Arama

Sertab Erener

Güncelleme: 9 Temmuz 2011 Gösterim: 74.685 Cevap: 50
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Eylül 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sertab Erener
Ad:  AskOlmez-8.jpg
Gösterim: 1667
Boyut:  21.5 KB
Sponsorlu Bağlantılar

Sertab Erener 1964 yılında İstanbul’da doğdu. Müziğe olan tutkusuyla ve soprano olarak gördüğü ilgiyle Sertab'ın farklılığı henüz İstanbul Devlet Konservatuarında okurken göze çarptı. Bu güne kadar albümleri 4 milyonun üzerinde sattı ve çıkardığı her albüm altın ve platin plak ödülü kazandı.
Altı senelik müzik eğitimini tamamladıktan ve Konservatuardan mezun olduktan kısa bir süre sonra benzersiz yeteneği ve performansıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. 1990’ların başında, Sezen Aksu gibi bir çok ünlü sanatçıyla aynı sahneyi paylaştı. 1992’de yine Sezen Aksu’nun desteğiyle ilk albümü ‘Sakin ol’u çıkardı. Bu albümün tirajı 1 milyonu aşmasıyla beraber Türkiye’nin en iyi satan çıkış albümü oldu. Sertab Erener’in ikinci albümü ‘Lal’, 1994’de yayınlandı. Ardından 1997’de ‘Sertab gibi’ ve 2001’de ‘Turuncu’ isimli albümleri çıktı.
Türkiye’de benzeri olmayan müzik kariyerinde bu güne kadar 5 milyona yakın albüm sattı ve sayısız ödül aldı. Eşsiz sesi ve spektaküler sahne performansıyla büyük bir hayran kitlesine sahip oldu ve bir çok insanın beğenisini kazandı. Opera’dan pop’a kadar bir çok müzik türünü kapsayan ses yeteneği ve unutulmaz sahne gösterileri sayesinde Jose Carreras ve Ricky Martin gibi dünyaca ünlü sanatçılarla düet yapma imkanı buldu. Türkiye’nin en iyi satan bayan pop sanatçısı olarak Sertab’ın bir sonraki hedefi Avrupa’daki dinleyicilerin beğenisini kazanmak oldu.
Avrupa’ya açılmanın ilk adımı, Ricky Martin ile yaptığı ‘Private Emotion’ adlı single düeti oldu. Bu düet, Latin Amerika’lı sanatçının 1999’da yayınlanan İngilzce albümünün Türkiye ve Ortadoğu baskısında yer aldı.
Aynı yıl, Sertab’ın ilk dönem kayıtlarından bir olan ‘Lal’, Sony Müziğin çıkarttığı ‘Soundtrack for a Century’ compilation set’ine seçildi. 500’den fazla parçanın yer aldığı ve Sony Music tarafından ‘son 100 yılın en etkili müzikleri’ olarak tarif edilen bu 26 CD’lik compilation set’te yer alan tek Türk sanatçı Sertab Erener oldu. Ricky Martin ile yaptığı düet ve 'Soundtrack for a Century', Sertab’ı Türkiye dışındaki dinleyici kitlesine başarı ile tanıttı.
Sertab Erener, Şubat 2000’de, Avrupa için hazırlanmiş ve kendi ismini taşıyan ilk albümünü yayınladı. Bu albümde, en büyük hitlerinin yanısıra yeni parçalar da yer aldı. Albümün Avrupa medyasına ve müzik basınına tanıtımı, Brüksel’de muhteşem bir show ile gerçekleşti. Bu albüm en büyük beğeniyi, Sertab’ın bir çok konser verdiği ve önemli festivallere katıldığı Benelux ülkelerinde kazandı. Albümün çıkışıyla Avrupa’daki başarının kapısı açılmış oldu.
En son 2001 yılında ‘Turuncu’ adlı Türkçe albümü piyasaya çıkan Sertab Erener’in, 24 Mayıs 2003’de, Letonya’nın başkenti Riga’da elde ettiği Eurovision başarısının ardından ‘Every Way That I Can’ single’ı piyasaya çıktı. Sertab Erener’in ismi, Avrupa’da bütün gazetelerde yer aldı. Reuters ve AP haber ajansları, 'Every Way That I Can'in tüm Avrupa’da bir numaralı yaz parçası olacağına dair tahminler yürüttü. Bu tahminler doğru çıktı! Single tüm Avrupa müzik marketlerde satışa sunuldu ve haftalarca Avrupa müzik market satış listelerinde bir numara olarak kalmayı başardı. 'Every Way That I Can', MTV ve VH1 Europe tarafından olağanüstü bir destek gördü ve Avrupa radyolarından Top 30 yayın desteği aldı. Bunun yanısıra, Almanya ve İsviçre’de top 10; İspanya, Avusturya, Belçika ve Hollanda’da top 5’e çıktı. İsveç ve Yunanistan’da 4 hafta boyunca 1 numarada kalmayı başardı. Elde ettiği yüksek satış rakamı nedeniyle Sertab Erener’e Yunanistan’da Platin Plak ödülü verildi. ‘Every Way That I Can’, İsrail, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da hit oldu ve İngiltere’de top 75’den listelere girmeyi başardı.
Eurovision başarısının ardından 2004 yılının Ocak ayında Sertab Erener, ‘No Boundaries’ adlı ilk İngilizce albümünü çıkardı. ‘No Boundaries’, başta Almanya olmak üzere Hollanda, İsveç, İsviçre, Avusturya, Belçika, İspanya, Yunanistan, İngiltere, Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi pek çok Avrupa ülkesinde müzik marketlerde yer aldı. Almanya’nın Berlin şehrinde büyük bir albüm tanıtım partisi düzenlendi. Albümde Anggun, Galleon Grubundan Gilles Luka ve Philippe Laurent, Britney Spears’ın de pek çok albümünde prodüktörlük yapan Peter Kvint gibi çok sayıda uluslararası söz yazarı, besteci ve prodüktör yer aldı.
"No Boundaries"in yapım aşamasında, aralarında Sertab Erener’in seslendirdiği ‘One More Cup of Coffee’ adlı şarkının da yer aldığı Bob Dylan albümü piyasaya çıktı. Albümdeki bu şarkı Amerika’da geniş yankı uyandırdı. Penelope Cruz, Jessica Lange, Johny Goodman ve Jeff Bridges’ın baş rollerini paylaştığı ‘Masked and Anonymous’ adlı Hollywood yapımı filmde ‘One More Cup of Coffee’ şarkısı Sertab Erener’in yorumuyla soundtrack olarak seçildi.
"No Boundaries", Haziran 2004’de Japonya’da da piyasaya sürüldü ve Japon dinleyiciler tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı. Albümün çıkış şarkısı olan ‘Here I Am’, “A Tale of Two Sisters” adlı Japon-Kore ortak yapımı filmin tanıtım müziği olarak kullanıldı ve filmin soundtrack albümünde yer aldı. Sertab Erener, albümün tanıtımı ve film galası için gittiği Japonya’nın başkenti Tokyo’da, Japon medyası tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı.
Eurovision başarısının ardından kariyerinde yurt dışı kapısını açan ‘No Boundaries’ ile tüm Avrupa ve Uzak Doğu’da büyük ilgi gören Sertab Erener, 4 yıl aradan sonra uzun zamandır beklenen Türkçe albümü ‘Aşk ölmez’i piyasaya çıkardı.
Tamamı Türkçe şarkılardan oluşan yeni albümde yer alan bütün şarkıların söz ve bestesi sanatçının kendisine ait.

