Arama

Osmanlı Eğlence Anlayışı

Güncelleme: 4 Şubat 2010 Gösterim: 15.951 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Ağustos 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Eğlence Anlayışı

Sponsorlu Bağlantılar
Budizm ve İslamiyet, Türklerin yaşam biçimlerinde temel değişimlere yol açmıştır. Manihezim ise Uygur Türklerini etkilemiş ancak , derin bir iz bırakamamıştır. Yahudilik ve Hıristiyanlık ise Türklerin bir kısmında inanç, kültür ve kimlik değişimi yaratmıştır.
Gök Tanrı inancı ile büyük uyum sağlayan Müslümanlıktaki mücadelecilik ve disiplin anlayışı, Türk töre ve karakterine uygun bir din olarak özümsenmiştir. İslamiyet ile Türk töresi iç içe geçerek adeta birbirini tamamlamışlardır.
İslam dinindeki haklar ve kurallara ilişkin helal ve haram dengesi, eğlence hayatını kısmen düzenlemiş ve özellikle düşük ahlaklılık gösteren eğlence anlayışları yavaş yavaş terkedilmiştir. Fakat, özellikle müzikli eğlence anlayışı yahut gelenekleri, Muhammed Peygamber zamanında bile yasaklanmamıştır. Türklerde müzik hayatın bir parçası olup at üzerinde bile icra edilmiştir. Küğ ya da Yır olarak bilinen müzik türü Oğuz ve Manas destanlarında geçmektedir.
Farabi’nin Türk müzik birikimini bilimsel olarak disiplin etmesi ve Kitab-ı Musiki’y-ül Kebir (Büyük müzik kitabı) adlı eserle Türk müzik formatlarını İslam musikisiyle birleştirmiştir. Selçuklularda devlet teşkilatına giren mızıka heyeti, Osmanlılarda Ceng-i Harbi veya Mehter Müziği olarak çok daha geniş ve etkili olmuştur.
İslam ümmeti ile Osmanlı milletlerinin üst düzey yöneticilerinin bulunduğu çevreler içinde yaygınlaşan sportif eğlencelerle birlikte, müzik ve gösteri eğlenceleri de yaygınlaşmıştır. Bu yaygınlık ekonomi merkezlerinde ve saraylarda kadın odaklı olarak kapalı bir sektöre dönüşmüştür.
Osmanlı’da halka açık eğlence merkezleri ilk dönemlerde spor oyunları ile başladı. Avcılık ve okçuluk, güreş ve cirit gibi ulusal oyunlar, İstanbul’un Başkent olmasıyla ve kıraathanelerin tartışma ve dinlenme merkezi olarak gelişmesiyle azaldı. Giderek halk oyunları ile idareci sınıf arasındaki eğlence anlayışı birbirinden kapma noktasına geldi.
18. Yüzyılda İstanbul’daki İsveç elçiliğinde çalışan d’Ohhson, yedi ciltlik Tableau General de L’Empire Otoman adlı eserinin dördüncü cildinde eğlence konusuna değinir. Yazar, Müslümanların gösterilerden, gürültülü,, patırtılı bayramlardan sakındıklarını söyledikten sonra;
"Türkler arsında münhasıran padişahın eğlenmesine hasredilen saray içi eğlencelerinden başka genel eğlencelere rastlanmaz."
der. Bu tür eğlencelerin de ancak iki bayram arasında olduğunu belirten d’Ohhson, Türkleri eğlenmeyi bilmemekle ve asık suratlılıkla itham eder. Komedi, trajedi, opera gibi insanoğlunun dehasının bütün kaynaklarını ve dilin bütün güzelliğini döktüğü sanatlar Türklerin meçhulüdür. Yazar tarafından aşağılanan oyun ekipleri, komikler, hokkabazlar, güreşçiler, cambazlar, gölge oyunları, var olmasına vardır ama, bunlar da alenen temsil veremez ve ancak özel vesilelerle görünürler. (…)
Ciddiyet, eğlencelere karşı bigane davranmak Türklerin törelerinin bir parçası gibidir. Erkekler olsun, kadınlar olsun, aşırı hareket etmemeyi, telaşa kapılmamayı, mümkün olursa sofralarındaki yerinden kıpırdamamayı bir nevi büyüklük sayar. Mesela oturdukları yerde veya ayaktayken mendillerini düşürürler veya iki adım ötedeki bir şeyi almaları gerekirse, kendileri kıpırdamaz ve iki ellerini birbirine vurmakla yetinirler. O zaman hemem bir içağası veya cariye koşar ve isteklerini yerine getirir.
Osmanlı eğlence hayatının sadeliği ve zarafetine karşı tepkili olan elçinin İslam emir ve yasakları ile Peygamberimizi sünnetleri hakkında yeterli bilgiden yoksu olduğu çok açıktır. Ancak, Osmanlı eğlence hayatının saray içi ve çevresindeki resmiyetin dışındaki boyutları da iyi gözlemlenmelidir.
“1582 yılında Padişahın kızkardeşleri evlenirken yapılan şenlikler sırasında İstanbul’da bulunan De La Croix donanma gecesini şöyle anlatıyor:
Bu türlü gece şenliği çok hoştu. Bütün dükkanlar en değeli eşyalarla bezeniyor ve pek çok sayıda kandillerle aydınlatılıyordu. Bu kandiller çiçek demeti ve klaptanlarla asılıyordu.Satıcılar geceyi dostlarıyla şarkı söyleyip, çubuklarını tüttürerek, kahvelerini içerek geçiriyorlardı. (…)

