Şöhret, dolabımda asılı bir elbiseymiş meğer
17.05.2015 Pazar
Hürriyet - Ayşe Arman Röportajı
"Ben kendi doğrularımın peşindeyim. Kimse benim doğrularımı kabul etmek zorunda olmadığı gibi, beni yargılama hakkına da sahip değil. Kendi doğrularımla bir ömür oluşturdum. Aval aval bakmadım yaşamımda olan insanlara. Bana ne anlatmaya geldiklerini anlamaya çalıştım. Vazifesi biten gitti, bitmeyenler hâlâ hayatımda..." Bu satırlar, Gülben Ergen'in kitabından.
Kitabın adı 'Öğrendim ki...' Ben çok sevdim.
Helal olsun Gülben'e, bir hayalini daha gerçekleştirdi!
Bence inanılmaz yapıcı bir kadın.
Üç evlat annesi, üstelik çok iyi bir anne, ilgili, bilgili, komik, tatlı. Aynı zamanda bir star, konser de veriyor, klibini de çekiyor. Şarkıları hit oluyor. Televizyon programı da yapıyor. Sosyal medya fenomeni, Instagram'ı ve Twitter'ı en iyi kullanan ünlülerden biri. Bir taraftan da 'Çocuklar Gülsün Diye' adlı bir sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiriyor, Türkiye'nin her yerinde anaokulları açıyor, 81 ilde de açacak...
Ben inanıyorum yapar! O selülitli fotoğrafı çekildiği yazdan
bu yana muhteşem vücutlu bir kadına dönüştü.
Yeter ki Gülben, bir şeyi kafasına koymasın!
Boşanma, her insan için bir travmadır ama o,
bir şekilde bunun da üstesinden geldi,
yaşadıklarını çok iyi yönetti.
Olayı hiç çirkinleştirmeden boşandı.
Bir süre sonra da hiç magazinleştirmeden
yeni sevgilisiyle evlendi.
Bir sürü tabuyu yıkıyor çaktırmadan.
Yani sadece o öğrenmiyor, bize de öğretiyor!
Ben onu çok seviyorum ve takdir ediyorum,
yolun hep açık olsun Gülben
Yaşasın! Kitabın çıktı. Tebrik ederim. Ben çok sevdim, sahici ve samimi buldum. Kendinle dalga geçtiğin yerlere özellikle bayıldım...
-Teşekkür ederim. Peşinen söyleyeyim, çırak yazarım, herhangi bir yazarlık iddiam yok. Ben kendimi yazdım ve kendim gibi yazdım. Eğer beğenilirse ve samimiyeti geçerse ne mutlu bana.
Nereden esti?
-İnsanlar sürekli, "Onu nasıl, n'aptınız? Bunu nasıl yaptınız? Nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsunuz?" diye soruyorlardı. Ya yolda çeviriyorlar ya da Instagram'dan soru yağmuruna tutuyorlardı. Çünkü benim hikâyemde boşanma da var, kayıpla sonuçlanan bir ilk hamilelik de... Bir sürü olumsuz şey var yani. Ama ben sürekli pozitif mesajlar veren biriyim, hayatımdaki acıları da anlatmıyorum. O yüzden de "Bu gülüş sahte mi? Sen, oynuyor musun?
Gerçekten samimi misin? Neden acılarını belli etmiyorsun" gibi sorularla da karşılaştım, hâlâ karşılaşıyorum. Ben ağlak bir tip değilim. Ama bu, acı çekmiyorum anlamına gelmiyor. Bu kitapla, beni merak edenlere biraz daha kendimi anlatıyorum, kalbimi açıyorum. Ve onlarla hayattan öğrendiklerimi paylaşıyorum.
Hadi biraz da o öğrendiklerinden söz edelim. "Şöhret, dolabında asılı bir elbiseymiş." Öyle mi?
-Aynen öyle! Buraya gelinceye kadar herhangi bir anneydim. Ama röportaj ve fotoğraf çekimi var ya, üzerime o şöhret elbisesini giymem birkaç saniyemi aldı. Sürekli o normal kadınla, ünlü kadın arasında metamorfoz yaşıyorum. Çekim mi var, kameranın ışığını görmemle farklı bir kadına dönüşüyorum. Ama sonra şöhret elbisemi çıkarıp, dolaba asıyorum...
Evde o ünlü kadından eser yok yani...
-Yok tabii. Oğlanların zaten Gülben Ergen'i ciddiye aldıkları da yok! Varsa yoksa anneleri. Arada soruyorlar: "Anne, neden yolda herkes seninle fotoğraf çektiriyor?" "İşte dizi-mizi, televizyon programı, şarkılar filan" diyorum. "Ha tamam" diyorlar ama yine de garipsiyorlar. Çünkü ben onların Köle İsaura anneleriyim, onlarla koşturan, yerlerde oyunlar oynayan, hayaller kuran, birlikte kahkaha attıkları anneleri...
Peki şöhreti eskiden de mi böyle algılıyordun?
-Dalga mı geçiyorsun! Bir zamanlar hiç televizyon programı yapmasam da, ertesi gün, "Kim birinci olmuş?" diye reyting listelerine bakan bir kadındım. Ama son senelerde önceliklerim fazlasıyla değişti. Tamam, Dalai Lama elbisesi giymedim henüz, yaptığım şarkıyı 10 milyon kişi indirince tabii ki hoşuma gidiyor. Ama hayatımın önceliği bu değil.
Şöhretini tamamen dolaba asıp, kocan ve çocuklarınla Bodrum'da filan yaşayabilir misin?
