Ziyaretçi
Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları
-1-
Erken Dönemde Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları (17. ve 18. yy.)
Her ne kadar, Maxime Rodinson’un da ifade ettiği gibi İslam, Batı’nın gündemine bir “sorun” olarak yerleşmeden çok önceleri, bir “tehdit” olarak kendini göstermişse de bu durum Avrupa’nın Kuzey Batısında bulunan Hollanda özelinde geçerli bir yargı değildir. Zira Avrupa karşısındaki en büyük “İslami tehdidi” temsil eden Endülüs Emevileri’nin ve Osmanlılar’ın yayılma sahalarının oldukça uzağında kalan Hollanda’nın anayurdu tarihinin hiçbir döneminde “İslam tehdidine” maruz kalmamıştır. Hemen ifade edilmelidir ki buna rağmen Ortaçağlarda ve Yeni Çağın baçlangıcında Hollanda efkarı umumiyesi aynı medeniyet havzasında yer aldığı diğer Avrupa ülkelerinin genelde İslam ve özelde de “Türkler” hakkındaki kanaatlerini paylaşmaktaydı. Haçlı seferleri ve Avrupa karşısında Osmanlı ilerlemesinin Avrupa kamuoyunda yarattığı “korkunç Türk” imajı, bu kültürel geçişkenliğin bir ürünü olarak Hollanda tarafından da benimsenmişti. Türk olgusu reformasyon sürecinde de mücadele eden taraflar arasında bir propaganda unsuru olarak gündemdeki yerini korurken Hollanda’yı derinden etkileyen bu sürecin önde gelen isimlerinden Martin Luther Osmanlı sultanını Papa’ya benzetmekte onun tanrının bir imtihanı ve Papa’yı cezalandırmak için yarattığı bir bela olduğunu söylemekteydi. O dönemde Avrupa kamuoyuna hakim olan bütün bu önyarıların ve olumsuz kanaatlerin Hollanda’ya da hakim olması, bu dönemlerde Avrupa kamuoyunda İslam ve “Türkler” hakkında oluşan kanaatlerin, “tehdidin” gerçekliğinden ziyade bunun Avrupalılarca algılanma ve yeniden üretimi ilgili olduğunun bir göstergesidir.
İslam ve “Türkler” hakkındaki olumsuz imaja kaynaklık eden diğer bir etken de muhtemelen bu dönemlerde Hollanda’da İslam ve “Türkler” hakkındaki bilgi birikiminin fevkalade az olmasıdır. Ortaçağlara ait Hollanda kaynaklarında İslamla ilgili fazlaca yazıldığını söylemek mümkün değildir. İstisna mahiyetindeki değinimler de o dönem Avrupa kaynaklarında sıkça görülen ve Hırıstiyanlığın etkisinden beslenen önyargıların belirlediği hakaretamiz ifadelerden öteye gidememiştir.
Her ne kadar Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısı Hollanda’da “Türkler” hakkındaki önyargıların Hollanda’nın kendi reel-politik zorunluluklarıyla bağlantılı nedenlerle sorgulanması sonucunu doğurması bakımından önemli bir dönem ise de, bu dönemin “Türkler” hakkındaki kanaatlerde köklü değişikliklerin meydana geldiği bir dönüm noktası olarak nitelendirilmesi yanlıştır. Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısını önemli kılan gelişmelerin başında Hollanda’nın İspanyollar’a karşı yürütmüş olduğu bağımsızlık mücadelesi nedeniyle bir bakıma o dönemde İspanyollara karşı “Türklerle” aynı tarafta yer almalarıydı. Bu fiili durumun bir neticesidir ki Hollandalılar’ın bağımsızlık
mücadelesi sürecinde yaygın olarak kullandıkları sloganlardan biri de “Katoliklerdense Türkler” di. “Tanrının cezası Türkler” artık Hollandalılarca, düşmanları İspanyollar’ın en büyük düşmanı olmaları itibarıyla, muhtemel bir müttefik olarak algılanmaya başlanmıştı.“Deniz dilencileri” olarak bilinen ve Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesinde önemli roller üstlenen “çetecilerin” gemilerine Osmanlı flamaları çekmeleri de bu yeni algılayışın bir neticesi olarak görülmelidir. “Katoliklerdense Türkler” sloganının Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesinin parolası haline gelmesini besleyen bir başka neden ise Hollanda kamuoyunun, İspanyol idaresinin Hollandada hızla yayılan protestanlığa karşı sıkça başvurduğu engizisyon mahkemeleri uygulamalarına mukabil, Osmanlı idaresinin Hırıstiyan ve Yahudilere karşı göstermiş olduğu hoşgörüden haberdar olmasıdır. Bu dönemde İspanyollara karşı yürütülen propaganda savaşının bir parçası olarak yayınlanan birçok bildiride, toleranssız İspanyol idaresi hoşgörülü Osmanlı sistemiyle kıyaslanarak tenkid edilmekteydi. Ancak yine de bu dönemde Hollanda’da Osmanlılar hakkında ciddi bir bilgi birikiminden söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle bu olumlu gelişmelere rağmen Hollanda’da “Türkler” hakkındaki hakim kanaat diğer Avrupa ülkelerinden farklı değildi ve “vahşi Türk” (woeste Turk) imajı Avrupa’nın her tarafında olduğu kadar Hollanda kültürünün de bir parçası haline gelmişti ki bunun Hollanda diline kazandırdığı muhtelif deyimler halen Felemenkçe’deki yerini, azalan önemlerine rağmen, korumaktadır. Bu şartlar altında ortaya çıkan Hollanda’nın bu dönemlerdeki edebi ürünleri de belirgin bir şekilde “Türk” aleytarı ögelerle doludur. Bu meyanda