Osmanlı Devleti’nde eğlence hayatını yönlendiren resmi ve sivil kuruluşlar da vardı. Eğlencehane-i Osmani Kumpanyası, Handehane-i Osmanlı Kumpanyası, Meserrethane-i Osmani Kumpanyası, Tema­şahane-i Osmanlı Kumpanyası, vb. organizasyonlarda profesyonel oyun ve eğlenceler düzenlenmekteydi.
Osmanlı ve İstanbul eğlenceleri, Türk töresinin etkisinde kalan Anadolu eğlence geleneğinden koparak, Arap, Fars ve batı geleneklerinin bir sentezi durumuna dönüşmekteydi:
19. yüzyılın ilk yarısında (…) bir lale bayramını izleyen Panaroma Dergisi’nin muhabiri J.A. David anlatıyor:
Güneşin batmasıyla birlikte haremdeki kadınlar (…) şenliğin başlamasını beklemeye koyuldular. Ansızın akşam sessizliğini yırtan bir haykırışla bir meşale yanar, ışıkları birbirini arar, birbirlerine kavuşur. Bir alay adam hoş kokular yayan meşalelerle çiçeklerin arasında, arkasında ışıklı izler bırakarak dağılırlar. Her çiçeğin yanına bir ayna yerleştirilmiştir. Alevler e çiçek bu aynaya yansır. (…) Denizde ve kalede atılan topların bu şenliğin görkemi konusunda ancak soluk bir izlenim verebilir.
Osmanlı düğünleri de batılı elçilerin gözlemleriyle metinlere yazılmıştır. Saray düğün merasimi konusunda ve özellikle düğün müziği ve dansı hakkında detaylı bilgi vermiştir:
Önce şarkı söyleyen rakkase, ardından dansa başlar: Başının üstünde definin zillerini şakırdatarak yerinden kıpırdamaksızın, bazen yavaşlayan, bazen çılgıncasına hızlanan bir ahenk ile sallanmaya başladı.(…)
İstanbul’daki Hamal Bayramı hakkında, 1857 yılında gözlemlerini anlatan Baronne de Fontmagne, davul, zurna ve saz ekipler eşliğinde çok sayıda seyircisi bulunan el parmaklarıyla birbirine tutunmuş ve halka olmuş (Halay) gruplardan bahseder. Bir Mevlevi törenine de şahit olan Baronne de Fontmagne, musiki eşliğinde dönen derviş ve seremoniyi bir tiyatro sahnesine benzetmektedir.
Geleneksel gösteri sanatlarındaki eğlence kültüründe de merkez olan İstanbul’un, yabancılar gözünde ayrı bir mistik havası ve doğu kültürünün gizemi vardı. Feldmareşal Helmuth Von Moltke, Medeah ve Kukla oyunlarından özenle bahsetmektedir. Bir halk mizahı olan meddah ve kukla oyunu, Türk halk tiyatrosunun ve sahne eğlencelerinin ilk evreleri olarak değerlendirilebilir. Rus Elçisi Kutuzov (1779 Yaş Antlaşması) gözlemlerinde, Ermeni ve Yahudi çalgıcıların eşliğinde, Rum çengi ve oğlanların dansı ile cambaz gösterilerinin yapıldığı avluda, at biniciliği gösterilerini de izlediğini bildirir.
Metin And’ın, ‘Oamanlı Şenliklerinde Saraylar’ adlı eserinde şenlikleri ve eğlenceleri şu başlıklarda sınıflandırmıştır:
  • Savaş Gösterileri
  • Sirk Gösterileri
  • Cambazlık
  • Musikili Eğlenceler
  • Nahıllar
  • Şeker Bahçeleri
  • Geçit Alayları
  • Esnaf Alayları
  • Mesire Eğlenceleri
‘Boğaziçinde Yirmialtı Yıl’ adlı eserin yazarı Dorina L. Neave (1881-1908) kitabında özellikle mesire eğlencelerine geniş yer vermektedir.
Osmanlı Harem Dairesi eğlencelerini ise şu başlıklarda toplamak mümkündür:
  • Halvet
  • Göç
  • Musiki
  • Karagöz, Kukla vb. gösteriler
  • Köçek
  • Tavşan Oyunu
  • Çengi Dansları
Bunun dışında halk ile birlikte kutlanan Cuma Selamlığı, Nevruz Tebriki, Kandiller ve Sure Alayı, Ramazan, Hırka-i Sadet’i Ziyaret, Kadir Gecesi ve Alayı ve Bayram Tebrikleri de sayılabilir.



Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ağustos 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Savaş Gösterileri
Ad:  savasoyunlari.jpg
Gösterim: 663
Boyut:  81.2 KB
Sponsorlu Bağlantılar

Osmanlı döneminde, halkı eğlendirmek, ama daha önemlisi İmparatorluğun muazzam gücünü halka ve yabancı devletlerden gelen misafirlere göstermek için büyük şenlikler tertip edilirdi. Bu şenliklerde pek çok farklı gösterinin yanında özellikle bir tür gösteri öne çıkmaktaydı:
Savaş oyunları
Temel olarak savaş oyunu, heyecanlı dövüş sahneleri içeren, iyi hazırlanmış, güzel kurgulanmış ve bir devletin geçmişte kazandığı büyük zaferleri işleyen mizansenlere verilen isimdi. Roma İmparatorluğu döneminden beri yapılan bu tür gösterilerde, oyunu düzenleyen devletin orduları kısa bir savaşı takiben galip gelir ve izleyen hükümdar ve halkın bu gururu tekrar yaşaması sağlanırdı.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Osmanlı’nın her işinde olduğu gibi, bu iş de özenle ve büyük zaman ve para harcanarak gösterişli hazırlıklar sonucu ortaya çıkıyordu.
Uyduruk kıyafetlerle, bir grup adamın basit bir itiş-kakışından ziyade, gerçek silah top ve mekânlar yaratılarak gerçekçi ve izlemeye değer heyecanlı gösteriler ortaya konmaktaydı.
Osmanlı savaş oyunlarında ağırlıklı olarak kara savaşları işlenmekte fakat deniz savaşlarına da zaman zaman yer verilmekteydi. Genelde işlenen konu, geçmişte yaşanmış başarılı kale kuşatmaları ve sonunda kalenin düşerek içindekilerin esir edilmeleriydi.
Gerçekçiliği artırmak için oldukça özenle hazırlanmış büyük maketler kullanılıyordu. Kale, sur ve gemi maketleri ustaca hazırlanmaktaydı. Bunlar açılan ateşe dayanması gerektiği kadar dayanıyor ve yıkılması istendiği zaman da yıkılıyorlardı.1
Özdemir Nutku kitabında, 1582 Şenliği’nde sergilenen bir savaş oyununu yabancı bir elçiden naklederek, şu şekilde anlatmıştır:
“Ortaya iki kale getirilmiş ve karşılıklı oyun alanına konulmuştur. Bu kalelerden büyüğünü padişahın seyir köşkü tarafına küçüğünü de Hıristiyan devletlerin elçilerinin bulunduğu locaların önüne koymuşlardır. Büyüğünde Türk bayrakları ve flamaları, küçüğünde de iki flama vardı. Bunlardan biri beyaz üstüne kırmızı haçlı, öbürü de mavi üzerine beyaz Burgund [Fransız Düklüğü] haçlıydı. Büyük kalede Türk