-Yok o kadar değil! Doğruya doğru. Leman Sam olmama bir 20 sene daha var!
"Hayat, inatçı bir öğretmen..." demişsin. Bu inatçı öğretmenden ne öğrendin?
-Oooo bir sürü şey! Mesela öğreninceye kadar aynı dersin hep önüne geleceğini öğrendim. Reddettiğim, "Ben mi? Asla!" dediğim her şeyi yalayıp yutmak zorunda kalacağımı öğrendim. "Asla yapmam!" dediğim hiçbir şey yok şu anda. Artık büyük konuşmuyorum! "Alahım sen bilirsin" diyorum. Mesela eskiden, "Oğullarım küpe mi takacak? Ay hayır! Erkek çocuk küpe takmamalı" derdim, sinir olduğum bir şeydi.
Şimdi?
-Takmıyorlar ama isterlerse takabilirler. Hayat bana yargılamamayı öğretti. Çocuklarımın ayrı birer birey olduklarını öğretti. Saçlarının yanlarını kazıtan çocuklar görünce, "Bu ne ya! Bunların anneleri hiç mi bir şey söylemiyor?" derdim. Şimdi demiyorum. Biliyorum ki, çocukta bir şeyi çok bastırırsam, dayatırsam, başka bir yerden fışkıracak. Hepimize öyle olmadı mı? Neyi bastırdıysak hayatımızda, başka bir yerden bir uçuk, bir iltihap olarak pırtladı. Bize geri döndü. Ya da daha kötü şeyler oldu. O yüzden artık büyük konuşmayı bıraktım.
Başka?
-Meğer şöhret ayrı, beğeni ayrı, itibar ayrı, tanınmak ayrı kavramlarmış. Bir katil de ünlü, ben de ünlüyüm, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk da ünlü, bir sapık da yeri gelince ünlü olabiliyor. Yani neymiş? Ünlü olmak her zaman makbul bir şey değilmiş! Önemli olan itibarmış. Sonra gelişmek, hep ama hep gelişmek... Benimle ilgili herkes dilediği her şeyi söyleyebilir ama bir yerde hakkımı teslim etmek gerekir. Ben, başladığım yerden ileri gitmek için, öğrenmek için hep çabaladım. Hâlâ çabalıyorum. Kendimi aşmak istiyorum.
Neden peki?
-Çünkü geçen seneki kendim olmamayı seviyorum. Kendimi beğenmemeyi de seviyorum. Annem de beni beğenmiyor galiba, o yüzden kendimi ona da beğendirmeye çalışıyorum.
Kendini çalışıyorsun aslında sen...
-Evet, kendimi çalışıyorum! Ve ben, her şeye yetişmeye çalışıyorum. Çünkü hayatın zorluklarına dair, bu ülkede yaşanan kadın şiddetine dair, Ankara'da olup bitenlere dair, ekonomiye dair bir fikri olmalı insanın. Tabii bu konularda doktora yapmadım ama kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Okuyorum, okudukça eksikliklerimi görüyorum. Ne kadar az olduğumu fark ediyorum. Çoğalmaya çalışıyorum.
EVLİLİK BİR MERTEBE DEĞİL
"Evlilik bir şirket değil" diyorsun...
- Evet, işin içinde menfaat varsa, para varsa, ben böyle bir evliliğe inanmam. Ne bitirdiğim ne de şimdi yaşadığım evliliğimde bu tür şeyler benim için söz konusu bile olmadı. Bizim toplumumuzda kızlar, evliliği bir 'mertebe' olarak görüyorlar. Bu fena. Televizyondaki evlilik programları da çok acıklı. Kızlar oraya tek sıra dizilip, "Evinin tapusu var mı? Kaç para maaş alıyorsun?" gibi sorular soruyorlar. Maddi şartlar kafalarına uyarsa, evliliği kabul ediyorlar. Bunu üzücü buluyorum. Evlenmek bir mertebe değil, olmamalı. Bütün bunların sebebi de ekonomik özgürlüğe sahip olamamak ve eğitim eksikliği. Zengin koca aramaya başladın mı iş şirket evliliğine giriyor. Hiç özenilecek bir şey değil. Çünkü bedelini ödetiyorlar sonra.
ERHAN'IN YANINDA OLDUĞUM GİBİYİM
Erhan'ı bize nasıl anlatırsın?
-Erhan bana ve hayatıma çok başka bir yerden bakabiliyor. Mesleği habercilik olduğu için farklı bir objektifliği var. Bazen de abilik yapıyor bana. "Böyle bir laf ettin, bak başına şunlar, şunlar gelecek!" diyor. O sakin ve kontrollü, tüm bu şöhret dünyasının çok dışında, bu da bizi çok rahatlatıyor.
Onunla en çok ne yapmayı seviyorsun?
- Biz onunla çok güzel yürüyoruz. Çok güzel sohbet ediyoruz. Çok güzel dertleşiyoruz. Başkalarını çok güzel kaynatıyoruz. Hayatlarımızı masaya yatırıyoruz. Erhan'ın bana hayatta sunduğu en büyük lüks, ben onun yanında olduğum gibiyim. Hiç frene basmıyorum. Oysa bu benim normal yaşamımda çok yapmak zorunda olduğum bir şey. Ben bir de Erhan'ın yanında çok istediğim gibi anneyim. Bu da önemli. Çok önde bir annelik yaşıyorum. Gülüyor o halime, bir sürü halime gülüyor.