Biyografi Konusu: Sertab Erener nereli hayatı kimdir.
MaKaLeLe - avatarı
MaKaLeLe
Ziyaretçi
25 Şubat 2007       Mesaj #2
MaKaLeLe - avatarı
Ziyaretçi
Sertab Erener
sertab2
Sponsorlu Bağlantılar

Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
25 Kasım 2007       Mesaj #3
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
sertab erener1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Temmuz 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sertab Erener eurovision
Sertab Erener
sertac erener
sertab2
Sertab Erener
Sertab Erener
r qjx9u3g1m030r02gzqf2
sertab erener ve fatih atakoglu cesme de konser o
Sertab Fahir Kodak51820 Small
Son düzenleyen KisukE UraharA; 13 Ağustos 2008 19:12 Sebep: Sayfa Düzeni.. 3 Resimden fazla eklemeyiniz
ela hazal - avatarı
ela hazal
Ziyaretçi
31 Ağustos 2008       Mesaj #5
ela hazal - avatarı
Ziyaretçi
sertab erener
sertab erener 00
Sertab Erener
RoSSoRoSe - avatarı
RoSSoRoSe
Ziyaretçi
24 Eylül 2008       Mesaj #6
RoSSoRoSe - avatarı
Ziyaretçi
sertaberen4sa
toxic91 - avatarı
toxic91
Ziyaretçi
4 Ocak 2009       Mesaj #7
toxic91 - avatarı
Ziyaretçi
n20998779240 300474 8424

n20998779240 300475 8641
toxic91 - avatarı
toxic91
Ziyaretçi
4 Ocak 2009       Mesaj #8
toxic91 - avatarı
Ziyaretçi
Albümden önce 2 bini aşkın türkü dinledik

Sertab Erener Otobiyografi adlı DVD’de ne anlatıyor? Demir Demirkan’la ortak albümü ne zaman çıkacak? Grammy Ödülü alacak mı? Neden et, süt, yumurta yemiyor? İki yıldır Yaka Köyü’nde yaşamasının sebebi ne? Türküler hakkında ne düşünüyor? Hepsi ve daha fazlası bu röportajda...

İngilizce şarkılar söylediniz. Eurovision’da birinci oldunuz. Ünlü yabancı şarkıcılarla düet yaptınız. Yabancı müzisyenlerle çalıştınız. Misak-ı Millî sınırlarına sığmıyorsunuz?

Ben, şarkılarımı dünyaya söylüyorum. Şarkıların da elbette doğduğu bir coğrafya var fakat müzik evrenseldir. Sesimin ulaştığı yere kadar şarkılarım da ulaşsın istiyorum.

Dünyaya açılmadaki başarınızın sırrı ne?

İşimi yapmak. Mehmet Ali Birand, 32. Gün programına başladığı dönemde, o dönemin süper güçlerinin liderleriyle görüşüyordu. Reagan’la, Gorbaçov’la röportajlar yapıyordu. Ona da sorarlarmış, ‘Nasıl başarıyorsun, sırrın ne?’ diye. O da şöyle dermiş: ‘Gidiyorum ve röportaj talep ediyorum. Ayrıca bir sırrım yoktur.’

Vay canına?

Evet. Bu biraz insanın ufkuyla ilgili. Maalesef hayal kurmuyoruz. Kurduğumuz hayallerin de ulaşılmaz olduğunu zannediyoruz.

Dünya çapında başarılı olmak zor değil mi sizce?

Teknolojisiyle, insan algısıyla, iletişim biçimleriyle artık başka bir dünyada yaşıyoruz. Bence yapılması gereken tek şey üretmek.

Yurtdışında çok dinleyiciniz var mı?

Öyle görünüyor. Myspace’den mesajlar geliyor. Sri Lanka’da tsunami olduğunda oradaki hastanelere ilaç götürmüştüm. Başkent Colombo’da bir otelde kalmıştık. Lavabodaydım, odadaki radyoda Here I ** çalmaya başladı. ‘Bu sesi bir yerden tanıyorum’ diye düşündüm ilk anda! Yurtdışında bazı diskolarda Everyway That I Can’in çaldığına şahit oldum. MTV’de kliplerimin yayınlanmasını da hep arzu ederdim. O da oldu.

22 ŞARKILIK MÜZİK BELGESELİ

Doğum gününüz olan 4 Aralık günü, Otobiyografi adlı bir DVD’niz yayınlanıyor.

22 şarkıdan oluşan bir müzik belgeseli. Aynı zamanda, tek tek şarkıların hayatımdaki yerini anlatıyor. Müziği, etrafındaki olaylarla, insanlarla birlikte sunan bir yapım.

En çok hangi şarkılarınız sizi anlatıyor?

Mesela Yalnızlık Senfonisi. 1992’de o şarkıyı kaydettiğim gün hastaneden elimde serum şişesiyle çıkmıştım. Diyaframımın artık çalışmadığı, sesimin titrediği ve kolit sancılarının her 5 dakikada bir geldiği bir anda kaydedildi. Performansımın belki üçte biri bile yoktu o kayıtta. Fakat ben o albümü bitirmek zorundaydım, çünkü yaşamak istiyordum. Ve yoluma devam etmek istiyordum. Aldırma Deli Gönlüm de o dönemin zorluklarına tekabül eder. Hadi Yüreğim Ha Gayret benim için müzik formunda bir ilaçtır. Sezen’le birlikte söyledik. Sonra, Aşk Ölmez’deki Buda şarkısıyla bağladım: ‘Kapattım gözlerimi, açtım kalbimi.’

Hayatınızla şarkılarınız arasındaki bağ gerçekten çok güçlü mü?

İkisi aynı şey. Şarkılarım, benim hayatım.

Hastalık size ne öğretti?

Canımın kıymetini bilir oldum. Sigara ve alkol almam...

HER İŞTE ÖLÇÜ GÖZETİYORUM

Şarkı sözlerinizde öteden beri bir aklıselim var. Sakin ol sinirlerine hakim ol, Hele sıkı dur hele sabret, Bir tane daha yok şu andan her an yeganedir tektir...

Şarkıların anlamlı olması gerekir. Her işte ölçü ve isabet gözetiyorum. ‘Müzik güzel, sesim iyi, sözler de arada kaynasın’ diyemem.

Gelecek albümünüz Painted on Water’da türküleri İngilizce mi söyleyeceksiniz?

Demir’le ortak projemiz. Anadolu’nun duygularını, melodilerini alıp kendi birikimimizle harmanladık.

Türkü sözlerini İngilizce’ye çevirdiniz mi?

Çeviri yapmadık, yeni sözler yazdık. Öteden beri yabancı şarkılara Türkçe söz yazılıyor ya, biz türkü-lere İngiliz-ce söz yazdık.

Sözleri kim yazdı?

Demir’le Phil Galdston adlı Grammy Ödüllü bir söz yazarı. Galdston da bayıldı türkülere...

Albüm ne zaman çıkacak?

10 Nisan’da. Amerikan radyolarına servis yapıldı. Albüm Japonya ve Avrupa’da da yayınlanacak. Tüm dünyada ve Türkiye’de aynı anda çıkmasını istiyoruz.

Hangi türkülerin melodilerini kullandınız?

Atem Tutem Ben Seni, Yemen Türküsü, bir ninni, bir Ege türküsü, bir kaşık havası... Bunları dünyanın en iyi caz, blues, rock’n roll müzisyenleriyle birlikte yorumladık.

Grammy Ödülü’nü alma konusunda çok iddialısınız?

Bu bir iddia değil, yöneliş sadece. Üyelik başvurusunda bulunduk. Albüm, ABD’de yayınlandığı için, üye olunca aday da olunuyor.

Sizin sevdiğiniz türküler hangileri?

Hepsini seviyorum. Biz bu albüme hazırlanırken üç ay boyunca 2 bin-2 bin 500 türkü dinledik Demir’le. Hasan Saltık, sağolsun bize büyük bir arşiv sağladı. Türkiye’yi tanımak istiyorsan sen de türkü dinle. Gerçek bir hazine.

YAZ KIŞ YAKA KÖYÜ’NDEYİZ

İki yıldır Bodrum’da Yaka Köyü’nde yaşıyorsunuz...

Painted on Water albümü için sakin bir yerde çalışalım diye gitmiştik. Sonra ‘Biz burada yaz-kış yaşarız’ deyip kaldık.

Tekne aldınız mı?

