Arama

Hollanda'da Şarkıyat Araştırmaları

Güncelleme: 11 Temmuz 2007 Gösterim: 4.520 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Haziran 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları

Sponsorlu Bağlantılar
-1-


Erken Dönemde Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları (17. ve 18. yy.)
Her ne kadar, Maxime Rodinson’un da ifade ettiği gibi İslam, Batı’nın gündemine
bir “sorun” olarak yerleşmeden çok önceleri, bir “tehdit” olarak kendini göstermişse de bu durum Avrupa’nın Kuzey Batısında bulunan Hollanda özelinde geçerli bir yargı değildir. Zira Avrupa karşısındaki en büyük “İslami tehdidi” temsil eden Endülüs Emevileri’nin ve Osmanlılar’ın yayılma sahalarının oldukça uzağında kalan Hollanda’nın anayurdu tarihinin hiçbir döneminde “İslam tehdidine” maruz kalmamıştır. Hemen ifade edilmelidir ki buna rağmen Ortaçağlarda ve Yeni Çağın baçlangıcında Hollanda efkarı umumiyesi aynı medeniyet havzasında yer aldığı diğer Avrupa ülkelerinin genelde İslam ve özelde de “Türkler” hakkındaki kanaatlerini paylaşmaktaydı. Haçlı seferleri ve Avrupa karşısında Osmanlı ilerlemesinin Avrupa kamuoyunda yarattığı “korkunç Türk” imajı, bu kültürel geçişkenliğin bir ürünü olarak Hollanda tarafından da benimsenmişti. Türk olgusu reformasyon sürecinde de mücadele eden taraflar arasında bir propaganda unsuru olarak gündemdeki yerini korurken Hollanda’yı derinden etkileyen bu sürecin önde gelen isimlerinden Martin Luther Osmanlı sultanını Papa’ya benzetmekte onun tanrının bir imtihanı ve Papa’yı cezalandırmak için yarattığı bir bela olduğunu söylemekteydi. O dönemde Avrupa kamuoyuna hakim olan bütün bu önyarıların ve olumsuz kanaatlerin Hollanda’ya da hakim olması, bu dönemlerde Avrupa kamuoyunda İslam ve “Türkler” hakkında oluşan kanaatlerin, “tehdidin” gerçekliğinden ziyade bunun Avrupalılarca algılanma ve yeniden üretimi ilgili olduğunun bir göstergesidir.
İslam ve “Türkler” hakkındaki olumsuz imaja kaynaklık eden diğer bir etken de muhtemelen bu dönemlerde Hollanda’da İslam ve “Türkler” hakkındaki bilgi birikiminin fevkalade az olmasıdır. Ortaçağlara ait Hollanda kaynaklarında İslamla ilgili fazlaca yazıldığını söylemek mümkün değildir. İstisna mahiyetindeki değinimler de o dönem Avrupa kaynaklarında sıkça görülen ve Hırıstiyanlığın etkisinden beslenen önyargıların belirlediği hakaretamiz ifadelerden öteye gidememiştir.
Her ne kadar Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısı Hollanda’da “Türkler” hakkındaki önyargıların Hollanda’nın kendi reel-politik zorunluluklarıyla bağlantılı nedenlerle sorgulanması sonucunu doğurması bakımından önemli bir dönem ise de, bu dönemin “Türkler” hakkındaki kanaatlerde köklü değişikliklerin meydana geldiği bir dönüm noktası olarak nitelendirilmesi yanlıştır. Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısını önemli kılan gelişmelerin başında Hollanda’nın İspanyollar’a karşı yürütmüş olduğu bağımsızlık mücadelesi nedeniyle bir bakıma o dönemde İspanyollara karşı “Türklerle” aynı tarafta yer almalarıydı. Bu fiili durumun bir neticesidir ki Hollandalılar’ın bağımsızlık
mücadelesi sürecinde yaygın olarak kullandıkları sloganlardan biri de “Katoliklerdense Türkler” di. “Tanrının cezası Türkler” artık Hollandalılarca, düşmanları İspanyollar’ın en büyük düşmanı olmaları itibarıyla, muhtemel bir müttefik olarak algılanmaya başlanmıştı.“Deniz dilencileri” olarak bilinen ve Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesinde önemli roller üstlenen “çetecilerin” gemilerine Osmanlı flamaları çekmeleri de bu yeni algılayışın bir neticesi olarak görülmelidir. “Katoliklerdense Türkler” sloganının Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesinin parolası haline gelmesini besleyen bir başka neden ise Hollanda kamuoyunun, İspanyol idaresinin Hollandada hızla yayılan protestanlığa karşı sıkça başvurduğu engizisyon mahkemeleri uygulamalarına mukabil, Osmanlı idaresinin Hırıstiyan ve Yahudilere karşı göstermiş olduğu hoşgörüden haberdar olmasıdır. Bu dönemde İspanyollara karşı yürütülen propaganda savaşının bir parçası olarak yayınlanan birçok bildiride, toleranssız İspanyol idaresi hoşgörülü Osmanlı sistemiyle kıyaslanarak tenkid edilmekteydi. Ancak yine de bu dönemde Hollanda’da Osmanlılar hakkında ciddi bir bilgi birikiminden söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle bu olumlu gelişmelere rağmen Hollanda’da “Türkler” hakkındaki hakim kanaat diğer Avrupa ülkelerinden farklı değildi ve “vahşi Türk” (woeste Turk) imajı Avrupa’nın her tarafında olduğu kadar Hollanda kültürünün de bir parçası haline gelmişti ki bunun Hollanda diline kazandırdığı muhtelif deyimler halen Felemenkçe’deki yerini, azalan önemlerine rağmen, korumaktadır. Bu şartlar altında ortaya çıkan Hollanda’nın bu dönemlerdeki edebi ürünleri de belirgin bir şekilde “Türk” aleytarı ögelerle doludur. Bu meyanda
zikredebileceğimiz Vondel’ın Girit savaşı (1669) dolayısıyla ve 1664 Osmanlı-Avusturyasavaşları dolayısıyla yazmış olduğu şiirler tamamıyla “Türk” aleyhtarı hislerin ürünüdür.
Osmanlı medeniyetinin zirvesine ulaştığı dönem aynı zamanda Avusturya-Macaristan İmparatorunun hizmetindeki bazı Hollandalı diplomatların İmparatoru temsilen Osmanlı ülkesini ziyaret ettikleri dönemdir. Bu diplomatların en önemlisi 1554-62 yılları arasında Ferdinand I’i temsilen İstanbul’da bulunan ve Osmanlı ülkesinde ikameti esnasında Anadolu’nun da muhtelif yerlerini gezen Ogier Ghislain de Busbeq’dir (1522-92). Esasen “Güney Hollandalı” yani Belçikalı olan Busbeq’i önemli kılan sadece onun tam bir rönesans ruhuna sahip, birçok dili bilen ve eğitimli bir hümanist olması değil, aynı zamanda lale, leylak ve kestane gibi bitkileri Hollanda’ya kazandırması ve bununla birlikte Osmanlı ülkesindeki ikameti esnasında kaleme alıp Avrupa’daki arkadaşlarına gönderdiği ve Osmanlı kültürü, siyaseti ve toplumsal yaşantısı gibi konulara değindiği dört mektubudur. Busbeq’in bu mektuplarını çağdaşı olan diğer Batılı ürünlerden ayıran en önemli özelliği, büyük oranda önyargılardan uzak, ferasetli bir kavrayışın ürünü olmaları ve tamamen yabancısı olduğu Osmanlı kültürünü saygıyı da içeren bir ifade tarzıyla ele almasıdır.
Fransızlar, İngilizler ve İtalyanlarla mukayese edildiğinde Osmanlı ülkesinin Hollandalı seyyahların uğrak bir güzergahı olduğunu söylemek oldukça zordur. Buna rağmen muhtelif Hollandalı seyyahın Osmalı ülkesini ziyaret edip seyahatnamelerini yayınladıklarını bilmekteyiz.
Hollandalılar’ın resim sanatındaki ününü hatra getiren bir durum olarak bu seyyahların belkide en önemlisi ressam Cornelis de Bruyn’dür (1652-1719). Ondokuz yıl süren (1674-1693) Osmanlı ülkesine ilk seyahati esnasında yaptığı resimleri 1698’de Delf’te yayınlanan Bruyn’ün bu dönemdeki çalışmaları Anadolu’nun muhtelif yerleri, Sakız, Rodos, Kıbrıs, İstanköy vs. gibi Ege ve Akdeniz adaları ve Mısır, Suriye ve Filistin’in muhtelif yerlerine ait şehir ve tabiat manzaraları ve Osmanlı saray elitini de içeren çeşitli insan figurlerini kapsamaktadır. Bruyn’ün yanısıra Hollanda’nın Orient hakkındaki seyahat literatürüne katkıda bulunan diğer önemli şahsiyetler meyanında 1590’lı yıllardaki seyahtine ait notlarını Busbeq’i takliden latince mektuplar şeklinde neşreden Leiden’lı Joris van der Does (1574-1599), 1647-1673’te Levant’ta seyahatte bulunan Jan Jansz. Struys’ü zikretmek mümkündür. Bunların yanında bazı gemiciler de Akdenizdeki seyahatleri hakkındaki notlarını yayınlamışlardı. Bunlardan biri Akdeniz’de yaptığı üç seyahati (1777-1779, 1783-1785, 1786-1788) anlatan Cornelis De Jong’dur. Bunların dışında Hollanda edebiyat tarihinin önemli isimlerinden Pieter van Woensel (1747-1808), “Amurath-Effendi Hekim-Bachi” mahlasıyla kaleme aldığı ve Osmanlı ülkesine seyahatini anlattığı kitabı önceki seyahatname literatüründen farklılıklar gösteren çok özgün bir tarzın ürünüdür. Woensel kitabında Osmanlı İmparatorluğunu 1784-89 arası dönemdeki askeri ve siyasi durumu itibarıyla değerlendirir ve Osmanlı’ya karşı savaşan Rus ordusunun hizmetinde bulunduğu esnada Rus ordusunun estirdiği terörün Kırım ve Kafkas halkı üzerindeki etkilerini bizzat gördüklerinden yola çıkarak aktarır. Gördüklerinden oldukça fazla etkilenen Woensel Rus ordusundan istifa ederek Kırım ve Anadolu üzerinden İstanbul’a gelir. Woensel İstanbul’da Osmanlı hükümetine, Rus ordusuna karşı veba mikrobunun bir silah olarak kullanılmasını da içeren bazı tavsiyelerde bulunmuştu.