600 TAKSİ PLAKAM VARMIŞ! YOK ARTIK DAHA NELER
"Senin için sahiciliği oynuyor ama çok başarılı oynuyor" diyenler var...
-Hiç bu kadar sahici birisini görmediler çünkü. O yüzden öyle düşünüyorlar. Ama kızmıyorum onlara. Taksi plakaları gibi. Ne alakaysa, nasıl bir şehir efsanesiyse bir türlü peşimi bırakmadı. Kimseyi de bir tek taksi plakam bile olmadığına inandıramadım. Artık gülüyorum. Ne zaman taksiye binsem, "Abla beni almadın işe, oysa biz seni çok severiz!" diyorlar.
Ama güzel uydurulmuş efsane. Bir de zekice.
-İyi de ben sordurdum bir taksi plakası kaç para diye. İnanılmaz paralar söz konusuymuş! 600 tane taksi plakam olduğunu söylüyorlar! Delirmişler! Üstelik benim kafam paraya basmaz. Yakın çevrem çok iyi bilir. Ben kim, taksi plakası kim?
Gerçek olmaktan başka çare yok
'Gerçek' olmaktan başka çare yok bu meslekte. Öbürünün türevlerinden çok var. O yüzden şöhret dolapta asılı bir elbise. O elbiseyi alıp giymek çok da zor değil. Şöhret olunabiliyor ve o elbise giyilebiliyor. Ama ona kandığın zaman kafayı yeme ihtimalin var!
Çocukları uyuttuktan sonra parmak uçlarında yan apartmana geçiş
Erhan'la evliliğin için, "Biz artık sevgili olamazdık, aile olmalıydık. Bir sene de bekledik" diyorsun. Çoluk-çocuk olunca, sevgili olunamıyor mu?
-Olunuyor tabii! Biz de gayet sevgiliyiz... Ama insanın üç oğlu olunca bazı şeylere dikkat etmesi gerekiyor. Erhan'ı tanımadan önce de oğlanlara, babalarıyla yaşadıklarımızı anlatırken hep bir 'aile' lafı vardı ağzımda. Sonra Erhan'la tanıştık. Birtakım soru işaretleri belirdi kafamda. Ne olacak? Nasıl olacak? Kim kimde kalacak? O bizim evde mi kalacak? Nasıl olacak? Ne anlatacağım ben çocuklara?
Ne anlattın?
-"Biz aile olmaya karar verdik! Daha kalabalık, daha neşeli olacağız" dedim, "Kayra da bizimle olacak, daha da çok eğleneceğiz!" Sonra da "Biz bu pazar evleniyoruz" dedim. Pazartesi günü döndük eve, çocukları yine ben okula bıraktım. Ondan sonra da hayat öyle devam etti. Üç erkek çocuğunun psikolojisi benim için çok önemli. Erhan'la evlenmeden geçirdiğimiz o bir senelik süreçte hep bunun provalarını yaptık. Bize yemeğe gelmesi, birlikte yemeğe çıkmamız, gülüp eğlenmemiz, yatış saatinde onun gitmesi, bizim evde kalmaması.
Senin yaşadığın apartmanın yanında daire tutmuştu değil mi Erhan? Çözüm buydu. Akşamları orada kalıyordu. Peki hâlâ duruyor mu o ev?
-Evet, o daire duruyor! Ama bitecek, az kaldı. Çocuklar çok önemli çünkü. Erhan sağ olsun bunu anlıyor ve kabul ediyor.
Çocuklar uyuduktan sonra, parmak uçlarında yan apartmana gidiyorsun yani. Romantikmiş de...
-(Gülüyor) Kapatalım bu konuyu!
Erhan abi veya Kayra'nın babası Oğlanların hepsi âşık mı sana?
-Evet. Başka aşklar da var ama beni de çok seviyorlar!
Seni Erhan'dan kıskanıyorlar mı?
-Hayır çünkü o, 'Kayra'nın babası.' Onun öyle bir ismi var.
'Kayranın babası' ve biz aile olduk. 'Annemin kocası, sevgilisi ya da hayat arkadaşı' değil yani...
-Yok hayır. Elbette bunu bilecek akıldalar ama belki 'Kayra'ın babası' ya da 'Erhan Abi' daha çok işlerine geliyor. "Sizin babanız, aslanlar gibi Mustafa Erdoğan. Erhan da şahane bir dost. Bana söyleyemeyeceğiniz bir şey varsa Erhan'a söyleyebilirsiniz!" diyorum. Onunla futbolla ve sporla ilgili konuştukları şeyler var. Ama babaları da hep hayatlarında. Hafta sonları gidiyorlar, görüşüyorlar. Kayra da onların yaşıtı olduğu için bu işimizi çok kolaylaştırdı.
Hepsini hayatımdan eledim
Beni aşağı çekecek hiçbir şeyi hayatımda barındırmıyorum. Televizyonda kan akıyorsa anında kanalı değiştiriyorum. Negatif ortamlardan uzak duruyorum. Bilmem kimin selüliti, o, onun kocasıylaymış, o evliyken onunla beraber olmuş filan mı konuşuluyor, ben hemen uzuyorum. Çünkü enerjim çekiliyor. Yaratıcılığım, neşem gidiyor. Çok iyi tanıyorum beni aşağı çekecek insanları. Hiç o ortamlarda bulunmuyorum. Eledim hepsini hayatımdan.
MİNİBÜSE BİNDİM TARABYA'DA İNDİM, 2 LİRA Geçen gün minibüse binmişsin ve fotoğrafını sosyal medyada paylaşmışsın... Bu, halkla ilişkiler manevrası mıydı?