giysileri içinde askerler vardı. Başlarına yeşil Türk serpuşları giymişler, ellerinde uzun yeniçeri tüfekleri tutuyorlardı. Ayrıca bu kalede altı tane de top kurulmuştu. Küçük Hıristiyan kalesinde ise eski Macar hotozları giymiş ve ellerinde kısa namlulu tüfekler olan askerler görülüyordu. Küçük kalede de dört top vardı. Bu iki kaledeki askerler önce karışık bir biçimde birbirlerine saldırıp çarpışmışlardır. Sonra top atışları başlamış ve küçük kalenin etrafını sipahiler kuşatmıştır. Bu atlılar her iki yanları atlas kumaşlarla örtülü atlara binmişlerdi. Atlar arkadan ve önden İran işi altın örme ve saten kumaşlarla kaplıydı. Bunların bir bölümü Hıristiyanlardı. Atlılar da birbirlerine saldırıp dövüşmüşler sonra Türk piyadeleri uzun namlulu tüfekleriyle küçük kaleyi ateş yağmuruna tutmuşlardır, bir süre sonra da küçük kaleyi ele geçirmişlerdir. Türk askerleri kalenin duvarlarını yıkmışlar. Kalenin duvarları yıkılınca içinden dört yaban domuzu koşarak çıkmıştır. İşgal edilen kaleye Türk bayrakları çekilmiş, Hristiyan bayrakları da yere atılıp yırtılmıştır.
İzleyenler için olağanüstü bir gösteri olan bu oyun sonunda izleyenler büyük alkış ve tezahürat yapmışlardır.”
Deniz savaşları da işlenmekteydi. Yine 1582 şenliğinde kullanılan gemi maketi gerçeğinin tıpatıp kopyasıydı ve hatta topları bile vardı:
“Tıpkı denizde yüzer gibi hareket ediyordu ve karşısına çıkan toplarla donatılmış Türk kadırgasıyla savaşa başladı ve Türk kadırgası düşman kalyonunu yenerek ele geçirdi”
Bazı hallerde, sadece yabancı elçilere gözdağı vermek için de savaş oyunları düzenlenmekteydi. Osmanlı, yabancı elçilere gözdağı vermek ve onları sindirmek için genelde askeri gücünün bir kısmını bir alana yığar ve bu muazzam gücün elçiyi kör etmesini ve ülkesine döndüğünde hükümdarına karşılarındaki askeri teşkilatın büyüklüğünü ve bir açıdan yenilmesinin zor olacağını söylemesini planlarlardı. Yabancı bir elçinin naklettiğine göre, Padişah III. Murad, İstanbul’u ziyaret eden İran elçisine böyle bir gözdağı vermek için İstanbul’a yakın bir alanda on bir bine yakın askerin katıldığı büyük bir savaş oyunu tertip etmiştir.
Savaş oyunları izleyenlere Osmanlı devletinin üstünlüğünü göstermeyi hedeflemekte ve bunun için ustaca hazırlanan büyük maketler için masraftan kaçınılmamaktaydı.