Yaptırıyoruz, yakında bitecek inşallah.

İstanbul’a dönmeyecek misiniz?

Yok. İş olunca, konsere, röportaja geliyoruz. Onun haricinde yaz kış Bodrum’dayız. Şehir, stresli bir yer. Yaka Köyü’nde zeytin ağaçları var. Evimizin yanında dere akıyor. Köylülerimizden Ali, yağmurdan sonra yamaçtan mantar topluyor. İnekler otluyor etrafta. Hayvanların boyunlarında minik çanlar var. Sabah güneşi turuncu renkte doğuyor. Tepenin ardında kuşlar uyanıyor. Bizim evin terasına yuva kurdu bazıları. Sincap pencereden içeri bakıyor. Kedimiz Fıstık onu kovalıyor, sincap yuvasına kaçıyor. Köpeğimiz Can geliyor.

Soyadım Erener ama henüz ermedim

Vegan mısınız? Hayvansal ürünleri, et, süt, yumurta hiç mi yemiyorsunuz?

Flexible (esnek) vegan’ım ama bazen Omega 3-6 almak ve bazı hastalıklardan korunabilmek için balık yiyorum. Demir (Demirkan) ve ben Skinny Bitch (Sıska Aşüfte) adlı bir kitap okuduk. Bu kitapta çeşitli zararları ve hazırlanış yöntemleri anlatılan yiyecekleri yemiyoruz.

Ve?

Zaten vejetaryendik. Etle, tavukla bütün ilişkimi kesmiştim. Bu kitabı okuyunca da daha az şey yer oldum.

İki sene boyunca günde 8 saat meditasyon yapmışsınız? Uzakdoğu öğretileriyle ilgileniyorsunuz?

Evet, 10 yıldır Tao’yu anlamaya çalışıyorum.

Gittiniz mi tapınaklara?

Burada İtalyan bir meditasyon hocamız vardı: David. Dört yıl önce Tayland’da şifacı bir hoca olduğundan bahsetmişti. Biz de Demir’le kalktık gittik. Tayland’da fark ettik ki bu aydınlanma çabamızın içinde de ego var. Dahası, kendini anlamak için Taylandlı bir hocanın egosu eşliğinde yolculuk yapmaya gerek yok.

Tasavvufla ilgileniyor musunuz?

İslam felsefesi ve tasavvufla tabii ki ilgileniyorum. Özellikle de Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin eserleriyle.

Sizde bir erme eğilimi var sanki?

Büyük laf olur o, soyadım Erener gerçi ama... (Gülümsüyor.)

OKAN DİZİYİ BEĞENMEDİ

Sahne performanslarınızda ve kliplerinizde enikonu oyunculuk sergiliyorsunuz. Filmlerde, dizilerde rol almayı düşünmüyor musunuz?

3-4 yıl önce bir TV dizisi için teklif gelmişti. Önce reddettim. Sonra bir pilot bölüm çekelim deyip beni ikna ettiler. Helen Hunt’ın oynadığı Mad About You’nun yerli versiyonu olacaktı. Okan Bayülgen’le birlikte oynadık. Sonra, Okan bunu beğenmedi ve başka bir dizide rol aldı.

Yapılsaydı, iyi olurdu diye düşünmüyor musunuz?

Yorucu bir işti. Fakat televizyonda, müzik de yapabileceğim, tatlı bir sohbet programı yapsam mı diye aklımdan geçiyor bazen. Ama 10 yıldır televizyonda hiçbir şeyi takip etmiyorum.

Demir ruh ikizim, Serdar idolüm

Demir Demirkan... Ruh ikizim. 12 yıldır beraberiz. 12 yıl ‘Ay canım cicim’ diye geçer mi? Geçmez. Ayrıldığımız da oldu, yeniden kavuştuk. Artık daha olgun bir dönemdeyiz. Yan yana durabilmeyi öğrendik.

Sezen Aksu’yu kelimelerle anlatmak çok zor. Çok derin bir kadındır. Üzerimde hakikaten çok emeği vardır. Bununla birlikte çok yakın dost olduk. Benim bütün sırlarımı paylaştığım, dertleştiğim, hayatımızı paylaştığım bir dostum.

Fahir Atakoğlu benim kardeşim gibi. Çocukluğumuzdan beri tanışıyoruz. Müziğe birlikte başladık. Müzikten ilk parayı da birlikte kazandık.

Serdar Erener... benim idolümdür. Hiçbir zaman kavga etmedik, hep birbirimize iyi davrandık. Benim hayatımın en merkezinde duran kişidir. Akıllıdır.

Madonna bir fenomen. Çok beğenirim. Gördüğüm en olağanüstü hayalci. Kendine bu kadar güvenen, bu kadar inatçı ve bu kadar hırslı bir kadın olamaz.

Orhan Pamuk zaman zaman çok eleştiri aldı, kimileri pek sevmiyor, kimi harika buluyor. Sadece ürettikleri üzerinde konuşmak gerek bence. Önemli bir edebiyatçı ve Nobel Ödülü almış değerli bir sanatçı. Türkiye, böyle bir yazarı olduğu için gurur duyma fırsatını kaçırmamalı.

Ajda Pekkan, mükemmel bir şarkıcı. Çok severim. Bence, gösterişçilikten uzak durmasına rağmen, varlığı hep hissedilen bir sanatçı. O hep var.

Barack Obama... ABD’li olsaydım, oyumu ona verirdim. Demir’le seçim haftası New York’taydık. Painted on Water’ın fotoğraf çekimini, seçim günü yaptık. Otelde televizyonda seçim sonuçları açıklanıyordu. Gece 11.30’da Barack Obama seçim konuşmasını yapacaktı. Bütün New York çığlık çığlığaydı! Ben ömrümde bu kadar büyük bir sevince şahit olmadım.

Nil Karaibrahimgil... Çok komik, hayatımda gördüğüm en kendine özgü, enteresan, çok özel, çok yetenekli bir kız.

Hayat beni hastalıkla sıkıştırdı şimdi tam bir hayalperestim

Sertab Erener, 15 yıllık sanat hayatını DVD olarak kaydetti. Sanatçı dostlarının, ailesinin ve kendi söylemlerinin yer aldığı otobiyografik DVD, Erener'in doğum günü 4 Aralık'ta çıkıyor... Sanat hayatının dışında kalanlar ise burada. Yıllarca ülseratif kolit rahatsızlığıyla boğuşan Erener, geçirdiği kişisel değişimi anlattı..


Sertab Erener, tabağındaki salatasından son otları da ağzına atarken, ben de tabağımdaki mozerella peynirli ve domatesli börekle oturuyorum karşısına. "Bir parça alır mısınız?" diye sorunca; "Teşekkür ederim, ben veganım" diyor. Bu bilgi kayıtlarda yok. Meğer bir yıl önce 'Skinny Bitch' isimli kitabı okuyup sevgilisi Demir Demirkan'la vegan olmaya karar vermişler. "Aslında flexible veganım" diyor. Çünkü beyin sağlığı için balık yiyor. (Veganlar; hayvansal kaynaklı hiçbir besini tüketmiyorlar.) Kahvaltısını ise ballandıra ballandıra anlatıyor: "Elma, muz, ayva olabilir; istediğiniz birkaç meyveyi kocaman bir kaseye doğradıktan sonra mikrodalgada bir dakika ısıtıyorsunuz, hafif yumuşuyor ama pişmiyor... Sıcak sıcak üzerine soya sütü koyuyorsunuz, tarçın, ceviz, isterseniz hindistancevizi biraz da... Bu benim sabah meyve tabağım. Yarım saat sonra crispy yiyorum, rice crispy olabiliyor, glutensiz müsli olabiliyor, gene soya sütüyle... Bazen de kahvaltıda, Amerika'dan getirdiğim soyadan yapılmış peynir ile glutensiz ya da ev ekmeği ve zeytin yiyorum..." Zaten Bodrum'daki evin arsası zeytin doluymuş, bir yıllık zeytinyağı ve zeytinlerin kaynağı orasıymış.

