Arama

Osmanlı Eğitim Sistemi

Güncelleme: 6 Ekim 2010 Gösterim: 108.225 Cevap: 10
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Eğitim Sistemi

Sponsorlu Bağlantılar
Örgün Eğitim Kurumları
Osmanlı Devletinin askerî ve siyasî yönden gelişmesine paralel olarak teşkilatında, bürokrasisinde ve kurumlarında da yeni yapılanmalar ve büyümeler olmuştur.
Her devlet, gücü, felsefesi, hedefleri ve ihtiyaçlarına göre sistemler oluşturur.

Osmanlı Devleti'nde de bürokrasisinden, ordusundan, cemiyetine kadar, belli bir dünya görüşüne dayanan bir sistem vardır. Osmanlı kurumlarının, müslüman olmak kaydıyla, zekâ, kaabiliyet, çalışma ve liyakat vb. şartlarını taşıyan herkese açık olması ana kaidedendir.
Osmanlı örgün eğitim kurumları, modernleşme (II. Mahmut 1808-1839) dönemine kadar;

  1. Resmi Öğretim Kurumları
  2. Sivil Öğretim Kurumları
olarak iki ana başlık altında incelenebilir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Eğitim Sistemi

Sponsorlu Bağlantılar
A- Resmi Öğretim Kurumları

Acemi Oğlanlar Ocağı
I. Murad Han (1362-1389) döneminde sistemleşmeye başlayan Devşirme yöntemi Osmanlı Devletinin askerî ihtiyacını karşılamak üzere geliştirilmiş bir yöntemdir. Buna göre savaş esirlerinden veya Osmanlı Hristiyan tebasından seçilen çocuklar 3-8 sene Türk ailelerinin yanında hizmet edip yetiştikten sonra Acemi oğlanlar ocağına alınırlardı. Gelibolu’da ve İstanbul’da bulunan Acemi ocakları asker yetiştirirlerdi. Burada askerlik sanatını öğrenen acemiler ihtiyaca ve yeteneklerine göre diğer ocaklara gönderilirlerdi. Acemi ocağının sıkı bir disiplinin yanında belli görevlileri ve çalışma usulleri vardı. Osmanlı Kapıkulu ocaklarının ilk kademesini meydana getirmesi bakımından önemliydi.

Enderûn Mektebi
II. Murad zamanında kurulup, zamanla çeşitli değişikliklere uğramakla beraber Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına kadar (1909) varlığını sürdüren bir saray okuludur. Hristiyan ailelerden devşirilen çocukların zekî ve gösterişlileri saraya alınarak özel bir şekilde yetiştirilirlerdi.
Enderûn mektebine alınan çocuklara, Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini dersler, edebiyat, inşa (şiir) gramer, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya, mantık gibi müsbet dersler okutulurdu. Bir taraftan da Osmanlı saray geleneği, protokol kaideleri ve bürokratik işler öğretilirdi. Bunların yanında çeşitli sanat kollarında beceriler kazandırıldığı gibi sportif faaliyetlere de yer verilirdi.
İç oğlanı denilen Enderûn talebesi ortak bir kültürü özümseyerek, saray ve padişah hizmetlerinin yürütülmesini sağlarlar, böylece Osmanlı Devletinin sarayda, yönetimde, ordu ve bürokraside ihtiyaç duyulan kadrolarının bir kısmı bu şekilde yetiştirilmiş olurdu. Sarayda kademe kademe yükselerek sancakbeyi rütbesiyle taşrada görev alırlardı.
Burada bir iki hususa açıklık kazandırmak gerekiyor:
1. Osmanlı Devleti, kendinden önceki Türk devletlerine göre daha merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Bu sebepten dolayı kendi kurumlarından yetişmeyen kimselere görev vermemiştir. Bu durum, bazı çevreler tarafından Türkleri dışlamak şeklinde yorumlanarak konu yanlış bir yöne çekilmiştir.
2. Osmanlı Bürokrasisi sadece devşirmelerden ibaret değildir. Divan ve taşra teşkilatında da yükselme olup buralar genelde Türklerin hakim oldukları kurumlardır. Esasen Kanunî Devrinden itibaren Türk çocukları da Enderûn Mektebine alınmıştır.
3. Böylece Devşirme zamanla uzaklaşarak devletin mülkî ve idarî kimliğinden kadrolarının yetiştirildiği yüksek seviyeli bir okul haline gelmiştir.
Bürokrasinin kaynağı olması bakımından Divân-ı Hümâyûn’dan da biraz bahsetmemiz gerekecektir. Osmanlılarda Divan idarî ve hukukî bir meclis olmasının ötesinde bürokrasinin merkezi ve beyni idi. Devletin her türlü yazışmaları, Divân kararları, sicilleri, defterleri, malî kayıtları Divan’da tutulur ve saklanırdı. Bu sebepten dolayı Divan birçok büroların bulunduğu ve yüzlerce görevlinin çalıştığı bir kurum idi. Kâtiplik, usta-çıraklık ilişkisi içinde zamanla kazanılırdı. Divandan yetişen pek çok ünlü devlet adamı olduğu gibi ilim-edebiyat tarih vb. alanlarında yetişen Kâtip Çelebi, Gelibolu’lu Mustafa Ali, Feridun Ahmet Bey gibi şahsiyetler de Divan’dan yetişmiş, zamanlarının önemli isimleridir. Böylece divan bürokrasinin yanında okul niteliği de kazanmıştır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Eğitim Sistemi

B- Sivil Öğretim Kurumları

1. Sıbyan Mektepleri
5-10 yaşlarındaki çocuklara okuma-yazma, bazı dinî bilgiler ve basit hesap işlemlerinin verildiği ilkokullardır. Hemen her mahallede bulunduğu için “Mahalle Mektepleri” veya taş bina olarak inşa edildiği için “Taşmektep” de denilen bu okullar örgün eğitimin ilk basamağını oluştururlardı. Okuma-yazmanın yanında ahlâkî terbiye verilmesi de amaçlanıyordu. Çocuğu şerden sakındırmak ve hayra sevketmek Osmanlı cemiyetinin eğitim felsefesiydi.
Sıbyan mekteplerinde bugünkü gibi sınıf, ders saati ve teneffüs ayarlaması yoktu. Sabahtan ikindiye kadar ders veriliyor, yalnız öğle paydosu yapılabiliyordu.
Okula başlama törenle yapılırdı. Öğretim hatim indirmekle tamamlanırdı. Bundan sonra isteyen medreseye, isteyen memuriyete (Divan kâtipliğine), isteyen de kaabiliyetine uygun bir zenaata girerdi.
Zamanla programında ve çalışmalarında değişiklikler yapılmakla beraber Sıbyan Mektepleri Cumhuriyet Dönemine kadar varlığını sürdürmüştür.

2. Medreseler
İslâm dünyasında en yaygın ve en köklü eğitim kurumu olan medreseler, Anadolu Selçuklular’ında ve Osmanlı’larda diğer ülkelerden ayrılarak daha farklı bir gelişme göstermiştir.
İlk İslâm toplumlarında camilerin okul olarak kullanıldıklarını biliyoruz. 10. yüzyılda Türkistan şehrinde görülmeye başlayan medreseler ünlü Selçuklu veziri Nizam’ülmülk tarafından sistemli ve kalıcı hale getirilmiştir. Bir rivayete göre Sultan Alparslan Nişabur Camii’nin kapısında perişan kılıklı bir grup genç görünce, bunların kim olduklarını ve niçin böyle bir durumda bulunduklarını sormuş; “bunlar dünya zevki taşımayan ilim talebeleridir” cevabını alınca çok üzülmüş. Bunun üzerine Sultan Alparslan bunlara bir yurt inşa edilmesini ve maaş bağlanmasını emretmiştir. Bu şekilde kurulmaya başlayan Selçuklu medreseleri, eğitim-öğretim kadrosuna tahsil ve geçim sağlayan ilk teşkilatlı medrese olarak ortaya çıkmıştır. Bu rivayetin yanında İslâm dünyasındaki Şiî, Rafızî ve Batınî hareketlere karşı sistemli bir eğitim-öğretim yapılması Selçuklu siyasetinin temelini teşkil eder.
Vakıf kuruluşlar olarak sistemleşen medreseler Osmanlılarda da devletin güçlenmesine paralel olarak büyümüş ve gelişmiştir.
Medreseler seviye itibarıyla bugünün orta ve yüksek okullarına tekabül etmektedirler. Vakıf olduğu için öğrencilerin barınmasının yanında diğer ihtiyaçları da medreseden sağlanıyordu. Medreseler külliyenin bir parçasını teşkil ettiğinden öğrenciler hamamda temizleniyorlar, imaret (aşevi) den yemek yiyorlar, câmii de ibadet ediyorlar ve medresede öğrenim faaliyetlerine devam ediyorlardı. Bu yönleriyle bugünün kampüs ve öğrenci yurdu anlayışının temellerini kendi eğitim tarihimizde bulabiliyoruz.
Osmanlı medreseleri zamanla hiyerarşik bir düzenlemeye tabi tutulmuş, hocalarına verilen maaşlara ve ihtisas alanlarına göre derecelendirilmiştir. Yevmiye 20 Akçayla ders veren müderris en alt dereceden göreve başlar. Terfi ederek 500 Akçalık medreseye kadar yükselebilirdi. Süleymaniye medresesindeki: Darül-Hadis kürsüsü Osmanlı medreselerinin en yüksek (11. derece) derecesini ifade ediyordu. 500 Akça yevmiye alan müderrislere ya da mevleviyet denilen büyük şehirlerin kadılarına “Molla” deniyordu ki bugün ordinaryus karşılığındadır.
Kuruluş döneminde vezirlerin ilmiye (medrese)den gediklerini biliyoruz. Fatih Döneminden itibaren bürokratik kurumların gelişmesiyle ilmiye ile siyaset birbirlerinden ayrılmıştır.
Osmanlı medreseleri müezzin, imam-hatip ve vaiz gibi camii görevlilerini, mahalle mekteplerinin hocalarını, medresenin kendi kadrosunu, yargı kadrosunu yetiştirdiği gibi Divân-ı Hümayundaki Kazaskerler (Bugünkü M. Eğitim ve Adalet Bakanları) ve Şeyhülislâm gibi temsilcileri de hazırlıyorlardı. Bu yönleriyle çok fonksiyonlu idi. Ulemâ denilen medreseliler halk ve yönetim üzerinde önemli bir nüfuz, etki ve yere sahiptiler. Ayrıca toplumda entellektüel-aydın kadrosunun en üst tabakasını oluşturuyorlardı.
Medreselerin programını dört ana gruba ayırabiliriz:
1. Din ve Hukuk (Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh, kelam…)
2. Dil ve Edebiyat (Arap, Fars dilleri, hitabet, şiir, gramer…)
3. Felsefe (Felsefe ve mantık)
4. Temel Bilimler (Tıp, Matematik, Geometri, Astronomi, Coğrafya)
idi. Bu derslerin verilişi zamanla ihtisaslaşmayı meydana getiriyor. Medrese öğrencilerinin en alt kademesine suhte (softa) ortaöğretim talebesi deniyordu. Daha sonrakilere danişmend (lisans talebesi) denilirdi. Muid (Asistan) müderris ile talebe arasındaki ilişkileri düzenler, hocanın derslerini müzakere yoluyla özetler veya tekrarlardı. Medrese eğitimi uzun süren meşakkatli bir işti.
Selçuklu ve Osmanlı medrese kadrosu sünnî İslâm itikadını temsil ettikleri gibi İslâm’ı rasyonel olarak ele aldıklarından tasavvuf geleneğinden bazen ayrılıyorlardı. Bu sebepten zaman zaman medrese tarikat çatışması da meydana geliyordu. Esasen medrese geleneği Tasavvufu İslâm’ın Kur’an ve Sünnet çizgisi içerisinde değerlendiriyor, bu ölçünün dışında kalan hareketleri benimsemiyordu.
Selçuklu ve Osmanlı medreselerinin diğerlerinden farklı bir gelişme gösterdiğini yukarıda belirtmiştik. Bu gelişme program ve ihtisaslaşma yönünden olduğu kadar fikir yönünden de ele alınmalıdır. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı medreseleri hür düşünceyi ve bilimi birinci plâna yerleştirmiştir. Zengin vakıflar sayesinde maddi imkanları geniş olunca ve devlet yöneticilerinin de ilgilenmesi dolayısıyla İslâm dünyasının birçok şöhretli âlimi Selçuklu ve Osmanlı ülkesine gelerek bilgilerini ve fikirlerini yayma imkânı bulmuşlardır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ağustos 2008       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Eğitim Sistemi