Hollanda Cumhuriyeti’nin İspanyol tahtından bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından (1574), bir nevi Hollanda’nın bağımsızlığının bir sembolü olarak kurulan Leiden Üniversitesi, Hollanda medeniyetinin zirveye ulaştığı 17. yüzyılda bir çok alanda olduğu gibi şarkıyat alanında da hem Hollanda özelinde hem de Avrupa genelindeki akademik çalışmaların en önemli merkezi olmuştur. Leiden Üniversitesi’nde şarkıyat araştırmlarına yer verilmesinin temel saiki diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi özellikle misyonerlik faaliyetleri bağlamında İslam akidesini araştırmak ve yanlışlamak gayesidir. Ta başlangıçtan itibaren Şarkıyat araştırmalarının İncil araştırmaları bölümüne bağlı olarak yürütülmüş olması bu durumun bir göstergesi olarak algılanmalıdır. Aşağıda hakkında daha etraflı olarak bilgi verelecek olan Leiden’ın en önemli oryantalistlerinden Levinus Warner bizzat kendi ifadesine göre misyonerlik faaliyetlerine katkıda bulunabilmek için şarkıyat alanda çalışmayı seçmiştir. Ancak hemen işaret edilmelidir ki bu dönemde Leiden’lı oryantalistlerce Arapça’dan Latince’ye tercüme edilen kitaplar İslam ilahiyatından ziyade astronomi, matematik ve tıbbla ilgili kitaplardı. Hollanda’da Leiden Üniversitesi merkezli olarak tekamül eden Şarkıyat araştırmalarını stimüle eden diğer bir faktör de Hollanda’nın gerek Garb Ocakları ve gerekse Osmanlı Hükümeti’yle tesis ettiği ve zaman içerisinde geliştirdiği diplomatik ilişkilerde ihtiyaç duyduğu tercümanların yetiştirilmesi saikidir. Zira 1612’de Hollanda’nın ilk İstanbul elçisi Cornelis Haga İstanbul’a geldiğinde Osmanlı makamlarıyla iletişim kurabilmek için zamanın Kaptân-ı Derya’sı Halil Paşa’nın kendisinin hizmetine verdiği Venedikli bir tercümanın hizmetinden istifade etmek durumundaydı. Bu da göstermektedir ki, bu dönemde Hollanda’da bu fonksiyonu icra edecek derecede Türkçe’ye hakim biri henüz bulunmamaktaydı. Cornelis Haga’nın misyonunun başarıya ulaşması ve Hollanda ile Osmanlı Devletleri arasında sürekli diplomatik ilişkilerin kurulması Hollanda’da Türk dili üzerinde uzmanlaşmış kişileri olmazsa olmaz bir ihtiyaç haline getirdi. Ancak İstanbuldaki elçilerinin bütün ısrarlarına rağmen Hollanda hükümeti hiçbir zaman Fransız oryantalizminin gelişimde merkezi bir rol oynayan Ecole des Jeunes de Langue (daha sonraları Ecole Nationale Institut des Langues Oreintales Vivantes) veya Avusturya oryantalizminin önemli kurumlarından biri olan Viyana’daki Konsular-Akademie türünden bir kurumsallaşmaya doğru adım atmadı. Nitekim Hollandalı akademisyenler Türk dili ve kültürü hakkındaki bilgilerini 20. yy.’ın başlarına kadar büyük bir çoğunlukla Osmanlı ülkesindeki elçilik ve konsolosluklarda üstlendikleri görevler esnasında artıracaklardır. Bu mealde 17. yy’da Golius ve Warner’la başlayan çizginin son halkası 20. yy’ın başındaki J. H. Kramers olacaktır.
1598’de Leiden’da yayınlanan Emendatione Temporum adlı kitabının yazımında Rumca, Latince, İbranice, Arapça ve Farsça kaynakların yanısıra Türkçe kaynakları da kullanan Josephus Justus Scaliger muhtemelen Leiden Üniversitesi’nde Türk diliyle ilgilenen ilk şahsiyettir. Ancak bu dönemde Leiden Üniversitesi’nde sırf Türk dili ve tarihiyle ilgilenen bir kürsünün mevcut olmayışı dolayısıyla bu alandaki çalışmalar Doğu dilleri kürsüsüne bağlı olarak Arapça ve Farsça ile birlikte ele alınıyordu.
Hollanda’da Türk diliyle ilgili ilk çalışmayı yapan şahıs ise, Sumatra’daki 26 aylık esareti döneminde Maleyce ve Madagaskarca ve bu dillerdeki Arapça ve Türkçe kelimelerle ilgili bir kitap yazan Frederik de Houtman’dır. Houtman 1603’te Amsterdam’da yayımlanan kitabında, bir müddet Türkiye’de kaldığını belirttiği Fr. De H. Van Eender’dan naklen bazı Türkçe kelimeleri sırlamıştır.
İlk diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin ardından İstanbul’daki Hollanda elçiliğinin de önemli katkılarıyla Osmanlı kültürü ve tarihi hakkında Hollandalılar’ın sahip olduğu bilgiler düzenli bir şekilde gelişti. Hollanda’nın İstanbul elçisi Haga İstanbul’daki ikameti esnasında Osmanlı ülkesini ziyaret eden Hollandalı oryantalistleri misafir ederek onlara yardımcı olmaktaydı. Bazı Leiden’lı oryantalistler Haga’nın bu misafirperverliğini değerlendirerek Doğu dillerini ve kültürlerini yerinde öğrenebilmek, eyazma eserler toplamak ve Hollanda’da ihtiyaç duyulan eğitim araçlarını temin etmek için İstanbul’da onun misafir oldular. Hatta, 1613’te Leiden Üniversitesi’ne ilk Doğu dilleri Ordinaryus Profesörü tayin edilen Thomas Erpenius’un (1584-1624) talebi üzerine Haga’nın kendisi de bizzat yazma eserler ve harf modelleri satınalarak Hollanda’ya göndermişti. Erpenius Arapça’nın yanısıra Farsça ve Türkçe de çalışmaktaydı.
Erpenius’un öğrencisi, halefi ve Hollanda’nın şöhretli oryantalistlerinden olan Jacobus Golius (1596-1667) da diğer Doğu dillerinin yanısıra Türkçe çalışan ilk Leiden’lı oryantalistlerdendir. Hem Erpenius ve hem de Golius Hollanda ile Osmanlı Devleti arasındaki diplomatik ilişkilerde diplomatik metinleri tercüme ederek Hollanda parlamentosuna hizmet verdiler. 1625’te Golius, Erpenius’un yerine tayin edildiğinde Levant’ı ziyaret etmek ve bu ziyareti esnasında doğu dilleri hakkındaki bilgisini geliştirmek ve Leiden Üniversitesi kütüphanesi için elyazması toplamak üzere müracaat ettiğinde bu talebi uygun görüldü.
Hollanda’ya dönüşünün ardından 1629’da Golius, Leiden Üniversitesi’ne Matematik profesörü tayin edildi ve aynı zamanda Doğu dilleri profesörlüğünü de uhdesinde bulundurduğundan, Arapça’nın yanısıra Türkçe’yi de ders olarak okutmaya başladı. Bu iki görevi 38 yıl birarada yürüten Golius Türkçe ile ilgili çalışmalarını bir Türkçe-Latince sözlükle taçlandırdı.
En önemli eserlerini Arapça sahasında veren Golius 1629’da bir ilki gerçekleştirerek bir Arapça bir şiir basmış, 1636’da Timurlenk’in hayatı hakkındaki bir kitabın edisyonunu gerçekleştirmiş, 1640’ta Leiden Üniversitesi kütüphanesi için topladığı elyazmalarının kataloğunu hazırlamış, 1653’te Lexicon Arabico-Latinum’u tamamlamış, 1656’da Erpenius’un Arapça gramerinin yeniden basmış, El-Ferghânî’nin astronomi ile ilgili kitabından Latince’ye bazı tercümeler yapmış ve yine ancak 1669’da Londra’da yayımlanan Farsça-Latince bir sözlük hazırlamıştır. Golius’un 1667’de ölümünün ardından Leiden Üniversitesi’ndeki Matematik kürsüsü hemen doldurulmuşsa da Arapça kürsüsünün doldurulması için 40 yıl beklenilmesi gerekecek ve ancak bu zaman aralığının ardından evvelce İzmir’de papazlık yapmış olan J. Heyman bu göreve atanacaktır. Her ne kadar Hollanda elçilik ve konsolosluklarındaki tercümanlık hizmetleri diğer Avrupa ülkelerinin elçilik ve konsolosluklarında olduğu gibi genellikle gayrı müslim Osmanlı teba’ası tarafından yürütülüyorduysa da, Golius gibi birçok Leiden’lı oryantalist Doğu dilleriyle ilgili bilgisini geliştirmek için Osmanlı ülkesine gelerek bu görevleri üstlenmişlerdi. Sözkonusu oryantalislerin en önemlilerinden biri 1638-42 yılları arasında Leiden Üniversitesindeki şarkıyat eğitimi esnasında Golius’un talebesi bulunan Levinus Warner’dır (1619-1665).
İstanbul’a hareketinden evvel şarkıyat alanında dört eser vermiş olan Warner 1644’te İstanbul’a yerleşmiş ve burada ilmi çalışmalarıyla ticari faaliyetlerini bir arada yürütmüştür. 1647’den sonra ise Hollanda elçiliğinde tercümanlık görevine getirilen Warner 1648’de Leiden Üniversitesi’nin kendisine İbranice profesörlüğü teklifine rağmen İstanbul’da kalmayı tercih ederek 1655’te Hollanda’nın İstanbul maslahatgüzarlığını üstlenmiş daha sonra da elçiliğe yükseltilmiş ve bu görevi ölümüne kadar yürütmüştür. İstanbuldaki ikameti esnasında Warner hem oldukça zenginleşmiş hem de yetkin bir oryantalist olarak kendisini yetiştirmişti. Osmanlı enteljansıyasıyla yakın ilişki kurduğu bilinen Warner, İstanbul’daki ikameti esnasında oldukça isabetli kararlarla bin civarındaki elyazması toplamıştır. Warner’ın piyasada bulamadığı elyazmalarını kopya ettirdiği de bilinmektedir. Onun kolleksiyonunun Leiden Üniversitesi kütüphanesine devriyle birlikte bu kütüphane Batı Avrupa’daki en zengin yazma eserler kolleksiyonlardan birine sahip olmuş oluyordu.

