Arama

Osmanlı Padişahları - Kanuni Sultan Süleyman

Güncelleme: 8 Eylül 2016 Gösterim: 94.025 Cevap: 9
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
17 Şubat 2007       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

Ad:  Kanuni Sultan Süleyman1.jpg
Gösterim: 5715
Boyut:  45.8 KB

Süleyman I
Sponsorlu Bağlantılar
(KANUNÎ), KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN ve MUHTEŞEM SÜLEYMAN olarak da bilinir
(d. Kasım 1494 Nisan 1495, Trabzon - ö. 6/7 Eylül 1566, Zigetvar, [Szigetvâr], Macaristan)
en uzun süre saltanat süren Osmanlı padişahı (1520-66). Osmanlı Devleti’ni dönemin en güçlü imparatorluğu durumuna getirmiş, ceza, vergi, reaya ve bazı askeri sınıflara ilişkin yeni yasalar koymuştur.

Gençlik yılları ve tahta çıkışı.


I. Selim’in (Yavuz) oğludur. Annesi Hafsa Sultan’dır. Çocukluğu babasının sancakbeyi olarak bulunduğu Trabzon’da geçti. On beş yaşındayken dedesi II. Bayezid tarafından Karahisar (Şebinkarasihar) sancakbeyliğine atandı. Amasya’da sancakbeyi olarak bulunan amcası Şehzade Ahmed’in itirazı üzerine bu görevinden alınarak önce Bolu’ya, oradan da Kefe sancakbeyliğine gönderildi. Buradayken Kırım hanı Mengli Giray ile birlikte babası Selim’e taht mücadelesinde destek sağladı. Selim tahta çıktıktan (1512) sonra Anadolu’da Korkud Çelebi ve Şehzade Ahmed’e karşı mücadele ederken, Süleyman da İstanbul’da saltanat naipliği yaptı. Kendine rakip kardeşlerini saf dışı bırakan Selim, oğlunu Manisa sancakbeyliğine atadı (1513). Süleyman, Selim’in Çaldıran (1514) ve Mısır seferleri (1517) sırasında Rumeli’ de güvenliği sağlamak göreviyle Edirne’de bulundu. Onun ölümü üzerine de 30 Eylül 1520’de tahta çıktı.

İç ayaklanmalar.


Süleyman, Pîr Mehmed Paşa’yı sadrazamlık görevinde bıraktı. Lalası Kasım Paşa’ya vezirlik payesi vererek Divan-ı Hümayun üyesi vezirlerin sayısını dörde çıkardı. Padişahlığın ilk yılında Şam beylerbeyi Canberdi Gazali ayaklanarak Beyrut’u ele geçirdi ve Cebel Lübnan’da Dürzileri ayaklandırmaya çalıştı. Halep’i kuşatan Canberdi Gazali Şubat 1521’de Şam yakınlarındaki çarpışmada yenilgiye uğratılarak öldürüldü. Şam beylerbeyliğine Ayaş Paşa getirildi. Süleyman, 1523’te İbrahim Ağa’yı (Makbul İbrahim Paşa) has odabaşılıktan Pîr Mehmed Paşa’nm yerine sadrazamlığa getirdi. İkinci vezir olduğu için geleneğe göre bu makama getirilmesi gereken Hain Ahmed Paşa, kendi isteği üzerine Mısır beylerbeyliğine atandı. Ahmed Paşa Mısır’da bağımsızlığını ilan ederek kendi adına hutbe okutup para bastırdıysa da, kısa bir süre içinde bu hareketi bastırılarak öldürüldü. Ama düzenin yeniden sağlanmasına değin Mısır’da karışıklıklar sürdü. 1526-28 arasında Anadolu’daki Celali Ayaklanmaları yeniden şiddetlendi. Bozok’ta çıkan Baba Zünnun Ayaklanması’yla Sivas, Amasya ve Tokat’a yayılmış olan Kalenderoğlu Ayaklanması büyük kayıplar verilerek bastırılabildi.

Batıya ve doğuya yaptığı seferler.


Süleyman, Canberdi Gazali ayaklanmasının bastırılmasından bir süre sonra Macaristan’a sefer açtı. Bir aylık bir kuşatmadan sonra Ağustos 1521’de Belgrad’a girdi. Sefer sonrasında Ragusa Cumhuriyeti, Venedik ve Rusya elçilerini kabul ederek eski antlaşmaları yeniledi. Ardından Rodos Seferi’ne çıktı. Üzün süren bir kuşatmayı izleyen görüşmeler sonunda Aralık 1522’de adayı St. Jean Şövalyeleri’nden teslim aldı. İran şahı I. Tahmasb’ın Macar kralı II. Lajos ile Kutsal Roma-Germen imparatoru V. Kari’a ittifak önermesi ve Macarların Eflâk ve Boğdan’da karışıklık çıkarma çabaları üzerine Süleyman yeni bir Macaristan seferine çıktı. Ağustos 1526’da Mohaç Savaşı’nda Macarları kesin yenilgiye uğratarak Budin’e (Buda) girdi. Macaristan’dan ayrıldıktan sonra çıkan iç savaşta, Mohaç Savaşı’nda ölmüş olan Lajos’un yerine kral seçilen Jânos Zâpolya’yı destekleyen Süleyman, Avusturya arşidükü ve II. Lajos’un kayınbiraderi Ferdinand’m da (sonradan Kutsal Roma-Germen imparatoru I. Ferdinand) taç giyerek Budin’e girmesi üzerine 1529’da daha güçlü bir orduyla yeniden sefere çıktı. Önce Budin’i aldı, ardından da eylülde Viyana’yı kuşattı. Ama lojistik destek zorlukları ve kışın yaklaşması yüzünden kuşatmayı kaldırarak İstanbul’a döndü.

Süleyman, I. Ferdinand’m Budin’i kuşatması üzerine Nisan 1532’de Macaristan’a yeni bir sefer açtı. Alman Seferi olarak bilinen bu seferde bazı Macar kalelerini aldı ve Budin’i Avusturya kuşatmasından kurtardı. Ardından Viyana yolu üzerindeki Güns (Köszeg) Kalesi’ni uzun bir kuşatmadan sonra ele geçirdi. Süleyman bu kaleyi kuşatmakla, Viyana üzerine yürüyeceği izlenimi vererek Ferdinand’ı bir meydan savaşma çekmek istemişti. Ama bu gerçekleşmedi ve Süleyman yılın sonlarında İstanbul’a döndü. 1533’te Ferdinand’m isteği üzerine Avusturya ile bir ateşkes antlaşması yaptı. Bu antlaşmayla Macaristan’ın doğusu Osmanlı Devleti’nin korumasındaki Jânos Zâpolya’ya, batısı da Ferdinand’a bırakıldı. Süleyman bu barış ortamından yararlanarak doğuya yöneldi. Doğuda Osmanlı toprakları için bir tehlike olarak gördüğü Şii hükümdar I. Tahmasb’a karşı sefere çıktı (1534). Sadrazam Makbul İbrahim Paşa’nm parlak zaferlerinin ardından önce Bağdat’a, sonra da Tebriz’e girdi. Irakeyn Seferi olarak bilinen bu sefer dönüşünde Fransa ile iki ülke arasında sürekli barışı öngören ve Fransa’ya ticaret kolaylıkları sağlayan bir sözleşme imzaladı (1536). On altı Süleyman II 434 maddeden oluşan bu sözleşme yabancılara verilmiş ilk önemli kapitülasyondu. İki ülkede ve karasularında karşılıklı ticaret ve taşımacılık serbestliği, ölenlerin mallarının kendi ülkelerindeki vârislerine verilmesi, ticaret gemilerine devletçe el konmaması, din ve ibadet özgürlüğü gibi hükümler içeriyordu.

Ama yalnızca Süleyman ile Fransa kralı I. François’nm yaşadıkları sürece geçerli olacaktı, devletleri bağlayıcı değildi.
Süleyman, amiral Andrea Doria’nın Koron (Koröni) ve Pâtras’ı (Pâtrai) alması üzerine Akdeniz seferlerine önem verdi. Kaptanıderya Barbaros Hayrcddin Paşa uzun bir hazırlık döneminden sonra 1536’da Akdeniz’e açılırken, kendisi de bu sefere karadan katıldı. Korfu’nun geri alınmasına karşın bu seferden beklediği sonuçları elde edemeyen Süleyman, kıyıda ve Macaristan’da birçok kaleyi ele geçirdi. Bu arada Venedik’le anlaşmış olan Boğdan voyvodasına karşı yeni bir sefer düzenleyerek Boğdan’ı yeniden Osmanlı egemenliği altına aldı (1538). Öte yandan Portekizlilere karşı yardım isteyen Gucerat sultanına Hadım Süleyman Paşa komutasında bir donanma gönderdi. Eylül 1538’de Preveze Deniz Savaşı’nda Andrea Doria’nın komutasındaki Haçlı donanmasına karşı kazanılan zaferle Akdeniz’deki askeri üstünlük OsmanlIlara geçti. Akdeniz’deki Osmanlı-Venedik çarpışmaları Ekim 1540’ta yapılan bir barış antlaşmasıyla sona erdi. Venedik bu antlaşma uyarınca 300 bin duka altını savaş tazminatı verdi ve Mora’da Osmanlı egemenliğini tanıdı. Macaristan kralı Jânos Zâpolya’nın 1540’ta ölüp yerine çocuk yaştaki oğlu Jânos Zsigmond’un seçilmesi üzerine Avusturya Macaristan’a müdahale edince, Süleyman yeni bir Macaristan seferine çıktı. Orta ve Güney Macaristan’ı alarak Budin Eyaleti’ni oluşturdu (1541). İlk beylerbeliğine de Macar asıllı Süleyman Paşa’yı getirdi. Peşte’nin kuşatılması nedeniyle Avusturya’ya karşı yeni bir sefer açtı. Valpo, Peçuy (Pecs), Siklos (Siklös) ve Estergon (Esztergom) gibi önemli kaleleri ele geçirdi. Barış istemek zorunda kalan Avusturya, Haziran 1547’de yapılan antlaşmayla Osmanlı Devleti’ne yıllık vergi ödemeyi kabul etti. Ertesi yıl İran’a yeni bir sefer açan Süleyman, Tebriz’i işgal ettikten sonra Van’ı teslim aldı.

Avusturya’nın barışı ihlal etmesi üzerine 1551’de Sokollu Mehmed Paşa’yı Avusturya üzerine gönderdi. Bu seferde Beçe ve Beçkerek kaleleriyle Temeşvar ele geçirildi. Süleyman, 1553’te İran’a karşı Nahçıvan Seferi’ne çıktı. Şirvan’a girerek Revan (Erivan), Nahçıvan ve Karabağ yörelerini ele geçirdi. Seferden dönüşünde İran şahı I. Tahmasb’m barış isteği üzerine Mayıs 1555’te Amasya Antlaşması’nı imzalayarak, yıllardır aralıklı olarak süren Osmanlı-İran savaşlarına son verdi. Karısı Hurrem Sultan’m da etkisiyle başlamış olan şehzadeler kavgasında açık biçimde Selim’i (sonradan II. Selim) destekledi. Konya yakınlarındaki savaşta Selim’e yenildikten sonra İran’a sığman Bayezid ve oğullarının 1561’de Kazvin’de boğdurulmalarını sağladı. Osmanlı Devleti’nin Akdeniz ve Orta Avrupa’da üstünlüğünü yitirmeye başladığı bir sırada Sokollu Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa atadı. Mayıs 1566’da hasta ve yaşlı olmasına karşın sadrazamın önerisine uyarak jgetvar Seferi’ne çıktı. Zigetvar Kalesi mmak üzereyken çadırında öldü; cenazesi İstanbul’a getirilerek türbesine gömüldü.

Değerlendirme.


I. Süleyman en ünlü OsmanlI padişahlarından biriydi, saltanat yılları da Osmanlı Devleti’nin özellikle askeri başanlar açısından son parlak dönemi oldu. Bunda Makbul İbrahim Paşa, Rüstem Paşa ve Sokollu Mehmed Paşa gibi sadrazamlar ve Ebussuud Efendi ile Kemalpaşazade gibi şeyhülislamlar önemli roller oynadılar. Süleyman, yönetim ve maliye alanlarında yeni yasalar koyarak önemli düzenlemeler yapmıştır. Sultan Süleyman Kanunnamesi olarak bilinen bu yasalar, Fatih Kanunnamesinden sonra en önemli yasalardı. Daha önceki padişahlar döneminde konmuş olan bazı yasaları da içeren kanunnameler, padişahın birinci derecedeki yardımcıları nişancılar ve müftülerce kaleme alınmıştır. Kanunname-iÂl-i Osman (1913; yay. Mehmed Arif) adı altında I. Süleyman’ın kanunnamelerini bir araya getiren kanun mecmuasının nişancı Şeydi Bey tarafından düzenlendiği sanılır. Kanunnamelerin öbür yazmalarında ise başka kişilerin adlan verilmiştir. Üç ana bölümden oluşan Sultan Süleyman Kanunnamesi, tımarlı ve zeametlilerin hak ve sorumluluklarından pazar düzenine, kılık-kıyafet zorunluluklarına kadar çok değişik alanlarda düzenlemeler getiriyordu.

Süleyman, başta İstanbul’da olmak üzere birçok Osmanlı kentinde camiler, medreseler, sukemerleri, imaretler, ele geçirdiği yerleri korumak için sağlam kaleler yaptırmıştır. Bunların en ünlüsü İstanbul’da Mimar Sinan’ın yaptığı Süleymaniye Külliyesi’dir. I. Süleyman, Ebussuud Efendi, Bakî, Kemalpaşazade, Mimar Sinan, Alaeddin Ali, Fuzulî, Hayalî Bey, Taşlıcalı Yahya, Lâmiî Çelebi, Şehî Bey, Latifi, Âşık Çelebi gibi döneminin ünlü şair, sanatçı ve bilginlerini korumuş, kendisi de Muhibbi mahlasıyla bir divan (Divan-ı Muhibbi, 1891; yb 1980, 3 cilt, yay. haz. Vahit Çabuk) oluşturacak kadar şiir yazmıştır. Yaşamı ve savaşları Süleymanname olarak bilinen yapıtlara konu olmuştur.


Son düzenleyen Safi; 8 Eylül 2016 01:49
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Mart 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

SÜLEYMAN I Kanuni, Muhteşem


(Trabzon 1495 - Zigetvar 1566)
Sponsorlu Bağlantılar
türk padişah (1520-1566).

Yavuz Sultan Selim ile Hafsa Sultan’ın tek oğlu. Babasının san- cakbeyliği sırasında doğduğu Trabzon’da iyi bir temel öğrenim gördü. On dört yaşında, Bolu sancakbeyliğine atanacaktan amcası şehzade Ahmet'in buna karşı çıkması üzerine Kırım'da Kefe sancak beyliğine gönderildi (1509). Tahtı ele geçirmek için hazırlıklara girişerek kendisini ziyaret bahanesiyle Kefe'ye gelen şehzade babasına anne tarafından dedesi olan Kırım hanı Mengli Giray'la birlikte asker ve silah yardımında bulundu (1511), Tahta çıkan babasının çağrısı üzerine İstanbul'a geldi (1512) ve Selim l’in kardeşlerini ortadan kaldırma harekâtı boyunca başkentte kaymakamlık yaptı; sonra da tahtın tek mirasçısı veliaht şehzade olarak Saruhan sancakbeyliğine gönderildi (1513). Yavuz’un İran (1514) ve Mısır (1516) seferleri sırasında Edirne'de saltanat naibi olarak Rumeli'yi korumakla görevlendirildi. Padişah Mısır seferinden döndükten (1518) sonra da sancakbeyi bulunduğu Saruhan’ın merkezi olan Manisa'ya gitti. Babasının ölümü üzerine Manisa'dan İstanbul'a gelip 25 yaşındayken "halife” unvanını da taşıyan ikinci osmanlı padişahı olarak tahta çıktı (1520).
Ad:  Kanuni Sultan Süleyman2.jpg
Gösterim: 2677
Boyut:  53.7 KB

Padişah sıfatıyla önce Yavuz döneminde yapılan bazı haksızlıkların düzeltilmesi ve adil bir yönetimin kurulması yolunda köklü önlemler aldı: yurtlarından sürülmüş Mısırlılar’ın yerlerine dönmelerine izin verdi; “ibrişim yasağf’ndan zarara uğramış kişilerin haklannın ödenmesini buyurdu; çok kan döktüğü için "Kanlı Cafer” adıyla halkın nefretini kazanmış olan kaptanıderya Cafer Ağa’yı görevden aldırıp yapılan duruşması sonunda suçu sabit görüldüğünden idam ettirdi. Öte yandan, koyduğu yasalarla halkın can, mal ve namus dokunulmazlığını güvence altına aldı; kanun önünde din ve ulus ayrımını kaldırarak eşitliği sağladı; devlet yönetimini çok sıkı bir düzene bağlayarak görev dağıtımında yetenek ve erkten başka bir şey gözetilmemesi için büyük özen gösterdi; sarayın hükümet işlerine keyfi olarak karışmasını önledi, bir görev ve yetki ayrımı anlayışı getirdi; vergilerin konması ve toplanmasında halkı her tür zulümle baskıdan koruyucu önlemler alarak mali adaletin sağlanmasında yapıcı rol oynadı. Böylece osmanlı tarihinde Yavuz’un şiddet ve baskı dönemini, bu uygulamalarından ötürü kendisine “Kanuni” adı verilen 10. türk padişahı Süleyman Tin adalet ve eşitlik dönemi izlemeye başladı.

Bu arada, saltanat değişikliğini fırsat bilen Şam beylerbeyi Canberdi Gazali, Suriye'de bağımsızlığını ilan ederek osmanlı yönetimine karşı ayaklandı (1521). Üçüncü vezir Ferhat Paşa komutasında üzerine gönderilen hükümet kuvvetlerine Mas- taba savaşı’nda yenilerek tutsak düşen Canberdi’nin kesik başı İstanbul’a gönderildi. Yine aynı yıl Macaristan’ın ödemekle yükümlü olduğu yıllık vergiyi istemek için oraya gönderilen türk elçisi Behram Çavuş’un öldürüldükten sonra kesilen burnuyla kulakları padişaha yollanınca, Kanuni, Macaristan’a karşı Belgrad seferine çıkmaya karar verdi. Kapıkulu askerlerinden oluşan 75 bin kişilik düzenli bir orduyla İstanbul’dan Sofya’ya gelen padişah, buradan da kuvvetleriyle sefere katılan sadrazam Piri Mehmet Paşa ve Rumeli beylerbeyi Ahmet Paşa ile birlikte Macaristan topraklarına girerken, Hırvatistan ve Erdel’e (Transilvanya) de Bosna sancakbeyi Bali Bey ile Mihaloğlu Mehmet Bey komutasında akıncı kolları gönderdi. Böğürdelen (Şabaç), Zemlin (Zemun) kalelerini alarak ileri yürüyüşünü sürdürdü ve 29 günlük bir kuşatmadan sonra Belgrad'ı fethetti. Görkemli bir alayla Belgrad'a girip kentin camiye çevrilen kilisesinde cuma namazını kılan Kanuni, daha sonra İstanbul’a döndü. Burada Ra- gusa (Dubrovnik), Venedik Cumhuriyeti ve Moskova Çarlığı'ndan Belgrad'ın fethini tebrik için gelen elçileri kabul etti; Venedik'le imzalanan 30 maddelik yeni antlaşmayı onayladı. Ertesi yıl Saint-Jean şövalyelerinin korsanlıklarına son vermek için Rodos seferi’ne çıktı (1522). Beş ay süren bir kuşatma ve şiddetli savaşlar sonunda adanın teslim olan başkenti Rodos’a girdi. Burada papaz giysileri içinde yakalanan Cem Sultan'ın orta yaşlı oğlu Murat ile onun erkek çocuğunu idam ettirdi, eşiyle iki kızını da İstanbul’a gönderdi; Saint-Jean haçlı devletinin topraklarını oluşturan Rodos'la Rodos'a bağlı adaları (Onikiada) Osmanlı imparatorluğu'na katıp İstanbul’a döndü (1523).