DEMİR'İN ANNESİ MÜTHİŞ BİR AŞÇI
Yemek yapmayı çok sevdiğini, beslenme şekli değişince kimsenin yemeğini yiyemez olduğunu söyleyen Erener, bir tek Demir Demirkan'ın annesi Naciye Hanım'ın yemeklerini yiyebiliyormuş: "Hayatımda gördüğüm en olağanüstü aşçılardan biri. Çocuklarıma yemek yapıyorum diye, özenip özenip, bize hiç yağsız ama dünyanın en lezzetli yemeklerini yapıyor. Bildiğiniz karnıyarığı soya kıymasıyla yapıyor, artık bütün zeytinyağlı dolmalar bizde soya kıymalı... Neredeyse çiğ köfteyi de ondan yapacak yakında. Biz parmaklarımızı yedikçe, o da gaza geliyor." 49 kilodan 44'e indiğini söyleyen Erener'in beslenme şeklinde böylesi bir değişikliğe gitmesi çok da şaşılacak şey değil; imajındaki değişim bir yana başka başka tarzlarda çıkardığı albümler eleştiriliyor ya neticede... Direkt böyle bir soru sormama da gerek kalmadı doğrusu çünkü söyledikleriyle cevabı kendiliğinden vermiş oldu. Dikkat buyurunuz: "Sürüler halinde şu hareketleri 'yapalım'a karşıyım ben. Bu hayat felsefem aslında. Müsaade etmek lazım, kendi egona da müsaade etmek lazım."


* Ne kadar müsaade ettiniz kendinize?
Eskiden hiç etmiyordum.

* Eskiden dediğiniz?
Herhalde başlangıç noktası, 10 yıl var. Yani 97'den beri. Demir'le tanıştığımız tarihte. Ondan önce gerçekten kendi hapsinde olan biriydim; kendi olmazsa olmazlarım, idealize ettiklerim... Çok büyük bir stres bu. İdealize etmeden, severek, salt kendisi için yaparak başarabilmek dünyanın en zor şeyi. Benim ideallerim var; şu albümleri yapacağım, ben cazcıyım, ben popçuyum, ben rockçıyım....

* Etiketlere mi karşısınız?
Onlar idealler! O idealler seni hareket ettiremez, değiştirilemez, kalıplaşmış, ezberlenmiş, bence ölü... Seni yaşamayan ve yaratamayan, çünkü düşünemeyen, çünkü soru soramayan bir hale getiriyor. O yüzden de ben bütün bu sınırlar, sınırlamalar, klişeler, isimler, hepsinin esnemesi gerektiğine inanıyorum.

* Nasıl oldu peki, bir sabah uyandığınızda 'tık' böyle olacak mı dediniz? Nerede tıkladınız?
Herhalde hayat beni hastalık meselesinde sıkıştırdı. Çünkü bunları sormaya çok ihtiyaç hissettim. Kendimden nasıl kurtulmak istediğimi arıyordum aslında. Eğer hayat seni bir yerlerde çok acıtmıyorsa, bu soruları sormuyorsun. Ama canın acımaya başladığında kurtulmak istiyorsun, yaşamak istiyorsun aslında. Bu en derin ve en gerçek ihtiyaç; yaşamak istemek. Mutlu olmak istiyorsun. Bu stres seni çözüm arayışına, huzurlu olmaya itiyor. O zaman sorular başlıyor, felsefeye dalıyorsun. Doğu'ya gözünü çeviriyorsun.

* Ve Uzakdoğu'ya merak sardınız...
Evet. Doğu felsefesiyle tanışmam yoga yapmaya başlamamla oldu. Ben aslında yoga rahatlatıyormuş, esnetiyormuş, 'hadi bir deneyeyim' derken, kendi felsefesi içinde aslında bir içsel çalışma olduğunu anladım. O, beni daha da derin bir yerlere gitmeye çağırdı.

BEN EGOMU ÇOK SEVİYORUM
* Ama öyle 'uçma' seviyesine gelmediniz değil mi?

Çok zor anlaşılan bir şey bu. Bence Buda'yı da kimse anlamadı, diğer peygamberleri anlamadıkları gibi... Çünkü iç yolculuk denilen meselede kendi kendine deneyimlemediğin sürece anlamana imkan yok. Yani kimi moda diye yapıyor kimi new age; sana enerji yolladım da, mutlu oldum da falan oluyor. Öbürü de sofulaşıyor; onu kalıp haline getiriyor ve bütün yaşantısını ona empoze ediyor.

* Ama siz kapıları açtınız mı?
Mesele ne biliyor musunuz, hâlâ bir ego var... Egosuz yaşanmaz. Ego sahip çıkman gereken en büyük güzellik. Ama ego hayatını zindan ettirebilir. Kontrol sende olmalı, bunu yapacak olan da bilincin. Egonun üzerinde durabilecek derecede kendine dışarıdan bakabilme yeteneğin oluyor. Bunu da, kendini ancak tanıdığında yapabiliyorsun.

* Neler değişti peki sizde?
Çok daha iç huzuru bulan bir insan oldum. Korkularımı olabildiğince yenmeye çalışıyorum. Sonu yok bunun ama eskisine oranla daha az korkularım var.

* Nelerden korkardınız?
Sağlık, hastalık, bütün bunlar büyük korkular. Ya da yaptığım şeyi, yapıp yapamayacağım noktasındaki korkularım. Bir olayı algılamada eski karakterdeki Sertab çok daha kaygılıydı, çok daha negatifti. Bense tam tersine mükemmel bir hayalperest olup, onları kişisel bütünlüğümü bozmadan, içimde tamamlayıp, inancımı tam tutup ve olabilecek her şeyin mükemmel olacağı iç huzuruyla yaklaşıyorum. Ben belki de kolitten sonra midemi hasta edecektim, başka bir organımı bozacaktım ama tüm bunlar beni çok sağlıklı bir insan haline getirdi. Maşallah, gerçekten iyiyim. Bence stres, insanın immün sistemini tamamen yok edip, bütün hastalıkların oluşmasına neden oluyor. Stres, baş edilmesi gereken birincil faktördür. Onu da yok edebilmenin tek yolu kendinle yalnız kalıp, barışmaya çalışmak; şu egoyla bir tanışmak...

* Egonuzu seviyor musunuz?
Ben çok seviyorum. Enteresan bir karakter ama...

* Egonuzun yaptığı en kötü hareket ne?
Kendinden vazgeçmek noktasında, birine kendini adayabilmek. Bu bence negatif bir şey. Çünkü insan kendinden hiçbir zaman vazgeçmemeli.


Otobiyografik DVD'yi Sertab'ın egosu istedi

* Geçen seneler müziğe nasıl yansıdı, müziğinizde ne oldu ve niye şimdi 15 senelik müzik hayatınızı bir DVD'den izleyeceğiz?
Bu işe başladığımdan beri, bir konserin kaydedilip DVD formu içinde sunulmasının CD'den daha değerli ve daha güzel bir sunum olduğunu düşünüyorum. Sahne üzerindeki performansın, o anlık üretimin değerine daha çok inanıyorum. Üstüne de hayatından kesitler, yaşadığın, düşündüğün hayat felsefeni biraz filmleştirip, DVD'ye yayabiliyorsan, ki ben öyle yaptım, işte o zaman bir 15 yılı aşağı yukarı anlatmış oluyorsun.

* Peki kendinizi neden anlatmak istediniz?
Söylemeye değer bulduğum, başka insanların işine yarayacağına inandığım bazı bilgilere sahip olduğumu düşünüyorum. Ama bunu Sertab egosu istiyor zaten. Bir yerde anlayışla bir arada olmaya çalışalım, bu dünya üzerinde şu kadarlık ömürde birbirimizi anlamak, barış ve huzur içinde, zarar vermeden, ilişkilenerek, adam gibi insan olmanın ötesinde bir yerde bir şeyler yapabilelim demeye çalıştım. Kâh şiirsel olmaya çalışan cümleler kurdum, kâh hayatıma girmiş çok değer verdiğim insanlarla minik röportaj ya da onların hakkımda düşündüklerini içine yerleştirdim.

