Arama

Bazı Müzik Aletleri

Güncelleme: 12 Aralık 2012 Gösterim: 469.859 Cevap: 42
freedomspy - avatarı
freedomspy
Ziyaretçi
1 Kasım 2005       Mesaj #1
freedomspy - avatarı
Ziyaretçi
Nefesli Çalgılar

Sponsorlu Bağlantılar
Piccolo
Piccolo, normal flütünün 1 oktav üzerinde olacak şekilde ayarlanmış bir tür yan flüttür. 3 oktava yakın ses genişliğiyle günümüz orkestrasında en tiz seslere ulaşan enstrümandır. Genellikle orkestralarda özel efekt amacıyla kullanılmakla beraber marş topluluklarında da kendine geniş yer bulmaktadır. Flütün yerini alacak şekilde çalınır.
Tarihçe:
Piccolo ilk olarak ağaçtan yapılmış ve insanın ön planda olduğu bestecilerin eserlerinde yer almıştır. Piccolo’nun ilk kullanıldığı eserlerden birisi Beethoven’in 5.Senfonisidir. Piccolo’nun kullanıldığı en tanınmış yapıtlardan birisi, John Philip Sousa’nın The Stars and Stripes Forever marşının finalidir.

Flüt
Flüt çoğu orkestra, topluluk ve nefesli gruplarında soprano sesi veren enstrüman olarak kullanılmaktadır. Flütlerin büyük bir çoğunluğu metalden yapılmaktadır ve bir ucunda ağızlık olan bir tüp şeklindedir. Müzisyen flütü yatay olarak tutup ağızlıkta bulunan oval şekilli bir parçadan içeri üfler. Aynı anda düğme denen tuşlara basar. Bu tuşlara basılıp bırakıldıkça flütte değişik tonlar oluşturan delikler açılır. Do anahtarında akort edilen orkestra flütü en popüler flüt türüdür ve 3 oktavlık bir ses genişliği vardır. Flüt ailesinin diğer üyeleri, piccolo, alto flüt ve bas flütten ibarettir. Jean Pierre Rampal ve Aure Nicolet bu sazın ünlü solistlerindendir.
Tarihçe:
Batı Müzüğinde en çok kullanılan şekliyle kullanılan flüt cinsi olan Yan Flüt’ün Çin’de M.Ö. 900 yılından beri kullanıldığı bilinmektedir. Flüt, Avrupa’ya 12. Yüzyıl’da, öncelikle Almanca konuşulan bölgeler olmak üzere, girmiş ve ilk önceleri çoğunlukla askeri bandolarda kullanılmıştır. Alman Flütü isminin verilmesi bu zamana denk gelmektedir. Flüt daha sonra 16 ve 17. yy’da Oda müzüğinde kullanılan bir enstrüman haline dönüşmeye başlamıştır. Bu ilk flütler, 6 parmak deliğinden ibaret tek parçadan oluşmaktaydı. Ancak 1600 lerde, flüt birbirine bağlı 3 parçadan ibaret olarak yeniden tasarlanmıştır. Aşamalı olarak, flüte daha fazla tuş eklenmiş ve orkestra parçalarında yerini almaya başlamıştır. 1800 lü yıllarda 4 tuşlu flüt en çok kullanılan türü olmakla beraber, 8 tuşlusu da geliştirilmiştir. Günümüzde,silindir şeklinde, 13 veya daha fazla ton delikli ve basmalı tuşlu Bohemia Flüdü en çok kullanılan cinsidir.

Korno
Korno, obua ailesinin bir üyesidir. 1.5 oktav daha tiz olduğu için alto obua da denmektedir. Şekli genellikle obuaya benzer olup, orkestra’da 3. obuacı tarafından çalınmaktadır.
Tarihçe:
Korno’nun ilk prototipleri 17.yy sonundan önce ortaya çıkmıştır. Bu aletler kıvrık boynuz biçiminde, deri kaplı ve gövdesi delikliydi. Delikler, parmakların açılımını kapsayacak bir açı ile yerleştirilmişlerdi. Johan Sebastian Bach tarafından kullanılan Oboa da Caccia (Av obuası) nın, kornonun çok benzeri olduğuna inanılmaktadır. Karanlık ve yaslı sesi, Hector Berlioz, Peter Ilich Tchaikovsky ve Richard Wagner gibi besteciler tarafından öne çıkarılmıştır.

Obua
Obua, en küçük ve en geniş oktavlı enstrümanlardan biridir. Silindirik ahşap bir gövdesi ve gövdesi boyunca tuşları vardır. 3 oktav ses aralığıyla çalması çok zor bir enstrümandır. Çok nefes isteyen ve doğru nefes tekniklerine sahip olunmasını gerektirir.
Tarihçe:
Obua, 17.yy’da iki Fransız müzisyeni, Jean Hotteterre ve Michel Philidor tarafından icat edilmiştir. Shawm adı verilen bir enstrümanı Hautbois (obua) ya çevirdiler. Hautbois in Shawm’dan daha dar ve 3 parçalı bir gövdesi vardı. 18. yy da çoğu orkesra bu enstrümanı bünyesine katmaya başlamıştı. Tarih boyunca bazı besteciler, obua için solo eserler bestelediler. Bunların arasında, George Frideric handel, Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig Van Beethoven vardır.

Klarnet
Ahşap nefesli çalgılar ailesinin bir üyesi olan Klarnet, bir ucunda ağızlık olan diğer ucu da çan şeklinde olan bir uzun tüpten ibaretttir. Çoğunlukla ahşaptan yapılan klarnetin üzerinde, küçük metal tuşlar bulunan delikler vardır. Dil titredikçe, dolu ve zengin bir ton elde edilir.. Tuşlara basıp bırakarak tonlama yapılır Klarnet 4 nota da imal edilir ve en çok kullanılan düz-si klarnettir. Bu klarnetin 3.5 oktav kadar ses genişliği vardır.
Tarihçe:
18.yy’da Alman bir flüt imalatçısı olan Johann Christoph Denner tarafından dilli bir halk çalgısı olan Chalumeau adlı enstrümanın değiştirilmesi ile elde edilmiştir. 1840 lı yıllarda 2 farklı karmaşık tuş takımı geliştirilmiştir. Klarinetler orkestralarda 1780 lerde popüler hale gelmiştir. Klarneti ön plana çıkaran eserlerden bazıları George Frideric Handel’in 2 klarnet ve bir korno için üvertürü, Carl Strawitz ve Wolgang Amadeus Mozart’ın klarnet konçertosudur.

Fagot
Fagot iki dilli bir enstrümandır. Toplamda 2.5 metreye yakın silindirik ahşap tüpten yapılmıştır. 4 bağlantı parçasından oluşur: Bass parça, tenor parça, çift parça ve çan parça olmak üzere. Çan parça olarak adlandırılan kısım bass kısma alttan bağlı olup kıvrıktır. Bu grup tenor kısma sonra topluca çift parçaya bağlıdırlar. Çift dilli ağızlık tenor parçaya bir başka parçayla bağlıdır. Bassoon üzerinde 8 delik ve 10 tuş bulunur. Müzisyen dilli parçadan üfleyerek ve tuşlarla ton değiştirerek enstrümanı çalar.
Tarihçe:
Fagot 1650 lerde büyük bir ihtimalle, kıvrık şekilli tek parçalı bir enstrümandan türetilmiş olmalıdır. Modern Fransız Fagot’u, 19.yy ortalarında, Buffet-Crampon isimli bir Fransız firması tarafından geliştirilmiştir. Alman Fagot’u ise Wilhelm Heckel isimli bir imalatçı tarafından mükemmelleştirilmiştir. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde farklı türlerde çalınmaktadır.

Saksafon
Saksafon dil sesli nefesli çalgılardan birisidir. Yapısında, klarnet’in tek dilli ağızlığı, metal bir gövde, obuanın konik kısmına benzeyen bir kısım bulunur. Çoğu saksafonun alt kısmı eğiktir ve bu şekliye bass klarneti andırır. Çok azı, örn: soprano saksafon, düzdür ve klarnete benzer. Saksafonun üzerinde 12 tuş ve delik bulunur. 6 çiviye basıp bırakılarak gruplar halinde açılıp kapatılmak suretiyle değişik tonlar elde edilir. Aletin üzerinde, normal sesinin bir oktav altında veya üstünde ses çıkartmaya yardımcı olan 2 de fazladan delik vardır. En çok kullanılan saksafon türleri olan, soprano, alto ve tenor saksafonun 2.5 oktavlık bir ses genişliği vardır.
Tarihçe:
İlk defa 1840 yılında Adolph Sax isimli bir imalatçı tarafından icat edilmiştir. 1844 de ilk defa senfonik orkestralarda görünmüşlerdir. Ancak saksafon için yazılan parçalara pek rastlanmaz. Jazz’ın gelişimi ile saksafonun popüler olmasını 20.yy başına kadar beklemek gerekmiştir.


Yaylı Çalgılar

Keman
Muhtemelen en tanınmış orkestra çalgısı olan keman, bir yayla çalınan telli bir enstrümandır. Keman ailesinin en geniş aralıklı sesine sahip olan üyesi olan kemanın yanında bu ailenin diğer üyeleri, viola, çello ve kontrbasdır. Keman bir kaç ana parçadan oluşur. Ön kısım, omurga, boyun, perdeler, akort anahtarları, gövde, köprü, kuyruk ve F- delikleri. Üst, göbek veya ses tahtası olarak da anılan ön kısım genelde iyi kurutulmuş ladin, arkatarafı ise akağaçtan yapılır. Keman imal edilirken, ön, arka kısımlar ve omurga, boş bir kutu oluşturacak şekilde birleştirilir. Kuyruğa bağlanan dört tel köprünün üzerinden geçip, perdelerden uzanıp, akort anahtarlarına bağlanır. Anahtarla vasıtasıyla akort edilir ve elin perdelere basılması ile değişik sesler ve tonlar elde edilebilir. Müzisyen, tellerin üzerinde yayı doğru açıyla sürtünce ses elde edilir. Bu yay, pernambuco ’dan yapılıp, 75 santim uzunluğundadır ve telleri at kılındandır. Kemanın en önemli özellikleri, sahip olduğu ses aralığı ve hem lirik hem de hızlı ve parlak kullanıma elverişli olmasıdır. Kemancılar aşağıdaki teknikleri kullanarak özel sesler de elde ederler: pizzicato (telleri çekerek), tremelo (yayı hızlı hızlı telin üzernde hareket ettirmek), sul ponticello (yayı köprüye çok yakın sürterek ince bir ses elde etme), collegno (yayın teli yerine ahşap kısmını kulanarak) ve glissando (yayların üzerinde parmakları gezdirmekle çıkan ses).
Tarihçe:
Kemanın ilk olarak 1500 lerde İtalya da ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Lira da Braccio ve fiddle adlı iki enstrümandan türemiş olduğu sanılmaktadır. Keman yapım sanatı 17. ve 18. yy larda, Antonio Stradivari, Guiseppe Guarneri ve Jacob Stainer gibi ustalarla başlamıştır. O zamanki kemanların bugüne göre, boyunları daha kısa, perde bölgesi daha kısa ve köprüleri daha düzdü. Keman klasik eserlerde ilk kullanılmaya başlandığı zaman, alt sosyal seviyede bir alet olarak görünmüştür. Ancak, Claudio Monteverdi’nin Orfeo’su gibi eserler ve 24 violons du roi gibi topluluklarla bu statüsü de yükselmeye başlamıştır. Bu tırmanma barok dönemde de, Antonio Vivaldi, J.S.Bach ve Georg Philip Telemann gibi bestecilerle devam etmiştir. Solo konçerto, sonat ve süit gibi müzik janrlarında, keman en önde giden eleman olmuştur. Ancak keman virtüözleri ilk olarak 19.yy da ortaya çıkmıştır. Giovanni Viotti, Isaac Stern, Mischa Elman ve Nathan Milstein, David Oistrach, Pinhas Zuckerman, Jacha Heifeltz bu konuda ün yapmış isimlerden bazılarıdır.

