mekân (nef), absis, iç ve dış nartekslerden meydana gelmiştir. İç mekân, 100 x 70 m. ölçüsünde olup, üzeri dört büyük ayağın taşıdığı 55 m. yüksekliğinde, 30.31 m. çapında kubbe ile örtülmüştür. Ayasofya`nın mimarisinin yanı sıra mozaikleri de büyük önem taşımaktadır. En eski mozaikler iç narteks ve yan neflerde altın yaldızlı geometrik ve bitkisel motifli olan mozaiklerdir. Figürlü mozaikler IX.-XII. yüzyıllarda yapılmıştır. Bunlar İmparator kapısı üzerinde, absiste, çıkış kapısı üzerinde ve üst kat galeride görülmektedir. Ayasofya İstanbul`un fethiyle başlayan Osmanlı döneminde çeşitli onarımlar görmüştür. Mihrap çevresi, Türk çini sanatı ve Türk yazı sanatının en güzel örneklerini içerir. Bunlardan kubbedeki ünlü Türk Hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi`nin Kuran`dan alınma bir suresi ile 7.50 m. çapındaki yuvarlak levhalar en ilgi çekici olanıdır. Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmet, Sultan III. Murat ve şehzadelerin türbeleri, Sultan I. Mahmut`un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid`in hünkar mahfeli, muvakkithanesi, Ayasofya`daki Türk çağı örnekleri olup türbeler, iç donanımı, çinileri ve mimarisiyle klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır.


Küçük Ayasofya Camii

527 yılında Bizans İmparatoru I. Jüstinyen zamanında yapılmış olan cami, Eminönü İlçesi'nde, Cankurtaran ile Kadırga arasında, Küçük Ayasofya Caddesi'nin sonundadır. Kiliseden çevrilme camilerdendir Daha önce adı "Sergiyos ve Bakhos Kilisesi" idi. Alt sütunlar üzerindeki kitabede tapınağın I. Jüstinyen 'in, St. Sergiyos ve St. Bacchus adlı azizler adına bu kiliseyi yaptırdığı yazılıdır. Sultan II. Bayezid zamanında Darüssaade Ağası Hadım Hüseyin Ağa tarafından bir minare eklenerek camiye çevrilmiştir.
Çeşitli zamanlarda tamirler görmüş ve bugünkü asıl minaresi 1955 yılında yaptırılmıştır. Tuğladan dört köşe şeklinde inşa edilen caminin sağında yükselen minaresi tek şerefelidir. 19 m. yüksekliğindeki kubbesi sekiz ayaklı kemerlere oturmuştur. Yeşil ve kırmızı renkli 34 mermer sütunun 16'sı altta ve 18'i üstte bulunmaktadır. Önündeki beş kubbeli ve altı sütunlu son cemaat yeri sonradan yapılmıştır. Sol tarafdaki bahçesinde Hüseyin Ağa'nın türbesi bulunmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2017 19:38
SiMYaCı - avatarı
SiMYaCı
Ziyaretçi
19 Ekim 2006       Mesaj #7
SiMYaCı - avatarı
Ziyaretçi


EMİR SULTAN CAMİİ
Bursa’nn en önemli mimari yapılarından olan Emir Sultan Camii, Yıldırım ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Emir Sultan mezarlığının yanında servi ve çınar ağaçlarının arasında bulunan Emir Sultan Camii'nin avlu revaklarında görülen ahşap kaş kemerler, Bursa kemerinin en güzel örneklerindendir. İlk yapıldığında tek kubbeli olarak inşa edilen camiye 1507’de avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir. Batıdaki merdivenlerden çıkılarak iki sütun arasındaki kapıdan geçildiğinde girilen avlunun ortasında şadırvan, güneyinde cami ve kuzeyinde türbe ile ahşap odalar bulunmaktadır.