* Ne kadar sürüyor?
2 saat 10 dakika. Fahir Atakoğlu, Levent Yüksel, Sezen Aksu, Özge Fışkın, Nil Karaibrahimgil, sonra Demir var... Abimden (Serdar Erener) rica ettim, bir de limited edition (sınırlı sayıda) yapalım diye. Her artist yapar otobiyografilerde; fotoğraflarını da içeren bir buklet yapar. Bizimki buklet değil, 'book' oldu, 80 sayfalık kitap haline geldi. Beni besleyen insanlardan hakkımda yazmalarını rica ettim. Haliyle annemden, babamdan ve abimden de istedim. Abim bir şey yazdı; kanlı gözyaşları, okuyan ağlıyor. 'Sen bunu stüdyoda oku' dedim ve film yapmamız gerekti, babamın biz çocukken çektiği 8 mm. filmlerden altı-yedi dakikalık bir film yaptık abimle... DVD öyle açılıyor, sonra konsere bağlanıyor, sonra araya küçük röportajlar giriyor, öyle gidiyor...

* Satış rakamı ne olacak?
İki ayrı kapakla, iki ayrı tasarımla çıkacak. 19.99 normal DVD. Limited edition; içinde 80 sayfalık kitabı, iki tane audio CD'si olan da 29.99 olacak sanırım.


New York'ta ev bakacağız

* Erener, yılbaşında New York'ta olacakmış; Demirkan ve ailesiyle... Bir de belki ev tutmayı düşünüyorlarmış, çünkü otel masraflı oluyormuş, "Belki küçük bir hücre daha avantajlı olacak" diyor Erener.
* Bir yıl önce yapımına başlanan ve okyanusu aşmayı planladıkları tekne bitmiş. 20 metreymiş. İçinde Demirkan'nın bir stüdyosu varmış. Alt katı 'tamamen egoistçe' tek kamara yapmışlar, orası da yatak odasıymış. Üst katta da mutfak, salon, kokpit varmış. "Rakam vermeyeyim ama pahalı bir şey oldu" diyor Erener, sorup soruşturuyoruz, en az 1 milyon dolara mal olacağını söyleyen var. Erener devam ediyor: "Biz teknenin hayalini kurduğumuzda başka insanlardık, hayat genişledi, esnedi. 'Painted on Water'ın mesela bir beş sene sonraki halini görelim. Tekne her zaman olur."



Grammy hayal değil alacağız

* Eurovision'un kötü etkisi oldu mu?
Hiç olmadı. Bence Eurovision öyküsü bana pozitif bir katkıda bulundu.

* Yani sizden beklenti artmadı...
Artmış olabilir. Belki de şunu diyor olabilirler; "Eurovision'dan sonra Sertab da acayip bir adım atamadı!" Ama o, öyle kolay olmuyor. Eurovision'dan hemen sonra İngilizce albüm yaptım ama ben kendimin ne istediğini net bilmiyormuşum.

* Nasıl yani?
'Everyway That I Can' adlı şarkının devamlılığını sağlayacak, belki daha çok popüler bir marketin, yani MTV'nin artisti olmaya çalışan bir pop şarkıcısının hayallerini süsleyecek bir albüm olabilir o. Ama ben o kişi olmadığımı öğrendim albümü yaptıktan sonra. Ben artık yorumculuğun ya da müziğin daha derinlerinde bir yerlerde, bir şeyler yapmak istiyorum. Zaten o yüzden Demir'le (Demirkan) bu İngilizce türkü albümü 'Painted on Water'ı yapabildik. Biz MTV denilen yerde bir müzik kariyeri yapmaya çalışmıyoruz bu albümle, Grammy alacak bir albüm almaya çalışıyoruz.

* Devam ediyor yani bu hayal?
Hayal değil, alacağız onu. 'Painted on Water' 10 Nisan'da Amerika'da çıkıyor, büyük ihtimal, 2010'daki Grammy'ye de yetişeceğiz. Bu albüm olmazsa, ikinci Painted on Water'da alacağız. Şunu söyleyeyim; oturduğun yerden, Grammy adayı olacağız diye bir şey yok, yapacaksın!

* Türkiye'de çıkacak bir albüm var mı?
Tabii var. Hayalim nisan başı, en geç mayıs, burada bir Türkçe albüm bitirebilmek. Çünkü nereden baksan üç yıl oldu albüm çıkarmayalı.

* Şarkılar belli mi?
Yavaş yavaş beste yapıyorum şimdi. Sözler yazdım, bir arkadaşım var Merve Alkan, onunla acayip bir buluşma yaşadık, onun düz yazılarından şarkı sözleri yaptık, bir şeyler kurguladık.

* Söz, beste yoluna iyice girdiniz yani...
Evet evet... Fuat Güner'e yollamıştım bazı sözleri, "Dört tane beste yaptım, al hepsini dinle" dedi. Fahir'e (Atakoğlu) vereceğim sözleri, o bir şeyler çalışacak, biz Demir'le zaten yazacağız.

* Peki bu kez tarz ne olacak?
Gayet akustik. İki albümümün karışımı bir şey yapmak istiyorum; 'Vur Yüreğim' ile 'Lal' albümü... O soundda, o akustikte. Popüler güzel baladların olduğu, benim seslendireceğim kalitede sözlerin olduğu, aşk şarkılarının olduğu güzel bir Türkçe albüm olacak.

Demir'in aşkıyla ölü toprağını üzerimden attım

Röportaj: Sema EREN DENKER / Fotoğraflar: Serdar BENLİ

Sertab Erener, 15 yıllık müzikal kariyerini "Otobiyografi" adlı bir DVD'de topladı.




Şarkılarıyla hayatını kurgulayan Erener DVD'sinde hastalığından kurtuluşunu, yeniden doğuşunu ve aşkını anlattığını belirtti. Ayaklarını yerden kesen aşkı, Demir Demirkan'la yaşadığını söyleyen sanatçı, "Ve o aşk, beni bir şekilde tedavi etti. Korkularımdan kurtuldum. O ölü toprağını üzerimden attım, nefes almaya başladım" dedi.


İlk albümünüzü çıkardığınızdan bu yana 15 yıl geçti. Ve siz bu 15 yılınızı bir otobiyografi DVD’sinde anlattınız. Bence süper bir fikir...
- Teşekkür ederim. Aslında ilk olarak çok farklı bir konser DVD’si yapmak istedim. Sonra bu DVD’yi anlamlandırmaya karar verdim. O sırada ağabeyim, "Bu projeye otobiyografi adını verelim ve sen sahne üzerinde çocukluğundan itibaren anlatmaya başla" dedi. Biz de bu düşünceyle yola çıktık. Dolayısıyla bir film gibi konser kaydı yaptık. 2 saat 10 dakikalık güzel bir şey çıktı ortaya. Bu DVD’nin 1.5 saatlik kısmı, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda verdiğim konserden oluşuyor. Diğer kısmında da benim hayat hikayem yer alıyor. Ancak konseri de bir hikaye anlatır gibi yaptık. Bütün hayatımdaki şarkıları bir kağıda döküp baktık. Bunları bir tiyatro çalışır gibi kurgulayıp, bütün hayatımı, şarkılarımı, “Ölüm ve Yaşam!”, “Yeniden doğuş” ve “Aşk” başlıklarında toparladık.

Peki “Ölüm ve Yaşam”la başlayalım. Bu bölüm hastalığınızla başlıyor değil mi?
- Evet ve bu bölüm konserde de “Yalnızlık Senfonisi”yle başlıyor. Elimde bir serum şişesiyle sahneye çıkıyorum. Gerçekten de öyleydi. Bu albümü yaptığım sırada hastaneden çıkıp stüdyoya giderek şarkıyı okumuştum. Eğer bu şarkıyı söylemeseydim o albüm piyasaya çıkmayacaktı.