Artık çok yaşlanan Piri Mehmet Paşa’yı emekliye ayıran Kanuni, onun yerine hasodabaşı Pargalı İbrahim Ağa’yı (Makbul İbrahim Paşa) kurallara aykırı olarak sadrazamlığa getirdi (1523); sadrazam olması gereken ikinci vezir Ahmet Paşa’yı da Mısır valiliğiyle İstanbul’dan uzaklaştırdı. Hakkının yenmesini içine sindiremeyen Ahmet Paşa, Mısır’a vardıktan sonra gizlice anlaştığı eski memluk beyleriyle bazı arap şeyhlerini çevresinde toplayıp bağımsızlığını ilan ederek osmanlı yönetimine karşı ayaklandı (1524). Kendi adına hutbe okutup sikke kestirdi; yardım için papaya ve hıristiyan devletlere başvurdu; Kahire kalesini ele geçirdi. Bu arada, sadrazamı İbrahim Paşa’yı görkemli bir düğünle kız kardeşi Hatice Sultanla evlendiren padişah, onu "damatlık” payesiyle de ödüllendirdi. Öte yandan, İstanbul hükümetince "asi” ve “hain” ilan edilen Ahmet Paşa, gerçekte padişaha bağlı olan kendi adamlarından Kadızade Mehmet Bey'in kurnazca düzenlediği bir tuzağa düşerek yakalanıp öldürüldü. Ancak, Mısır'da karışıklıklar sürüp gittiğinden, Mısır ıslahatıyla görevlendirilen sadrazam İbrahim Paşa aynı yıl Kahire’ye gönderildi. İbrahim Paşa orada dirlik ve düzeni yeniden sağlamayı başardı; Umman ve Hint denizlerindeki etkinlikleri Kızıldeniz'i tehlikeye sokan Portekizlilere karşı Süveyş limanı merkez olmak üzere bir Mısır kaptanlığı kurdu; Şam beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa’yı Mısır valiliğine atadı ve Kanuni'den aldığı bir buyruk üzerine hemen İstanbul’a döndü (1524).
İstanbul'da huzura kabul edilen ilk transız elçisi, Kanuni’ye Avrupa'nın durumunu özetledi.

Pavia'da yenildiği Kutsal Roma Germen imparatoru Kari V tarafından tutsak alınarak hapse atılan Fransa kralı François Tin annesi olan saltanat naibesi Louise de Savoie'nın oğlunun düşman zindanından kurtarılmasını dileyen bir rica mektubunu sundu (1525). Güçlüye karşı zayıfı koruyarak avrupa hıristiyanlığını ikiye bölme olanağını yakaladığına inanan padişah, osmanlı egemenliğinde bulunan Eflak ve Boğdan prensliklerinin macar birliğine alındığı bahanesiyle Mo- haç seferine çıktı (1526). Mohaç meydan savaşı'nda (29 ağustos 1526) kral Lajos II başta olmak üzere tüm macar ordusunu yok etti. Bu büyük zaferinin ardından Macaristan krallığı’nın başkenti Budin’e savaşmaksızın girdi ve Erdel voyvodası Jânos Zâpolya’yı Macaristan kralı ilan etti. Bu sefer sonucunda tüm Orta Macaristan osmanlı egemenliğine girdi; türk gücüyle başa çıkamayacağını anlayan imparator Kari V de tutsağı olan Fransa kralı François l’i serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu arada, Anadolu'da ayaklanma çıktığı hakkında haber gelmesi üzerine sadrazam İbrahim Paşa ile birlikte İstanbul’a dönen Kanuni, eniştesini Anadolu ayaklanmalarını bastırmakla görevlendirdi (1527). Anadolu ayaklanmalarını kısa sürede bastırmayı başaran ve erbaşlarından Kalenderşah'ı yakalayıp idam ettiren Makbul İbrahim Paşa’yı padişah, sadrazamlık makamına ek olarak "serasker” unvanı ve Rumeli beylerbeyliğini de vererek ödüllendirdi (1529).

Ûte yandan, Mohaç zaferinden sonra Kanuni'nin Macaristan krallığına getirdiği Zâpolya'ya karşılık Pressburg'da toplanan bir diyet meclisince Macaristan kralı ilan edilen imparator Kari V’in kardeşi ve Avusturya arşidükü Ferdinand, rakibini Tokay meydan savaşı'nda yenerek Budapeşte’yi ele geçirince, Macaristan’ı yitirdiği için kendi prensliği olan Erdel'e çekilen Zâpolya, elçiler aracılığıyla İstanbul'dan yardım istedi. Bunun üzerine İbrahim Paşa'yı da yanına alarak Ferdinand’a karşı Avusturya seferine çıkan Kanuni, 5 günlük bir kuşatmadan sonra Budin’i geri aldı ve Budin sarayında Zâpolya’yı yeniden macar tahtına oturttu; serasker ve Rumeli beylerbeyi sıfatıyla bir konak önden giden sadrazam İbrahim Paşa’nın ardından avusturya topraklarına girerek Viyana’yı kuşattı (27 eylül 1529). Tarihe Birinci Viyana kuşatması adıyla geçen bu harekât kışın erken bastırması, yeterli büyüklükte olmayan topların surlarda istenen genişlikte gedikler açamaması, Kari V'in Avrupa’yı türk istilasından kurtarmak için tüm hıristiyan ülkelerden topladığı askerlerden oluşan bir imparatorluk ordusunun yola çıktığının duyulması gibi nedenlerle başarılı olamadı. Böylece 17 gün sonra kuşatmayı kaldırmak zorunda kalan türk ordusu, Viyana önlerinden Budapeşte’ye döndü. Bu sefer sonunda Viyana fethedilemediyse de Budapeşte geri alındığı gibi, Macaristan tümüyle türk egemenliği altına girdi. Ertesi yıl İstanbul’a gelen avusturya elçileri Macaristan’ın Ferdinand’a bırakılması koşuluyla barış önerdiler. Bu isteğin sadrazam tarafından şiddetle reddedilmesi üzerine Ferdinand’ın komutanlarından von Roggendorff macar topraklarında hızla ilerleyerek Budin’i kuşattı (1530). Ancak, Bosna beylerbeyi Kasım Paşa ile Semendire sancakbeyi Yahyapaşazade Mehmet Bey’in yardıma koşmaları sonucu Budin kuşatmadan kurtarıldı.

Bunun üzerine Macaristan sorununa artık bir son vermek isteyen Kanuni, Batı’da türk üstünlüğüne karşı gelebilecek hiçbir güç bırakmayarak tüm Avrupa üzerinde genel bir denetim kurmak amacıyla 250 bin kişilik bir ordunun başında İstanbul’dan yola çıktı (1532). Belgrad’da François I tarafından kendisine teşekkür için gönderilen transız ve yeniden barış istemiyle gelen avusturya elçileri önünde Habsburglar’ın zorbalığına karşı her zaman Fransa’yı koruyacağını açıklayarak Kari V’i bir meydan savaşına çağırdı, sonra üç koldan avusturya topraklarına girdi. Çeşitli büyüklükte 15 kale ve kent fethederek ilerleyen türk ordusu, Viyana yolunu açan Guns (Köszeg) kalesini de 3 haftalık bir kuşatmadan sonra alıp Graç (Graz), önlerine geldi. Savaşa çağırdığı imparatoru, burada 9 gün konaklayarak bekleyen Kanuni, onun bu çağrıya uymaktan kaçınması üzerine Belgrad’a, oradan da İstanbul’a döndü. Lehistan’la bir karşılıklı yardım ve dostluk antlaşması yapıldıktan onra, Macaristan'da türk egemenliğini kabul zorunda kalan Avusturya ile de bir barış antlaşması imzalandı (1533).

Böylece batı sınırını güven altına alan Kanuni, bu kez de dikkatini sınır olaylarının uzun süredir eksik olmadığı Doğu'ya çevirdi. Çaldıran savaşı'ndan sonra sinen Iran Safevi devleti, Şah İsmail’in yerine geçen Tahmasp I ile birlikte Anadolu’da yeniden yoğun bir şii propagandasına başlayarak Osmanlı devleti zararına etkinliklere girişmişti. Bu yıkıcı eylemleri çoktandır engellemeyi düşünen padişah, Avusturya barışını fırsat bilerek İran ile hesaplaşmaya karar verdi ve sadrazam İbrahim Paşa'yı doğu seferiyle görevlendirdi (1533). Bu arada, kendisine saygılarını sunmak için donanmasıyla İstanbul’a gelen Barbaros'a "Hayrettin Paşa" unvanıyla Cezayir beylerbeyliğini ve türk donanmasının kaptanıderyalığını veren Kanuni, İbrahim Paşa’nın önce Bağdat yerine Tebriz'i ele geçirmesini taktik yanılgı kabul ederek 100 bin kişilik bir orduyla Irakeyn seferine çıktı (1534). Padişah ve sadrazam orduları Ucan yaylasında birleştikten sonra Bağdat üzerine yürüdü. Kent anahtarlarının Kanuni’ye sunulması üzerine Bağdat kan dökülmeden teslim alındı; İbrahim Paşa’yı Bağdat yerine Tebriz'e yönelten baş defterdar İskender Çelebi idam edildi; Azerbaycan’ı fethe girişen ordu Tebriz'i ikinci kez ele geçirdi ve şah kuvvetleriyle karşılaşmak için Iran içlerine doğru ilerledi. Bu büyük güç karşısında sürekli çekilen Tahmasp l’le bozuşan kardeşi Sam Mirza da padişahın elini öperek askeriyle birlikte türk ordusuna katılınca, sıkışık durumdaki İran şahı, elçiler gönderip barış ricasında bulundu. Her iki Irak’ı da Os- manlılar’a bırakmak koşuluyla yapılan barış önerisini kabul eden Kanuni, Tebriz’e çekildi (1535); sonra da Irakeyn seferinden İstanbul’a döndü (1536).

Kaynak: Büyük Larousse

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 7 Eylül 2016 21:59
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
16 Kasım 2008       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
François Tin Kanuni’ye gönderdiği Jean de la Foret adlı transız elçisi, türk ordusunun İran seferinde bulunmasından yararlanan Kari V’in Tunus'u işgal etmesi yüzünden (1535) gözlerini yeniden Batı'ya çeviren padişahı imparatora savaş açmak; yokluk içindeki Fransa'ya savaş masraflarını karşılaması için hâzineden borç para vermek; Fransa’ya verilen ilk kapitülasyon olan ticaret antlaşmasını imzalamak gibi konularda ikna etmeyi başardı. Bu arada, osmanlı sarayında kadınlar saltanatını başlatan Hürrem Sultan, padişahın kendisinden olmayan büyük oğlu veliaht şehzade Mustafa’yı tutan sadrazamı Kanuni'nin gözünden düşürmek için çeşitli yollara başvurarak öldürttü (1536); böylece Kanuni'ye yaklaşık 13 yıl sadrazamlık yapan Makbul İbrahim Paşa, “Maktul” İbrahim Paşa oldu; onun yerine ikinci vezir Ayaş Mehmet Paşa sadrazamlığa getirildi. Ûte yandan, kaptanıderya Barbaros Hayrettin Paşa'yı İtalya kıyılarını vurmakla görevlendiren Kanuni, ardından da kendisi karadan Puglia yada Pulya seferi denen İtalya ve Adriyatik seferine çıktı (1537). Bu sefer sırasında Güney İtalya'nın Pulya yakasına Lütfi Paşa komutasında asker çıkarıldı; Otranto ele geçirildi; Korfu adası kuşatıldıysa da alınamadı; Barbaros, Venedik yönetimindeki Sica, Naksos, Patmos adalarını osmanlı topraklarına kattı. Boğdan voyvodası Petru Rareş’in Erdel’e saldırdığını ve osmanlı korumasındaki Macaristan kralı Zâpolya’ ya karşı Ferdinand’la gizli bir ittifak yaptığını haber alan Kanuni, Pulya seferinden İstanbul’a dönerek hemen Boğdan seferine çıktı (1538).
Ad:  Kanuni Sultan Süleyman3.jpg
Gösterim: 2411
Boyut:  53.3 KB

Bu arada, Süveyş limanından Hint seferine hareket eden Mısır valisi Hadım Süleyman Paşa, Aden emirliğini ele geçirdikten sonra Hindistan’da Gucerat kıyılarına ulaşırken, Girit'e bir akın düzenleyen Barbaros da Kerpe ve Kaşot adalarını fethetti; Andrea Doria komutasındaki büyük haçlı donanmasını Preveze deniz savaşı'nda (1538) yenilgiye uğratarak Akdeniz’de inebahtı deniz savaşı’na (1571) kadar sürecek olan türk üstünlüğünü gerçekleştirdi. Öte yandan, Mimar Sinan'ın Prut ırmağı üzerinde kurduğu köprüden ordusunu geçiren Kanuni, Boğdan’ın başkenti Suçava’ya (Suceava) girip "Bucak” denen Güney Besarabya'yı Boğdan’dan ayırarak bir türk sancağı durumuna getirdi; kaçan ayaklanmacı voyvoda Petru Rareş’in yerine onun kardeşi Istvan Lacusta’yı atadı; böylece Boğdan sorununu çözümledikten sonra da İstanbul’a döndü. Hindistan seferinden dönen Hadım Süleyman Paşa ise Yemen’de bir türk eyaleti kurdu ve Gazze eski sancakbeyi Mustafa Bey’i bu yeni eyaletin beylerbeyliğine getirdi (1539). Ayaş Paşa’nın ölümü üzerine de ikinci vezir Lütfi Paşa sadrazam oldu. Kutsal Roma-Germen imparatoru ve ispanya kralı Kari V’in Türkler'e karşı oluşturduğu ittifaktan ayrılan Venedik Cumhuriyeti, 300 bin duka altını savaş tazminatı ödemeyi kabul ettiği Osmanlı devletiyle bir barış antlaşması imzaladı (1540). Kanuni’nin kız kardeşi olan eşi Şah Sultan’a el kaldırdığı için damatlıktan ve sadrazamlıktan atılan Lütfi Paşa’nın yerine Hadım Süleyman Paşa getirildi (1541).

Bu arada, Zâpolya'nın ölümü üzerine 15 gün önce doğan oğlu Jânos Zsigmond macar tahtına çıkarılınca, bu çocuğun krallığını tanımayan Kari V ile kardeşi Ferdinand Budin’i kuşattılar. Bu durum karşısında Budin seferine çıkmak zorunda kalan Kanuni, Budin'e girdi ve burası başkent olmak üzere Orta Macaristan'ı bir türk eyaleti durumuna getirerek Macaristan krallığı’nı doğrudan osmanlı topraklarına kattı; Erdel banlığı verilen küçük Jânos Zsigmond annesiyle birlikte oraya gönderildi; elçiler aracılığıyla os- manlı egemenliği altında macar krallığına istekli olan Ferdinand’ın bu önerisi reddedildi (1541). Krallık isteği reddedilen Ferdinand, çeşitli avrupa ülkeleri askerlerinden oluşturduğu birleşik bir orduyla Peşte'yi kuşattıysa da bu saldırı Budin beylerbeyi Yahyapaşazade Bali Bey tarafından püskürtüldü (1542). Bunun üzerine Kanuni Edirne'den yeni bir Avusturya seferine hareket ederken, İstanbul’dan Nice seferine çıkan Barbaros da İtalya kıyılarında Messina ve Reggio kalelerini teslim aldıktan sonra Fransa’ya yardım için donanmasıyla Marsilya limanına ulaştı (1543). Aynı yıl Kanuni çok önemli bir sınır kalesi olan Estergon’u fethettikten 10 gün sonra Barbaros da Kari V’in elinde bulunan Nice kentine girdi, istolni Belgrad kalesi kuşatılıp alındığı sırada veliahtı ve Manisa sancakbeyi şehzade Mehmet’in ölüm haberini alan Kanuni, büyük bir üzüntü içinde hemen İstanbul’a döndü; oğlunun cenaze törenine katıldı; Mimar Sinan’a Şehzade camisi'nin yapımına başlamasını buyurdu (1544). Bu arada, kızı Mihrimah’ı Rüstem Paşa ile evlendiren Hürrem Sultan, Hadım Süleyman Paşa' nın sudan bir bahaneyle azledilmesini ve onun yerine damadının sadrazamlığa getirilmesini sağladı. Taaz fethedildikten sonra ölen Barbaros Hayrettin Paşa’nın yerine Sokullu Mehmet Paşa kaptanıderya oldu (1546).

Fransa’nın karşı çıkmasına rağmen padişah, Kutsal Roma-Germen imparatorluğu ve Avusturya ile imzalanan ve bu iki devleti yıllık 30'ar bin duka altını haraca bağlayan barış antlaşmasını onayladı (1547).
Ote yandan, İran şahı Tahmasp Tin kardeşi Elkas Mirza ağabeyine karşı ayaklanarak Osmanlı devletine sığındı. Kendisinin Avrupa savaşlarıyla uğraşmasını fırsat bilip Van kalesi başta olmak üzere Doğu Anadolu'da bazı yerleri işgal eden Safeviler’e iyi bir ders vermenin zamanı geldiğine inanan Kanuni, Elkas Mirza’yı da yanına katarak ikinci İran seferine çıktı (1548) . Tebriz'i yeniden ele geçirdikten sonra Van üzerine yürüdü ve kaleyi teslim aldı. Kış mevsimini Halep’te geçiren padişah, ertesi yıl İran içlerine doğru ilerleyeceği sırada ElmalI'da hastalanınca (1549) , Safeviler’le güçbirliği yaparak Türkler’ce fethedilmiş kentlere saldıran Gürcüler’in üzerine üçüncü vezir Ahmet Paşa’yı gönderdi; kendisi de İstanbul'a dönüp Süleymaniye camisi’nin temel atma törenine katıldı (1550).

Bu arada, Kanuni’nin İran seferinde bulunmasından yararlanan Avusturyalılar'ın yeniden Macaristan topraklarına saldırmaları yüzünden iki devlet arasındaki 1547 barışı bozuldu. Kaptanıderyalıktan Rumeli beylerbeyliğine getirilmiş olan Sokullu Mehmet Paşa Avusturyalılar’a karşı Macaristan serdarlığına atandı; onun yerine kaptanıderyalığı üstlenen Koca Sinan Paşa da yardımcısı Turgut Reis'le birlikte Akdeniz seferiyle görevlendirildi (1551). Turgut Reis, Malta şövalyelerinin egemenliğinde bulunan Trablusgarp'ı fethederken, padişahın yokluğunu fırsat bilen Iran şahı Tahmasp da yeniden Doğu Anadolu'ya saldırarak Erzurum'u kuşattıysa da Erzurum beylerbeyi İskender Paşa’nın direnişi karşısında çekilmek zorunda kaldı. Avusturya ile süren savaşta Temesvâr'ı fetheden türk ordusu, Eğri kalesini kuşattığı halde almayarak çekilince, her olasılığa karşı Edirne’de kalmayı yeğleyen yorgun Kanuni, şahın üzerine serdarıekrem sıfatıyla sadrazam Rüstem Paşa’yı gönderdi (1552). Ancak, yaşlandıkça daha çok etkisinde kaldığı baş kadını Hürrem Sultan’ın damadı Rüstem Paşa ve kızı Mihrimah' la birlikte şehzade Mustafa Çelebi’ye karşı oluşturduğu üçlü ittifakın oyununa gelen padişah, büyük oğlunun tahtı elinden almak için ayaklanmaya hazırlandığını bildiren ve kendisini hemen harekete geçmeye çağıran sadrazamın sözüne kanarak İran seferine çıktı. Konya Ereğlisi yakınındaki Aktepe'de konaklayan babasının ordugâhına, sefere katılmak amacıyla askeriyle birlikte gelen şehzade Mustafa, burada Kanuni’nin buyruğuyla dilsiz cellatlara boğduruldu (1553).

Bunun üzerine galeyana gelen askeri yatıştırmak için olayın suçunu Rüstem Paşa’ya yükleyen padişah, onu görevden alarak yerine ikinci vezir Ahmet Paşa’yı sadrazamlığa getirdi ve ordusunun başında İran seferine hareket etti. Halep’e gelindiğinde ağabeyini çok seven en küçük oğlu şehzade Cihangir'in ölümü Kanuni’yi oldukça sarstı. Ancak, yine de metanetini yitirmeden İran üzerine yürüdü. Bu sefer sırasında Revan, Karabağ, Nahçivan bölgelerini ele geçiren türk ordusu, Luristan dağlarına çekilmiş olan şah Tahmasp’ın Kanuni’nin savaş çağrısına karşın meydana çıkmaması üzerine geri döndü (1554). İran seferi dönüşünde Amasya'da konaklayan padişah, burada şahın barış yapmakla görevlendirdiği elçisini kabul etti; Tebriz, Doğu Anadolu ve Irak-ı arap OsmanlIlarda kalmak üzere Safeviler'le imzalanan barış antlaşmasını onayladı (1555). Öte yandan, barış antlaşması yapmak için gelen avus- turya elçileri ancak 6 aylık bir ateşkes kopararak Amasya'dan ayrıldılar.

