Arama

Atatürk İlkeleri - Bütünleyici İlkeler - Yurtta Sulh, Cihanda Sulh

Güncelleme: 22 Mayıs 2011 Gösterim: 18.343 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ocak 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yurtta Sulh, Cihanda Sulh (Yurtta Barış, Dünyada Barış)
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

İlk defa Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, önderi, istiklal harbi kahramanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından 20 Nisan 1931'de söylenen ve anayasada yer alan temel dış politika düsturudur.

Dünyada olabilecek herhangi bir rahatsızlığın herkese zarar verebileceğini bu yüzden de milletlerin diğer milletlerin sorunlarına kayıtsız kalamayacağını ifade eden Kemalizm'in bütünleştirici ilkelerindendir.
"Yurtta sulh, cihanda sulh", günümüzde "Yurtta Barış, Dünyada Barış" olarak da söylenilmektedir.
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
22 Mayıs 2011       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Mustafa Kemal yaşamını yurtta ve dünyada barışa adamıştı. Bir askerdi ama barış için savaşıyordu. Çanakkale kahramanı olarak kendisi ile görüşme yapan “Minber” gazetesi muhabirine savaşı değil, barışı anlatıyordu:
“En çok kuvvetli deyiminden amacın yalnız silah kuvveti olduğunu sanmayınız. Tersine asker olmama karşın, benim dilediğim maneviyat, bilim, teknik ve ahlak yönünden güçlü olmaktır. Çünkü saydığım niteliklerden yoksun olan bir ulusun bütün bireylerinin en son teknoloji silahlarla donatıldığını varsaysak bile kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz.”
Sponsorlu Bağlantılar
Kurtuluş Savaşı içinde bile barışı düşünüyordu. Her fırsatta işgalci devletlere barış çağrısı yapıyordu:
“Türkiye’nin barışçı koşulları Misak-ı Milli’nin açıklandığı 28 Ocak 1920’den beri tüm dünyaca biliniyor. Türkiye’nin ulusal sınırlar içindeki siyasi ve iktisadi tam bağımsızlığının onayı konusunda Fransa ile 20 Ekim 1921’de imzalanan anlaşmaya, bağımsızlığına saygı gösterilirse –bu Türkiye’nin barışçı ve anlaşma yanlısı olduğunu kanıtlar– Fransa’nın yolunu seçen herkes Türkiye ile hemen barış yapabilir.”
Yurt içi ve dışından gazeteciler sürekli olarak ağzından barış sözcükleri dökülen bir askerle yüz yüzeydiler. 1922’de Mustafa Kemal’den demeç alan “Petit Parisien” muhabirinin kaleminden şunlar döküldü:
“Bu demeç, duygularımıza aykırı da olsa Türkiye’nin izlediği siyasetin değerli bir belgesidir. Öncelikle Mustafa Kemal’in devletler tarafından Türkiye’ye bildirilen bazı koşullara ne derece ısrarla karşı çıktığını belirtmeliyim. Kendisi ‘Sorunları yalnız Yunanistan’la mı görüşeceğiz? Öyleyse Yunanlılar’a söyleyecek iki sözümüz vardır ve birincisi, ele geçirdikleri topraklarımızı hemen bırakmaya çağrıdır. İkincisi de bu ele geçirme sırasında yaptıkları geniş tahribatın onarımı isteğidir... Barışın gerçekleşmesi ciddi olarak isteniyorsa bunun en güvenilir yolu Türk topraklarının boşaltılması ve barış görüşmelerinin başlatılmasıdır. Yunan ordusu Anadolu’da kaldıkça müttefiklerin barış yapabileceklerini sanmam... Eğer devletler Yakındoğu’da barış yapmayı gerçekten istiyorlarsa önce yanlış olan hareket noktalarını değiştirmelidirler’ demektedir. Mustafa Kemal demecinin sonunda Türkiye ile Bab-ı Âli’yi birbirinden ayırarak savaşa katılanın Bâb-ı Âli olduğunu oysa bu hatanın cezasını Türk ulusunun çektiğini ve Türk ulusunun diğer uluslara tanınan hakkın kendisinden esirgenmesi karşısında silaha sarıldığını açıkladı.”
Mustafa Kemal savaş alanlarında duyumsadıklarını TBMM’de yaptığı birçok konuşmada da dile getirmiştir:
“Kuşkusuz hakkımız alınıncaya kadar silahı elden bırakmayız. Ama bundan bizim aşırı savaş yanlısı olduğumuz çıkarılmasın. Böyle bir düşünce çok haksızlık olur. Tersine biz herkesle barış yapmak istiyoruz. Hakkımızı barış yoluyla elde etmek için her aracı denedik. Bu konuda hiç kusur etmedik. Ama bizim tüm iyi niyetlerimizi ciddiyetimizi uygarlık dünyasından sakladılar. Ancak ilkel kavimlere uygulanabilecek davranışlar ve birtakım anlamsız korkutmalarla karşımıza çıktılar. Efendiler, bütün dünya bilmelidir ki, Türkiye halkı, TBMM ve hükümeti uşak muamelesine katlanamaz. Her uygar ulus gibi, hükümet gibi varlığının, özgürlük ve bağımsızlığının tanınmasını istemekte kararlıdır. Ve tüm davası bundan ibarettir.