Viola
Viola, keman ailesinin 2. en geniş ses aralığındaki elemanıdır. C,G,D ve A notalarına yarlı 4 teli vardır. Viola için yazılan parçalar, alto anahtarında yazılır. Viola’nın boyutları değişmekle beraber genelde kemandan büyük ve daha kalın sese ayarlanmıştır. Haydn ve Mozart eserlerinde Violaya yer vermişlerdir. Solo repertuarı sınırlı olmasına rağmen, viola semfonilerde önemli bir yere sahiptir. Hector Berlioz, Johannes Brahms ve Robert Schumann gibi besteciler eserlerinde violaya geniş yer vermişlerdir.

Çello
Viyolonsel olarak da bilinen çello, keman ailesinin üyesi olan bir yaylı çalgıdır. Kemandakine benzeyen bir yayla çalınır. Keman şeklinde olmakla beraber daha büyüktür. Yaklaşık 1.20 m uzunlukta ve en geniş yerinde 40 cm civarında olan çello bu boyutları yüzünden oturarak çalınır. Yere dayanan bir çubuk üzerinde duran çello müzisyenin bacakları arasına alınıp bir yayla çalınır. Keman gibi dört yay sahiptir ve müzisyenin ellerinin perdeler üzerinde gezmesiyle değişik tonlar elde edilir. Bu yüzden çello’nun ses genişliği 4 oktavdan fazladır. Rostropoviç, Pablo Cassals, Jacquelin de Pera, Misch Maisky, William Lloyd Weber ünlü violonsel solistleri arasındadır.
Tarihçe:
Günümüze kadar da kalabilen bazı çellolar 1560 larda, İtalyan imalatçı Andrea Amati tarafından yapılmışlardır. 18. yy sonlarına kadar çello ön planda olan bir enstrüman değildi ve müzikteki bas sesi vererek parçadaki boşlukları doldururdu. Ancak, barok döneminde, Antonia Vivaldi ve Luigi Boccherini gibi besteciler yalnızca çello için suitler yazdılar. 19.yy gelindiğinde çello için konçerto ve benzeri eserler Johannes Brahms ve Antonin Dvorak gibi isimler tarafından yazılmışlardı. 20. yy da da Sergei Prokofiev ve Dmitri Shostakovich gibi besteciler çello’nun olanaklarını keşfedip bir solo enstrüman olarak geliştirdiler.

Yaylı Bas (Kontrbas)
Çift bas (yaylı bas veya bas keman veya kontrbas ) olarak tanınan bu enstrüman, keman ailesinin en büyük ve en pes sesleri veren üyesidir. Genelde 1,80 m boyunda olup 4 teli vardır. Bazılarında bir telin uzatılıp tonu tizleştiren bir düzenek vardır. Ses çıkarmak için müzisyen bir eliyle perdelerde dolaşırken diğeriyle telleri çeker veya üzerinde yay gezdirir. Bottesini bu saz için görkemli konçertolar bestelemiştir.
Tarihçe:
3 telli baslar 18. ve 19. yy da çok yaygındılar ve bugün de Doğu Avrupa halk müziğinde kullanılmaktadırlar. 19.yy gelene kadar bası çalmanın tek yolu dışa eğimli bir yaydı. Daha sonraları müzisyenler telleri çekmeyi ve içe dönük yayla da ses çıkartmayı keşfettiler. Baslar orkestra ve oda müziklerinde kullanılagelmiştir. Bugün de jazz ve diğer popüler müzik türlerinde önemli bir ritm aletidir.


bunlar www.klasikmuzik.org sitesinden alıntıdır...

saygılarımla..
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 3 Kasım 2010 21:43
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #2
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
16. VE 17. YÜZYILLARDA TÜRK MÜZİK ÇALGILARI

Sponsorlu Bağlantılar


16. yüzyıl, Osmanlı tãrihinde kanlı ve zaferli, Türk Mûsîkîsi tãrihinde ise karanlık bir dönemdir. Bir önceki evrede Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Memlûk gibi civar ülkeleri zayıflatan Osmanlı Devleti, 16. yüzyıl başında Anadolu’yu, Mezopotamya’yı ve Kutsal Toprakları tamãmen ele geçirmiştir. Dönemin en önemli sosyo-politik olayı, Safevî tarikatı şeyhi ve sonra Safevî Îran Devleti’nin hükümdãrı Şah İsmãil’in, kışkırtıcılığı yüzünden, 1502’den îtibãren Doğu Anadolu’da patlak veren Şîî-Sünnî kutuplaşmasıdır. Şah İsmãil, Fãtih Sultan Mehmet tarafından mağlubedilen Akkoyunlu Devleti’nin mîrãsını devralmakla kalmayıp, Sünnî olan Îranı zorla Şîîleştirmiş, Osmanlı yönetiminden hoşnutsuz kalan Anadolu Türkmenlerini, bu yolla Osmanlı Devleti’ni parçalamak üzere kullanmaya girişmiştir. Bu olaylar Osmanlı’nın Anadolu’daki varlığını tehlikeye düşürünce, Sultan II. Bãyezid’ın oğulları Ahmet, Korkud ve Selim şehzãdeler, durumdan istifãde ederek iktidar kavgasına tutuşmuşlardır. Nihãyet 1512 yılında şehzãde Selim, hasta babası II. Bãyezid’i tahttan indirerek Osmanlı hükümdãrı olmuş ve saltanat rakiplerinin hepsini, büyük mûsîkîşinas şehzãde Korkud dãhil, öldürtmüştür . Böylece, Türk Mûsîkîsi tãrihi açısından Şark Dönemi adını verdiğimiz, Kasr-ı Şirin (1639) antlaşmasına değin Şîî Îran ile Sünnî Osmanlı arasında siyãsî çekişmelerin süregeldiği yeni bir dönem başlamıştır.
Sertliği sebebîle Yavuz lâkãbıyla anılan Sultan I. Selim, vakit kaybetmeyerek Şah İsmãil tehdidinin karşına dikilmiş, Îran Sefer-i Hümãyûnu’nu bizzat yönetmiş ve Anadoludaki Şîî-Alevî başkaldırıyı, 1514’te Ağrı Dağı eteklerinde, Çaldıran Ovası zaferiyle geriletmiştir. Bunun uzantısında, zamanının büyük kültür merkezi olan Tebriz şehri alınmış, buradaki sanatkâr insanların hemen hepsi İstanbul’a, Saray-ı Hümãyûn’e nakledilmiştir 1.
Çaldıran seferinin diğer bir sonucu da, Şãfiî mezhebinden olan Güneydoğu Anadolu Kürtlerinin, Şîî baskısından kurtularak Osmanlı Devletine katılmaları olmuştur, ki zamãn içinde Kürtler, yöresel birikimleriyle Türk Kültürü’nün bir parçası hâline gelmişlerdir 1.
Yavuz Sultan Selim, Çaldıran gãlibiyetîle yetinmemiş, iki sene sonra tekrar sefere çıkmış, 1516 yılında Mercü-d Dãbık ve 1517 yılında Ridãniye zaferleri uzantısında Memlûk Devleti’ni yıkmış, Hilâfeti ele geçirmiş ve Şîîliğe karşı İttihãd-ı İslâm (İslãm Birliği) idealini gerçekleştirmiştir 1. 1520’de I. Selim’in ölümü üzerine tahta çıkan Kãnûnî Sultan Süleyman, babasının fetih siyãsetini devãm ettirmiş,

Bağdat ve Belgrad gibi önemli şehirlerin yanısıra, Balkanlar’ın, Ege’nin, Doğu Anadolu’nun, Kuzey Afrika’nın ve Arabistan’ın büyük bir kısmını Osmanlı İmparatorluğuna katarak bir Cîhan Devleti yaratmıştır 1.
Fetihlerle dolu bu çağın mûsîkîsi hakkında, ne ilginçtir ki, elimizde hemen hiç kaynak yoktur. Benzer şekilde, bu dönemin Osmanlı Saray Mûsîkîsi’ne dãir elimize çok az eser ulaşabilmiştir. Asgarî bilgiler ışığında, 16. yüzyılın ilk yarısında Hasan Can Çelebi’yi (1490-1567), Nefirî Behram Ağa’yı (? - 1560), Aziz Mahmud Hûdãyî’yi (1543 - 1628) ve I. Süleyman zamanında Şevknãme adlı eseri yazan Abdül Ali Efendi’yi farkediyoruzİlyas Şücã Revãnî (1475-1524) 3 adlı bir Türk şãir ise, İşãretnãme adlı mesnevisinde döneminin mûsîkî çalgılarını tasvir etmiş, Çeng, Tanbur, Ud, Kãnun, Def, Kemençe, Ney, Kopuz adlı sazlardan bahsetmiştir . Hemen sonra, Durak Ağa’ya (ö. 1566) 3 ve Nihãnî Çelebi’ye 5 ait iki ayrı Saznãme bulunduğunu öğreniyoruz. 16. yüzyılın sonlarına doğru ise, Osmanlı Saray Mûsîkîsi’ni temsîlen Hatip Zãkîrî Hasan Efendi (1545-1623) ile Gãzî Giray Bora Han’a (1554-1607) ve Anadolu Halk Müziği’ni temsîlen Halk Ozanları Pir Sultan Abdal ile Rûşen Ali Köroğlu’na rastlamaktayız 3,
16. yüzyıl mûsîkî tãrihi, aşağı yukarı zikredilen bu kıt bilgilerden ibãret kalmaktadır. Bu evrede, sanki derin bir kültürel çalkantı yaşanmış, Saray ile Halk birbirlerinden kopuvermişlerdir. Şîî-Sünnî karşıtlığının had safhaya varmasını izleyen yarım asır içindeki kültürel sessizlik, ãdetã bu kopukluğun izlerini taşımaktadır 2.


17. yüzyıldan îtibãren ise bir uyanış gözlenmektedir. Özellikle IV. Murad tarafından Bağdat’ın ikinci defã Safevî Devleti’nden alınması üzerine imzãlanan Kasr-ı Şirin (1639) antlaşmasının ardından, Osmanlı Mûsîkîsi’nin yükselişe geçtiği bir çağ başlamıştır. Bu dönemde, IV. Murad’ın Bağdat’tan dönüşünde İstanbul’a berãberinde getirdiği Şahkulu adlı meşhur bir mûsîkîşinas; geleneksel Karacaoğlan ismini alan gezgin bir Doğu Anadolu Halk Ozanı (1605-1679) ve Enderun mûsîkîşinaslarından Ali Ufkî lâkaplı Polonya asıllı Albert Bobowski (1610-1675) ] ismindeki nota-yazarı göze çarpmaktadırlar
Aynı dönemde yaşamış diğer iki önemli kişi de, 1609 yılında İstanbul’da doğmuş olan ünlü bilgin Kâtip Çelebi 3 ile, 1611 yılında Kütahya’da doğmuş olan ve Seyahatnãmesi ile ün kazanan Evliyã Çelebi’dir 5.


Mûsîkî kãbiliyeti dolayısıyla IV. Murad tarafından ödüllendirilen Evliyã Çelebi, özellikle İstanbul’daki müzik yaşamından bahsederken, şehirde 4000 kadar görevli mûsîkîşinas, yüzlerce hãnende ve yüzlerce lütiye (çalgı yapımcısı) bulunduğunu, askerî zümrelerin dahi kendi mûsîkî loncaları olduğunu yazmaktadır 5.
Henry Farmer, Kãtip Çelebi’nin Zeşf-üz-zünun adlı ansiklopedik eserinde 19; aynı zamanda iyi bir mûsıkişinas olan Evliyã Çelebi’nin Seyahatnãme adlı gezi-yazılarında ise 76 adet çalgı zikredildiğini yazmaktadır 5.