İlk Öğretim
Osmanlıda ilk öğretim "Mektep" veya "mahalle mektebi" denilen ilkokullarda yapılırdı, öğrenim karma idi; fakat kız çocuklar ayrı sıralarda, erkek çocuklar ayrı sıralarda otururlardı. Hoca, nadiren kadındı ve "hoca hanım" denilirdi. İlkokulun gayesi, Türkçe okuyup yazmak, aritmetik, iyi yazı yazmak (hat), Kur'ân okuyabilmek, lüzumlu dîn ve Kur'ân bilgileri verebilmekti.
Çocuk, 4 ilâ 6 yaşında mektebe verilirdi. İlk öğrenim genellikle 4 yıl olmakla beraber, 6 yaşından küçük verilenler ekseriya daha çok okurlardı.
Osmanlı düzeninde, parasız ilk öğretim olduğunu iddia etmek kolay değildir. Hiç olmazsa varlıklı aileler için böyledir. Fakat yoksul çocuk, o zamanın sosyal şartları içinde, mutlaka bedava tahsil yapmakta, üstelik yiyip giyinmesi sağlanmakta, çok defa ailesi çok fakirse, ailesine de yardım edilmektedir.
"Dârüttâlim", "muallimhane" gibi adlar verilen, padişah vakfı ilkokulları da vardı. Vakfın şartlarına göre buraya devam eden fakir çocuklara yiyecek, içecek, giyecek, ayrıca harçlık verilirdi. Böyle vakıf geliri olmayan mekteplerde fakir çocukların yiyip içmesi, elbise ve kitabı, aynı okulda çocuğu bulunan varlıklı ailelere aitti. Tabiî bu hususta hiçbir mecburiyet yoktu. Fakat varlıklı bir ailenin, çocuğunun mektep arkadaşı fakir çocuğun, ilk tahsilini üzerine almaması, görülmüş şey değildi.
Bir çok ilkokulda mûsikî de öğretiliyor, istidat gösterenler ayrıca himaye ediliyordu. En büyük bestekârlardan olan ve kısaca "Dede Efendi" diye anılan Hammâmîzâde İsmail Dede, böyle ilkokul talebesi iken mûsikî eğitimine sokulmuştu. Meşhur bestekârlarımız arasında böyle birçok örnek daha vardır. En büyük şarkı bestekârı olan Hacı Ârif Bey de ilkokulda "keşfedilerek" mûsikî eğitimine tâbî tutulmuştur.
Bazı ilkokullarda, Arapça ve Farsça öğretmekle meşhurdu.
Bazı aileler, çocuklarını ilkokula bile vermez, sadece Kur'ân kurslarına gönderirlerdi. Bu kurslarda ilerleyenler, medresenin ilk basamaklarına girebiliyorlardı.
Camiler, namaz saatleri dışında birer okul halindeydi. Osmanlı Türkiyesi'nde de bu durum, Cumhuriyet'e kadar devam etmiş ve medrese öğretimine çok katkıda bulunmuştur. Cami derslerinde çok değerli bilginler camilerde ders vermişlerdir.
Selâtin camileri bu şekilde, birer yüksek dînî okul halindeydi. Küçük camilerde de daha aşağı derecede tedrisat yapılırdı. Medrese derslerinden çok daha büyük ölçüde, umuma açık derslerdi. Camide ders veren müderrise "ders-i âm" denilirdi. Ders-i âm Efendi, mevzuu kısaca takrir ettikten sonra sorular başlar, dersler sorulu cevaplı yürürdü. Binaenaleyh ders-i âmın çok uyanık ve bilgili olması lazımdı. Böyle olmayanlar tutunamazdı. Zira, her zaman için karşısına kendisinden bilgili biri çıkabilirdi. Onu susturması da kabil değildi. Zira serbest kürsü idi. Medresedeki müderrisin otoritesi ve softanın disiplini, bahis konusu edilemezdi. Cami dersleri sabah, öğle ve ikindi namazlarından sonra verilirdi. Sultan Abdülaziz'in şeyhulislâmı Turşucuzâde Ahmed Muhtar Efendi, böyle cami derslerinden yetişmiş, sonra imtihan vererek "İstanbul Rüûsu" denilen en yüksek diplomayı almıştı. Zira babası Ayasofya çarşısında Safranbolulu bir turşucu idi ve oğlunun medreseye devamına izin vermemişti, turşucu çıraklığı yapmasını istiyordu.

Medreseler
Orhan Gazi, 1330'da İznik ve daha sonra Bursa Medreseleri'ni kurdu. İlk ciddi orta öğretim ve müesseseleri bunlardır. Bursa Medresesi gittikçe gelişerek, Yıldırım Bayezid zamanında (1389-1402) tıb dahil, yüksek ilimler okutulan bir üniversite haline geldi.
XVI. asrın ortalarında Süleymaniye Medresesi'nin açılması ile Türkiye, kesin şekilde, İslâm dünyasının en üstün eğitim veren müesseselerine sahip oldu.
Sınıf usûlü yoktu. "Sofra" veya "talebe-i ulûm" denilen medreseli, kabiliyetine göre bir basamağı birkaç yılda da, birkaç ayda da bitirilebilirdi. 25 yaşında müderrisliğe çıkan kabiliyetler de az değildi. Her derece, o derecenin müderrisinin icazeti ile tamamlanırdı. Müderris, okuttuğu mevzuu öğrendiğine kanaat getirdiği softanın, bir üst dereceye başlamasına izin verirdi. Müderrisin dersi, umuma açıktı. Softa olmaya lüzum yoktu. İsteyen her vatandaş, gelip dinleyebilirdi. Büyük müderrislerin dersleri, bu yüzden çok kalabalık olurdu, medresede yapılamaz, avluya çıkılırdı.
Okuyan softaya her türlü sosyal güvenlik sağlanmıştı. Bedava yer içer, yatıp kalkardı. Softanın yemeği ve yatacağı yerinden başka kitabı, mumu, odunu da sağlanmıştı. Fatih Medresesi'nde softaların yatıp kalkması için 300 oda vardı. Her odada 4 veya 5 softa yatıp kalkardı. Gündüz devam eden taleb enin de aynı sayıda olduğu kabul edilirse, yalnız Fatih Üniversitesi'nde XVII. asır ortalarında 3000'e yakın tal ****** bulunduğu anlaşılır. Süleymaniye Üniversitesi'nin kapasitesi ise, daha büyüktü. Fatih Üniversitesi'nin her odası için bir hizmetkâr vardı. Bu 300 hizmetkâr, temizlik, ısıtma gibi işlere bakardı. Müderrisler, softalardan ayrı bir salonda yemek yerlerdi. Medresenin 70 kubbeli muazzam bir mutfağı vardı. Mutfak, yalnız softalara değil, bütün fakirlere açıktı. (Evliyâ I, 314-5)
Böyle muazzam teşkilatı olanlar yanında, mütevazı, bugünkü ortaokul seviyesinde medreseler de pek çoktu.
Tarikatlardaki mürşid-mürid geleneği, ulemây-ı rüsûmu yetiştiren medrese öğreniminde de vardı. Hoca-talebe münasebetleri, bugünkü gibi değildi. Hoca, talebesine her bildiğini verebilmek için çok büyük gayret gösterir ve yetiştirdiği talebe ile iftihar ederdi.

Medrese Dereceleri
Klasik medrese dereceleri, XVI. Asır ortaları ile XIX. asır ortaları arasında 12'ye ayrılmıştı. Sırasıyle ve alt basamaktan üst basamağa doğru şöyledir:
  • İbtidây-ı hâric
  • Hareket-i hâriç
  • İbtidây-ı dâhil
  • Hareket-i dâhil
  • Mûsıla-i Süleymâniyye
  • Havâmis-i Süleymâniyye
  • Süleymâniyye
  • Dârulhadîs
Son basamak, yüksek tahsilin üzerindeydi, bugünkü doktora öğrenimine tekabül ediyordu. Son dört basamakta yüksek öğrenim veren medreselerin "kibâr-ı müderrisin=büyük müderrisler" deniliyordu.
Medrese öğreniminde esas, kitâb idi. Öğrenci, ilk basamaklarda, Arapça ve Türkçe klasik eserleri, tam manasıyla, dil ve mefhumun bütün incelikleriyle okuyup anlayabilecek şekilde yetiştirildi. Sonra bu klasik kitaplar, her kelimesi üzerinde uzun uzun durularak, adeta ezberlenerek, okunur, tefsir ve tahlil edilirdi. Metin, öğrenimin esası idi.
İbtidây-ı hâriç derecesinde, öğrencinin ilkokulda veya hususî olarak öğrendiği bilgiler pekleştirilir, kaidelere oturtulurdu.
Hareket-i hâriçde arapça gramer, hendese (geometri) ve daha ileri bir seviyede Kur'ân dersleri başlardı. Bu şekilde öğrenim devam ederdi. Yüksek kısma geçen softa tıb, riyâziyyât, hey'et (astronomi), göz hekimliği, hukuk (fıkh ve farâiz), kelâm ve felsefe, tefsir ve hadîs gibi branşlardan birini seçerek bu konularda yazılmış en üstün eserleri okur, imtihan vererek rüûs alırdı.

Enderun Mektebi
Sarayda eğitim ve öğretim yapılan mektep. Osmanlı Devleti sivil memurlarının, devlet ileri gelenlerinin ve askerî görevlilerinin büyük bir bölümünü, yeniçeri ağalarını sadrazamını, defterdarını, kubbe vezirini beylerbeyini ve sancakbeylerini yetiştiren en önemli eğitim müessesesiydi.
Devletin idaresi için gerekli mülkî ve idarî kadronun yetişmesine yönelikti. Devrin en meşhur ilim adamları sarayda toplanarak bu mektepte ders vermekle görevlendirilirdi.
Bir sürü üçkağıtçı diyorlar ki:
"Osmanlı, gittikleri ülkenin çocuklarını çalardı, getirirdi, okuldan geçirirdi, bunları adam ederdi."
Hayır çalmazdı; buna gerek yoktu; çünkü adamlar Osmanlı adaletini gördükten sonra, kendi ülkelerinde de böyle insanlar yetişmesi için çocuklarını kendileri gelip teslim ediyorlardı; Osmanlı usullerine göre yetişsin çocukları diye ve Osmanlı kabul ediyordu bunları.
Hangi milletten ve hangi dinden olursa olsun devşirmeler devlet merkezine getirildikten sonra, önce Divân-ı Hümayun'a sevk edilip hepsi padişah tarafından tek tek görülürdü. Daha sonra padişahın emriyle kapıağası, bu küçük çocukların zekâlarını ölçerek zekâsı üstün ve keskin olanları seçerdi. Seçilenler, enderûn mektebine talebe yetiştiren ve beş yerde bulunan orta dereceli saray mekteplerine yerleştirilirlerdi (Galatasaray, Eski Saray, İbrahim Paşa Sarayı, İskender Çelebi Sarayı ve Edirne Sarayı).
Hazırlık sarayları da denilen bu mekteplerin en önemli özelliği, içoğlanların daha mektepte iken iş ve memuriyet hayatına başlamasıydı. Taleb eler böylece bir takım dersler yanında kabiliyetlerine göre çeşitli sanatlar öğreniyor ve mektebin genel eğitimine katılıyorlardı. Bu arada seçkin İslâm âlimleri tarafından eğitilip tam bir müslüman olarak yetişiyorlardı. Böylece edep, ahlâk, bilgi, iş, memuriyet ve stajı hep bir arada yürütüyorlardı.
Dînî ilimler ile idarî ve askerî derslerin yanında, bedenî eğitimlerine de önem verilen içoğlanlar; ok atmak, mızrak kullanmak, cirit ve tomak oynamak ve binicilik gibi sporları da yaparlardı. Bundan dolayı kuvvetli, çevik ve her türlü zorluğa dayanıklı idiler.
İçoğlanlarının oda denilen koğuşları, muntazam olup yiyecekleri de çok dikkatli hazırlanırdı. Her oda efradının isim ve künyesiyle, yevmiye mikdarını gösteren maaş defterleri vardı. Maaşları diğer ulûfeler gibi üç ayda bir verilir, elbise, ayakkabı, iç çamaşırı ve sair ihtiyaçları hep saray tarafından karşılanırdı. Çok büyük bir ihtimamla yetiştirilen bu çocuklar, tam bir itaat ve terbiyeye sahiplerdi.
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
23 Eylül 2008       Mesaj #5
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlılarda Eğitim


Osmanlı döneminin başlıca eğitim kurumları sıbyan mektepleri ile medreselerdir. Vakıflar eliyle kurulan bu okulların dışında kalan, sa­raydaki enderun mektebi ile askeri alanda eğitim veren acemi oğlanlar mektepleri özel amaçlı eğitim kurumlarıdır.

En yaygın eğitim kurumları olan sıbyan mektepleri günümüzdeki ilkokulların karşılığı sayılabilir. Ama bu okulların öğretim prog­ramları alfabe. Kuran, Türkçe, çeşitli dinsel bilgiler ve güzel yazı gibi sınırlı sayıdaki ders­ten oluşuyordu. Sonraları mahalle mektebi olarak da nitelenen bu okullar, halkın temel okuma yazma gereksinimine bir ölçüde de ol­sa cevap veren kurumlar olduklarından, daha çağdaş okulların açıldığı Tanzimat döneminde bile varlıklarını korumuşlardır.

Osmanlı döneminde, eğitimin bundan son­raki aşamasını oluşturan medreseler dinsel te­mele dayalı öğretim kurumlarıydı. Medrese­lerin çeşitli basamakları vardı. Anadolu ve Rumeli'nin hemen hemen her kentinde ve ka­sabasında bulunan medreselerin çoğu orta­okul ya da lise düzeyinde öğretim yapan kuru­luşlardı. Buraları bitiren öğrenciler yükseköğ­renim için Edirne, Bursa, İstanbul gibi büyük merkezlerdeki medreselere giderlerdi. En üst düzeyde öğretim yapan kurumlar İstanbul'da­ki Fatih ve Süleymaniye medreseleriydi. Süley-maniye'de tıp eğitimi veren bir Tıp Medrese­si de vardı. Ortaokul ve lise düzeyindeki med­reseleri bitirenler genellikle imam. hatip, müftü ve sıbyan mektebi öğretmenliği gibi gö­revlere atanırlardı. Daha yüksek medreseleri bitirenler ise mahkemelerde her türlü davaya bakmak üzere kadı ya da medrese öğretmeni yani müderris olurlardı. Çeşitli devlet dairele­rinin memur gereksinimi de gene medreseler­den karşılanırdı.