zikredebileceğimiz Vondel’ın Girit savaşı (1669) dolayısıyla ve 1664 Osmanlı-Avusturyasavaşları dolayısıyla yazmış olduğu şiirler tamamıyla “Türk” aleyhtarı hislerin ürünüdür. Osmanlı medeniyetinin zirvesine ulaştığı dönem aynı zamanda Avusturya-Macaristan İmparatorunun hizmetindeki bazı Hollandalı diplomatların İmparatoru temsilen Osmanlı ülkesini ziyaret ettikleri dönemdir. Bu diplomatların en önemlisi 1554-62 yılları arasında Ferdinand I’i temsilen İstanbul’da bulunan ve Osmanlı ülkesinde ikameti esnasında Anadolu’nun da muhtelif yerlerini gezen Ogier Ghislain de Busbeq’dir (1522-92). Esasen “Güney Hollandalı” yani Belçikalı olan Busbeq’i önemli kılan sadece onun tam bir rönesans ruhuna sahip, birçok dili bilen ve eğitimli bir hümanist olması değil, aynı zamanda lale, leylak ve kestane gibi bitkileri Hollanda’ya kazandırması ve bununla birlikte Osmanlı ülkesindeki ikameti esnasında kaleme alıp Avrupa’daki arkadaşlarına gönderdiği ve Osmanlı kültürü, siyaseti ve toplumsal yaşantısı gibi konulara değindiği dört mektubudur. Busbeq’in bu mektuplarını çağdaşı olan diğer Batılı ürünlerden ayıran en önemli özelliği, büyük oranda önyargılardan uzak, ferasetli bir kavrayışın ürünü olmaları ve tamamen yabancısı olduğu Osmanlı kültürünü saygıyı da içeren bir ifade tarzıyla ele almasıdır.
Fransızlar, İngilizler ve İtalyanlarla mukayese edildiğinde Osmanlı ülkesinin Hollandalı seyyahların uğrak bir güzergahı olduğunu söylemek oldukça zordur. Buna rağmen muhtelif Hollandalı seyyahın Osmalı ülkesini ziyaret edip seyahatnamelerini yayınladıklarını bilmekteyiz.
Hollandalılar’ın resim sanatındaki ününü hatra getiren bir durum olarak bu seyyahların belkide en önemlisi ressam Cornelis de Bruyn’dür (1652-1719). Ondokuz yıl süren (1674-1693) Osmanlı ülkesine ilk seyahati esnasında yaptığı resimleri 1698’de Delf’te yayınlanan Bruyn’ün bu dönemdeki çalışmaları Anadolu’nun muhtelif yerleri, Sakız, Rodos, Kıbrıs, İstanköy vs. gibi Ege ve Akdeniz adaları ve Mısır, Suriye ve Filistin’in muhtelif yerlerine ait şehir ve tabiat manzaraları ve Osmanlı saray elitini de içeren çeşitli insan figurlerini kapsamaktadır. Bruyn’ün yanısıra Hollanda’nın Orient hakkındaki seyahat literatürüne katkıda bulunan diğer önemli şahsiyetler meyanında 1590’lı yıllardaki seyahtine ait notlarını Busbeq’i takliden latince mektuplar şeklinde neşreden Leiden’lı Joris van der Does (1574-1599), 1647-1673’te Levant’ta seyahatte bulunan Jan Jansz. Struys’ü zikretmek mümkündür. Bunların yanında bazı gemiciler de Akdenizdeki seyahatleri hakkındaki notlarını yayınlamışlardı. Bunlardan biri Akdeniz’de yaptığı üç seyahati (1777-1779, 1783-1785, 1786-1788) anlatan Cornelis De Jong’dur. Bunların dışında Hollanda edebiyat tarihinin önemli isimlerinden Pieter van Woensel (1747-1808), “Amurath-Effendi Hekim-Bachi” mahlasıyla kaleme aldığı ve Osmanlı ülkesine seyahatini anlattığı kitabı önceki seyahatname literatüründen farklılıklar gösteren çok özgün bir tarzın ürünüdür. Woensel kitabında Osmanlı İmparatorluğunu 1784-89 arası dönemdeki askeri ve siyasi durumu itibarıyla değerlendirir ve Osmanlı’ya karşı savaşan Rus ordusunun hizmetinde bulunduğu esnada Rus ordusunun estirdiği terörün Kırım ve Kafkas halkı üzerindeki etkilerini bizzat gördüklerinden yola çıkarak aktarır. Gördüklerinden oldukça fazla etkilenen Woensel Rus ordusundan istifa ederek Kırım ve Anadolu üzerinden İstanbul’a gelir. Woensel İstanbul’da Osmanlı hükümetine, Rus ordusuna karşı veba mikrobunun bir silah olarak kullanılmasını da içeren bazı tavsiyelerde bulunmuştu.