Dolayısıyla, konumuzla ilgili en öncelikli bir kaynak olarak Evliyã Çelebi’nin Seyahatnãmesini 5 değerlendirmek yerinde olacaktır.



Bu doğrultuda, ünlü gezginin kaydettiği çalgıları irdeleyip aşağıda görüldüğü şekilde sıraladık ve yorumlarımızı ekledik:
Son düzenleyen asla_asla_deme; 3 Kasım 2010 21:45
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
TÜRK MİZİĞİNDEKİ ZİLLİ VE DERİ GERGİLİ ÇALGILAR

ØÇağana
Acem diyarında Şîr-î Hûdã isimli bir pehlivan télifi olduğu, ancak Batı Anadoluda benimsendiği söyleniyor. Avrupa bandolarına Mehteran’dan geçmiş olup, Jingling Johnnie (Çıngırdayan Coni) veya Turkish Crescent (Türk Hilâli) adlarıyla anılan ve Çin Şapkası adı da verilen, çalkalanarak çalınan çıngırak başlı ve süslü uzunca bir tahta ãsã olmaktadır.

ØÇalpãre (Çalpara)
Evliyã Çelebi ismini vermiş, ancak tanımlamamıştır. Farsça dört parça demek olan Çarpara’dan türemiş bir kelime olduğu anlaşılıyor. Rakkasların parmaklarına takarak ritim sağladıkları mãdenî veya ahşap iki çift küçük çık-çık olmaktadır. Çengi Çubuğu adıyla da anılan Çalpara, Batı Müziğinde kullanılan Kastanyet adlı çalgıyla aynı özelliktedir.

ØDef
Mãdenî küçük ziller takılmış deri gergili kasnaklı bir vurmalı sazdır. Batı Müziğinde karşılığı Tamburin olmaktadır. Birtakım eski deflerin 4 veya 8 köşeli olduğu anlaşılıyor.

ØDãire
Halka halka mãdenî küçük çıngıraklar takılmış deri kaplı yuvarlak ve büyükçe bir deftir. Özellikle çıngıraksız olanı Mazhar diye anılmaktadır 7. Batıda çıngıraklısına Simbalum, çıngıraksızına Timpanum denmektedir.

ØDavul
Zurna Büyük çapta, ancak kısa boyda silindirik bir yapıya sãhip deri gergili vurmalı çalgıdır. Anadolu’da kayışla boyunda taşınarak, eşliğinde bir yanına çomakla (tokmakla), diğer yanına çubukla (değnekle) vurularak çalınır. Kelime kökeni Tabl ile aynı olup, Mehterhãne çalgılarındandır. Çeşitli boylarıyla Batı Müziğindeki Kaba Davul’a ve Trampet’e mütekãbildir.

ØDünbelek
Birçok çeşidi vardır. Mısır’da îcãdedildiği söylenen ve dipdibe bitiştirilen iki üstü deri gergili çömlekten yapılan Çömlek Dünbeleği, Mekke’ye giden Mahmil alayınca çalınırmış. Bir de cam kasnaklı yapıldığı düşülünen Cam Dünbeleği zikrediliyor. Ayrıca, muhtemelen çıngıraklı olan Yemen Dünbeleği; çift olarak çalınan Mukarran Dünbeleği ve tãrifi meçhul Eyyûb DünbeleğiDarbuka ile eşanlamlı kullanılmaktadır.

ØKös
Mehteranda kullanmış olan, üstü kalın deri gergili pirinç kazanlardan yapılan meşhur vurmalı sazdır. Evliyã Çelebi’nin mizãhî bir üslupla her biri hamam kubbesi kadardır dediği bu ãlet, ucu keçe kaplı tokmaklarla çalınır. Batı Orkestralarında günümüzde kullanılan Timpani adlı vurmalı çalgı, kösten türemiş kabul edilmektedir.

ØKudüm
Hûşeng Şah tarafından îcãdedildiği söyleniyor. Çomak biçiminde değnekler (zahmeler) ile çalınan, küçük çapta ve farklı ebatlarda bir çift köstür. Hz. Muhammed ile Hz. Hatice’nin zifaf gecesinde ney ve rebab eşliğinde kullanıldığından dolayı, derviş tekkelerinden eksik olmamıştır deniliyor.

ØNakkãre
denir. Türk Çingeneler arasında Hãris-i Yemenî tarafından îcãdedildiği ve Arabistan kahvehãnelerinde çalındığı söylenmektedir. Mehteranın tanınmış bir vurmalı çalgısıdır. İki küçük değnekle çalınan, elle tutulur ölçüde ufak, üstü deri kaplamalı bir çift kâsedir. İki parçası da bitişik olduğunda ve sol elde tutulup veya boyna asılıp sağ elle ve tek değnekle çalındığında, Çifte NakkãreNağra diye tanınır.

ØTabl-ı Baz (Davlunbaz?)
Atların eyerlerine takılan veya elde tutulup kösele bir kayışla çalınan küçük köstür. Gürültü yaparak av hayvanlarını ürkütmekte, onları sakladıkları yerden çıkartmakta ve baz türü doğana avını yakalaması için yardımcı olmakta kullanıldığından dolayı bu ismi almıştır. Bir çeşidinin, 19. yüzyılda Tabl adı altında Mûsıkã-yı Hümãyûn bandosunda kullanıldığına rastlamaktayız.

ØZil
Evliyã Çelebi ismini vermiş, ancak tanımlamamıştır. Askerî Mûsîkîde ve Dervişlerin dînî ãyinlerinde kullanılan, birbirlerine vurularak çınlayan bakır, pirinç yãhut tunç malzemeden îmâledilmiş iki yassı yuvardan ibãret çalgı türüdür.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 3 Kasım 2010 21:46
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #4
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
TÜRK MÜZİĞİNDEKİ ÜFLEMELİ ÇALGILAR

ØBoru

Batı Müziğinde Trompet ile Korno gibi Borazan-vãrî çalgılara denk olduğu hâlde, birçok çeşidi vardır: Boynuzdan yapıldığı anlaşılan Derviş Borusu, avlanmakta kullanılmak üzere Îran hükümdãrı Menûçihr tarafından îcãdedilmiş; Eyyûb Borusu’nun Sinan Şah tarafından îcãdedildiği ve içi dilcikli kamıştan bir borucuk olduğu söylenmekte; Afrãsiyab Borusu (Îran ya da Acem Borusu), aynı ismi taşıyan Îranlı hükümdar tarafından télif edilmiş; Pirinçten Mehter Borusu, Selçuklu Sultan Alp Arslan tarafından Konya’da îcãdedilmiş olup Osmanlılar da kullanmıştır deniliyor; Bundan başka Venedik îcãdı olduğu anlaşılan çevgân gibi eğri Şişe Borusu varmış; Nefir adındaki sipsili kamıştan boruyu da Isfahanlı Hûdãdãd îcãdetmiş, ki Mehteranda kullanılmıştır; Prag’da îcãdedildiği söylenen Turumpata Borusu ise, bilinen Avrupa Trompeti’nin atası olmalıdır; Sonra, pirinçten büklümlü bir boru olarak tãrif edilen İngiliz Borusu’nun içinde ince pirinç diller varmış, ki Batı Müziğindeki Sürgülü Trompet’e denk olması muhtemeldir; Yine pirinçten îmãledilen Lituriyan Borusu adındaki bir Flaman çalgı da Hıristiyan gemiciler tarafından çalınırmış; Erganun Borusu adındaki bir Alman çalgı, manda boynuzu inceltilip içine tel diller koyularak çalınan dãvûdî bir ãlet olarak geçiyor; Ayrıca, Evliyã Çelebi Kerrenay (Kurrenay – Parlak Ney) adında pirinçten veya gümüşten bir boru da zikrediyor ki, “eşek anırması” gibi bir sesi olduğunu mizãhî bir anlatımla söyleyip, bu ãleti, Erivan seferinden dönerken IV. Murad’ın İstanbul’a getirdiğini belirtiyor.


ØDuduk (Türkmence’si Tutik-Tütek, Farsça’sı Tutak)

Dilli bir çalgı ãilesinin genel adıdır ve birçok çeşidi vardır: Cafer Şah tarafından Musul dolaylarında îcãdedildiği ve şimşir ağacından yapıldığı söylenen Kaba Duduk; Nablus’ta îcãdedildiği ve Kudüslü Kumãme rãhipleri tarafından çalındığı söylenen Arabî Duduk; Erdel’de bir rãhip tarafından îcãdedildiği ve içinde ağarmış saç gibi teller olduğu söylenen Macar Duduğu; Nasreddin Tûsî tarafından îcãdedildiği ve Mehter takımında tãlim için kullanıldığı söylenen Mehter Duduğu; Üsküp’te îcãdedildiği ve kaz ya da turna kemiğinden yapıldığı söylenen Çağırtma Duduk; Trabzon Lazlarıncaîcãdedildiği, 9 deliği olduğu ve ses kutusu içinde danak (tãnecik) bulunduğu düşünülen Danakyu Duduğu; Rum çobanlar tarafından îcãdedildiği ve iki bitişik kamıştan yapıldığı söylenen Dilli Duduk ve Romenlerin kullandığı, parça parça kamıştan yapılan ve 7 parmak ile 1 başparmak deliği olan Mizmar (Duduğu), Evliyã Çelebi’nin bahsetmiş olduğu türlerdir. Bir de Şiraz’da îcãdedildiği anlaşılan Balaban (Mey) adında bir çalgı vardır ki, özellikle Azerîler ve Türkler tarafından çokça kullanılan dar kalaklı, sipsili bir tür duduktur. 15. yüzyılda yaşamış olan İbn-i Gaybî, bu çalgıdan Nây-ı Balaban diye sözetmiştir. Duduk ãilesinin, genel olarak Batı Müziğinde eskiden kullanılan Rekorder ve Flajole gibi çalgılara benzediği anlaşılmaktadır.


ØErganun (Organun)

Avrupa ülkelerinde, kilise ve manastırlardaki mahfillere kurulu Org adlı büyük çalgıdır. Evliyã Çelebi, Erganun dediği Orgu tãrif ederken, üçyüz adet rüzgâr düdüğü olduğu hãlde, her biri onar rãhip tarafından hareket ettirilen manda derisiyle kaplı bir çift körükle çalıştığından bahsetmektedir. Bir körük inip, bir körük kalkarken basılan hava, boruların çarklarına erişip hãzin bir ses ile Rehãvî makãmından çalarmış. Bunu duyan rãhipler de o sâdãya uyup, körüklerin üzerine beşer beşer çıkıp, körüklerle inip kalkarlarken aynı makamdan Zebur ãyetlerini okumaya başlarlarmış. Manzarayı gören ve müziği duyan insan şaşkına döndüğü gibi, kendinden geçercesine mest olup hayran kalırmış. Ayrıca Hz. Dãvud’un Erganun’u îcãdettiğinden, bu ãleti Ruhã’da, yãni Urfa yöresinde peydah ettiğinden ve bu sebeple Ruhã şehri ve Rehãvî makãmı dendiğinden bahsedilmektedir. Ne ki, Evliyã Çelebi, Orgun mãlûm klavye mekanizmasından sözetmemektedir. Mizaç dolu karakteriyle yaptığını anladığımız gözleminden etkilendiği için olsa gerek, bu çalgıyla ilgili daha derin teknik ayrıntılara girmeyi ihmâl ettiğini düşünüyoruz.


ØKaval

9 deliği olan bu çoban çalgısının Fisagor tarafından îcãdedildiği söyleniyor. Sürüleri otlatan çobanların kullandığı bir tür üflüttür. Bãzılarının 6 parmak deliği ve 1 başparmak deliği, diğerlerinin 7 parmak deliği ve 1 başparmak deliği olduğu görülmektedir.