-Yok ya. Yürüyüş yapıyordum. Geberdim ve çok yoruldum. Serhat Bey'i aradım. "Yukarıdayım Gülben Hanım, Etiler'den ineceğim. Bir 15-20 dakikayı bulur" dedi. Ter içindeydim. Bindim minibüse. Tarabya'da bizim Serpil'in önünde indim, 2 lira. Mis gibi minibüstü. Kimse de tanımadı. Herkes kendiyle meşguldü. Kendi fotoğrafımı kendim çektim, Instagram'a koyuverdim. Minibüsler benim yabancım değil. Öğrenciliğim boyunca okula minibüsle gittim geldim.
İYİ Kİ ÇOCUKLARIMIN BABASI O Eski koca Mustafa Erdoğan her şeyin neresinde?
-Eski koca, çok asil, çok vakur, çok başarılı ve çok iyi bir baba. Çok memnunum ondan, iyi ki var. Ay bu "Çok memnunum ondan" lafından bozulabilir, daha güzel bir şey söyleyeyim: İyi ki çocuklarımın babası o. Çok olgun, çok olması gerektiği gibi!
Akıllı gibi görünürüm oysa değilim
Kitabındaki kendinle dalga geçme halin çok sempatik. Bu, bir taktik mi, böyle misin gerçekten?
-Öyleyim tabii. Şaşkın hallerim var. Ben çok akıllı gibi görünürüm, oysa değilim. Benim pratik zekâm ve organize yeteneğim iyidir. Tık tık tık, onu öyle yapalım, bunu böyle yapalım, oğlanlardan biri futbol okuluna, diğeri basketbol okuluna, öbürü kitap okumaya, ben oraya, o buraya, diğerinin çıkışında onu alıp, 11'de eve dönülecek, öğlene mercimek çorbası yaparım, sen tavuğu haşla, akşama da çıtır tavuk yaparız!" Zınk diye günü organize edebiliyorum ama bu pratik zekâdan, akıldan değil.
Hayatta ne bekliyorsun?
-Şu var olan düzen devam etsin, daha ne isterim?
Mustafa'yla anne-baba olarak boşanmadık!
"Arkana bakarak ileri doğru yürüyemezsin!" diye yazmışsın...
-Evet, arkana bakarsan düşersin! Geçmiş, geçmişte kalıyor. Geçmişe takılıp kalırsan, "Bu beni tüketti, bana bunu dedi, kalbimi kırdı, şöyle üzdü..."lerle ileriye gitmek hiçbir şekilde mümkün değil. Ben bunlara takılırsam, bittim. O yüzden ben hep ileriye bakıyorum.
Kitap şahane ama korunaklı durduğun yerler var...
- Evet, bazı yerlerde bunu yaşadım. Boşanmayı anlatırken mesela. Kırgınlıklarımı çok fazla anlatmamaya özen gösterdim. Çünkü şimdi her şey çok yolunda. Yıl 2015. Bahsettiğim şey, 3-4 yıl öncesi. O bölümleri daha kısa kesmeye çalıştım çünkü ben evlendiğim kadar, boşandığımın da çok arkasında duruyorum. Ben de boşanmış bir anne-babanın çocuğuyum. Bizim okul davetlerimiz, sünnetlerimiz, düğünlerimiz, derneklerimiz, nişanlarımız, okul gösterilerimiz, doğum günlerimiz olacak. Dolayısıyla yüz yüze bakacağız. Çocuklar için bu şart. Kendinden vazgeçmek böyle bir şey. Ben ayrıldığı halde birbirini yiyen çiftler de tanıyorum. Çocuklar tırnaklarını yiyor. O eller hep ağızda, tikleri var. E yazık. Anne-baba itişmesinden etkileniyorlar. Ben oğullarımın en az zayiatla atlatmasını istedim. "Biz karı koca olarak boşandık anne-baba olarak boşanmadık!" dedim.
Tasavvufta Şems yolunu seçtim "Hayattaki her şey karşına bir nedenle çıkar" diyorsun. Biraz da aslında tasavvuf yolunu seçtiğini söylüyorsun... Bu ayrıma ne zaman geldin?
-İkizlerde çok sorunlu bir hamilelik yaşadım. Dört ay yattım. Tam o dönemde Elif Şafak'ın 'Aşk' kitabı çıktı. Oradaki 40 kural benim hayatımı çok etkiledi. Hele şu kural: "Düzenim bozulur, hayatım altüst olur diye endişe etme. Ne biliyorsun hayatının altının üstünden daha güzel olmayacağını?" Bu, Şems'in bir lafı. Ben tasavvufta Mevlana'ya gönül verdim ama Şems'in yolunu ve öğretilerini seçtim. Mevlana çok yumuşak, çok dingin bir din adamı. Şems ise çok hoyrat ve sert. Onun söylemleri ve öğretileri çok farklı. O kitap beni tasavvufa çok yaklaştırdı. Sonra da Cemalnur Hanım'ı tanıdım ve çok daha başka dostluklar da kurdum hayatımda. İslamiyet'e tasavvuf üzerinden bakıp, Kuran-ı Kerim'i, Hz. Muhammed'i tasavvuf üzerinden biliyor, tanıyor ve inanıyor olmak kolaylaştırıyor. Kuran'ı Kerim'de de "Kolaylaştırın!" diyor zaten. Yani bugün bize parmak sallayan, "Günah! Umreye gittiniz. Bu omuz dekoltesinden utanmıyor musunuz!" diye konuşanlar aslında kendini yakıyor. Bizi yargıladılar ya, bitti. Onların müebbeti var tasavvuf yolunda. Herkes, kendinden sorumlu. O benimle Allah ile aramda. Sen giremezsin, karışma, yargılama!