Hollanda Cumhuriyeti’nin İspanyol tahtından bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından (1574), bir nevi Hollanda’nın bağımsızlığının bir sembolü olarak kurulan Leiden Üniversitesi, Hollanda medeniyetinin zirveye ulaştığı 17. yüzyılda bir çok alanda olduğu gibi şarkıyat alanında da hem Hollanda özelinde hem de Avrupa genelindeki akademik çalışmaların en önemli merkezi olmuştur. Leiden Üniversitesi’nde şarkıyat araştırmlarına yer verilmesinin temel saiki diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi özellikle misyonerlik faaliyetleri bağlamında İslam akidesini araştırmak ve yanlışlamak gayesidir. Ta başlangıçtan itibaren Şarkıyat araştırmalarının İncil araştırmaları bölümüne bağlı olarak yürütülmüş olması bu durumun bir göstergesi olarak algılanmalıdır. Aşağıda hakkında daha etraflı olarak bilgi verelecek olan Leiden’ın en önemli oryantalistlerinden Levinus Warner bizzat kendi ifadesine göre misyonerlik faaliyetlerine katkıda bulunabilmek için şarkıyat alanda çalışmayı seçmiştir. Ancak hemen işaret edilmelidir ki bu dönemde Leiden’lı oryantalistlerce Arapça’dan Latince’ye tercüme edilen kitaplar İslam ilahiyatından ziyade astronomi, matematik ve tıbbla ilgili kitaplardı. Hollanda’da Leiden Üniversitesi merkezli olarak tekamül eden Şarkıyat araştırmalarını stimüle eden diğer bir faktör de Hollanda’nın gerek Garb Ocakları ve gerekse Osmanlı Hükümeti’yle tesis ettiği ve zaman içerisinde geliştirdiği diplomatik ilişkilerde ihtiyaç duyduğu tercümanların yetiştirilmesi saikidir. Zira 1612’de Hollanda’nın ilk İstanbul elçisi Cornelis Haga İstanbul’a geldiğinde Osmanlı makamlarıyla iletişim kurabilmek için zamanın Kaptân-ı Derya’sı Halil Paşa’nın kendisinin hizmetine verdiği Venedikli bir tercümanın hizmetinden istifade etmek durumundaydı. Bu da göstermektedir ki, bu dönemde Hollanda’da bu fonksiyonu icra edecek derecede Türkçe’ye hakim biri henüz bulunmamaktaydı. Cornelis Haga’nın misyonunun başarıya ulaşması ve Hollanda ile Osmanlı Devletleri arasında sürekli diplomatik ilişkilerin kurulması Hollanda’da Türk dili üzerinde uzmanlaşmış kişileri olmazsa olmaz bir ihtiyaç haline getirdi. Ancak İstanbuldaki elçilerinin bütün ısrarlarına rağmen Hollanda hükümeti hiçbir zaman Fransız oryantalizminin gelişimde merkezi bir rol oynayan Ecole des Jeunes de Langue (daha sonraları Ecole Nationale Institut des Langues Oreintales Vivantes) veya Avusturya oryantalizminin önemli kurumlarından biri olan Viyana’daki Konsular-Akademie türünden bir kurumsallaşmaya doğru adım atmadı. Nitekim Hollandalı akademisyenler Türk dili ve kültürü hakkındaki bilgilerini 20. yy.’ın başlarına kadar büyük bir çoğunlukla Osmanlı ülkesindeki elçilik ve konsolosluklarda üstlendikleri görevler esnasında artıracaklardır. Bu mealde 17. yy’da Golius ve Warner’la başlayan çizginin son halkası 20. yy’ın başındaki J. H. Kramers olacaktır.
1598’de Leiden’da yayınlanan Emendatione Temporum adlı kitabının yazımında Rumca, Latince, İbranice, Arapça ve Farsça kaynakların yanısıra Türkçe kaynakları da kullanan Josephus Justus Scaliger muhtemelen Leiden Üniversitesi’nde Türk diliyle ilgilenen ilk şahsiyettir. Ancak bu dönemde Leiden Üniversitesi’nde sırf Türk dili ve tarihiyle ilgilenen bir kürsünün mevcut olmayışı dolayısıyla bu alandaki çalışmalar Doğu dilleri kürsüsüne bağlı olarak Arapça ve Farsça ile birlikte ele alınıyordu.
Hollanda’da Türk diliyle ilgili ilk çalışmayı yapan şahıs ise, Sumatra’daki 26 aylık esareti döneminde Maleyce ve Madagaskarca ve bu dillerdeki Arapça ve Türkçe kelimelerle ilgili bir kitap yazan Frederik de Houtman’dır. Houtman 1603’te Amsterdam’da yayımlanan kitabında, bir müddet Türkiye’de kaldığını belirttiği Fr. De H. Van Eender’dan naklen bazı Türkçe kelimeleri sırlamıştır.