ØKurnata (Kırnata)

İngilitere’de îcãdedildiği, boynuzdan yapıldığı ve Kudüslü Kumãme rãhipleri tarafından çalındığı söylenmektedir. Suriye’de sipsili duduk ailesine genel olarak bu isim verilmekte imiş. Donuk bir tınıya sãhip Serpent yãhut Kılârinet isimli Batı çalgılarına denk olduğunu düşünmekteyiz.


ØMiskål (Mûsîkål-Mûsîkar)

Dik üflenerek çalınan, dizi dizi ve farklı boylarda kamışlardan müteşekkil bir çalgıdır. Batı Müziği’nde Pan-fülüt olarak tanınır. Farklı boylarda iki cins daha miskål varmış ki, bunlar battal (kaba-büyük) ve girift (cura-küçük) miskållermiş.


ØNey

Saz kamışından çeşitli boylarda kesilip 6 parmak deliği ile 1 baş parmak deliği açılan ve dudak kenarıyla hafif yatık üflenerek çalınan başpãreli (ağızlıklı) üflüttür. Ulvî bir tınıya sãhip olan Ney, geleneksel mûsîkîde ve özellikle de Mevlevî ãyinlerinde oldukça sık kullanılır. En büyüğünden en küçüğüne doğru günümüzde bilinen çeşitleri şunlardır: Dãvud, Şah, Mansur, Kız, Müstahzen, Bolãhenk ve Süpürde. Bu cinsler, yaklaşık olarak tam sesler hãlinde tizleşirler. Arada kalan yarım sesleri tamamlayan diğer neyler Mãbeyn takısı alırlar (Şah Mãbeynî, Kız-Mansur Mãbeynî... gibi). Bir sekizli tiz ses veren neyler ise Nısfiye takısı alırlar (meselâ Bolãhenk Nısfiye, ki bugün sãdece Bolãhenk olarak anılır) Evliyã Çelebi oniki çeşitten bahsetmekte ise de sãdece şu isimleri vermektedir: Battal, Dü-heng, Nây, Girift, Mansur, Şah, Bol ãheng, Battãl-ı Dãvûdî, Ser-heng ve Süpûrdã. Amasyalı Şükrullah’tan öğrendiğimize göre, eskiden Ney yerine geçen, 7 veya 9 delikli Pîşe adlı kamıştan bir çalgı kullanılırdı 7. Benzer olarak Mizmar adlı bir çalgı da mevcut idi. Günümüzde kullanılmayan Girift ise, küçük bir ney olmakla berãber, 7 parmak deliği ve 1 baş parmak deliğine sãhip olduğundan dolayı ney ãilesinden ayrı tutulmuştur.



ØTulum Duduğu

Rus îcãdı olduğu, Rus çobanların çaldığı söylenen kamışlı deri-tulum çalgı imiş. İskoçya’daki çeşidine Gayda denir. Türklerde, Trakya ve Doğu Karadeniz yöresine özgü bir çalgı olmuştur.



ØZurna (Surnây)

Birçok çeşidi olan sert-dilli bir çalgı olup Mehterhãnenin baş çalgısıdır. Efes’te gömülü olan Cemşid tarafından îcãdedildiği söylenen, ağaçtan oyma geniş kalaklı sipsili bir sazdır. Batı Müziğinde Şavm ve Obuğa olarak adlandırılan çalgılara benzerliği vardır. Evliyã Çelebi’nin kaydettiği Zurna türleri ise şunlardır: Yarım metreden daha uzun olan Kaba Zurna; davul eşliğinde çalınan ve oldukça yaygın olan Cura Zurna; Basra vãlisi Tayyar Mehmet Paşa’nın ağası Ãsaf Ağa tarafından îcãdedilmiş olan Ãsafî Zurna; Mağripli Şeyh Şihab tarafından îcãdedilmiş olunup Fas’ta çalınan Şihãbî Zurna; Suriyeli Ali Nãd tarafından îcãdedilmiş olup Suriye ile Mısır’da çalınan Arabî Zurna ve Kaba Zurna’dan daha kalın ses veren Âcemî Zurna.
Son düzenleyen GusinapsE; 17 Nisan 2006 00:57
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

TÜRK MÜZİĞİNDEKİ TELLİ ÇALGILAR
ØÇartar
Acem diyãrında, Şeyh Safî’nin gözetiminde Kemâl Ãhî tarafından télif edilmiş olduğu söyleniyor. İsminden de anlaşılabileceği gibi, Çartar’ın dört telli ve perdeli bir saz olduğu düşünülmektedir. Evliyã Çelebi, Çartar gibi dört telli olan ve Türkmenler arasında yaygın olan Şarkî adında bir başka saz da zikretmektedir, ki bu çalgının Bosna-Hersek’te bilinen Sargija olması muhtemeldir. Oysa, günümüzde Çartar tedãvülden kalkmış görülüyor. Evliyã Çelebi, bir de, Arapgirli Şükrullah Bey’in télifi olan, Rüdã isimli, Çartar’a benzeyen, beş telli, perdeli, levendãne bir sazın, kendi zamãnında îcãdedildiğini yazmaktadır. Günümüzde, beş telli benzer bir çalgı günümüz Özbekleri arasında yeğ tutulmakta imiş.


ØÇeng
Süleyman Peygamber zamanında Fisagor tarafından îcãdedildiği, “fil hortumu şekline sãhip” 40 telli dikey bir çalgı olduğu, dinleyene hayat ve zevk aşıladığı söylenmektedir. Mısır, Fars, Hint ve Çin medeniyetlerinde, bu çalgının akrabãsı olduğunu anladığımız tãrihî çalgılara çokça rastlanmaktadır. Çeng’in, Batı Müziğindeki Arp adlı çalgının atası olduğu anlaşılmaktadır. Onun, İbn-i Gaybî zamanında 17, Amasyalı Şükrullah zamanında 24 telli olduğunu öğrenmekteyiz. Bununla berãber, Manisa’da îcãdedildiği söylenen 24 telli Muğni adlı bir çalgı da, yassı yüzlü ve kambur gövdeli dik bir saz olan Çeng’e benzemektedir. Evliyã Çelebi’nin tãrif ettiğine göre, Nîhãnî Çelebi’nin “saznãme”sinde yer vermediği Muğni, Tire, Manisa, Aydın, Saruhan, Karabiga, Sığla ve Menteşe yöresince çokça bulunan levendãne bir müzik ãleti; başka kaynaklara göre ise, Safiyüddin Urmevî’nin Rebab, Kãnun ve Nüzhe gibi çalgıların özelliklerini birleştirerek Îran’da geliştirdiği 39 telli bir saz olmaktadır 7.


ØÇeşde
Selânikli Benlişah’ın îcãdı olduğu hâlde, Çöğür gibi beş kirişli, ancak kısa saplı ve sık perdeli, küçük ve yuvarlak karınlı, gür sesli bir saz olduğundan bahsedilmektedir. İstanbul-Balat çingeneleri arasında yaygın olduğu söyleniyor. Günümüzde tedãvülden kalkmıştır.


ØÇöğür
Germiyan beyi Kütahyalı Yãkup Germiyãnî’nin îcãdı olduğu söylenen bu çalgının, tahta göğüslü, beş ya da altı telli, yirmialtı perdeli, büyük gövdeli bir saz olduğu ve Yeniçeri Ocağı’na mahsus olduğu söylenmektedir. SûndarHamdioğlu Şemsi Çelebi’nin télif ettiği söylenen, Yûnkar (Yonkar) adlı, üç telli bir sazdan bahsedilmiştir, ki harem ağalarının çaldığı söylenen bu ãletin büyüğüne Çöğür denmekteymiş. Yunan Müziğinde Kithãrã adlı çalgıya benzeyen bu sazların her üçü de artık tedãvülden kalkmıştır.
(Sürder) adlı bir Kürt çalgısının da, tıpkı Çöğür gibi bir saz olduğu, ancak gövdesine on tãne demir tel bağlandığı ve güzel yakıcı bir ses verdiği söylenmektedir.


ØKãnun
Müellifi belirgin değildir. Bãzı iddialara göre Fãrãbî’nin, diğerlerine göre İbn-i Hallegan’ın îcãdıymış [12]. Çeng’e bezerliğiyle dikkat çeker, ancak aksine yatay çalınır. Pãdişah huzurunda rağbet gören, diz üstüne konup iki elin parmaklarındaki bağa ile çalınan, iki köprüsü arasına 9 ilâ 60 mãdenî tel gerilen üçgenimsi bir saz olduğundan sözedilmektedir. Ayrıca, Safiyüddin Urmevî’nin îcãdı olduğu anlaşılan, üçer üçer gerili 81 telden müteşekkil Nüzhe, yapısal özelliği îtibãriyle Kãnun ile özdeştir 7. Gãyet eski bir çalgı olduğu anlaşılan Kãnunun, İstanbul’da 15. yüzyılda revaçta olduğundan, ancak 18. yüzyılda kullanımının seyrekleştiğinden, 19. yüzyıl sonrasında ise tekrar tedãvüle girdiğinden bahsedilmektedir. Oysa, Kãnunun 18. yüzyılda bilhakis revaçta olduğuna dair görüşler de vardır 12. Kãnun, Batı Avrupada Klavikord, Klavsen, hatta Piyanoforte gibi çalgıların atası; Avusturya’da Zither, Macaristan’da Simbalon ya da Dulçimer, Doğuda Santur, Biva ve Koto gibi çalgıların akrabãsıdır. Batıda Kanon yãhut Psalteri adlarıyla tanımlanmaktadır. Eskiden perde ayarları, tellerin kenarına sol elin başparmağı ile basılarak yapılmakta iken, günümüzde, 19. yüzyılın ikinci yarısından beri yürürlükte olan mandal sistemiyle berãber, üçer üçer gerili 72, 75 veya 78 telden müteşekkil kãnun modeli kullanılmakta ve bu meşhur ãlet, her iki elin işãret parmaklarına takılan yüksüklere sıkıştırılmış bağdan mızraplarla çalınmaktadır 7,[13]. Güncel Geleneksel Türk Mûsîkîsi topluluklarının vazgeçilmez bir sazıdır.