- Alıntıdır -

_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
4 Şubat 2010       Mesaj #3
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devleti'nde Eğlenceler

Osmanlı Devleti'nde mübarek günlerde, bayramlarda, Osmanlı ordularının zafer dönüşlerinde, padişahların çocuklarının doğumlarında ve düğünlerde yapılan şenlik ve gösterilere verilen isim.

Düğün ve sünnet düğünleri dolayısıyla yapılan şenlik ve gösterilere Sûr-i Hümâyûn adı veriliyordu. Bu şenlikler ve gösteriler, üç gün üç geceden az, kırk gün kırk geceden de çok olmazdı. Fakat istisna teşkil edip, kırk gün kırk geceden daha fazla süren donanmalar da olmuştur. Bu donanmalar esnasında, denizde ve karada fener alayları, ışıklandırmalar tertip edilir, top, tüfek ve fişek atışları yapılır, çeşitli oyun ve yarışlar düzenlenirdi. Bu millî ve köklü Osmanlı geleneği, devrin tarihçileri tarafından kaydedilmiştir. Ayrıca bu devrin ünlü şair ve edebiyatçıları, manzum ve mensur olarak bu şenlikleri, eserleriyle dile getirmişlerdir. Böylece edebiyatımızın parlak sayfalarına yenileri eklenmiş oldu. Meselâ, düğün şenlikleri adına Sûrnâme ler, büyük zaferler adına Zafernâme ler, bayramlar için Iydiyye ler, Ramazân-ı şerîflerdeki şenlikler ve donanmalar için Ramazânnâme ler, Miraç geceleri için Mi râciyye ler, Mevlid geceleri için Mevlid kasîdeleri yazıldı. Bu millî kültür mahsulleri, asırlarca zevk, lezzet ve ruhaniyetleriyle gönüllerden gönüllere akarak devam edegeldi. Bu donanma ve şenlikler, İslâm dininin çizdiği meşru sınırları taşmazdı. Donanmaları, başta padişahlar olmak üzere, sadrazamlar, vezirler ve diğer devlet erkânı da teşrif ederek neşe, sevinç ve saadeti halkla paylaşırlardı.

Bu şenliklere, yabancı devlet adamları, büyükelçiler de davet edilirlerdi. Donanmalar, hem karada hem de denizde tertip edilirdi. Şehzadelerin, özellikle de ilk şehzadelerin doğumları münasebetiyle yapılan donanmalar, diğerlerinden daha uzun süre yapılırdı. Meselâ, Sultan Üçüncü Ahmed Han, ilk oğlu Şehzade Mehmed Efendinin doğumunda, beş gün beş gece donanma yapılmasını ferman eylemişti. İkinci oğlu Şehzade Selim Efendi için de, üç gün üç gece donanma şenlikleri yapıldı. Padişah ve devlet erkânından başka, halk da şehzadelerin doğumuna pek sevinir ve ehemmiyet verirdi. Bazı defalar, doğumlarda, donanma şenlikleri yapılmayıp, fukaraya sadaka, tekke ve zâviyelere yardım yapılarak halkın gönlü alınırdı. Bazen de, yangın çıkması endişesiyle, donanmalara izin verilmezdi.

Donanma şenliklerini düzenlemekle görevli memura, Donanma Muhtesibi denilirdi. Donanmalar esnasında, İstanbul un çarşı ve camileri, pazar yerleri, hanlar, hâneler, limandaki gemiler, özellikle saraylar, baştanbaşa çeşitli renkte kıymetli kumaşlarla, bayrak ve flamalarla süslenirdi. Mahyalar ve fener alayları yapılırdı. Gündüzleri, Sultanahmed Meydanında, İbrahim Paşa Sarayında, Bâb-ı Hümâyûnda, Alay Köşkü önünde, Dolmabahçe Sarayında, Vaniköyü nde ve diğer eğlence ve mesire yerlerinde tertip edilirdi. Geceleri şehir baştanbaşa ışıklarla donatılır, belirli aralıklarla top, tüfek atışları yapılırdı. Fişekler fırlatılırdı.