İlk diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin ardından İstanbul’daki Hollanda elçiliğinin de önemli katkılarıyla Osmanlı kültürü ve tarihi hakkında Hollandalılar’ın sahip olduğu bilgiler düzenli bir şekilde gelişti. Hollanda’nın İstanbul elçisi Haga İstanbul’daki ikameti esnasında Osmanlı ülkesini ziyaret eden Hollandalı oryantalistleri misafir ederek onlara yardımcı olmaktaydı. Bazı Leiden’lı oryantalistler Haga’nın bu misafirperverliğini değerlendirerek Doğu dillerini ve kültürlerini yerinde öğrenebilmek, eyazma eserler toplamak ve Hollanda’da ihtiyaç duyulan eğitim araçlarını temin etmek için İstanbul’da onun misafir oldular. Hatta, 1613’te Leiden Üniversitesi’ne ilk Doğu dilleri Ordinaryus Profesörü tayin edilen Thomas Erpenius’un (1584-1624) talebi üzerine Haga’nın kendisi de bizzat yazma eserler ve harf modelleri satınalarak Hollanda’ya göndermişti. Erpenius Arapça’nın yanısıra Farsça ve Türkçe de çalışmaktaydı.
Erpenius’un öğrencisi, halefi ve Hollanda’nın şöhretli oryantalistlerinden olan Jacobus Golius (1596-1667) da diğer Doğu dillerinin yanısıra Türkçe çalışan ilk Leiden’lı oryantalistlerdendir. Hem Erpenius ve hem de Golius Hollanda ile Osmanlı Devleti arasındaki diplomatik ilişkilerde diplomatik metinleri tercüme ederek Hollanda parlamentosuna hizmet verdiler. 1625’te Golius, Erpenius’un yerine tayin edildiğinde Levant’ı ziyaret etmek ve bu ziyareti esnasında doğu dilleri hakkındaki bilgisini geliştirmek ve Leiden Üniversitesi kütüphanesi için elyazması toplamak üzere müracaat ettiğinde bu talebi uygun görüldü. Hollanda’ya dönüşünün ardından 1629’da Golius, Leiden Üniversitesi’ne Matematik profesörü tayin edildi ve aynı zamanda Doğu dilleri profesörlüğünü de uhdesinde bulundurduğundan, Arapça’nın yanısıra Türkçe’yi de ders olarak okutmaya başladı. Bu iki görevi 38 yıl birarada yürüten Golius Türkçe ile ilgili çalışmalarını bir Türkçe-Latince sözlükle taçlandırdı.
En önemli eserlerini Arapça sahasında veren Golius 1629’da bir ilki gerçekleştirerek bir Arapça bir şiir basmış, 1636’da Timurlenk’in hayatı hakkındaki bir kitabın edisyonunu gerçekleştirmiş, 1640’ta Leiden Üniversitesi kütüphanesi için topladığı elyazmalarının kataloğunu hazırlamış, 1653’te Lexicon Arabico-Latinum’u tamamlamış, 1656’da Erpenius’un Arapça gramerinin yeniden basmış, El-Ferghânî’nin astronomi ile ilgili kitabından Latince’ye bazı tercümeler yapmış ve yine ancak 1669’da Londra’da yayımlanan Farsça-Latince bir sözlük hazırlamıştır. Golius’un 1667’de ölümünün ardından Leiden Üniversitesi’ndeki Matematik kürsüsü hemen doldurulmuşsa da Arapça kürsüsünün doldurulması için 40 yıl beklenilmesi gerekecek ve ancak bu zaman aralığının ardından evvelce İzmir’de papazlık yapmış olan J. Heyman bu göreve atanacaktır. Her ne kadar Hollanda elçilik ve konsolosluklarındaki tercümanlık hizmetleri diğer Avrupa ülkelerinin elçilik ve konsolosluklarında olduğu gibi genellikle gayrı müslim Osmanlı teba’ası tarafından yürütülüyorduysa da, Golius gibi birçok Leiden’lı oryantalist Doğu dilleriyle ilgili bilgisini geliştirmek için Osmanlı ülkesine gelerek bu görevleri üstlenmişlerdi. Sözkonusu oryantalislerin en önemlilerinden biri 1638-42 yılları arasında Leiden Üniversitesindeki şarkıyat eğitimi esnasında Golius’un talebesi bulunan Levinus Warner’dır (1619-1665).
İstanbul’a hareketinden evvel şarkıyat alanında dört eser vermiş olan Warner 1644’te İstanbul’a yerleşmiş ve burada ilmi çalışmalarıyla ticari faaliyetlerini bir arada yürütmüştür. 1647’den sonra ise Hollanda elçiliğinde tercümanlık görevine getirilen Warner 1648’de Leiden Üniversitesi’nin kendisine İbranice profesörlüğü teklifine rağmen İstanbul’da kalmayı tercih ederek 1655’te Hollanda’nın İstanbul maslahatgüzarlığını üstlenmiş daha sonra da elçiliğe yükseltilmiş ve bu görevi ölümüne kadar yürütmüştür. İstanbuldaki ikameti esnasında Warner hem oldukça zenginleşmiş hem de yetkin bir oryantalist olarak kendisini yetiştirmişti. Osmanlı enteljansıyasıyla yakın ilişki kurduğu bilinen Warner, İstanbul’daki ikameti esnasında oldukça isabetli kararlarla bin civarındaki elyazması toplamıştır. Warner’ın piyasada bulamadığı elyazmalarını kopya ettirdiği de bilinmektedir. Onun kolleksiyonunun Leiden Üniversitesi kütüphanesine devriyle birlikte bu kütüphane Batı Avrupa’daki en zengin yazma eserler kolleksiyonlardan birine sahip olmuş oluyordu.
Sponsorlu Bağlantılar
Erken Dönemde Hollanda’da Şarkıyat Araştırmaları (17. ve 18. yy.)