Avlu ahşap revakla çerçevelenmiştir. Sekizgen kasnak üzerine oturan tek kubbeye sahip olan Emir Sultan Camii’nin kuzey cephesinin köşelerinde kesme taştan birer minare yer almaktadır. İznik ve Bursa'da yapılmış dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenmiş ve üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirilmiş olan Emir Sultan Camii’nin mihrabı da, 17. yüzyılda İznik çinileriyle yaptırılmıştır.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2017 19:39
SiMYaCı - avatarı
SiMYaCı
Ziyaretçi
20 Ekim 2006       Mesaj #8
SiMYaCı - avatarı
Ziyaretçi

YESIL CAMI


Bursa'nin en güzel anitlarindan olanYesil Cami, Sultan II. Murat zamaninda, 1422'de tamamlandi. Ölçülerinin ahenk ve asaleti, kabartma ve süslemelerinin zerafeti ve bollugu, çinilerinin piril piril isildamasiyla ünlü olan Yesil Cami ve onunla birlikte Yesil Türbe, ortaçagin dogudaki en güzel sanat eserlerindendir.
Giris kapisinin üzerinde butlunan kitabede, Ahi Bayazit oglu Vezir Haci Ivaz Pasa'nin, Çelebi Sultan Mehmed'in emriyle bu. caminin planini çizip ölçülerini tespit ettigini ve süslerini ismarladigini okuyoruz. Demekki bu saheserin yapilmasini emreden Sultan Çetebi Mehmet, emri uygulayarak eseri meydana getiren de Haci Ivaz Pasa'dir.


Caminin içinde, üzerleri 12.5 metre çapinda birer kubbe ile örtülü iki sahin vardir. Sahinlarin biri ortada biri mihrab ve minberin bulundugu kisimdadir. Orta sahinda bir sadirvan bulunuyor.
Caminin bütün duvarlari üç metre yüksekligine kadar koyu yesil, açik ve koyu mavi çinilerle kaplidir. Büyük mihrabi bastan basa çinilerle örtülüdür. Mihrabin ortasi bes köseli beyaz, açik ve koyu mavi, siyah ve altin renkli çini kabartmalardan meydana gelmistir.
Bu caminin essiz güzellikteki çinilerini Mehmet Mecnun, tahta oymaciligini ve dogramaciligini Mehmet Tebrizi, süslemelerini ise Ilyas Ali ustalar yapmislardir.


Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2017 19:39
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Kasım 2006       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

SELİMİYE CAMİİ ve ARASTASI

Selimiye Cami'i, Sultan I. Murat'ın Kavak meydanı denilen alanda yaptırmış olduğu eski Saray'ın bir kısım arsası üzerinde yapılmıştır. Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" diye nitelendirdiği Selimiye Camisi bu kentin tacıdır. Bu cami için, Koca Sinan'ın elinde dehanın taş kesilmesi veya taşın dehaya kavuşması mucizesidir diyebiliriz.

Cami avlu duvarının batısını boylu boyunca kaplayan Arasta, Sultan III. Murat tarafından Camii'ye vakıf olarak yaptırılmıştır. Yani, Sultan II. Selim tarafından yaptırılmış olup, mimarı Koca Sinan'dır. Yapım gideri, Kıbrıs adasının fethinde, padişahın hissesine düşen ganimetle karşılanmıştır. 1569'da temeli atılan camii inşaatı 6 yıl sürmüş ve 1575 tarihinde ibadete açılmıştır. İnşaat alanı, medrese ile beraber 22 202 m2olan dikdörtgen biçimindeki caminin kapalı alanı 1620 m2'dir.

Evliya Çelebi, inşaat için 27 760 kese harcandığını yazmaktadır. Cami iç mekanını tamamen örtmüş gibi görünen kubbesi, Ayasofya'nın kubbesinden 6 zira geniş, 4 zira derindir. Şadırvan avlusu tarafındaki iki minaresinin üçer şerefesine ayrı ayrı yollardan çıkılabilir. Caminin revaklarla çevrilmiş avlusunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvanı vardır.
ARASTA
1569'da Hersekli Semiz Ali Paşa'nın Mimar Sinan'a yaptırdığı Ali Paşa Çarşısı yüz otuz dükkândan oluşmaktaydı. Çarşısı üç yüz metre uzunluğunda olup, altı kapılıydı. 73 kemerli, 255 metre uzunluğunda, 124 dükkândan oluşan arasta, III. Murad (1574-1595) tarafından Selimiye Camisi'ne vakıf olmak üzere Davut Ağa'ya yaptırıldı.