ØKopuz
Sultan II. Mehmet’in vezirlerinden Hersekzãde Ahmet Paşa’nın îcãdı olduğu söylenmektedir. Üç telli bir saz olduğundan, Bosna, Budin, Kanlıcı, Eğre ve Temeşvar gibi yörelerde çokça çalındığından bahsedilmektedir. Evliyã Çelebi, mizãhî bir üslupla “aygır gibi kişneyen levendâne şeştar yavrusu” dediği bu çalgıya Anadolu’da hiç rastlamadığını ifãde etmektedir; ki bu bilgiler, Türklerin ata çalgısı olduğu iddia edilen Kopuz sözkonusu olduğunda hayli ilginçtir. İbn-i Gaybî’ye göre ise, 15. yüzyılın başında, özellikle nãzım ve nesir türünden Türk masallarına eşlik etmede kullanılan ve muhtemelen günümüzde Bağlama, Bozuk ve Meydan Sazı 7 olarak bildiğimiz türlere benzeyen OzanKüpüz-u Rûmî adlı deri karınlı ve beş çift telli bir Anadolu sazı mevcuttur. Bundan başka, bir de Karadüzen adı verilen bir tür vardır ki, Evliyã Çelebi bu sazın, Kãnûnî Sultan Süleyman’ın hışmından korkup Anadolu’yu terkeden şehzãde Bãyezid ile berãber Acem diyãrına sığınan Kuduz Ferhat isimli bir müellifin îcãdı olduğunu, Tanbura şeklinde, üç kirişli, sürãhi gövdeli ve perdeli bu çalgıyı ismi geçenin Isfahan’da peydah ettiğini ve bilhassa taşralı ayakkabıcılıar arasında yaygın olduğunu yazmaktadır. Kopuz’un Macaristan’da kullanılan Kobza adlı çalgıya, Karadüzen’in, Arnavutluk’ta kullanılan Düzen adlı saza denk olması muhtemeldir. Evliyâ Çelebi, ayrıca Muğla’da îcãdedildiğini zikrettiği BarbutOklu Kopuz veya Yaylı Kopuz gibi yaylı çalgıları belirtmede kullanılmaktadır [14].
adlı bir Türk sazı yanısıra, bir de (Berbat) adında kopuz-vãrî bir sazdan bahsetmektedir; ki yazılana göre, bu çalgının düz bir sapı, kiriş tellerinin her iki yanında ayrıca mãdenî telleri ve tellerden aşağı dört burgusu varmış. Orta Asya’da ise Kopuz, özellikle Kırgız, Altay ve Kuzey Türkleri arasında, ØSantur
Evliyâ Çelebi adını vermişse de tanımlamamıştır. Ses tahtası üzerine mâdenî teller gerili bir İbrãnî çalgısı olduğundan bahis vardır. Kãnunun akrabãsı olduğu açıktır. Eskiden ibrişim teller ile çalınmakta imiş. Tevrat’ta PsanterinSantur kelimesi buradan kök almıştır. Safiyüddin Urmevî’ye ait olduğu söylenen Nüzhe adlı çalgının 7, Santur’dan türemiş olduğu kabûl edilmektedir. Santurun, 11. yüzyıldan sonra, çeşitli tasarılarda Avrupa’ya yayılmış olduğu ve özellikle Macaristan’da, gümüş sarmalı çelik tellere sãhip Dulçimer adlı çalgının oluşumunu tetiklediği anlaşılmaktadır. Bugün, dünyadaki “etnik-otantik sazlar” arasında en önde gelen bir çalgı ãilesini Santurgiller oluşturmaktadır. İkizkenar bir yamuk şekline sãhip olan geleneksel Türk ve Îran Santurları, üçer üçer gerili olan 72 sarı pirinç tele, ucu keçe yãhut tülbent sarılı zahmeler (veya mızraplar) ile vurularak çalınır. 19. yüzyıl sonuna gelindiğinde, İstanbul’da Alla Turka ve Alla Franga şeklinde iki tür Santur kullanılmıştır. Hamãilî Santur da denilen Alla Franga Santur, beşer beşer gerili, üç oktavlık kromatik ses alanına sãhip 160 telden, Alla Turka Santur ise, iki buçuk oktavlık “noksan bir ses sistemine” sãhip üçer üçer gerili yaklaşık 96 telden müteşekkildir 7,[15]. Bu ãleti geliştirebilmek üzere sarfedilen bir takım çabalara rağmen, 20. yüzyılda yeterince rağbet görmeyen Santur, artık Geleneksel Türk Mûsîkîsi çalgı topluluklarında kullanılmamaktadır.


ØŞeşhãne
Şirvanlı Rızãeddin’in îcãdetmiş olduğu söylenen, ud gibi burgu yerleri eğri, ancak uzunca saplı, perdesiz, balık kursağından ya da ibrişimden yapılan altı telli bir çalgı imiş. Anlaşıldığı kadarıyla, zor bir ãlet olduğu hâlde, tüm makamlar çalınabiliyormuş. Günümüzde tedãvülden kalkmıştır.


ØŞeştar
Tebrizli Ali Han’ın îcãdettiği söylenen bu sazın, Çartar gibi perdeli, ancak isminin de işãret ettiği gibi altı telli olduğu yazılıdır. Deriden karınlı Şeştar, günümüzde Îran, Azerbaycan ve Kafkasya yöresinde kullanılmakta imiş. İbn-i Gaybî’nin tanımladığına göre, farklı ebatlarda Uda benzeyen üç ayrı türü varmış ki, bunların telleri, çifter çifter akord edilirmiş.


ØTanbur (Tanbura)
Birkaç çeşidi olan uzun saplı ve mâdenî telli meşhur sazdır. Türk Tanburu denilen çeşidi günümüzde en çok bilinenidir. Bir diğer çeşit ise, Şirvan Tanburu olmaktadır. İbn-i Gaybî’ye göre, ilkinin gövdesi daha küçük ve sapı daha uzun idi ve buna iki ya da üç kiriş tel takılırdı. Diğeri de iki telli olmakla berãber, armut şeklindeki gövdesiyle Türk-Îran sanatında çokça resmedilmiştir. Fãrãbî, Horasan Tanburu adını verdiği bir başka türden sözetmektedir [16]. Yunanlıların İçitali adını verdikleri iki telli tanburun 18. yüzyıl ortalarına kadar revaçta olduğunu anlamaktayız. Bunun dışında, Kütahyalı İftedlioğlu’nun télif ettiği söylenen Tel Tanbur zikredilmektedir, ki zampara çalgısı olduğu, mahalle aralarında kadınları pencerelerden sarkmaya dãvet ettiği, üç teli bulunduğu ve muhtemelen mızrapla çalındığı ifãde edilmiştir. Günümüzde, yarısı bakır yarısı çelik olmak üzere 8 telli olan Tanbur, bağa adı verilen kaplumbağa kabuğundan bir mızrap ile çalınmaktadır. Geleneksel Türk Mûsîkîsinin vazgeçilmez sazı Tanbur, Batıda Pandor diye anılmaktadır 7,[17].


ØUd
Fisagor veya Eflâtun tarafından îcãdedildiği rivãyet edilen Ud, Fãrãbî’ye, Amasyalı Şükrullah’a ve İbn-i Gaybî’ye göre, ibrişimden 5 telli, armut şeklinde, perdeli, kısa kollu, burgu kısmı kıvrık bir sazdır 7. Evliyã Çelebi’den anladığımıza göre, onun zamanında Tanbur halk tarafından daha çok sevildiği için, Ud pek revaçta olmayan bir çalgı idi. 11 ilâ 13. yüzyıllar arasında “Endülüs Müslümanları” ve Hıristiyan haçlı seferleri aracılığı ile Avrupa’ya tanıtılmış olan Ud, 19. yüzyılda Lâvta [18] adında ve şeklinde Anadolu’ya dönmüştür, ki beşli aralıklarla akordedilmiş 4 tãne çift tele sãhip olan “tampere perdeli” Lâvta’nın gelişi, zãten bilinen Udun yapısını dönüştürmüş, Ud, bugün bildiğimiz, perdesiz ve 11 telli şekle bürünmüştür [19],[20].


ØYelteme (Yeltme)
Şemsi Çelebi’nin îcãdettiği söylenen Yelteme, tanbur cüssesinde, ama daha kısa boylu ve çift bamlı, kiriş telli bir saz olarak geçiyor, ki hâl-i hazırda Îran, Kafkasya ve Türkistan coğrafyasında sevilen bir saz olduğunu öğreniyoruz.

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #6
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
TÜRK MÜZİĞİNDEKİ YAYLI ÇALGILAR




ØIklık (Iklığ)
Mısırlı Mansûr-i Reşîdî tarafından télif edildiği, Arabistan ve Türkistan diyãrında revaçta olduğu, Rumların asla kullanmadığı, Kemençe gibi üçer telden ibàret çok tiz perdeli “Oklu” mãnãsında küçük bir keman olduğu söylenmektedir. Amasyalı Şükrullah’a göre, ayaklı ve dik çalınan iki telli bir sazdı 7. Kıyak, Gıjak, Yaylı Kopuz, Kabak Kemãne, Kemençe ve Eğit gibi ãletlerden oluşan Türk Yaylı Çalgılar ãilesinin eski bir ferdidir 14.


ØKemençe
Nahçıvan’da gömülü olan Fãriyãbî’nin télif ettiği yazılıdır. Farsça “yay” demek olan “keman” kelimesinden türemiştir]. Iklığ’a benzediği anlaşılıyor, ancak üç veya dört tellidir ve diz üstünde, tırnaklarla tellere değilerek çalınır. Yunanlıların Lira, Macarların Hegedü, Bulgarların Gadulga dedikleri çalgıdır. Karadeniz yöresinde ise Tırnak Kemençesi olarak anılır 14,


ØRebab
Hz. Süleyman huzurunda çalınmış ve Abdullah Fãriyãbî’den kalmış olan, ibrişimden üç telli kadim bir saz olduğu ve Hz. Muhammed döneminden önce haram sayılmadığı yazılıdır. Tãrihte birçok defã Iklığ ve Kemençe ile bir tutulmuştur. Eskiden bir tür Uda bu ismin verildiği anlaşılıyor. Günümüzde ise yayla çalınan Kemençe-vãrî bir saz olup, üç,dört, hatta beş telli türleri vardır 7,14.



TÜRK MÜZİĞİNDEKİ OYUN ÇALGILARI




ØAğız Tanburası

Lehistan’ın Danzig vilãyetinde îcãdedildiği söylenmektedir. Batı’da Yahudi Arpı veya Krembalum adıyla anılan, demir gövdeli ve dilli bir çalgı olarak tãrif edilmektedir. Telli tanburla alâkası yoktur. Muhtemelen çocuk çalgısı olup, günümüzde bildiğimiz düdüklere benziyordu.


ØFilcan (Fincan) Saz
İçlerine farklı oranlarda su doldurulmuş çini kâseler oluduğu hãlde, Hint îcãdı olduğu söyleniyor. Günümüzde Halk Müziğinde kullanılmaktadır.


ØKamış Mizmar
Şeyh Şüşterî tarafından gölge oyununda kullanılmak üzere télif edildiği, kamıştan dilim dilim yarılmış bir saz olduğu söyleniyor. 14. yüzyılda yaşamış olan Muhammed Şüşterî’nin, Çin gölge oyununu ve muhtemelen Çin Şengi denilen bu müzik ãletini Türkiye’ye getirdiği sanılmaktadır. İbn-i Gaybî, Çince adıyla Hşao-Hşeng diye bilinen bu çalgıdan Çubçik (Çıpçık-Çapçak) olarak sözetmektedir. Günümüzde Karagöz oyununda kullanılan Narake adlı çalgı olabileceği düşünülmektedir. İbn-i Sina’ya ait “Al-Nacat” başlıklı risãlede Mizmar kelimesine, yine kendisine ait “Danişnãme” adlı farsça eserde Nây kelimesine rastlanıyor. Ayrıca “Mãfãtih ål-Ulûm” adlı bir başka eserde: “Mizmar nãy’dır” şeklinde bir ibãre bulunmaktadır 11.


ØSafir (Islık)
Kuklabaz çalgısı olduğu anlaşılıyor. İki kemik parçası arasına deri konup ağızla çalınırmış. Çok muhtemelen güldürü amaçlı kullanılıyordu.



ØSafîr-i Bülbül (Bülbül Islığı)
İbn-i Sînã tarafından bülbülün ötüşünü taklit etmek üzere îcãdolunduğu söyleniyor. Muhtemelen ağzına düdük eklenmiş su dolu pirinç yãhut bakır bir kaptan ibãretti. Kalabalık bir güruh çalgıcı tarafından kullanıldığında, ãdetã renk renk haykıran bülbül sürüsü acem yoluna düşermiş. Belli ki şenliklerde ve şölenlerde, gösteriş yoluyla insanları eğlendirmede fayda sağlıyordu.


ØŞãne
Arapça tarak demek olan Şãne’nin, pek muhtemelen bir kağıt ile berãber üflenerek, yãhut tırtıkları hızla çekiştirilerek ses vermesi sözkonusu olmaktadır. Kuklabazların bu çalgıyı güldürü amaçlı kullandıklarını düşünmek caizdir.