Her ne kadar, Maxime Rodinson’un da ifade ettiği gibi İslam, Batı’nın gündemine bir “sorun” olarak yerleşmeden çok önceleri, bir “tehdit” olarak kendini göstermişse de bu durum Avrupa’nın Kuzey Batısında bulunan Hollanda özelinde geçerli bir yargı değildir. Zira Avrupa karşısındaki en büyük “İslami tehdidi” temsil eden Endülüs Emevileri’nin ve Osmanlılar’ın yayılma sahalarının oldukça uzağında kalan Hollanda’nın anayurdu tarihinin hiçbir döneminde “İslam tehdidine” maruz kalmamıştır. Hemen ifade edilmelidir ki buna rağmen Ortaçağlarda ve Yeni Çağın baçlangıcında Hollanda efkarı umumiyesi aynı medeniyet havzasında yer aldığı diğer Avrupa ülkelerinin genelde İslam ve özelde de “Türkler” hakkındaki kanaatlerini paylaşmaktaydı. Haçlı seferleri ve Avrupa karşısında Osmanlı ilerlemesinin Avrupa kamuoyunda yarattığı “korkunç Türk” imajı, bu kültürel geçişkenliğin bir ürünü olarak Hollanda tarafından da benimsenmişti. Türk olgusu reformasyon sürecinde de mücadele eden taraflar arasında bir propaganda unsuru olarak gündemdeki yerini korurken Hollanda’yı derinden etkileyen bu sürecin önde gelen isimlerinden Martin Luther Osmanlı sultanını Papa’ya benzetmekte onun tanrının bir imtihanı ve Papa’yı cezalandırmak için yarattığı bir bela olduğunu söylemekteydi. O dönemde Avrupa kamuoyuna hakim olan bütün bu önyarıların ve olumsuz kanaatlerin Hollanda’ya da hakim olması, bu dönemlerde Avrupa kamuoyunda İslam ve “Türkler” hakkında oluşan kanaatlerin, “tehdidin” gerçekliğinden ziyade bunun Avrupalılarca algılanma ve yeniden üretimi ilgili olduğunun bir göstergesidir.
İslam ve “Türkler” hakkındaki olumsuz imaja kaynaklık eden diğer bir etken de muhtemelen bu dönemlerde Hollanda’da İslam ve “Türkler” hakkındaki bilgi birikiminin fevkalade az olmasıdır. Ortaçağlara ait Hollanda kaynaklarında İslamla ilgili fazlaca yazıldığını söylemek mümkün değildir. İstisna mahiyetindeki değinimler de o dönem Avrupa kaynaklarında sıkça görülen ve Hırıstiyanlığın etkisinden beslenen önyargıların belirlediği hakaretamiz ifadelerden öteye gidememiştir.
Her ne kadar Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısı Hollanda’da “Türkler” hakkındaki önyargıların Hollanda’nın kendi reel-politik zorunluluklarıyla bağlantılı nedenlerle sorgulanması sonucunu doğurması bakımından önemli bir dönem ise de, bu dönemin “Türkler” hakkındaki kanaatlerde köklü değişikliklerin meydana geldiği bir dönüm noktası olarak nitelendirilmesi yanlıştır. Onaltıncı yüzyılın ikinci yarısını önemli kılan gelişmelerin başında Hollanda’nın İspanyollar’a karşı yürütmüş olduğu bağımsızlık mücadelesi nedeniyle bir bakıma o dönemde İspanyollara karşı “Türklerle” aynı tarafta yer almalarıydı. Bu fiili durumun bir neticesidir ki Hollandalılar’ın bağımsızlık
mücadelesi sürecinde yaygın olarak kullandıkları sloganlardan biri de “Katoliklerdense Türkler” di. “Tanrının cezası Türkler” artık Hollandalılarca, düşmanları İspanyollar’ın en büyük düşmanı olmaları itibarıyla, muhtemel bir müttefik olarak algılanmaya başlanmıştı.“Deniz dilencileri” olarak bilinen ve Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesinde önemli roller üstlenen “çetecilerin” gemilerine Osmanlı flamaları çekmeleri de bu yeni algılayışın bir neticesi olarak görülmelidir. “Katoliklerdense Türkler” sloganının Hollanda’nın bağımsızlık mücadelesinin parolası haline gelmesini besleyen bir başka neden ise Hollanda kamuoyunun, İspanyol idaresinin Hollandada hızla yayılan protestanlığa karşı sıkça başvurduğu engizisyon mahkemeleri uygulamalarına mukabil, Osmanlı idaresinin Hırıstiyan ve Yahudilere karşı göstermiş olduğu hoşgörüden haberdar olmasıdır. Bu dönemde İspanyollara karşı yürütülen propaganda savaşının bir parçası olarak yayınlanan birçok bildiride, toleranssız İspanyol idaresi hoşgörülü Osmanlı sistemiyle kıyaslanarak tenkid edilmekteydi. Ancak yine de bu dönemde Hollanda’da Osmanlılar hakkında ciddi bir bilgi birikiminden söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle bu olumlu gelişmelere rağmen Hollanda’da “Türkler” hakkındaki hakim kanaat diğer Avrupa ülkelerinden farklı değildi ve “vahşi Türk” (woeste Turk) imajı Avrupa’nın her tarafında olduğu kadar Hollanda kültürünün de bir parçası haline gelmişti ki bunun Hollanda diline kazandırdığı muhtelif deyimler halen Felemenkçe’deki yerini, azalan önemlerine rağmen, korumaktadır. Bu şartlar altında ortaya çıkan Hollanda’nın bu dönemlerdeki edebi ürünleri de belirgin bir şekilde “Türk” aleytarı ögelerle doludur. Bu meyanda