İÇ BÖLÜMÜ

Caminin mimarisinde olduğu kadar, mermer, çini ve hat işçiliklerinde de kusursuzluğa varılmıştır. Mihrap tarafındaki duvarlarla birlikte, Hünkar mahfili ve bütün alt kat pencerelerinin alınlıkları zarif bir çini dekoru ile kaplanmıştır.

Mihrap duvarında bulunan büyük çini panoların renk ve komposizyonları ve Hünkar mahfilinin alt kısmındaki tavanın kalem işçiliği çok güzeldir. Minberi, taş oymacılığının eşsiz değerlerinden biridir. Ağaç korkuluklarının orta göbeği yekpare mermerdir. .

31,5 m çapındaki kubbe, 8 filayağı ile bağlanmış, örttüğü iç mekâna verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekânın bir kerede kolayca algılanmasına neden olmaktadır. Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2017 19:39
VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
13 Nisan 2007       Mesaj #10
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
Yavuz Sultan Selim (1470 - 1520) document.title="Yavuz Sultan Selim (1470 - 1520) - Kim Kimdir? - FORSNET";

Yavuz Sultan Selim 10 Ekim 1470 günü doğdu. Babası Sultan İkinci Bayezid, annesi Gülbahar Hatun'dur. Gülbahar Hatun Dulkadiroğulları beyliğindendir. Yavuz Sultan Selim, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, omuzlarının arası geniş, yuvarlak başlı, kırmızı yüzlü, uzun bıyıklı ve yiğit bir padişahtı. Sert tabiatlı ve cesurdu. Kuvvetli bir ilim tahsili yapmıştı.

Babası Sultan İkinci Bayezid, padişah olduktan sonra, askeri sevk ve devlet idareciliğini öğrenmesi için, Şehzade Selim'i Trabzon Sancağı'na tayin etti. Şehzade Selim, Trabzon'da devlet işlerinin yanında, ilimle uğraşır ve büyük alim Mevlana Abdülhalim Efendi'nin derslerini takip ederdi. Trabzon'u çok güzel idare eden Şehzade Selim'in bu arada komşu devletler de ilişkisi oldu. Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeri ile birçok yeri fethederek Osmanlı topraklarına kattı (1508). Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi müslüman oldular.

Çok güzel ata biniyor, devrin en meşhur silahşörlerini alt edecek kadar iyi kılıç kullanıyordu. Güreşmekte, ok ve yay yapmada üstüne yoktu. Harpten hoşlanmakla beraber çok ince bir ruha da sahipti. Çok mütevazi bir kişiliğe sahip olan Yavuz Sultan Selim, her öğün yemekte tek çeşit yemek yerdi ve ağaçtan tabaklar kullanırdı. Gösterişten hoşlanmaz, devlet malını israf etmezdi. Babasından devraldığı tatminkar hazineyi ağzına kadar doldurdu. Hazinenin kapısını mühürledikten sonra, söyle vasiyet etti: "Benim altınla doldurduğum hazineyi, torunlarımdan her kim doldurabilirse kendi mührü ile mühürlesin, aksi halde Hazine-i Humayun benim mührümle mühürlensin." Bu vasiyet tutuldu. O tarihten sonra gelen padişahların hiçbiri hazineyi dolduramadığından, hazinenin kapısı daima Yavuz'un mührüyle mühürlendi. Yavuz Sultan Selim, ataları hep sakal uzattıkları halde sakalını keserdi. Bunun sebebini soranlara "Sakalımı ele vermemek için kesiyorum" dediği rivayet edilir. Bir kulağına da küpe takardı. 22 Eylül 1520'de "Aslan Pençesi" denilen bir çıban yüzünden henüz 50 yaşında iken vefat etti. Hayatının son dakikalarında Yasin-i Şerif okuyordu. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirdi. Tarihçiler, Yavuz Sultan Selim'i sekiz yıla seksen yıllık iş sığdırmış büyük bir padişah olarak değerlendirdiler.