İsmail Hakkı Kadı
Turkology Update Leiden Project Working Papers Archive
Department of Turkish Studies
Universiteit Leiden

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Haziran 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları

Sponsorlu Bağlantılar
-2-

İlk Uluslararası Proje: İncil’in Türkçe’ye Tercümesi
Hollanda’da Şarkiyat araştırmalarının zirve noktasını oluşturan Golius ve Warner dönemi aynı zamanda şarkıyat alanında ilk Hollanda merkezli uluslararası bir projenin gündeme geldiği dönemdir. Hollanda’da Türkoloji çalışmalarını da yakından ilgilendiren bu proje, hayatının son 14 yılını Hollanda’da sürgünde geçiren Çek asıllı pedagog ve teolog Johannes Amos Comenius’un (1596-1667) teklifiyle gündeme gelen İncil’in Türkçe’ye tercüme edilmesi projesidir. Proje ilk ortaya atıldığında tercümenin 1625’ten beri Leiden Üniversitesinde Doğu dilleri profesörü olarak görev yapan Jacobus Golius’un yönetiminde, 1655’ten beri İstanbul’da Hollanda elçisi bulunan Levinus Warner tarafından yapılması düşünülmüştü. Masrafları Laurens de Geer (1614-1666) tarafından karşılanacak olan Türkçe İncil Leiden’da Johann Georg Nissel (1623-1662) tarafından basılacaktı. Özellikle Warner’ın diplomatik misyonundan kaynaklanan zaman darlığı nedeniyle Türkçe İncil projesi planlandığı gibi gitmemişti. Projeye ancak IV. Mehmed’in baş tecümanı Ali Bey’in Warner tarafından tercüme işini üstlenmeye ikna edilmesiyle 1662’lerde yeni ahit’in tercümesiyle başlanabilmiş ve tamamlandıktan sonra Jacob Golius’un onayına sunulması planlanan tercümenin tamamlanması bir kaç yıl daha sürmüştür. Comenius gecikmekte olan Türkçe İncil projesiyle ilgi olarak 1663’te Warner’a bir mektup yazarak tercümenin hızlandırılmasını talep etmiş, 1664’te Ali Bey Yeni Ahit’in tercümesini tamalayarak metni, Türkçe İncil’in Hollanda’da basılmasından vazgeçilmesinden dolayı İngiltere’ye göndermiş ve aynı yılın sonunda Comenius Türkçe İncil’in birkaç sayfasının müsvedde baskısını İngiltere’den almıştı. Bu ilk sayfalar Comenius tarafından Golius, Petraeus, Cenevre’deki Johann Heinrich Hottinger (1620-67) ve Halepli bir Ermeni olan Şahin Kandi’ye verilerek incelemeleri talep edilmişti. Bunların eleştirilerinin ardından metinler Warner’a gönderilecek ve gerekli düzeltmeler yapılacaktı. Kandi incelemesinin ardından tercümenin edebi bir dilden ziyade halk diline tercüme edildiği yönünde bir eleştiri getirdi. Bu arada Ali Bey’in tercümeyi 1665’te tamamlamayarak Laurens de Geer’e göndermşti. Ancak bundan kısa bir süre sonra Warner’ın İstanbul’da ölmesi (1665) ve onun ölümünü kısa bir süre sonra projenin masraflarını üstlenmiş bulunan Laurens De Geer’ın 1666’daki ölmünün takip etmesi ve De Geer’in mirasçılarının projeye desteklerini çekmeleri üzerine proje akamete uğradı ve müsvedde halindeki tercüme Warner’ın Leiden Üniversitesi Kütüphanesine devredilen kolleksiyonuna terkedildi.

Leiden Üniversitesi Kütüphanesindeki Doğu Kaynaklı Yazma Eserler
Her ne kadar Golius ve Warner’ın da dahil olduğu şarkıyat alanındaki ilk uluslararası proje akamete uğradıysa da Golious ve Warner Hollanda’daki şarkıyat alanındaki çalışmalara, verdikleri diğer eserlerin yanısıra, özellikle Leiden Üniversitesi kütüphanesine doğu kaynaklı yazma eserler toplamaları bağlamında önemli katkılar sağladılar. Gerçi Golious ve Warner’dan önce de Hollanda’da Doğu kaynaklı yazma eserlere ilgi duyan başka şahsiyetler de vardı. Bunlardan ilk bilinenler (17. yy’ın başlarında) Van Raphelingen, Scaliger ve Erpenius’dur. Scaliger’in üniversite kütüphanesine kalan kitaplarıyla birlikte birkaç düzine Arapça elyazması da bu kütüphaneye girmişti. Anlaşıldığı kadarıyla Scaliger’den müdevver elyazmalarının bir kısmı daha önce Van Raphelingen’e ait bulunmaktaydı. Erpenius’un topladığı yazma eserler ise ölümünü müteakip neredeyse bütünüyle İngiltere’ye götürülmüş, ancak birkaç tanesi Golius tarafından edinilmişti. Bilindiği kadarıyla bunların dışında Hollanda’da bu dönemde başka bir kolleksiyonundan söz etmek mümkün değildir.
Evvelce de temas edildiği gibi Leiden Üniversitesi kütüphanesi için geniş çaplı doğu kaynaklı yazma eser toplama çalışmaları ilk olarak Golius tarafından yapılmıştır. Fas’ta, Halep’te ve ardından da İstanbul’da yazma eser toplayan Golius öldüğünde Üniversite kütüphanesi için yaklaşık 200 elyazması toplamış bundan ayrı olarak kendi koleksiyonunda da bunun iki katı kadar yazma eser birikmişti. Golius’un şahsına ait bulunan ve o dönemde Avrupa’da eşsiz olan kolleksiyonu ölümünden sonra 1696’daki bir müzayedede Avrupa’nın her tarafından gelen şahılara satılmıştır. Golius’un Hollanda’ya dönüşünün ardından onun yakın arkadaşı olan Warner İstanbul’da bulunduğundan yazma eser toplama işini o yürütmüş ve topladığı 1000 civarındaki eser çoğunlukla ender ya da diğer nüshalarla kıyaslandığında kilit özelliklere sahip kitaplar olmuştur. Warner’ın ölümününün (1665) ardınan bu kolleksiyon Legatum Warnerianum adıyla Leiden Üniversitesi kütüphanesine intikal etmiştir.
Warner’ın ardından muhtelif bağışlarla büyüyen kolleksiyondaki yazmaların tasviri, kataloglanması ve ilim camiasına tanıtılması uzun asırlar Leiden’lı şarkiyatçıların en önemli meselelerinden biri olacaktır. Ancak Golious ve Warner’ın ölümüyle birlikte Hollanda genelindeki ve Leiden Üniversitesindeki şarkıyat araştırmaları 19.yy’ın ortalarına kadar bir bakıma fetret devrine girecektir.Bu nedenle ancak Jacobus Golius’un 1667’deki ölümünün ardından Leiden’a ulaşan Legatum Warnerianum (1668-74) ile ilgili olarak 1674 ve 1716’da hazırlanan katalog mahiyetindeki yazma eserlerin tanımlamaları oldukça yetersiz bir durumda kalmıştır. Bu eksikliğin giderilmesi gayesine matuf olmak üzere kolleksiyon 1729’da Albert Schultens’in (1686-1750) yönetimine verilerek kendisine Interpres manuscriptorum orientalium ünvanı tevdi edilmişti.
1732’de Schultens’e Interpres görevinin yanısıra Doğu diller profesörlüğü de tevdi edildi ve bu tarihten itibaren bu iki görevin aynı şahsın uhdesine tevdii uygulaması devam edegeldi. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında Leiden’lı bilim adamlarının, Üniversite’nin altın çağı olarak bilinen 17. yüzyıldan kalan mirasına olan ilgisinin yeniden uyanmasıyla birlikte 1859’da Leiden Üniversitesi’nde Farsça ve Türkçe okutmanlığı kurulmuş ve şarkıyat alanındaki çalışmalar yeniden canlılık kazanmıştır. 17. yy’dan kalma mirası sözkonusu dillerle ilişkilendiren husus Farsça ve Türkçe elyazmalarını da içeren Legatum Warnerianum’un sözkonusu mirasın önemli bir bölümünü teşkil etmesiydi.
Leiden Üniversitesi’ndeki Doğu kaynaklı yazma eserler için ayrı bir kataloğun hazırlanması yolundaki ilk teşebbüs Interpres’lik görevini 1817’den 1835’e kadar uhdesinde bulunduran H. A. Hamaker ve onun halefi H. E. Weijers (1835-1844) zamanında gerçekleşmiştir. Bunlar görevleri esnasında kolleksiyonda bulunan yazma eserlerin bir bölümünü tafsilatlı olarak tanımlamışlardır. 1839’da, M. Hoogvliet ve A. Meursinge Adjutor Interpretis ünvanıyla özellikle Türkçe ve Farsça yazma eserlerin ve daha sonra da Maleyce ve Cavaca elyazmalarının tanımlanması ile görevlendirilmişlerdi. Bu arada söz konusu kolleksiyon Kraliyet Enstitüsü’nün elindeki Doğu kaynaklı yazma eserlerin buraya devredilmesiyle (1856) bir hayli büyüdü. Üniversite kütüphanesine yeni devredilen kolleksiyon J. Golius, A. Reland ve J. J. Schultens gibi en önemli Hollandalı Oryantalistlerden müdevver elyazmalarından oluşuyordu. Sürekli olarak büyüyen Leiden Üniversitesi'ndeki Doğu kaynaklı yazma eserler kolleksiyonunun kataloglanması ile ilgili çalışmalar da diğer tarafdan devam etmekteydi. Hollanda’nın en şöhretli Orientalistlerinden biri olan Reinhart Dozy da elyazması kataloğunun oluşturulmasına katkıda bulunanlardandır. 1846 da Adjutor Interpretis statüsüyle başladığı çalışmalarını 1851’de Catalogus codicum orientalium’un ilk iki cildini tamamlayarak sonuçlandırmıştı.
Dozy’ın ardından doğu kaynaklı elyazmalarının kataloglanmasıyla ilgili çalışmalar De Jong tarafından üstlenilmiş ve 1859’da De Goeje da bu çalışmalara katılmıştır. Kataloglama çalışmalarına 1875-1890 arasında katılan Houtsma ile birlikte bu ekip söz konusu kataloğun, en sonu 1877’de tamamlanan, diğer dört cildini hazırlamışlardır. Bunun ardından Houtsma ve De Goeje sözkonusu kataloğun yazma eserlerin dillerine göre ele alındığı, ikinci edisyonu ile ilgili çalışmalara başlamışlar ve 1888’de Catalogus
codicum arabicum’un yayımlanmasıyla ilk ürünlerini vermişlerdir. Ancak Houtsma’nın Leiden’dan ayrılması nedeniyle proje rafa kaldırılmıştır. Her ne kadar Houtsma 1917’de Utrecht’teki görevinden emekliye ayrıldıktan sonra bile Farsça ve Türkçe elyazmaları üzerindeki çalışmalarına devam etmişse de kataloğu tamamlayamamış ve tutmuş olduğu notlar kütüphanede mahfuz kalmıştır.
Ancak 20.yy’ın sonundadır ki Houtsma’nın yarım kalan çalışmaları yeniden ele alınacaktır. Halen devam etmekte olan bu proje kapsamından Jan Schmidt, Leiden Üniversitesinde ve Hollanda’daki diğer kütüphanelerdeki Türkçe ve içerisinde Türkçe notlar bulunan diğer dillerdeki elyazmalarını kataloglamaktadır.