Amasya'dan İstanbul'a gelmekte olan Kanuni, yolda şehzade Mustafa olduğunu iddia eden bir düzmecenin öldürülmediğini öne sürerek Rumeli'de büyük bir ayaklanma çıkardığını haber aldı. Rumeli beylerbeyliğinden üçüncü vezirliğe yükselttiği Sokullu Mehmet Paşa'yı hemen onun üzerine gönderen padişah, böyle- ce Düzmece Mustafa'nın yakalanarak idam edilmesini ve ayaklanmanın bastırılmasını sağladı. İstanbul'da, artık elinde bir oyuncağı durumuna geldiği Hürrem Sultan’ın yeni bir entrikasına araç olan yaşlı hükümdar, bir iftira üzerine Kara Ahmet Paşa'yı idam ettirerek yerine Damat Rüstem Paşa'yı ikinci kez sadrazamlığa getirdi. Bu arada, İstanbul’da kahve içilmeye başlanması sonucu ilk kahvehaneler açıldı (1556). Öte yandan, yapımı tamamlanan Süleymaniye camisi de ibadete açıldı (1557).

Kanuni’nin 8 oğlundan Murat, Mahmut ve Abdullah küçük yaşta, sağ kalan öteki 5 oğlundan şehzade Mehmet ile Cihangir ecelleriyle, şehzade Mustafa da idam edilerek öldükten sonra yaşamda sadece 2 oğlu kalmıştı: Manisa sancakbeyi şehzade Selim (sonradan Selim II) ve Kütahya sancakbeyi şehzade Bayezit. Özellikle anneleri Hürrem Sultan öldükten (1558) sonra ikisi arasında başlayan taht kavgasında kendisine kafa tutacak kadar güçlenen Bayezit'e karşı uysal Selim'i destekleyen Süleyman I, sonunda Bayezit çevresine topladığı Anadolu askeriyle öz kardeşinin üzerine yürüyünce, üçüncü vezir Sokullu Mehmet Paşa’yı güçlü bir ordunun başında Selim’in yardımına gönderdi. Konya ovası savaşı’nda (1559) Sokullu sayesinde yenilgiye uğrattığı Bayezit’in İran'a sığınmasına ve orada 4 oğluyla birlikte öldürülmesine (1561) neden olan şehzade Selim, bundan böyle tahtın tek mirasçısı olarak kaldı. Sokullu da bu başarıları üzerine, ölen Rüstem Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirilen Semiz Ali Paşadan boşalan ikinci vezirliğe yükseltilmek ve şehzade Selim’in kızlarından ismihan Sultanla evlendirilmekle ödüllendirildi (1562). Bu arada, yılda 30 bin duka altını vergi ödemeyi ve Erdel’i osmanlı toprağı olarak tanımayı kabul eden Avusturya ile 8 yıl süreli bir barış antlaşması imzalandı (1562).

Ancak, Ferdinand l’in oğlu ve ardılı olan Maximilian ll’nin Erdel’e saldırarak Tokaj ve Serene kalelerini ele geçirmesi üzerine bu iki kent geri verilmedikçe barışın her an bozulabileceği konusunda avusturya elçisini uyaran padişah, türk donanmasına da Osmanlı devletinin Akdeniz’deki egemenliğini tamamlaması için Malta seferine çıkmasını buyurdu (1565). Başarısızlıkla sonuçlanan Malta kuşatması sırasında Turgut Reis bir gülle isabetiyle şehit oldu. Kanuni, Malta seferinden yüz karasıyla dönen donanmanın İstanbul limanına gece karanlığında girmesini buyurdu. Aynı yıl Semiz Ali Paşa’ nın ölümü üzerine ikinci vezir Sokullu Mehmet Paşa sadrazamlığa getirildi. Birikmiş yıllık vergileri ve AvusturyalIlarda işgal edilen kentleri geri istemek için Viya- na'ya gönderilen türk elçisi Hidayet Çavuş, orada Maximilian II tarafından hapse atıldı. Artık tüm yetkileri kendi elinde toplayan yeni sadrazam, bunun üzerine savaşın kaçınılmaz olduğuna karar vererek damla (gut) hastalığı çeken 72 yaşındaki padişahı 13. ve sonuncu gazası olarak bilinen Zigetvar seferi'ne çıkmaya zorladı (1566). Tam anlamıyla Sokullu’nun yönetiminde Zigetvar önlerine gelen 150 bin kişilik türk ordusu, iç içe iki sağlam kalenin koruduğu kenti kuşattı. Padişah, kuşatmanın 26. günü, dış kale alındıktan 5 gün sonra iyice hastalanarak yatağa düştü. Böylece Avrupa’da uyandırdığı korku ve saygınlıktan ötürü batı kaynaklarında "Le Magnifique" ya da “The Magnificient” (Muhteşem), “GrandTurc" (Büyük Türk), "Le Lâgislateur" (Kanuni), “Der Prâchtige” (Padişah) gibi unvanlarla anılan ve "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diyerek sağlığın önemini vurgulayan Kanuni Sultan Süleyman, Zigetvar iç kalesi fethedilmeden bir gün önce öldü.

Oğlu ve ardılı olan Selim II Belgrad’a gelene kadar, ölümü Sokullu Mehmet Paşa tarafından 48 gün askerden gizlendi. Büyük bir törenle İstanbul’a getirilen cenazesi Süleymaniye camisi'nin avlusuna gömüldü. 46 yıl saltanat süren Süleyman I, osmanlı hükümdarları arasında en uzun süre tahtta kalan padişah olarak imparatorluğu her girdiği savaşta genişleten ilk on hünkârın sonuncusudur Kanuni döneminin parlaklığı yalnız büyük fetihlerle sınırlı kalmaz. Edebiyatta Fuzuli ve Baki; bilimde Zembilli Ali Efendi, ibni Kemal ve Ebussuut Efendi; mimarlıkta Koca Sinan; tarih dalında Selanikli Mustafa, Celalzade Mustafa, Nişancı Mehmet Efendi; coğrafyada Piri Reis, denizcilikte Barbaros ve Turgut Reis; devlet yönetiminde Piri Mehmet Paşa ve Sokullu Mehmet Paşa hep bu görkemli dönemin uygarlığına, osmanlı kültür mirasının zenginleşmesine büyük katkıda bulunmuş çok önemli kişilerdir. Kanuni döneminde Osmanlı imparatorluğu bir dünya gücü olarak avrupa siyasetine egemen bir duruma gelmesine karşın, bazı kaynaklar bu dönemi devletin çöküş sürecinin başlangıcı sayarlar. Gerçi kadınlar saltanatının başlamasıyla rüşvet kapısının açılması bu döneme rastlarsa da türk erki Kanuniden sonra da sürdü ve devlet en geniş sınırlarına Mehmet IV döneminde ulaştı. Bu da devlet mekanizmasının Kanuni döneminde henüz eskiyip yıpranmamış, yapısını koruyan osmanlı kurumlarının da henüz bozulmamış olduğunu kanıtlar.

Kanuni şairleri, yazarları desteklemiş, kendisi de Muhibbi mahlasıyla şiirler yazmıştır. Zaman zaman Muhip, Meftuni, Âcizi mahlaslarını da kullanmıştır. Divan edebiyatında en çok gazel yazan şairler arasındadır; üç Divançe'sinde 2 799 gazeli bulunmaktadır. Bir de farsça Divançe'si vardır. Yer yer çok sade bir dil kullanmıştır (“Padişahım sen dururken ben kime yalvarayım"). Aşk, ayrılık, sevgilinin cefası, felekten yakınma, alçakgönüllülüğün erdemi, yer yer de kahramanlık gibi konuları içtenlikle işler, isyancı şehzade Bayezit’e manzum mektubu gibi örnekler (“Bi günahım deme bari tevbe kıl canım oğul") onun rahat, etkili söyleyişine tanıktır. Bir beyti (“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi i Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi") büyük ün kazandı; Adile Sultan tarafından şiirlerinden bir derleme yapıldı (1890, 1980), daha sonra bütün şiirleri bir arada yayımlandı (1988). İstanbul'da Süleymaniye camisi ve külliyesi; Şehzade camisi; Mihrimahsultan camisi; Üsküdar camisi ve külliyesi; Hasekisultan camisi, medresesi ve darüşşi-fası; İstanbul’a su getiren tesisler; Büyük- çekmece köprüsü; Şeyh Abdülkadir Gilani türbesi ve camisi; Konya’da Mevlana türbesi yakınındaki iki minareli cami; Seyitgazi kasabasında Seyitbattalgazi türbesi yakınlarında tekke, cami, medrese ve imaret; Şam’da cami, medrese, imaret ve mektep gibi yapıtlar da bayındırlık işlerine büyük önem verilen Kanuni döneminde yapıldı.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 7 Eylül 2016 22:00
ressam91 - avatarı
ressam91
Ziyaretçi
17 Kasım 2008       Mesaj #4
ressam91 - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Kanuni Sultan Süleyman4.jpg
Gösterim: 2449
Boyut:  47.1 KB

Kanuni Sultan Süleyman


(1495–1566)


Osmanlı Devleti'nin 10. padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman babası Yavuz Sultan Selim henüz şehzade ve Trabzon sancakbeyi iken burada doğdu. Annesi Hafsa Sultan'dır. Süleyman'ın çocukluğu Trabzon'da geçti. Özel öğrenim gördü. Osmanlı yönetim gele­neğine uygun olarak 1509'da Kırım'daki Kefe sancakbeyliğine gönderildi. 1512'de babasının hayli sert geçen bir mücadeleden sonra tahta çıkması üzerine İstanbul'a geldi. 1513'te Ma­nisa sancakbeyliğine atandı. Yavuz Sultan Selim'in 1514 Çaldıran ve 1516-17 Mısır sefer­leri sırasında Rumeli'den gelebilecek saldırı­lara karşı Edirne'de hazır bekletilen güçlerin başında bulundu. Babasının ölümü üzerine 1520'de Manisa'dan İstanbul'a gelerek tahta çıktı.

Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktığında Osmanlı Devleti Fatih döneminden (1451-81) beri hızlanarak süren genişleme siyasetinin sonucu olarak batıda ve doğuda hayli toprak kazanmıştı. Yavuz Sultan Selim döneminde doğuda yeni bir güç olarak beliren Safeviler'e karşı büyük bir savaş kazanılmış (bak. Çaldıran Savaşı), Osmanlı Devleti için güneyde her zaman bir tehdit oluşturan Memlûklar orta­dan kaldırılmıştı.
Bu durumda yeniden Avrupa'ya dönmek olanağı doğmuş oluyordu. Kanuni saltanat değişikliğini fırsat bilerek ayaklanan Şam Beylerbeyi Canberdi Gazali ayaklanması bas­tırıldıktan sonra ilk Rumeli seferine çıktı. Ağustos 1521'de bir aylık bir kuşatmadan sonra Belgrad'ı aldı. Bu arada akıncılar da Tuna boylarına ilerlerken Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşa komutasındaki düzenli birlikler de Hırvatistan içlerine girdiler. Bu kadar gözdağını yeterli bulan Kanuni İstanbul'a döndü. Ertesi yıl Akdeniz korsanlığının önemli bir merkezi olan Rodos'a karşı bir deniz seferi düzenledi. St. Jean şövalyelerinin savunduğu Rodos'u beş ay süren bir kuşatma­dan sonra 1522'de ele geçirdi. Ege adalarının bir bölümü de Osmanlı egemenliğine girdi.

1525'te Kanuni'yi yeniden Avrupa'ya yö­nelten bir olay oldu. Kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlken'e (V. Kari) tutsak düşen Fransa Kralı I. François'nın annesi bir elçi yollayarak Kanuni'den oğlunu kurtarmasını istedi. Hıristiyan Avrupa'nın bu bölünmüşlü­ğünden yararlanmak isteyen Kanuni, Şarlken' in yakın akrabası olan II. Lajos'un yöneti­mindeki Macaristan üzerine sefere çıktı. Ka-nuni'nin bu en ünlü seferi Mohaç'ta 29 Ağustos 1526'da büyük bir meydan savaşıyla noktalandı. Savaşta Macar ordusu tümüyle dağıldığı gibi Kral II. Lajos da öldü. Macaris­tan'ın başkenti Budin'e (bugün Budapeşte) giren Kanuni kendisine bağlı Erdel Voyvoda­sı Janos Zapolya'yı Macaristan kralı ilan etti. Osmanlılar'ın ilerleyişinden tedirginlik duyan Şarlken de I. François'yı serbest bıraktı. Kanuni böylece hem askeri gücünü bir kez daha kanıtlamış oluyor, hem de Hıristiyan Avrupa'nın kendi içindeki siyasal çekişmeler­de de rol oynadığını gösteriyordu.

Kanuni'nin geri dönmesinden sonra Şarl­ken Macaristan'daki Osmanlı egemenliğine son vermek amacıyla harekete geçti ve Janos Zapolya'yı uzaklaştırarak kardeşi I. Ferdi-nand'ı Macaristan kralı ilan etti. Bunun üzeri­ne Kanuni 1529'da yeni bir sefere girişerek Macaristan'ı geri aldığı gibi, daha da ilerleye­rek Viyana'yı kuşattı. Ama topların azlığı, ikmal yetersizliği ve kışın erken bastırması gibi nedenlerle 17 gün sonra kuşatmayı kaldı­rarak Ekim 1529 ortalarında İstanbul'a dön­meye karar verdi. 1530'da Ferdinand'ın ordu­ları yeniden Budapeşte'yi kuşattılarsa da Bos­na beylerbeyi ile Semendire sancakbeyi ku­şatmayı dağıttılar. Macaristan'ın sürekli bir sorun durumuna geldiğini gören Kanuni, Şarlken'e kesin bir darbe indirmek amacıyla 1532'de yeni bir sefer başlattı. Üç koldan Avusturya topraklarına giren Osmanlı ordusu karşısında Şarlken savaştan kaçınarak geri çekildi. Bunun üzerine Avusturya Prensi Ferdinand Macaristan üstünde Osmanlı egemen­liğini kabul ederek barış istedi.
1533'te Avusturya ile imzaladığı barış ant­laşmasıyla Avrupa'daki sınırları güvence altı­na aldığına inanan Kanuni, 1514 Çaldıran yenilgisinden bu yana hayli güçlenen İran'da­ki Safeviler'in doğu sınırındaki tehditlerine karşı 1533'te önce Sadrazam İbrahim Paşa komutasında bir ordu gönderdi, ertesi yıl da kendisi sefere çıktı. 1535'te Bağdat'a giren Kanuni, aynı yıl Tebriz'i de ele geçirdi. Irak'ı ve İran Azerbaycanı'nı Osmanlı topraklarına kattıktan sonra 1536'da İstanbul'a döndü. 1537-38 yılları Venedikliler'le yapılan kara ve deniz savaşlarıyla geçti. Kaptan-ı Derya Bar­baros Hayreddin Paşa 1538'de Andrea Doria komutasındaki birleşik haçlı donanmasını Preveze'de büyük bir yenilgiye uğrattı. Böyle­ce Osmanlı Devleti Akdeniz'de de önemli bir güç olarak belirdi.

1540'ta Avusturya, Janos Zapolya'nın öl­mesi üzerine bir kez daha Macaristan'a girin­ce Kanuni 1541'de ve 1543'te üst üste iki sefer düzenleyerek Macaristan'ı tümüyle denetim altına aldı ve yeni bir kral atamayarak bölgeyi Budin eyaleti adıyla doğrudan merkeze bağla­dı. Aynı yıllarda Barbaros Hayreddin Paşa da Şarlken'e denizyoluyla ağır darbeler indirdi. 1543'te Şarlken'in elindeki en önemli liman­lardan biri olan Fransa'nın güneyindeki Nice'i (Nis) yağmaladı. 1547'de Almanya ve Avus­turya ile yeniden bir barış antlaşması imzalandıysa da uzun ömürlü olmadı.
1548'de Safevi Hükümdarı I. Tahmasp, kardeşinin Osmanlı Devleti'ne sığınmasını bahane ederek doğu sınırlarını çiğneyince Kanuni, İran üzerine sefere çıktı. Tebriz'i geri aldıktan sonra kışı Halep'te geçirdi. 1551'de Avusturya yeniden Macaristan'a saldırınca barış bozuldu. Kanuni Avusturya üzerine Rumeli Beylerbeyi Sokullu Mehmed Paşa'yı gönderdi. Kendi de Edirne'de bekledi. Sokul­lu Mehmed Paşa'nın Temeşvar'ı alıp Avus­turyalılara yenmesinden sonra 1553'te Ana­dolu'yu geçerek Safeviler ve onlarla birlikte hareket eden Gürcüler'e karşı Nahcivan sefe­rini başlattı. Revan, Nahcivan ve Karabağ'ı Osmanlı topraklarına katan Kanuni, savaştan kaçınan Safevi Hükümdarı I. Tahmasp'ı izle­meyerek geri döndü. Tahmasp, Kanuni dönüş yolundayken elçilerini göndererek barış iste­di. 1555'te imzalanan Amasya Antlaşması'na göre Safeviler, Azerbaycan ve Irak üstündeki Osmanlı egemenliğini kabul ettiler.

Kanuni bundan sonra uzun süre sefere çıkmadı. 1559'da iki oğlu Şehzade Bayezid ile Şehzade Selim arasında baş gösteren taht kavgasında ağırlığını Selim'den yana koyarak Bayezid'i yenmesine yardımcı oldu. İran'a sığınan Bayezid orada öldürüldü. 1562'de Avusturya ile yeni bir barış antlaşması imza­landı. Avusturya Erdel'in Osmanlı toprağı olduğunu kabul etti. 1565'te Akdeniz'de önemli bir üs durumundaki Malta Adası'nı ele geçirmeyi amaçlayan donanmanın seferi başarısızlıkla sonuçlandı. Turgut Reis de şehit düştü. Bu arada I. Ferdinand'ın 1564'te ölü­mü üzerine Avusturya tahtına çıkan oğlu II. Maximilian 1562'de imzalanan barış antlaş­masının koşullarını yerine getirmediği gibi Erdel'i de yeniden ele geçirdi. Hayli yaşlanmış olan Kanuni, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa'nın ısrarı üzerine 1566'da Avusturya'ya karşı sefere çıktı. Osmanlı ordusu Avusturya yolunda önemli bir geçit yeri olan Zigetvar kentini kuşattı. Yolda hastalanan Kanuni kuşatmanın 26. günü çadırında öldü. Kenti alan Sokullu Mehmed Paşa, Şehzade Selim gelinceye kadar Kanuni'nin öldüğünü asker­lerden gizledi. Orduyu Belgrad'da karşılayan Şehzade Selim, II. Selim sanıyla tahta çıktı ve babasının cenazesini İstanbul'a götürdü.

Osmanlı tarihinde en uzun süreyle tahtta kalmış padişah olan Kanuni Sultan Süleyman saltanat sürdüğü 46 yıl boyunca 13 kez sefere çıkmıştır. Onun döneminde Osmanlı Devleti gücünün doruğuna ulaşmış, dünyanın en bü­yük imparatorluklarından biri durumuna gelmistir. Bu askeri ve siyasal başarıların yanı sıra kendisine "Kanuni" sıfatını kazandıran hukuk düzenlemeleriyle devletin yapısına yön veren ilkeleri yazılı hale getirmiş, birçok alanda da yeni kurallar koymuştur. Bütün ülkede toprak ve nüfus yazımları yapılmış, vergilerin toplanması düzene bağlanmıştır. Öte yandan sürekli savaşlar yüzünden top­lumda huzursuzluklar baş göstermiş, olağan­üstü giderler dolayısıyla konan vergiler çeşit­li başkaldırılara yol açmış, bunlara savaşlarda yeterince pay almadıklarına inanan tımarlı sipahiler de katılmıştır.

Her şeye karşın Kanuni dönemi tarihçilerce mimarlıkta Koca Sinan'ın, edebiyatta Fuzuli ve Bâkî'nin, denizcilikte Barbaros Hayreddin Paşa ile Piri Reis ve Turgut Reis'in, hukuk alanında Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin ve devlet yönetiminde Sokullu Mehmed Paşa' nın yetiştiği bir dönem olarak anılmıştır. Batılıların "Muhteşem Süleyman" olarak an­dıkları Kanuni edebiyatla da uğraşmış, "Mu­hibbi" mahlasıyla yazdığı şiirleriyle bir divan oluşturmuştur.

MsXLabs.org & Temel Britannica
Son düzenleyen Safi; 7 Eylül 2016 22:00
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
18 Kasım 2008       Mesaj #5
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi

Kanuni Sultan Süleyman

Ad:  Kanuni Sultan Süleyman5.jpg
Gösterim: 3194
Boyut:  50.7 KB

(1494 Trabzon-1566 Zigetvar)

Osmanlı padişahı.