ÇALDIRAN SAVAŞI
Yavuz Sultan Selim, babası Sultan İkinci Bayezid ve kardeşleri ile taht mücadeleleri vererek tahta çıktığında, Osmanlı Devleti sıkıntılı bir dönem yaşıyordu. Bu bunalımlı dönemin en büyük sebebi Doğu'daki Şii-Safevi Devletiydi. Bu devletin ortadan kalkmasıyla huzur sağlanacak ve Türkistan yolu Osmanlılara açılacaktı. Yavuz Sultan Selim'in en büyük amacı doğudaki bütün Türk İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmekti. Yavuz Sultan Selim, 1514 yılı baharında ordusuyla birlikte İran seferine çıktı. Osmanlı kuvvetleri, Erzincan'dan Tebriz'e doğru yürüyüşüne devam etti. Çaldıran'da 23 Ağustos 1514'te yapılan savaşta Osmanlı kuvvetleri büyük bir zafer kazanırken, Safeviler bozguna uğradılar. Şah, kaçarak hayatını zor kurtardı. Yavuz yoluna devam ederek Tebriz'e girdi. Şehirdeki birçok sanatçı ve ilim adamı İstanbul'a gönderildi. Bu zafer sonucunda Şah İsmail eski prestijini kaybetti. Bu sayede Doğu Anadolu'da Osmanlılar için bir tehlike kalmamış oldu. 15 Eylül 1514'te de Tebriz'den Karabağ'a hareket eden Yavuz'un amacı, kışı orada geçirip, baharda İran'ı tümüyle almaktı. Ancak şartlar müsait olmadığı için Amasya'ya gidildi. Çaldıran Zaferi'nden sonra, Erzincan, Bayburt kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. Kemah kalesi alındı. 12 Haziran 1515'de kazanılan Turnadağ zaferi ile Dulkadiroğlu beyliğine son verildi. Diyarbakır, Mardin ve Bitlis Osmanlı hakimiyetine girdi. Böylece Anadolu'da Türk birliği sağlanmış oldu.

MERCİDABIK ZAFERİ
Fatih Sultan Mehmed devrinden kalan anlaşmazlık ve İran Seferi, Mısırlıların ve Safevilerin ittifak yapmalarına neden oldu. Yavuz Sultan Selim, bu ittifakın yapılacağını öğrenince Mısır seferine karar verdi. Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516'da Mısır seferine çıktı. 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştı. Mısır Sultanlığına bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim oldular. Ancak asıl savaş 24 Ağustos 1516'da Mercidabık'da oldu. Mısır Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamadı. Mısır hükümdarı Gansu Gavri ölü olarak bulundu. Kazanılan Mercidabık zaferi sonunda Suriye'nin kapıları Osmanlılara açılmış oldu.

MEMLÜKLER VE RİDANİYE ZAFERİ
28 Ağustos 1516'da Halep'e giren Yavuz Sultan Selim hiçbir direnmeyle karşılaşmadan şehri teslim aldı. Hama (19 Eylül 1516), Humus (21 Eylül 1516) ve Şam (27 Eylül 1516) aynı şekilde teslim olurken, Lübnan emirleri de Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Yoluna devam eden Yavuz 30 Aralık 1516'da Kudüs'e, 2 Ocak 1517'de Gazze'ye girdi. Mercidabık Savaşı'ndan sonra Mısır'ın başına Tumanbay geçti. Tumanbay Osmanlı hakimiyetini kabul etmediği gibi, barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini öldürmüş ve Venediklilerden top ve silah alarak Ridaniye'de kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu. Yavuz Sultan Selim, ordusuyla birlikte, ilkçağdan beri hiçbir komutanın cebren geçemediği Sina çölünü 13 günde geçerek, Ridaniye'de Mısır Ordusu ile karşılaştı. Mısır Ordusu'na, El-Mukaddam Dağının etrafını dolaşarak güneyden saldıran Yavuz Sultan Selim, bu manevra sayesinde Mısır Ordusunun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi. 22 Ocak 1517'de Ridaniye Zaferi kazanıldı. Bu zaferle birlikte Memlük Devleti tarihe karıştı.