Ekonomik ve toplumsal yapıdaki bozulmaya bağlı olarak vakıf gelirlerinin azalması, öğrenci sayısındaki hızlı artış sonucu eğitim düzeyinin düşmesi gibi nedenlerle medreseler 17. vüzvıl-dan sonra gerilemiş ama geleneksel eğitim ku­rumları olarak varlıklarını Cumhuriyet döne­mine kadar sürdürmüşlerdir.

Osmanlı Devleti 18. yüzyılda Avrupa dev­letlerinin üstünlüğünü hemen hemen her alanda görmeye başlayınca iç düzeninde deği­şiklikler yapma gereksinimi duydu. Batının üstünlüğü önce askeri alanda kendini göster­diği için ilk değişiklikler de bu yönde oldu. I. Mahmud döneminde (1730-54) 1734'te İs­tanbul'da fen bilimleri öğretimi temeline dayalı Humbarahane (Topçu Mühendisliği Okulu) kurma girişiminin yeniçerilerin karşı çıkmaları sonucunda başarısızlığa uğramasına karşın yenileşme çabaları sürdü. 1773'te De­niz Mühendishanesi'nin. 1793'te de Kara Mü-hendishanesi'nin kurulması bu yoldaki müca­delenin sonucudur. Daha kapsamlı yenilikle­rin yapıldığı II. Mahmud dönemi (1808-39) eğitim düzenindeki değişmeler bakımından da önemlidir. II. Mahmud 1824'te ilköğretimi herkes için zorunlu kılan bir ferman çıkardık­tan sonra, 1826'da çağdaş tıp öğrenimi için Tıphane'yi, 1834'te de yeni ordunun subay gereksinimini karşılamak amacıyla Harp Okulu'nu kurdurdu. Mesleki ve askeri eğiti­min yanı sıra sivil eğitime de devlet eli gene onun döneminde uzandı. İlki 1838'de açılan rüştiyeler, sıbyan mekteplerinin yetersiz gö rülen eğitimine karşı daha düzeyli bir eğitim vermeyi amaçlıyordu. İlk ve ortaokul öğreti­mini kapsayan temel eğitim kurumları olarak düşünülen rüştiyeler, Tanzimat döneminde ilköğretimin ayrıca örgütlenmesinden sonra, ortaöğretimin ilk basamağını oluşturan okulla­ra dönüştüler. Tanzimat döneminde eğitim alanında da birçok köklü değişiklik gerçekleştirildi. En baş­ta, II. Mahmud döneminde başlayan, eğitimin devlet eliyle örgütlenmesi kurumlaştınldı. 1845'te Maarif Meclisi'nin oluşturulmasıyla başlayan bu gelişme 1857'de Maarif-i Umumiye Neza-reti'nin (Genel Eğitim Bakanlığı) kurulmasıy­la sonuçlandı. 1869'da yayımlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'yle (Genel Eğitim Tüzüğü) eğitim örgütünün iç işleyişi kesin ku­rallara bağlandı; her düzeydeki okulun uygu­layacağı öğretim programı belirlendi. Öğre­tim kademeleri batıdaki örnekleri gibi ilk, or­ta ve yüksek olarak üçe ayrıldı. İlkokullar yaygınlaşıncaya kadar sıbyan mektepleri öğ­retimin birinci basamağı olarak düşünüldü ve öğretim programlarında yeni düzenlemelere gidildi. Rüştiye (ortaokul) ve idadi (lise) ol­mak üzere iki basamaklı ortaöğretim kurum­ları İstanbul'dan başlanarak, Osmanlı ülkesi­nin her yanında yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu yeni kurumların öğretim programlarını uygulayacak öğretmenlerin yetiştirilmesi amacıyla da her basamak için ayrı öğretmen okulları açıldı. Ayrıca çeşitli alanlardaki mes­leki ve teknik öğretmen gereksinimini karşıla­yacak orta ve yüksek düzeyde birçok okul ku­ruldu. Kız çocuklarının eğitimi de ilk kez Tan­zimat döneminde gündeme gelmiş, daha çok ortaöğretim düzeyinde ayrı kız okulları, öğ­retmen ve meslek okulları açılmıştır. Tanzimat döneminde gerçekleştirilen önemli bir yenilik de çağdaş bir yükseköğretim kurumu olan üni­versitenin kurulmasıdır. 1845'te açılmasına karar verilen Darülfünun (üniversite) an­cak 1863'te İstanbul'da öğretime başlayabildi; ama medreselerin tepkisi yüzünden fazla ya-şayamadı. 1870'te ikinci kez açılan üniversite­nin de ömrü kısa oldu; en sonunda 190ü'de kurulan üniversite bir daha kapanmadı. Tan­zimat döneminde görülen yeniliklerden biri de, gereksinim duyulan alanlarda teknik ve öğretici eleman yetiştirmek amacıyla üniversi­teye ilk kez batıdan öğretim üyesi getirtilme-sidir. Gene bu yıllarda medreselerde Arapça' nin yanı sıra Türkçe ve Farsça okutulmaya başlandı. II. Meşrutiyet ayrıca eğitim sorunla­rının geniş biçimde tartışıldığı, eğitimle ilgili birçok kitap ve derginin yayımlandığı bir dö­nem oldu. Mütareke ve Kurtuluş Savaşı döneminde (1918-23), her alanda olduğu gibi eğitim ala­nında da çeşitli zorluklar yaşanmıştır. Musta­fa Kemal bu zorlu savaş sırasında bile, eğiti­me verdiği önemin bir göstergesi olarak Ankara'da I. Maarif Kongresi'ni top­lamış, kongreye katılan öğretmenlerden "mil­li bir eğitim sistemi" yaratmalarını istemiştir.


Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
10 Ekim 2008       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Enderun, Osmanlı sarayında dış bölüm Bi-run ile Harem arasındaki bölümdür. Bu bö­lüm aynı zamanda çeşitli saray ve devlet gö­revleri için eleman yetiştiren bir okuldu. En­derun'da görevli kişilerin tümüne de "Ende­run Halkı" denirdi.
Osmanlı sarayında Enderun bölümünün or­taya çıkışı II. Murad dönemine (1421-51) rast­lar. O döneme kadar sarayın bütün hizmetleri bir arada görülürken II. Murad iç hizmetleri ayırarak yeni bir düzenleme yapmıştır. Gene aynı dönemde Enderun saray görevlilerini yetiştirecek bir okul olarak örgütlenmiş, ace­mi oğlanlar arasından seçilen üstün yetenekli gençler Enderun'a alınarak eğitilmeye başlan­mıştır.

enderunsi8

Enderun görevlileri

Fatih Sultan Mehmed döneminden (1451-81) başlarak saray görevlilerinin sayısı gide­rek çoğaldı, nitelikli eleman gereksinimi de arttı. Sarayın en üst düzeydeki yöneticisi olan Babüssade Ağası (Kapıağası da denir) buyru­ğu altındaki öbür ağalarla birlikte sarayın Bi-run, Enderun ve Harem bölümlerindeki bü­tün hizmetlerin yürütülmesinden sorum­luydu. Enderun'a alınacak kişilerin seçimi de Babüssade Ağası'nın görevleri arasındaydı. Birçoğu padişahın özel hizmetlerinde ve sa­rayda yürütülen gizli devlet işlerinde görev­lendirileceğinden Enderun'a alınacak gençlerin seçimi özel bir önem taşırdı. Acemi Oca-ğı'ndan Enderun için seçilen gençler önce ha­zırlık okulu niteliğindeki Edirne Sarayı ile İs­tanbul'daki Galata Sarayı~~ İbrahim Paşa Sarayı ve İskender Çelebi Sara-yı'na gönderilirdi.

Bu okullarda başarılı olanlar Topkapı Sarayı'nın Enderun bölümüne alınırdı. Enderun' daki eğitim altı aşamadan oluşurdu. Büyük ve Küçük Oda, Doğancı Koğuşu, Seferli Koğu­şu, Kiler Koğuşu, Hazine Odası ve Has Oda adlarını taşıyan bu aşamaları geçenler sarayda önemli görevlere atanırdı. Yalnızca bir ya da birkaç aşamayı geçebilenlere daha alt düzey­de görevler verilirdi. Sayıları sarayın gereksi­nimini aşarsa ya da kendileri isterlerse ta­mamladıkları aşamaya denk düşen saray dı­şındaki görevlere de atanabilirlerdi. Buna kı­saca "çıkma" denirdi.
Enderun'da hem kuramsal, hem de belli bir görev verme yoluyla her aşamada uygula­malı eğitim yapılırdı. Bunun amacı genç ama deneyimli ve seçkin yöneticiler yetiştirmekti. Osmanlı tarihine bakıldığında pek çok sadra­zam ve üst düzeyde yöneticinin Enderun'dan yetişmiş olduğu görülür. Ne var ki, Osmanlı Devleti'nin 18. yüzyılda başlayan siyasal ve askeri gerilemesini önleme bakımından Ende­run eğitimi yetersiz kalmış ve bu yetersizlik yeni öğretim kurumlarıyla giderilmeye çalışıl­mıştır. II. Mahmud döneminde (1808-39) giri­şilen reformlar sırasında Enderun'un yönetsel görevlerinin büyük bölümü Mabeyn Müşirli­ği, Hazine-i Hassa Nezareti gibi yeni kuruluş­lara devredilmiş, okul olarak etkinliği de iyice azalmıştır. Tanzimat'tan sonra saray yaşamın­da ve devlet yapısında gerçekleşen değişim­ler ile eğitim kurumlarındaki gelişmeler En­derun'un varoluş nedenini ortadan kaldırmış, sonunda bu kurum 1909'da resmen kapatıl­mıştır.

Msxlabs & Temel Britannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
12 Ocak 2010       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ

Osmanlı devleti de diğer devletler gibi kendi vatandaşlarını kendi düşünceleri doğrultusunda yetiştirmek amacıyla eğitim-öğretim müesseseleri kurmuştur.Devlet ve çoğunlukla vakıflar aracılığıyla kurulan ve devletin kuruluşundan yıkılışına kadar çeşitlenerek gelişen bu müesseseleri iki ana guruba ayırabiliriz.

I)Örgün Eğitim Müesseseleri
II.)Yaygın Eğitim Müesseseleri

I)Örgün Eğitim Müesseseleri

Bu müesseseler belirli yaş ve bilgi seviyesine gelmiş insanları belirli zaman ve disipline göre yetiştirmek amacıyla kurulmuş müesseselerdir.Bu eğitim müesseseleri askeri ve sivil olmak üzere iki kısma ayırabilir.

1)Sivil Eğitim Müesseseleri:

a)Sibyan Mektepleri:
İlk tahsil veren bu okullar 5-6 yaşlarındaki çocuklara okuyup yazmayı bazı dini bilgileri ve dört işlemden ibaret olan matematik dersini verirdi.İslam’dan öncede küttap adıyla Hire de varlığı görülen bu okullar daha önceki Türk devletlerinde ve Osmanlı Devletinde çeşitli adlarla anılmıştır(Darul Talim,Mektep mahalle mektebi vs..)Osmanlılarda bu okulların hocalarına muallim veya şakirt denirdi.Talebelerine de talebe suhte,tilmiz gibi isimler verilirdi.
1846’ya gelindiğinde dört yıllık eğitim veren Sibyan mekteplerinde elifba,Kur’an ,ilmihal,tecvit,harekeli Türkçe,Muhtasar Ahlakı memduha risalesi,sülüs,ve nesih yazıları öğretiliyordu.Tanzimat’tan sonra 3 yıllık mektebi iptidai olarak faaliyet göstermeye başlar.Osmanlılar devrinde kız çocukları da bu mekteplerde erkeklerle birlikte okumuşlardır.Bununla beraber Osmanlı da kız ve erkek çocuklarının ayrı ayrı okuduğu okullarda mevcuttu.
Sibyan mekteplerinde öğretim görevlisi olarak medrese mezunları görev yapmışlar daha sonra ise bu ihmal edilmiş, medrese mezunu olmayan kişiler de hocalık yapmaya başlamışlardır.Kızlara ait mektepler de ise yaşlı kadınlar öğretmenlik yapmıştır.
b)Medreseler:
İslam tarihinde medrese orta ve yüksek seviyede eğitim ve öğretim veren müesseselerinin ortak adıdır.Daha önceki devirlerde olduğu gibi Osmanlı’da da şahıslar tarafından tesis edilen ve yaşaması için vakıflar kurulan medreselerin hocalarına müderris ve yardımcılarına muid denirdi.Medrese talebelerine ise danişmend,suhte veya talebe diye adlandırılırdı.Osmanlıda ilk medreseyi Orhan Gazi 1331’de İznik’te kurulmuştur.Osmanlı Medrese teşkilatında ilk köklü değişim Fatih Sultan Mehmet zamanında olmuştur.Fatih kanunnamesini hazırladığı sırada Molla Hüsrev ve ali Kuşçunun içinde bulunduğu bir maarif komisyonuna “kanuni talebe-i ulum”u hazırlatmış böylece Osmanlı medrese sistemi hazırlanmış oldu.
Osmanlı medreselerini umumi medreseler ve ihtisas medreseler olarak ikiye ayırabilir:

Umumi Medreseler

1.Haşiye-i Tecrit(Yirmili)Medreseler:Bu medreseler Seyyid Şerif Cürcani’nin Haşiye-i Tecrit adlı eserinden almıştır.Daha çok fıkhi eserlerin okutulduğu bir medrese olarak eğitim vermiştir.
2.Miftan(otuzlu) Medreseleri
3.Kırklı Medreseler
4.Ellili Medreseler
5.Sahn-ı Seman Medreseleri:Bu medreseler fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’da kurduğu külliyede bulunan 8 medresedir.Bu medreselerde fıkıh,usulü fıkıh,hadis,tefsir,astronomi(heyet),hendese,tıp gibi ilimler okutulmuştur.
6.Altmışlı Medreseler
7.İhtisas Medreseleri
a)Darul Kura
b)Darul Hadisler
c)Daru’ş şifalar