“Biz savaşçı değiliz, barışçıyız. Bir an önce barışın gerçekleşmesini görmek ona yardım ve hizmet etmek isteriz. Biz Rusya ile dostuz. Çünkü Rusya herkesten önce bizim ulusal haklarımızı tanıdı ve ona saygı gösterdi. Öyleyse İtilaf Devletleri de varlığımızı ve ulusal bağımsızlığımızı tanırsa onlarla da aramızda hiçbir anlaşmazlık nedeni kalmaz. Hemen barış yapılır ve ilişki kurulur. Biz savaş değil, barış istiyoruz. Barış yapmaya hazırız ve bence buna engel hiçbir neden yoktur.”
Yakup Kadri'yle Görüşmesi
Barış çağrılarına, kulakların tıkanması Mustafa Kemal’in komutasındaki orduyu harekete geçirdi. İşgalcilerin yurttan atılması “Nereye değin?” sorusunu doğurdu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mustafa Kemal’le görüşürken bu soruyu sordu:
“Dumlupınar Muharebesi’ni kazandıktan sonra, ordulara ilk hedefin Akdeniz olduğunu söylemiştiniz. “İlk hedef” terimini kullanmakla izlenmesi gereken ikinci ve üçüncü hedeflerin bulunduğunu dolaylı olarak duyurdunuz. Lütfen bu konuda biraz bilgi verir misiniz?”
Mustafa Kemal duraksamadan yanıtladı:
“TBMM orduları Misak-ı Milli hükümlerini yerine getirmektedir. Türkiye halkı alçak gönüllü, ulusal sınırları içinde, tüm uygar uluslar gibi tam anlamıyla ve genişliğiyle özgür ve bağımsız yaşayacaktır. Ama, bilirsiniz ki askeri hareket siyasi eylemin umut vermediği noktada başlar. Umut güven verici bir biçimde gerçekleşince hedeflere orduların hareketinden daha hızlı ulaşılabilir.”
Son tümceden cesaret alan Yakup Kadri, “Herhalde, bu hedeflere orduyla ya da diplomasi yoluyla ulaşma konusundaki görüşünüzü bilmek çok yararlı olur sanırım” dedi.
Mustafa Kemal aynı kesin tavırla, “Hiçbir zaman boş yere kan dökmek istemedik, istemeyiz de...” dedi. “Ulusumuzun ve TBMM’nin gerçek zihniyeti budur. Şimdiye kadar dökülen kanların sorumluları uygarlık alemince öğrenilmişse facianın sürüp gitmesine gerek kalmamış demektir.”
Mustafa Kemal’in tasarladığı barış türü ve niteliği konusunda bir soru daha sordu Yakup Kadri:
“Yunan ordusunu yıllarca kendi topraklarını bile savunamayacak biçimde darmadağın ettiniz. Böylesine büyük ve ezici zaferden sonra barış görüşmelerini yürütürken siyasi durumu çetinleştirecek bazı yeni koşullar söz konusu olacak mıdır?”
Başkomutan gülümseyerek “Bu soruyu sormakla yararlı bir iş yaptığınızı sanıyorum” dedi.
“Yalnız sizin değil, tüm dünyanın bize böyle bir soru yöneltme hakkı var ve siz alacağınız yanıtla bütün dünyanın merakını gidermiş olacaksınız. Önce herkesin kesinlikle bilmesi gerekir ki, Türkiye, halkının yazgısına doğrudan doğruya el koyarak oluşan TBMM hükümeti demektir. Yine herkesin açık seçik bilmesi gerekir ki, bugünkü Türkiye halkı yüzyıllarca kendi iradesini ve yönetimini başkasının elinde görmeye katlanan halk değildir ve asıl bilinmesi gereken de, bugünkü Türkiye halkının ve hükümetinin ham hayal peşinde koşarken kendi evini unutan ve harap bırakan serüvencilerden olmadığıdır. O nedenle şunu kesinlikle söyleyebilirim: Hükümetimiz zafer neşesiyle gerçek yararlarını ve hayati çıkarlarını unutacak kadar sarhoşluk içinde olmamıştır. Biz sadece açık seçik haklarımızı güven içinde elde etmekten ibaret olan ilkeleri izleriz. TBMM kurulurken hangi konuları hayati ve sağlanması gerekli saymışsa bugün de aynı şeyleri söz konusu eder.”
Bu arada barışa giden yol açılmıştı. Elde edilen bu başarının üstüne konmaya kalkışanlar vardı. Sadrazam Tevfik Paşa’nın telgrafına yanıt veren Mustafa Kemal gereken uyarıda bulundu:
“Anayasa ile biçim ve niteliği belirlenen Türkiye Devleti’nin kuruluş tarihinden beri yazgımıza el koyan ve bundan sorumlu olanın yalnız ve ancak TBMM olduğu tüm dünyaca bilinen olaylarla ve siyasi işlemlerle doğrulanmıştır. TBMM ordularının kesin zaferlerinin doğal sonucu olarak toplanması ve yakın olan konferansta Türkiye Devleti yalnız ve ancak TBMM Hükümeti tarafından temsil olunur.
Bu gerçekler karşısında yasadışı ve hukuka aykırı olduğu yüce meclisçe tekrar tekrar ifade ve ilan edilen heyetlerin ya da bu gibi grupların şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da devlet siyasetini karıştırmaktan kaçınmaları konusunun önemi ve sorumluluk getireceği sizce de bilinmektedir.”
Barışa giden zor ve zahmetli yolu bir an bile unutmadan kat eden Mustafa Kemal cumhuriyet kurulduktan sonra izlenecek yolu vurguladı:
“Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyoruz.”


Yaşar Öztürk
Bütün Dünya, Kasım Sayısı

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

13 Mayıs 2008 / virtuecat Mustafa Kemal ATATÜRK
22 Mayıs 2014 / Misafir Soru-Cevap
3 Aralık 2008 / Misafir Mustafa Kemal ATATÜRK
13 Mayıs 2008 / Misafir Mustafa Kemal ATATÜRK
22 Mayıs 2011 / Mystic@L Mustafa Kemal ATATÜRK