Tarif ettiğim adam Erhan'dı Her şeyin karşına çıkmasının bir sebebi varsa sence Erhan neden çıktı?
-Ben hem Erhan'ı bekliyordum hem de tarif ediyordum. "İyi bir insan olsun. Şefkatli olsun. Baba olsun. İyi bir baba olsun ki beni anlayabilsin!" diyordum. Ben Mustafa'yla boşandım diye evliliğe küsmedim, evlilik düşmanı olmadım. Bayılırım aileye. Biz aile olduk Erhan'la...
Konuşurken hep böyle şefkatli bir baba tarif ediyorsun. Sizin ilişkinizde hiç mi tutku yok?
-O görevi sana veriyoruz. Sen o işi çok güzel yapıyorsun. O yüzden seni devamlı like'lıyoruz.
Oğulların olduğu için mi dikkatlisin?
-Galiba. Erkek çocuk annesi ayrımından nefret ediyorum. Kızı, erkeği olmaz ama çekiniyorum işte. Bazen kendimi korumaya alıyorum.
Kitapta da öyle yerler var. Annenle babanın ayrılığını anlatıyorsun. Ölen abiden söz ediyorsun. Ama yeteri kadar detaya girmiyorsun...
-Çünkü annem kızar!
Babanın alkol sorunu olduğunu öğreniyoruz mesela ama hoop geçiştiriliyor...
-E dedim ya, geçmişe bakarak ileriye gidilmez. Babamın içkisi yüzünden ben içkiyi sevemedim. Fakat oraları deşmek istemedim. Çünkü güzel anılarım yok.
Kaynak
Elim her zaman kalbimde
4 Ekim 2015 Pazar - Sabah Röportajı
Gülben Ergen'le bunca yıldır bir yol arkadaşlığı yaptık aslında. İçinden çıktığı savaşları, çok çalışmasını, hayatını yönetmesini, mutsuzluklarını, mutluluklarını yakından izledim, gün geldi paylaştım. Şimdi evli, çok çocuklu ve mutlu. Ona, bugünkü hayatın kapılarını açan anahtar neydi diye sorduğumda şu yanıtı verdi: Elim zaten hep kalbimdeydi ama anne olduktan sonra belki daha fazla duyarlı oldum. Kendim için yaşamaktan vazgeçip önce insan olmaya odaklandım
2000'lerinbaşları... Ben Sabah'ın magazin müdürüyüm. Gülben Ergen ise en popüler günlerinde. Magazincilerin hayatı 'yıldız savaşları' arasında geçiyor. Özellikle Gülben-Hülya kapışmaları her gün gazetelerde, televizyonlarda. Magazin anlamında ortalık çok hareketli, çok renkli. Daha o günlerden 'bu toz dumandan geriye neler kalacak?' diye düşünüyorum. Ve yıl 2015... Herkesle birlikte bu yolları yürüdük, değişimlere tanıklık ettik. Ben de değiştim, meslek de değişti ve tabii yıldızlar da değişti. Gülben Ergen'le buluşmadan önce aklımdan bunlar geçiyor. Arşivimi karıştırıp yaptığımız iki röportajı okuyorum. Biri 2004'de yapılmış. Oradaki satırlar beni bugünün gerçeğine getiriyor ve gülümsüyorum. Şöyle yazmışım o röportajın girişine: Bir çantadan kitaplar çıkardı. Mutlak Gücün Yolu, Mazeret Yok, Şimdinin Gücü, Dinginliğin Gücü, Yaratıcı İmgeleme, Işığın Savaşçısının El Kitabı. Kitapların üzerinde Gülben'in çizdiği kalpler, çiçekler. Birinde 'Benim kitabım' yazılı bir not. Bir başkasında 'Her satırını hayatıma uygulamak istiyorum.' İç sayfalarda 'Tam bir Gülben kitabı. Çok mutluyum bu kitap benim olduğum için' yazısı... Ve kırmızı kalemlerle kalın kalın çizilmiş satırlar: Sana saldırmakla eline pek az şey geçeceğine düşmanını ikna et bu onun hevesini köreltir. Haksızlıklar olabilir. Savaşçının kapısını sık sık çalar yenilgi. Böyle zamanlarda savaşçı sessiz kalır. Işığın savaşçısı bilgedir, yenilgilerinden söz etmez. Er ya da geç her şey onun lehine dönecektir.... Ben de ona içindeki bu yolculuğun seyrini sormuşum. O da şöyle yanıtlamış: "Bu noktaya yeni gelmedim. Birdenbire başlamadım bu kitapları okumaya. Ama şimdi bir yaşam şekli haline getirdim. Sürekli okuyorum ve kendimi buluyorum. Hayatta yüzlerce evreden geçiyoruz. Bütün varlıklar, bütün yokluklar, acılar, şöhret, şöhretin gitgide artması beni hep kendime döndürdü. Şöhretle yaşamaktansa kendimi yaşamayı tercih ettim her zaman. Şöhret bir elbise çünkü, bir anda çıkartılabilir. Çamurlanabilir, lekelenebilir." İşte böyle anlatmış Gülben... Buluştuğumuzda elimdeki kağıtları görünce şok oldu. "Sen elinde bunca yılın belgesiyle karşıma çıkınca hem kendimi hem de seni takdir ettim. İkimiz de başak burcu kadınıyız işte. Bu röportaj 'geçmiş insanın geleceğini hazırlar'ın belgesi aslında. Kitabım çıktığında bir çok kişi şaşırırken, sen şaşırmadın. Belki de kendi kendine, "Ben biliyordum" dedin. İnanılmaz mutlu oldum. Eyvah eyvah... (gülüyor). Ve başlıyoruz sohbete. Dünden bugüne...