* * *

Evliyã Çelebi’nin, Seyahatnãme’sinde kaydettiği bütün çalgıları böylece özetlemiş bulunuyoruz. Şimdi, biz bu ve günümüzde mevcut bulunan çalgılar arasından Türk Dünyãsında kullanılmış ve kullanılmakta olanları, maksatlarına göre dört kategoride toplamayı uygun görüyoruz:
Son düzenleyen GusinapsE; 17 Nisan 2006 00:58
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nefesli Sazlar

Kaba zurna, Cura zurna , Boru , Mehter düdüğü , Klarnet

Vurmalı Sazlar

Kös , Davul , Nakkare , Tabılbaz , Def

Ziller - Çıngıraklar

Zil , Çoğan

Mehter takımları kendi bünyelerinde bölüklere ayrılırdı. Bölüklerin sayısı çalınan sazların çeşitleri kadardı. Bölüklerin bir bölükbaşısı vardı
Zurnazenler Bölüğü : Başında zurnazen denilen bölük ağası bulunurdu ki aynı zamanda mehterbaşı hüvviyetini de taşırdı. Bölüğün diğer efradına zurnacı veya zurnazen adı verilirdi. Bunlar er rütbesinde bulunurlardı. Zurnazenler başlarına mor kavuk, üzerine beyaz destar, beyaz entari, belinde kuşak, kırmızı şalvar, sarı yemeni ve kırmızı biniş giyerlerdi.

Boruzenler Bölüğü

Nakkarezenler Bölüğü

Zilzenler Bölüğü

Davulcular Bölüğü

Kös Bölüğü

Çoğan Bölüğü

Mehterhanenin diğer bölüklerini oluştururlardı.
Zurna, Mehter takımının en başta gelen temel sazıdır. Bütün musikiyi tek başına yalnız zurna çalabilir. Sesi renkli, canlı, pastoral, heybetli duygulu ve oynaktır. Sesten sese kayışlar, kısa ve keskin sesler elde edilebilir. Türk musikisi sazları arasında en yüksek icra sanatına elverişli bu sazın, zurnazenbaşı İbrahim Ağa ve Edirneli Daği Ahmed Çelebi gibi isimleri günümüze dek ulaşan çok değerli virtüozları yetişmiştir. Ayrıca Osmanlı paşaları arasında zurnazen Mustafa paşa gibi büyük bir zurna üstadı da bulunmaktadır.
mehter1av
Son düzenleyen Blue Blood; 3 Nisan 2006 21:32
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #8
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
TÜRK MÛSiKÎSi'NDE KEMAN'IN YERi

Keman'ın Türk ülkesine ne zaman geldiği kesin olarak bilinmiyor. İstanbul ve Trabzon gibi Lâtin ülkeleri ile sıkı ilişkiler bulunan şehirlerde çok eskiden beri Keman'ın en eski örneklerinin bulunduğu ileri sürülmüştür. Kanunî Sultan Süleyman 'ın sadrazamlarından Makbul İbrahim Paşa'nın gençliğinde, padişahın şehzadesi olarak Manisa'da bulunduğu yıllarda Keman çaldığı biliniyor. Yine bu yüzyılda yaygınlık kazanmış bir saz olarak klâsik mûsikîmize girememiş olmakla birlikte , halk arasında çok tutuluyor ve koltuk meyhanelerinde çalınıyordu. Keman'ı üst düzey sınıf arasına sokan kişinin , Sultan 1.Mahmud dönemi sanatkârlarından olan Corci olduğu ileri sürülür. Keman'dan önce mûsikîmizin yegâne sazı Rebab idi .O yıllarda Keman'a "Viola d'Amore" deniyordu ki, bu sazın benzeri yakın zamanlara kadar kullanılmış olan Sine Kemanı'dır. Kemani Corci'ye kadar bütün kaynaklarda , eski Türk Kemanını çalanların Türk olduğu halde, 18.yüzyıldan , daha doğrusu Corci'den sonra Türk olmayan kimseler Batı Kemanını çalmağa heves etmiş ve pek çok ünlü isim otaya çıkmıştır. Hiç şüphesiz bu sanatkârlar " Viola d'Amore " nin farklı şekli olan Sine Kemanı'nı çalıyorlardı ; Yedi teli olan Sine Keman'ın sesi biraz boğukça olduğu ve Kemençe sesine benzediği için , musikîden anlayanlarca daha çok tercih ediliyordu . 19. yüzyıl başına kadar Keman çalan sanatkârlar Keman'ın her iki türünü de kullanmışlardır. Daha sonra Sine Kemanı unutulmuştur. Son icrakârları Mustafa Sunar ile Nuri Duyguer olmuştur . Batı Keman'ının ülkemize yerleşmesinde Romanyalı Miron'un büyük rolü olmuştur. Ülkemizde Türk Musikîsi ölçüleri içinde çok güçlü icrakârlar yetişmiştir . Bir devreye damgasını vuran bu sanatkârlardan bazıları şunlardır: Kemanî Hızır Ağa , Kemanî Rıza Efendi , Kemanî Corci , Kemanî Kör Sebuh , Kemanî Aleksan Ağa , Kemanî Memduh , Bülbülî Salih Efendi ,Reşat Erer , Nubar Tekyay , Sadi Işılay , Hakkı Derman , Selahattin İnal v.b. Musikî terminolojimizde Keman çalanlara " Kemanî " denir .

KEMAN'IN ÖZELLiKLERi
Keman insanı derinden etkileyen , eşsiz güzellikteki sesiyle , yaylı çalgılar ailesinin en önemli üyesidir. Sesi , öteki çalgılara göre birçok bakımdan insan sesine daha yakındır . Keman , çene altı ile omuz arasına sıkıştırılarak tutulur. Sol elin parmakları sap üzerinde bulunan tellere basarak gezinirken , sağ elde tutulan yay ,Keman tellerine sürtülerek çalınır . Gövdenin orta bölümündeki yan girintiler yayın daha kolay hareket etmesini sağlar.35 ile 36 cm arasında değişen bir gövdesi vardır. Küçük ve hafif bir çalgı olmakla birlikte , ortalama 84 ayrı parçanın bir araya getirilmesiyle yapılır .Genellikle iki cm .kalınlığında bir çam veya akağaç'tan oyma kalemi ve rende kullanılarak biçime sokulur . Keman'ın bir gövdesi ve buna bağlı bir sapı vardır.Gövde göğüs tahtası ya da tabla denen üst kapak , alt kapak ve onları birleştiren yanlık adlı verilen bir kasnaktan oluşur. Tellerin köprü aracılığıyla gövdeye yaptığı basınca direnebilmesi alt ve üst kapaklara hafif bir kavis verilmiştir . Sapın ucundaki burgulara( kulak) sarılarak bağlana teller bir eşikten (köprü) geçerek gövdenin ucundaki kuyruk bölümüne bağlanır . Köprü tellerin titreşimini üst kapağa iletir .Burgu yuvalarına yerleştirilen kulaklar tellerin istenilen ölçüde gerilmesini sağlar . Gövdenin içine boydan boya yerleştirilmiş ,bas çubuğu ya da bas kirişi denen bir çıta , eşiğin tam altında da can direği denilen bir takoz bulunur . Bas çubuğu sesin tınılanmasına , can direği de ses titreşimlerinin alt kapağa iletilmesine yardımcı olur . Üst kapak üzerinde " f " biçimindeki iki ses deliği ses titreşimlerinin gövdeden dışarı çıkmasını sağlar . Dış etkilerden korunabilmesi için yapımı tamamlandıktan sonra özel karışımlı bir tutkalla cilalanır, cila aynı zamanda Keman'ın ses tınısını belirleyen önemli bir öğedir. Keman yapım ustalarına Luthier denir . Ülkemizde Keman yapım teknikleri çok gelişmiş , çeşitli yarışmalarda birincilik alan Luthierlerimiz vardır bunlar : Cafer Açın , Mesut Gözalan, Yunus Tarhan , Mehmet Alkan ,Nevzat Önder ,Ayhan Damcıoğlu , Ahmet İyidoğan ,Emin Tilev , Bedii Akol v.b.

KEMAN'IN AKORT SiSTEMi
Keman 'ın metalden ya da hayvan bağırsağından yapılmış dört teli vardır . Akort sistemi pest'ten tize doğru : SOL-RE-LA-Mİ olarak düzenlenmiştir. Batı Kemanlarıyla aynı akort sistemine sahip olmasına rağmen , Türk Mûsikîsine uygun şekilde isimlendirilmiştir : DO-SOL-RE-LA dır . Bazı icracılar " LA" telini , İnce "SOL" düzeniyle kullanmaktadır bu konuda çeşitli fikirler öne sürülmüştür . Eskiden kullanılan ve Avrupa'dan getirilen Kemanların 5 esas 6 (7)ahenk teli olduğu ve aynı telin yine ince "SOL" olarak akord edildiği biliniyor. Bir başka görüş ise , Rebab ve Ud gibi çalgıların akorduna benzetmek için böyle hareket edildiğidir. ( "LA" akort Türk Mûsikîsi icralarında çiğ kalmakla birlikte , bazı makamlar transpoze edildiğinde icrada zorluklar oluşmaktadır )