I. Selim'in oğludur. En uzun süre tahtta kalan padişahtır (46 yıl). Babasının padişahlığı sırasında Saruhan sancakbeyliğinde bulundu. Çaldıran ve Mısır seferleri sırasında Edirne ve Rumeli'nin korunmasıyla görevlendirildi. 1520 yılında babasının ölümü üzerine tahta çıktı.

Onun zamanında, Osmanlı İmparatorluğu askerî ve siyasî bakımdan en parlak çağını yaşadı. Bu dönemde, Osmanlı orduları batıda Belgrad (1521) ve Macaristan'ı (Mohaç Seferi, 1526) ele geçirdiler. Avusturya'nın başkenti Viyana kuşatıldı (1529). Ayrıca Osmanlı orduları Almanya içlerine dek ilerlediler. Doğuda Irak ve en önemli kenti Bağdat Osmanlıların eline geçti (1534). Osmanlı sınırı Basra Körfezi'ne dek ulaştı. Bağdat'ın alınmasından sonra Fransa Kralı I. François'nın elçisi Jean de la Forest ile yapılan bir antlaşma sonucu (1536); Fransa'nın Doğu'daki ticaret imtiyazları güvence altına alındı. Bu antlaşma hem kapitülasyonların başlangıcı olması, hem de Doğu'da Fransız etkinliğinin uzun süre geçerliliğini koruması açısından önemliydi.

Askerî başarıların yanı sıra, Kanunî döneminde, yapılan değişikliklerle, Osmanlı İmparatorluğu yönetim ve askerî bakımdan da en yetkin biçimini aldı. Bu yüzdendir ki, Osmanlı kaynaklarında "Kanunî", Avrupa kaynaklarında "Muhteşem" adıyla anılır. Osmanlı ordularının karadaki başarılarının yanı sıra denizlerde de Osmanlı donanması büyük başarılar elde etti. Ege ve Akdeniz'de pek çok ada (Rodos, 1522; İstanköy, Sömbeki) Osmanlıların eline geçti, Akdeniz'de, Avrupalılara karşı Preveze Zaferi (1538) gibi büyük bir zafer kazanıldı. Osmanlı İmparatorluğu Akdeniz'de tam bir üstünlük kurdu. Bu tarihten sonra Budin (1541), Estergon (1543), Belgrad (1543) kaleleri alındı. İran Şahı Tahmasp'ın isyan ederek Osmanlılara sığınması üzerine İran'a savaş açıldı (1548). Tebriz üçüncü kez alındı. Oğlu Mustafa Çelebi'nin isyan hazırlığı yapmakta olduğunu öğrenen Kanunî, 1553'te bir sefer düzenledi ve oğlunu Karadeniz Ereğlisi'nde boğdurdu. Oğulları Bayezit ve Selim arasında başlayan saltanat mücadelesini engellemek için Bayezit'i Amasya sancakbeyliğine tayin etti. Buna karşın, iki kardeş arasında Konya'da yapılan savaşı kaybeden Bayezit İran'a sığındı, daha sonra da Osmanlılara teslim edilerek öldürüldü. Selim, tahtın tek varisi olarak kaldı. Kanunî, 72 yaşında çıktığı seferde Zigetvar kuşatması sırasında öldü. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, Şehzade Selim gelene dek ölümünü ordudan gizledi.

"Muhibbi" takma adıyla şiirler de yazan Kanunî döneminden, günümüze pek çok mimarî eser kalmıştır. Bunların en önde gelenleri Süleymaniye ve Şehzade camileridir. Ayrıca İstanbul'da Mihrimahsultan Camii, Üsküdar Camii, İstanbul'a su getiren bazı tesisler, Büyükçekmece Köprüsü; Şam'da bir cami, medrese ve imaret yapılmıştır.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen Safi; 7 Eylül 2016 22:01
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Mart 2010       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Osmanli Devleti'nin onuncu pâdisahi olup, Yavuz Sultan Selim'in oğludur. Osmanli hânedanindaki resmî ve mesrû silsileye göre onuncu hükümdar ve bu isimdeki pâdisahlarin ilki sayilmaktadir. Osmanli kaynaklari ve umumî efkâri onu, kanun koyucu (vâzii) vasfidan dolayi genellikle "Kanunî Sultan Süleyman" diye isimlendirirken, bati kaynaklari ile batililar, büyük ve kudretli vasfindan dolayi kendisini "Muhtesem ve Büyük" (Magnificent, Magnifique, Der Practige, çogu zaman da sadece Grand Turc) gibi isimlerle anmislardir.

Batili bir tarihçi, onun dönemi ve sahsiyetinin büyüklügü hakkinda bilgi verirken su ifadeleri kullanir: "Kanunî, "Muhtesem" ve "Büyük" gibi ünvanlarla anilan Süleyman'in sultanlik çagi, Osmanli tarihinin en önemli devresidir. Devlet, kudret, yeni fetihler, medeniyetinin, kanun ve mimarlik anitlarinin en güzel varligini bu pâdisaha borçludur. Osmanlilarin sadece "Kanunî" ünvanini verdikleri, fakat Avrupa tarihçilerinin "Büyük" sifati ile adlandirdiklari Osmanli Pâdisahi sadece Sultan Süleyman'dir. Sultan Süleyman devri, bütün dünyada gelisen büyük olaylar dolayisiyle Yeni Çag tarihinin en dikkate deger safhalarindan birini teskil eder. XVI. yüzyilin baslarinda, Amerika'nin kesfinden sonra, Avrupa politikasinin denge sistemi kurulmus ve kuvvetlenmis; Hiristiyanlikta ortaya çikan Reform, insan esprisine bir yeni yol açmistir. Bundan daha hasmetli çalisma ve büyük sonuçlu zaman, insan tarihinde güç bulunur. Fransa'da I. François ve Ingiltere'de VIII. Henri'nin kurduklari hükümetler; Papa X. Leo'nun kültür, bilim ve sanayinin gelismesine ön ayak olmasi, Sarlken'nin yeni mezhebe karsi bas kaldirisi, Andreas Gritti'nin Venedik Doçu makamini isgal etmesi gibi tarihin önemli olaylarini bünyesinde toplayan bir asra az rastlanir. Iste Kanunî, söhret sahibi bütün bu hükümdarlarla hakkiyle rekabet edebilecek bir hükümdardir. Kanunî, Osmanli Pâdisahlari'nin onuncusudur. Bu rakam, ugurlu telakki edilmistir. Ayrica, Padisahin onuncu hicret asrinin basinda (H. 900 / M.l495 ) dogmus olmasi da mânali sayilmistir."

Muazzam ve âdil bir devletin vatandasi olmakla övünen büyük bir halk kitlesi, tebeasi olmak ve devrinde yasamakla iftihar ettigi Sultan Selim'in vefatina ne kadar müteessir olduysa, meziyetlerini yakindan bildigi Sultan Süleyman'in cülûsuna da o derecede sevindi. Bu cülûs, Kur'an-i Kerim'in en-Neml Sûresi'nde Hz. Süleyman'in Belkis'a gönderdigi mektuptan bahs edilirken temas edilen: " O, Süleyman'dandir. Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla (baslamakta) dir. "Bana bas kaldirmayin, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadir)" âyetleri bir fal-i hayr olarak kabul edildi. Gerçekten de Kanunî Sultan Süleyman, saltanati boyunca bu âyetlerin sirrina mazhar oldugundan onun döneminde Müslüman Türkler ile birlikte bütün bir Islâm dünyasi en bahtiyar yillarini yasadi.

Fiilen l3 sefer harbe katilan ve döneminde 300'den ziyade kalenin fethedildigi Kanunî ile birlikte dünyaya parmak isirtan Osmanli Devleti, fütûhatta olsun, idare, siyaset ve medeniyette olsun, yeryüzünün daha önce benzerini tanimadigi, belki bir daha da taniyip bilemeyecegi bir kemâli zirvelestirmis bulunuyordu. Asya'da Kafkas daglarindan, Acemistan içlerine, Yemen'e, Aden'e, uçsuz bucaksiz Arabistan çöllerine uzarken, Afrika'da Habes, Misir, Tunus, Fas ve Cezayir'i almis, Hind denizlerinde görünmüs, Akdenizde ise kasirga gibi eserek Venedik ve Ceneviz denizciliginin itibariyle beraber, büyük
küçük bütün adalari çiçek devsirircesine koparip derleyerek vatanina ilhak etmisti.

Avrupa'da ise Egri ve Estergon kalelerine kadar Macaristan'i itaati altina almis, Erdel Kralligi, Eflâk, Bogdan Beylikleri, Kirim Hanligi ile Lehistan arasindaki genis stepleri ele geçirmis, Avusturya Devleti ve Venedik Cumhuriyeti muayyen vergiler ve peskesler ödemeye mecbur edilmis, Fransa, Italya, Lehistan dize gelmis, Ispanya yedigi bir kaç kuvvetli sille ile hizaya getirilmisti.
Ad:  Kanuni Sultan Süleyman6.jpg
Gösterim: 2501
Boyut:  97.1 KB

Kanunî Sultan Süleyman'in, l520'deki cülûsu esnasinda Osmanli Devleti, Türk tarihinde esine kolay kolay rastlanmayan bir kuvvet ve kudrete sahip bulunuyordu. Babasi Yavuz Sultan Selim'in, dogu ve güneye dogru iki büyük hamlesi, Osmanli Devleti'nin seklini temelden degistirip hakimiyetindeki topraklarini neredeyse iki misline çikarmisti. Bu arada Siîlik, adeta Anadolu'dan atilmis, Iran Safevî Devleti, öyle agir bir darbe yemisti ki, hâla ondan kurtulma çabasi içindeydi. Buna karsilik heybetli Memlûk Devleti artik yeryüzünde mevcud degildi. Bu devletin bütün topraklari ile birlikte Kudüs, Haremeyn, Sam ve Kahire gibi önemli merkezleri Osmanli hâkimiyetine girmisti. Müslüman Türkler, Afrika'nin büyük bir kismina el uzatmislardi. Bu gidisle de pek yakinda neredeyse bütün medenî Afrika'yi ele geçireceklerdi. Cezayir'in, Osmanlilara itaat etmesi ve Barbaros kardeslerin mücadeleleri, Osmanlilari, Bati Akdeniz'in en güçlü kuvveti haline getirmisti. Müslüman Türk nüfuzu, güneyde Mozambik'e kadar uzaniyordu. Tunus, olgun bir meyve gibi Osmanlilarin eline düsmeye hazirdi. Kisaca Osmanli Devleti, üç kita üzerinde hâkimiyetini tesis etmisti. Böylece bir "Cihan Devleti" haline gelmisti. Bu durum, siyasî, iktisadî ve askerî bakimdan kendisini rakipsiz bir hale getirmisti. Böylece, Dogu ve Bati'daki devletlerden hiç biri, bütün bu sahalarda kendisi ile rekabete girisip boy ölçüsecek durumda degildi.

Yavuz Sultan Selim'in takib ettigi Dogu ve Güney siyaseti vasitasiyle büyük bir gelisme ve ilerleme gösteren Osmanli Devleti, her bakimdan rakipsiz bir duruma geldiginden son derece zengin gelir kaynaklarina da sahip olmustu. Güçlü Osmanli deniz armadasinin temelleri de yine bu devirde atilmisti. Bütün bu müsait sartlar, Yavuz'un vefatindan sonra, onun yerine geçen oglu Süleyman devrinin, son derece parlak geçecegini müjdeler nitelikteydi. Nitekim tarihçi Âli, onu "amûd-i neseb-i saltanat" itibariyle ve on rakaminin sayi basi olmasindan dolayi ugurlu saydigi onuncu pâdisah olarak, bununla beraber Emir Süleyman ile Emîr Musa'nin da "Fetret Dönemi"nde bir müddet Osmanli tahtinda bulunmalarindan dolayi ayni zamanda on iki remzinin hikmetlerini sahsinda toplayan bir hükümdar telakki etmekte ve bu mes'ud tesadüfleri, onun büyüklügüne bir isaret gibi göstermektedir. Öyle anlasiliyor ki Âli, bu tesbitlerinde pek de yanilmisa benzememektedir.

Zira, Kanunî'nin sâhane talihi, tahtiniYavuz gibi ender yetisen bir harp dehâsindan ve bir islahatçidan devr almis olmasiyla baslar. Öyle ki bir tarafta idare ve askerlik isleri, kili kirk yararcasina inzibat altina alinmis, diger taraftan Türk - Islâm birligine kasteden Siâ bozguna ugratilarak ülkede istikrar saglanmis, öbür tarafta ise Iran ve Misir seferleri yüzünden dolup tasan bir hazine sebebiyle malî ve iktisadî refah son haddini bulmustu. Ve nihayet, bu medeniyet cihazini el ve gönül birligi ile isleten kahraman ve celâdetli büyük adamlar, yeni Pâdisah'in mükemmel ve mücessem talii idiler. Nitekim, Ibrahim Pasalar, Rüstem Pasalar, Sokollular, Iskender Çelebiler, Kara Ahmedler, Turgut Reisler, Molla Cemâlîler, Ibn Kemaller, Ebu's-Suûd Efendiler, Celâlzâdeler, Ramazanzâdeler, Bâkiler, Sinanlar... Bütün bu ve daha önceki idare, siyâset, askerlik, ilim ve irfan ordusu sâyesinde baslangiçta Edirne'de dünya tarihinin en büyük medeniyetini mihraklandiran Osmanli mucizesi, artik bu muazzam yapicilar kadrosunun müsterek sevki ve imani ile en sâhane ve muhtesem çizgilerini verip, arkasindan da Istanbul medeniyetini gerçeklestirmis bulunuyordu. Osmanlilar, Islâm'dan aldiklari ilhamla bütün tebeasi için "saadet ve mutlulugun kapisi" anlamina gelen Dersaadet, yani Istanbul'un temsil ettigi medeniyetlerini öyle emsalsiz bir hâle getirmislerdi ki, bir yazarimiz bunu asagidaki ifadelerle güzel ve o medeniyete yakisir bir ahenkle ifade etmektedir:
Osmanlilarca sadece "Kanunî" ünvani ile anilan Sultan Süleyman, yeni bir hukuk devleti anlayisinin da müjdecisi oldu. Nitekim babasi Yavuz Sultan Selim'in cihan çapindaki icraati sirasinda gerçeklestirdigi bazi uygulamalar, onun döneminde derhal uygulamadan kaldirildi. Kanunî Sultan Süleyman döneminde devlet görevlilerinden her birinin yetki ve sorumluluklari tesbit edilmisti. Bu bakimdan herkes kendi yetkisini rahatlikla kullanabiliyordu. Baska birisinin buna müdahele etmesi pek düsünülmezdi. Özellikle hukuk ve idare gibi halk ile devleti yakindan ligilendiren sahalarda bunu görmek mümkündü. Mesela sadrazamin otoritesi yüksek ve kesindi. Makaminda kaldigi müddetçe pâdisah, sadrazaminin islerine müdahele etmezdi. Nitekim, Kanunî'nin yetistirmesi olan Damad Ibrahim Pasa, Alman elçisine, pâdisahin hükümet islerine karismadigini, hatta kendisi hükümet baskani oldugundan, reyi olmaksizin pâdisahin emirlerinin icra edilmeyecegini açikça söylemekten çekinmemistir. Bu sözleri, kismen Ibrahim Pasa'nin gururu ile tefsir etsek dahi, devrin hukuk anlayisi ve devlet baskani ile hükümetin selâhiyet ayriliklari, meydana çikmaktadir.

Avrupa, Osmanli'nin bir hukuk devleti oldugunu biliyordu. Bunun içindir ki, Ingiltere Krali VIII. Henry, bu siralarda Osmanli Devleti'ne bir hey'et göndererek onlarin adlî sistemini tedkik ettirmisti. Bu hey'etin raporu müvacehesinde Ingiltere adliyesinde islahatlar yaptirmisti.

"Istanbul medeniyeti... Hangi yönden, hangi ucdan, hangi kenar ve kösesinden tutulacak olsa, sanki bir rüya gibi, bir murâkabe, bir tilsim, bir tefekkür, bir ask, bir vecd gibi insani kavrayan, ürperten, derinden derine hükmeden, tasarruf eyleyen bir sihirdi. Bir macera, bir kivam, bir terkip ve essiz bir sahlanisti.

Bu, nasil dengeli ve islenmis bir ruhun yarattigi dünya idi ki, madde ile yek- vücud olup ondan konusan imân, âdeta madde denen kesif varligi billurlastirmis, elle tutulan, gözle görülen her surette kendi söyleyici olmustu. Devletçilikte bu ruh, idârecilikte bu ruh, barista, savasta, cemiyette, ailede, alista veriste, hünerde ve san'atta hulasa, hayatta, ölümde seyreden, hükmeyleyen hep bu ruh idi.

Insafla kahramanligin, adâletle merhametin, merdlikle cengâverligin, takvâ ile ibâdetin ölçülü bir nizâm, barisik bir kaynasma, ahenkli bir is birligi hâlinde tozu dumana katarak zamanin ötesine geçtigini, olmazlari oldurdugunu, târih ilk ve belki de son defa görüyordu."

Kanuni Sultan Süleyman'ın Cülusu ve İlk İcraatleri
Yavuz Sultan Selim'in vefatindan sonra akd edilen divanda, Manisa Valisi olan Sehzâde Süleyman'a derhal haber gönderilmesine ve o gelinceye kadar da ölüm haberinin gizli tutulmasina karar verilmisti. Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünün duyulmasi halinde meydana gelecek fitneden korkuluyordu. Bu sebeple Sehzâde'ye yazilmis olan mektup derhal yola çikarilmis, bundan sonra da hiç bir sey olmamis gibi günlük islerin yürütülmesine devam edilmisti. Babasinin ölüm haberi Sehzâdeyi oldukça sarsmisti. Bununla beraber Süleyman "kazaya riza" göstermesini bilmis ve haberi aldiginin ertesi günü Manisa'dan Istanbul istikametine dogru yola çikmistir.

Sultan Selim'in, Süleyman adinda bir oglu ile alti kizi vardi. Sultan Süleyman Istanbul'a gelerek l7 Sevval 926 (30 Eylül l520)'da hilafet merkezinde saltanat tahtina oturup hükümdar oldugu zaman saltanatta kendisine rakib olacak kardesleri bulunmuyordu. Lütfi Pasa, Sehzâde Süleyman'in, Osmanli tahtina geçisinden bahs ederken su ifadeleri kullanir: " Süleyman, cenk ve cidal olmadan geçip tahta oturdu. Selim, bu dünyanin zahmetini çekip dikenlerini temizleyip ortaligi gülistanlik bir hale getirdikten sonra göçüp gitti. Süleyman da zahmet çekmeden o bag, bostan ve gülistanin meyve ile güllerini zahmetsiz bir sekilde devsirdi." Böylece Osmanli Devleti'nin en muhtesem çagi baslamis oluyordu. Onun, 30 Eylül l520 tarihinde Osmanli tahtina cülûsunun duyurulmasi için her tarafa ulaklarla hükümler gönderilmisti. Cülûsunun ertesi günü Selim'in cenazesi de Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Fâtih Camii'nde cenaze namazi kilinarak Mirza Sarayi denilen yerde defn edildi. Daha sonra Sultan Süleyman, babasinin temellerini attirdigi ve fakat tamamlamasina imkan bulamadigi bu yerde, onun adina bir câmi ve imâret ile mezarin üzerine bir türbe yaptirdi.

Babasinin defin islerini bitiren Süleyman, bundan sonra vüzera, ümera, dergâh- i âli kullari, yeniçeriler vesair sipaha ihsanlarda bulunmus, her birinin dirliklerini artirmistir. Bu arada hemen her gün akd edilen divanlarla memleket islerinin yürütülmesine çalisilmisti. Divanda alinan kararlar mucibince liyakatli kimselerin mansiplari yükseltildigi gibi mahlûl bulunan mansiblara da yeni tayinler yapilmistir. Öbür taraftan, Yavuz Sultan Selim'in Iran ile olan ipek ticaretinin men'i hakkindaki kararina aykiri hareket etmis olan tüccarin zaptedilmis bulunan mallarinin tazmini cihetine gidilmis ve bunun için hazineden külliyetli miktarda mal çikarilarak herkesin hakki kendisine teslim edilmistir. Öbür taraftan, kaynaklarimizin verdigi bilgiye göre Yavuz Sultan Selim zamaninda, Misir'dan Istanbul'a gönderilen 600 kadar hânenin (Kemal Pasazade'ye göre 800) memleketlerine dönmelerine müsaade edilmistir. Böylece, daha tahta geçer geçmez, degisen sartlara göre yeni faaliyetlerde bulunan ve babasinin dönemine göre bazi degisiklikler yapan hükümdar, halkina karsi adâlet ve merhametle hükm edeceginin ip uçlarini vermis oluyordu.