Osmanlı Medrese sistemindeki ikinci en büyük gelişme Kanuni Sultan Süleyman devrinde meydana gelen gelmiştir.Kanuni devri her sahada olduğu gibi medrese teşkilatında da zirveyi ifade eder.Kanuni Sulan Süleyman ,Süleymaniye külliyesinin inşa ettikten sonra burada tesis ettiği medreselerde Sahn-ı Seman medreselerinin üstünde medreseler kurmayı planlarken diğer tarafından da Osmanlı medreselerinin payelerini yeni bir sisteme göre tekrar tanzim etmiştir.Buna göre Osmanlı medreselerinin şu şekli aldığı görülmektedir:
1İbtidai hariç medreseleri
2.Hareketi Hariç medreseleri
3.İptidai dahil medreseleri
4.Hareketi Dahil Medreseleri
5.Musile i Sahn Medreseleri
6.Sahnı Seman Medreseleri
7.İbtidai Altmışlı Medreseleri
8.Hareketi Altmışlı Medreseleri
9.Musile i Süleymaniye Medreseleri
10.Süleymaniye Medreseleri
11.Darul Hadis Medresesi
XV.ve XVI asırda en yüksek seviyelerine ulaşmış olan Osmanlı Medrese sistemi XVII asırdan itibaren gerilemeye başlamıştır.XVIII.asırda Süleymaniye medreselerine Musileyi Süleymaniye’den sonra Havarnisi Süleymaniye adıyla yeni bir medrese ,XVIII.asırda da camilerde tedrisatı sürdüren dersiyeler ilave edilmişse de medreselerin kalitelerinin düşmesi önlenememiştir.
Medreselerin bozulma sebepleri genelde şu şekilde sıralanmıştır:
a)Meval-i zadelerin zuhuru
b)İlim sahiplerinin ağa ve paşalara intisapları
c)Müderris ve kadıların cehaleti
d.Cehaletle fazlın birbirinden fark olunmaması
Sistemdeki bozulmanın önüne geçmek için bir çok düzenlemeler yapılmıştır.Özellikle II.Mahmut devrinde medreselerin ıslahının mümkün olmaması nedeniyle padişah Avrupa usulu bir eğitimin kurulmasına teşebbüs ettive bir fermanla ilköğretimin mecburi ve parasız olacağı ilan etti.I.Meşrutiyet devrine gelindiğinde medreselerde beklenen ıslahatlar yapılmış ve medreselerde Riyaziye,tabiiye,tarih,coğrafya,Farsça,ve Osmanlıca dersleri okutulmaya başlamıştır.1914 yılına geldiğinde Islahı medaris nizamnamesi çıkarılmış ve İstanbul medreseleri Darul hilafetil aliyye medreseleri adı altında toplanmıştır.Bu medreseler Tali kısmı evvel,Tali kımı Sani ve Ali kısmı olarak üç kısma ayırılmış ve her kısmı dört sene olan medreseler toplan 12yıllı bir eğitim-öğretim vermiştir. Her üç kısımdada dini ilimler, Arapça Türkçe,Farsça,Tarih,Riyaziye ve Tabiatı Fen dallarında dersler okutulmuştur.

MEDRESENİN ELEMANLARI

a)Müderris:Belirli bir tahsilden sonra icazet ve beratla ders veren kimselere müderris denirdi.Tek haneli medreselerde bir;sahnı seman gibi çok haneli medreselerde ise her haneye bir müderris tayin edilirdi.
Osmanlı medreselerinden mezun olan öğrenciler Anadolu da vazife alacaksa Anadolu Kazaskeri Rumeli de görev alacaksa Rumeli kazaskerini meclislerine devam eder ve matlab defterine mülazım olarak kaydedilir ve sırası gelinceye kadar beklerdi buna nöbet denirdi.Sırası gelen müderris önce yirmili bir medreseye atanır sonrasında terakki etmesine göre kırklı,altmışlı ve daha yüksek payeli medreselere çıkabilirlerdi.Her padişah devrinde en yüksek payeli medreseler genelde değişikliklere uğranıştır.Bir müderris terakki ettikten sonra istekli olduğu medreseye başka talip yoksa hemen oraya nakledilir başka istekli varsa aralarında sınav yapılırdı.İmtihan yazılı ve sözlü olarak iki kısımda yapılırdı.
b)Muid:Teknik anlamda müzakereci müderrisin derslerini tekrarlayıp izah eden müderris yardımcısı anlamına gelir.Danişmendler arasında en liyakatliler arsından seçilen muidler hem müderrisin derslerini tekrarlar hem de öğrenciler arasında disiplini sağlardı.Görev süreleri iki yıl olan muidlik müessesesi II.Meşrutiyetten sonra kaldırılmıştır.
c)Danişmend:Öğrenci anlamında kullanılmıştır.Genelde medrese öğrencileri için kullanılan bir addır.Danişmendler Sibyan mekteplerini veya o seviyedeki özel bir eğitimi tamamladıktan sonra medreselere girerlerdi.Böylece haşiye i tecrit medreselerinden birinde tahsiline başlayan danişmend daha sonra müderrisinden icazet alarak kırklı bir medreseye oradan da ellili bir medreseye son olarak ta sahnı seman veya Süleymaniye’ye girerek bitirir ve mülazemet için beklerdi.Osmanlı medreselerinin en büyüklerinde bile talebe sayısının 20’ye ulaşmadığı görülür.

TANZİMAT DÖNEMİNDE EĞİTİM

Bu dönemde bir yanda klasik Osmanlı Eğitim ve öğretim müesseseleri devam ederken bir yandan da her seviyede Avrupa eğitim-öğretim müesseseleri açılmaya başlamıştır.İlk önce askeri alanda yaygınlaşan Avrupai mektepler daha sonra sivil sahada da gelişti.
I)İlköğretim:
1)İbtidailer Osmanlı klasik çağının Sibyan mektepleridir.Rüştiyeler açılınca onlara öğrenci hazırlayan mekteplerede iptidai adı verildi.Bu mektepler 8 Nisan 1847 yılında düzenlenen program ve yönetim şekliyle yeni bir düze kavuşmuştur.
Öğretim süresi dört yıl olan bu okullara yedi yaşına basan kız ve erkek çocuklara ilkokul seviyesinde bir eğitim-öğretim verilirdi.6 Ekim 1913 Tedrisatı iptidaiye kanunu ile Fransız okulları sistemine uyarak Rüştiye ve iptidaiye birleştirilerek altı yıllık Mektebi İptidai haline getirilmiştir.Bu okullarda Türkçe,tecvit,ilmihal,hatt,Osmanlı tarih ve coğrafyası,yurttaşlık bilgisi,resim Müzik ve beden terbiyesi programa girmiş ve 1924’e kadar devam etmiştir.Bu devirde iptidailer yedi yaşına basan çocuklar için mecburi hale getirilmiş ve ceza olarak falaka yasaklanmıştı.
II)Ortaöğretim:
1)Rüştiyeler:
II.Mahmut döneminde sıbyan mekteplerinin yetersiz olduğu görülerek bu mekteplere sınıfı sani olarak açılır.Bunlar idadilere basamak olmasından dolayı ortaokul seviyesinde mektepler olarak değerlendirilir.Önceleri dört yıl olan bu okullar daha sonra altı yıl olmuştur.Rüştiyelerin ilki 1838 tarihinde açılan mektebi Maarifi adliyedir.1874-75 döneminde 400’e yakın rüştiye mevcuttu.1867’ye kadar bu mekteplere Müslüman çocuklar alınırken bu tarihten sonra ise gayri Müslimler de alınmaya başlanmıştır.Bu maksatla adaylar Türkçe imtihana tabi olmuşlardır.Bu okullarda dinin ilimler,hesap,coğrafya,hatt,hendese ,cebir ,usulü defter,resim ,müzik gibi dersler görülmüştür.
2)İdadiler:
Orta öğretimde ikinci ademe olarak eğitim-öğretim veren mekteplerdir.1869 Maarifi Uumiye nizamnamesine göre idadiler Rüştiye mezunu olan oalna Müslim ve gayri Müslim çocukların bir arada öğretim yaptıkları yerlerdir,1000 haneden fazla yerlere idadi kurulacaktır,idadilerin bütün masrafları vilayet maarif idadisi sandığından karşılanacaktır,İdadileri süresi üç yıl olacak ve şu dersler okutulacaktır:Türkçe,kitabet,Fransızca,mantıkkavaniniOsmaniye,coğrafya,tari h,cebir hesapidefter tutma,kimya resim dersleri okutulmuştur.
Bu nizamnamedeki hedefler ise maalesef belirlenen sürede tutturulamamıştır.
3)Sultaniler:
İdadiler seviyesinde Fransızca ve Türkçe ile eğitim ve öğretim yapaşn bir mekteptir.1 Eylül 1868 tarihinde Galatasaray Sultanisinin açılışıyla maarifimize giren bu Fransız modeli mektepler hazırlık devresiyle birlikte 9 yıllık bir süreyi kapsamaktadır.Bu mektebin açılışı sultan Abdülaziz’in 1867 Paris ziyaretine dayanır.SultanideTürkçeFransızca,Grekçe,ahlak,Latince,tarih,coğrafya,matema tik,kozmografya,mekanik ,fizik,kimya,ekonomi güzel konuşma sanatı ve resim dersleri okutulurdu,Daha sonra Arapça ve Farsça okutulmuştur.Darüşşafaka ve Robert kolej de sultani tipi okullardandır.
III)Yüksek Öğretim:
Bunlar üniversite karşılığı olan darülfünun ve yüksek okullardır.
1)Daru’l Fünun:
İlk kez 12 Ocak 1863’te açılan darül funun bu tarihten sonra birkaç kez kapanıp açılmış1908 tarihine gelindiğinde İstanbul darülfünunu olarak adı değiştirilmiş ve yeniden teşkilatlandırılmıştır.1912 de şubeler fakülteye çevirilmiş ve I.Dünya savaşında Almanya’dan fen edebiyat ve hukuk alanında 20 profesör çağırılarak üniversitelerin kadroları güçlendirilmeye çalışılmıştır.
2)Yüksek Okullar:
a)Mektebi Mülkiyeyi Şahane:
Osmanlıda ilk sivil yüksek okuldur.Kaymakamlık ve müdürlük gibi mülki idarede görevlendirilecek memurlar için açılan bir yüksek okuldur.Öğretim süresi önce iki yıl olarak belirlenmiş daha sonra dört yıla çıkarılmıştır.1915’te Darül fünunun hukuk fakültesine bağlanmıştır.
b)Mektebi Tıbbiyeyi Mülkiye:
Sivil tabip yetiştirmek maksadıyla kurulmuş bir mekteptir.Başlangıçta beş yıl olan bu okul daha sonra altı yıla çıkarılmıştır.1915’te üniversitenin tıp fakültesine bağlanmıştır.

c)Mektebi Hukuki Şahane:
Tanzimat sonrası açılan batı tipi mahkemelere eleman yetiştirmek amacıyla kurulan mekteplerdir.1909’da Darülfünunun hukuk fakültesi haline geldi.
d)Hendeseyi Mülkiye Mektebi:
Memleketin sivil mühendis ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuştur.Cumhuriyet döneminde yüksek mühendis mektebi adıyla faaliyetlerine devam etmiştir.
e)Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi:
Ziraat ve baytarlık alanında memleketin ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan dört yıllık bir yüksek okuldur.

KLASİK DÖNEM ASKERİ MEKTEPLERİ

I)Acemioğlanlar Ocağı:
Pençik ve devşirme usulleriyle toplanan çocuklar Türk-İslam terbiyesine göre yetiştirilmek üzere Türk ailelerinin yanına verilir sonra Acemioğlanlar ocağına alınırlardı.Burada bir taraftan askeri eğitim alırken diğer taraftanda enderuna hazırlayıcı eğitim verilirdi.I.Murat devrinde Çandarlı Kara Halil Paşa ve Molla Rüstem’in tavsiyeleriyle kurulan bu ocak 1826’da Yeniçeri Ocağı kapatılınca bu ocak ta kaldırıldı.
II).Yeniçeri Ocakları:
Acemioğlanlar mektebinden sonra titiz bir imtihanla seçilen kabiliyetli gençler Enderun Mektebine diğerleri de asker olmak üzere Yeniçeri Ocağına alınırlardı.61 bölükten oluşan bu kuvvetler yeniçeri ağasına bağlıydı.
III).Enderun Mektebi:
Topkapı sarayı içinde bulunan ve orduya kurmay yetiştiren yüksek seviyede önemli bir mekteptir.Osmanlıya has olan bu mektepler ilk olarak II.Murat zamanında Edirne de kurulmuştur.Fatih Sultan Mehmet zamanında sadece kurmay asker yetiştirmekten başka birde mülki ve idari kadronun da yetiştirildiği bir mektep haline gelmiştir.Gittikçe zayıflayan Enderun mektebi 1 Temmuz 1909’da lağvedilmiştir.

YÜKSEK SEVİYEDEKİ ASKERİ MEKTEPLER

I)Mühendishane-i Bahr-i Hümayun:
Osmanlının batıya açılan ilk kapısıdır.1773’te Baron De Tott’un tavsiyesiyle ve Cezayirli Hasan Paşanın gayretleriyle Haliç Tersanesinde açılmıştır.Bu mektepte ordunun ihtiyaç duyduğu denizci subaylar yetiştiriliyor ve topçu eğitimi veriliyordu.
II)Mühendishane-i Berri Hümayun:
III.Selim devrinde kurulan bir yüksek okuldur.Topçu subayı yetiştirmek amacıyla Mühendishane-i bahri Hümayun’dan ayrılarak kurulmuştur.Öğretim süresi dört yıldır.
III)Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Ma’mure:
Sadece Müslüman tıp adamlarının yetiştirilmesi amacıyla kurulmuş Darüşşifanın devamı olan okuldur.Eğitim süresi dört yıldır.
IV)Mektebi Fünunu Harbiye:
Açılan askeri okulların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kurulmuştur.