zikredebileceğimiz Vondel’ın Girit savaşı (1669) dolayısıyla ve 1664 Osmanlı-Avusturyasavaşları dolayısıyla yazmış olduğu şiirler tamamıyla “Türk” aleyhtarı hislerin ürünüdür. Osmanlı medeniyetinin zirvesine ulaştığı dönem aynı zamanda Avusturya-Macaristan İmparatorunun hizmetindeki bazı Hollandalı diplomatların İmparatoru temsilen Osmanlı ülkesini ziyaret ettikleri dönemdir. Bu diplomatların en önemlisi 1554-62 yılları arasında Ferdinand I’i temsilen İstanbul’da bulunan ve Osmanlı ülkesinde ikameti esnasında Anadolu’nun da muhtelif yerlerini gezen Ogier Ghislain de Busbeq’dir (1522-92). Esasen “Güney Hollandalı” yani Belçikalı olan Busbeq’i önemli kılan sadece onun tam bir rönesans ruhuna sahip, birçok dili bilen ve eğitimli bir hümanist olması değil, aynı zamanda lale, leylak ve kestane gibi bitkileri Hollanda’ya kazandırması ve bununla birlikte Osmanlı ülkesindeki ikameti esnasında kaleme alıp Avrupa’daki arkadaşlarına gönderdiği ve Osmanlı kültürü, siyaseti ve toplumsal yaşantısı gibi konulara değindiği dört mektubudur. Busbeq’in bu mektuplarını çağdaşı olan diğer Batılı ürünlerden ayıran en önemli özelliği, büyük oranda önyargılardan uzak, ferasetli bir kavrayışın ürünü olmaları ve tamamen yabancısı olduğu Osmanlı kültürünü saygıyı da içeren bir ifade tarzıyla ele almasıdır.
Fransızlar, İngilizler ve İtalyanlarla mukayese edildiğinde Osmanlı ülkesinin Hollandalı seyyahların uğrak bir güzergahı olduğunu söylemek oldukça zordur. Buna rağmen muhtelif Hollandalı seyyahın Osmalı ülkesini ziyaret edip seyahatnamelerini yayınladıklarını bilmekteyiz.
Hollandalılar’ın resim sanatındaki ününü hatra getiren bir durum olarak bu seyyahların belkide en önemlisi ressam Cornelis de Bruyn’dür (1652-1719). Ondokuz yıl süren (1674-1693) Osmanlı ülkesine ilk seyahati esnasında yaptığı resimleri 1698’de Delf’te yayınlanan Bruyn’ün bu dönemdeki çalışmaları Anadolu’nun muhtelif yerleri, Sakız, Rodos, Kıbrıs, İstanköy vs. gibi Ege ve Akdeniz adaları ve Mısır, Suriye ve Filistin’in muhtelif yerlerine ait şehir ve tabiat manzaraları ve Osmanlı saray elitini de içeren çeşitli insan figurlerini kapsamaktadır. Bruyn’ün yanısıra Hollanda’nın Orient hakkındaki seyahat literatürüne katkıda bulunan diğer önemli şahsiyetler meyanında 1590’lı yıllardaki seyahtine ait notlarını Busbeq’i takliden latince mektuplar şeklinde neşreden Leiden’lı Joris van der Does (1574-1599), 1647-1673’te Levant’ta seyahatte bulunan Jan Jansz. Struys’ü zikretmek mümkündür. Bunların yanında bazı gemiciler de Akdenizdeki seyahatleri hakkındaki notlarını yayınlamışlardı. Bunlardan biri Akdeniz’de yaptığı üç seyahati (1777-1779, 1783-1785, 1786-1788) anlatan Cornelis De Jong’dur. Bunların dışında Hollanda edebiyat tarihinin önemli isimlerinden Pieter van Woensel (1747-1808), “Amurath-Effendi Hekim-Bachi” mahlasıyla kaleme aldığı ve Osmanlı ülkesine seyahatini anlattığı kitabı önceki seyahatname literatüründen farklılıklar gösteren çok özgün bir tarzın ürünüdür. Woensel kitabında Osmanlı İmparatorluğunu 1784-89 arası dönemdeki askeri ve siyasi durumu itibarıyla değerlendirir ve Osmanlı’ya karşı savaşan Rus ordusunun hizmetinde bulunduğu esnada Rus ordusunun estirdiği terörün Kırım ve Kafkas halkı üzerindeki etkilerini bizzat gördüklerinden yola çıkarak aktarır. Gördüklerinden oldukça fazla etkilenen Woensel Rus ordusundan istifa ederek Kırım ve Anadolu üzerinden İstanbul’a gelir. Woensel İstanbul’da Osmanlı hükümetine, Rus ordusuna karşı veba mikrobunun bir silah olarak kullanılmasını da içeren bazı tavsiyelerde bulunmuştu.