-KEMENÇE-

Kemençe kelimesi, yayla çalınan sazların, Farsça 'yay' anlamındaki keman kelimesinden türemiş ortak adıdır. Arapların rebab dediği bu türe eski Türkler 'oklu' anlamında "ıklığ" diyorlardı ki bütün yaylı sazların en kıdemli atasıdır. 10 ila 15. yy.larda yalnız Arap ve Bizanslıların değil, İranlılarla Türklerin de kullandığı kaynaklardan anlaşılan ve 18. yy. sonlarına kadar Türk musikisinin tek yaylı sazı olan Kemançe'nin yerini, Batının önce Viola d'amore'si (sinekemanı adıyla), sonra da Violino'su (keman) aldı. Ama Laz kemençesi Karadeniz horonları sayesinde, armudi kemençe ise 19. yy. ortalarına doğru girdiği fasıl topluluğu içinde günümüze kadar gelebildi. Türk musikisinin bu en küçük sazı, boy-bosundan umulmayacak güçte bir ses yüksekliğine ve tınısına sahiptir (sesler, diğer telli sazlarda olduğu gibi teli kısmen sağırlaştıran parmak ucu etinden değil, tırnağın sert boynuzsu yapıdaki yüzeyinden elde edildiği için). Herhalde müziğimizin, en kalabalık topluluklarda dahi sesi rahatça (çok defa da maalesef rahatsız edercesine) duyulan en dişi iki sazından biri kanunsa, öbürü kemençedir. Aslında karaağaç, karadut, dikenli ardıç, maun veya pelesenk çeşitlerinden birinden 42x16x6 cm ölçüsündeki bir takozun; sadece içi oyulmak, tekne, boyun ve kafa'sına gereken şekil verilmek, kapak, burgu ve tel takılmak suretiyle bu kadar zarif bir sanat şaheseri haline gelebileceğini hayal etmek bile zordur. Kesidi minik bir kayık gibi olan teknenin tabanı 6-10, yanları ise 3 mm.ye kadar oyulup yuvarlak sistreyle tesviye edilir.
Sırtta burgulara yakın yerde başlayıp kuyruk takozuna yakın yerde sivrilerek biten sırt oluğu, saz bittikten sonra ince zımparayla son akortların yapıldığı, kemençenin göğüsten sonraki en önemli ve hassas elemanıdır. Bu oluğun en geniş yerinde ise (eşiğin tam altı) 3-4 mm çapında, etrafı bazen sedef çiçek motifiyle süslü bir delik açılır ki görevi tiz perdeleri maskeleyip bas perdeleri yükseltmektedir. Bütün bu işler tamamlanınca sazın teknesi gomalakla cilalanır.
Kemençeye belki de bütün sevimliliğini veren burguları (tavşan kulağını andırdıkları için kulak adı verilmiş olabilir), süslü sazlarda yılan, fildişi, abanoz veya pelesenk, sade sazlarda zerdali, badem veya akgürgen gibi ağaçlardan yapılır ve 14-15 cm boyunda olur. Burguların en geniş (akort için tutulup döndürülecek) kısmı ise 21 mm.dir. Boylarının normal saz burgularından uzun olmasının bir sebebi kısa kalın tellerin momentini dengelemekse, diğer bir sebebi de sazın iki noktadan tesbitli olarak tutulmasını sağlamak olabilir: kemençe, kuyruk takozu sol dize (bazen de iki diz arasına) konmak ve burgularından göğse (kalbe) dayatılmak suretiyle tutulur; tellere yandan değen sol elle yayı çeken sağ el de icrayı sağlar (yay durumlarına göre saz sol el ayası içinde sağa-sola hafifçe döndürülebilir). Burgunun 1 cm.i kafadan arkaya çıkar; kafaya giren 6 cm.lik kısım kesik koni, kalan 8 cm.i de tavşan kulağına veya laleye benzer çeşitli şekillerdedir.
Kemençenin üç telinden ikisi (Rast ve Neva) bağırsaktan, üstteki ilk telse (Yegah) gümüş sargılıdır. Üst ve alt tel 25.5-26, orta tel 29.2-29.5 cm uzunluğunda; üst tel 0.8, orta tel 1.5, alt tel 1 mm kalınlığındadır. Saz ortalama 60 cm uzunluğunda, esnemeye dayanıklı yılan, abanoz vb. sert ağaçlardan yapılmış, avuç içi yukarıya bakacak şekilde tutulan bir yayla çalınır. Tellere sürtülen 150-200 civarındaki at kılına, kaymasın diye -keman yayındaki gibi- reçine sürülür. Yayın sapa yakın 10 cm.lik deri kaplı kısmına sokulan orta parmak (gerekirse yüzük parmağı) vasıtasıyla at kılı gerdirilir. Yayın burnu ise at kuyruğu gibi bir süs püskülüyle bitirilir. Doğudan batıya geçtiği kesin olan yaya at kılı takma adetinin, şaman kopuzunda, tuğ adlı en eski ritm sopasında ve rebabda da görüldüğü üzere, Türklerde ata verilen kutsal değerden kaynaklandığı açıktır (bkz. M. R. Gazimihal, Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ; Curt Sach, The History of Musical Instruments).
Ayrılmaz davul-zurna ve ney-tanbur ikilisi gibi, kemençenin ayrılmaz arkadaşı da yüzyılımız başlarına kadar lavta'ydı. Sakız çingenelerinin elinde lira adıyla kullanılan bu saz, eski Pera tavernalarında sadece lavtanın tempo tuttuğu bir oyun havası sazı iken, büyük dahi Tanburi Cemil Bey'in, hocası Vasil'in elinde görüp gönül verdiği bu saza ilgi duyması ve kısa zamanda en üstün seviyeye çıkarması sayesinde aynı zamanda asil ve zarif bir fasıl sazı oldu. Bunda, artık bütün müesseseleriyle çökmekte olan bir imparatorluğun hüznüne ve Türk zevkıne, keman sesinden çok daha yatkın gelmiş olmasının etkisi açıktır.
Normal kemençeden 1-2 cm daha büyüğü olan Kaba (Büyük) Kemençe'yi de yaptıran Cemil Bey ayrıca, sazda hiçbir değişiklik yapmadan Kemençeye dördüncü (kaba Rast) telini ilave etmiş ve plaktaki ünlü Pesendide taksimini bu 4 telli kemençeyle yapmıştır. Ancak bu sazın, Sadettin Arel'in 1933'te yaptırdığı dörder telli ve tel boyları eşitlenmiş Kemençe Beşlemesi ile (soprano, alto, tenor, bariton, bas) hiç ilgisi yoktur. Bugün İTÜ Türk Müziği Konservatuarında üç telli klasik kemençe ile dört telli Arel kemençesi birlikte öğretilmektedir.
Eskiden -diğer sazlarımız gibi- siyah veya yeşil kadifeden ağzı kordonla büzülmüş bir torbada taşınan (ve kordonundan redingotun iç cebindeki düğmeye asılan) kemençe, son zamanlarda içi kavak (veya akume) kontrplak, dışı vinylex, sazı ve yayını alan saplı-menteşeli şık bir kutu içinde taşınmaktadır. Bilinen en eski büyük kemençe yapıcıları Büyük İzmitli, Vasil ve Baron'dur (adları -silinmemişse- tekne içindeki etikette veya kapak altında yazılıdır). Bu büyük isimlerden sonra gelen iyi kemençe yapıcıları ise Haldun Menemencioğlu (Haluk Recai), Reşat Uca ve İhsan Özgen'dir.
Kemençevi veya Kemençeci olarak bilinen sazın en iyi icracılarını ise şu şekilde sıralayabiliriz: Vasil, Tanburi Cemil, Nikolaki, Samiye Morkaya, Anastas, Sotiri, Mes'ud Cemil, Ruşen Kam, Hadiye Ötüken, Haluk Recai, Cüneyd Orhon ve İhsan Özgen. Sanatçıların görüş birliği halinde olduğu en iyi genç isimlerse Hasan Esen, Derya Türkan ve Neva Özgen'le Furkan Bilgi'dir.





-KUDÜM-

KUDÜMÜN FiZiKi YAPISI
Yanyana koyulmuş birbirinden farklı büyüklükteki tas biçimli 2 ayrı gövdeye deri gerilmesi ile oluşur. "Zahme" adı verilen yumuşak veya orta yumuşaklıkta ağaç sopalarla çalınır. Gövdeyi meydana getiren 2 çanak, dövme bakır veya ağaçtan imal edilirler. İki çanağın büyüklüğü birbirinden farklı olmasının nedeni, icra sırasında farklı tını elde etmek içindir. Kalın tını veren çanağın adı DÜM, tiz tınıya sahip olanın adı TEK tir. Çapı 15-16 cm olan dümün derinliği 30-32 cm., çapı 14-15 cm. olan tekin derinliğiyse 28-30 cm.dir.
Bu iki çanağın üstüne gerilmesi için kullanılan deve veya keçi derisinin kalınlıkları da, düm üstüne 2 mm., tek üstüne 1 mm.olmak üzere birbirinden farklıdır. Gövdenin altına kudümün yerle temas ederek tınısının değişmesini önlemek ve çalan kişiye icrayı kolaylaştıracak eğimi verebilmek için "simit adı verilen ortası boş silindirler konur.
AKORDU
Kudümün vurmalı çalgı olarak belli bir akordu yoktur. Ancak üstadlar Dümün icra edilen makamın karar sesine tekin ise makamın güçlü derecesine çekilmesini uygun görürler.


-TANBUR-

TANBURUN FiZiKi YAPISI
Yarım elmayı andıran yuvarlak bir gövdesi, uzun bir sapı vardır. Gövdesi ve sapı ağaçtan yapılır. Sapının üzerinde misinadan (eskiden barsaktan) sarılmış perde bağları bulunur. Dördü sarı bakır, dördü çelik olmak üzere 8 teli bulunan tanburun 6 teli çift çift 2 teli ise ikisi tek tek olmak üzere 5 ayrı sese akortlanır. Bağa (kaplumbağa kabuğu) ismi verilen mızrapla çalınmaktadır, (mızrabın bu ismi almasının sebebi hammaddesinin kaplumbağa kabuğu olmasıdır). Tanbura "Türk Musikisinin Piyanosu" denilmesi, kimi kişilerce tanburun perdelerinin sabit sanılmasına yol açsa da, sapın üzerine bağlanan perdelerin sapa sabit ve bağlanan perde sayısının bir standardı olmadığı bir gerçektir. Sapın üzerine bağlanan perdeler konusunda Tanburi Cemil Bey "Bu perdeler mandolin ve gitarda olduğu gibi sap üzerine tesbit edilmiş olmayıp, iki tarafa hareket edecek surette yağlandığından ve sapın tûli dahi müsâit bulunduğundan, tanbura her istenilen perde ilave edilebilir. Bu cihetle tanbur, perdesiz sazlara mahsus vesâiti hâizdir", demektedir. Bugün saz yapımcılarının elinde tanbur için yapılmış perde şablonları bulunmaktadır. Ancak bu şablonlara göre bağlanan perdeler Türk Musikisi icrasına yetmemekte, bunun için tanbura perde ekletme ve icra sırasında perdenin yerini değiştirildiği görülmektedir.
AKORDU Günümüzde, tanburun tınısından ve ahenginden daha fazla yararlanabilmek için birinci çift tel yegah sabit olarak kalmak üzere diğer teller icra edilen makamın özelliklerine göre değişik seslere akortlanır.Bu yüzden tanburun akordu sabit değildir denilebilir. Ancak geleneksel olarak adlandırabileceğimiz tanbur akordu şöyledir: (yegah=110hz) tanbur

-UD-

KELiMENiN KÖKENi: El ud (Arapça). Odun, Ağaç, Öd Ağacı UDUN FiZiKi YAPISI
Bombeli olan arka kısmı 19 veya 21 çember şeklinde tahtadan yapılır. Gövdenin içi boştur. Göğüs ismi verilen ön kısımda; ortada büyük, yanlarda iki küçük "gül" denilen oyuk bulunur. Mızrapla çalınır. 6 çift teli vardır. Eskiden tel olarak at kılı, daha sonraları ise ince olan üç çift için kiriş (katküt), öbür üç çifti üzeri sim sarılmış ibrişim veya ipek kullanılırken, bugün tellerin ince olan 3 çifti misina, diğer 3 çift ise çeliktendir. Mızrabın yapıldığı malzeme de zaman içinde değişiklikler göstermiştir. Başlarda mızrap yapımında kartal kanadı kullanılırken, kiraz ağacı kabuğu, kösele, bağa (kaplumbağa kabuğu) gibi malzemelerle mızraplar imal edilmiştir. Bugün mızrap yapımında yaygın şekilde ham madde olarak kullanılan malzeme plastiktir.

TARiHÇE

Udun icadı konusunda verilebilecek kesin bir tarih, ulus veya dönem ismi yoktur. Hakkında bilinen; çok eskilerden beri kullanılan bir saz olduğudur. Eski Arap ve İran yazarları udun icadını Pythagoras'a diğerleri ise Platon'a atfederler. Abdülkadir Maragi ise, udu, Doğu milletlerinin kullanmış oldukları en eski çalgı olduğunu söyler ve udun icadı üzerine şu efsaneyi nakleder: “Lameş'in çok uzun ömrü olmuştur. Elli zevcesi ve yüz oda-lığı vardı, bununla beraber hiç çocuğu olmamıştır. Hayatının sonuna doğru iki kızı oldu. Birine Sala, birine de Bem ismini verdi. Bir müddet sonra bir oğlu oldu. Bundan çok sevinç ve neşe duydu. Çocuk beş yaşına gelince öldü. Lameş o kadar ağladı ki, cennetten kovulduğu zaman Adem'in ağlaması dışında, dünyada hiç kimse ondan evvel bu kadar ağlamamıştı. Çocuğunun cesedinin daima görülebilmesi için Lameş onu bir ağaca astı, ara sıra karşısına gidip onu kaybettiğinden dolayı ağlıyordu. Çocuğun cesedi ağacın üzerinde o kadar uzun kaldı ki, eti ve derisi kemiklerinden dökülerek yere düştü. Lameş, cesedi asmış olduğu ağaç dalını keserek, ona az çok oğlunun şeklini verdi ve bu aletin üzerine at kıllarını bağlayarak gerdi. Bu kıllara parmakları ile dokunduğu zaman çıkan sesler onu ağlatıyordu. Bir gün bu sesler ona öyle tesir etti ki, derhal öldü. Lameş'ten sonra udun şekli değişikliklere uğradı ve bugünkü şeklini aldı.” Tarihte ud hakkında en kapsamlı bilgiyi verenlerden biri olan Farabi, o döneme kadar 4 telli bir saz olan uda 5. teli eklemiştir. 6. telin ise hangi dönemde, kimin tarafından eklendiği bilinmemektedir. Farabî ve ondan sonra gelen eski araştırmacıların yazdıklarından anlaşıldığına göre udun sapında perde bağları vardı. Bugün bu bağlar ne Türkler, ne de Araplar tarafından kullanılmaktadır. Ud, Müslüman Arab'ların İspanya'yı 711 yılında fethinden sonra Avrupa’ya geçmiştir. Ud ve udun benzeri olan lavta Avrupalı Halk Ozanları tarafından benimsenmiş, yaylı ve mızraplı saz imaline lutherie = udculuk" ve imal eden ustaya "luthiste" denmiştir. Evliya Çelebi, XVII. asır ortalarında İstanbul'da 9 profesyonel udi olduğunu bildirir. Bu sayı Evliya Çelebi’nin Diğer sazlar ve onu icra eden insanların rakamları ile kıyaslanır ise uda İstanbul'da rağbet edilmediğini gösterir. Gerçekten de bir dönem Türk Klasik Musikisinde, tanbur uda tercih edilmiş, ud adeta dışlanmıştır. Udun tekrar Klasik Türk Musikisinde popüler bir saz haline gelmesi XIX. asır sonlarında Arap Musikisi'nden alınmasıyla olmuştur.
iCRACISINA VERiLEN iSiM
Sazı icra edenlere Türkler udi, Araplar ise avvâd demişlerdir.