- Kitabınla ilgili röportajında "Şöhret dolabımda asılı bir elbiseymiş meğer" demişsin. Bu sözler 11 yıl önceki röportajda da var... Notlar mı tutuyordun?
- Çok şaşırdım. 11 yıl önce o lafları biliyor olmama bile şaşırdım. Ben bu sözü 2015'te bulup keşfettim ve çok şey öğrendim de öyle söyledim sanıyordum. Öyle değilmiş. Erken başlamışım öğrenmeye.
- 2004'e gidersek, nasıldın o zamanlar? Şimdiki halinle o Gülben'i değerlendirsen...
- Bu meslek çok zor bir meslek. İnsanı kandırmaya çok müsait. Dünyada bu işi yapan ama çok hazin sonlar yaşayan insanlar var. Uyuşturucu var, çok acı ölümler var... Bizim ülkemizde de çok değerli sanatçıların hazin öykülerini okuyoruz, hastane paralarını ödeyemediklerini duyuyoruz. Yanlış evlilikler, yanlış ilişkiler... Bu hayatlara bakarken, haberlerini okurken, izlerken sadece bir haber olarak değerlendirmedim. Dersler çıkardım. O korumaya çalıştığım insani yönüm hep bir gözü açık yaşadı. Dostluklarım devam etti. Ama sahnede dans etmek, ona göre giyinmek, dekolte, yırtmaç, makyaj, moda... Bunlar hep var, 30 sene sonra da olacak. Ama diğer tarafı kaybetmemek daha önemli. Öyle yaşıyorum. Beni ben yapan özelliklerden biri bu. Bu soruya 2004'de şöyle yanıt verebilirdim: Beni diğerlerinden farklı kılan... (sesinin tonu değişiyor, gülüyor). Ben diğerlerinden farklı falan değilim. Sözlerimde bir başkasına fark yaratmaya çalışmıyorum artık. Böyle geçti mi yıllar, evet geçti. Çünkü kendini ifade etmek, kendi ismini sabitleyebilmek için bir başkasından farklı olduğunu göstermek adına yapılan bir mücadele vardı. Olması gerekiyordu. Tadında oldu, bitti. O dönem de bir olgunluk getirdi. Bana 'anne olduktan sonra değişti' diyorlar. Elim zaten hep kalbimdeydi ama anne olduktan sonra belki daha fazla duyarlı oldum. Kendim için yaşamaktan vazgeçip önce insan olmaya odaklandım. Sonra anne olmak, sonra aile olmak, sonra da meslek gibi bir sıralama oluştu. Ama maneviyat annelikle değişmedi. O fıtratta vardı.
HEPİMİZ BİR ELEKTEN GEÇTİK
- Eski televizyon röportajlarını izlesen... Hani "Şampiyon belli ikinci kim?" lafları havada uçuşurdu... Ne hissedersin?
- Gülmekten yerlere yatarım. Ama niye böyle dedim, keşke demeseydim demem. Çünkü o zaman öyle olması gerekiyormuş. Yıllar içinde her şey değişti. Bugün senin bu röportajdan başlık çıkarma biçimin bile değişmiştir. O yıllarda sen de farklıydın, ben de farklıydım. Şimdi kafamı kessen böyle bir şeyi hissetmem ki söyleyeyim. Ağzımda yalan durur zaten. O zamanlar medya da canavar gibiydi, ben de öyleydim, hepimiz öyleydik. Magazin hayatı belirleyen bir olguydu. Sabahtan akşama kadar magazin vardı hayatımızda. Sonra her şeyle birlikte biz de değiştik. Hepimiz bir elekten geçtik. Şu anda elekten süzülen bir mercimek çorbasının güzelliğindeyiz. O zaman da Sezen Aksu'dan "Bu kızı değiştirmeliyim, değirmenlerde öğütmeliyim, farkındayım farkındayım. Kazanmalı kaybetmeliyim, aşk uğruna harbetmeliyim, bu kızı yeniden büyütmeliyim" şarkısını söylemeli. Bu bir yaşam felsefesidir. Sezen Aksu'nun şarkı sözü yazarı değil, bir ozan olduğunun en önemli belgesidir bu şarkı. Benim de hayatımın şarkısıdır. O zaman farkındaysan, kendini değirmenlerde öğüteceksin. Pırlanta ve elmasın kömürden oluştuğunu bilmek lazım. Çok yandığını, karardığını ama çıktığında olağanüstü güzellikte bir şey olduğunu görüyorsun. O zaman da hemen tasavvufa gidip hamdım, yandım, piştim... Tabii hâlâ ham mıyız, pişiyor muyuz bilmiyoruz ama bir geçişteyiz. Nereden bakarsan bak, o geçişi yaşamak gerek.
- Değişim zordur. Acılar olur, insanın kendini sevmediği, kendinden uzak düştüğü anlar olur. Sen nasıl yaşadın bu süreci?