İsmail Hakkı Kadı
Turkology Update Leiden Project Working Papers Archive
Department of Turkish Studies
Universiteit Leiden

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Temmuz 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları

-3-

19. ve 20.yy’da Hollanda Oryantalizmi
Ondokuzuncu yüzyılın başlarında Leiden Üniversitesi'ndeki Şarkıyat araştırmalarını ve Hollanda kamuoyunun Şarka müteallik meselelere bakışını etkileyen önemli bir gelişme, Romantizm akımının etkisidir. Romantizmin etkisiyle Hollanda ilmi ve edebi çevrelerinde Araplara karşı sempati artmış fakat Yunan İstiklal mücadelesi nedeniyle Yunanlılarla karşı karşıya bulunan Osmanlılar hakkında ise olumsuz bir hava esmeye başlamıştır.
Ancak hemen belirtilmelidir ki bu dönemde Araplar hakkında oluşan hava o günün Arap gerçekliğinden ziyade, romantizmin etkisiyle idealize edilen hayali bir “Araplıkla” ilgilidir. Bu dönemde haçlı ideallerinin yeniden dirilmesi, Kadim Yunan ve Hıristiyanlık hakkındaki yüzeysel kanaatlere dayanan üstünlük kompleksi o dönemde Türk kültürüne olan ilgiyi ise olumsuz yönde etkilemiştir. Romantizmin etkisi o dönemde Osmanlı ülkesini ziyaret eden Hollandalı seyyah ve bilim adamlarının ilgi alanlarında da kendini göstermiştir.. Bu dönemde Osmanlı imparatorluğuna gelen Hollandalılar genelde Albay Rottiers (1771-1857) gibi bu coğrafyadaki kadim medeniyetlere ilgi duyan arkeologlardı.
Evvelce de işaret ettiğimiz gibi 19. yy’ın ortalarına kadar Leiden Üniversitesi'nde Şarkiyat araştırmaları hep mevcut olmuş ve genelde iki kürsü bünyesinde yürütülmüştür:
İbranice ve Doğu dilleri. Bu dönemde Arapça, Aramice ve Süryanice İncille alakalarından dolayı her zaman Farsça, Türkçe ve Etiyopyaca’ya kıyasla daha fazla öenmsenmiştir. 19. yy’ın başında dünya çapında şarkıyat araştırmalarında meydana gelen değişime ayak
uydurmak üzere biraz yavaş ta olsa harekete geçen Leiden Üniversitesi İslami bilimler bölümüne bağlı olarak Farsça ve Türkçe okutmanlığını ihdas ederek bu göreve Pieter de Jong’u tayin edilmiştir. De Jong’un Leiden Üniversitesi’ndeki şarkıyat araştırmalarına katkısı, Üniversite kütüphanesinde bulunan Farsça ve Türkçe yazma eserlerin tasviriyle ilgili çalışmalarıyla sınırlıdır. De Jong’un Utrecht Üniversitesinde eski ahit araştırmaları ve İbranice profesörlüğüne tayin edilmesinin ardından Leiden Üniversitesi’ndeki Farsça ve Türkçe okutmanlığı boşalmış ve bu göreve kimse tayin edilmeyerek kürsü lağvedilmiştir. Farsça ve Türkçe okutmanlığı ancak 1885’te Martinus Theodorus Houtsma’nın bu dilleri öğretmek üzere görevlendirilmesi ile tekrar hayat bulmuştur. Ancak hemen belirtmek yerinde olacaktır ki Houtsma bu göreve maaşsız olarak tayin edilmiş bulunmaktaydı. 1890’da De Jong’dan boşalan Utrecht Üniversitesindeki eski ahit araştırmaları ve İbranice kürsüsüne atanan Houtsma, Leiden Üniversitesindeki görevi esnasında muhtelif çalışmalara imza atmıştı. Bunların en önemlisi Selçuklular’la ilgili çeşitli Arapça, Farsça ve Türkçe metinleri toplayarak yayınladığı Receuil des textes relatifs a l’histoire des Seldjoucides, (Leiden, 1886-1902) dır. Houtsma’dan boşalan Leiden’daki okutmanlık, 1890 dan 1920’ye kadar, İslami kurumlar okutmanlığı ile birlikte H. D. van Gelder tarafından yürütülmüştü. Ancak bu dönemde sözkonusu alanda herhangi bir akademik faaliyetten söz etmek mümkün değildir. Johannes Hendrik Kramers’in 1921’de Farsça ve Türkçe okutmanlığına tayin edilmesi ile bu alanda yeni bir hareketlilik görünmeye başlanmıştır. 1939’dan itibaren Kramers Farsça ve Türkçe okutmanlığının yanısıra Arapça profesörlüğüne de tayin edilmiş ve bu iki görevi birlikte yürütmek durumunda kalmıştır.
Hollanda orientalizmini diğer Batılı ülkelerdeki şarkıyat araştırmalarından ayıran bir özelliği, 19. yy’ın ilk yarısında birçok Avrupa ülkelerinde karşımıza çıkan ve “Organizasyonel orientalizm” olarak nitelendirebileceğimiz, ilgili bilim adamları arasında iletişim sağlamak, bilgi alışverişine yardımcı olmak ve ilmi yayın faaliyetlerinde bulunmak üzere kurulan “Oriental society” tarzındaki örgütlenmelerin bu ülkede görülmemesidir. Bu dönemde Hollandadaki şarkıyatçılar sayılarının azlığınadan dolayı resmi bir kuruma ihtiyaç duymaksızın kendi aralarında kişisel ilişkilerle iletişim kurabilmekteydiler. Her ne kadar 1840’ta Leiden Universitesi’nden Th. W. J. Juynboll, T. Roorda ve H. E. Weijers Oreintalia dergisini çıkarmaya başlamışlarsa da bu dergi uzun ömürlü olmamış ve ikinci sayısından sonra yayına devam edilememiştir. Yine aynı dönemde Hollanda’da bu ülkenin kolonileriyle ilgili çeşitli araştıma kurumları teşekkül etmiş bulunuyorduysa da bu kurumlar Üniversitelerin dışında yer almaktaydılar.
İlki 1873’te Paris’te yapılan ve bu dönemlerde oryantalizmin gelişimine çok büyük katkılarda bulunan Uluslararası Orientalistler Kongreleri’nin 1881’de Berlin’de yapılan toplantısında, bir sonraki (altıncı) kongrenin 1883’te Leiden’da toplanması yönünde karar alınması ve bununla ilgili olarak Leiden’da oturan oryantalistlerden oluşan bir komitenin oluşturulması Hollanda’da Organizasyonel Orientalizm’in gelişimi bakımından bir dönüm noktası olmuştur.
Kongre daha sonraları 18. toplantısını 1931’de bu sefer Snouck Hurgronje başkanlığında Leiden’da yapılacaktır.
Birinci Dünya Savaşı ve takip eden yıllarda akademik hayatı da etkisi altına alan milliyetçi duygular, Hollanda merkezli olarak yürütülen Concordance ve Encyclopaedia of Islam gibi uluslararası projelerin yürütülmesini zorlaştırmıştı. Özellikle Fransız bilimadamlarının Alman meslektaşlarıyla işbirliği yapmama konusundaki ısrarları bu projelerde bazı aksaklıklara neden olmaktaydı. İşte bu tür gerilimlerin Hollanda’dan yürütülen uluslararası projeler üzerindeki etkilerinin giderilmesi için 1920’de Hollanda Şarkiyat Cemiyeti (Oosters Genootschap in Nederland- Oriental Society in the Netherlands) kurulmuştu. Yeni cemiyet o ana kadar uluslararası işbirliği ile yürütülmekte olan projelerin devamının temini için Hollandalı bilimadamları arasında milli bir dayanışma ve daha aktif bir katılım temin etmek amacıyla kurulmuştu. Bu arada Hollanda ile birlikte savaşta tarafsız kalan İskandinav ülkeleri gibi ülkelerin akadamisyenleriyle de işbirliği artırıldı. Bu işbirliğinin ürünü olarak Sten Konow’un editörlüğünü üstlendiği Acta Orientalia dergisinin yayımına başlandı. Dergi için gerekli olan parasal kaynaklar Danimarka, Norveç ve Hollandalı şarkiyat cemiyetleri tarafından eşit olarak sağlanacaktı.
Hollanda Şarkıyat Cemiyeti’nin ulusal çaptaki faaliyetlerinin başında iki dünya savaşı arasındaki devrede Leiden’da düzenlediği dokuz toplantı gelmektedir. Ancak bu toplantılarda yine de uluslararası işbirliğinin sağlanması amacına matuf olmak üzere Hollandalı akademisyenlerin yurtdışındaki meslektaşlarını bu toplantılara davet etmeleri teşvik edilmişti. Bu arada cemiyet 1912’de Atina’daki toplantısından sonra toplanamayan uluslararası Oryantalistler kongresinin Leiden’da toplanması yönünde gayret gösterdiyse de 1920’lerin sonlarına doğru savaştan kalma düşmanlıkların yavaş yavaş unutulmaya başlanması Atina toplantısında kararlaştırıldığı şekliyle Kongrenin Oxford’da toplanmasına imkan verecek bir ortam hazırladı (1928).
İkinci dünya savaşı her ne kadar bir süre için Leiden Üniversitesinin kapanmasına neden olduysa da Hollanda’da şarkiyat araştırmaları ile ilgili kurumsal yapıyı ve araştırmaları daha ziyade savaşı takip eden dönemdeki gelişmeler etkilemiştir. Bu gelişmelerin en önemlisi hiç şüphesiz 1949’da Endonezya’da Hollanda sömürge idaresinin sona ermesidir. Endonezya’da sömürge idaresinin sona ermesi, ilgili disiplinlerde eğitim görmüş öğrencilerin mezuniyet sonrası istihdam olanaklarını kısıtladı, ilgili disiplinlerin kimlik krizi yaşamasına yol açtı ve evvelce pratik nedenlerle birbirleriyle ilişkili olan disiplinlerin kendi ilgi alanlarında yoğunlaşmasına ve içe kapanmalarına yol açtı. Ortadoğu araştırmaları, Hindistan araştırmaları, Endonezya araştırmaları ve Doğu Asya araştırmaları gibi disiplinler birbirleriyle olan ilişkilerini yitirdiler. Bunun da ötesinde bu dönemde Batı Empreyalizmiyle giderek daha fazla ilişkilendirilen “Oryantalizm” de eski itibar ve anlamını yitirmeye başladı. Ancak bu dönemde Üniversitelerin şarkıyatla ilgili alanlara daha fazla para ayırması krizin nispeten hafiflemesini sağladı ve şarkıyat araştırmalarının yürütülmesi bakımından gerekli olan maddi kaynaklar için özel kurumların desteklerine olan bağımlılık azaldı. İkinci dünya savaşını takip eden yıllardaki gelişmelerden en olumsuz etkilenen alan İslami ilimler konusundaki çalışmalar olmuştur. Bunda C. van Vollenhoven, A. J. Wensinck ve J. H. Kramers gibi önemli İslamiyatçıların ölümünün yanısıra Endonezya’daki sömürge idaresinin de sona ermiş olması da önemli bir rol oynamıştır.