-KANUN-

KANUNUN FiZiKi YAPISI
Toplam tel sayısı icracının tercihine göre 72, 75 veya 78 olarak değişir. Üzerinde gerili bulunan teller üçer üçer akord edildiğinden 24(72 telden), 25(75 telden) veya 26(78 telden) ses elde edilir. Teller için eskiden kiriş kullanılırken bugün misinadan yararlanılmaktadır.
İcra edilen eserde kullanılan arızaları (bemol ve diyezler) için gövde ile tellerin arasına, teli geren mandal ismi verilen dökme mekanizmalar çakılır. Bu sistem 19 yüzyılın ikinci yarısında icat edilmiştir. Bu tarihten önce, kanun icracıları teli parmak darbeleri ile gererek istedikleri sesi elde etmeye çalışıyorlardı. Kanun icracıları kanunu çalmak için, ellerinin işaret parmaklarına yüksük adı verilen metal halkalar takar ve yüksük ile parmaklarının arasına bağdan yapılan mızraplar sıkıştırırlar.


TARiHÇE
Kanun’un hangi devirde kim tarafından bulunduğu veya kökeni, müzikologlar tarafından tartışılan bir konudur: * İbn Khalikan “Vefayatük-Ayân” adlı eserinde Farabi tarafından icat edildiğini söyler.
* H.G. Farmer, Farabi’nin eseri “Kitab-ı Musiki”de kanun ismine rastlanmadığını tespit etmiştir. Ancak Farabi’nin aynı eserinde “Ma’azif” adıyla tarif ettiği çalgının Kanun olduğunu ve bu saza son şeklini Farabi’nin vermiş olabileceğini ekler.
* Farabi ile aynı yüzyılda yaşamış olan İbn-i Sina ve Al-Hüseyin’in eserlerinde de Kanun ismi anılmamaktadır.
* X. yüzyılda yazılmış olan Arap edebiyatı ürünü “BinBir Gece Masalları”nda “Kanun-i Mısri olarak isimlendirilerek bu çalgı tarif edilmektedir.
* Horasanlı Bermek ailesinden olup, Musul yakınında İrbil'de dünyaya gelen İbni Hallegan adında biri tarafından XIII. yüzyılda bulunduğu da söylenir.
* Çeng ile Kanunun gerek çalınış gerekse şekil bakımından benzerliği göz önünde tutulursa aynı kökenden geldiği düşünülebilir. Bu da kanunun tarihini, antik çağa; Eski Mısır ve Sümerliler zamanına kadar geri götürür. Klavsenin atası olarak kabul edilir.
* Yapımının Farabi’ye atfedilmesi bazı araştırmacıların Türklerin Kanunu eskiden beri kullandıkları görüşüne sürüklemiştir.
* XIII, XIV ve XV yüzyıllarda kanunun ilgi gören bir saz olduğu ve Osmanlı Sarayı’nda dinlendiğini bugüne ulaşan kaynaklardan öğreniyoruz. Evliya Çelebi Kitabında XVII. yüzyılın başlarında İstanbul’da yaşayan Kanun icracılarının isimlerini saymıştır. Ama XVIII. yüzyılda bu çalgı Osmanlının başşehri İstanbul ve civar bölgelerinde tamamen unutulmuştur. Türk Musikisinin parlak devirlerinden biri olarak değerlendirilen Padişah III. Selim döneminde bu çalgıyı icra eden bir isme tarihte rastlanmamaktadır. XIX. Yüzyılda II. Mahmut’un saltanatı sırasında (1808-1839) Arap kökenli bir Mu*****inas olan Şam’lı Ömer Efendi Kanunu
Son düzenleyen GusinapsE; 17 Nisan 2006 01:00
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #9
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
PİYANO


056 piyano




Klavsenin gelişmişi , tuşlu bir çalgıdır. Yapım biçimi ile duvar ve kuyruklu (salon) adı verilen çeşitleri vardır. Piyano kelimesi İtalyanca "Pes ve güçlü sesli klavsen (harpsikord) - gravicembalo col piano e forte" dan gelir. Piyano Forte olarak adlandırılması da bundandır. Atası klavsen'den en önemli farkı , tuşa basışta uygulanan kuvvete göre çıkan sesin şiddetinin de doğrusal olarak değişken olmasıdır.


Tarihçe

İlk Piyano 1700'lü yıllarda İtalya - Floransa'da Bartolomeo Cristofori' tarafından yapıldı. Cristofori'nin en büyük başarısı , piyano'nun temel mekanik sorunu olan , çekicin tellere vurması fakat sesin çekicin etkisi ile sönümlenmemesi için çok çabuk bir şekilde tellerden ayrılarak notanın yeniden çalınabimesi için geri dönmesi sorununa ilk çözümü üretmesidir. Öldüğü 1731 yılına dek 20 civarında piyano üretti.


Fransız Marius'un bu çalgıya katkısı, tokmaklı klavseni bulmak oldu. Saksonyalı Silbermann ise, Schröter' in çekiç sistemini geliştirdi ve Bach'ın da değerli öğütlerinden yararlanarak, klavyenin tüm ses genişliğinde eşit bir ötum elde etmeyi başardı. Augsburg' da org yapımcısı Johann Anderas Stein (1728-1792) "Alman" veya "Viyana" usulü denen mekanizmalı piyanolar meydana getirdi. 1789'da Stein, ayrıntıları belirtmek için kullanılmakta olan dizliklerin yerine pedal koydu. Andreas ve torunu Johann Baptist Streicher (1796-1871), piyanonun yapısını (Beethoven'in arzusu üzerine) daha sağlamlaştırdı ve ikinci bir otum kapağı ekleyerek daha dolgun bir ses sağladı. Piyano sanayinin gerçek kurucusu AlmanZumpe' dir, "kılavuzlu" denen mekanik piyanoyu gerçekleştirdi. İlk düz piyanoyu, 1789' da İrlandalı William Southwell yaptı. Sebastian Erard1822'de piyano yapım tekniğini geniş ölçüde etkileyen bir yenilik getirdi (ikili itme dilleri). Henri Pape, çapraz tel ve keçeli çekici buldu. James Thom , ekleme demir çatıyı kurdu.


Bu çalgı, büyük bestecilerin en yakını olmuştur, dolayısıyla bu çalgı için verilen bestelerin sayısı ciltler tutar. "Piyanistler diğer çalgıları çalanlara nazaran, çıkaracakları sesleri Piyano üzerinde hazır bulurlar" gerekçesiyle, en küçük yaştan (altı-on) başlayarak, öğrenebilecek çalgılardan birisi, hatta birincisi Piyanodur.


Ünlü Piyanist Sigismund Thalberg: "Çalarken, sesleri uzatmayı, iyi bir ses çıkarmayı ve ses çıkarırken gerekli olan değişiklikleri yapabilmek için, zorunlu olan ilk şartlardan biri her türlü sertliklerden uzak bulunmaktır. Kolda, elde ve parmaklarda mahir bir şantörün sesinde malik olduğu incelik ve bükülmeler bulunmalıdır" diyor ve şöyle devam ediyor: "ihmal edemeyeceğimiz bir tavsiye varsa, o da , çalarken vücudun hareketlerinde büyük bir ölçü olmalı, kolları, elleri büyük bir sükunetle yönetmeli, Piyanoya çok yüksekten vurmamalı, kendi kendini dinlemeli, kendi hakkında sert bulunmalı ve kendi kendine hüküm verebilmelidir. Genellikle, parmaklarla fazla çalışılıyor, fakat kafa ile yeter derecede çalışılmıyor."


Piyano pedallarının kullanılması hakkında, Antoine Marmontel şöyle diyor : "Pedalları kullanmağa müsaade olunan öğrencilerin büyük bir kısmı onları usulleri saymak için kullanırlar yahut da ayaklarını pedalın üzerine basarlar ve bir daha çekmezler."

Şüphesiz ki, her ikisi de kusur olan bu alışkanlıklara sahip olmamak gerekir. Lavignac: "Pedal sanatı ayağın nasıl konulacağını değil, nasıl çekileceğini bilmektir" diyerek, gerekli öğüdü vermiş oluyor.



056a piyano
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 18:28
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gitar


Parmakla yada penayla çalınan esasen sekiz şekline benzeyen yanları iki tarafa oyuk ortasında bir ses deligi bulunan üzerinde ses perdeleri olan uzun sapl1 telli bir çalgıdır.
Gövdesi her iki yandaki oyuklarla sekiz rakamına benzer. Tel olarak eski eş anlamı olan (kitara) kedi bağırsağı veya naylon daha sonrada çelikten yapılan teller ön tabladan ve saptan geçirilerek esik ve köprü üzerinden gövdeye monte edilerek sap1n üst yüzeyindeki burgulara irtibatland1r1lmist1r.Gitarin ilk örnekleri Ispanya'da XV11.yy.da görülür.Bu enstrümanlar genellikle lavtaya benzerGitar bugünkü seklini XV111.yy.kazand1 o dönemde gitar üzerinde 4 tel mevcuttu.Bu tellerde bagirsaktan yapilma tellerdi ve parmakla çal1n1rd1.Daha sonra gitara 5 tel tak1ld1 daha önce say1s1 az olan perdeler 10.a çikarildi.teller pesten tize doru la-re-sol-si-mi olarak akortlanmaya baslandi.XV111.y.y.sonlar1na doru pes tarafa kal1n bir mi teli daha eklenerek tel sayisi 6 ya çikarildi.Daha sonra X1X.y.y ortalar1nda Antonio de Torres enstrümana yeni bir biçim verdiEnstrüman1 daha belirgin bir hale getirdi.büyüttü vidal1 burgular tak1ldi saptaki perde say1si (fret) artti.sesi güçlendi gögüs içindeki balkonlar tek bir merkezden ç1kan seslere daha net yön verir oldu.Daha sonra gitar sekil olarak deigimlere ugradi.Folk ve caz müziginde kullan1lan gitarlara çelik teller tak1ld1 1920 y1l1nda elektro gitar dogdu.Böylece gövderezonans kutusu olmaktan ç1kmis enstrümanla dinleyici aras1na,amplifikatör denen elektronik bir yükseltici girmistir.Genellikle klasik gitarlar 6 tellidir.acustic gitarlarda 6 tellidir dei_ik aaç türlerinden yap1l1rlar 12 telli acustic gitarlarda mevcuttur.konser0502
Son düzenleyen GusinapsE; 4 Nisan 2006 19:09

Benzer Konular

3 Mayıs 2014 / Misafir Sanat
10 Kasım 2012 / Fırtına X-Sözlük
11 Şubat 2012 / emrecan Soru-Cevap
10 Kasım 2012 / P.u.S.u Taslak Konular