II.YAYGIN EĞİTİM MÜESSESELERİ:

Her yaş ve seviyedeki insanlara medrese ve mektepler dışındaki yerlerde verilen eğitimdir.Bu yaygın eğitim kurumları camiler,tekkeler,saraylar,darü’l hikmetİslamiye,darulmesnevi,kütüphaneler,sahaflar,loncalar,ulemaevleri,kıra athaneler olarak sıralanabilir.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 27 Haziran 2012 18:16
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
23 Mart 2010       Mesaj #8
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Islâm dünyasinda medreselerin ortaya çikmasi ile baslayan medrese dönemi egitim ve ögretimi, bir veya birkaç kisinin ögrencilere bilgi vermesi ve belli bir sistem çerçevesinde onlari egitmesi sonucunda ögretim kadrosu tesekkül etti. Kendisinden önceki Islâm devletlerinin uygulamalarindan bir hayli istifade eden Osmanli dönemi medreselerinin, ögretim kadrosuna dahil olan elemanlar ile ögrenciler hakkinda fazla teferruata girmeden bilgi vermek istiyoruz. Bu arada Osmanli öncesine de kisaca temas edecegiz.

1. MÜDERRIS (PROFESÖR)

Bilindigi gibi Nizâmiye medreseleri, yüksek seviyede ögretim ve egitim faaliyetlerinde bulunan kurumlardi. Bu sebeple, bu ve daha sonra kurulan bütün medreselerde ders veren kimseler için "müderris" ünvani kullanildi. Bu tabir, Arapça bir kelime olup "tedris" mastarindan ism-i faildir. Buna göre mânasi medreselerde ders okutan kimse olmaktadir.

Islâm'in ilk devirlerinden itibaren özellikle bazi ilimlerin tahsilinde bir ögreticiye (muallim, müderris, ögretmen) ihtiyaç duyulmus oldugundan kendi basina kitapla ugrasmak pek hos karsilanmamistir. Ayrica, insanlarin bildiklerini baskasina ögretmek için gayret sarf etmesi de tesvik edilmistir. Bütün bunlar, Islâm dünyasinda medreselerin yayginlasmasi ile birlikte her tarafta saygi ve itibar gören müderrislerin yetismesine sebep oldu. Ilmin yayilmasi için gayret sarf eden bu zümrenin, gerek fikir ve çalisma hürriyeti, gerekse büyük bir malî imkâna sahip olmasi, bu sahanin ragbet görmesine sebep oldugu gibi, bu zümre mensuplarinin daha iyi bir sekilde ilmî faaliyetlerde bulunmasina da sebep olmustu. Baslangiçta hükümdar, emîr veya vakfi tesis eden herhangi bir kimse tarafindan tayin edilen müderris, devrin en bilgili ve kabiliyetli âlimleri arasindan seçilirdi. O, hemen hemen dinî ilimlerin tamaminda bilgi sahibidir. Özellikle kendi mezhebi hakkinda usûl ve füru' ilimlerine iyice vâkif olmak zorundadir.
Osmanli dönemi medreselerinde, belirli bir tahsilden sonra icazet, mülâzemet ve beratla medreselerde ders veren kimselere müderris (günümüzde profesör) denir. Vakfiyelerde müderrislerin nasil seçkin kimseler arasinda seçilmesi gerektigi ve özelliklerinin neler olmasi hakkinda bilgiler verilmektedir. Bu konuda Fâtih ve Kanunî vakfiyeleri ile kanunnâmelerde genis bilgi bulunmaktadir. Osmanli medrese teskilâtinda "Hâric" ve "Dâhil" derslerini gören talebe, "Sahn-i Semân" veya "Süleymaniye" seviyelerindeki egitim ve ögretimden sonra mezun olur. Yani, icazet alir. Bu, onun müderrislik yapabilecegini gösteren bir diplomadir. Sayet Anadolu'da vazife almak istiyorsa Anadolu, Rumeli'de vazife alacaksa Rumeli Kadiaskeri'ne müracaat ederek onun, muayyen günlerdeki meclislerine devam edip "Matlab" denilen deftere (Rûznâme) mülâzim kayd edilir. Bundan sonra sirasi gelinceye kadar beklerdi ki, buna nevbet (nöbet) denirdi. Sirasi geldiginde en asagi derecedeki "Hasiye-i Tecrid" medreselerinden birine yevmiye (günlük) 20 akça ile müderris tayin edilirdi. Bundan sonra sira ile yükselerek en üst seviyedeki bir medreseye kadar çikabilirdi.

2. MUID (ASISTAN, ARASTIRMA GÖREVLISI)


Arapça bir kelime olan "Muîd" birçok mânaya delâlet etmektedir. Teknik yani istilâh olarak müzakereci, müderrisin derslerini tekrarlayip izah eden müderris yardimcisi. Gerçekten muîd, müderrisin dersten ayrilmasindan sonra onun dersini talebeye tekrarlayan bir kimsedir. Talebe bazan konuyu anlamadigindan, bazan müderrise sormaktan utandigindan her seyi tam olarak kavrayamaz. Iste bu durumda muîd onlara yardimci olur. Demek oluyor ki, muîdin müderris ile talebe arasinda bir derecesi vardir. Bugünkü asistan veya arastirma görevlisi pozisyonundadir. Muîdler, talebelerle ayni yerde otururlar. Vazifesi, dersi ögrencilerle tekrarlamak olan muîde müzakereci de denebilir. Bu vazife medreselerin kurulmasiyla birlikte ortaya çikmistir. Eyyubîler döneminde muîdlik, aranan bir görev haline gelmistir. Hemen her medresede bir muîd vardir. Hatta, bazi medreselere tayin edilen her müderris için iki muîd tayin edilmistir. Nitekim Melik Necmeddin Eyyub tarafindan yaptirilan Selâhiyye Medresesi'ne dört müderris, her müderrise de ikiser muid verilmistir. Muîdler, ayni zamanda talebenin disiplini ile de mesgul olurlardi. Hatta bazan (Misir'da görüldügü gibi) bir medresede müderris, digerinde de muîd olanlara rastlanmaktadir.

Osmanli egitim ve ögretim tarihinde muîdlerin önemli bir yeri bulunmaktadir. Fâtih vakfiyesinde muîdlerle ilgili olarak söyle denilmektedir:
"Hadid ve fikr-i sedid ve re'y-i resid ile akrani beyninde ferid ve ta'lim-i muhtasarat-i kütübde mâhir ve teallüm ve iktisâb-i mütavvelata kadir kimesne olur. Her müderrisin medresesinde muîdi olup vazife-i yevmiyesi hâsil-i vakf-i seriften bes akça ola." Görüldügü gibi Osmanli dönemi muîdi, akranlari arasinda en iyi bilgiye sahip, zeki, saglam ve isabetli görüslere sahip bir kimse olarak tavsif edilmektedir. Muîd, yaptigi is ve gördügü hizmet karsiliginda da günde bes akça gibi bir ücret almaktadir.
Süleymaniye vakfiyesinde de muîdlikle ilgili su bilgilere yer verilmektedir:
"Ve tullab-i ilimden birer maarif u fezâil ile mümtaz, rütbe-i istifadeden derece-i ifadeye vüsûle isti'dad ile ser-efrazini muîd eyleyeler. Ve vazife-i yevmiyyeleri beser akça ola." Vakfiyenin bu metninden anlasildigi üzere Süleymaniye medreselerinde muîdlik yapacak olanlarin talebenin en iyilerinden olmasi, bilgili ve arkadaslari arasinda her bakimdan üstünlügü kabul edilen bir kimse olmasi gerektigi belirtilmektedir.
Muîdlerin, Ellili medreselerden asagi seviyedeki medreselerde de bulundugu ve bunlarin da müderrisler gibi tayin edildikleri anlasilmaktadir. 5 Saban 1247 (9 Ocak 1832) tarihini tasiyan bir belge, Sivas Dâru's-sifa medresesinde muîdlik yapan Musa adindaki sahsin vefati üzerine yeri ve hizmetin hâli oldugu, bu sebeple islerin görülemez oldugu anlasildigindan yerine beratla, bu ise lâyik olan oglunun geçmesi Sivas Kadisi Müftüzâde Abdullah tarafindan istenmektedir. Öyle anlasiliyor ki bu medresede muîdlik hizmeti eskiden beri uygulanmaktadir. Zira adi geçen sehrin kadisi tarafindan Istanbul'a gönderilen 12 Zilhicce 1167 (30 Kasim 1754) tarihli baska bir arzda muîdlik hizmetinin bir baskasina verilmesi istenmektedir.
Danismendler arasinda muîd olabilecek evsafta bulunanlarin seçimi ise müderrisler tarafindan yapilmis olmalidir. Muîdlerin, kaç yil bu görevde kaldiklari henüz kesin olarak tesbit edilebilmis olmamakla beraber, (Dâru't-tiblar disinda) bunun iki sene devam ettigi belirtilmektedir.
Osmanlilar döneminde bu görev, 1908 inkilâbindan sonra da Sultanî-ler'de devam etmek üzere yeniden ihdas edilmisse de sonradan kaldirilmistir.

3. TALEBE


Islâm dünyasinin egitim ve ögretim tarihinde medreselerin esas unsurlarindan biri de süphesiz ki ögrencilerdir. Talebelerin gerek zekâ gerekse bedenî yapi bakimindan saglam olmalarina dikkat edilirdi. Bu bakimdan hocalar tarafindan bazi zekâ testlerinin yapildigi da belirtilmektedir. Bu testler neticesinde hocalar talebe olarak seçecekleri kimseleri belirlerlerdi. Böylece zeki veya daha az zeki olan insanlarin ayni yerde bulunmamalari saglanmis oluyordu. Zira farkli zekâ seviyesine sahip olan ögrencilerin ayni sinifta bulunmalari hos karsilanmamistir. Çünkü böyle bir uygulama, zeki çocuklari geri birakacagi gibi, zekâ bakimindan fazla gelismemis olanlara da büyük bir azap çektirir.