İsmail Hakkı Kadı
Turkology Update Leiden Project Working Papers Archive
Department of Turkish Studies
Universiteit Leide
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Temmuz 2007       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları

-4-


Concordance ve Encyclopaedia of Islam
Yirminci yüzyılda Leiden Üniversitesi’nin şarkıyat araştırmaları bakımından en önemli özelliği, şarkıyat alanında uluslararası düzeyde yürütülen projelere merkezlik yapmasıdır. Bu mealde zikredilmesi gereken iki proje Concordance ve Encyclopaedia of Islam’dır.
Leiden Üniversitesi’nin en önemli Arap filologlarından olan De Goeje’nin emekliliğinin (1906-7) ardından Leiden’daki şarkiyat araştırmalarında merkezi rolü bu
sefer Snouck Hurgronje ve Van Vollenhoven üstlenmişti. Hurgronje ve Van Vollenhoven sadece akademik çevrelerce tanınan iki bilim adamı değil, Hollanda’nın kolonyal politikalarının oluşumunda da belirleyici rol üstlenmiş olmaları nedeniyle hem Hollanda ulusal kamuoyunun ve hem de uluslararası siyasi çevrelerin yakından tanıdığı şahsiyetlerdi. Dolayısıyla pek te şaşırtıcı olmayan bir şekilde bu iki bilim adamı döneminde Hollanda’daki şarkiyat araştırmaları Arap filolojisi araştırmaları üzerindeki vurgusunu kaybedip, İslami kurumlar ve İslamın araştırılan toplumların sosyal konteksti içerisindeki yerinin araştırılmasına yöneldi. Bu yönelişte, elbette ki, çok büyük bir müslüman nüfusa sahip olan Endonezya’nın, Hollanda’nın sömürgesi altında bulunmasının payı küçümsenemez. İşte Concordance (Concordance et Indices de la Tradition Musulmane, veya, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Hadîsi’n-Nebevî) ve Encyclopaedia of Islam ile ilgili ilk çalışmalar tam da bu kavşakta gündeme gelmiştir.
Tarihinin hiç bir evresinde Hollandadaki şarkiyat araştırmaları, concordance ve Encyclopaedia of Islam ile ilgili ilk çalışmaların da başladığı 20. yüzyılın ilk kırk yılında olduğu kadar, kolonyal politikalarla iç içe geçmemişti. Ancak bir hakkın teslimi olarak ifade edilmelidir ki, her ne kadar Van Vollenhoven ve Hurgronje concordance projesini etkin bir şekilde desteklemişlerse de projenin bir numaralı insiyatif sahibi olan Arent Jan Wensinck hiçbir zaman ne Endonezya ile ne de kolonyal politikalarla doğrudan ilişki içerisinde bulunmamıştır. Bunun da ötesinde Wensinck güncel sorunlardan ziyade tarihsel problematiklerle ilgiliydi. Onun akademik tecessüsüne yön veren en önemli faktör teolog olmasıydı. Yahudilik, Hırıstiyanlık ve İslam dinine ait birincil kaynakların çözümlenme ve yayımlanmasından ziyade mevcut işlenmiş kaynakların analiz edilmesinin vakti geldiğine inanmış olması itibarıyla, selfi bulunan Leiden’lı orientalistlerden De Goeje’dan ziyade kendisiyle aynı temayülleri temsil eden Dozy’a daha yakın durduğu söylenebilir. Wensinck’in hadisle alakası ise “Muhammed ve Medine Yahudileri” konulu doktora tezi üzerinde çalışırken islam ilahiyatı bakımından hadisin ne derece ehemmiyeti haiz olduğunu farkına varmasından kaynaklanmaktadır.
Kütüb-i Sitte, Sünen (Dârimî), Muvatta (İmam Malik) ve Müsned (İmam Ahmed b. Hanbel) gibi kaynakları kapsayan Concordance bu kaynaklarda yer alan hadislerde geçen kelimelerin alfabetik olarak sıralandığı, ve ilgili kelimenin geçtiği hadisin hangi kaynağın neresinde kayıtlı olduğunu bulmaya yarayan bir indeks niteliğindedir. Anahtar kelimeler üzerine kurulan ana projenin yanısıra Concordance çalışmaları bünyesinde aynı zamanda kişi ve soyağacı, yer adları ve Kuran yeri (hadislerde kur’an’a atıfta bulunulan yerlerin bulunmasına yarayan), indekslerinin oluşturulması da proje kapsamına alınmıştı.
Başlangıçta projenin on yılda bitirilmesi planlanmakla birlikte bu takvime uyulamamış ve Concordance’ın ilk cildi ancak 1933’te bitirilebilmiş ve 1936’da yayınlanmıştır. Bu arada projenin yönetimi 1932’den sonra Union Académique Internationale tarafından üstlenilerek buraya bağlı bir kurum olan Hollanda Kraliyet Akademisi tarafından
yürütülmüştür. Concordance projesinin mimarı Wensinck (1882-1939) öldüğünde Concordance’nın editörlüğünü onun eski asistanlarından J. P. Mensing üstlendi. Mensing’in 1951’de ölümünün ardından proje çok yavaş bir şekilde de olsa ilerlemeye devam etti ve Concordance’ın son fasikülü 1969’da yayımlandı. Genelde Arap literatürü ve özelde de hadis literatürü bakımından ölümsüz bir eser niteliğindeki Concordance’ın kapsadığı hadis kaynaklarında geçen şahıs ve yer isimlerini içeren sekizinci ve son cild 1988’de yayımlanmıştır. Concordance projesi için gerekli olan parasal kaynaklar başlangıçta tamamen Hollandadaki akademik enstitülerden sağlanmasına rağmen daha sonra Hollanda dışından da kaynak sağlama yoluna gidilmişti.Wensinck 1922’de yayımladığı ve Concordance projesini ilim camiasına tanıttığı yazısında hadis’in İslam ilahiyatı bakımında önemi üzerinde durmakta ve dikkatli olunmak kaydıyla “gelenek” (traditie) olarak nitelendirilebileceğini belirttiği hadis’in İslam ilahiyatı bakımından normatif bir element olarak Kuran’a göre çok daha geniş kapsamlı olduğuna dikkat çekmektedir. Wensinck’e göre her ne kadar İslam dinini bir inanç sistemi olarak araştırmak isteyenler onun inanç ve hukuk kaynaklarına müracaat etmeleri zorunluysa da, bu inanç sisteminin tarihsel arka planını araştırmak isteyenlerin “geleneğe” (hadis) müracaat etmeleri kaçınılmazdır. Wensinck, İslam ilahiyatının en önemli kaynaklarından biri olarak hadisin öneminin, onun İslam tarihinin en önemli kaynağı olmasıyla sınırlı olmadığını beyan ile Hz. Muhammed’in (SAV) “logia”sının İslam ilahiyatındaki fonksiyonunun Hz. İsa’nın “logia”sının Hırıstiyanlık ilahiyatındaki gibi bir işleve sahip olduğunu ve bunun da pratikteki yansımasının İslami literatürde hadislere sık sık atıfta bulunulması olduğunu belirtmektedir. Ancak Wensinck’e göre bu atıflar bu şekilde kontekstlerinden koparılarak kullanıldığında bunların anlamları muğlaklaşmakta ve gerçek anlamın kavranabilmesi için alındıkları kaynaklardaki yerlerine bakılması zorunlu olmaktadır. Her ne kadar kaynakların kendisine ulaşmakta herhangi bir güçlük sözkonusu değilse de bizzat hadislerin kendisine günün bilimsel taleplerinin gerektirdiği şekilde ulaşılması mümkün olmamaktadır. Wensinck, hadislere kolayca ulaşmayı temin edecek bir kaynağın o dönemlerde henüz hazırlanmamış olmasını Kuran’ın öneminin ilgililerce gereğinden fazla abartılarak, çok daha geniş kapsamlı olan hadisi gölgelemesine bağlamaktadır. Bu nedenle Wensinck’e göre Concordance tarzında bir eser hazırlanmalı ve bu sayede Hadis’in İslam ilahiyatı çalışmalarında gerektiği şekilde kullanılabilmesi temin edilmelidir.