Siz 11 yaşında kolit rahatsızlığına yakalandınız. Çok uzun süre sıkıntılar yaşadınız. Birkaç kez ölümle burun burna geldiniz... Şimdiki Sertab bambaşka biri değil mi?
- Ben tam 21 yıl bir kanamalı hasta gibi yaşadım. Kolit, bağırsakta yaralar olan ve durmadan kanayan bir hastalıktır. Ve ben ameliyatlardan sonra yıllarca tuvalette kan bekledim. O korku benden çok yavaş bir şekilde gitti. Dolayısıyla hastalandığım dönem gerçekten çok sıkıntıların çok acıların olduğu bir dönem. O dönemde yaşayan başka bir kız çocuğu, başka bir kadındı. Dediğiniz gibi şu an konuşan başka birisi. O korkularla yaşayan kadını öldürdüm ben. Hatta öyle bir şey oldu ki, o acılı, hastalıklı döneme ait korkuları, problemleri bu DVD ile birlikte içimden çıkarıp “alın seyredin arkadaşlar, bu başka biriydi”ye getirdim.

1995 yılından, yani ameliyat olup bu hastalıktan kurtulduktan sonraki bölümü “Yeniden doğuş” başlığı altında topladınız. Seyirci burada neler izleyecek?
- Şimdi üzülen ve ezilen ego yaşamak istiyor. Benim içimdeki memeli, insan, ego dedi ki: "Artık acı çekmek istemiyorum." Bunu tedavi etmek için, kendi içime doğru bir yolculuğa çıktım. Çıkarken de dünyaya, hayata şöyle bir baktım. Neler yaptığıma, yapmadığıma, ne kadar risk aldığıma, bir sürü şeye. İşte bu bölüm, yani diriliş bölümü “İncelikler Yüzünden” şarkımla başlıyor. “Zor Kadın”, “Kumsalda” şarkılarımla da devam ediyor. Biraz da bu bölümde popülerliğin keyfini çıkaran, eğlenceli, acı çekmeyen bir kadın var artık.

Bir yanardağ patlaması gibi bir şey bu.
- Aynen öyle. Sema, o kadar acı çektim ki. İçimdeki o eğlenceli, neşeli kadını hiç gösteremedim. Hem toplum baskısı hem de sanatçı olmamın yarattığı sıkıntıdan dolayı "Aman o ne der, bu ne der" baskılarıyla birçok şeyi yaşayamadım. Hele bu coğrafyada adamı törpülemek üzere kurulmuş bir düzen var. Herkesi aynı yapıp bir kutu içerisine sıkıştırıyor. Ondan sonra sözüm ona yaşıyorsunuz. Bazı insanlar bu soruları sorup, bir yolculuğa çıkabiliyor. Bazıları da hayatlarının sonuna kadar bu soruları sormadan, hayatı, kendini sorgulamadan göçüp, gidiyorlar. Bu soruları sordurtan kimdir, nedir, hangi sestir bunu bilmiyorum.

Bu soruları sordurtan şey, ölümle birkaç kez burun buruna gelmek...
- Evet, ya hastalıklar, ya sevdiğin birinin ölümü seni bazı şeyleri sorgulamaya itiyor. Ne yazık ki hayat seni sıkıştırdığında böyle sorular sormaya başlıyorsun. O zaman ne dayatmalar, ne öğretilmiş şeyler umurunda oluyor. Matrix filmini bu yüzden çok beğenmiştim. Bir de bu coğrafyada kadınlar üzerinde ne yazık ki çok fazla baskı var. Bu baskılar da seni çok sıkıştırıyor. İşte bazı gerçekler de seni bu baskılarla yüzleştiriyor ve “Bir dakika ben yaşamak, nefes almak istiyorum” dedirtiyor. Ben bunları yaşadım.

Ve üçüncü bölümde de “Aşk”ı anlattınız. İyileştikten sonra başka bir Sertab olduğunuzu, artık hayatı kendi istekleriniz doğrultusunda yaşadığınızı söylüyorsunuz. Bu değişimden aşk nasıl payını aldı peki?
- 11 yaşından itibaren hastalıkla yaşayan ve aşklarını da bu hastalıkla beraber yaşayan biri olarak, gerçekten içimde sakladığım, kendi özümde olan esas kadını, kızı yaşayamadım. Bunu yaşayamadığım için de aşkı da yaşayamadım. Ve ben bu değişimle beraber gördüm ki, içimdeki kadın da aşkı başka tanımlıyor. Ben aşkı o güne kadar hep kendini güvende hissetmek, bağımlılık duygularıyla yaşamışım. Hiç ayaklarım yerden kesilmemiş. Oysa değişen Sertab aşık olunca ayakları yerden kesildi. İşte şarkıları da besteleri de bu dönemde yapmaya başladım. Başka bir tarafımı fark ettim. Ve ben o ayaklarımı yerden kesen aşkı, Demir'le yaşadım. Ve o aşk, beni bir şekilde tedavi etti. Korkularımdan kurtuldum. O ölü toprağını üzerimden attım, nefes almaya başladım.

Demir Bey'in hangi hali etkiledi sizi?
- Güçlü hali... İlk tanıştığımızda o yeni Los Angeles’tan gelmişti. Ne beni, ne starlığımı falan hiçbir şey bilmiyordu. Ve ilk gün bana, “Los Angeles’ta senin gibi şarkıcı yok” deyince şaşırdım. Çünkü bu coğrafya sana yurtdışının mucize olduğunu öğretmiş. Öyle gariban, güçsüz, ne yapacağını bilmeden, kaderci bir şekilde yaşayıp gidiyorsun. Sonra bir adam çıkıyor ve sana, “Sen bu değilsin, yurtdışında da star olursun” diyor. İşte Demir’in bu sözüyle kendime geldim. Bir güç geldi bana.

Aslında Demir gibi birisiyle karşılaştığınız için de şanslı kadınsınız.
- Şans değil bu. Ben Demir’i çağırdım. Çünkü değişmek istedim ve hayatımı değiştirdim. Kendi hayatının oluşumunu değiştirdiğinde, hayatındaki oyuncularda değişiyor. Dolayısıyla ben oluşumu değiştirmeye başladığım bir dönemde Demir gibi birisinin kaşıma çıkması çok normaldi. Başka türlüsü olamazdı. Bakın ben Eurovision’da birinci olacağımı biliyordum. Bunu bilerek gittim.

Nasıl yani?
- Deneyimler var. Uykuya dalmadan önce, zihnin bir bölümünde enteresan şeyler oluyor. Şimdi, günlük, sıradan işleri yapan bir bilinç var. Bir de alt bilinç var. İnsanın hayatını alt bilinç yönlendiriyor. Ama kimse bunun farkında değil. İnsan alt bilincine sürekli bir şeyler atar. Eğer sen bu bilince korkular atarsan, hayatı yaşarken, bu korkularla karşı karşıya kalıyorsun. İnsanı yaratan şey, alt bilinçtir. Alt bilinçte uyku halindeyken devreye giriyor. Alt bilince, “Ben birinci olacağım” diye mesaj yollamaya başlarsan ya da çok istediğiniz bir şeyi, o gerçekleşiyor. Ben hep, ödülü havaya kaldırdığım anı alt bilincime gönderdim. Ve ben onu hep olmuş gibi yaşadım. Bunu geceler boyunca yaptım. Öyle ki birinciliği hücrelerime kadar hissettiğim anlar oldu. Bunu yapınca da başarıyorsun.