Hollanda Cumhuriyeti’nin İspanyol tahtından bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından (1574), bir nevi Hollanda’nın bağımsızlığının bir sembolü olarak kurulan Leiden Üniversitesi, Hollanda medeniyetinin zirveye ulaştığı 17. yüzyılda bir çok alanda olduğu gibi şarkıyat alanında da hem Hollanda özelinde hem de Avrupa genelindeki akademik çalışmaların en önemli merkezi olmuştur. Leiden Üniversitesi’nde şarkıyat araştırmlarına yer verilmesinin temel saiki diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi özellikle misyonerlik faaliyetleri bağlamında İslam akidesini araştırmak ve yanlışlamak gayesidir. Ta başlangıçtan itibaren Şarkıyat araştırmalarının İncil araştırmaları bölümüne bağlı olarak yürütülmüş olması bu durumun bir göstergesi olarak algılanmalıdır. Aşağıda hakkında daha etraflı olarak bilgi verelecek olan Leiden’ın en önemli oryantalistlerinden Levinus Warner bizzat kendi ifadesine göre misyonerlik faaliyetlerine katkıda bulunabilmek için şarkıyat alanda çalışmayı seçmiştir. Ancak hemen işaret edilmelidir ki bu dönemde Leiden’lı oryantalistlerce Arapça’dan Latince’ye tercüme edilen kitaplar İslam ilahiyatından ziyade astronomi, matematik ve tıbbla ilgili kitaplardı. Hollanda’da Leiden Üniversitesi merkezli olarak tekamül eden Şarkıyat araştırmalarını stimüle eden diğer bir faktör de Hollanda’nın gerek Garb Ocakları ve gerekse Osmanlı Hükümeti’yle tesis ettiği ve zaman içerisinde geliştirdiği diplomatik ilişkilerde ihtiyaç duyduğu tercümanların yetiştirilmesi saikidir. Zira 1612’de Hollanda’nın ilk İstanbul elçisi Cornelis Haga İstanbul’a geldiğinde Osmanlı makamlarıyla iletişim kurabilmek için zamanın Kaptân-ı Derya’sı Halil Paşa’nın kendisinin hizmetine verdiği Venedikli bir tercümanın hizmetinden istifade etmek durumundaydı. Bu da göstermektedir ki, bu dönemde Hollanda’da bu fonksiyonu icra edecek derecede Türkçe’ye hakim biri henüz bulunmamaktaydı. Cornelis Haga’nın misyonunun başarıya ulaşması ve Hollanda ile Osmanlı Devletleri arasında sürekli diplomatik ilişkilerin kurulması Hollanda’da Türk dili üzerinde uzmanlaşmış kişileri olmazsa olmaz bir ihtiyaç haline getirdi. Ancak İstanbuldaki elçilerinin bütün ısrarlarına rağmen Hollanda hükümeti hiçbir zaman Fransız oryantalizminin gelişimde merkezi bir rol oynayan Ecole des Jeunes de Langue (daha sonraları Ecole Nationale Institut des Langues Oreintales Vivantes) veya Avusturya oryantalizminin önemli kurumlarından biri olan Viyana’daki Konsular-Akademie türünden bir kurumsallaşmaya doğru adım atmadı. Nitekim Hollandalı akademisyenler Türk dili ve kültürü hakkındaki bilgilerini 20. yy.’ın başlarına kadar büyük bir çoğunlukla Osmanlı ülkesindeki elçilik ve konsolosluklarda üstlendikleri görevler esnasında artıracaklardır. Bu mealde 17. yy’da Golius ve Warner’la başlayan çizginin son halkası 20. yy’ın başındaki J. H. Kramers olacaktır.
1598’de Leiden’da yayınlanan Emendatione Temporum adlı kitabının yazımında Rumca, Latince, İbranice, Arapça ve Farsça kaynakların yanısıra Türkçe kaynakları da kullanan Josephus Justus Scaliger muhtemelen Leiden Üniversitesi’nde Türk diliyle ilgilenen ilk şahsiyettir. Ancak bu dönemde Leiden Üniversitesi’nde sırf Türk dili ve tarihiyle ilgilenen bir kürsünün mevcut olmayışı dolayısıyla bu alandaki çalışmalar Doğu dilleri kürsüsüne bağlı olarak Arapça ve Farsça ile birlikte ele alınıyordu.
Hollanda’da Türk diliyle ilgili ilk çalışmayı yapan şahıs ise, Sumatra’daki 26 aylık esareti döneminde Maleyce ve Madagaskarca ve bu dillerdeki Arapça ve Türkçe kelimelerle ilgili bir kitap yazan Frederik de Houtman’dır. Houtman 1603’te Amsterdam’da yayımlanan kitabında, bir müddet Türkiye’de kaldığını belirttiği Fr. De H. Van Eender’dan naklen bazı Türkçe kelimeleri sırlamıştır.
İlk diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin ardından İstanbul’daki Hollanda elçiliğinin de önemli katkılarıyla Osmanlı kültürü ve tarihi hakkında Hollandalılar’ın sahip olduğu bilgiler düzenli bir şekilde gelişti. Hollanda’nın İstanbul elçisi Haga İstanbul’daki ikameti esnasında Osmanlı ülkesini ziyaret eden Hollandalı oryantalistleri misafir ederek onlara yardımcı olmaktaydı. Bazı Leiden’lı oryantalistler Haga’nın bu misafirperverliğini değerlendirerek Doğu dillerini ve kültürlerini yerinde öğrenebilmek, eyazma eserler toplamak ve Hollanda’da ihtiyaç duyulan eğitim araçlarını temin etmek için İstanbul’da onun misafir oldular. Hatta, 1613’te Leiden Üniversitesi’ne ilk Doğu dilleri Ordinaryus Profesörü tayin edilen Thomas Erpenius’un (1584-1624) talebi üzerine Haga’nın kendisi de bizzat yazma eserler ve harf modelleri satınalarak Hollanda’ya göndermişti. Erpenius Arapça’nın yanısıra Farsça ve Türkçe de çalışmaktaydı.