Wensinck projenin kapsamının sınırlandırılması ile ilgili verdiği bilgilerde, hangi hadis kaynaklarının proje kapsamına alınacağı sorununu nasıl çözümlediklerini açıklarken, Hicret’in birinci asrında toplanan hadislerin tümüyle proje kapsamına alınmasının gerekliliğine karar verdiklerini ve bu nedenle de Kütüb-i Sitte’nin ve onun tamamlayıcısı niteliğindeki Darîmî’nin sünen’inin ve kısmen hukuki bir kaynak olmasına rağmen Malik ibn Anas’ın Muwattası’nın ve bunlardan oldukça farklı bir metodun ürünü olmasına rağmen Ahmen ibn Hanbel’in Müsned’inin projenin kapsamına alınmasına karar verildiğini belirtmektedir. Yine metodolojik bir sorun olarak ortada duran diğer bir sorun da indeksin ne şekilde hazırlanacağı meselesiydi. Wensinck bu aşamada Flügel’in hazırladığı Kur’an indeksindeki gibi konusal bir indeksin değil de alfabetik bir indeksin daha etkin ve objektif olacağı noktasından hareketle meselenin bu şekilde halline karar verildiğini belirtmektedir. Bu arada gereksiz tekrarlardan kaçınmak gayesine matuf olmak üzere hadis kaynaklarında sıkça karşılaşılan kelimelerin indeksin dışında tutulmasına karar verildiğini belirtmektedir.
Şarkıyat alanında Leiden merkezli olarak hayata geçirilen diğer bir proje Encyclopaedia of Islam’dır. Her ne kadar Encyclopaedia of Islam’ın tamamıyle bir Hollanda projesi olduğu söylenemezse de projeye ait yük ve sorumlulukların çoğunun kısmının Hollandalı oryantalistlerce üstlenildiği bilinmektedir. Her ne kadar geniş kapsamlı bir İslam Ansiklopedisi hazırlama fikri oldukça eski zamanlara dayanıyorsa da bunun gerçekleştirilmesi ancak 1907’den sonraki dönemde mümkün olabilmişti. Konu ilk olarak 1892’de Londra’da toplanan Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde İngiliz Oryantalist W. Robertson Smith tarafından gündeme getirilmiş, katılımcılar arasında ilgi uyandıran projenin fizibilitesini yapmak üzere 12 kişilik bir komisyon oluşturulmuştu. Ancak 1894’te Cenova’da toplanan kongreye kadar sözkonusu komisyon projeyle ilgili herhangi bir ilerleme kaydedememiş ve bu arada Robertson Smith de ölmüştü. Cenova kongresinde Goldziher ilgili komisyonun başkanlığına Hollandalı De Goeje’nin getirilmesini teklif etmişse de De Goeje’nın mazur görülmesini talep etmesi üzerine bu görev kongre üyelerince Goldziher’e tevdi edilmişti. Ancak Goldziher’in komisyon başkanlığına getirilmesiyle proje bağlamındaki çalışmaların hızla ilerleme kaydedileceğini umanlar Goldziher’in 1897 Paris kongresinde komisyon başkanlığından çekilmesiyle hayal kırıklığına uğrayacaklardı. Goldziher’in görevden çekilmesine gösterdiği gerekçelerden biri, Ansiklopedinin Leiden’da basılacağı kesinleşmiş olması nedeniyle redaktörlüğün bu ülkeden biri tarafından yürütülmesinin daha doğru olacağı yolundaki yaklaşımıydı. Bunun üzerine De Goeje’nin teklifi ile Goldziher’den boşalan görevi Hollandalı Houtsma üstlendi. Houtsma görevi üstlenir üstlenmez kongre üyelerine çağrıda bulunarak bunların hangi maddeleri yazabileceklerini kendine bildirmelerini ve aynı zamanda birer örnek madde yazarak kendisine göndermelerini istemiş, bu şekilde toplanan ilk yazılar 1899’da Specimen d’une Encyclopédie musulmane adıyla yayınlanmıştı. Bundan kısa bir süre sonra kurulan Association Internationale des Académies, 1901 yılında Paris’te yaptığı toplantıda bir islam ansiklopedisi yayınlamaya karar aldığında proje hiç beklenmedik bir aşamaya girmiş oldu. Bu aşamada proje ile ilgili yeni bir komisyon oluşturularak başkanlığına, ilerde projenin başarılı bir şekilde sonuçlanmasında en büyük pay sahibi olacak olan De Goeje getirildi. Ayrıca ihdas edilen diğer bir komite de proje ile ilgili bir yönetmelik hazırlamak üzere çalışmalara başladı. Çalışmalar 1902’de ilgili yönetmeliğin tamamlanması ile neticelendi. Aynı zamanda projenin toplam 140-150 bin Mark’a mal olması ve 10 yılda tamamlanması planlanmıştı. Hazırlanan plan ve yönetmelik Avrupa ve Amerika’daki birçok kuruma gönderilerek bunlardan parasal destek istendi. Aralarında Cezayir Genel İdaresi (Gouvernement Général de l’Algérie), Hollanda Kolonyal Yönetimi (Nederlandsche Koloniale Regeering) Alman Kolonyal Birliği (Deutsche Kolonialgeselschaft) ve zamanın Mısır hükümeti gibi Batı sömürgeciliği ile doğrudan veya dolaylı ilişkisi olan kurumların da bulunduğu otuz civarında resmi ve akademik kurum projeye parasal destek sağlayacaklarını bildirdiler. Ancak Ansiklopedinin basımına geçilmeden önce çözümlenmesi gereken iki mesele vardı ki bunun birincisi, bir transkripsiyon alfabesinin oluşturulması meselesiydi. Bu mesele Cenova’da kararlaştırılan transkripsiyon alfabesinin kabul edilmesine kimsenin itiraz etmemesi üzerine bu şekliyle çözümlenmiş oldu. Çözüm bekleyen ikinci mesele ise Ansiklopedinin hangi dilde yayınlanacağı meselesiydi. Bu sorun da projeye parasal katkıda bulunan ülkelerin hepsine hitab etmek üzere Ansiklopedinin üç dilde (İngilizce, Fransızca ve Almanca) yayımlanmasına karar verilerek çözümlenmiş oldu. Ancak bu karar projenin süresi ve masrafları konusundaki bütün öngörüleri altüst edecekti.
Bu kararların ışığı altında çalışmalarına başlayan ekip 1908’de ansiklopedinin ilk fasiküllerini yayınladıysa da özellikle dille ilgili problemlerden dolayı yükselen itirazlar üzerine çalışmalar aksamış ve A-D harflerini kapsayan birinci cild ancak 1913’te tamamlanabilmiştir. Ansiklopedinin ikinci cildi üzerindeki çalışmalar devam ederken patlak veren Birinci Dünya Savaşı, savaşa taraf olan ülkelerin bilim adamlarının birlikte çalışmak istememeleri veya projede görevli kişilerin silah altına alınmaları nedeniyle, çalışmaları aksatmıştı. 1919’da projenin danışmanlar komitesi başkanı konumunda bulunan Snouck Hurgronje projenin daha da “Hollandalılaştırılmasını” bir çözüm yolu olarak önermiş ve bu nisbeten gerçekleşmişti. Zira projenin sahibi konumundaki Association Internationale des Académies’in savaş nedeniyle işlevselliğini tamamen yitirerek tarihe karışması üzerine Hollanda Kraliyet Akademisi (Koninklijk Akademie te Amsterdam) 1922’de onun yerini almış ve 1924’te de Ansiklopedinin son cildi üzerinde çalışmalara başlanmıştır. Ancak bundan sonradır ki Ansiklopedinin ikinci cildi 1927’de yayınlanabilmiştir. Redaktörlerin sürekli değişmeleri nedeniyle Ansiklopedi’nin üçüncü cildi de ancak 1936’da, yani dördüncü cildin 1934’te yayınlanmasından sonra bitirilebilmiştir. 1934-38 arasında çalışmalarına devam eden redaktörler ilk dört cilde ilave ve düzeltme mahiyetindeki ek cildi de bu dönemde tamamlamıştı. Bu çalışmaların tamamlanmasının ardından Ansiklopedi’nin ikinci edisyonunun hazırlanması gündeme gelmiş ve bu yöndeki çalışmalara başlanmıştır. Oryantalist paradigmanın tesirinden birinci edisyona nispetle arındırılmış olduğu söylenebilecek olan Encyclopaedia of Islam’ın ikinci edisyonu üzerindeki çalışmalar halen devam etmektedir.