Nitekim bazi sayialar üzerine "Kanli" lakabi ile meshur Gelibolu Beyi olan Kaptan Cafer Bey'i kethüdasi vâsitasiyle teftis ettiren Kanunî, bu teftis sonunda Cafer Bey'in gerek bazi haksizliklari, gerekse halka karsi yapmis oldugu zalimâne muameleleri tesbit edildiginden ilk önce, halka karsi yapmis oldugu haksizliklari kendi "rizkindan" (malindan) ödemeye mecbur birakilmis, daha sonra da Kasim l520 (Zilhicce 926) tarihinde hayatina son verilmistir. Kemal Pasazâde, Kanunî'nin tebeasina karsi gösterdigi adâlet örnegi ile Cafer Bey hakkinda su bilgileri verir:
"Mimar- rûsen -ara-yi himmet-i âlî-sâni bin-yi sara-yi cihan ara-yi insaf u intisafa bünyad urub icra-yi ahkâm-i vâcibu'l-ihkâm-i adl u dâd ile kura vu bilâdi mamur (adaletle köy ve ülkeleri imar) ve esnaf-i benî Âdem'i pür - huzur ve etraf-i âlemi âbâd eyledi. Hima-yi himâyetinde olan vilayetlerden nur-i adl ile deycur-i cevri dûr idüb keff-i kifayetinde olan memleketlerden zalâm-i zulm-i eyyâmi ref itdi."(yönetiminde bulunan yerlerde adalet nuru ile zulüm karanligini ve haksizligi kaldirip uzaklastirdi.

" Raiyyete ve leskere, nükere ve beylere ayn-i adl ile yeryüzünden nazar eyleyüp ümerayi ve fukarayi insaf u intisafda beraber gördi. Mirliva-yi Gelibolu olan Kapudan Cafer Aga'yi ki, seffâk-i bî - bakidi, zulm ile halkin mal ü menalin alub nâ - hak yere kan döker kattal ü fettak idi."

Hammer de Kanunî'nin adaleti ile ilgili bu ilk icraati hakkinda su bilgileri vermektedir: " Zulümleri yüzünden "Kanli" lakabi almis olan donanma kaptani Cafer Bey'in, tersane kethüdasi tarafindan su-i istimal (görevini kötüye kullanma)'i ortaya çikarildi. Bu haberler üzerine Pâdisah, Cafer Bey'i önce azl ettirir. Yapilan muhakeme sonunda suçu sabit görüldügü için de astirir. Bu sekildeki adâletli hareketleri ve yüceligi Pâdisaha büyük bir sevgi kazandirdi. Bütün Osmanli ülkesinde hududun son noktasina varincaya kadar Asya ve Avrupa'da bulunan eyâlet valilerine, Misir'da Hayri Bey'e, Mekke Serifi'ne ve Kirim Hani'na cülûstan birkaç gün sonra gönderilen ilannâmeler kadar yeni Pâdisahin güzel hareketleri de sür'atle her tarafa yayiliyordu."

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Belgrad'ın zaptı (1521) Orta Avrupa'da; Rodos'un zaptı (1522) ise Akdeniz'deki etkinlikleri için Osmanlı Devleti'ne elverişli bir konum kazandırdı. Macar ordusunu Mohaç'ta yok eden (1526) Kanuni, Macaristan'ın başkenti Buda'ya (Budin) girdi ve Macaristan'ı Zapolya'nın krallığında himâyesine aldı. Bu, Osmanlı Devleti'ni Macaristan egemenliği için Habsburglar'la karşı karşıya getirdi. Kanuni, Zapolya'yı korumak için 1529'da Viyana'nın kuşatılmasıyla sonuçlanan seferi, 1532'de de Alman Seferi'ni yaptı. 1541'de ise Osmanlı egemenliğindeki Macaristan topraklarını bir Osmanlı eyaleti (Budin Eyaleti) yaparak ilhâk etti; ölen Zapolya'nın oğluna, kendisine bağlı olması koşuluyla Erdel Prensliği'ni verdi. 1543'teki Macaristan seferi sırasıda ise Estergon Kalesi'ni zapt etti. 1547'de Avusturya ve Almanya ile imzalanan barış antlaşması ile Kanuni, ellerinde tuttukları Macaristan topraklarını yılda 30.000 altın haraç ödenmesi koşuluyla Habsburglar'a bıraktı. Ancak savaş, 1551'de yeniden başladı.

Kanuni döneminde Osmanlı Devleti'nin batıya karşı bir savaş cephesi de Akdeniz'di. Akdeniz'de meydana gelen ilk önemli olay, Saint Jean Şövalyeleri'nin elinde bulunan Rodos'un alınması oldu (1522). Ünlü denizci Hızır Reis de, Barbaros Hayrettin Paşa adı ile Osmanlı kaptan-ı deryalığına getirildi. Bu dönemin en önemli olayı, Preveze Deniz Savaşı'nda Barbaros Hayrettin Paşa'nın, kendisinden gemi, top ve asker sayısı bakımından üstün olan ve Andrea Dorya komutasındaki birleşik Hristiyan donanmasına karşı kazandığı parlak zafer oldu (28 Eylül 1538).

Akdeniz'de Osmanlılar'la Hristiyan Akdeniz devletleri arasında her iki taraf için de yıpratıcı deniz savaşları yapılırken, Osmanlı Devleti 1538'den başlayarak Hint Okyanusu'nda Portekizliler ile mücadeleye girişti Osmanlı Devleti'nin Hint Okyanusu için mücadelesi 1669'a kadar sürdü. Bu süre içinde birkaç kez Hindistan'a, bir kez de Sumatra Adası'na donanma gönderildi; Yemen, Habeşistan ve bazı Afrika ülkeleri Osmanlı Devleti'ne katıldı, Hint Okyanusu'nda Portekizlilere karşı bazı deniz başarıları elde edildi ise de, Osmanlılar Hint Okyanusu'nda kesin bir üstünlük sağlayamadılar. Osmanlılar'ın Hint Okyanusu'ndaki başarısızlığı daha sonra hem Osmanlı devleti hem de tüm doğu ulusları için son derece olumsuz sonuçlar doğuracaktır.

Kanuni döneminin önemli mücadele alanlarından biri de İran oldu. 1533'te Sadrazam İbrahim Paşa, İran seferiyle görevlendirildi, arkasından da padişah İran seferine çıktı (1534). "Irakeyn Seferi" denilen bu seferin en önemli ve kalıcı etkisi Bağdat dahil olmak üzere Irak topraklarının Osmanlılar'ın eline geçmesi oldu (1535). İran savaşları 1555'teki Amasya Antlaşması ile sona erdi; antlaşma sonucu Azerbaycan ile merkezi Tebriz, bir kısım Doğu Anadolu toprakları ve Irak Osmanlılar'ın eline geçti. Bu barış 1576 yılına kadar sürdü.

Kanuni Dönemin'deki Olaylar
Osmanli Devleti'nde Kanunî dönemi, idare, kaza, askerlik, kültür ve san'at muhitini teskil eden, son derece degerli aktif unsurlarin is ve el birligi yapip bir araya geldikleri bir devirdir. Bununla beraber bu dönemin daha baslangicinda bazi proplemler çikmis ve saltanatinin ilk yillarinda Avrupa'ya yönelmek isteyen genç hükümdar, tahta cülûsundan hemen sonra, doguda beliren gailelerle ugrasmak zorunda kalmasi, Osmanli tarihi bakimindan fevkalade önemli olan bu dönemi bir manada kronolojik siraya göre takib etmek yerinde bir hareket olacaktir. l. Canberdi Gazalî Hadisesi :Memlûk Sultani Melik Esref Kayitbay'in azadli kölelerinden ve Sultan Gavri ile Sultan Tomanbay'in nüfuzlu beylerinden olan Canberdi Gazalî, Misir'in ilhaki esnasinda Hayir Bey vâsitasiyle af edilmis ve Yavuz Sultan Selim'in, Sam'dan Istanbul'a hareketi esnasinda Sam Beylerbeyligine tayin edilmisti. Yavuz'un ölümü ve yerine Süleyman'in geçmesi üzerine Melik Esref ünvaniyle hükümdarligini ilan ederek isyan etmis, adina hutbe okutup para bastirmisti. O, bununula da yetinmeyerek kendisi ile birlikte hareket etmeleri için Sah Ismail ile Misir Beylerbeyi Hayir Bey'e elçi ve mektup göndererek onlari da yanina çekmeye çalismisti. Zira ona göre çok uygun bir firsat dogmustu. Osmanli tahtina geçen bu genç ve tecrübesiz hükümdarin, kendilerine bir sey yapamayacagina inanmisti. Hatta ona göre devir "eyyam-i fetret ve hengâm-i firsat" devri idi.

Halbuki, böyle bir düsünceye kapilip isyan bayragini açmis olan Canberdi Gazalî, daha önce af edilmis ve kendisine itibar gösterilmisti. Sadece kendisinin degil, arkadaslarinin da rahat ve huzur içinde yasamasi temin edilmisti. Öyle anlasiliyor ki o, Selimin'in ölümünden önce dahi isyan için uygun bir firsat kolluyordu. Zira Yavuz Sultan Selim'in ölümünden önce o, çevreye dagilmak suretiyle hayatlarni kurtarmis olan silah arkadaslarini etrafina toplayarak, yönetimine verilmis bulunan Sam vilayeti dahilinde onlara mevkiler vermisti.

Canberdi Gazalî, Suriye ve Filistin'i ele geçirmek, sonra da Misir'i zapt edip hilâfeti elde etmek gibi büyük emeller pesinde kosuyordu. Bu sebeple Hayir Bey'den de istifadeyi düsünerek ona mektuplar göndermisti. Böyle bir tekliften telasa düsen Hayir Bey, bir taraftan onu oyalarken diger taraftan da deniz yoluyla devleti keyfiyetten haberdar ederek, Gazalî'nin kendisine yolladigi mektuplari Istanbul'a gönderir.

Bu arada, 20.000'e ulasan kuvvetleriyle harekete geçip Beyrut'u zaptetmis olan Gazalî, Cebel-i Lübnan'daki Dürzîleri de isyana tesvik etmisti. Daha sonra Haleb'i kusatip muhasara altina alan Canberdi Gazalî, büyük bir mukavemetle karsilasmisti. Hayir Bey, Gazalî üzerine asker sevki hususunda Istanbul'un fikrini sormus, merkezin verdigi çok isabetli bir cevapla buna lüzum olmadigi ve icab eden kuvvetlerin Anadolu'dan sevkedilecegi bildirilmisti. Nitekim üçüncü vezir Ferhad Pasa ile Anadolu, Karaman ve Sivas eyaletlerinin timarli sipahileriyle kapikulu efradindan dört bin yeniçeri gönderildigi gibi Dulkadiroglu Sehsuvarzâde Ali Bey de isyani bastirmak üzere yardima memur edilmisti. Ferhad Pasa kuvvetleri henüz yetismeden Sehsuvaroglu Ali Bey maiyyetindeki kuvvetlerle Haleb üzerine yürür. Ali Bey'in gelisini haber alan Gazalî, buradaki kusatmayi kaldirarak Sam'a çekilir. Bu arada, Ferhad Pasa'nin kuvvetleri ile birlesen Haleb Beylerbeyi Karaca Ahmed Pasa'nin birlikleri ile Sehsuvaroglu Ali Bey'in kuvvetleri, iki kol halinde Sam yakinlarina gelirler. 27 Ocak l52l'de Mastaba mevkiinde vuku bulan çarpismalar sonucunda Gazalî yenilerek yakalanir. Devletin, gerek kendisine, gerekse arkadaslarina sagladigi bütün imkânlari bir tarafa birakip halife olma sevdasina düsen Canberdi Gazalî'nin bu nankörlügü, ibret-i âlem olmak için basinin kesilip Istanbul'a gönderilmesi ile son bulur.

Canberdi Gazalî isyaninin sür'atle bastirilmasi, bu hadiseden istifade ve Gazalî ile birlikte hareket etmek isteyen Sah Ismail'in isini bozmustu. Gazalî'nin maglubiyetini duyan Sah Ismail, yaylak bahanesiyle Tebriz'den kalkarak Kazvin taraflarina gitmisti. Elindeki kuvveterle Kayseri dolaylarinda bir müddet Iran taraflarini tarassut eden Ferhad Pasa, vaziyetten emin oluncaya kadar o yörelerde kalmisti. Bu hâdiseden hemen sonra Sam Beylerbeyligi'ne Ayas Pasa, Kudüs, Gazze ve Safed sancaklarina da birer sancakbeyi tayin edilmisti. 2. Belgrad'in Fethi Canberdi Gazalî'nin isyani esnasinda Macaristan'a karsi yeni bir seferin açilmasina karar verilir. Çünkü stratejik önemi haiz olan Belgrad, Avrupa'ya karsi girisilecek seferler için bir üs olarak kullanilabilecek durumda idi. Nitekim, bu stratejisinden dolayi Fâtih de daha önce, burayi almak için tesebbüslerde bulunmustu. Ayrica askerî güçlerine güvenen Macarlar, yeni Pâdisahi tebrik için bir heyet göndermedikleri gibi cülûsu haber vermek, iki devlet arasindaki barisi yenilemek ve daha önce taahhüd edilen haraci (vergi) istemek üzere Macaristan'a gönderilen Osmanli elçisini de öldürmüslerdi. Onlar, elçiyi öldürmekleyetinmemis olacaklar ki, onun kulaklari ile burnunu da keserek cevap diye Süleyman'a göndermislerdi. Böylece, insanlik tarihi için yüz karasi olabilecek bir vahset örnegi de sergilemislerdi. Bütün bu olumsuz gelismeler üzerine harp kaçinilmaz hale gelmisti.Downey, böyle bir hareketin karsiliginda Kanunî'nin yaptigi hazirliklari, bu hazirliklar esnasindaki geçit resmini , genç hükümdarin bunlari seyr ederken duydugu memnuniyeti ve ordunun maneviyatinin ne kadar yüksek oldugunu canli birer levha gibi tasvir edip gözler önüne serer. Gerçekten Kanunî, kendisine ve devletine yapilan bu hakaretin cezasinin verilmesi gerektigine inandigi için harp hazirliklarina baslanilmasi için emirler göndermisti. Iran hududunun güvenligi saglanip savas karari alindiktan sonra babasi ve dedeleri II. Bâyezid ile II. Mehmed (Fâtih)'in türbelerini ziyaret ettikten sonra l8 Mayis l52l'de bizzat kendisinin basinda bulundugu Osmanli ordusu, Belgrad üzerine hareket eder. Yol boyunca yapilan müzakerelerde Osmanli kuvvetlerinin, Veziriazam Pîrî Mehmed Pasa'nin görüsü dogrultusunda, dogrudan Belgrad üzerine yürümesi ve Rumeli Beylerbeyi olan Ahmed Pasa'nin önceden hareketle Bögürdelen (Sabacz, Czabacz) hisarini almasi kararlastirilmisti.

Sabacz'i kusatma altina alan Ahmed Pasa, muhasarayi daraltip sikistirmakla birlikte, kaledeki garnizon, kendisini savunuyordu. Sonunda muhafizlar yok edildiler. Bu kusatma esnasinda Osmanlilardan da epeyce sehid verilir. Ahmed Pasa, büyük bir mücadele sonucu (2 Saban) 7 Temmuz'da Sabacz (Bögürdelen)i zapteder. Böylece Kanunî ilk fethini gerçeklestirmis oluyordu. Sultan Süleyman, ertesi gün Ahmed Pasa ile sancakbeylerini huzuruna kabul ettikten sonra kaleye gelir. Pâdisah, sehrin istihkâmlarinin arttirilmasini emr ettikten sonra askerinin Sirmi'ye geçmesi için Sava üzerine köprü yaptirir. Insaatin sürdügü dokuz gün içinde Sultan Süleyman, isçilerin gayretlerini artirmak için nehir kenarinda bir çardak altinda kalip insaatin tamamlanmasini bekler. Böyle manevî bir destek ve etki altinda kalan ordu ve saray agalari can ve basla çalisarak köprü yapim isini çabucak tamamlatmak hususunda elden geleni esirgemezler. Bu sirada daha baska kalelerin feth edildigi haberi gelir. Insaata baslandiginin onuncu günü köprü tamamlanmisti. Ancak nehir birden tastigindan köprü kismen harab olmussa da kisa bir süre içinde yeniden onarilmis ve asker buradan geçmisti.

Bu sirada Belgrad'in kusatilmasi ile ugrasan Pîrî Pasa ise buranin karsisindaki Zemin Kalesi (Zemun, Zemlin)'ni ele geçirmisti. Bu esnada Pîrî Pasa'yi çekemeyen Ahmed Pasa'nin tesiriyle Belgrad muhasarasinin kaldirilip Budin üzerine yürünmesi kararini alan Sultan Süleyman, daha sonra bu karardan vaz geçerek l Agustos'ta Zemin civarinda yüksek bir mevkie otag kurup, kusatmanin bir an evvel sonuçlandirilmasi emrini verir. Siddetle kusatilan Belgrad'in kale muhafizi dayanamayacagini anlayinca eman dileyerek 30 Agustos'ta kaleyi teslim eder. Kale halkindan bir kismi Macaristan'a giderken, aslen Sirpli olan bir kismi da evlad, aile ve mallariyla Istanbul'a nakl olunarak Yedikule civarinda iskan edilirler. Belgrad'dan getirilenlerin yerlestirildikleri mahalleye Belgrad Mahallesi denilmeye baslanir. Fetihten sonra 200 top ile tahkim edilen Belgrad Kalesi, Semendire ile birlikte muhafazasina 900 bin akça has ile Bosna Sancakbeyi Yahya Pasa oglu Bâli Bey muhafazasina tayin edilirken Bosna da Sultanzâde Hüsrev Bey'e verilir.

Belgrad seferi esnasinda Osmanli ordusunda filler de bulunuyordu ki, Lütfi Pasa bunlarin iki tane oldugunu belirtir. Kanunî'nin bu ilk seferine Edirne, Filibe ve Sofya medreseleri talebeleri de istirak etmislerdi. Belgrad, ele geçirildigi tarihten itibaren Avrupa seferlerinde Osmanli ordusunun en mühim üslerinden biri olmus ve "Dâru'l-cihâd" adini almistir.

Kanunî Sultan Süleyman, Belgrad'dan Istanbul'a dönerken l9 Ekim'de iki yasindaki oglu Murad'in, gelisinden iki gün önce de bir kizinin ölüm haberini almisti. Istanbul'a girdikten on gün sonra da dokuz yasindaki oglu Mahmud çiçek hastaligindan öldü (29 Ekim). Vezirler, Pâdisah'in çocuklarinin cenazelerine yaya olarak refakat ettiler. Bunlar, Yavuz Sultan Selim türbesinin yanina defn edildiler.3. Rodos'un Fethi Bilindigi gibi, Kanunî Sultan Süleyman'in Akdeniz'de Osmanli hakimiyetini kurmak için giristigi büyük mücadelede, Rodos seferi ilk, Malta seferi ise son dönemi ifade eder. Dünya tarihinin esine ender rastladigi ünlü Pâdisahin saltanatinin ikinci yilinda Rodos'u ve ona bagli bulunan adalari ele geçirmesi, Dogu Akdeniz'de Osmanli hâkimiyetinin yerlesmesini sagladigi gibi, mücadelenin bundan böyle Orta ve Bati Akdeniz'e intikal ettirilmesi imkanini da saglamisti.