Şimdi hayatınızda yepyeni bir sayfa açtınız. O sayfa ilk neyle dolacak, neler olacak hep beraber göreceğiz...
- Demir’le kendi kültürümüzden, kökümüzden bir müzik yaratmaya karar verip, bu müzikle dünyaya açılmak istedik. Aylarca türküler dinledik. O türküleri kendimizce yorumladık. Sonra dünyanın en iyi blues, jazz vs gibi müzisyenleriyle bu şarkıları kaydettik. Şimdi bu projenin sonuna geldik. Şu sıralar albümün kapak fotoğraflarını çektik, şu an kapak tasarımları yapılıyor. Ve 10 nisan’da Amerika’da bu albüm müzik marketlerdeki yerini alacak. Orada çok iyi, güçlü, profesyonel bir ekiple çalışmaya başladık. Onlar bizim adımıza her şeyimi takip ediyor. Yılbaşından sonra gidip, oradaki çalışmaları da takip edeceğiz. Bu arada burada da Türkçe albümün çalışmalarına başladım. Onu da ilkbahar gibi çıkartacağım.

Hayatındaki üç önemli insana üç özel yazı
Hayatını şarkılarıyla anlatan bir otobiyografi DVD'si hazırlayan Sertab Erener, bu çalışmada eski eşi Levent Yüksel, Sezen Aksu ve sevgilisi Demir Demirkan için de özel bir bölüm ayırdı. Bu bölümde duygularını dile getiren Erener, bakın sevdiği üç insan için neler kaleme almış...

SEZEN AKSU: “Ben küçücük, yatak kocaman. Kolumda serum. Her damla arası bir ömür. Düşümü kaybetmiş, tam kendimden vazgeçmişken, "Sertab, hadi kalk bu yataktan her şeye rağmen bitirmelisin bu albümü, yarın kayıt var" dediğin o gün Sezen, düşümü devam ettirecek gücü verdiğin için, tüm şarkıların ve hep yanımda olduğun için sana minnettarım.”

DEMİR DEMİRKAN: “En güzel şarkıları bana yazar. O isterse çok iyi yemek yapar. Tekne diyin hemen rüyalara dalar. Değişir ama hep gelişir. Onunla dünyanın sonuna bile gidilir. Acayip beste yapar, her gitarı çalar, bilgece sorular sorar. Sevince kendini adar. Zaman takıntılı, şarkıcı, yakışıklı, ruh ikizim Demir Demirkan.”

LEVENT YÜKSEL: “İkimizde nasıl bir sınavdan geçtik bilmiyorum ama biz, iki genç insan evliliğimiz boyunca birbirimizin amansız hastalıklarının bekçileri olduk. Tüm derdimiz birbirimizi iyileştirmek oldu. Belkide bu yüzden kadın erkek savaşlarına hiç vaktimiz olmadı. Belkide yine o yüzden o benim artık dostum.”

Sertab Erener Vatan'a konuştu!

Hayat, evin içerisinde de “star” olarak sürmüyor

Tuğrul Tunalıgil

--------------------------------------------------------------------------------

Sertab Erener, Eurovision’da kazandığı başarıyı daha üst düzeye taşımak için yakında Demir Demirkan ile birlikte New York’a giderek “Grammy” adaylığı için çalışmaya başlayacak. Bodrum’da gözlerden uzak bir hayatı tercih eden Erener, “Sahneye çıkan şöhretli bir insanın her zaman ’sahnedeymiş’ gibi yaşadığı düşünülüyor. Ama hayat, evin içerisinde ’star’ olarak sürmüyor” diyor.


Bugün gerçek anlamda uluslararası bir star olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Doğduğunuz, büyüdüğünüz ve aynı dili konuştuğunuz ülkede bile 15 yılda bir yere geliyorsunuz. Sayısız albümler yapıyorsunuz, röportajlarınız çıkıyor. Bence, enternasyonal dünyada da kariyer yapabilmek için aynı süreye ihtiyaç var. Bu iş bence bir günde gelen Eurovision birinciliğiyle olacak şey değil. Yılmadan, adım adım, inatla ve sevgiyle doğru şeyler yaparak ilerlenebilecek bir kariyer hedefi. O yüzden, ben şu anda “Oldum, bittim” gibi bir şeyi söylemem. Ama önemli adımlar atmış olduğumu biliyorum. Avrupa’da da belirli bir bilinirliğim var. Japonya’da 50 bin satmak, hiç de küçümsenecek bir rakam değil.



Barış Manço’dan sonra siz mi geliyorsunuz Japonya’da?

İnşallah öyle olacak. Ama bunu geliştirerek kendimi dünyada daha çok tanıtmam mümkün. Tabii ki kendi doğup büyüdüğüm yerdeki kariyerimi de devam ettireceğim ama artık “global” biri olmak istiyorum. Bu yüzden, Demir’le yakında “Painted on Water” projesine başlıyoruz.


Demir Bey’le ortak şarkı söylüyor musunuz yeni projede?

Ortak bir şarkı değil, ortak bir albüm hazırladık. Demir’le birlikte önce “Painted on Water” adlı bir grup kurduk. Aynı adı taşıyan albümümüzü de Mart ayında Avrupa’da, Amerika’da, Japonya’da ve Avustralya’da satışa sunuyoruz. Yakında albümün tanıtım konserlerini yapacağız. Biz Anadolu’nun bilindik melodilerini caz müzik tarzıyla yorumladık. Müzik tarzımız için ise, Blues, caz ve etnik müzik karışımı, “World Music” diyebiliriz. O kadar kendine ait bir müzik ki, dünyanın neresinde biri o albümden bir şarkı duyarsa, “Aa, bu ‘Painted on Water’ grubu” desin istiyoruz.


Sanırım, bu albümle Grammy’e aday olacaksınız. Grammy, Eurovision’a kıyasla biraz daha zor gibi görünüyor, değil mi?

Hiç de öyle değil. Bu bizim aşılamaz zannettiğimiz kendi duvarlarımız. Bütün bu duvarları daha önce aştığınız zaman, kendinize daha büyük hedefler koymak için çekinmiyorsunuz. Buna hem Demir, hem de ben inanıyoruz. Kendisine ait sound’u olan ve dünyanın hiçbir yerinde taklidi olmayan iyi bir müzik yaptığınızda, kaç kişiyle buluşacağı hiç önemli değil. İnsanlar eninde sonunda müziğinizi bir yerlerden bulup dinliyor.

Grammy almanın yolu nereden geçiyor?

Grammy, tıpkı Nobel gibi bir vakıf. Öncelikle Grammy’e aday oluyorsun. Müzisyenler, şarkıcılar ve söz yazarları Grammy’nin üyeleri oluyor. Bu üyeler, Amerika pazarında çıkan ve Grammy’e adaylığını koyan albümleri dinleyip oyluyorlar. Oylama sonucunda, yüzlerce kategori için birkaç albüm “Grammy adayı” oluyor. Grammy’e aday olabilmek için, ABD’deki müzik radyolarının albümünü sık çalıyor olması lazım. Ayrıca, bu radyolarda bir numaraya çıkmış olman da gerekiyor.



Eurovision, hayatınızda neleri değiştirdi?

Eurovision’daki o birincilik hem benim kariyerim, hem de kişisel olarak hayata bakışımda ciddi bir dönüm noktasıdır. Avrupa’yı, dünyayı ve bütün müzik endüstrisinin oyununu tanıdım. Müzik dünyasında etkili birçok insanla tanıştım. “Global Business”ın nasıl bir oyun olduğu hakkında bir fikrim var artık. “Lokal market (yerel pazar)” başka, dünyaya açılmak bambaşka bir iş... Dünya, artık küçük bir coğrafya değil. Hedeflerini artık “global dünya” üzerine kurmaya çalışıyorsun. Çünkü kazandığın başarının getirdiği güven, sana bunları yaptırmak istiyor.


Eurovision, hâlâ Türk insanının güncel tartışma konuları arasında. Sizce, bu kadar hayatımızın içinde olmalı mı?

Yurtdışında bizim gibi hiçbir zaman birinci olamamış, her yıl “Evet, bu yıl birinci olacağız” diye debelenen ve kompleks duyan başka ülkeler de var. Bence bu çok normal. Çünkü bu bir yarışma ve kazanmak istiyorsun. Kazanamadıkça da stres yaratıyor. Eurovision, önemli bir yarış olduğu için ülkemizde her zaman bir değer teşkil edecektir. Çünkü “Eurovision” artık bir olgu...