İsmail Hakkı Kadı
Turkology Update Leiden Project Working Papers Archive

Department of Turkish Studies

Universiteit Leide
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Temmuz 2007       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları

-5-


Hollanda’da Oryantalizm ve Kolonyalizm: Snouck Hurgronje

Evvelce de belirtildiği üzere tarihinin hiç bir evresinde Hollandadaki şarkiyat araştırmaları 20. yüzyılın ilk yarısında olduğu kadar, kolonyal politikalarla iç içe geçmemişti. Hem şarkıyat alanında yetkin ve hem de sömürgecilik polilitikaları alanında yaratıcı bir şahsiyet olan Christiaan Snouck Hurgronje’nın (1857-1936) Hollanda’daki şarkıyat araştırmalarının merkezine yerleşmiş olması bu durumun ortaya çıkmasında diğer tarihsel nedenlerin yanısıra önemli bir faktör olarak zikredilebilir.
Kur’an’ın tarihi üzerine çalışmalarıyla tanınan Alman Theodor Nöldeke ve Hadis’in gelişimi ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Macar Ignaz Goldziher ile birlikte Avrupa’daki modern İslamoloji araştırmalarının öncülerinden biri sayılan Snouck Hurgronje akademik hayata 1878’de tamamladığı teoloji eğitimiyle başladı ve bunun ardından çalışmalarını tamamen şarkıyat alanıyla sınırladı. Hacc hakkındaki Het Mekkaansche Feest başlıklı doktora tezini 1880’de Leiden’da savunan Hurgronje’nın bu çalışması, o dönemde halen hayatta olan Dozy’ın İslam öncesi Mekke’deki bayram ve panayırlarla ilgili kitabının bir devamı niteliğindedir.
Aşağıda tekrar değineceğimiz Açe seyahatinden 1906’da Hollanda’ya dönüşüden sonra Hurgronje Leiden Ünüversitesine Arapça profesörü tayin edilmiş (1907) ve bu görevinin yanısıra Hollanda sömürgelerine idareci yetiştirmek için kurulan eğitim kurumlarında önemli görevler üstlenmiştir. Snouck Hurgronje Leiden Üniversitesi’ne Profesör olarak tayin edildiğinde Üniversite bünyesinde Hollanda sömürgelerinde görev almak üzere memur yetiştirmek amacıyla kurulmuş bulunan “Hindoloji” bölümünde İslam dini ile alakalı giriş mahiyetinde bir ders okutuluyordu. Hurgronje’nin göreve gelmesiyle birlikte Üniversitedeki İslamoloji alanındaki çalışmalar İslamın sosyal konteksti içerisinde araştırılmasına yöneldi. Hurgronje’nın bu tarz çalışmalarının önemli örneklerinden biri 1884’te Mekke’yi ziyaretinin ardından 1888-89 da yayınlamış olduğu Mekke başlıklı kitabıdır. Kitabın birinci cildinde Mekke’nin tarihini ele alan yazar ikinci cildinde kelimenin tam anlamıyla bir etnoğrafik ürün ortaya koyarak Mekke’deki günlük yaşantıyı anlatmaktadır. Dinin sosyal konteksi içerisinde ele almış olması itibarıyla “sosyal antropolojik” bir çalışma olarak nitelendirilebilecek bu kitap yalnızca Hollanda değil bütün Batı Oryantalizmi için bir dönüm noktası olarak görülmektdir.
Hurgronje, Mekke, Açeliler vs. ile ilgili kitapların yanısıra birçok makale ve polemiklere imzasını atmıştır. Kitaplarının dışındaki yazıları 1920’li yıllarda A. J. Wensinck tarafından 7 cild halinde toplanarak yayınlanan Hurgronje’nın Hollanda Hükümeti için hazırlamış olduğu raporlardan sadece basılmış olanları 2000 sayfa civarındadır. Hurgronje’nın toplam 225 civarında kitap ve makalesi bulunmaktadır. Leiden Üniversitesindeki kariyeri esnasında Berlin, Kahire ve Cambridge üniversitelerinin kendisine kürsü teklif etmiş bulunmaları onun kendisini uluslararsı ilim camiasına ne ölçüde kabul ettirebildiğinin bir kanıtı olarak görülmelidir.
Özellikle Hollandalı Oryantalistlerce mitleştirilen Snouck Hurgronje hakkında eleştirel bir bakış açısına sahip olan Van Koningsveld hem Hurgronje’nın kişiliği, hem de onun çalışmalarına atfedilen ehemmiyeti ve özellikle de Hurgronje’nin metodolojik yenilikçiliği yönündeki iddiaları sorgulamıştır. Hugronje’nın şahsiyetinin ve akademik çalışmalarının Hollanda entellektüel çevrelerince tartışma konusu edilmesi, onun yukarıda da işaret edildiği gibi Hollanda hükümetinin sömürgecilik politikalarıyla ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Hurgronje hakkındaki tartışmaların özellikle odaklandığı konular ise onun biri Mekke’ye diğeri ise Açe’ye yaptığı iki seyahatidir.
Hurgronje hakkındaki tartışmaların başında onun 1884’te Mekke’ye yaptığı ziyaretin saikleri hakkındaki tartışma gelmektedir. Kendi ifadelerinde de belirtildiğine göre Hurgronje’nın bu ziyaretinde, Abdülhamit’in Pan-İslamizm propagandalarından Endonezya’dan Mekke’ye gelen hacıların ne şekilde etkilendiği hakkında Hollanda hükümeti için bilgi toplama gayesi en azından kısmen rol oynamıştır. Mekke’deki faaliyetleri esnasında Hollanda’nın Cidde konsolosu ile işbirliği içerisinde bulunduğu ve kendisine faaliyetleri için finansal destek sağlandığı da Cidde’deki Hollanda Konsolosu ile Hollanda Dışişleri bakanlığı arasındaki yazışmalardan anlaşılmaktadır. Hurgroje bu ziyaretini gerçekleştirebilmek için “ihtida” ederek Abdülgaffar adını almayı dahi göze almıştır. Zamanın müslüman ilim adamları da dahil olmak üzere o dönemde hiç kimse Hurgronje’nın İslamı seçmekte samimi olduğundan şüphe etmemiştir. Ancak Van Koningsveld, Hurgronje’nın “ihtida” ettikten sonraki yazılarından yola çıkarak yine de onun kesinlikle bir müslüman olmadığını sonucuna varmaktadır. Buna rağmen Hurgronje’nın “müslümanlığının” onun Mekke seyahati esnasında buradaki müslümanlarla iletişim kurmasını kolaylaştırdığı ve buradaki insanların ona güvenlerini temin ettiği için seyahatinin amacına fazlaca katkıda bulunduğu söylenebilir.
Hurgronje’nin diğer bir üretken seyahati, ve hakkındaki tartışma konularından biri de Temmuz 1891’den Şubat 1892’ye kadar süren Açe seyahati’dir. Hurgronje’nin bu seyahati esnasındaki çalışmaları, Hollanda hükümeti tarafından finanse edilen, 1893 ve 1894’te De Atjehers (Açeliler) adlı kitabının yayımlanmasıyla ürünlerini vermiştir. Hurgronje kitabınnın önsözünde bu kitabı “Hollanda Hindistanı” Genel Valisi’nin talebi üzerine, İslam’ın Açeliler’in siyasal, sosyal ve dini yaşamlarına etkisini ortaya koymak için hazırladığını belirtmektedir. Hurgronje, Mekke seyahati esnasında burada bir çok Açeliyle tanışıp görüşme ve konu hakkında bilgi sahibi olma imkanını bulduğunu bildirmekte, ancak böyle bir kitabın yazılabilmesi için yine de Açe’yi ziyaret etmek zorunluluğunun ortaya çıktığını belirtmektedir. Halbuki Hurgronje’nın burada açıklamayarak gizlemeye çalıştığı önemli bir husus onun daha 1889’da Hollanda Hükümetinin talebi üzerine çok gizli bir şekilde bir İngiliz kargo gemisiyle, Mekke’de tanıştığı “din kardeşlerinin” de yardımıyla Keumala’daki Açe Sultanıyle görüşmek üzere Sumatra sahillerindeki Pinang’a gittiğiydi. Ancak bu seyahat Açe’deki Hollanda askeri idaresinin itirazı üzerine yarıda kalacak ve Hurgronje’nın seyahati Pinang’dan öteye devam edemeyecekti. Hurgronje’nin Açe üzerine yaptığı araştırmalarının ürünü sadece yukarıda zikredilen kitap değildir. Bu kitabın dışında kısmen basılmasına rağmen bir çok önemi kısmı halen yayınlanmayı bekleyen, Hollanda Kraliyet arşivine Hollanda sömürgeler bakanlığı’ndan müdevver evrak içerisindeki 1893 tarihli Açe raporu da Hurgronje’nin bu dönemdeki çalışmalarının bir ürünüdür. Bu dönemde devam eden Açe savaşını konu alan rapor toplam dört bölümden oluşmakta ve ilk iki bölümü Açe savaşını ahlaken temellendirmeye, sonraki iki bölümü ise savaşta takip edilecek stratejiyi ortaya koymaktadır. Açe’deki savaşın içyüzü hakkında oldukça önemli olan bu raporun üçüncü ve dördüncü kısmında Hurgronje Açe’deki savaşta yerel ulemaya karşı acımasız bir mücadele yürütülmesi gerektiğini savunmaktadır. Savaşın gelişimine bakıldığında Hurgronje’nın bu konuda Hollanda makamlarını büyük oranda ikna ettiğini söylemek mümkündür. Raporunun ilk iki bölümünde ise Hurgronje Açelilerin cinsel ahlakları ve dinsel yaşamları ile ilgili Edward Said’in de işaret ettiği 19. yy Oryantalistlerinin genel kanaatlerini yansıtan değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bütün bu “ahlaksızlıklara” karşı mücadelde “muhammedi hukukun” (Mohammedaansche recht) şahitlerde aradığı şartlardan dolayı ve yine bu hukuk sisteminin tarihsel şartları dikkate almayışından dolayı yetersiz kaldığını vurgulamakta ve böylece bir bakıma Açe savaşını ahlaken temellendirmektedir. Bütün kabiliyetlerini bu sömürge savaşının hizmetine sunmakta tereddüt etmeyen Hurgronje’nın çalışmaları Açe savaşının gelişimini belirlemede o derece rol oynamıştır ki daha sonra Hurgronje hakkında yazan General K. van der Maaten, Açe savaşını yürüten General Van Heutsz’u Hurgronje’nın kılıcı olarak nitelendirmiştir.