Değişmeyen, gelişmeyen, fikri sabitlerinde inat eden herşey ve herkes paslanır, parlamaz, hatta küflenir ve çirkinleşebilir. Kendimi sevmediğim zamanlar olmadı ama kendimi aradığım, bulmakta zorlandığım zamanlarım oldu tabii. Doğru insanlara takılı kalarak, büyük ve beni zorlayacak hayallerin peşinde koşmayarak, emin adımlarla ilerleyerek yaşadım belki bu süreci. Zaman zaman kendime uzaktan bakabilmeyi, eleştirebilmeyi, kendimi fazla beğenmemeyi ilke edinerek belki de... En zoru insanın kendisiyle verdiği mücadele. Dışarıya verdiğin mücadele de var. Senin bakışın değişmeden kimse değişmiyor. Senin bakışın değişirse karşı taraf da değişiyor. O zaman sen rahatlıyorsun aslında. Bu değişim için yine Sezen'in şarkısındaki gibi kendini yontman gerekiyor. Bu müzikte de geçerli, mesleğinde de, aşkta da geçerli.
GÜNDE 18 SAAT ÇALIŞTIM
- Kadınlar "Çocuk da yaparım kariyer de" diyor ama her kadının becerebileceği bir şey değil bu maalesef. Senin formülün neydi... Peşpeşe hamilelikler ve üç çocuk... Sanki 48 saatin var gibi yaşıyorsun...
- Ben kariyerimle ilgili mücadelemin çoğunu bitirdikten sonra anne oldum. O mücadelenin içine anne olmayı da sıkıştırsaydım, belki küçük bir vicdan azabı yaşayabilirdim. Annelerin 'ah bebekliğini hatırlayamıyorum, yıllar nasıl da hızlı geçti?' diye hayıflanmalarına hepimiz tanık oluyoruz. Hamileliğimde doğumumda, sıradan bir kadının olması gereken kadar çocuğumla zaman geçirdim. Ara verebildim. Ama gel 2004'deki o çılgın mücadeleye, böyle bir şey mümkün olmazdı. Marziye'nin setine git, oradan TGRT'ye sabah programına, dön Dadı'ya başla. Günde 18 saat çalış, o sırada Arka Sokaklar albümü patlamış. Klip çekimi... Böyle bir dönemde hamilelik olabilir mi? Zaten gelmez ki çocuk. Doğmaz ki. Bu müthiş mücadele bittikten sonra anne olduğum için o endişeleri yaşamadım. Anne olduktan sonra da geride durabilmenin hazzını yaşadım. Oğlum 2,5 yaşındaydı, iki kardeşi daha oldu. Birden üç çocuk annesi oluverdim. Kolay değildi bu süreçler, aylar, yıllar. Ama birilerini tv'de izlerken, 'ben hamileyim, bunca da işi gücü kaçırdım, birileri benim yerime konserlere gidiyor, eyvah yeni biri mi geliyor' gibi endişeleri hiç yaşamadım.
- Bu söylediklerinden sonra "Eşin de karşına doğru zamanda çıkmış" diyebilir miyiz. Şanslıymış yani....
- Ben de onu tanıdığım için çok şanslıyım. O da çok şanslı. Tabii ki doğru ve daha dingin bir zaman. Daha oturmuş bir Gülben, daha ne istediğini bilen bir kadın... Mutluluğa bakan, önce insan olmaya çalışan, yaşamının önceliklerini değiştirmiş bir Gülben ile evlilik yaptı Erhan. Benim en büyük şansım ise anneliğimi çok önceliyor olması. Onun da yaşam önceliğinde, beni beğenmesinde önemli bir etkendir bu.
SAPASA ĞLAM BİR AŞK
- Yeni bir evlilik için biraz zor bir tempo içindesiniz. Çocuklar ve onların trafiklerinden sonra size ne kalıyor, birbirinize... Aşk bu hayatın neresinde!
- (Gülüyor) Eyvah... Ben bu konuda elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Erhan da benim çocuklarımla olan ilişkimi bilerek bizi gülümseyerek izliyor. Akşam 9,5 tan sonra baş başa kalıyoruz. Ama belirli bir zaman dilimi var ki, ben o saatlerde durdurulamayacak bir akarsu gibiyim. Taşıyorum... Çocuklar üzerindeki sevgi ve ilgi kredim o kadar fazla ki... Evliliğimiz elbetteki aşk üzerine kurulu. Sevgimiz saygımız baki olmak üzere bizim yatırımımız çocuklar üzerine de yapıldı. Bu evliliğin yatırımı böyle. İki parçalanmış aileden bir bütün çıkarmaya çalışıyoruz. Kolay değil. Çocukları öncelemek ve ayrıcalıklı kılmak bu evliliğin kurulumunda var. Birbirimize verdiğimiz sözlerden biri de bu. Yani bu evliliğin içinde çocuklar da var.
-Yine de evlilikten, aşktan çok bir ortaklık, bir yapı, üzerinde düşünülüp anlaşılmış bir ilişki modeli gibi söz ediyorsun?
Aşkın gücü olmasa hiçbirini yapamazdık. Müthiş bir özveri var... Üzerine düşünülemeyecek kadar yüreğe, hisse, emeğe dayalı bir ilişki bizimki... Modelinin tarifi pek ender ama o yüzden tarifsiz bir güzelliği var ve her güzellikte olduğu gibi zorlukları da.
- Sizi birleştiren duygu neydi?