Büyük başarılara imza atan star’lar, genelde çok hızlı yaşıyor. Sizin ise içe dönük, “mütevazı” bir hayat tarzınız var...

Sahneye çıkan şöhretli bir insanın her zaman “sahnedeymiş” gibi yaşadığı düşünülüyor. İnsanların kendi yeteneklerini en güzel şekilde gösterebildikleri ve yıldızlarının parladığı o en ihtişamlı an, tabii ki hayatın içindeki mükemmel bir an. Ama hayat, evin içerisinde de “star” olarak sürmüyor. Sonuçta, tek başına kaldığınızda herkesten bir farkınız yok. “24 saat sahnedeymiş” gibi bir yaşam bence abartılı ve gereksiz. Ben buna ihtiyacım olmadığını gördüm. Belki de, “İçe dönük birey olduğum” yorumu da buradan kaynaklanıyor. Ama ben bundan keyif alıyorum.


Niçin İstanbul’dan kaçıp Bodrum’a gittiniz?

Biz Bodrum’a önce bir albüm yazmaya gittik. Üç aylığına orada ev tuttuk. Fakat zamanla gördük ki, bu yaşam bizi çok mutlu ediyor. Sonra da “Neden biz burada yaşamıyoruz?” dedik. Aslında Bodrum’dan biraz uzakta, Ortakent’in tepesinde “Yakaköy” adlı bir köyde yaşıyoruz. Bizim eve giderken yol da bitiyor. Arkadaşlarıma tarif etsem bile zor buluyorlar. Dağ başı gibi bir yerde tam bir köy hayatı yaşıyoruz.


Hiç sıkıldığınız olmuyor mu?

Bazı arkadaşlarım “Orası dağ başı, hiç korkmuyor musun, sıkılmıyor musun?” diyor. Hiç öyle sıkıntılarım yok. Hatta gün nasıl geçiyor, nasıl bitiyor, anlamıyorum bile... Çok mutluyum, sakin bir hayatım var. Şehir hayatı çok hızlı ve kalabalık. 17 milyon insanın yan yana yaşıyor olması fikri, “delirtici”... Asansöre bile bindiğinizde, kendinize ait şahsi alan ortadan kalkıyor. Bir süre sonra, kendini korumaya alıyorsun. Bu da zamanla üzerinde bir stres yaratıyor. Ama Bodrum gibi geniş ve yalnız kalabildiğin bir yerde, bu stres omuzlarından kalkıyor. Psikolojik olarak da rahatlıyorsunuz. Ayrıca, doğa ile yan yana olmak da başka bir duygu. Buna biz “kaçış” değil de, bir çeşit “terapi” diyoruz. Kendimize yaptığımız bir iyilik.


Organik mi besleniyorsunuz orada?

Evet... Şimdi de bahçede küçük bir sera yapmaya karar verdik. Bodrum’da bazı şeyleri daha kolay yetiştirebiliyorsunuz. Hormonsuz bahçe domatesi, sebze ve meyve bulma ihtimaliniz daha yüksek. Köyde kendi manavlarım var. Yağmur yağıyor, ardından güneş açıyor, bir bakıyorsunuz hemen mantarlar çıkmış. “Mantar çıktı mı Ali Usta?” diye Köylü Ali’ye sesleniyorum. “Var, var Sertab Hanım” deyip bir torba büyük vahşi mantarı bana getiriyor. Mesela, soğanla mantarı kavurup yediğimiz akşamlar oluyor... Tabii ki şehir hayatından çok daha iyi bir hayat.


Bodrum’da bir gününüz nasıl geçiyor?

Bodrum’da kendimle baş başa kaldığım, güneş doğunca uyandığım, batınca uyuduğum, kedi köpekle ve doğayla iç içe bir hayatım var. Kah zeytin ağacıyla, kah ineklerle, yaban domuzlarıyla uğraşıyorum. Beynimizi dinlendiriyoruz. Demir’in annesi ve babası da Bodrum’da yaşıyor. Onlarla çok sık görüşüyoruz. Bodrum’da daha çok şey düşünüp, daha pozitif şeyler üretebiliyoruz. Yapmak istediklerimiz için de daha çok motive oluyoruz. Beynimizi orada rahatlıyoruz, sonra da İstanbul’a gelip bir asker gibi çalışıyoruz. Yorulunca tekrar Bodrum’a dönüp kendimizi şarj ediyoruz. Bodrum’daki evde Demir’le birlikte uzun uzun Çin çayı içiyoruz. Bunun dışında, yemek pişirmeyi de çok seviyorum.


En çok hangi yemeği yapıyorsunuz?

Biz yemek konusunda da yaratıcılığımızı kullanıyoruz. Tabii ki, ikimiz de vejetaryeniz. “Doğru beslenelim” derken arada garip yemekler de icat ediyoruz. Mesela, meşhur fondüyü yağla değil, suyla yapıyoruz. Balık alıyoruz ve fondü tasına su koyup içine “aromatik” şeyler de ekleyerek kaynamış suda balık yapıyoruz. Çok sağlıklı oluyor. Herkese tavsiye ederim.


Biz kozmozun önünde evliyiz

Demir Bey’le beraber şarkı söylemek nasıl bir his?

11-12 yıldır hayatı paylaştığın ve kendini en doğru ifade ettiğin biriyle, müziği de paylaşıyor olmak büyük bir ayrıcalık. Sahnede yan yana müzik yapıyor olmak çok keyifli ama kendimizi “Albano-Romina Power” çifti gibi de hissetmiyoruz. “Sevgililer çıktı, şarkı söylüyorlar” gibi bir durumumuz yok. Sahnede olduğumuzda, Demir iyi bir gitar virtüözü ve iyi bir besteci, ben de iyi bir şarkıcıyım. Sahnedeyken “Dünyanın en iyi müzisyenleriyle ortak bir müzik çıkarıyoruz” gibi hissediyoruz.


Şarkınızdaki gibi gerçekte de “zor bir kadın” mısınız?

Eskiden, yani o şarkıyı yazdığım zamanlar zordum. Ama kendi kişiliğime ve egoma bakıp zor kadın olmaktan pek hoşlanmadığıma ve kendimi değiştirmem gerektiğine karar verdim. Eskiden açıkçası daha “benmerkezci” bir kadındım. Fakat daha çok “ben” diyenler, yani egosu büyük olanlar, o egolarının alanı içine giren her şeyi yıkabilecek yapıya bürünüyorlar. Ben şimdi “benmerkezci” olmaktan sıyrılıp daha çok egoyu kontrol edebilen bir “göz” olma yolculuğuna çıktım. Ve o “zor kadını” törpülemeye başladım yavaş yavaş...


Demir Bey’le sizi en çok birbirinize bağlayan şey nedir?

Bizim birlikteliğimiz bir seçim. Benim kadar hayatta değer verdiği şeyleri aynı olan, aynı noktalarda soruları sorup, o noktalarda kendini anlamaya çalışan ve “yarım olmaktan” benim kadar nefret eden biri... Aslında bir çeşit ruh ikizim.


Gündeminizde evlilik var mı ?

Hiç yok, öyle bir şey gündemde. Biz zaten kozmozun önünde evliyiz.
Son düzenleyen toxic91; 4 Ocak 2009 21:30 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
toxic91 - avatarı
toxic91
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #9
toxic91 - avatarı
Ziyaretçi
l5e70d9b4bad6405b9eeaf3cv6
toxic91 - avatarı
toxic91
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #10
toxic91 - avatarı
Ziyaretçi
l6d6a90d3ba3e4d909bd444sk4

l86e39abedbee21cffda5c1ty1

l219e442bd15b4f88a3bd61ft8

l408c90b9c6f74276be315asd1

le57bc2c6e7ff4bbc893a07jp7

l353bbb1cfac9b1ac3b8ca4tv6

le74498b31a79487285df6eur5

l097131fabb1c4c21890f16ox7

Benzer Konular

27 Temmuz 2014 / Misafir Soru-Cevap