1309'dan beri Saint Jean d'Hospitaliers veya Saint Jean de Jerusalem denilen sövalye tarikatinin elinde bulunan Rodos adasi ile civarindaki adalar, eskiden beri Osmanlilarin ele geçirmek istedikleri önemli yerlerdi. Sultan Süleyman, Belgrad'i almayi basardiktan sonra Osmanli siyasetinin bu ikinci mes'elesini de halletmek istiyordu. Zira fethi zarurî kilan bazi sebepler vardi. Buranin fethi, Osmanli ülkesine yeni ilhak edilmis bulunan Misir, Suriye ve Dogu Akdeniz sahillerinin emniyeti bakimindan önemliydi. Bunun için de Rodos ve ona bagli olan diger adalarin Osmanlilarin elinde bulunmasi gerekiyordu. Nitekim bu zorunlugu takdir eden Yavuz Sultan Selim, saltanatinin son yillarinda, Sövalyeler üzerine yürümek için büyük çapta bir donanma hazirlamaya koyulmus, ancak bu tasavvurunu gerçeklestiremeden hayata gözlerini kapamisti. Hiristiyanligin, Osmanli hac, ticaret ve ulasim yolu üzerinde, bu emniyeti tehlikeye sokabilecek tehlikeli kalesi durumundaki Rodos'ta bulunan sövalyeler, Osmanli ticaret ve hac gemilerine saldirmakla kalmamislar, ayni zamanda Canberdi Gazali'ye de yardimda bulunmuslardi. Bundan baska onlar, Rodos'ta bulunan Cem Sultan'in oglu Murad'i da taht vârisi olarak ortaya sürmüslerdi. Ayrica kalelerinin saglamligina güvenmekte olan Rodos sövalyeleri, korsanlik faaliyetlerine devamla, bir taraftan Müslümanlarin yollarini kesip gemilerini aliyor, öbür taraftan da Osmanli sahillerinde ardi arasi kesilmeksizin bazi fesatliklarda bulunuyorlardi. Bundan baska bes alti bin civarinda Müslüman'i esir alip adalarinda onlara türlü iskenceler yaptiklari da biliniyordu.

Iste Kanunî, bu siyasî ve stratejik sebeplerden dolayi Rodos proplemini halletmek istiyordu. Böylece, bir bakima babasindan miras olarak devr aldigi bir siyaseti devam ettirmek ve babasinin yarida birakmak zorunda kaldigi önemli bir meseleyi halletmek niyetinde idi. Ayni zamanda o, Rodos'u feth etmek suretiyle dedesi Fâtih Sultan Mehmed'in gerçeklestiremedigi bir seyi de yapmis olacakti. Eserimizin, Fâtih'le ilgii bölümünde de görülecegi üzere o, birbirlerini kovalayan zaferleri arasinda sadece iki yerde istedigini ele geçirememisti. Bunlardan biri Belgrad, digeri de Rodos'tu. Tahta henüz geçmis olan genç Süleyman, saltanatinin ilk yilinda Belgrad'i zapt etmek suretiyle Fâtih'in düsüncesini gerçeklestirmis oluyordu. Onun, Belgrad'in hemen arkasindan Rodos üzerine yönelmesinde, nisbeti az da olsa ayni psikolojinin etkili oldugunu söylemek mümkün olsa gerekir.

Rodos'un fethi hususunda Divan-i Hümayûn'da yapilan müzakerelerde ekseriyet, Rodos seferine taraftar görünmüyordu. Zira bunlar, Sövalyelerin söhreti, adanin müstahkem olup uzun süre muhasaraya dayanabilmesi ve bir sefer vukuunda Avrupa'nin derhal buraya yardimda bulunabilecegini düsünüyorlardi. Bunlara göre sonu tehlikeli bir macera ile bitecek sefere girismek dogru degildi. Bu düsünceye karsilik Vezir-i A'zam Pirî Mehmed Pasa ile ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa ve denizci Kurdoglu Müslihiddin Reis, Rodos seferine taraftar olup Avrupa tarafindan endise edilmemesi gerektigini ileri sürüyorlardi. Bu arada casuslari vâsitasiyle Rodos hakkinda bilgi toplayan Kanunî, sefere karar verir. Bununla beraber sefere çikmadan önce, Hammer'in ifadesiyle " Kur'an-i Kerim'in emrini yerine getirmek için Üstad-i A'zam'a bir mektup gönderir. Bu mektupta Üstad-i A'zam teslim olmasi isteniyor ve arzusu ile itaati kabul ettigi takdirde sövalyelerin hürriyetleri ile mallarina dokunulmayacagina dair, yerlerin ve göklerin yaraticisi olan Allah, O'nun elçisi olan Hz. Muhammed ve diger Peygamberler adina yemin ediyordu." Fakat bu teklif, Üstad-i A'zam tarafindan red edilir.

Bu sirada Avrupa devletleri de birbirleri ile mücadele halinde bulunduklarindan, Rodos ile ilgilenebilecek durumda degillerdi. Rodos ile ilgilenebilecek tek devlet olan Venedikliler de yapilan ticaret antlasmasi ile pasif hale getirilmislerdi. Divan'da alinan sefer kararindan sonra hazirliklarina baslayan Osmanli ordusunun basina serdar olarak ikinci vezir Çoban Mustafa Pasa getirilir. Öte yandan bu seferi haber alan Rodos Üstad-i A'zami Philippe Villiers de l'Isle Adam, bazi tedbirler alarak kaleyi tahkim ettirmis, yiyecek depolatmis, sehrin önündeki limana zincir çektirmis, ayrica Papa ve Fransa'dan da yardim istemisti.
Osmanli donanmasi, 5 Haziran l522'de 300 gemi ile Çoban Mustafa Pasa komutasinda harekete geçer. Donanmada pek çok mühimmattan baska onbin deniz ve itfaiye neferi bulunuyordu. Sultan Süleyman da 2l Receb 928 (l6 Haziran l522) tarihinde Istanbul'dan hareketle Üsküdar'a geçmis, buradan Kapikulu askerleri ve sefere memur olan diger eyâletlerin timarli sipahileriyle birlikte karadan yola çikmisti. Bu sefere nadir bir istisna olmak üzere, Sadrazam Pîrî Mehmed Pasa'nin amcasi olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî Efendi (l503 - l525) de katilmistir.

Osmanli donanmasi, Rodos yakinlarindaki Gnido adasina varmisti. 24 Haziran'da Rodos önlerine gelen Osmanli donanmasi, Rodos kalesinin dört mil kadar dogusundaki bir limana demir atar. Kaleyi abluka altina alan ordu, Pâdisahin karadan gelmesini bekler. Nihayet Kütahya - Aydin yolu ile Marmaris'e, oradan da 28 Temmuz'da Rodos adasina geçen yüzbin kisilik ordu, surlar boyunca mevzilenir. Bu esnada Ingiliz, Fransiz, Italyan, Ispanyol, Alman ve Portekiz milletlerine mensub sövalyeerden mütesekkil Rodos müdafileri ise kalenin bes ana burcunu müdafaaya basamislardi.

Çarpismalar, l Agustos'ta Alman burcuna top atisi ile baslar. Kanunî, Kiziltepe denen yerde otagini kurdurarak kusatmayi buradan idare eder. Siddetle ve birbiri ardinca süre gelen Osmanli hücumlari, bes ay kadar devam eder. Bu arada zaman zaman kismî basarilar da kazanilmisti. Sonunda dayanamayacaklarini anlayan sövalyeler, kaleyi teslim edeceklerini Kanunî'ye bildirmek zorunda kalirlar. Yapilan müzakereler neticesi 21 Aralik 1522'de bir teslim antlasmasi imzalanir. Buna göre 2l3 yillik sonuncu Haçli Devleti de tarihe karisir. Buna göre Katolik Hiristiyanlarin Yakin Dogu'dan tamaman uzaklastirilmalari da saglanmis olur. Antlasma geregi sövalyelerin adadan çekilmelerine müsaade edildigi gibi, sehirdeki Hiristiyanlarin dinî âyin ve inançlarinda serbest olmalari, ada sakinlerine bes yil kadar vergi vermemeleri ve kendilerinden devsirme alinmamasi gibi imtiyazlar da bahsedilmistir. Bu arada tanassur etmis olan (Hiristiyanligi kabul eden) Sultan Cem'in oglu Murad da yakalanarak iki oglu ile birlikte ortadan kaldirilir. Sövalyelerin Rodos'u terkinden sonra Pâdisah, 20 Ocak 1523'te Câmie çevrilen Saint Jean Kilisesinde Cuma namazi kilmisti. Bu namazda imamligi, sefere istirak etmis olan Seyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî Efendi yapmisti. Rodos, Midilli sancagina baglanarak Dizdarzâde Mehmed Bey'in idaresine verilmistir. Osmanlilar, ayrica bu sefer sonrasi Anadolu sahillernde Bodrum, Aydos, Tahtali kalelerini, Leros, Sömbeki, Kalimnos, Limonsa adalarini ele geçirmislerdir. Böylece Rodos kalesi ve adasiyle birlikte Oniki adanin tamami ve Bodrum da teslim olmustu. Bodrum'un fethi, Anadolu tarihi bakimindan da önemlidir. Zira burasi, Anadolu'da Hiristiyanlarin elinde bulunan tek toprak parçasi idi.
29 Aralikta Kanunî, Rodos sehrine girip kaleyi gezer. Bu günlerde Hiristiyanlik âleminde Noel kutlaniyordu Papa Ikinci Hadrianus, Roma'da Saint Pierre'de Noel âyinini icra ederken, kilisenin saçagindan bir tas düsüp Papanin ayagina dogru yuvarlanir. Kardinaller bu hâdiseyi muhasarasi aylardan beri devam eden Rodos'un düsmesine isaret saydilar.
Rodos'un fethi, Türk topçulugunun Avrupa topçulugu karsisindaki üstünlügünü gösterdigi gibi, o çagda alinmasi adeta mümkün görülmeyen ve Hiristiyanligin Islâm âlemine dogru bir kalesi sayilan adanin zapti, Avrupa'da büyük bir hayret ve teessür uyandirmistir. Bu arada Rodos'un fethini müteakib Rodos hapishanelerinde bulunan alti bin kadar Müslüman esir de kurtarilmistir.

Rodos'a derhal Türk göçmenleri yerlesmeye basladilar. Birçok câmi, imâret, mektep, medrese, çesme ve yol yapilip ada imar edilir. Rodos, bir sancak merkezi olur. Buraya devamli olarak bahriye sancakbeyleri (Tümamiral) vali tayin edildi. 2 Ocak günü aksam üzeri Kanunî Yesil Melek kadirgasina binip Rodos'tan ayrilir. Anadolu'da Marmaris'e geçer. 3 Ocak'ta da Marmaris'te idi. Aydin, Midilli, Karasi, Mentese ve Saruhan sancakbeylerine, Anadolu beylerbeyisi Kasim Pasa'nin nezaretinde Rodos'taki insaat , imar ve iskân isleri bitinceye kadar adada kalmalarini emr ettikten sonra Istanbul'a dogru yola çikan Kanunî 26 günde Istanbul'a varir. 29 Ocak l523'te yedi ay on iki gün süren bu ikinci sefer-i hümayûnunu bitirerek Istanbul'a gelmis olur. Bu arada Osmanli donanmasi da Istanbul'a döner.

Rodos'un fethi edilmesi ile ilgili olarak gönderilen zafernâmelere Venedik mukabelede bulundugu gibi Sah Ismail de cülûstan beri ilk defa olarak taziyet ve tebrik vecibesini yerine getirmis, Rodos fethinden dolayi da memnunlugunu bildiren bir mektup ile bir elçi göndermisti.

Rodos'un fethi ile Avrupa'da Kanunî'nin söhreti biraz daha artmis oluyordu. Belgrad ve Rodos'un, Hiristiyan dünyasinin bu iki kilit noktasi sayilan müstahkem kalelerinin Kanunî tarafindan düsürülmesi, Osmanlilarin ileride basaracaklari daha büyük fetihleri için bir isaret sayildi.

5. Ibrahim Pasa'nin Misir'daki IslâhatlariMisir'da, sosyal düzenin saglanmasina önem verdigi anlasilan Kanunî, burada, sarsilan devlet otoritesi ile düzenini yeniden tesis, Osmanli kanunlarni vaz' ve bozulan idareyi islâh etmek istiyordu. Bu maksatla Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'yi Misir'a gönderir. l Zilhicce 930 (30 Eylül l524)'da donanma ile ugurlanan Ibrahim Pasa'ya, bizzat Pâdisah, Marmara adalarina kadar refakat ederek orada kendisine pek dostane bir sekilde veda eder. Uhdesine Misir Beylerbeyligi de havale olunan Ibrahim Pasa'nin maiyetine Rumeli Defterdari Iskender Çelebi, Ulûfeciler Agasi Hayreddin Aga, Çavusbasi Sofuoglu Mehmed ile 30 nefer çavus, Divan kâtibi olarak Celâlzade Mustafa Çelebi ile bazi hazine kâtipleri ve 500 kadar yeniçeri memur edilip on kadirga ile yola çikmisti. Ibrahim Pasa, Sakiz Adasi'na ugrayarak orada Ceneviz idarecileri tarafindan selamlandiktan ve kendisine takdim edilen hediyeleri aldiktan sonra l0 Muharrem ( 7 Kasim )'da Rodos'a yanasir. Osmanli donanmasi Iskenderiye'ye yelken açtigi halde, sonbahar rüzgarlari yüzünden Anadolu sahiline düserek Rodos'tan hareketinden üç hafta sonra Marmaris körfezine girmek zorunda kalir. Yilin bu mevsiminde deniz yolculuguna güvenilemedigi için Ibrahim Pasa karadan gitmeye karar verir. Geçtigi bütün yollarda halka karsi iyi davranan, idarecileri kontrol eden ve onlarin tebeaya karsi daha müsamahali davranmasini saglayan Ibrahim Pasa, bu iyi niyeti ve tarafsizligi sebebiyle halkin duasini alir. Bu uzun ve yorucu yolculuktan sonra 2 Nisan l525'te Kahire'ye giren Ibrahim Pasa, eyâletin ahvalini teftis, islâh ve tanzim etmek üzere maiyetindeki idarecilerle, Misir'daki Memlûklü idarecilerden mürekkeb bir hey'et teskil edip Kal'atü'l-Cebel'de devamli divan akdine baslar. halkin çesitli sikâyetlerini dinler. Kayitbay zamanindaki kanunlari gözden geçirir. O, halkin içinde bulundugu ekonomik ve sosyal durumu ile hazineyi esas alarak kanunlar tasarlar. Fetihten beri sâdir olan fermanlar ve Misir idaresinin geçirdigi safhalari gözönüne alarak tasarladigi bu kanunlar, Misir'in eski kanununu ta'dilen mutedil ve mufassal bir kanunnâme sekline bürünür. Hazirlanan bu tasari, Istanbul'a gönderilir. Pâdisah tarafindan tasvibi alindiktan sonra kanun haline getirilen bu tasari, "düstûru'l - amel olmak üzere" Misir hazinesine teslim edilir.

Ibrahim Pasa'nin, Misir'da geçirdigi üç ayin her günü, bir baska adaletli ve lütufkâr icraatla dikkati üzerinde topluyordu. Sürekli olarak memleketin ihtiyaçlarina uygun kanunlar koyuyor ve eskilerini düzeltiyordu. Eski idarenin açtigi yaralari onarmaya çalisiyordu. Bu arada Beni Havare ve Beni Bakar adiyla anilan ve hainlikle itham olunan asiretlerin reislerini astirmakla cezalandirdi. Bu cezalar, digerleri için de bir manada ibret oldu. Böylece vahalara ve Habesistan'a kadar Asagi ve Yukari Misir'daki öbür Arap asiretleri seyhlerine, Pâdisah'a itaatla bagli kalacaklarina yemin etmeleri ihtar olundu. Sehirlerde tellâllar dolasarak idareden sikâyetçi olanlarin gördükleri zulümleri bildirmeleri ilan olundu. Memlûklü zamanindan beri borçlu oldukarindan dolayi haps edilen fakirlerin borçlari ödenerek saliverilmeleri saglanir. Egitim ve öksüzlerin yiyeceklerinin saglanmasi için özel yönetmelikler konularak bunlara maas baglanir. Ibrahim Pasa, kalede vali konaginin karsisinda, hükümet hazinesini muhafaza için iki kule yaptirir. Ibrahim Pasa, Beylerbeyi sifati ile Misir'da bulundugu sirada öteden beri Kahire'nin ugradigi gaileler sebebiyle yikilmis veya harab olmus câmi, medrese ve diger hayrat eserleri kendi hesabindan ve kendi masrafi ile tamir ettirmisti ki, Ömer Câmii bunlardan biridir. Vergi defterleri Sultan Kayitbay ve Kansu Gavri zamanlarindaki hallerine konuldu. Gerçekten o, tatbik edilen mevzu ve muhdes nizami, özellikle sikâyet konusu olan vergi hususunu, âmil, mübasir, urban seyhi ve sair a'yândan istisfar etmis (sorusturup ögrenmis), Memlûklü devrine ait eski defterleri buldurup Kayitbay devri nizami ile Gavri ve Hayirbey zamanindaki muamelati inceletip, bu sonuncularla, Hain Ahmed Pasa'nin ihdas ettigi haksizlik, zulüm ve bid'atleri ortadan kaldirmistir.

Pâdisah, Malî ve idarî islâhatlar için üç ay kadar Misir'da kalan Ibrahim Pasa'nin eyâlette yaptigi islâh ve düzenlemesine kani olunca istedigi kimseyi Beylerbeyi olarak tayin etmesi hususunda kendisine selâhiyet vermisti. O da, Defterdar Iskender Çelebi'nin tavsiyesine uyarak eyaleti, Sam Beylerbeyi olan Süleyman Pasa'ya verip Misir Beylerbeyligi'ne, Hamzavî'yi de defterdarliga tayin ederek 22 Saban 93l (l4 Haziran l525)'de Kahire'den ayrilir. Sam yolu ile Anadolu'ya hareket eder. Maras'tan Kayseri'ye gitmekte iken bazi Türkmen boylarinin agirliklarini vuracaklari haberini alir. Bunlarin ileri gelenlerini çagirtarak, Sehsuvaroglu Ali Bey'in, Ferhad Pasa'nin tesiriyle öldürülmesi sonucu Dulkadir ülkesinde timari hazineye aktarilan Türkmen sipahîlerinin timarlarini iade ettirir. Daha sonra da 1525 senesi Eylül'u basinda Istanbul'a varip Pâdisahin huzuruna çikan Ibrahim Pasa, Misir'daki icraati hakkinda ona bilgi verir. Pâdisah, onun Misir'daki icraatindan memnun olarak kendisine ihsanlarda bulunur.

MsXLabs.org & OT
Son düzenleyen Safi; 7 Eylül 2016 22:01
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
19 Haziran 2010       Mesaj #7
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Kanuni Sultan Süleyman Devri:

Ad:  Kanuni Sultan Süleyman7.jpg
Gösterim: 7707
Boyut:  82.3 KB
(1520 - 1566)
  • Yavuz Sultan Selim'in tek oğlu olan Süleyman 46 yıllık padişahlığı döneminde batıda, doğuda ve denizlerde başarılar elde etti.
  • En uzun süreli padişahlık yapan Kanuni dönemi en geniş sınırlara İmparatorluğu taşımıştır.

Kanuni Döneminde İç Ayaklanmalar:

  • Canberdi Gazali Ayaklanması (1522) : Devleti yıkmaya yöneliktir.
  • Ahmet Paşa Ayaklanması (1524) : Devleti yıkmaya yöneliktir,
  • Kalender Ayaklanması (1526) : Dini nitelikli ayaklanmadır.
  • Baba Zünnun Ayaklanması (1527): Dini nitelikli ayaklanmadır.
Batıda Gelişmeler:

Belgrat'ın Alınması:


(1521)
  • Osmanlılar Belgrat'ı alarak Avrupa'da önemli bir üst haline getirdiler.

Mohaç Savaşı:


(1526 )
  • Osmanlı akıncıları Macar topraklarına saldırı düzenledi.
  • Macarlar Avrupalı devletlerden yardım istedi.
  • İki ordu Mohaç ovasında karşılaştı.
  • Osmanlıların üstünlüğü ile savaş sona erdi.
  • Budin ele geçirildi.Fransa kralı Fransuva Alman Şarlkenin esaretinden kurtarıldı.
  • Osmanlıların en kısa süreli savaşıdır. (İki saat sürdü. )

Viyana Kuşatması:


(1529)
  • Kanuni ordusuyla 1529'da Macaristan'a girdi.
  • Budin'i aldı.Vergi vermek koşulu ile Yanoş'a burayı bıraktı.
  • Osmanlı ordusu Viyana önlerine geldi.
  • Viyana çok güçlü surlarla çevriliydi.
  • Yiyecek ve erzak yoktu.Ağır toplar olmadığı için kuşatma netice vermedi.