Başlangıcı sapasağlam bir aşk elbette. Ve hemen ardından aile olmayı sevmek. Eş olmanın gerekliliklerini sevmek... Anneliğin, babalığın değerlerinin, zaman zaman kendini geri plana çekebilmenin öz güveni... Aşk kadar güçlü bir aile olma duygusu birleştirdi bizi. Çünkü çocuklarla birlikte çıktık bu yola. Her ikimiz de çocuklarımıza "Benim bir sevgilim var, size tanıştırayım" diyemezdik ya da demeyi tercih etmedik. Aşkın verdiği güçle bir aile olma duygusu daha farklı. Maneviyatı daha yüksek ve özverileri daha farklı oluyor.
- Yine de endişelerin, kaygıların olmuştur? Neydi kafandaki deli sorular?
- Kafamdaki deli soruları, tüm endişelerimi evlenmeden önce gözlemledim, yaşadım. Kısa bir süre değildi. Kaldı ki içinde sevgi barındıran, çıkardan yoksun her niyetin yanında endişe korku barınamadığı gibi büyük bir yardımcısı var. Allah... Bana çok yardım etti ama çok.
- Sen maneviyata çok önem veriyorsun, sürekli okuyorsun, kendi içinde yolculuklardasın. Peşpeşe üç erkek çocuğunun olmasının bir anlamı var mı diye sorsam... Ne dersin?
- Babamı ve abimi kaybetmenin eksikliğini yaşayarak büyüdüm. Biri babamdır, biri abimdir biri de sevdiğim adamdır. Benim için oğullarım bu misyonla dünyaya geldi. Ve bana lütuf olarak geldiler. O yaramı, o eksikliğimi kapatmam için Allah'ın bana hediyesidir onlar. Ben ne yapayım, ne kadar şükredeyim, nasıl yolum onlardan başka bir yere varmasın? Şükür... Bin şükür
HAYDİ ÇİŞ, DİŞ, UYKU - Bir günün temposu nedir sizin evde? Trafiğin karıştığı durumlar oluyor mu?
- Okullar açıldığı için şimdi gündemimiz farklı. Defter kaplamalarımız var. Abi 4'e gidiyor. İkizler bire başladılar bu yıl. Abinin onlara "Gelin ödevlerinizi yaptırayım" dediği çok tatlı bir dönemdeyiz. Kahvaltımız çok eğlenceli oluyor. Sonra yürüyerek okula gidiyoruz. Yürürken sohbet ediyor, şarkılar, marşlar söylüyoruz. Neler yapacağımızı konuşuyoruz. Mesela bu hafta Muslera ile tanışacağız, dolayısıyla bütün gündemimiz bu. Formalarımızı aldık, hazırlıkları yaptık. Çizgi film kahramanlarımız var. Haftasonları filmlere gidiyoruz. Okuldan gelince bir ara öğün yapıyorlar, okulda yaptıklarını anlatıyorlar. Ev ödevleri, sonra çok sevdikleri serbest zaman. Bir çizgi film izleme hakları var. Karar verirken bir oylama yapıyorlar, anlaşamadıkları zaman ben de oylamaya dahil oluyorum. Evde futbol oynuyorlar. Alt kattaki komşumuza kek ve kurabiye yollayıp, tekrar teşekkür ediyorum, bizden hiç şikayet etmedikleri için. Onlar da tamam diyor. (gülerek anlatıyor bunları). Çiş diş uyku diye bir başlığımız var. 20.15'te ben çavuş gibi bağırıyorum, "Haydi çişdiş- uyku" diye. Sonra masal anlat, kitap oku durumları... Üçü aynı kitabı istemeyince de beni üçe parçalıyoruz. (gülüşmeler).
ŞIMARMAK BENİM RUHUMA TERS - Hayal edebilir misin. Oğlanlar büyümüş, delikanlı olmuşlar. Nasıl bir fotoğraf geliyor geliyor gözlerinin önüne?
- Çocuklarımla ilgili en büyük isteğim iyi insan olmaları. Meslekleri ile ilgili hiçbir yönlendirmem olamaz. Bir de anne olarak onların 'Çocuklar Gülsün Diye' projesini yaşatmalarını, devam ettirmelerini isterim. Çekilmez bir kayınvalide olabilirim. Bu konuda da okuyup çalışacağım. Mutluyum... Sana söylediklerimi doğruluyorum aslında; en büyük yatırımı evlada yapmışım. Ve bunun keyfini sürüyorum. Ama onları öyle koca adamlar olmuş izlerken kesin boğazımda bir düğüm olur.
- Bu dört erkeğin arasında kendini şımarttığın, en ayrıcalıklı hissettiğin anlar hangileri?
- Hepsi birden Galatasaray maçına gittiklerinde ya da ekrana kilitlendiklerinde ofsayt, mofsayt hararetine daldıklarında onları bir an izlemek belki çok şey hissettiriyor ama ben şımarıklık nedir hiç bilemedim, ben mi yaşayamadım, tercih mi etmedim, bana göre mi değil bilmiyorum...
- Ve insan hiç yalnız kalmak istemez mi? Bir mola, bir küçük sessizlik, bir kendini şımartma...
- Dedim ya şımarmak benim emekçi, işçi ruhuma ters sanırım. Yapacak o kadar çok şey var ki yaşamımda. Düzenlenmesi gereken dolaplar, yetişmesi gereken şarkılar, gitmem gereken okul toplantıları, açmam gereken anaokulları, öfkesiz yaşayabilmenin öğrenmem gereken başlıkları, aksamaması gereken aşılar, cumartesi-pazar spor okulları, korumam gereken dostluklarım. Zamanında çok yalnız kaldım ben. Dahasına gerek yok iyiyim ben. Yorgun uyuduğumda, yaşamımdaki çok sesli kalabalıklarımla daha iyiyim ben.