Erpenius’un öğrencisi, halefi ve Hollanda’nın şöhretli oryantalistlerinden olan Jacobus Golius (1596-1667) da diğer Doğu dillerinin yanısıra Türkçe çalışan ilk Leiden’lı oryantalistlerdendir. Hem Erpenius ve hem de Golius Hollanda ile Osmanlı Devleti arasındaki diplomatik ilişkilerde diplomatik metinleri tercüme ederek Hollanda parlamentosuna hizmet verdiler. 1625’te Golius, Erpenius’un yerine tayin edildiğinde Levant’ı ziyaret etmek ve bu ziyareti esnasında doğu dilleri hakkındaki bilgisini geliştirmek ve Leiden Üniversitesi kütüphanesi için elyazması toplamak üzere müracaat ettiğinde bu talebi uygun görüldü. Hollanda’ya dönüşünün ardından 1629’da Golius, Leiden Üniversitesi’ne Matematik profesörü tayin edildi ve aynı zamanda Doğu dilleri profesörlüğünü de uhdesinde bulundurduğundan, Arapça’nın yanısıra Türkçe’yi de ders olarak okutmaya başladı. Bu iki görevi 38 yıl birarada yürüten Golius Türkçe ile ilgili çalışmalarını bir Türkçe-Latince sözlükle taçlandırdı.
En önemli eserlerini Arapça sahasında veren Golius 1629’da bir ilki gerçekleştirerek bir Arapça bir şiir basmış, 1636’da Timurlenk’in hayatı hakkındaki bir kitabın edisyonunu gerçekleştirmiş, 1640’ta Leiden Üniversitesi kütüphanesi için topladığı elyazmalarının kataloğunu hazırlamış, 1653’te Lexicon Arabico-Latinum’u tamamlamış, 1656’da Erpenius’un Arapça gramerinin yeniden basmış, El-Ferghânî’nin astronomi ile ilgili kitabından Latince’ye bazı tercümeler yapmış ve yine ancak 1669’da Londra’da yayımlanan Farsça-Latince bir sözlük hazırlamıştır. Golius’un 1667’de ölümünün ardından Leiden Üniversitesi’ndeki Matematik kürsüsü hemen doldurulmuşsa da Arapça kürsüsünün doldurulması için 40 yıl beklenilmesi gerekecek ve ancak bu zaman aralığının ardından evvelce İzmir’de papazlık yapmış olan J. Heyman bu göreve atanacaktır. Her ne kadar Hollanda elçilik ve konsolosluklarındaki tercümanlık hizmetleri diğer Avrupa ülkelerinin elçilik ve konsolosluklarında olduğu gibi genellikle gayrı müslim Osmanlı teba’ası tarafından yürütülüyorduysa da, Golius gibi birçok Leiden’lı oryantalist Doğu dilleriyle ilgili bilgisini geliştirmek için Osmanlı ülkesine gelerek bu görevleri üstlenmişlerdi. Sözkonusu oryantalislerin en önemlilerinden biri 1638-42 yılları arasında Leiden Üniversitesindeki şarkıyat eğitimi esnasında Golius’un talebesi bulunan Levinus Warner’dır (1619-1665).
İstanbul’a hareketinden evvel şarkıyat alanında dört eser vermiş olan Warner 1644’te İstanbul’a yerleşmiş ve burada ilmi çalışmalarıyla ticari faaliyetlerini bir arada yürütmüştür. 1647’den sonra ise Hollanda elçiliğinde tercümanlık görevine getirilen Warner 1648’de Leiden Üniversitesi’nin kendisine İbranice profesörlüğü teklifine rağmen İstanbul’da kalmayı tercih ederek 1655’te Hollanda’nın İstanbul maslahatgüzarlığını üstlenmiş daha sonra da elçiliğe yükseltilmiş ve bu görevi ölümüne kadar yürütmüştür. İstanbuldaki ikameti esnasında Warner hem oldukça zenginleşmiş hem de yetkin bir oryantalist olarak kendisini yetiştirmişti. Osmanlı enteljansıyasıyla yakın ilişki kurduğu bilinen Warner, İstanbul’daki ikameti esnasında oldukça isabetli kararlarla bin civarındaki elyazması toplamıştır. Warner’ın piyasada bulamadığı elyazmalarını kopya ettirdiği de bilinmektedir. Onun kolleksiyonunun Leiden Üniversitesi kütüphanesine devriyle birlikte bu kütüphane Batı Avrupa’daki en zengin yazma eserler kolleksiyonlardan birine sahip olmuş oluyordu.
İsmail Hakkı Kadı
Turkology Update Leiden Project Working Papers Archive
Department of Turkish Studies
Universiteit Leiden
Turkology Update Leiden Project Working Papers Archive
Department of Turkish Studies
Universiteit Leiden