Almanya Seferi:


(1532)
  • Kanuni 1532'de Macaristan'a bir sefer daha yaptı.
  • Şarlken'e savaş açıldı.
  • Almanya içlerine girildi. (Şarlken Kanuni ile meydan savaşına girmedi nedeni; korktuğu için) ve akınlar yapıldı.
  • Ferdinant barış istedi.
  • Bu arada doğuda İranlılar sorun çıkarmaya başladı.
  • Barış kabul edildi. (1533 )
İstanbul Anlaşmasına Göre :
  • Avusturya kralı Vezir-i Azam'a eşit olacak (1606 Ziitvatorok anlaşması ile padişaha eşit oldu.) (Osmanlının Avus­turya üzerindeki etkinliği kırıldı.)
  • Ferdinant Yanoş'un krallığını tanıyacaktı.
  • Ferdinant elindeki Macar toprakları için her yıl Osmanlı'ya vergi ödeyecekti.
  • Barış süresi Avusturya'ya bırakı­lacaktı.

Zigetvar Seferi:


(1566 )
  • Zigetvar kalesi kuşatıldı. Kanuni öldü.
  • Sokullu kaleyi aldı.(1566)

Amasya Antlaşması:


(1555)
  • Kanuni 1555'de İranlılarla Amasya Antlaşmasını yaptı. (İranlılarla yapılan ilk anlaşma)

Rodos'un Alınması:


(1522)
  • 1522'de Rodos Senjan Şövalye­lerinden Kanuni döneminde alındı.

Preveze Deniz Savaşı:


(1538 )
  • 1538'de Osmanlılar Preveze'de Haçlı donanmasını bozguna uğrattı.
  • Osmanlılar Akdeniz'de yenilmez­liğini gösterdi.
  • Akdeniz'in doğu yamaçları Osmanlı güvencesine girdi.

Cezayir ve Trablusgarp'ın Alınması:


(1541)
  • Kanuni döneminde Cezayir ve Trablus İspanyollardan 1541'de alındı.

Çerbe Savaşı:


(1559)
  • Çerbe adası Kanuni döneminde 1559da İspanyollardan alındı.

Malta'nın Kuşatılması:


(1565)
  • 1565'de Malta kuşatıldı ama Senjan Şövalyelerinden alına­madı.

Hint Seferleri:

  • Osmanlı Devleti Hint deniz yoluna 4 defa sefer yaptı.
  • Aden Maskat, Yemen alındı.
  • Osmanlılar ekonomik yönden herhangi bir başarı elde edemedi.
  • Kanuni Portekizlilere karşı başarı elde edemeyen Piri Reisi idam ettirdi.
Son düzenleyen Safi; 7 Eylül 2016 22:02
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
17 Mayıs 2011       Mesaj #8
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  Kanuni Sultan Süleyman8.jpg
Gösterim: 2349
Boyut:  82.1 KB

KANUNİ SÜLEYMAN


(1495–1566)

Kur'an-ı Kerim'in 38. suresinin (Sûre-i Sâd), 34–9. ayetleri şöyledir
"Süleyman, Allah'a dönüp O'na sı­ğındı:
"Allah'ım dedi; 'Beni yargıla! Bana öyle bir saltanat ver ki, benden sonra kimse ona nail olmasın. Şüphe yok ki her istediğimizi veren Sen'sin!' Biz de ona rüzgârları musahhar kıl­dık. Rüzgâr, tatlı tatlı eserek, Süleyman'ın emrini dilediği yere iletirdi... Bu devlet, bu saltanat, Bizim vergimizdir."
İşte Yavuz'un yerine Osmanlıe tah­tına geçen Kanuni Sultan Süleyman, aynen bu ayet-i kerimelerin sırrına mazhar olmuştur. Türkler, tarihleri boyunca en bahtiyar ve en muhteşem devirlerini, onun zamanında yaşadı­lar.
Kanuni Sultan Süleyman garp müverrihlerinin kalemi ile "Muhdır. Osmanlı İmparatorluğu tahtında kırk altı yıl oturdu, yarım asır boyunca şarkın ve garbın bütün hükümdarla­rı onun haşmet ve kudreti karşısında gölgede kalmıştır. Sağlam mânâsı ile büyük adamdır. Asrının en kuvvetli devletinin sahibi olmakla kalmamış, şahsi meziyetleri ile pek yüksek ma­kamına şeref vererek onaltıncı mila­di asrın efendisi olmuştur.

27 Nisan 1495'te babasının vali bulunduğu Trabzon’da doğdu. Ana ve baba bu tek evlatlarının terbiyesi üze­rinde çok dikkatli olmuşlardı, baba tarafından hakiki sevginin sert disip­lini altında yetiştirildi. Güzelliği ile meşhur olan anası Ayşe Hafsa Hatun ise, Yavuz'dan sadece saygı görmüş­tü, ruhunun aşk gıdasını mücadele adamı olan kocasında bulamayınca oğluna aşırı muhabbetle bağlanmıştı, ananın elleri de Sultan Süleyman'ın gönül binasını kurdu; manevi büyüklüğünü, tebaasına karşı olan adalet ve muhabbet duygusunu ona borçludur.

Onbeş yaşlarında iken Bolu san­cak beyi olmuştu, oradan Kırım'da­ki Kefe sancağına gönderildi. Hafsa Hatun Bolu'ya da, Kırım'a da oğluyla beraber gitti; Yavuz tahta çıkınca İs­tanbul'a geldiler ve yine beraber Ma­nisa'ya gittiler.
Osmanlı tahtına 1520 yılı Eylülünün otuzuncu Pazar günü oturdu.

Osmanlı tahtına yirmi beş yaşın­da bir genç olarak oturduğu halde sal­tanat devrini adalet ve ihsan ile hâkimane açtı. Sultan Selim Mısır'dan altı yüz hane sürgün getirmişti, İstanbul'­da perişan sürünüyorlardı, evvela on­lar için: "İsteyen vatanına gitsin..." dedi. Sultan Selim İran ile ticareti ya­sak etmişti, tüccarın elinde İran'a sevk edilecek veya oradan getirtilmiş ne kadar mal varsa müsadere ettirmiş­ti. "İran ile ticaret yasak edilebilir, fa­kat tüccar müsadere ile kahredilmez" dedi, gördükleri zararm tazminatını da vererek ambarlarda duran malları sahiplerine iade ettirdi. Zulümden nefretini de iki idam cezası ile ilan etti; Yavuz'un kaptan-ı deryası Cafer Bey halk arasında Kanlı Cafer diye anılır­dı. Sultan Süleyman'a mezalimi hak­kında koca bir defter sunuldu, muha­kemesinde hakikaten mücrim olduğu, nahak yere nice masum kanı döktü­ğü sabit oldu. Tersane önünde de bir şaki gibi asılarak idam olundu. Pirzirin sancak beyi de bir takım fuka­ranın eli ayağı düzgün, kaşı gözü ye­rinde oğullarını ana baba ocağından cebren ve kahren alarak köle diye esir pazarında sattırmış, bu oğlanlardan müstesna güzellerini de İstanbul'da­ki vüzeraya hediye olarak göndermiş­ti.
Sultan Süleyman'a arz edijdi, ıl­garla gönderilen celladlar bey ile kâh­yasının kafalarını keserek konağı önündeki binek taşma koydular.

Müverrih Peçevili İbrahim Efen­di:
"Bütün mazlumlar bu sefer sefa­larından ağlaştılar ve Sultan Süley­man'a öyle dua ettiler ki, ömrü şerif­lerinin uzun ve iki cihanda berhurdar olacağına kimsenin şüphesi kalmadı."
diyor ve şunları ilave ediyor:
"Onun zamanında valilere, sancak beylerine, hâkimlere azil yoktu, herkes yerinden emin idi. Azil ancak ağır töhmet ile olurdu ve bir atılan bir daha devlet kapusuna alınmazdı."
Mısır'ın fethinden sonra bu eya­letin devlet hazinesine ilk yıllık vergi­sini 800.000 duka altını olarak Hadım Süleyman Paşa göndermişti. Hüsrev Paşa Mısır valisi olunca eyaletinin vergisini 1.200.000 altın olarak yolla­dı. Sultan Süleyman:
Süleyman Paşa çalmaz, Hüs­rev Paşa hakkında tahkikat açın! Bir­kaç yıl içinde bir memlekette 500.000 altınlık vergi fazlası olmaz, bu ada­mın halka zulmettiği aşikârdır! dedi.
Sultan Süleyman'ın adaleti yalnız sulh adaleti değildi; o mukaddes te­razi cenk zamanlarında da aksamadı. Şarkda ve garbda büyük seferler yap­tı, 250.000 – 300.000 kılıç ordularla sadece zaferler kazandı; bir çobanın, bir garip köylünün burnunu dahi ka­natmadı, gittiği yere mal, can, ırz ve namus güveni götürdü, çapul ve yağ­ma şöyle dursun, yoldan ayrılıp atını sahibi meçhul bir tarlaya sürenin, atı­na bir tutam ekin yedirenin başı vuruldu.
Namlı akıncı beylerinden Gazi Bâli Bey'e gönderdiği uzun bir mektup­ta şu satırlar okunuyor:
"Her iyiliğin kaynağı adalettir, âdil olamayanın elinden çıkan iş kö­tü iştir. Peygamberimiz bir günün adaleti yetmiş yıllık ibadetten üstün­dür buyurmuştur, öyle insanlar vardır ki, ellerinde fırsat yok iken salih, abid ve zahid görünürler, ellerine fır­sat geçince nemrud kesilirler. Hizmetinde kullandığı adamların dış haline aldanma, mala muhabbet edeni dev­let hizmetinde kullanma, zira o adam­lardır ki, Allah'ın bana emanet ettiği halkı ezerler. Rüzicezâde sorumlu benim. Ey Gazi Bâli Bey, mansıbımın geliri masrafıma yetmez diye gam çekme, ne dileğin varsa benden iste. Sana emanet ettiğim askerlerimin ve tebaamın gençlerini evlâd, ihtiyarla­rını baba, yaşıtlarını da kardeş bil. Bilhassa fukaraya şefkat ve mubab-betle ihsan kapılarını aç."
Tarih kaynaklarımız Kanuni Sul­tan Süleyman'ın eşkâlini şöyle çiziyor:
Uzun boylu, geniş omuzluydu; boynu da öyle karar ve latif bir uzun­lukta idi ki, başı duruşuna bir azamet ve ihtişam vermişti. Karaya yakın ko­yu kumral saçlı, buğday benizli, ko­yu elâ gözlü ve büyük dedesi gibi do­ğan burunluydu; yetmiş bir yaşında iken çıktığı son gazası Zigetvar sefe­rine kadar da, babası gibi sakal salıvermemişti, pos bıyıklı, fakat bıyığı gür değil, köseçimsi, tel tel idi, yüzü­ne kendine has bir mânâ, şirinlik ver­mişti. Kelimeleri tane tane telâffuz ederek konuşur, son derece nazik, za­rif, nüktedandı. Âlimlere, şairlere, her hüner ve marifet erbabına karşı hürmetkar, mültefit idi; ömrü boyun­ca ilmin ve sanatın cömert hâmisi oldu.

Daha çocukluğunda kuyumculu­ğa heves etmişti; zaman ile bu sanat­ta namlı ustalar arasında sayıldığı söylenir. Dünyanın en zengin hazine­lerinden birine sahip hükümdar için herhalde pek tatlı meşgaledir.
Şiir söylemek, yazmak hanedanı­nın kültür an'anesi olmuştu; şiirlerin­de "Muhibbi" mahlasını kullandı. Üç kıta üzerinde yayılmış muazzam bir devletin kalbi tebaasına karşı muhab­betle dolu şair imparatora yakışan isimdir. Bakinin ve Fuzulinin muası­rı olan Muhibbi hiç şüphesiz ki, Türk divan edebiyatının ön safda bir siması değildir, fakat, şuera tezkirelerinde o asrın şöhretleri arasında zikredilenle­rin çoğundan, lisanı ile ve duygusu ile, kat kat üstün şairdir.
Bir beyti atasözleri arasına karış­mış, yüzbinlerce Türk'ün hafıza­sındadır:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
(Reşat Ekrem Koçu Osmanlı padişahları)
Kanuni 1566 yılında 13. ve son se­feri olan Zigetvar seferine çıktı. Uzun süren kuşatmadan sonra Zigetvar 7 Ey­lül 1966'da alındı. Fakat Kanuni, ka­lenin alındığını göremeden öldü. 46 yıl süren saltanatı sırasında Osmanlı Dev­leti dünyanın en güçlü devleti durumu­na geldi.

Kanuni île ilgili bir menkıbe

Sorumluluktan kurtulma
Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük hükümdarı Kanuni Sultan Sü­leyman'a, "Kanuni" lakabının hak ve adalet konusundaki titizliği dolayısıy­la verildiği malumdur. Bu büyük hü­kümdarın ölümüne bağlı olarak yeri­ne getirilmesini istediği bir vasiyeti vardı. Bu vasiyet, içinde ne olduğu­nu kendisinden başka kimsenin bil­mediği 25 cm. küb büyüklüğünde küçük bir sandığın ölümü halinde mezarda yanına konmasıydı. Hayatı se­ferlerde geçen, seferdeyken ölen Kanuni'nin cenazesi İstanbul'a getirilin­ce derhal defin işlemlerine başlandı ve bu vasiyet de hatırlandı. Sandık meydana çıkarıldı ve hazır tutuldu.

Büyük hükümdarın cenaze töre­ninde şüphesiz sadrazamından şeyhü­lislamına bütün devletliler mevcuttu. Dönemin en büyük din bilgini ve şey­hülislamı Ebüssuud Efendi'ye Kanu­ni’nin anıldığı şekilde bir vasiyeti bu­lunduğu, fikrini almak bakımından söylendi. Ebüssuud Efendi, "Zinhar böyle bir vasiyeti yerine getirmezse­niz, dini mübine (İslama) uymaz" dedi.

Ebüssuud Efendi bir şey söylüyor­sa orada durmak gerekirdi. Konunun en büyük otoritesiydi. Nihayet üzerin­de diğer görüşler de alındıktan sonra vasiyetin yerine getirilmemesi karar­laştırıldı. Küçük sandık mezara ko­nulmadı ama içinde ne vardı, dünya­nın en büyük hükümdarının mezarı­na konmasını istediği şey neydi? Herkesi bunun merakı sarmıştı. Bu vasi­yet yerine getirilmediğine göre sandık açılmalıydı. Nitekim öyle yapıldı. Ku­tu ehil bir el tarafından haşat edilme­den açıldı. Bir de ne görülsün, içi, Ka­nuni'nin yapacağı işlerin, vereceği ka­rarların dine uygun olup olmadığı hakkında şeyhülislama sorduğu soru­lara aldığı cevaplar demek olan fet­valarla dolu idi.
Kanuni Allah'ın huzuruna yüzlü yüzlü çıkmak, O'nun rızasına aykırı bir iş yapmadığını belgelemek istiyor­du. Devrin en büyük bilgini Ebüssu­ud Efendi bu olay karşısında:
"Hey büyük sultan, sen Tanrı ka­tında kendini temize çıkardın, mes'­uliyeti bize yıktın, biz nasıl bunun al­tından kalkacağız bakalım" demek­ten kendini alamamıştı.

MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi
Son düzenleyen Safi; 7 Eylül 2016 22:02
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Ocak 2012       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Osmanlı Padişahları - Kanuni Sultan Süleyman


Osmanlı padişahı I. Süleyman 1495 yılında doğdu. Kanuni Sultan Süleyman, Avrupa'da Muhteşem Süleyman olarak anıldı.
Ad:  Kanuni Sultan Süleyman9.jpg
Gösterim: 2479
Boyut:  62.1 KB

Osmanlı padişahlarının 10'uncusu olan I. Süleyman (1495-1566), Kanuni Sultan Süleyman olarak anılır. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi ise Kırım hanı Mengli Giray'ın kızı Ayşe Hafsa Sultan'dır.

Çocuk yaşta İstanbul'da bilim, tarih, edebiyat, din ve askerlik eğitimi aldı. 1509'da annesinin doğum yeri olan Kırım'da Kefe sancakbeyliğine atandı. Daha sonra Saruhan sancakbeyliği göreviyle Manisa'ya gönderildi.

Padişahın sefere çıktığı vakitlerde Batı sınırını korumak için Edirne'de bulundu. Babasının ölümü sırasında Manisa'da bulunan şehzade Süleyman, sadrazam Piri Paşa'nın çağrısı üzerine İstanbul'a gelerek 1 ekim 1520 tarihinde tahta çıktı.

İçişlerinde düzene kavuşmuş devlet yönetimi babasının yaptığı ıslahatlarla sağlamlaşmış temeller üzerinde duran bir devletin başına geçti. İmparatorluğun iç bunalımlarıyla uğraşmadan kısa bir süre Batı dünyasının geçirdiği dönüşümleri izledi.
Batı rönesansın yaratığı açılma ortamında teknik yönden belli aşamalara ulaşmış; Fransa ve Almanya'da dini reformlar yapılarak birlik sağlanmıştı.

Kanuni bu ortamda, askeri alanda oldukça üstün duruma gelmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünü Batı'ya yine askeri yönden kabul ettirme yolunu seçti.

Tahta çıktıktan bir yıl sonra Belgrad'ı feth etti (1521), ertesi yıl ise Rodos'u aldı (1522). Fransa'nın da teşvikiyle Mohaç seferini düzenledi.

29 ağustos 1526'da Macar ordusunu büyük bir yenilgiye uğratarak başkent Budin'i kısa bir süre sonra da Viyana'yı kuşattı (1529, I. Viyana Kuşatması). Bu savaşlar sonucunda Macaristan egemenlik altına alındı.

Sonraki 20 yılda Kuzey Afrika, Ortadoğu ve İran'dan geniş bölgeler Osmanlı egemenliğine alındı. Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa, Cezayir ve Kuzey Afrika'yı alarak Akdeniz'i bir Türk gölü haline getirdi.

Doğu'da ise İran'la yapılan savaşlar sonunda Tebriz alındı. 1562'da Transilvanya bölgesi alındı.
Son savaşı olan Zigetvar seferinde Zigetvar kalesini kuşatılması sırasında ölen Kanuni Sultan Süleyman'ın cenazesi Mimar Sinan'a yaptırtmış olduğu Süleymaniye Camisi'nin avlusundaki türbeye gömüldü.

Avrupalılarla savaşlarında büyük başarılar kazanan Kanuni, Batı'yla yakın siyasi ilişkiler kurdu. Fransa'ya verilen ve daha sonra Osmanlı'nın ekonomik çöküşüne yol açan kapitülasyonlar da Kanuni zamanında tanındı.
46 yıllık saltanat hayatı boyunca Osmanlı büyük gelişme gösterdi. Hukuk, matematik, mimarlık ve nakkaşlık alanlarında yetişen bilim ve sanat adamlarının yarattığı eserler kültür tarihimizin başyapıtları olarak yerlerini aldı.
Kanuni Sultan Süleyman, padişahlığı döneminde devleti yetenekli devlet adamlarıyla birlikte yönetti ve Osmanlı'yı dünyanın en büyük imparatorluğu haline getirdi.

Kendi tabiri ile Kanuni Sultan Süleyman Han
"Ben ki Sultan-i salatin-i zaman burhan-i havakın-i avan tac-bahs-i husrevan-i cihan zillullahi'meliki'l-mennan Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Şam ve Halep ve Karaman ve Rum'un ve vilayeti-i Dulkadriye'nin ve Diyarbekir'in ve Azerbaycan ve Van'ın ve Budun ve Tamisvar vilayetlerinin ve Mısır'ın ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve Halilü'r-Rahmanın külliyen diyar-i Arab'ın ve Yemen'in ve Bağdad ve Basra ve Cezayir vilayetlerinin ve dahi nice memleketlerin ki aba-i kiram ve ecdâd-i izamim -enarallahü berahinehüm- kuvvet-i kahire ile fetheyledikleri ve cenabı-i celalet-meabim dahi tig-i ates-bar simsir-i zafernigarim ile fetheyledigim nice diyarın sultani ve padişahı hazret-i Sultan Bayezıd oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Şah Han'ım..."
Son düzenleyen Safi; 7 Eylül 2016 22:03
Efulim - avatarı
Efulim
VIP VIP Üye
11 Eylül 2012       Mesaj #10
Efulim - avatarı
VIP VIP Üye

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

Ad:  Kanuni Sultan Süleyman10.jpg
Gösterim: 2331
Boyut:  74.2 KB

1520 - 1566

Babası : Yavuz Sultan Selim
Annesi : Hafsa Hatun
Doğumu : 27 Nisan 1495
Ölümü : 6-7 Eylül 1566
Saltanatı : 1520 - 1566
Devlet Sınırları : 14.983.000 km2

HAYATI


Kanûnî Sultan Süleyman 27 Nisan 1495 Pazartesi günü Trabzon'da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun'dur. Hafsa Hatun Osmanlı ya da Çerkezdir. Kanûnî Sultan Süleyman yuvarlak yüzlü, ela gözlü, geniş alınlı, uzun boylu ve seyrek sakallıydı.

Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü. İlk eğitimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun'dan (Yavuz Sultan Selim'in annesi) aldı. Yedi yaşına gelince tahsil için İstanbul'a, dedesi Sultan İkinci Bayezid'in yanına gönderildi. Şehzade Süleyman, burada Karakızoğlu Hayreddin Hızır Efendi'den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görüyordu.

15 yaşına kadar babası Yavuz Sultan Selim'in yanında kalan Şehzade Süleyman, kanunlar gereği sancak istemesi üzerine, önce Şarki Karahisar'a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da Kefe sancakbeyliğine tayin edildi (1509).

Yavuz Sultan Selim'in 1512 de tahta geçmesi üzerine İstanbul'a çağırılan Şehzade Süleyman, babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul'da kalarak babasına vekalet etti. Bu sırada Saruhan sancakbeyliğinde de bulundu. Babası Yavuz Sultan Selim'in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520'de 25 yaşındayken Osmanlı tahtına geçti.

Kendisinden başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi kolay ve çatışmasız oldu. Çok ciddi ve kendinden emin bir padişah olan Kanûnî Sultan Süleyman, azim ve irade sahibiydi. Yapacağı işlerde hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden asla geri dönmezdi. İş başına getireceği adamlara, kabiliyet derecelerine göre görev verirdi. Zigetvar kuşatmasını idare ederken, 7 Eylül 1566 yılında 71 yaşında vefat etti.

Kendisine "Kanûnî" denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Kanûnî Sultan Süleyman adaleti seven bir padişahtı. Mısır'dan gelen vergiyi haddinden fazla bulup, yaptırdığı araştırma sonunda halkın zulme uğradığını düşünmesi ve Mısır Valisini değiştirmesi bunun açık kanıtıdır.
Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, "Arslan öldü, yerine kuzu geçti" diye düşünen Avrupalıları sevindiriyordu. Ancak Avrupalılar, çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar.

Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden birisi şudur:
"Halk içinde muteber bir şey yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sihhat gibi.
Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi".

Erkek çocukları: İkinci Selim, Bayezid, Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir, Mustafa
Kız Çocukları: Mihrimah Sultan, Raziye Sultan

İÇ İSYANLAR


Kanûnî Sultan Süleyman, padişahlığının ilk yıllarında bazı iç isyanlarla uğraştı. Mısır'ın fethinden sonra Yavuz Sultan Selim'in Şam Valisi olarak atadığı Canbirdi Gazeli'nin çıkardığı isyan bunlardan ilkidir.
Amacı Memlük devletini yeniden kurmak olan Canbirdi Gazeli, 1521 yılının Ocak ayında Dulkadiroğulları'ndan Şehsuvaroğlu Ali Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratılarak yakalandı ve idam edildi.
Kanûnî Sultan Süleyman, sonraki yıllarda yine Mısır'da sadrazamlık hakkının kendisinde olması gerektiğini savunan Ahmet Paşa, Anadolu'da Safevilerin desteğiyle ortaya çıkan Kalender Çelebi ve vergi sistemini bahane ederek ayaklanan Baba Zünnun (1527) isyanlarıyla uğraştı. Çıkan tüm bu isyanlar Osmanlı kuvvetleri tarafından başarıyla bastırıldı.

ŞARLKEN VE AVRUPA


Alman İmparatoru Şarlken'in amacı tüm Avrupa'da hakimiyet sağlamaktı. Şarlken, fikirlerine karşı çıkan Fransa Kralı Fransuva'yı esir aldı.
Fransa Kralının annesi Düşes Dangolen, Kanûnî'ye bir mektup yazarak yardım istedi.
Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Barboros Hayreddin Paşa Fransa'nın Akdeniz kıyısındaki şehri Nis'e giderek Şarlken'in donanmasını yendi. Hem Fransa'yı hem de Fransua'yı kurtardı.

VİYANA KUŞATMASI

(Bakınız 1. Viyana Kuşatması )
Macaristan'ın Türkler tarafından fethi Avusturya ile Türkleri karşı karşıya getirdi. Mohaç Savaşı'ndan sonra Macaristan bir tampon bölge haline gelmişti. Avusturya Arşidükü Ferdinand, Macaristan'ın Osmanlı hakimiyetine girmesini istemiyordu. Ferdinand, Şarlken'in de desteğiyle Jan Zapolya'yı tanımadı ve Budin'e girdi. Karşı sefere çıkan Kanûnî Sultan Süleyman Budin'i geri aldı. Savaşmayı göze alamayan Ferdinand ve Şarlken Avusturya'nın başkenti Viyana'ya kaçtılar ve Viyana kuşatıldı (26 Eylül 1529).
Kış mevsimi yaklaştığı için 16 Ekim günü kuşatma kaldırıldı. Osmanlı Devleti, Viyana kuşatmasından bir sonuç elde edememesine rağmen, Macaristan'daki durumunu güçlendirmiş ve Avrupa'nın karşı saldırı yapmasını engellemiştir.
Macaristan üzerindeki emellerinden vazgeçmeyen Ferdinand, Kanûnî'ye bir elçi göndererek Macaristan'ın kendisine verilmesini istedi. Buna karşılık vergi vermeyi kabul ediyordu. Bu talebi karşısında olumsuz cevap alan Ferdinand Budin'i kuşattı.

SEFERLER:


MACARİSTAN SEFERİ


Kanûnî Sultan Süleyman, bunun üzerine Almanya seferine çıktı. Budin'i geri alıp Estergon'a kadar ilerleyen Osmanlı kuvvetleri, Avusturya ve Almanya içlerine akınlar düzenledi. Yedi ay süren Almanya seferi sırasında Avusturya'da bir çok kasaba, şehir ve kale fethedildi.
Avusturya, yapılan bu savaşlar sonunda harap ve bitkin bir hale geldi. Bunun üzerine Ferdinand barış istedi. İmzalanan İstanbul Antlaşması ile Ferdinand ve Şarlken'in hem Macaristan, hem de tüm Avrupa'yı ele geçirme çabaları sonuçsuz kaldı (22 Temmuz 1533).
Ferdinand'ın Macaristan üzerinde ki emellerinden vazgeçmeye niyeti yoktu. Jan Zapolya ölmüş, yerine oğlu Sigismund geçmişti. Bundan istifade eden Ferdinand Budin'i kuşattı. Bunun üzerine 1540 yılında Kanûnî tekrardan Macaristan seferine çıktı ve çok güçlü bir orduyla birlikte Budin'e girdi. Sigismund'u Erdel Beyliği'ne atadı ve Macaristan'ı Osmanlı Devleti'ne bağlı Budin eyaleti haline getirdi. Süleyman Paşa bu bölgenin beylerbeyliğine atandı.
Avusturya'nın elinde sadece kuzey Macaristan kaldı. Kanûnî döneminin önemli siyasi olaylarından olan Osmanlı-Macaristan, Almanya, Avusturya ilişkileri Kanûnî'nin ölümüne kadar devam etti.

MALTA SEFERİ

(Bakınız Malta Seferi )
Rodos'un fethinden sonra Malta'ya yerleştirilen Sen Jan şövalyeleri Osmanlı için bir tehlike oluşturuyordu.
Trablus ve Cezayirin güvenliği için Malta'nın alınması gerekiyordu. Yapılan kuşatma sırasında Turgut Reis şehit oldu. Malta alınamadı (1565).

HİNT SEFERİ


Coğrafi keşiflerden sonra sömürge arayışları başlamış, Portekiz ve İspanya pek çok sömürge elde etmişlerdi. Portekizliler Kızıldeniz ve Hint ticaret yollarına hakim olmaya çalışıyorlardı.
Ümit Burnu'nun bulunması, Osmanlıların baharat ticaretine de büyük darbe vurmuştu. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde bu sebeplerden ötürü, dört kez Hint deniz seferi düzenlendi ancak, Osmanlı donanmasının okyanus şartlarına uygun olmaması yüzünden bu seferlerden hiçbirisinde tam başarı sağlanamadı.
1551 yılında düzenlenen İkinci Hint Seferinde Osmanlı donanmasının başında Piri Reis vardı. Türk denizcilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Piri Reis, bu sefer sırasında Maskat'ı almış ve Portekiz donanmasını büyük bir bozguna uğratmıştı. Ancak, Portekizlilerin Basra Körfezi'ni kapatacaklarını düşünerek, donanmayı Basra'da bırakıp ganimetlerle geri döndüğü için Piri Reis Mısır'da idam edilmiştir.
Ancak yine de Yemen, Eritre, Sudan sahilleri ve Habeşistan'ın bazı kısımları Osmanlı topraklarına katıldı. Arap yarımadası tamamen Osmanlı denetimine girdi. Kızıldeniz yabancı güçlere kapatılarak Osmanlı egemenliği sağlandı.

Fetihler / Zaferler:


BELGRAD'IN FETHİ

(Bakınız Belgrad'ın Fethi )
Kanûnî Sultan Süleyman tahta çıktığında Avrupa'nın en güçlü devleti Roma-Germen İmparatorluğu (Almanya) idi. Almanya İmparatoru Şarlken Macaristan'a hakim olmak için Macar kralı ile yakın akrabalık ilişkileri kurmuştu. Macar Kralı İkinci Lui, Şarlken'e güvenerek vergilerini ödemiyor kendisine gönderilen Osmanlı elçilerini öldürtüyordu.
Fatih Sultan Mehmed, Avrupa'da düzenlediği seferlerde Sırbistan'ı almıştı. Ancak stratejik bir öneme sahip Macaristan alınamamıştı. Kanûnî Sultan Süleyman Macaristan'ı almak üzere harekete geçti. Belgrad, karadan ve Tuna ırmağındaki Osmanlı donanması tarafından kuşatıldı. Şehir, gayet iyi savunulmasına rağmen teslim olmak zorunda kaldı (29 Ağustos 1521). Belgrad Muhafızlığına Balı Paşa getirildi. Bu sefer sonunda İstanbul'a gönderilen bazı Belgradlılar kurulan Belgrad köyüne yerleştirildi.
Belgrad'ın fethi, Kanûnî Sultan Süleyman'ın ilk fethidir.
Belgrad, bundan sonraki yıllarda Osmanlı Devleti'nin Avrupa'ya açılan en büyük kapısı oldu. Bu sebeple Belgrad'a "Darü'l-cihad" denildi.

RODOS'UN FETHİ

(Bakınız Rodos'un Fethi)
Avrupalılar Akdeniz'deki Rodos, Kıbrıs, Girit, Malta gibi adalara hakim olmuşlar, açık denizlerde keşifler yapmışlar ve denizlerde güçlerini arttırmışlardı. Kanûnî döneminde denizciliğe önem verildi ve büyük başarılar elde edildi.
Kanûnî döneminde Rodos adası, Sen Jan şövalyelerinin elindeydi. Şövalyeler korsanlık yapıyor, Türk donanmasına zarar veriyorlardı. 1522 yılında düzenlenen seferle Rodos fethedildi.

CEZAYİR'İN KATILIŞI


Cezayir 1516'da Baba Oruç ve kardeşi Hızır Reis (Barbaros) tarafından İspanyollar'dan alınmıştı. 1518'de Barbaros, Cezayir'in hükümdarı olmuştu. Daha önce Yavuz bu iki denizcinin kendisinden yardım istemesi üzerine onlara iki kadırga ve levent vermişti.
Kanûnî, Barbaros Hayreddin Paşa'yı İstanbul'a çağırdı ve Kaptan-ı Deryalığa getirdi(1533). Böylece, Cezayir Osmanlı topraklarına katıldı. Barbaros Ege denizinde Venediklilerin elinde bulunan adaları aldı.

TRABLUSGARP'IN ALINIŞI


Şarlken, Trablusgarb'ı aldıktan sonra buraya Sen Jan Şövalyeler'ini yerleştirmişti. Barbaros'un Preveze Deniz Zaferini kazanması ve Venediklilerin Osmanlılarla barış imzalamaları Şarlken ve Papa'yı kızdırmıştı. Hazırlanan Haçlı donanması Cezayir'e saldırdı ancak, Osmanlı donanması karşısında bozguna uğradı (1541).
Barbaros'un yetiştirdiği Turgut Reis Trablusgarb'ı karadan ve denizden kuşatarak aldı. Ayrıca bu seferle Bingazi de Osmanlı ülkesine katıldı (1551).

CERBE SAVAŞI

(Bakınız Cerbe Deniz Savaşı )
Turgut Reis'in İspanyollar'ın elinde bulunan Cerbe adasını kuşatması üzerine, Andrea Doria komutasındaki bir Haçlı donanması İspanyollara yardıma geldi. Yapılan Cerbe Deniz Savaşında büyük bir zafer kazanıldı. Cerbe Osmanlılara geçti (1559)

MOHAÇ SAVAŞI

(Bakınız Mohaç Meydan Savaşı )
Şarlken'in büyük bir tehlike olmaya başladığını gören Kanûnî Sultan Süleyman, Fransuva'nın da ısrarı üzerine Şarlken'e karşı savaş açmaya karar verdi. Osmanlı ordusu Tuna nehrini geçerek Macaristan'a girdi.
29 Ağustos 1526'da Macar ordusuyla Mohaç'ta yapılan savaşta Macar ordusu iki saatte dağıldı. Mohaç Savaşı parlak ve şanlı bir zaferle neticelendi. Budin (Budapeşte) alındı.
Macaristan, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir krallık haline geldi ve başına Macar soylularından Jan Zapolya getirildi.

ZİGETVAR KALESİ


Anadolu'daki iç isyanlarla ve Doğu'da İran Devleti ile uğraşan Kanûnî Sultan Süleyman, 1566'da son seferine yine Macaristan üzerine çıktı.
Zigetvar kalesi kuşatıldı, ancak kuşatma devam ederken Kanûnî Sultan Süleyman vefat etti. Osmanlı Devleti'ni zaferden zafere taşıyan Kanûnî Sultan Süleyman'ın ölüm haberine rağmen kale fethedildi (7 Eylül 1566).

PREVEZE DENİZ ZAFERİ

(Bakınız Preveze Deniz Savaşı (Preveze Zaferi) )
Osmanlıların Akdeniz'de kuvvetlenmeleri ve tüm Ege denizine hakim olmaları Avrupa'yı telaşlandırmıştı. Ayrıca devam eden Avusturya ve Macaristan seferleri büyük bir Haçlı donanması hazırlanmasına neden oldu. Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasında Venedik ve Cenevizliler'den başka Malta, Portekiz ve İspanya'ya ait gemiler de bulunuyordu.
Haçlı donanması 602, Osmanlı donanması ise sadece 122 parçaydı. Preveze körfezinde 27 Eylül 1538'de yapılan savaşta, Barbaros Hayreddin komutasındaki Osmanlı donanması büyük bir zafer elde etti.
Tarihe Preveze Deniz Zaferi olarak geçen bu savaş sonunda Akdeniz bir Türk Gölü haline geldi.

KAPİTÜLASYONLAR


İlk defa 1352 yılında Cenevizlilere verilen Kapitülasyonlar, darülharb kabul edilen yabancı ülke tüccarına Osmanlı topraklarında ticaret yapma hakkı veriyordu. Ancak Osmanlı Devleti ticaret imtiyazlarını siyasi ve diplomatik menfaatleri çerçevesinde kullanarak ittifak yapacağı devletlere vermişti.
1535 yılında Fransa ile dostluk havası içerisinde iken Fransızların hazırladığı Kapitülasyon taslağı Osmanlı padişahınca tasdik edilmemişti. Bu taslağa göre eşit şartlar ve mütekabiliyet esası getiriliyordu. Halbuki Osmanlı Devleti padişahın tek taraflı yemini "Ahdi" ile verildiğinden Ahidname diye adlandırılmıştı ve her padişah değiştiğinde yenilenmesi gerekiyordu.
İlk Fransız Kapitülasyonu, Kıbrıs seferi öncesinde 1569 yılında verildi. Katolik dünyasına ve Papa ambargosuna karşı ittifak sağlamak için Protestan olan İngiltere'ye 1580'de, Hollanda'ya 1612'de Kapitülasyonlar verildi.
Kapitülasyonlarda ticaret yapma hakkının yanı sıra, tüccarın hakları, gümrük vergileri, mahkeme usülleri, yol izinleri, emniyetlerine dair hususlar detaylı olarak belirtildi.
Osmanlı devleti zayıfladıkça Kapitülasyon verilen devletlerde giderek çoğaldı ve bunu bir baskı aracı haline getirdiler.
Birinci Dünya Savaşı'nın ilanı ile birlikte 1914 yılında tüm protestolara rağmen Kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmıştır.

SAFEVİLER


Kanûnî Sultan Süleyman Avrupa'da başarılar kazanırken, Anadolu'da iç isyanlar baş göstermiş, İran'da ise yıkılan Akkoyunlu devletinin yerine kurulan Safevi Devleti, doğuda Osmanlı İmparatorluğu için ciddi tehlike olmaya devam etmişti.
Kanûnî Sultan Süleyman, Avrupa'da İstanbul Antlaşmasıyla geçici de olsa barışı sağladıktan sonra, İran üzerine ilk seferine çıktı. Safevi Devleti'nin izlediği düşmanca politikalar ve Anadolu'da yaşayan Şiileri kışkırtmaları bu seferin düzenlenmesine neden oldu. Tebriz, Azerbaycan ve Hamedan istila edildi. Irakeyn seferiyle de Bağdat alındı (1534).
Kanûnî'nin Avusturya'ya sefer düzenlemesinden yararlanmak isteyen Safevi Şahı Tahmasb, kardeşinin Osmanlılara sığınmasını da bahane ederek, Tebriz, Nahçıvan ve Van'ı ele geçirdi. Bunun üzerine Kanûnî Sultan Süleyman ikinci defa İran seferine karar verdi. Çıkılan İran Seferinden Van ve Tebriz geri alınarak dönüldü (1548). Safeviler (1553) tekrar saldırıya geçtiler. Doğu Anadolu'da ilerleyen düşman kuvvetleri Muş'a kadar gelip Erzurum'u kuşattılar. Kanûnî Sultan Süleyman üçüncü İran seferine çıktı. Revan, Nahçıvan ve Karabağ alındı. Zor duruma düşen Şah Tahmasb'ın isteği üzerine barış yapıldı ve Amasya Antlaşması imzalandı (1555).
Bu antlaşmayla, Yavuz döneminden beri süren İran sorunu çözüme kavuştu. Doğu Anadolu, Tebriz ve Bağdat Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Amasya Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ve İran arasındaki ilk resmi antlaşmadır. Ayrıca İslam dünyasında yapılan ilk din barışı özelliği de taşımaktadır.

MİMARİ ESERLER


Kanûnî Sultan Süleyman 46 yıl saltanatta kaldı. Babası Yavuz Sultan Selim'den 6.557.000 km kare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını 14.893.000 km kareye çıkardı. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde imar faaliyetleri devam etti ve ilk iş olarak babası Yavuz Sultan Selim tarafından temelleri atılan İstanbul Sultan Selim Camii'ni tamamladı.
Bunun dışında yaptırdığı eserlerden bazıları şunlardır;
Gebze'de Çoban Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi,
Afyon Sincanlı Sinan Paşa Camii,
Bozöyük Kasım Paşa Camii.

MİMAR SİNAN (Bakınız Mimar Sinan )
Osmanlı imparatorluğunun en parlak devrinin büyük mimarı ve dünya çapında bir sanatkar olan Mimar Sinan, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde bir çok eserler verdi.
Bunlardan en önemlileri şunlardır;
Halep Hüsrev Paşa Camii,
İstanbul Haseki Külliyesi,
İstanbul Şehzade Camii ve Medresesi,
Üsküdar Mihrimah Camii,
İstanbul Süleymaniye Camii ve Külliyesi,
Tekirdağ Rüstem Paşa Camii ve Külliyesi,
Silivri Kapı İbrahim Paşa Camii,
İstanbul Rüstem Paşa Camii,
İstanbul Sinan Paşa Camii,
Topkapı Kara Ahmet Paşa Camii ve Külliyesi,
Fındıklı Molla Çelebi Camii,
Babaeski Semiz Ali Paşa Camii,
Büyükçekmece Kanûnî Sultan Süleyman Külliyesi ve Köprüsü,
Süleymaniye Tekkesi.

Kanuni Sulan Süleyman Belgeseli (Video):

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen NeutralizeR; 22 Eylül 2016 13:57
Sen sadece aynasin...

Benzer Konular

18 Ağustos 2013 / kompetankedi Osmanlı İmparatorluğu
1 Ocak 2010 / Misafir Cevaplanmış
22 Aralık 2011 / Misafir Cevaplanmış