HALİFE YAVUZ SULTAN SELİM
24 Ocak 1517'de Kahire alındı. 4 Şubat 1517'de Yavuz büyük bir törenle Kahire'ye girdi ve Mısır Memlüklerine bağlı Abbasi halifeliğine son verdi. Yakalanan Tumanbay idam edildi. Mısır Seferi sonunda Suriye, Filistin ve Mısır Osmanlı hakimiyetine girdi. Ayrıca Hicaz ve yöresi de Osmanlı topraklarına katıldı. Doğu ticaret yolları tamamen Osmanlıların eline geçti. Elde edilen ganimetler ve alınan vergilerle Osmanlı Hazinesi doldu. 6 Temmuz 1517'de Emanet-i Mukaddese (Mukaddes Emanetler) denilen ve aralarında Hz.Muhammed'in (S.A.V) hırkası, dişi, sancağı ve kılıcı da bulunan eşyaları, Hicaz'dan Yavuz Sultan Selim'e gönderildi. 29 Ağustos 1516'da Hilafet Abbasi soyundan Osmanlı Soyuna geçti. Yavuz Sultan Selim, Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Abbasi halifesi Üçüncü Mütevekkil'den (kendi deyimiyle Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn) Haremeyn-i Şerifeyn, yani Mekke ve Medine'nin hizmetkarı ünvanını devraldı ve böylece bütün Müslümanların dini ve siyasi lideri oldu. Rivayete göre, Üçüncü Mütevekkil kürsüye çıkıp, Halifeliği Osmanlı Padişahı Sultan Selim Han'a devrettiğini açıkladı. Sırtındaki cübbeyi Yavuz'a elleriyle giydirdi. Halifelik nişanlarından sayılan kılıcı elleriyle Yavuz'un beline bağladı. Yavuz Sultan Selim, o andan itibaren Müslümanların dini ve dünyevi lideri oldu. Artık yalnız padişah olarak değil, "halife" olarak da anılacaktı ve ondan sonra gelen tüm padişahlar aynı zamanda halife de olacaklardı. Yavuz Sultan Selim, tahtı devraldığında 2.375.000 km.kare olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 6.557.000 km.kareye çıkarmayı başardı. Devletin gelişmesi için de bir çok faaliyeti oldu. Çok düzenli çalışan bir casus teşkilatı vardı. Bu sayede ülke içinden ve dışından istediği bilgileri alan Yavuz Sultan Selim'in adam seçiminde büyük bir isabet yeteneği vardı.

İMAR ÇALIŞMALARI (MİMARİ)
Yavuz Sultan Selim, dedesi Fatih Sultan Mehmed zamanında yapılan Haliç Tersanesini kapasite olarak arttırdı. Medreselerin yanında, sosyal ve ticari alanda hizmet verecek birçok bina inşa ettirdi. Hayatı yoğun savaşlarla geçen Yavuz Sultan Selim, Diyarbakır Fatih Paşa, Elbistan Ulu Camii, Şam Salihiye'de Muhyiddini Arabi'ye Camii, İmaret ve Türbesi gibi hayır eserleri de yaptırmaya fırsat bulmuştur. Ayrıca temelini attırdığı İstanbul Sultan Selim Camii'ni bitirmeye ömrü yetmemiş, bu eser oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamamlanmıştır.
Son düzenleyen Safi; 17 Şubat 2017 19:40

Benzer Konular

7 Ocak 2014 / Mystic@L Müslümanlık/İslamiyet
10 Nisan 2012 / _Yağmur_ Hz. Muhammed
5 Haziran 2009 / KisukE UraharA Rüya Tabirleri