Donanmalar, padişahların fermanıyla ilan ve tespit edildikten sonra, fermanın sadrazamın otağına gelmesiyle birlikte başlardı. Kalabalık dolayısıyla düzenin bozulmaması için tulumcu denen özel görevliler tayin edilirdi. Donanmaların masrafına, başta padişahlar ve diğer devlet erkânı olmak üzere, halk da kendi çapında katılırdı. Fukaraya sadaka, hediye dağıtılır, nefis ziyafetler çekilirdi. Böylece halk mesrur ve mesut edilirdi.

On dokuzuncu asırda (1843) İstanbul da bulunan tanınmış Fransız edibi Gerard de Nerval, o yılın Ramazanının birinci gününde gördüğü sevinç ve şenlikleri hayranlıkla dile getirmeye çalışmış, İstanbul un temizlik ve zarafetine, halkının nezaketine, burada tattığı huzur ve saadete hayran kalmıştı. Yazdığı hatıralarda bunları gıptayla dile getirmektedir.

1858 yılında, Sultan Abdülmecid Han, dört şehzadesini birden sünnet ettirmişti. Bu münasebetle, İstanbul da Sakızağacı ndan Ihlamur a kadar arazi seçildi. Bugün buraya Topağacı denilmektedir. Nişantaşı nın altındadır. Sayısız ve pek süslü çadırlar kuruldu. Rengârenk âvizeler içinde on binlerce mum, geceleri ortalığı adeta gün gibi aydınlatıyordu. Zaten bütün İstanbul donatılmıştı. Dört şehzade ile birlikte, tam 10.000 Müslüman evlâdı da sünnet edildi. Uzak şehirlerden ana babalarıyla gelenler ve bu şenliklere katılanlar da çoktu. Tek kelimeyle, şahane bir şenlikti.

Fransızlar, böyle şenliklere Fete Imperial adını verirlerdi. Fakat, onların tasavvur ve hayallerinin ulaşamayacağı hâlisâne merhamet ve şefkatin semeresi olan bu donanma şenlikleri, onların şenliklerine hiç benzemez, sünnet edilecek çocuklar, özellikle fakir ailelerden seçilirdi. Devlet erkânının çocukları da, yine bu düğünler sırasında sünnet edilirdi. Böyle düğünler, devletle tebaanın gönülden kaynaşması ve sevişmesinin, derin bir muhabbet ve şefkatin semeresidir ve Osmanlı toplumunun tam bir huzur cemiyeti olduğunu göstermektedir.

Bu donanmalar sırasında, Osmanlı toplumunun kuruluşları, bütün sanat erbabı, yeni hamleler kaydederlerdi. Devlet ve tebaanın, sanat ve edebiyatın ve tekniğin bütünleştiği böylesine leziz bir kültür geleneğine, hiçbir millet sahip olmamıştır. Batı dünyasında yapılan şenlik ve eğlenceler, iğrenç bir sefahat ve ahlâksızlık ve zulüm örneği olarak, insanlık tarihinin sayfalarını karartmıştır. Bu Osmanlı şenliklerini bizzat müşahede eden yabancı bilgin, tarihçi ve devlet adamları bile hayranlık ve takdirlerini belirtmektedirler.



Benzer Konular

29 Nisan 2011 / Misafir Cevaplanmış
27 Ağustos 2008 / nünü Osmanlı İmparatorluğu
29 Şubat 2012 / Efulim Astroloji/Fallar
27 Ağustos 2008 / nünü Osmanlı İmparatorluğu
5 Mart 2016 / Baturalp X-Sözlük