İsmail Hakkı Kadı
Turkology Update Leiden Project Working Papers Archive
Department of Turkish Studies
Universiteit Leide
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Temmuz 2007       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları

-6-


Pan-İslamizm ve Snouck Hurgronje
Sultan II. Abdülhamid döneminin Pan-İslamizm siyaseti Endonezya gibi büyük bir müslüman nüfusa sahip bir coğrafyayı sömürgeleştirmiş bulunan Hollanda’yı yakından ilgilendirmekteydi. “İslami fanatizm”le özdeşleştirilen Pan-İslamizm siyasetinin Hollandalılarda uyandırmış olduğu korku İstanbul’daki Hollanda elçisinin misyonuna bu siyasetin takibi ve Hollanda makamlarının bu konuda bilgilendirilmesini de eklemişti. Sözkonusu elçiler Pan-İslamizm politikaları çevresindeki gelişmelerin Hollanda’nın Güneydoğu Asya’daki kolonilerini ne şekilde etkileyebileceği konusunda raporlar hazırlamakla görevlendirilmişlerdi. Bu dönemde Hollanda Hükümeti, sömürgesi altında bulundurduğu Güney Doğu Asya’daki halkı Müslüman yerlerle alakalı siyasi meselelere Osmanlı Hükümeti’ni karıştırmama yönünde karalı bir siyaset takip etmekteydi. Aynı politikaların ürünü olarak Hollanda hükümeti Osmanlı Hükümeti’nin Açe savaşında arabuluculuk yapması yönündeki planlara karşı çıkmış ve İstanbul’daki Hollanda Elçisine, Osmanlı Devleti’nin Hollanda sönürgelerindeki müslümanların dini lideri olduğu iddialarının kabul edilemez olduğunu bildirmişti.
Hollanda’nın bu politikalarının oluşmasında etkin bir aktör olarak karşımıza çıkan Hurgronje 1882’de Halife’nin Peygamber’in halefi olmadığını yazmaktaydı. Hurgronje’ye göre halifelik İslam dünyasının tarihten bir daha geri dönmemek üzere silinmiş olan siyasi birliğinin bir sembolüydü ve dolayısıyla bu siyasal birlikle birlikte tarihe karışmıştı.
Hurgronje’nin gözünde Sultan Abdülhamid, Küçük Kaynarca anlaşmasıyla doğan bir muğlaklığı sömüren zeki bir opürtinistten başka bir şey değildi. Yine ona göre Abdülahmid İslamı sadece siyasetine alet etmekle ilgileniyordu ve Halifelik müessesesinin İslamın bir emri olmadığını da Avrupa kamuoyuna açıklamaktan bunun için kaçınıyordu. İngilizler’in halifelik konusundaki tutumu ise, ona göre, kolaycı bir yaklaşımın ürünü ve Hindistan müslümanlarının sempatisini kazanmaya yönelikti. Bu görüşlerden hareket eden Hurgronje Hollanda Hükümetine sürekli olarak halife-sultanın Endonezya müslümanlarına etkide bulunmasına mani olunması gerektiğini telkin ediyordu.
Bu dönemde Hollanda’nın sömürgecilik politikaları ve Pan-İslamizm bağlamında tartışılan bir diğer mesele de Hollanda sömürgelerindeki müslümanların Hacc meselesiydi. Hollandalı sömürge yönetimi ve akademik çevreler Hacc ibadetine pek olumlu bakmamaktaydılar, çünkü Hacc’a giden insarların burada “İslami fanatizmin” etkisinde kaldıklarını ve ülkelerine dönüşlerinde Hollanda idaresine düşman kesildiklerini düşünmekteydiler. Her ne kadar Hurgronje 1880’de savunduğu doktora tezinde Hollanda sömürgelerinden Hacca gidenlerin sayısının sınırlandırılması gerktiği düşüncesini açıklamışsa da 1883’te kendisi Mekke’ye gitmeden önce bu görüşünden vazgeçmiş ve sömürge halklarının Hollanda idaresine düşman kesilmemeleri için Hollanda makamlarının Hacc konusunda zorluk çıkarmamalarını önermişti. Hurgronje bu görüşünde daha sonra da sebat etmiştir. Hatta 1880’de Bantam’daki ayaklanmanın hazırlanışı aşamasında Mekkedeki Bantamlı sürgünlerin Bantamlı hacılarla sıkı ilişki içerisine girdiğini kabul etmesine rağmen Haccın yasaklanmasına karşı çıkmış ve isyanın nedenlerinin Bantam’ın kendine özgü şartlarında aramak gerektiğini tartışmıştı.
Hurgronje, Holandalılar tarfından keyfi bir dışlanma politikasına tabi tutulan Bantamlılar’ın zaten sık sık Hollanda idaresine karşı ayaklandıklarını savunmuştur. Hurgronje’nın görüş ve tavsiyeleriyle bağlantılı olarak Hollanda sömürge idaresi Hacc ile ilgili mevzuatta Haccı daha da kolaylaştırıcı değişiklikler yapmıştır. Hurgronje’nin Hacc konusundaki tek çekincesi Osmanlı Hükümeti’nin Sultanın Halifeliğinden hareketle emirül mü’minin sıfatına dayanarak hacılardan Hicaz demiryolu için aldığı vergidir. Ona göre bu vergi yerel idarenin yabancılardan aldığı bir vergi olarak düzenlenmeliydi. Hurgronje, Hacc konusundaki duruşunu ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya savaşına girerken bütün dünya müslümanlarına çağrıda bulunarak Cihad ilan etmesi üzerine değiştirecektir. Cihad ilanının ardından Hurgronje Hollanda hükümetine Osmanlı Devleti ile Hollanda sömürgeleri arasındaki bütün bağlantıların kesilmesi ve Haccın yasaklanmasını teklif ettiyse de Hollanda hükümeti, Osmanlı Devleti ile fiilen savaşta olan İngiltere’nin bile uygulamadığı böyle bir yasağı uygulamaya koymayı uygun görmedi.
19. yy’ın sonlarında Hollanda sömürgelerinde yaşayan 20-30 bin civarındaki Arap Hollanda sömürge idaresince hem Hollanda idaresi açısından bir huzursuzluk kaynağı hem de Osmanlı Hükümeti’nin buranın işlerine müdahalesine imkan veren bir cemaat olarak algılanmaktaydı.
Bunların seyahat, kılık kıyafet vs. özgürlükleri Hollanda makamları tarafından sıkı bir şekilde kısıtlandığı ve denetlendiği için bunlar Osmalı Devletinin Pan-İslamizm politikalarına yakınlık duymuş ve bu politikalar doğrultusunda her fırsatta Osmanlı Devleti ile ilşki kurmaktan geri durmamışlardı. Hurgronje Hollanda sömürgelerinin büyük çoğunluğu Hadramit’li olan bu Araplara kapatılmasını ve sömürgelerdeki Arap kolonilerine uygulanan kısıtlamaların kaldırılmasını savunmaktaydı. Böylece Osmanlı Hükümeti’nin Pan-İslamist politikalarına ağır bir darbe vurulmuş olacaktı.
31 Mart Vak’ası esnasında İstanbul’da bulunan Hurgronje İttihadçıların darbesini memnuniyetle karşılamış ve bunun Osmanlı İmparatorluğu’nu ikinci bir Japonya’ya çevireceği yolunda umutlandırmıştı. Hurgronje’yi ve Hollanda hükümetini rahatlatan diğer ve belkide en önemli husus onlara göre bu darbeyle birlikte Pan-İslamist politikaların terkedilecek olması ve “ortaçağdan kalma ve saçma sapan iddialara sahip halifeliğin” artık Osmanlı’nın uluslararası siyasetindeki merkezi rolünü kaybedecek olmasıydı. Bu ortamda Hollanda sömürgeler bakanlığı bu darbeyle birlikte Pan-İslamist siyasetin tamamen terkedilmediyse de büyük oranda zayıfladığını düşünerek Hurgronje’nın Hollanda sömürgelerinin Araplara kapatılması yönündeki önerisini uygulamayı düşündü. Ancak İstanbul’daki Hollanda elçisinin, böyle bir uygulamaya gidilmesi halinde İstanbul Hükümeti’nin bir çok taleple Hollanda hükümeti karşısına çıkabileceğini bildirmesi üzerine Hurgronje’nın ısrarlarına rağmen bu teşebbüsten vazgeçildi.
Hemen belirtmek yerinde olacaktır ki Hurgronje o dönemde kolonyal politikalar konusunda Hollanda’da oluşmuş olan iki kamptan (realist politikaları savunanlar ve ahlakçı politkaları savunnalar) ahlakçı kolonyal politikaları (ethische politiek) savunan kampa mensuptu.
Bu durum onunun Hollanda siyasi çevrelerince de eleştirilmesi sonucunu doğurmuştu. Nitekim Kasım 1913’te dönemin Hollanda hükümetinde bakan bulunan A. F. De Savornin Lohman’in basına yaptığı bir açıklamasında Hurgronje’yi o dönemde şuyu’ bulan “Hindistan Müslümanlarındır” sloganının kaynağı olmakla suçlamıştı. Hurgronje buna şiddetle tepki göstermiş ve hiçbir yazısında böyle bir temayüle sahip olduğunu gösteren bir ipucu bulunamayacağını beyan etmişti. Hurgronje bakana gönderdiği mektubunda Rotterdamlı misyonerlerin faaliyetlerine hiç bir menfaati olmadan katkıda bulunduğunu ve yazılarından dolayı Hollanda’lı sömürge valisi (Gouverneur-Generaal) Idenburg’ün kendisinden memnuniyetlerini ifade ettiğini de ayrıca belirtmektedir.
Hurgronje’nın kolonyal politikalar konusundaki yaratıcılığından sadece Hollanda hükümeti değil, ölümünden bir kaç yıl önce 1936’da Fransız hükümeti’nin kendisine Fas politikalarına katkılarından dolayı onursal danışman ünvanını uygun görmesinden de anlaşılacağı üzere Avrupa’nın diğer sömürgeci devletleri de istifade etmiştir.


İsmail Hakkı Kadı
Turkology Update Leiden Project Working Papers Archive
Department of Turkish Studies
Universiteit Leide

Benzer Konular

27 Haziran 2012 / virtuecat Tarih
14 Nisan 2012 / Misafir Cevaplanmış
21 Temmuz 2015 / konyalı veysel Soru-Cevap
12 Mayıs 2011 / Alvarez Ocean Tarih