Her ne kadar ögretim için belli bir yas sözkonusu degilse de bazi müderrislerin, belli ilimlerde ögrenme kabiliyetini nazar-i dikkate alarak belli bir yas grubundan ögrenci seçtikleri de olmustur. Gerçekten, Kâtib Çelebi'nin de ifade ettigi gibi ilim yolcusunun fedakâr olmasi, dünya ile iliskisinin fazla bulunmamasi, çoluk çocuk kaygisinin olmamasi gerekir. Bütün bunlar da ilim tahsil etmek isteyen kimsenin bir ölçüde genç olmasini gerektirmektedir. Hatta bazi müellifler, talebenin mümkün mertebe bekâr olmasini da isterler. Çünkü evli bir kimse, evlilik hukuku ve geçim derdi gibi islerle mesgul olacagindan kendisini rahat ve huzurlu bir sekilde ilme veremez. Bu da ilmî tedkik ve arastirmaya bir engel teskil eder.
Talebe sayisi genellikle vakfi tesis edenlerin isteklerine bagli kalmissa da, bazan bu sayilar degisebilmektedir. Misir medreselerindeki ögrenci sayisi 3-100 arasindadir. Bazan sayi çogaldigi zaman bunlarin iki kisma ayrildigi, hocalarin böyle bir taksim yaptiklari da belirtilmektedir.
Osmanli döneminde talebelerin yetismesi üzerinde ehemmiyetle durulmus olmasi onlara büyük bir degerin verildigini göstermektedir. Osmanlilarin ilk medreseleri ile birlikte bütün talebeye vakiflarca bakilmis, onlara imâretler vasitasiyla da yeme, içme, yatma ve para temin etme gibi imkânlar saglanmistir.
Islâm ve Osmanli dünyasinda talebeler için degisik kelime ve istilahlar kullanilmistir. Araplarin "tâlib" dedikleri medrese talebesine Selçuklular "fakih" ve "mülazim" derlerdi. Osmanlilarda ise "tâlib"in çogulu "talebe" ve "tüllâb" kelimeleri kullanildigi gibi, Farsça'da âlim ve akilli mânasina gelen "danismend" ve yine Farsça'dan yanmis mânasina "suhte" kelimesinin bozulmus sekli olan "softa" kelimeleri ile Arapça'da istidadli ve kabiliyetli mânasina gelen "müsteid" kelimesi kullanilmistir. Bu kelimelerden her birinin digerinin yerine kullanilabildigi anlasilmakla birlikte, Sibyan mektebi talebelerine sadece "talebe", asagi seviyedeki medrese talebelerine "suhte" yüksek seviyedeki medrese talebesine de "danismend" denildigi anlasilmaktadir.
Osmanli medreselerindeki talebe sayisi, medresenin büyüklük veya küçüklügüne göre degismekle beraber, medreselerin en büyüklerinde bile bir müderrisin okuttugu ögrenci sayisi 20 rakamini geçmez.
Öyle anlasiliyor ki Osmanli Devleti'nde daha kurulus yillarindan itibaren tahsilini belirli seviyeye getiren talebeler, hocalarinin da tavsiyesi ile Islâm dünyasinin o dönemlerde taninmis ilim merkezleri olan Kahire, Semerkant, Buhara, Mâveraünnehr, Bagdad ve Sam (Dimask) gibi merkezlerine giderek tahsillerini tamamliyorlardi. Böylece birkaç yil sonra Islâm dini, kültürü ve medeniyeti konusunda yetismis birer âlim olarak dönerlerdi. Hangi sehrin hangi sahalarda meshur oldugu, buralardaki ilmî gelisme ve ilim mahfilleri, daha önce gidip dönenler veya oralardan gelen misafir hocalar tarafindan bilinir ve akademik seyahata çikan ögrenciye tavsiye edilirdi.
MsXLabs.org & OT
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
23 Mart 2010       Mesaj #9
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Osmanli medrese sistemindeki en büyük gelismelerden biri de süphesiz ki, Kanunî Sultan Süleyman döneminde meydana gelmisti. Kanunî devri, her sahada oldugu gibi medrese teskilâtinda da zirveyi ifade eder. Fatih Sultan Mehmed'in Sahn-i Semân medreselerinde Dâru's-sifa olmakla beraber henüz tip ve matematik fakülteleri yoktu. Bu medreselerde tefsir, hadis, kelâm ve edebiyat gibi dersler okutuluyordu. Bununla beraber buraya gelecek olan ögrenciler, günümüzün ifadesiyle ilk ve orta tahsillerinde matematik, geometri, astronomi gibi dersleri daha önce gördüklerinden bu neviden fen bilimlerine vâkif idiler.
Günün sartlari ve ihtiyaçlari gözönüne alinarak Süleymaniye medreselerine Tib, Riyaziye (matematik) ve Dâru'l-hadis ilave edildi. Süleymaniye Vakfiyesi'nden anlasildigina göre, Süleymaniye Câmii'nin kuzey tarafina düsen kisimda medrese-i evvel ve sâni denilen birinci ve ikinci medreselerle, kuzey doguda bir hamam, kible tarafinda bir dâru'l-hadis, caminin tam güneyine tesadüf eden kisminda medrese-i rabi' (4. medrese), bunun dogusunda da medrese-i sâlis (3. medrese), câminin güney batisinda tip medresesi ve eczahâne, câminin bati kismina düsen tarafinda ise imâret, tabhâne ve dâru's-sifa denilen hastahâne yapilmisti. Demek oluyor ki, Kanunî Sultan Süleyman tarafindan vücuda getirilen medreseler manzûmesi (üniversite), Dâru'l-hadis, Tib, Riyaziye, Tabiiyye, Din, Hukuk ve Edebî tedrisat yapilan fakültelerden tesekkül ediyordu. Ayrica hastahâne, imâret, hamam, tabhâne vesair müstemilat bütün bu siteyi (külliyeyi) meydana getirmisti.
Câmi, medrese ve diger tesislerin temeli 7 Cemaziyelevvel 957 (24 Mayis 1550) senesi Persembe günü atilmis, Seyhülislâm Ebu's-Suûd Efendi tarafindan mihrabin temel tasi konmustu. Câmi, Sevval 963 (Agustos 1556) da bitmis ise de diger tesislerin bitis tarihi daha sonralari olmustur. Süleymaniye medreseleri içinde en yüksek olan Dâru'l-hadis idi. Müderrisi yevmiye 100 akça aliyordu. Diger müderrislerin yevmiyesi ise 60 akça idi.
Hâriç ve Dâhil derslerini gören bir ögrenci Hukuk, Ilâhiyat ve Edebiyat Fakültesi durumunda bulunan Sahn-i Semân medreselerine girmeyerek Riyaziyât ve Tip Fakültesi derslerini takib edecekse Musila-i Süleymaniye denilen medreselere devam eder. Buradan mezun olduktan sonra Süleymaniye Medresesi'ne devam edip yüksek tahsil yapabilirdi.
Böyle bir sistemle Kanunî, bir tarafdan Sahn-i Semân medreselerinin üstünde medreseler kurmayi gerçeklestirirken, bir taraftan da Osmanli medreselerinin pâyelerini yeni bir sisteme göre tanzim etmis oluyordu. Buna göre Osmanli medreselerinin asagidan yukariya dogru su sekli aldigi görülür:
  • Ibtida-i Hâric Medreseleri
  • Hareket-i Hâric Medreseleri
  • Ibtida-i Dâhil Medreseleri
  • Hareket-i Dâhil Medreseleri
  • Musila-i Sahn Medreseleri
  • Sahn-i Seman Medreseleri
  • Ibtida-i Altmisli Medreseleri
  • Hareket-i Altmisli Medreseleri
  • Musila-i Süleymaniye Medreseleri
  • Süleymaniye Medreseleri
  • Dâru'l-Hadis Medreseleri.
Görüldügü gibi Kanunî Sultan Süleyman devrinin en yüksek pâyeli medresesi, Süleymaniye Dâru'l-Hadisi idi. Daha sonraki dönemlerde Osmanlilarda birçok Dâru'l- Hadis açilmakla beraber Süleymaniye Dâru'l- Hadisi, devletin son dönemlerine kadar bu pâyesini muhafaza etmistir.
Bütün bunlardan anlasildigina göre Süleymaniye ile birlikte en yüksek müderrislik derecesi de Süleymaniye müderrisligi oluyordu. Süleymaniye müderrisligi için söyle bir sira takib ediliyordu. Buna göre sira ile ibtida-i altmisli, yani altmis akçali yevmiyeden baslayarak Hareket-i altmisli, Musila-i Süleymaniye, Hamise-i Süleymaniye,* Süleymaniye ve nihayet Dâru'l-Hadis-i Süleymaniye gelirdi. Bu medreselerde kaç müderrisin olacagi belli idi. Sayilarinda artis olmazdi.
Ibtida-i Altmisli denilen ve altmis akça yevmiye alan müderrislerin sayisi 48 rakaminda dondurulmustu. Bu derecede bulunan bir müderris, terfi ettigi zaman daha yüksek bir dereceye hareket ettigi için buna Hareket-i Altmisli denilmisti. Yevmiyesi daha öncekinin ayni idi. Buna karsilik müderrislik derecesi daha yüksekti. Bunlarin sayilari da otuz iki idi. Buradan terfi eden birisi Musila-i Süleymaniye denilen ve kendisini Süleymaniye müderrisligine götürecek olan dereceye yükselirdi.
Musila-i Süleymaniye müderrisligi, "kibar-i müderrisîn" denilen müderrisliklerin ilk kademesi idi. Bundan sonra Hamise-i Süleymaniye, daha sonra da Süleymaniye'nin dört müderrisinden birinin müderrisligi ve en sonunda da Dâru'l-Hadis müderrisligi gelirdi.
Osmanli Devleti'nde, pâye itibariyle Dâru'l-Hadis medresesinin üstünde bir medrese olmadigi gibi, müderrisliginin üstünde de bir müderrislik bulunmuyordu. Bu bakimdan buranin müderrisi arzu ettigi takdirde "Mahrec Mevleviyetleri"ne dahil Kudüs, Haleb, Eyüb, Selanik, Tirhala, Yenisehir, Galata, Izmir, Sofya, Trabzon ve Girit kadiliklarindan birine tayin edilebilirdi.
Osmanli ilmiye teskilâtinda müderrislerin, protokol ve pâye bakimindan gerek birbirleri ile gerekse kadilarla olan durumlari kanunnâmelerde düzenlenmis bulunmaktadir. Nitekim degerli bir devlet adami olan Tevkiî Abdurrahman Pasa (öl. 1692)'nin 1677-78 siralarinda hazirladigi ve medeniyet tarihimiz için çok degerli olan Kanunnâmesinde bu konuda söyle denilmektedir:
"... Ve müderrislerden Süleymaniye müderrisleri Musila-i Süleymaniye müderrislerine tasaddur eder. Ve Musila-i Süleymaniye müderrisleri altmisli müderrislere tasaddur eder. Ve altmisli müderrisler Sahn müderrislerine tasaddur eder. Ve Musila-i sahn müderrisleri dâhil müderrislerine tasaddur eder. Ve dâhil müderrisleri hâric müderrislerine tasaddur eder.
Ve hâric müderrisleri kudat-i kasabata (kaza ve kasaba kadilari) tasaddur eder. Lâkin bu tasaddur itlâk üzere degildir. Hâriç müderrisleri ile kudat-i kasabat mâ-beynlerinde (aralarinda) ilim irfan ve zat ve zaman itibar olunur. Ve bilcümle kasaba kadisi bir zî san (san, söhret sahibi) kimse olsa elbette hâric müderrislerine tasaddur ettirilir.
Ve medârisin (medreselerin) her sinifinda olan müderrisler, kendi hempâyelerine tasaddurlari zat ve zaman itibariyledir." Fatih Kanunnâ-mesinde de belirtildigine göre Sahn müderrisi 500 akça yevmiyeli mevleviyetlerden birine geçebilirdi. Hâriç ve Dâhil medreselerinde yevmiye 50 akçaya müderrislik yapanlar, yevmiyesi 300 akça olan kadiliga geçebilirlerdi. Ayni sekilde bunlar, Nisanci veya Defterdarlik gibi önemli memuriyetlere de geçibilirlerdi. Ayrica Sahn-i Semân müderrisleri protokol (tesrifat)da sancakbeylerinden önce gelirlerdi.
Bütün bunlardan baska Iç-il denilen Istanbul, Edirne ve Bursa sehirleriyle bunlarin etraf ve mülhakatindaki medrese müderrislerinden yevmiye yirmi akça alan bir müderris, kadi olmak istedigi zaman yevmiye 45 akçali bir yere kadi olarak tayin edilirdi.
Osmanlilar döneminde ilk defa tedris (egitim-ögretim) hayatina baslayacak olan bir ögrenci, "muhtasarat" denilen dersleri gördükten sonra "Hasiye-i Tecrid" medresesine devam eder. Orada muvaffak olursa müderristen bir belge (icâzet, diploma) almak suretiyle bir yukari derecedeki "Miftah" medresesine devam eder. Ondan sonra Kirkli, Hâric ve Dâhil medreselerinin derslerini gördükten sonra baslangiçta Sahn medreselerine, Süleymaniye'nin kurulusundan sonra da dilerse Sahn-i Semân'a veya Süleymaniye medreselerine devam edebilir. Buralari da tamamladiktan sonra "icâzet" alir. Yani, kendisine müderrislik yapabilecegine dair diploma verilirdi. Cevdet Pasa, Sahn medreselerine gelinceye kadar Osmanli dönemindeki talebenin geçtigi merhaleleri su ifadelerle anlatir:
"Ve talebeden biri danismend olmak murad eylese, ibtida ulemadan bir zata varup Hâric derslerini yani mukaddemat-i ulûmi taallum ve tahsil ettikten sonra ol zatin tavassut ve delâletiyle müderrisînden birine varup ve "Dâhil" derslerini görüp Sahn derslerine kesb-i liyakat eylerdi. Ve Sahn medreselerine dâhil olabilmek için onlarin "idâdiye"si hükmünde bulunan medreselerde ikmal-i ulûm-i mürettebe etmek lâzim gelirdi ki, bunlara "Musila-i Sahn" denilirdi. Ve Sahn medreseleri Fatih Camii Serifi'nin iki tarafindaki kargir ve kursunlu sekiz medresedir ki, Sahn-i Semân denir. Bunlarda sahib-i hücre olan talebe, ulema ve fuzelâdan zatlar olup nicesinin telifat-i makbulesi vardir. Ve bunlarin eskilerine "Muid" denilir ki, medreselerinde müzakereci olup bu medreselerin arkalarinda ve idadiyeleri makaminda sekiz Tetimme medreselerindeki talebeye dahi tedris-i ulûm ederlerdi."
Osmanli medreselerinde icazet alan müderris adayi "nevbet" denilen sirayi beklerdi. Anadolu'da müderrislik yapmak isteyenler Anadolu, Rumeli'de müderrislik yapmak isteyenler de Rumeli kadiaskerinin belli günlerdeki meclislerine devam edip "Matlab" denilen deftere (Ruznâme) isimlerini kaydettirirlerdi. Ebu's-Suûd Efendi'nin Rumeli kadiaskerligine kadar muntazam bir mülâzemet defteri olmayip herhangi bir sekilde yolunu bulanlar sira beklemeden mülâzemete geçerken, bundan sonra yedi senede bir mülâzemet usûlü kanun oldu ki, ulemadan her pâyede olanlarin ne kadar mülâzim verecekleri de bu dönemde tesbit edildi. Bununla beraber zaman zaman bu kanuna aykiri olarak degisik zamanlarda mülâzemetler verilir oldu. Ayrica padisah cülûslarinda, padisahin ilk seferinde, savaslardan müzafferiyetlerle dönüsünde veya sehzâde dogumlarinda da mülâzemetler verilir oldu.
Medresedeki dersleri sirasiyla görüp icazet alan ve danismend olan kimse, bundan sonra mülâzemet ve kadiasker defterine kayd olunarak sira beklerdi. Sirasi gelen müderris adayi en alt seviyedeki "Hasiye-i Tecrid" medresesi müderrisligine atanirdi. Bu medrese yirmi ve yirmi besli medresedir. Buradan terfi edince bir derece yüksek olan otuz, daha sonra otuz bes akça yevmiyeli "Miftah" medreselerinden birinin müderrisligine tayin edilirdi. Böylece en üst kademeye kadar çikabilirdi. Medreseyi bitiren askerî sinifa geçmek isterse o zaman kendisine yirmi bin akça ile zeâmetin ilk derecesi verilirdi.
Baslangiçta bütün müderrislerin tayinleri kadiaskerlerin Pâdisaha arz etmeleriyle yapilirken, XVI. asir ortalarindan itibaren Hasiye-i Tecrid, Miftah ve Kirkli medreselerin müderrislerinin kadiasker, daha üst seviyedeki medreselerin müderrislerinin tayinleri ise Seyhülislâm'in sadrazam vasitasiyla inhasi üzerine olmustur.
Osmanli medreselerinde müderrislik yapmak isteyenler ayrica bir imtihana tabi tutulurlardi. Sayet bir medresede münhal yer varsa (bos kadro) ve buraya da birden fazla tâlib bulunuyorsa o zaman imtihan yapilirdi. Bu imtihan için adaylara bir mesele (problem, tez) verilir, takrirleri dinlenir ve bir de risâle yazdirilirdi. Jüri tarafindan dinlenen ve sorulara dogru cevab vermekle birlikte risâlesi kabul edilen aday, müderrislige atanirdi. Müderrislerin imtihaninda kadiaskerler de hazir bulunurlardi. Imtihan, herkese açik olarak bir camide yapilirdi. Sorular, müderrislerin seviyesine göre olurdu.
Osmanlilarda, ilk medresenin kurulusundan ve bilhassa Fatih'in Semâniye medreselerinden sonra belli bir nizam ve kanuna baglanan medrese egitimi ile müderrislik, ufak tefek bazi olaylar bir tarafa birakilacak olursa güzel ve sistemli bir sekilde isliyordu. Fakat XVI. asrin son çeyreginde degisik sebeplerden dolayi egitim ve ögretim müessesesinde bazi aksakliklar görülmeye baslanir. Bunlar, medresenin gerilemesine ve hatta ileride çökmesine sebep olmuslardir. Bu çöküsü durdurmak için zaman zaman basvurulan islâh çalismalari ve bu ugurda harcanan çabalar ile yapilan teklifler fazla tesirli olmamis görünmektedir. Bununla beraber biz, genis bir açiklamada bulunmadan Osmanli medrese ve ilmiye teskilatinin bozulma sebeplerini asagidaki sekilde ismen zikretmekle iktifa ediyoruz. Bunlar: Nüfus kesâfeti, Devletin diger müesseselerindeki bozukluklar, Ulemâ-zâdegân sinifinin dogmasi, Ilmiyeye âid kanun ve geleneklerin çignenmesi, Merkezcilik, Saltanat kavgalari, talebe isyanlari, bencillik, ilmî hürriyetin olmamasi gibi her biri basli basina çöküs sebebi olabilecek maddelerdir.
Biraz önce, bozulmaya tesir eden sebebler olarak gördügümüz hususlarin ortadan kaldirilmasi için degisik zamanlarda fermanlar isdar edilmisti. Fakat bir türlü medreselerin islâhi veya kendini düzeltmesi gibi arzu edilen seyler yapilamiyordu. Zamanimizin teknik medeniyetini meydana getiren yenilesme çaginin gerektirdigi sartlara uymak, degil sadece Osmanli Devleti'nde bütün bir Islâm dünyasinda mümkün görülemiyordu. Halbuki baslangiçta ilmî gelismeye çok müsait olan ve günümüz üniversitelerinin egitimi seviyesinde egitim ve ögretim veren medreselerin bu durumu, pek çok kimseyi üzmekteydi. Zira medrese, artik kendisini, degisen dünya sartlarina uyduramiyor, ilim, teknik ve sanatta takib edilen metodlara yabanci kaliyordu. Bu arada, kurulus dönemindeki kanun ve tüzükleri de hakkiyla tatbik edemiyordu. Iste bunun içindir ki medreselerin disinda yeni bazi okullarin açilmasina ihtiyaç hasil oldu. Özellikle 1770'deki Çesme savasindan sonra Osmanli Devleti artik kendisini yenilemek ihtiyacini hissediyordu. Bu yüzden 18 Kasim 1773 senesinde Mühendishâne-i Bahri-i Hümayûn adi ile denizcilikle ilgili bir okul, Kaptan-i Derya Cezayirli Gazi Hasan Pasa'nin teklifi üzerine açilmis oldu. Ilk hocasi da ayni zat olan bu mekteb, tarih boyunca Osmanli egitim sisteminde bir yenilik olarak kabul edilir. 10 Mayis 1796 senesinde de (III. Selim devri) kara kuvvetleri subayi yetistirmek üzere
Mühendishâne-i Berri-i Hümâyun açilmisti. Burada zamanin gerektirdigi hesap ve geometri konulari ile tarih, cografya, astronomi gibi ilimler de okutulurdu. 1826'da Tibhâne-i Âmire ve Cerrah-hâne-i Ma'mûre açilmis olmakla, eskiden beri medrese kisimlari arasinda sayilan Dâru't-tiblar da medrese disina çikmis oldu.
Daha sonralari degisik isimlerle anilmalarina ve farkli program tatbik etmelerine ragmen baska mektepler de kuruldu. Bunlardan birkaçini tarih sirasina göre vermekle yetinmek istiyoruz.
senesinde açilan Mekteb-i Maarif-i Adliye,
senesinde açilan Mekteb-i Ulûm-i Edebiye, 1847 senesinde açilan Dâru'l-Muallim Rüsdî.
1867 senesinde açilan Mekteb-i Sultanî'ler vs. Böylece medreselerin egitiminden farkli egitim ve ögretim veren ve degisik programlar uygulayan bu mektepler, bozulmaya ve gittikçe ortadan kalkmaya dogru hizla giden medreselerin, üzerinde oturdugu araziyi, yavas yavas ellerinden almaya basladilar. Gerçi ilk bakista bunlar, medreselerin disinda gibi görünmekte iseler de II. Mesrutiyetin ilanini takib eden sene (1909), medreselerde de islâhat tesebbüslerine girisilmis, dinî tedrisat yaninda Türkçe, tarih ve cografya gibi sosyal derslerle, riyaziye, fizik, kimya gibi fen derslerinin okutulmasi için yapilan tesebbüsten de tam bir netice alinamamisti.
Medreselerde asil islahat, Padisah Sultan Mehmed Resâd (1909-1918) devrinde, Seyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi'nin seyhülislâmligi sirasinda ve dört sene süren çalismalar sonunda yapildi. Bu sirada medreselerde yeni bir sistemin tatbikine geçildi. Bu sistemle ilgili layiha, 10 Zilkade 1332 (Ekim 1914) tarihli Ceride-i Ilmiye, nüsha-i fevkalâde de yayinlandi. "Islâh-i Medâris Nizâmnâmesinin Esbâb-i Mûcibe Layihasi" adi ile Istanbul'daki bütün medreseler tek isim altinda toplanacaklardir. Bütün Istanbul medreselerindeki talebeler ayni usûl ve kaideler içinde yetistirileceklerdir. Bunun temini için de bütün medreselerin tek bir isim altinda toplanmasi kararlastirilmistir. Islâm hilafetinin merkezinde bulunmasindan dolayi da bunlara "Dâru'l-Hilâfeti'l-Aliyye Medresesi" adi verilmistir. Nizamnâmenin ikinci maddesinde bu medresenin "tâli kism-i evvel", "tâli kism-i sâni" ve "âlî" olmak üzere üç kisma ayrildiklari görülür. Her kisimda dört sene egitim görülecektir. Her kisim dörder sinif ve her sinif da dörder subeyi muhtevi olacaktir. Besinci maddede de medresenin idare sekline yer verilmektedir. Buna göre bu medresenin her kisminda birer müdir-i umûmî (genel müdür), sinif ve subelerinde de birer müdür bulunur. Sube müdürleri sinif müdürlerine, sinif müdürleri, müdir-i umûmîlere, müdir-i umumîler ise ders vekâletine baglanmisti.
Dâru'l-Hilâfe Medresesine alinacak talebenin sayisi tesbit edilirke de o günkü medrese talebesinin sayisi göz önünde bulundurulmustu. Buna göre Tâlî siniflara 260, Âlî siniflara ise 200 talebe alinmasi, tedrisatin daha iyi yürütülebilmesi için de her sinifin dört subeye bölünmesi kararlastirilmisti.
Dâru'l-Hilafe'nin âli kismini bitirenler veya disaridan bütün siniflara âid imtihani verenlerden ser'î ilimlerde ihtisas yapmak isteyenler için Sultan Selim Camiî içindeki Yeni Medrese "Medrese-i Cedîde"nin tahsisi ve buna "Medresetu'l-Mutehassisîn" adi
verilerek bir genel müdür tarafindan ve özel bir yönetmelikle idaresi uygun görülmüstü. Bu medresenin siniflari kirkar kisilik olacakti.
Dâru'l-Hilâfe medresesinde okuyacak talebenin haftada 24 saat ders görmesi gerekiyordu. Bu derslerin isim ve saatleri, Ceride-i Ilmiye'deki programlara dayanilarak Mübahat S. Kütükoglu tarafindan tesbit edilmis ve semasi çikarilmistir. Bir senelik ögretimden sonra müfredat programinda bazi degisiklikler yapilmis ve Ingilizce, Fransizca, Almanca veya Rusçadan birini geçen talebe bu dili ögrenmek zorunda birakilmisti. Ayrica hergün "münasib bir zamanda" gösterilecek olan beden terbiyesi (egitimi) dersi de bu programa ilave edilmisti.
Dâru'l-Hilâfe medreselerinde dinî ilimler yaninda müsbet ilimlerin de tedris edilmesi, 1923 senesinde Ismail Hakki Baltacioglu'nun "Bugünkü medrese kimyayi camilerde mihraba kadar sokmustur" sözlerine göre modern bir egitim müessesesi haline gelmisti. Yeni bir sistem ve asrin icablarina göre kurulan bu medreseler, akademik bir hüviyet kazanmislardi. Medresetu'l-Mütehassisinin her üç subesinde 500, Dâru'l- Hilâfe medreselerinde ise 7000'e yaklasan bir ögrenci mevcudu vardi. Ayrica, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafindan çikarilan bir nizamnâme ile Anadolu'nun pekçok yerinde hatta büyük köylerde bile imam ve hatip ihtiyacini karsilamak için açilan medreselerin sayisi 465, talebesi de 16.000 civarinda idi. Cumhuriyetin ilânindan dört ay sonra 3 Mart 1924 tarihinde Siirt mebusu Halil Hulki Efendi ve 50 arkadasinin teklifi üzerine Ser'iyye ve ve Evkaf Vekâleti'nin lagvedilir. Ayni tarihte Saruhan mebusu Vâsif Bey ile 50 arkadaiin takriri üzerine görüsmesiz kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün medreseler Maarif Vekâletine devredilmisti. O zamana kadar bu medreselerde egitimine devam eden ögrenciler Dâru'l-fünûn bünyesinde açilan Ilahiyat Fakültesine naklolunmuslardi.
Osmanli Devleti'nde kurulusundan beri itina ile üzerinde durulan egitim ve ögretim sistemi, daha sonralari degisik sebeblerden dolayi geregi gibi uygulanamamis ve hatta eski kanunlar bile tatbik edilemez olmustu. Bilhassa Fatih ve Kanunî devirlerindeki medreselerin, devirlerine göre bir irfan yuvasi olmalari artik mazide kalmisti. Ne talebe ne de hoca kadrosunda yeni metodlarin tatbiki düsünülmemisti. Bu yüzden bozulmaya yüz tutan medreselerin islâhi için çalismalar yapilmisti. Bu sebeple farkli isimlerle degisik tarihlerde çesitli okullarin açildigina daha önce temas edilmisti.
Bilindigi gibi Osmanli Devleti'nde köklü degisiklikler Sultan II. Mahmud zamaninda yapildi. Onun için biz de önemine binaen bu dönemde ilk egitimi mecburi kilan II. Mahmud'un fermanini buraya aynen almak istiyoruz.
Istanbul ve bilâd-i selâse kadilarina hitaben yazilan fermanin metni söyledir:
"Cümleye ma'lumdur ki, ümmet-i Muhammed'denim diyen kâffe-i ehl-i Islâm'a göre ibtida serâit-i islâmiyeyi ve akaid-i diniyesini ögrenip bilmek ba'dehû iktisâb-i maiset için kangi dirlige sulûk edecek ise etmek. Ve'l-hasil her bir seyden evvel zaruriyat-i diniyyeyi ögrenmekligi umur-i dünyeviyenin cümlesine takdim eylemek lâzim iken bir zamandan beri ekser-i nâs analarinin ve babalarinin seyyiesi olarak kendileri kaldiklari misillû evladlarinin cahil kalmasini düsünmeyerek ve Rezzak-i âlem olan Hak Sübhanehu ve Taala Hazretlerine adem-i tevekkül ile hemen akça kazanmak daiyesine düserek çocuklari bes alti yasina vardigi gibi mektepten alip ehl-i hiref
(sanatkâr) yanina sâkirdlige verdiklerinden o makûle sabiler küçükten cehaletle büyüyüp sonra dahi okuyup ögrenmeye heves etmediklerine binaen vizr ve veballeri analirinin ve babalarinin boynuna olup yevm-i kiyamette bir taraftan bunlar giriftar-i mes'uliyet ve bir taraftan kendileri duçar-i hiyz u nedâmet olacaklarindan baska maazallahi Taala zamaneyi cehâlet istiabiyle ekser halk diyanetten bi haber olduklarindan bu keyfiyet nusretsizlige sebeb-i mustakil olup Aseman-Allahu Teâlâ böyle giderse min kibeli'r-Rahman terbiye-i sedideyi müstelzim olacagi erbab-i basirete zâhir ve hüveyda olmaktan nâsi ibâd-i müslimini o misillû dünya ve ahiret ukubatindan tahlis ve siyânet lâzim gelmekle imdi emr-i dinde serm ve istihya câiz olmadigina binaen simdiye kadar câhil kalmis olan genç ve ihtiyar bi'l-cümle ümmet-i Muhammed, cahilligin DAREYN'de (dünya ve ahiret) vehametini düsünüp ve bu babta birbirinden utanmayarak hemen Hak'dan utanip kendileri bulunduklari kâr, kisb ve san'at ve hizmetleri arasinda bilmedikleri mesâil-i diniyye ve akaîd-i islâmiyelerini dahi ögrenip bilmekle hasbe'l-imkân sa'y ve gayret ve ol vechle kendilerini Dâreyn selâmetligine irgürmekle sarf ve sa'y ve makderet eylemeleri fariza-i uhde-i diyânetleri oldugundan baska fî mâ ba'd, herkes evladlarini mürahik derecesine varmadikça ve ilmihal ve serait-i islâmiyesini lâyikiyle taallum etmedikçe mektepten alip ustaya vermemek ve murahik olup ustaya vermek derecesine geldikte babasi, babasi yok ise sâir velisi olan kimesne murahik derecesinde oldugunu eger Istanbul sekenesinden ise Istanbul kadisi olan efendi tarafina ve Eyyüb ve Üsküdar ve Galata sükkânindan iseler kadilari efendiler taraflarina, mektep hocasiyle beraber varup ve çocugu dahi getürüp gösterip taraf-i ser'den yedlerine memhur (mühürlü) izin tezkiresi almak ve izin tezkiresi almadikça esnaf taifesi sakirdlige almamak; ve sakirdlige alinmakla esnaf kethüdalarinin dahi re'y ve marifetleri munzam olmak lâzimeden olduguna binaen sâyet esnaftan biri o makule tezkiresiz çocugu sâkirdlige alur ve babasi ve validesi verir ise okudugu mektebin hocasi veyahut mahallesinin imami dogru kadi efendilere haber vermek ve kadi efendiler dahi bu keyfiyeti ihyay-i din-i mübin kaziyesine mebni oldugundan taraflarindan taharri olunarak (arastirilarak) izin tezkiresi almaksizin san'ata verilmis sabi bulunur ise alani ve vereni ve ol esnafin kethüdasini ve haber vermedigi için mektep hocasini li ecli't-te'dib Bâb-i Âliye inha eylemek. Anasiz-babasiz yetim çocuklar olup da kimesnesizligi sebebiyle zarurî (olarak) bir usta yaninda veyahud bir kimesnenin terbiyesinde bulunur ise ustasi ve gerek mürebbisi olan adam sirf san'at ögrenmeklige ve hizmete hasr etmeyerek günde iki defa mektebe gönderip mürahik oluncaya kadar okutturmak ve kezalik el- haletü hazihî, ustalarda bulunan çocuklar dahi bi tipkiha bu nizama dâhil olarak anasi, babasi veya sâir velisi olanlar ustadan alup mektebe vermek ve kimsesiz olanlari dahi ustalari mektebe verip câhil kalmamasina dikkat etmek ve mektep hocalari dahi mekteplerde bulunan çocuklari güzelce okutup Kur'an-i Azimü's-sâni ta'lim akabinde her bir çocugun haysiyet ve istidadina göre tecvid ve ilmihal misillû risâleler okutarak serâit-i Islâmiye ve akaid-i diniyelerini ögrenmeklige sa'y ve ikdam eylemek üzere ale'l-umûm tenbih ve ikaz olunmasina irâde-i seniye suduriyle keyfiyet bilâd-i selâse kadilari efendilere baska baska bâ fermân-i âlî tenbih kilinmis olmagla siz dahi âsitanede kâin bi'l-cümle mahallat imamlarini ve mektep hocalarini ve esnaf kethüdalarini tarafiniza celb ederek tenbihat-i mezkûreyi gûs-i hûslarina telkin ve tefhîm ve is bu fermân-i âlînin birer mamzâ (imzali) suretlerini dahi yedlerine ita birle imamlar mahalleleri ahalilerine ve kethüdalar dahi esnaflarina okuyup anlatmak ve mektep hocalari bilip mûcibiyle amel etmek üzere cümlesine geregi gibi tenbih ve te'kide mübaderet ve bi-tevfikihi isbu nizam ve tenbihatin ale'd-devam icra ve istikrari vesâilini istihsâle tarafinizdan dahi bizzat ihtimam ve dikkat eyliyesiz deyü buyruldu.

IHTISAS MEDRESELERI


Görüldügü gibi simdiye kadar genel egitim ve ögretime tahsis edilen medreselerin egitim ve ögretim faaliyetleri üzerinde durduk. Halbuki bunlarin disinda da bazi medreseler bulunmaktadir. Bunlar, daha ziyade ihtisasi gerektiren bir dalda agirlikli egitim ve ögretim yapilan medreselerdir. Belli branslarda faaliyet gösteren bu medreseler, Osmanlilardan önceki Islâm dünyasinda olduklari gibi Osmanlilarda da ayni isimle varliklarini devam ettirmislerdir. Klasik dönemde bunlari: Dâru'l-kurra, Dâru'l-hadis ve Dâru't-tib olmak üzere üç kisma ayirabiliriz. Osmanli dönemi ihtisas medreseleri ile bunlarin fonksiyonlarini daha iyi anlayabilmek için biraz gerilere, yani Osmanli öncesine gitmemizde fayda mülahaza ettigimiz için, Osmanlilarin örnek aldigi bu medreselerin ilk kurulus yillarindan da kisaca bahs etmek icab etmektedir.

MsXLabs.org & OT
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
27 Eylül 2010       Mesaj #10
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
MEDRESELER

Islâm egitim tarihi içinde müstesna bir yeri bulunan Osmanli medreseleri, orta ve yüksek tahsili gerçeklestiren müesseselerdi. Medrese, memleketin ihtiyaç duydugu kültürü veren ve elemanlari yetistiren bir egitim ve ögretim kurulusudur. Daha önceki devirlerde oldugu Osmanli'da da sahislar tarafindan tesis edilen ve yasamasi için vakiflar kurulan medreselerin hocalarina "müderris" (profesör), yardimcilarina da "muîd" (asistan, arastirma görevlisi) denirdi. Medrese talebesi ise "danismend", "suhte" veya "talebe" adlariyla anilirdi. "Sibyan Mektebi" veya o seviyede özel egitim görmüs olan kimseler, medreselere giderek muayyen hocalardan bir program dahilinde belirlenmis dersleri okurlardi.
Osmanli Devleti, mükemmel bir egitim, askerî ve idarî teskilâta sahip bulunuyordu. Bu teskilât, XVI. asirda, günümüzdeki modern devletlerin teskilâtlari derecesinde muntazam ve mürekkeb bir manzara arzetmektedir. Gerek egitim ve ögretim, gerekse diger teskilâtlarla ilgili durumu daha iyi kavrayabilmek için, binlerce defter ve milyonlarca vesikanin bulundugu Osmanli arsivini görmek gerekir. Kendinden önceki Müslüman devletlerde oldugu gibi Osmanlilarda da medreseleri genel anlamda iki grupta mütalaa etmek gerekir. Bunlar: genel egitim veren medreseler ile özel egitim ve ögretim veren ihtisas medreseleridir.

GENEL EGITIM VEREN MEDRESELER


Osmanlilar medreseyi, Selçuklu ve Anadolu beyliklerini örnek alarak kurdular. Bununla beraber Osmanli medreseleri, naklî ilimlerde Sam-Misir, aklî ilimlerde de Bagdat-Semerkant bölgelerinde yetismis ulemadan istifade etmisti. Daha önce de belirtildigi gibi Orhan Gazi, Iznik'te ilk Osmanli medresesini kurdugu zaman Kayseri ve Kahire'de tahsil görmüs olan Davud-i Kayserî'yi ilk müderris olarak tayin etmisti.
Bilindigi üzere Osmanlilar'da medrese egitimi hemen hemen devletin kurulusu ile baslamistir denebilir. Umumî bilgi veren medreselerde "ulûm-i Öâliye" denilen kelam, mantik, belagat, lugat, nahiv, matematik, astronomi, felsefe, tarih ve cografya gibi "âlet ilimleri" denilen ilimlerin yaninda "ulûm-i âliye" denilen Kur'an ilimleri ile hadis ve Islâm hukuku (fikih) gibi ilimler okutulurdu.*
Osmanli 'Devleti'nin, medenî gelismeye imkân veren birçok konuda oldugu gibi, egitim ve ögretimdeki açik politikasini sonuna kadar devam ettirdigini, ülkeye davet ettigi hocalar ile ilim adamlari sayesinde ögrenmistik. Bu bakimdan, ilk dönemlerde Osmanli medrese sisteminin Anadolu Selçuklu ve yine Anadolu Beyliklerinin medrese sistemi seklinde olacagini kestirmek kolaydir. Bununla beraber daha Yildirim Bâyezid devrinde bir düzenlemeye gidildigi, II. Murad döneminde Edirne'deki Halebiye Medresesi'ndeki* Tetimme ve yine burada Dâru'l-hadis Medresesinin açilmasiyla gelistigi ve nihayet köklü degisikligin Fatih Sultan Mehmed devrinde ortaya çiktigi bilinmektedir. Fatih zamanindaki medrese sistemi, Kanunî Sultan Süleyman'in Süleymaniye Medresesi'ni açmasina kadar devam eder.
Ister klasik dönemde olsun, ister Tanzimat'tan sonraki yeni dönemde olsun genel egitim medreseleri devirlerindeki ilimlerin birlikte okutuldugu medreselerdir.
Nahiv"den Avamil, Izhâr, Kâfiye gibi eserleri, Serh-i Isagoci gibi Arapça, Tevali gibi fikih usûlüne dair eserlerin de okunmus olmasi gerekir.

MIFTAH (OTUZLU) MEDRESELERI


Bu medreseler de, belagat ilminden Sa'düddin Teftazanî'nin belagata dair eseri olan "Serh-i Miftah"in adini tasimaktadirlar. Bu medreselerde, Serh-i Miftah'tan baska fikihtan Tenkih ve Tavzih, kelâmdan Hasiye-i Tecrid'in devami ve hadisten Mesâbih okutuluyordu. Bununla beraber Hasiye-i Tecrid medreselerinde oldugu gibi bu medreselerde de baska eserlerin okutulmasi gerekir. Nitekim Kâtib Çelebi, Fatih Sultan Mehmed'in otuzlu medreselerde Miftah-i Meânî ve Sadru's-Seria'nin okutulmasini tayin buyurdugunu söyler.

TELVIH (KIRKLI) MEDRESELERI


Müderrisine günlük olarak 40 akça verildigi için kirkli medrese diye anilan bu medreselerde belagattan Miftahu'l-Ulûm, usûl-i fikihtan Tavzih, fikihtan Radiyuddin Hasan Saganî'nin Mesariku Envari'n-Nebeviyye'si, Sadrusseria Ubeydullah b. Ishakî'nin Mesarik'i, hadisten de Begavî'nin Mesabih adli eseri okutuluyordu. Bütün bunlardan baska daha farkli eserler de ders kitabi olarak takib edilmislerdir.

ELLILI MEDRESELER


Müderrislerine günlük (yevmiye) 50 akça verilen bu medreseler "Hâric" ve "Dâhil" olmak üzere ikiye ayrilirlar. Kirkli ve Hâric Ellili medreseler, Osmanlilar'dan daha önceki devirlerde Anadolu'da hükümran olan Anadolu Selçuklulari ile Beyliklerin hükümdar, hükümdar aileleri ve vezirlerinin yaptirdiklari medreselerdir. Dâhil medreseleri ise Osmanli padisahlari ile sehzade valideleri, sehzadeler ve padisah kizlarinin yaptirdiklari medreselerdir. Ellili medreselerin Hâric bölümünde: Fikihtan Hidâye, Kelâm'dan Serh-i Mevakif, Hadis'ten Mesâbih okutuluyordu. Dâhil bölümünde ise: Fikih'tan Hidâye, Usûl-i Fikih'tan Telvih, Hadis'ten Buharî, Tefsir'den Kessaf ve Beyzavî okutuluyordu.

SAHN-I SEMÂN MEDRESELERI


Daha önce de belirtildigi gibi Sahn-i Semân Medreseleri, Fatih Sultan Mehmed'in Istanbul'da kurdugu külliyede bulunan 8 medresedir. Bu medreseler, Kanunî Sultan Süleyman tarafindan Süleymaniye Medreseleri kuruluncaya kadar en yüksek tahsil veren egitim kurumlari idi. Fatih vakfiyesinde müderrislerine yevmiye 50 akça tayin edilmisse de bazi müderrislerin burada kalarak terakki ettikleri, yani baska medreselere gitmeden yevmiyelerinin, bulunduklari yerde yükseltildigi ve böylece 60, 70, 80, 90 akçaya kadar çikarildiklari görülmektedir. Burada okutulan derslere gelince bunlar, daha öncekilerin bir devami mahiyetinde olmak üzere sunlardir: Fikih'tan Hidâye, Usûl-i Fikih'tan Telvih ve Serh-i Adûd, Hadis'ten Buharî, Tefsir'den Kessaf ve Beyzavî.
Biraz sonra temas edilecegi gibi bütün bunlar, naklî ilimler denilen ilimlerdir. Bunlarin yaninda tip, hendese, hey'et, cografya, mantik gibi aklî ilimlerin de okutuldugunu
söyleyebiliriz. Hele Sahn-i Semân içinde bir de Dâru's-sifa denilen bir tip fakültesinin mevcudiyetini gözönünde bulundurarak burada hem teori hem de pratik olarak tibbin tahsil edildigini söyleyebiliriz.

MsXLabs.org & OT
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

24 Temmuz 2016 / Misafir Cevaplanmış
22 Mart 2010 / Misafir Eğitim Bilimleri
22 Aralık 2014 / Misafir Edebiyat
24 Kasım 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
31 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap