Arama

Osmanlı Ordusu (Osmanlı Askeri Teşkilatı) - Sayfa 2

Güncelleme: 1 Ekim 2017 Gösterim: 46.556 Cevap: 14
snackbloot - avatarı
snackbloot
Ziyaretçi
21 Ekim 2010       Mesaj #11
snackbloot - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı İmparatorluğu"nda Askeri Teşkilat
Osmanlı Devletinde kurulan ilk düzenli kara kuvveti yaya ve müsellemlerdir.Bu kuvvet Orhan Gazi"nin veziri Aleaddin Paşa ve Çandarlı Kara Halil"in önayak olmalarıyla kurulmuştur.Piyade (yaya) ve süvari (müsellem) olmak üzere iki kısımdan oluşur.Ancak fetihlerle genişleyen Osmanlı Devletine bu kuvvetler yetersiz kalmaya başladı.Ve yeni bir askeri teşkilata ihtiyaç doğdu.Bunun üzerine Kapıkulu ocağı meydana getirildi.
Kapıkulu Ocakları
Sponsorlu Bağlantılar
Piyadeler:
1.Acemi Ocağı:
İlk Acemi Ocağı Gelibolu"da Çandarlı Kara Halil ve Rüstem Paşaların önayak olmalarıyla Murad I. zamanında kuruldu.Acemi Ocağına savaş esirlerinin beşte biri (Pençik) ve Osmanlı tebasında bulunn Hristiyanların çocukları (Devşirme) alınırdı.Bu esirlerle çocuklar önce Anadolu"da Türk ailelerin yanına Türkçeyi ve Türk gelenek ve göreneklerini öğrenmeleri için verilirdi. Küçükler oda hizmetinde büyükler ise devlet ileri gelenlerinin hizmetine veriliyorlardı.Sonra bunlar, yer açıldıkça Yeniçeri Ocağına ya da Bostancı Ocağına girerlerdi.

2.Yeniçeri Ocağı:
Kapıkulu Ocaklarının en önemlisidir.Mevcudu devamlı değişmekle beraber orta sayısı hiç değişmemiştir.Bu ortalar üç kısma ayrılmıştır.

a)Yaya Ortaları:
En eski yeniçeri ortalarıydı.Bunların her biri Deveci,Tekke,Katrancılar,İmam,Haseki,Solak,Zağaracılar,Turnacılar,Seksoncu,
Zemberekçi,Tüfenkçi ortaları gibi adlar alırlardı.
Ortabaşlarına yayabaşı adı verilirdi.Bu ortalar diğer (Ağa ve Sekban) ortalarına göre imtiyazlı idiler.
En önemli hudut kalelerine muhafız olarak bu ortalar gönderilirdi.

b)Sekban Bölükleri:
Yaya ve atlı olmak üzere iki kısımdı.33. bölüğüne Avcı başlarına ise sekbanbaşı denirdi.1451 yılına kadar yeniçeriocağından ayrı bir bölümdü bu tarihten sonra Yeniçeri ağalarının sekbanbaşı olması kuralı getirildi.Piyade ve süvari sekbanlar padişahla birlikte ava çıkarlardı.

c)Ağa Bölükleri:
Bayezıd II. zamanında kuruldu.Padişahın cülûsu sırasında bazı Yeniçerilerin isyankar hareketleri sonucu sekbanbaşıların Yeniçeri Ağası olma usülü kaldırıldı.Bunun yerine sarayda padişaha bağlı birinin ağa olması getirildi.

Yeniçeri Ocağının en büyük kumandanı yeniçeri ağasıdır.Padişahların tahta geçebilmeleri bu yeniçeri ağalarının onlara olan itaatine bağlı olduğu için padişahlar çoğunlukla bunları en güvendikleri kişilerden seçerlerdi.Yeniçeriler padişahın hassa askerlerinde olduğu için padişahla beraber sefere çıkarlar padişah çıkmazsa onlar çıkmazlardı.Seferlerde çadırlarını Otağ-ı Hümayunun etrafına kurup Otağa yabancı birinin girmesini engellerlerdi.Savaşlarda da ordunun merkezinde bulunurlardı.
4.Cebeci Ocağı:
Yeniçerilerin tüm silah araç ve gereçlerinin bakımı onarımı ve muhafazasınla görevli teknik bir sınıftır.Ayıca tüm bunların harp alanına nakilleriyle de görevliydiler.Bu ocaktan olanlar yeniçeriler gibi Acemi ocağından yetişmeydi.Tüm Kapıkulu ocakları gibi bu ocak da 1826 da kaldırıldı.

5.Topçu Ocağı:
Osmanlı ordusunda top Murad I. devrinden beri kullanılıyordu.Fakat topçu ocağının kesin olarak ne zaman kurulduğu bilinmemektedir.Osmanlı topçuluk Fatih devriyle gelişmeye başlamış 16.yy"da ise en mükemmel haline gelmiştir.Bu zarfta Osmanlıların kazandığı zaferlerde topların büyük payları vardı.Bu ocağın kışlaları ve dökümhaneleri bugünkü Tophane denilen semtteydi.Burada top dökümcüleri tarafından (Rihtegânı top ) tarafından dökümler yapılırdı. İmparatorluğun gelişmesiyle beraber buradaki dökümhaneler yetersiz hale geldi bunun üzerine Anadolu ve Rumeli"de yeni dökümhaneler yapıldı ayrıca 18.yy"da sürat topçuları ocağı kuruldu. Böylece topçu ocağı hem yeterli kapasiteye ulaştı hemde teknoljik gelişmelere ayak uydurabildi.

6.Lağımcı Ocağı:
Lağımcılar kale kuşatmalarında yeraltından yollar yaparak fitil ve barutla kale duvarlarını yıkmakla görevli bir teknik sınftı.Bir kısmı Cebeci ocağına bağlı bir kısmı ise tımar ve zeamet sahibi idi.Lağımcıların başına Lağımcıbaşı denirdi.Tımar sahibi olanlar Cebecibaşına bağlıydı.

7.Humbaracı Ocağı:
Humbaracılar savaş sırasında humbara ( Demirden veya tunçtan içi patlayıcı madde dolu top veya elle atılan bir savaş aleti.) kullanmakla görevliydi.Humbaracılar Cebeci ve topçu ocağına bağlı olmakla birlikte kale muhafazasında görevli humbaracılarda vardı.Cebeci ocağına bağlı humbaracılar daha çok humbara yapımıyla uğraşıyorlardı.Topçu ocağına bağlı humbaracılar ise savaşta bu savaş aracını kullanmaka görevliydi.

Süvariler:
Kapıkulu Süvari Ocağının temeli Murad I. zamanında sipahi ve silahtar birliklerinin kurulmasıyla atıldı.Sonra sağ ve sol ulufeciler ve sağ ve sol garipler bölüklerinin kurulmasıyla tamamlandı.Kapıkulu süvarileri de yeniçeriler gibi padişahın atlı askerleriydi..Derece ve maaş olarak üstün olmalarına rağmen devletteki nüfuz ve savaşlardaki rol bakımından yeniçeriler daha üstündü. Yeniçeriler acemi ocağından gelirdi.süvariler ise yeniçeriler,cebeciler ve saraydaki hizmetlilerin başarı gösterenleri ve terfiye hak kazananları arasından seçilirdi.

1.Sipahi Bölüğü:
Fatih Sultan Mehmet zamanında kurulmuştu.Bu bölük barış zamanında çeşitli vergileri toplamakla görevliydi.Bunların savaştaki görevleri padişahın çadırını korumak Sancak tepesi denilen yerleri yaparak orduya yol göstermek,siper kazdırmak ve kuşatılan kalelere toprak sürdürtmekti.

2.Silahtar Bölüğü:
Bu bölüğe Harem-i Hûmayundan çıkan iç oğlanlarla Galatasaray ve İbrahimpaşa sarayından çıkanlar alınırdı.

3-4. Ulufeciler:
Ulufecıyan-ı Yesar (Sol ulufeciler),Ulufecıyanı Yemin (Sağ ulufeciler) bölükleri mensupları da savaşta ve barışta padişahın hizmetinde bulunurlar ;savaşta hazineyi ve padişahın sancağını korurlardı.

5-6. Garipler:
Gurebayı Yemin (Sağ garipler) Gurebayı Yesar ( Sol Garipler ) bölüklerinin en önemli görevleri padişahın sancağını korumaktı.Bu bölüklere Galata,İbrahimpaşa ve Edirne saraylarından çıkanlara ve savaşlarda büyük kahramanlık gösterenler alınırdı.Atları için büyük otlaklara gereksinim olduğundan bu süvariler doğrudan İstanbul"a değil Anadolu ve Rumeli"de muhtelif yerlere gelirlerdi.Ok,yay,balta,pala,mızrak,hançer,kalkan ve bozdoğan (gürz) kullanırlardı.

Eyalet Askerleri
Osmanlı ordusunun asıl büyük kısmıydı.Tımarlı sipahiler ve Yerlikulu teşkilatı olmak üzere ikiye ayrılırdı:
a)Tımarlı Sipahiler: Eyalet askerlerinin dolayısıyla Osmanlı ordusunun en önemli kesimiydi.Tımarlı sipahiler tımar sahiplerinden ve bunların beslemekle yükümlü oldukları askerlerden meydana gelirdi.Bir seferden 2-3 ay önce tımarlı sipahilere hazır olmaları emredilirdi.Bütün sipahilerin sefere katılması zorunluydu.Sipahilerin subaylarına Alaybeyi denirdi.Her alaybeyi 1000 sipahiye kumanda ederdi.Silahları kılıç,ok,kalkan,mızrak idi.Başlarında miğfer üstlerinde zırh bulunurdu.

b)Yerlikulu Teşkilatı:
Yerlikulu teşkilatı üç bölüme ayrılır:

Yurtiçi teşkilatı:
Voynuklar,cerahorlar,martalozlar,derbentçiler,belderanlar ve menzilciler gibi gruplardan meydana gelirlerdi.
Geri Hizmet Teşkilatı:
Yaya ve müsellemler Yeniçeri Ocağı kurulduktan sonra yol açmak, köprü yapmak,kale tamir etmek,zahire nakli vb. geri hizmetler ve kalelerin muhafazalarıyla görevlendirildi.
Kale Kuvvetleri Teşkilatı:
Sınırda ve stratejik bölgelerde muhafızlıkla görevli askerler,azablar gönüllü ve beşlilerden oluşan kuvvetlerdir.Azablar kale muhafızlığı dışında köprücülük ve lağımcılık gibi işlerde de kullanılırdı.Gönüllü ve beşliler sınır bölgelerindeki kasabalar,şehir ve kalelerin muhafazalarıyla görevliydiler.Bunlar çoğunlukla yerli halktan ve müslümanlığı kabul etmiş olanlardan seçilirdi.Gönüllüler süvari ve maaşlı olurdu.Bunların maaşlarını bölgenin maliyesi karşılardı.Beşliler bölgedeki köylerden bir mükellefiyet (beş evden bir kişi=Pençik) şeklinde toplanırdı.
Akıncılar:
Hafif süvari birliği idi.Rumeli"de hudutlara yakın yerlerde bulunurlardı.Devamlı düşman memleketlere akınlar yapıp para,mal ve esirler elde ederlerdi.Bu arada elde ettikleri bilgileri merkeze bildirirlerdi.Savaş zamanında ordunu 3-4 günlük mesafe ile önünde giderler keşifte bulunurlar,yol ve köprüleri emniyete alırlardı.Silahları pala,mızrak,kılıç,kalkan ve "bozdoğan" denen gürzdü.

Osmanlı Ordusu"nun Savaş Düzeni:

Osmanlı ordusu savaş durumunda ve yürüüşlerde merkez sağ kol ve sol kol düzenini alırdı.Ordu yürüyüş halindeyken baskın tehlikesini önlemek için önde akıncılar ilerlerdi. Akıncıların gerisinde ise yol açan küprüleri tamir eden yol göstermek için kazık çakan kazmacılar yürürdü.Onların gerisinden azablar ve karakol kuvvetleri gelirdi.Osmanlı ordusu genellikle geceyarısı yürüyüşe çıkar ertesi gün öğleye kadar yürüyüş devam ederdi.Geceleyin yolu ve ordugâhı aydınlatmak için meşaleler kullanılırdı.Savaş meydanında da hilal ya da at nalı şeklinde pozisyon alınırdı.Merkezde yeniçeriler onların önünde toplar,topların önünde ise azablar bulunurdu.Sağ ve sol kollarda ise eyalet askerleri bulunurdu.Savaşta düşman hilalin merkezine çekilir sonra çevresi sarılıp yok edilirdi.
Osmanlı"da Toprak İdaresi
Arazinin Bölünmesi: Osmanli"da toprağın bölünmesine ilişkin meseleleri düzenleyen kurallar ancak belirli olaylara çözüm şekli getiren fetvalarda ortaya konuluyordu.Bunların en tanınmışları şeyhülİslam Ebussuud Efendi tarafından hazırlanan Maruzatı Ebussud"da yer alır.1858 tarihli arazi kanunu Osmanlı Devletinde daha önce uygulanmakta olan toprak türlerini bir sistem halinde düzenlemişti.Buna göre topraklar bağlı olduğu hukuki rejim ve statüsüne göre 5 kısma ayrılırdı. Genellikle Osmanlı Tarihiyle ilgili eserlerde bu toprakların 3"e ayrıldığı görülür.(Öşri,Haraci ve miri) Mali,iktisadi, ve sosyal ilişkiler yönünden elverişli sayılabilecek bu sınıflandırma mülkiyet tasarruf ve topraktan yararlanma şekilleri bakımından eksik kalmaktadır.Arazinin hukuki yönü bakımından topraklar şu bölümlere ayrılıyordu.
-Mülk Topraklar
-Metruk Topraklar
-Ölü Topraklar
-Vakıf Topraklar
-Miri Topraklar

-Mülk Topraklar:
Mülkiyet suretiyle tasarruf edilirdi.Arazi sahipleri topraklarını hiçbir izne bağlı olmadan diledikleri gibi kullanabilirdi.Mülk topraklar dört çeşittir:

*-Arazii Öşriyye:
Yeni fethedilen bir ülkenin halkı müslümansa ya da bu yere müslümanlar yerleştirilirse böyle yerler öşri arazi olarak kabul edilirdi.

*-Arazii Haraciyye:
Harac-ı Muvazzaf ve Harac-ı Mukasseme adıyla ıkı ceşit vergı toplanırdı. Öşri ve haraci arazi sahibi olanlar eğer vasiyet vermeden ölürlerse araziye devlet el koyardı.

*- Daha önce devlet malı olan toprakların hazine ihtiyacı ya da gelirlerinin giderlerini karşılayamaması durumunda mülkiyet ve tasarrufunun şahıslara devredıildigi araziler.
*- Köy ve kasaba sınırları içinde bulunan arsalara,oturulan yerlerin tamamlayıcısı sayılan yarım dönüm kadar olan arsalar.
-Metruk Topraklar:
Kullanma ve yararlanma hakkı kamuya bırakılan topraklar.Bu tür araziler ikiye ayrılırdı.

*-Genel yollar,pazarlar,panayırlar,namazgah,iskele
*-Bir veya birkaç köyle kasaba halkının yararlanmasına ayrılan mera,yaylak ve kışlaklar.
-Ölü Topraklar:
Kasaba ve köylerden yarım saat uzaklıkta zıraata elverişsiz topraklardı.Osmanlı hukukuna göre ölü toprakların tarıma elverişli hale getirilmesi izne bağlıydı.Kanunlar bu imkanı herkese tanıyordu.

-Vakıf Topraklar:
Vakıf mahiyetindeydi ve tarım yönünden büyük önem taşıyordu.Yolların köprülerin meydanların okulların ve çeşmelerin yapım ve narım görevlerinin maddi külfetini üslenirlerdi.Vakıflar ikiye ayrılırdı:

*-Doğrudan doğruya "ayn"larından yararlanılan vakıflar
*-Yanlız sağladıkları gelirlerden faydalanılanlar.
Vakıf idaresi sadece vakfın mülkiyetine sahipti.Bu tür vakıfları kiralayanlar ölünce yararlanma hakkı mirasçılarına geçebiliyordu.
-Miri Topraklar:
Osmanlı"da ziraat yapılan toprağın büyük bir kısmını kapsıyordu.Bu topraklarda mülkiyet devlette kalır, geniş ölçüde yararlanma hakkı ve tasarruf hakları da kişilere ait olurdu. Osmanlılar ele geçirdikleri yerleri düzenli bir şekilde kayda alırlardı.Bu kayıtları nişancı adlı görevli yapardı.Bu tespiti yapılan araziler bir çok bölüme ayrılıyordu.Bunların büyük parçalar halinde olanları şunlardı:

*-Havası HümayunMsn Grinevlet hissesi olarak ayrılan ve geliri direk hazineye ait olan araziler.
*-Has:
Devletin yüksek memurları için ayrılırdı.Bunların gelirleri 100 000 akçenin üstündeydi.

*-Paşmaklık:
Geliri padişahın annesi kız kardeşi ve zevcelerine ayrılan araziydi.

*-Malikhane Arazi:
Kişiye hayatı byunca işletmek için verilirdi.Fakat satamaz ve miras bırakamazdı.

*-Vakıf Arazi:
Geliri kamu yararına olan arazidir

*-Arpalık Arazi:
Yüksek rütbeli görevlilere çalışırken ek gelir emekli olduktan sonra da emekli aylığına benzer bir gelir oluşturması için verilen araziler.

*-Yurtluk ve Ocaklık:
Bir ülkenin fethi sırasında bazı ümeyraya yararlılıkları karşılıgında verilirdi.

*-Zeamet :
Hizmet karşılığı tasarrufu verilen arazilerdi.Yıllık gelirleri 20 000 ila 100 000 arasında olana denilirdi.

*-Tımar:
Bir toprak parçasının gelirinin belirli bir görev karşılığı belirli şartlarla bir kişiye tahsisinin genel adıdır.Tımar sahibi kendisine verilen toprağınşeri ve örfi vergilerini alır buna karşılık savaş zamanlarında tımarın gelirlerine göre yanında silahlı süvariler götürürdü.Özürsüz olarak savaşa katılmayan tımarlıların ellerinden arazileri alınırdı.Tımar sahibi ölünce toprağın bir kısmı varislere kalırdı diğer kısmı ise dağıtılırdı.Tımar çeşitleri ise şöyle özetlenebilir:

-İleri Hizmetlilere mahsus tımarlar:
Tezkireli Tımar: Dağıtımı merkez tarafından yapılırdı.
Tezkiresiz tımar:Vilayet valisi vezir veya beylerbeyi tarından dağıtılan tımarlar.
Benevbet Tımar:Bir tımara birden fazla kişinin sahip olması ve savaşa nöbetleşe gitmesine denirdi.
Mülk Tımar: Sahibinin elinden arazisi alınması mümkün olmayan tımarlardır.Kaydı hayat şartıylla verilmiştir.
Merkezde bulunan humbaracı ve lağımcılara verilmiş olan tımarlar.
-Geri Hizmetlilere mahsus tımarlar:
Eşkinci Tımarı: Savaşa katılan demektir.Kapıkulları için kullanılmazdı.
Müsellem ve Kızılca Müsellemler: Ordu hizmetinde yol ve köprü yapımı kale onarımı gibi işlerde çalıştırılır bir tımara ocak şeklinde birkaç kişi sahip bulunurdu.
Piyadeler: Sefer zamanlarında 2 akçe gündelikle çalışırlar savaştan sonra memleketlerine dönüp zıraatle uğraşırlardı.Buna karşılık her türlü vergiden muaftılar.Yayalara piyade süvarilere müsellem denirdi.
Yörükler ve Cambazlar: Ocak şeklinde tımara sahiptiler.Orduda geri hizmetlerde gürevlilerdi.Toprak vergilerinin bir kısmından muaftılar.Cambazların seferlerdeki görevlerivezir ve devlet adamlarının atlarına bakmaktı.Öteki zamanlarda ise has ahır ve çayırlarda hizmet ederlerdi.Aynı hizmeti gören voynuklar hristiyan cambazlar ise müslümanlardı.
-Sefere gitme şartı olmayanlara mahsus tımarlar:
Kale muhafızlarına verilen tımarlar: Osmanlı Devletinin sınırları genişledikçe yeni askeri ihtiyaçlar ortaya çıktı.Korunması önemli kaleler için yeni birlikler oluşturuldu.Bunlara da tımarlar verildi.Bu kuvvetler azablar,gönüllüler ve beşli gibi birlikler meydana getiriyordu.
-Şahinci,yuvacı,okçu gibi belirli hizmetlere verilen tımarlar.
-Devlet merkezinde görevli Divan-ı Hümayun katibi,müteferrika gibi hizmetlilere verilen tımarlar
-Makamı hizmette tımar,genellikle doğu illerinde bulunan kürt beyzadelerine devlete daha sadakatle bağlanmalarını sağlamak için hizmet beklemeden verilen tımarlardır.
Tımar sistemi 17.yy.başlarında niteliğini kaybetmeye başladı,aynı yüzyılın ortalarında tamamen bozuldu.Köprülüler devrinde gösterilen çabalar sistemi düzeltmeye yetmedi.Bu sistem 18.yy. da değerini kaybetti.Tanzimattan sonra Tımarlar,kurulan süvari aialylarına tahsis edildi.Bir süre sonra ise kaldırıldı.
tatlı_şeker - avatarı
tatlı_şeker
Ziyaretçi
10 Aralık 2011       Mesaj #12
tatlı_şeker - avatarı
Ziyaretçi
OSMANLI-ORDU TEŞKİLATI

Sponsorlu Bağlantılar
Bir toplumun "devlet" haline gelebilmesi, onun varlığına vücuda veren halk ve idarecilerin "bağımsızlık" (istiklâl) kavramını tanımaları ile mümkündür. Bu tanıma, sadece fikir ve düşüncede kalmayıp fiilen tatbik edilmelidir. Bu da belli sınırları koruyacak olan "askerî güç" denilen bir sınıfın mevcudiyeti ile gerçekleşir. Disiplinli ve sistemli hareket eden bir askerî gücün ifade ettiği mâna çok iyi bilindiğinden, tarihte üne kavuşmuş bütün büyük devletler, bu konu ve teşkilât üzerinde hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalışmışlardır.
Disiplinli ve devamlı bir ordunun teşkili fikrinden hareketle sarf edilen çabalar, milletlerin kendi bünyeleri, bulundukları coğrafî ortam ve zamanlarına göre değişik olagelmiştir. Bu sebepledir ki, hayatlarını ziraî ürünlerle kazanan milletler gibi toprağa siki sıkıya bağlı olmayan göçebe Türklerin hayatlarında hayvanlarının büyük rolü vardı. Bu, onların daha disiplinli hareket etmesini sağlıyordu. Keza bu, onların harp disiplin, oyun ve usûllerine alışmalarına da yardımcı oluyordu. Nitekim sonbaharda yapılan büyük sürek avlarının sebepleri, bu önemli gerçek içinde yatıyordu. Uygurların birçok aile ve boylarının bir araya gelerek yaptıkları bu sürek avları, Göktürklerde olduğu gibi bir çeşit savaş eğitimi idi. Ekonomi, devlet ve ordu idaresi, askerî bilgi ve eğlence bu bahanelerle tatbikat sahasına konuyor, yaşanıyor ve deneniyordu.
Orta asya'lı atlı kavimlerin hayatlarının en önde gelen özelliği, hareket halinde olma idi. Fertlerin bu hareketli hayati, topluma da bir dinamizm veriyordu. Bu hareket ve canlılığın sonucu olsa gerek ki, İslâm öncesi Türklerinde hakim bulunan anlayışa göre "kendileri bir kurt, düşmanları da bir koyun sürüsü idi." Türklerdeki bu dinamizm, Müslüman olduktan sonra daha bir kuvvetle devam etmiş görünmektedir. Zira onlar, tarihî kültürlerinin bir mirası olarak devam ettire geldikleri bu anlayışı, İslâm’ın "cihâd" ve "sehivlik" motifleri ile birleştirmişlerdi.
Düşmanlarına karsı yanıltma, ani hücum ve sızma gibi taktikleri ile tanınan Türklerin, Müslüman Arap orduları içinde yer almalarından sonradır ki, İslâm orduları geniş bir coğrafî mekânda yayılma imkânını buldular. Miislüman Türk askerlerinin İslâm ordusundaki durumundan bahs eden bir araştırıcı şunları söylemektedir:
"Bazen uygulanan usûl de yürüyüş halinde olan düşman hatlarını tuzağa düşürmek veya hemen girişilen muharebe ile anları, önceden hazırlanmış tuzak bölgelerine çekmek idi. Bu taktikteki büyük avantaj, saf nizamında hücuma alışmış Arap süvarileri için pek söz konusu değilse de, âni hücum, yanıltıcı çekilme, kanatlara sızma, her taraftan ok yağdırma ve hücumu süratle tekrarlamada mâhir Türkler içindi."
Tarih sahnesinde görünen birçok millet, askerî güç olarak ifade ettiğimiz devamlı ve disiplinli orduyu ayakta tutup kendisinden istifade edebilmek için çeşitli çarelere bas vurmuştur. Bu medyanda, harplerin sebep olduğu nüfus azalmasını bir dereceye kadar ortadan kaldırmak için galiplerin, mağlup olan toplumların çocuklarından yararlandığı da görülmektedir. Osmanlıların da bas vurduğu bu sistem, onların basarili sonuçlar almalarına sebep olmuştur.
Özellikle kuruluş ve daha sonraki dönemlerde kullanılan sistemler ile ordunun sahip olduğu disiplin, Osmanlı ordusunu basarili bir hale getiriyordu. Batıda bulunan Hıristiyan devletlerce de farkına varılan bu duruma işaret eden bir seyyahın su sözlerine dikkat çeken Gibbons, o seyyahın ifadesini söyle nakleder:
"Osmanlılar, daha önceden Hıristiyan ordularının ne vakit geleceklerini ve kendileri ile çatışma için müsait yerin neresi olduğunu bilirler. Çünkü bunlar, daima seferber bir halde idiler. Çavuşları ve casusları, kuvvetleri nasıl ve nereye sevk etmek lazım geldiğini biliyorlardı. Bunlar, birdenbire harekete geçebilirlerdi. Yüz Hıristiyan askeri, on bin Osmanlıdan daha fazla gürültü yapıyordu. Trampet bir defa vurdu mu, derhal yürüyüşe başlarlar, adımlarını kat'iyyen yavaşlatmaz ve yeni bir komut verilinceye kadar kat'iyyen durmazlardı. Hafif teçhizatlı oldukları için Hıristiyan mühasimlarinin üç günde kat edemedikleri mesafeyi bir gece içinde kat ederlerdi."
Pek çok müessesede olduğu gibi, kendinden önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinin teşkilatlarından yararlanmış bulunan Osmanlılar, bu uygulamayı askerî sahada da gösteriyorlardı. Gerçekten, Osmanlı askerî teşkilâtının, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, İlhanlı ve Memlûk askerî teşkilâtlan ile benzerlik arz etmesi, bu ifadelerin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Bununla beraber biz, daha açık bir fikir vermesi bakımından B. Selçuklu askerî teşkilâtından kısaca ve ana hatları ile baha etmek istiyoruz.
Özellikle Alp Arslan ve oğlu Meliksah dönemlerinde devrinin en büyük askerî gücü haline gelen Selçuklu ordusu, günümüzün Milli Savunma Bakanlığı durumundaki "Divan-i Arizu'l-Ceys" denilen bir teşkilât tarafından idare ediliyordu. Büyük Selçuklu ordusu, çeşitli kavimlerden alınarak hususi saray terbiyesi ile yetiştirilmiş, tören, usûl ve protokolü bilen ve doğrudan doğruya Sultana bağlı bulunan "Gurlaman-i saray", en seçkin komutanların eğitimi altında her an emre hazır bekleyen "Hassa ordu" su ile melik, vali, vezir gibi ileri gelen devlet büyüklerinin askerleri ve tabi hükümetlerin askerlerinden kurulu idi. İsimleri "Divan defteri"de yazılı bulunan "Gurlaman-i saray" efradı, yılda dört maaş (bistgâni) alırdı. Devletin esas askerî gücünü teşkil eden, harplere katılan ve düşmana ağır darbeler indiren "Hassa ordu"su askeri de maaşlıydı. Ayrıca vezir Nizamülmülk (öl. 485/1092) vâsitasiyle daha küçük parçalara bölünen askerî iktalarda, geçimini arazi gelirlerinden temin eden ve her zaman harbe hazır kalabalık bir süvari kuvveti (sipahi yan) de vardı. Bu sâyede Selçuklu Devleti, büyük bir askerî kuvvet bulundurma imkânına sahip olmuştu. Buna karşılık Gazveliler ile Büveydîler döneminde askere ikna değil maaş veriliyordu. Sıkışık durum ve zamanlarda, devletin bu maaşları ödeyemediği oluyordu. Böyle durumlarda komutanlar, vilayetlerin vergilerini kendi nâm ve hesaplarına topluyorlardı. Halkla aralarında bir menfaat birliği olmadığından askerin faaliyetleri, zaman vilayetlerin haram olmasına kadar varıyordu. Halbuki askerî iknalar sayesinde Büyük Selçuklu Devleti 400 bin, Türkiye Selçukluları da 100 bin kişilik bir orduya sahip bulunuyorlardı.
OSMANLILARIN İLK ASKERÎ TEŞKİLÂTI
Bizans İmparatorluğu’nun hudutlarında bulunan ve Osman Gaziye bağlı olan Türk aşiretleri atlı idiler. O dönemin iklim, harp, teknoloji ve siyasi şartlarına göre bu gerekliydi. Bu sebeple Osman Bey zamanında harplere iştirak edip fetih yapanlar bu aşiret kuvvetleri idi. Aşiret kuvvetleri, baslarında serdarları olmak üzere Osman Bey'in hizmetine giriyor, fetihlerin sonunda ganimetlerden pay alıyor ve zapt edilen topraklardan yerleşme hakki elde ediyorlardı. Toprağa yerleşen Türkmenler, tasarruf ettikleri (kullandıklar) yer karşılığında Osman Gaziye tabi oluyorlardı. Tımarlarının gerektirdiği sayıda atlı askeri de savaşa gönderiyorlardı. Osman Bey, uç beyi olduktan sonra kendisi ile yakın çevresini koruyan ve yevmiye hesabi ile ücret alan askerlerin şayisini artırdı. Bunlar, Selçuklularda olduğu gibi "Kul" veya "Çöker" adi ile anılıyorlardı. Ulûfeli askerlerin şayisi, beyliğin gücü ile orantılı olarak artıyordu. Bu bakımdan beyliğin sınırları genişledikçe Osman Bey'in kapısındaki kul şayisi da artıyordu.
Osman Bey zamanında, beyliğin kuvvetleri, hizmetleri karşılığı ganimetten hisse alan ve fethe edilen yerlere atlı asker vermek şartıyla yerleşen Türkmen kuvvetleri ile ücretleri gündelik olarak ödenen Osman Bey'in şahsî askerlerinden ibaretti. Çöker veya Kul adini taşıyan bu askerler, fetih hareketlerinde henüz etkin rol oynayacak sayıya ulaşmamışlardı.
Aşiret kuvvetleri ile ulûfeli askerler, ilk zamanlarda yeterli oldularsa da fetihler çoğaldıkça şayi olarak kifayet etmemeye başladılar. Bu bakımdan Osman Bey, fetihlere devam edebilmek için dinamik eleman arayışına başlama ihtiyacını duydu. Bundan sonra ihtiyaç hasıl olduğu zaman Söğüt, Karacaşehir, Eskişehir ve Bilecik dolaylarındaki köylerde oturan ve tarımla uğrasan Türk köylülerinden yararlanmaya karar verdi.
Atlı olan aşiret birlikleri, özellikle kale muhasaralarında fazla tesirli olamıyorlardı. Bundan başka fetihler sonucu arazi genişleyip birçok gayr-i Müslimcin, devletin vatandaşı durumuna gelmesi ve muhasaraların uzaması üzerine aşiret kuvvetleri, istenilen zamanda istenilen yere ulaşamıyorlardı. Bu sebeple Orhan Bey döneminde yeni ve devamlı bir askerî birliğe ihtiyaç duyuldu.
YAYA VE MÜSELLEMLER
Osman Bey'in ölümünden kısa bir süre sonra, beyliğin sınırlarının genişlemesi ve kısa bir gelecekte, daha bir genişlemeye namzede olması, Orhan Bey'i askerî, malî ve idarî düzenlemeler yapmak zorunda bıraktı. Gerçekten de beylik çerçevesinden çıkıp güçlü bir devlet haline gelmek için, düzenli bir orduya ihtiyaç vardı. Orhan Bey de bu görüşten hareketle önce orduyu ele aldı.
Orhan Bey'in saltanatının ilk yıllarında askerî kuvvetler, Osman Bey zamanından pek farklı değildi. Fetihler arttıkça toprağa yerleşen Türkmenlerin şayisi artmış, buna bağlı olarak tımarlı sipahî şayisi da çoğalmıştı. Kul veya Çöker denilen sınıf, Osman Bey zamanında olduğu gibi yine ulûfe alıyordu.
Fetihlerin devamı için zarurî olan ordunun organizasyonu, yani, ilk düzenli birlikler, Bursa’nın fethinden sonra ve İznik’in fethinden önce Vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadısı Çavdarlı Kara Halil'in (öl. 1387) teklifleri doğrultusunda yapılmıştı. Buna göre devamlı surette savaşa hazır yaya ve atlı bir kuvvetin bulundurulması gerekiyordu. Bu maksatla Türk gençlerinden meydana getirilen bu ordunun atsız askerine "Yaya", atlı askerine de "Müsellem" adi verildi. Alaeddin Paşaya göre askerî sınıfa mensub olan kimseler ile vezirler, özel bir kıyafet giyerek halktan ayird edilmeliydi. Bu sebeple, bunların giyecekleri elbise ve baslarında taşıyacakları sarigin renk ve biçimi tespit edildi. Buna göre bunlar "Ak börk" giyeceklerdi. Böylece taşradaki tımarlı sipahilerden de ayrılacaklardı.
Türk gençlerinden kurulan ve her biri bin kişi olan bu askerî birliğin efradı. Çandarlı Kara Halil tarafından seçilmişti. Aşıkpaşazâde'nin ifadesine göre birçok kişi "Yaya" yazılmak için Çandarlı Kara Halil'e müracaat etmişti. Savaş zamanında bu gençlere önce birer, daha sonra da ikişer akça gündelik verilmesi kararlaştırıldı. Savaş olmadığı zamanlarda da ziraat yapmak üzere kendilerine toprak tahsis edildi. Bunlar, vergilerden muaf tutuldular. Orhan Bey zamanında hassa ordusu sayılan yaya ve müsellemler, kaç sancak varsa o kadar yaya ve atlı sancağa bölünerek basına sancakbeyi tayin edildi. Yaya denilen piyade sınıfının her on kişisi için bir bas (onbaşı), her yüz kişiye de daha büyük bir bas (yüzbaşı) tayin edilmişti. Müsellem adi verilen atlı birliğin her otuz kişisi bir "Ocak" meydana getiriyordu. XV. yüzyıl ortalarına kadar fiilen silahlı hizmette bulunmuş olan bu Yaya ve Müsellemler, Kapıkulu ocaklarının kurulup gelişmesiyle yerlerini onlara terk ettiler. Daha sonra Rumeli'deki Yürükler, Cambazlar ve Tatarların katılmasıyla Osmanlı askerî teşkilâtının geri hizmet sınıfını meydana getirdiler. Bu sınıf, köprü yapımı, yol inşaatı, kale tamir ve yapımı ile hendek kazımı gibi islerde kullanıldı.
Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti'nin ilk döneminde, yani Osman Bey zamanında beyliğin kuvvetleri iki kısımdan ibaret bulunuyordu. Bunlardan biri, Türkmen aşiretlerinden sağlanan ve kendilerine hizmetleri karşılığında elde ettikleri ganimetler dışında tımar da verilen atlı kuvvetler, diğeri de Osman Bey'in, ücretlerini gündelik olarak verdiği şahsî askerlerdi. Bunlara Çöker deniyordu ki tamamı hür insanlardan meydana gelmişti. Orhan Gazi döneminde ise Yaya ve Müsellem adi ile yeni ve devamlı bir askerî birlik kurulmuştu.
Bu bilgilerin ışığı altında konuya bakıldığı zaman Osman ve Orhan Bey'ler zamanında Osmanlı ordusu, üç gruptan teşekkül ediyordu. Bunlardan biri aşiret kuvvetleri, ikincisi Çöker adi verilen ve sonradan "azan" adini alan şahsî askerler ki bir çeşit hassa orduyu meydana getiriyorlardı. Üçüncüsü de biraz önce kuruluşlarından baha ettiğimiz Yaya ve Müsellem ordusu idi.
Kuruluş döneminden başlamak üzere Osmanlı ordusu "Kara" ve "Deniz" olmak üzere iki kısımdan ibaretti.


OSMANLI KARA ORDUSU
Ordu-u Hümâyun denilen Osmanlı Kara Ordusu, genel olarak iki bölüme ayrılmakta idi. Bunlardan biri "Kapıkulu Askerleri" diğeri de "Eyâlet Askerleri" adini taşıyordu. Bu askerî birliklerin her biri, gördükleri hizmetlere göre kendi içinde daha küçük kısımlara ayrılıp ona göre isimler alıyor. Bu isimler, ocak kelimesi ile bir terkip oluşturduklarından ayrıca bunlara "ocak" deniyordu. Ocak'ın en büyük subayına da "Ocak Ağası" adi veriliyordu.
KAPIKULU ASKERLERİ
Kapıkulu denilen bu askerî birlik, Selçuklular ve diğer bazı devletlerde olduğu gibi "Hassa Ordu"yu meydana getirmekteydi. Bu sınıfa dâhil olan askerler, devletten "Ulûfe" adıyla maaş alırlardı. Burada "kapı" kelimesinin kullanılması ve devletten maaş alan askerlere de "Kapıkulu" askeri denmesinin sebebi, Kapı kelimesinden bizzat devletin anlaşılmasıydı. Zira eskiden beri doğu ülkelerinde isler, hükümdar saraylarının kapısında görülürdü. Bu tabir, Kapı müdafaasında bulunan askerler için de kullanılmakla beraber sadece onlara hasr edilmeyen bir kelimedir. Askerler için de bu kelime kullanılıyordu. İste bu sebepten dolayı devletten maaş alan askerlere "Kapıkulu askerleri" deniyordu.
Kapıkulu askerleri başlangıçta devlet merkezinde bulunuyorlardı. Fakat ülke genişleyip muhafazası için hudud boylarında kaleler inşa edilince oralarda da ikamet etmek mecburiyetinde kaldılar.
Osmanlı Devleti, Rumeli taraflarında fetihler yapıp genişlemeye başlayınca devamlı bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç hasıl olmuştu. Bu da savaşlarda esir alınan ve askerî şartlara uygun Hıristiyan çocuklarının kısa bir müddet Türk terbiyesi ile yetiştirilerek yeni bir askerî sınıfın meydana getirilmesiyle karşılanmıştı. İste bu teşkilât, Kapıkulu ocağının çekirdeğini teşkil etmişti. Kapıkulu askerleri iki gruba ayrılmaktadırlar. Bunlar:
1. Kapıkulu Piyadesi
2. Kapıkulu Süvarisi.


KAPIKULU PİYADESİ
Osmanlı Devleti'nin, merkez askerî teşkilât, içinde yer alan Kapıkulu askerleri, Osmanlı askerî teşkilâtının önemli bir bölümünü meydana getiriyorlardı. Kapıkulu piyadesi de kendi arasında ayrı gruplara ayrılmıştı.
ACEMİ OCAĞI
Osmanlı askerî tarihinde, önemli yeri bulunan ve Kapıkulu piyadesinin mühim bir bölümünü teşkil eden yeniçerilere mense' olan "Acemi ocağı", Sultan Birinci Murad zamanında Kadı asker Çandarlı Kara Halil ile Karaman'lı Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çıkmıştı. Hoca Saadeddin Efendi'nin bildirdiğine göre bu uygulama, Sultan Birinci Murad'ın devr-i saltanatında 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nın fethi ile başlamıştır. Devlet adına ve "Pencik" kanununa göre alınan esirler", Yeniçeri ocağına asker yetiştirmek için Gelibolu'da kurulmuş bulunan Acemi ocağına gönderiliyor ve yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile Çardak arasında isleyen at gemilerinde hizmet görüyorlardı. Bir müddet sonra bunlar, Yeniçeri ocağına alınıyorlardı. Fakat bu esirler, fırsat buldukça kaçıp memleketlerine gittikleri için bu sistem değiştirildi. Savaşlarda esir edilen küçük yastaki Hıristiyan çocukları, evvela Anadolu'daki Türk köylülerinin yanına verilerek (Türk'e vermek) az bir ücretle hizmet ettirilmeye başlandı.
Gerçi bu ocağın, Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamanında, bizzat kendisi tarafından savaşta esir alınan Hıristiyan çocukları ile başladığı belirtilmekte ise de ocağın gerçek manada müesseseleşmesi, yukarıda belirtilen şekilde olmuştur.
Sözlük manisiyle beste bir demek olan "pencik" harplerde ele geçirilen esirlerden, askerlikte kullanılmak üzere beste birinin alınması demektir.
İslâm hukukunun ganimetlerle ilgili vaaz' etmiş olduğu prensiplerinden doğmuş olan "pencik", Osmanlı Devleti'nin ilk kuruluş yıllarında uygulanmıyordu. Harpler sonunda ele geçen diğer ganimetler gibi esirler de gazilere taksim ediliyordu. Gaziler, hisselerine düsen esirleri, İslâm hukuku gereğince istedikleri şekilde istihdam edebiliyor, istihdam yeri olmayan da onları satabiliyordu.
Osmanlılarda Acemi oğlanı iki şekilde alınırdı. Bunlardan biri savaşlarda elde edilen erkek esirlerin beste birinden (pencik), diğeri de Osmanlı vatandaşı olan Hıristiyan çocuklardandı. Savaşlarda elde edilen esirlerin asker olarak alınmasıyla ilgili "Pendik Kanunu" tertib edilmişti. Buna göre alınan esir oğlanlara "Pencik Oğlanı" adi verilmişti. Elde edilen bu esirler, "Pencikçi" denilen memur tarafından tespit edilir, bunlardan on ila on yedi yasları arasında olan erkek esirlerden vücutça kusursuz ve sağlam olanlar devletçe üçyüz akça karşılığı satın alınırdı. Böylece Acemi ocağına ilk efrad, Pencik kanunu ile toplanmıştır. Bu sistemin gelişmesinde büyük ölçüde rolü bulunan Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik) toplamakla görevlendirilmişti.
Pencik oğlanlarının, Anadolu'daki Türk çiftçilerinin yanına verilmesi, aradaki deniz sebebiyle kaçmalarına engel olmak içindi. Bununla beraber, zaman bazı esir çocukların Avrupa'ya kaçtığı görülüyordu. Esirlerin, Türk çiftçilerinin yanına verilmesi ile ilgili kanun hakkında kaynaklarda farklı tarih ve zamanlar verilmektedir. Bu cümleden olarak Sırpsındığı savası, Edirne'nin fethi ve Bilecik tarafına yapılan ilk akınlarda olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır.
Cüzi bir ücretle Türk çiftçisinin yanına verilen Acemi oğlanlarına çok az bir ücretin verilmesi, onların "ben padişah kuluyum" deyip çiftlik sahibine kafa tutmaması içindi.
Acemi oğlanlar, ziraat islerinde çalıştırıldıkları gibi kısa zamanda Türkçe ile birlikte İslâm-Türk örf ve âdetlerini de öğreniyorlardı. Böylece yeni hayata intibak ettikten sonra bir akça gündelikle "Acemi Ocağı"na kayıt ettiriliyorlardı. Burada bir müddet hizmet gördükten sonra yevmiye iki akça karşılığı "Yeniçeri Ocağı"na gönderiliyorlardı. Yıldırım Bâyezid döneminin sonlarına kadar belirtilen şekilde devam eden bu usûl, Ankara Savası’ndan (1402) sonra fetihlerin durması ve iç karışıklıkların bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez olmuştu. Kapıkulu ocaklarındaki kadro eksikliğini gidermek için başka bir çareye bas vurmak gerekiyordu. Bu sebeple Rumeli'ndeki Hıristiyan tebaadan muayyen bir kanunla ve "Devşirme" ismiyle münasibe sayıda Hıristiyan çocuğu alınmasına karar verildi.
Daha önce de temas edildiği gibi Ankara Savası’ndan sonra Osmanlı fetihleri durmuş, bazı yerler Bizans ve Sırplara terk edilmişlerdi. Gerek Çelebi Mehmet zamanında, gerekse oğlu Sultan İkinci Murad'ın ilk devirlerinde Rumeli'de fütuhat yapılamadığı için esirlerden istifade edilememişti. Bunun üzerine Osmanlılardan önceki Türk ve İslâm devletlerinde uygulanmamış olan yeni bir usûl ile devletin, Hıristiyan tebeasi olan ve yaslan uygun çocuklarından sadece bir tanesinin Osmanlı ordusuna alınması kararlaştırıldı. Böylece Hıristiyan vatandaşların çocuklarından asker devşirmek için bir "Devşirme Kanunu" yürürlüğe konuldu. Bu yeni kanunla, bastan basa gayr-i Müslim olan Rumeli halkı, tedrici surette Müslümanlaştırılacaktı. Müslümanlaştırılan bu insanlarla da Osmanlı ordusu kuvvetlenecekti. Böylece devlet, bu sayede Müslüman nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulaşmış oluyordu. Gerek Müslüman nüfusu çoğaltma, gerekse harplerde kendisinden istifade etme bakımından iki yönden faydalı olan bu Devşirme kanunu , Pencik kanunu ile asker almanın yerine geçmişti. Zaten Pencik kanunu da eski önemini kaybetmeye başlamıştı.
Devşirme kanunu gereği ihtiyaca göre üçbeş senede ve bazan daha da uzun bir sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazan yirmi yaş arasındaki sıhhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oğlanı alınmaya başladı. Bununla beraber 14-18 yas arasındakiler tercih ediliyordu. Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan, daha sonra ise Sırbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandı. Bu durum, XV. Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocağına kayıt ve kabullerine "Çıkma" veya "Kapıya Çıkma (be dergâh) denirdi.
Devşirme usûlü, kendi dönem ve zamanına göre iyi bir sonuç vermişti. Bu sonuç hem Osmanlılar, hem de çocuğu devsirilen aileler için faydalı olmuştu. Osmanlılar açısından faydalı olmuştu, zira o dönemin bitip tükenmek bilmeyen harpleri, devamlı surette insanları yutan birer makine haline gelmişlerdi. İste bu makinaların zararlarını en aza indirebilmek ve kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet, gayri Müslim vatandaşlarından istifadeyi düşünmüştü. Böylece hem İslâm Türk mefkûresinin daha geniş sahalarda yayılmasını sağlamak, hem de kendi asil nüfusuna dokunmamak suretiyle azınlığa düşmeyecekti. Devşirme sistemi, çocuğu devşirilenler bakımından da faydalı bir şeydi, çünkü onlar da çocuklarının içinde bulundukları mali sıkıntıdan kurtulacağını biliyorlardı. Muhtemelen çocukları devlet kademelerinde vazife alır ve yüksek bir mevkiye gelebilirdi. Bunun da kendileri için faydalı olacağı bir gerçekti. Bu sebepledir ki kaynaklar, pek çok Hıristiyan ailenin, çocuğunu devşirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile yarıştıklarını kayd ederler. Hatta sadece Hıristiyan çocuklarının devsirilmesi kanun iken feth edildikten sonra halkı Müslüman olan Bosna'dan da devşirilmek suretiyle acemi oğlanı alınırdı. Zira bunu bizzat kendileri arzuluyordu.
Bilindiği üzere her saha ve konuda olduğu gibi devşirme sisteminde de arzu edilmeyen bazı suiistimallerin olduğu söylenebilir. Buna karşılık devlet, gönderdiği memurlarının kanunsuz hareketlerini önlemeye gayret ediyordu. 9. Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semen dire Beyi ile Ivraca Kadısına yazılan bir hükümde Acemi oğlanı devşirmeye giden bir memurun hâne (ev) basına onar akça nal parası vesaik kanunsuz paralar alıp 5-10 yasındaki çocukları önce alıp sonra bin ve daha ziyade akçaya tekrar babalarına sattığı bildirilmekle Yayabaşılarından Ferhad gönderilip hakkıyla teftiş olunması ve memurun eşyası arasında bulunan para, kumaş vesair mühürlenip defterle merkeze gönderilmesi emr edilmiştir. Böylece devlet, bu ve benzeri haksızlıkların önüne geçmeyi, adaletsizliği ortadan kaldırmayı istiyordu.
II. Yeniçeri Ocağı
Avrupa'da kurulan devamlı ordudan bir asır önce vücuda getirilmiş olan Yeniçeri ordusu, Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde dünyanın en mükemmel ordusu haline getirilmişti. Bu ordu, teşkilât ve disiplini ile bu sıfatı taşımaya hak kazanmıştı. Osmanlı Devleti'ni kuran ve kısa bir zamanda hudutları Rusya, Lehistan, Macar ovalan ile Viyana, Venedik önlerine;
Iran, Arabistan ve Mısır çöllerine kadar götüren hükümdarların en büyük dayanaklarından biri bu ordu olmuştur.
Piyade birliği olan Yeniçeri ocağının, hangi tarihte ihdas edildiği kesin olarak tespit edilememekle birlikte bunun, Murada Hüdavendigâr zamanında yani on dördüncü asrin son yarısı içinde bir ocak halinde kurulduğu söylenebilir. Bazı kaynaklarda bu kurulusun 1365 yılı olduğu söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yılında olduğudur. Türkçe asker demek olan "Çeri" ile "yeni" kelimelerinin bir araya gelmesiyle meydana gelen bu terim, Osmanlı Devleti'nin merkezinde ve hükümdara bağlı bulunan yaya askeri için özel bir isim haline gelmiştir. Hacı Bekas-i Veli ile hiç bir ilgisi olmamakla birlikte (Âsikpasazâde, 204-206) zamanla bu tarikata izafe edilerek Yeniçerilere "Taife-i Bektasiye", ocağa da Bektaşî ocağı denmiştir.
Bu ocağın kuruluş sebebi, mevcuda askerin azlığına rağmen, fetihlerin çoğalıp sınırların genişlemesi ve eldeki askerin de bu sınırları koruyamaz duruma gelme endişesi idi. Halbuki hem Rumeli'yi elde tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için devamlı ve hükümdarın emir komutası altında bir askerî birliğe ihtiyaç vardı. Benzer teşkilâtlar, yani esirlerden istifade etme sistemi, daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardı. Bu mânada Osmanlıların, Selçuklular ile Memlukluları örnek aldıkları anlaşılmaktadır.
Yeniçeriliğin ilk kurulusunda, orduya bin kadar yeniçeri alınmıştı. Bunların her yüz kişisine komutan olarak daha önce Türklerden meydana getirilen yaya askeri usûlüne uygun olarak bir "Yayabasi" tayin edilmiştir.
Ocak, XV. yüzyıl ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adi verilen bir sınıftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmet zamanından itibaren (1451 senesi), "Sekban" bölüğünün de iltihakıyla iki sınıf haline gelmiş. XVI. asır baslarında ise "Ağa" bölüğü denilen üçüncü bir kişim daha teşkil edilmiştir. Yaya bölükleri peyderpey artarak 101 bölüğe kadar çıkmıştır. Ağa bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34 rakamına kadar yükselmiştir.
Yeniçeriler, baslarına börk ismi verilen beyaz keçeden bir baslık giyerlerdi. Bunun arkasında ise yatırtma denilen ve omuza kadar inen bir parça yer almaktaydı. Yeniçeriler börklerini eğri, subayları da düz giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildiğine göre yeniçeri taifesine her yıl beser zira' laciverde çuka ve otuz iki akça "yaka akçası" ile her birine basına sarması için altışar zira astar verilmesi hükmü konmuştu.
Her yeniçeri bölüğüne "Orta" denirdi. Her ortanın da komutanı olan ve "Çorbacı" denilen bir subayı bulunurdu. Sekban ve Ağa bölüklerinde bu komutana "Bölükbaşı" denirdi. Yeniçeri ocağının en büyük komutanı "Yeniçeri Ağası" idi. Yeniçeri Ağası, ocağın kurulusundan 1451 senesine kadar .ocaktan tayin edilirken bu tarihten sonra Sekbanbasilardan tayin edilmeye başlandı. Bununla beraber bu kanun daha sonra değiştirilerek ocağın dışından olan kimseler de tayin edilmiştir. Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı ile Acemi Ocağı islerinden sorumlu idi. Bundan başka İstanbul’un asayişi ile de ilgilenir ve yanında bulunan bir heyetle kol dolaşıp güvenliği sağlardı. Bu sebeple hükümdarlar, bunların güvenilir ve sadık kimselerden olmasına dikkat ederlerdi. Yeniçeri Ağalarının azil ve tayini 1593'e kadar doğrudan padişah tarafından gerçekleştirilirken, bu tarihten itibaren veziriazamlara intikal etmiştir.
Yeniçeri Ocağı’nın en büyük komutanı olan Yeniçeri Ağası’ndan başka Sekbanbaşı, Ocak Kethüdası veya Kul Kethüdası, Zagarcıbası, Turnacıbaşı, Muhzır Ağa ve Bas çavuş ta ocağın büyüklerindendi. Bunlardan başka bir de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardı.
Yeniçeriler, maaşlarını (ulûfe) üç ayda bir alırlardı. Bu konuda ocağın en büyük âmiri olan Yeniçeri Ağası ile herhangi bir nefer arasında fark yoktu. Onun için Yeniçeri Ağası da bu ulûfe isine dahil edilirdi. Ulûfe, pâdişahın nezâretinde büyük bir merasimle her ortaya torbalar halinde tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dağıtılan ulûfenin Şali günü verilmesi kanundu.
XVI. asra kadar devşirmeden toplananlardan başkası katılamazken 990 (1582) senesinde Sultan III. Murad (1574-1595)'in, şehzadesi Mehmet için tertiplenen sünnet düğününe katılan bir sürü cambaz, hokkabaz ve oyuncunun mükafat olarak bu ocağa kayda olmaları, ocağın yavaş yavaş bozulmasına sebep olmuştu. Devletin kurulusundan kısa bir müddet sonra teşkil edilen Yeniçeri Ocağı, belirtilen olaydan sonra hariçten insanların ocağa girmesiyle bozulmaya yüz tutmuştu. Çünkü, eğitimsiz ve başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askerî teşkilât, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştı. Gerçekten de onların zorbalıklarını ve yaptıkları kötülüklere işaret eden (1826) tarihli bir hüküm İstanbul Kadısına gönderilmiştir. Bu hükümde söyle denilmektedir: "Allah'a, Peygambere ve sizden olan ûlu'l-emre itaat ediniz" âyet-i kerimesi muktezasınca kaffe-i mümin ve muvahhid olanlar, emr-i ulu'l-emre itaat ve inkiyad ile memur olup bir müddetten beri Yeniçeri nâmına olan eşkıya makalesi, hilâf-i ser'-i şerif, daire-i itattan huruç ederek fürce bulması cihetiyle gerek memâlik-i mahrûsede ve gerek dâri's-saltanat-i seciyede her bir şey çığırından çıkmış ve ol makule esrar-i nâşın garazları olan melaneti icra zımnında her bir şeye müdahale dairesine düşmelerinden naşı, Ümmet-i Muhammet’in mal ve canlarından emniyetleri kalmayıp rahatlarına halel gelerek bayağı alış verişlerine varınca fesada varmış..." Bu hükümde de açıkça görüldüğü ve yukarıda belirtildiği gibi Yeniçeri askeri her şeye müdahale eder olmuş. Buna karşılık gerçek vazifesi olan askerliği tamimiyle unutur olmuştu. Zira onlar, askerlik yerine esnaflıkla uğraşıyorlardı. XVII ve XVIII. asırlarda sık sık ayaklanmışlardı. Bunun üzerine ocak, "Vak'a-i Hayriye" diye isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle 15 Haziran 1826'da Sultan İkinci Mahmude tarafından lav edilerek ortadan kaldırıldı.
CEBECİ OCAĞI
Kapıkulu askerinin piyade ocaklarından biri de "Cebeci Ocağı"dır. Kelime olarak "cebe" zırh demektir. Osmanlılar, bir nevi ıstılah olarak bu kelimenin mana ve kapsamını genişletmiş görünmektedirler. Bunun içindir ki "cebeci" dendiği zaman belli hizmetleri olan bir askerî sınıf akla gelmektedir. Buna göre devletin yaya muharib askeri olan yeniçerilerin ok, yay, kalkan, kılıç, tüfek, balta, kazma, kürek, kursun, barut, zırh, tolga, harbe vesaire gibi ihtiyaçları olan savaş alet ve eşyası yapan veya tedarik eden ocağa "Cebeci Ocağı" denirdi. Bu ocak, yeniçerilere lazım olan harp levazımatını deve ve katırlarla nakl ederek, cephede bulunan yeniçerilere dağıtırdı. Savaş sonunda da bunları tekrar toplardı. Bu arada tamire muhtaç olanları da tamir ederek silah depolarında muhafaza ederdi.
Sefer esnasında ordu komutanları refakatine münasibe bir miktar cebeci verilirdi. Bunların, kuvvetli, becerikli ve silahtan anlayanlardan olması gerekirdi. Bu maksatla Cebecibasiya bu yolda emirler verilirdi. Barış zamanında bunlar, kendilerine tahsis edilen Ayasofya taraflarında ve Tophane civarında bulunan kışlalarında ikamet ederlerdi.
Bu ocağın kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilmekle birlikte, Yeniçeri ocağı ile birlikte veya ondan çok kısa bir müddet sonra olduğu tahmin edilmektedir. Bu ocağa girecek olanlar, "Pendik" ve "Devşirme Kanunu" devam ettiği müddetçe Acemi oğlanları arasından seçilirdi. Sonraları Yeniçeriler gibi bunların da evlenmelerine müsaade edildiğinden yetişen çocukları da cebeci olurdu. Ocağa alınacak kimseler, önceleri "sakird" ismiyle alınır, daha sonra fiilen cebeci olurlardı.
Ocak mevcudu, aralarındaki münasebet dolayısıyla Yeniçeri askerinin azalıp çoğalmasına bağlı olarak artar veya eksilirdi. XVI. asır ortalarında yeniçeriler 12 bin nefer iken bunların sayılan 500 kadardı. XVII. asırda (1675) te cebecilerin sayıları 4180 civarındadır. XVIII. yüzyılda cebecilerin sayısı 2500-5000 arasında değişmekteydi. Yeniçeri Ocağı’nın lagv edilmesi ile ortadan kalkan Cebeci Ocağı, Asa kir-i Maksure ile yeniden tesis edilmişti.
Diğer Kapıkulu ocakları gibi "orta" denilen ve 38 bölüğe ayrılmış bulunan cebecilerin en büyük komutanı "Cebecibaşı" idi. Ortalar, kendi aralarında silah yapan, silahlan tamir eden, barutları ıslâh eyleyen, harp levazımatını tedarik edip hazırlayan ve humbara yapanlar gibi ayrı ayrı kısımlara ayrılıyorlardı.
TOPÇU OCAĞI
Top dökmek, top atmak ve top mermisi yapmak gayesiyle teşkil edilen bu ocak da, Kapıkulu ocaklarının yaya kısmındandı. Efradı, Acemi Ocağı’ndan sağlanırdı. Osmanlı ordusunda ilk top, Sultan I. Murad zamanında 1389 yılında Kosova Meydan Muharebesinde kullanılmıştır. Yıldırım Beyâzid tarafından da gerek İstanbul muhasaralarında gerekse Nigbolu kuşatmasında topun bir silah olarak kullanıldığı, Aşıkpasazâde tarafından anlatılmaktadır. Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti'nin daha başlangıç yıllarında top, ordunun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bununla beraber topun silahlı kuvvetlerin ağır ve önemli bir silahı olarak ordu ve donanmaya yerleşmesini sağlayan, Fâtih Sultan Mehmet olmuştur. Kale yıkan büyük toplar ile havan topunun mucidinin de Fâtih Sultan Mehmet olduğu belirtilmektedir. Bu silahın, askeriyedeki önemi o kadar büyümüş ve devlet ona o kadar ehemmiyet vermiştir ki, patlatılamayan bir topun patlamasını temin eden kimseleri bile her türlü vergi ve rüsûmdan muaf saymıştır.
Topçu ocağının top döken kısmi ile top kullanan bölükleri ayrı ayrı idiler. Toplar, her zaman devlet merkezinde veya fabrikalarında döktürülmezlerdi. Bazen kale muhasaralarında kalelerin önünde de top imal edildiği görülmektedir. Nitekim Sultan II. Murad zamanındaki Mora ve Arnavutluk seferlerinde, daha sonra da İstanbul kuşatmasında develerle getirilen malzeme ile buralarda toplar döktürülmüştü.
Osmanlılar, gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak ve devamlı bir şekilde hazırlıklı bulunmak gayesiyle İstanbul’un dışında da top fabrikaları kurmuşlardı. Bu fabrikalar, hudud veya hududa yakın yerlerde idi. Bu yerler:
Belgrat, Semendire sancağının Baç (Beç) madeni, Budin, Içkodra, Praviste, Timasvar ile Asya'da Iran sınırına yakın Kerkük'ün Gülanber kalesi idi. Bu topların mermilerini yapan fabrikalar da Bilecik, Van, Kigi, Kamengrad, Novaberda ve Baç'da idi. Bu mermiler (yuvarlak=gülle) için de ayrı ayrı yerlerde depolar yaptırılmıştı. Her yıl ne kadar mermi ve gülle döküleceği, Divan tarafından planlanıp Topçubasina bildirilirdi. Dökümhanelere de buna göre emir giderdi. Bir gülle dökümhanesinin yıllık ortalama kapasitesi 20-24 bin aded arasında değişiyordu. Bu mermilerin en küçükleri 320 gram ağırlığında idi. Bunlar, "Sahî" denilen topların gülleleri idi. Sahîler, katır sırtında taşınabilen ve yalnız iki topçu eri tarafından kullanılabilen küçük, pratik, ateşi seri ve müessir toplardı. "înce Donanma"yi meydana getiren nehir gemilerinde de bunlar kullanılırdı. Kale muhasaralarında surları yıkmak için kullanılan toplar daha büyüktü. Bu topların gülleleri 70 kg. ağırlığında idi. Top mermisi döken madenlerde dökücü ustaları ve yeterince isçi vardı Dökücüler, İstanbul’daki Tophaneden gönderilirlerdi.
Osmanlılar, sadece madenî değil, tas gülle de kullanmışlardı. Bu gülleleri demir olanlardan ayırmak için "Tas gülle" tabirini kullanıyorlardı.
Topçu ocağının en büyük zâbitine (subayına) "Sertopî" veya "Topçubaşı" denirdi. Bundan başka Dökümcü başı, Ocak kethüdası ve çavuşu gibi yüksek rütbeli subayları ile "Çorbacı" veya "Bölük başı", Dökücü halifeleri" gibi subayları ile Ocak katibi vardı.
Tophanede sivil memurlar da istihdam ediliyordu. Bunlar, Tophane Nâzin ile Tophane Emini idi. Tophane Emini, tophaneye alınan ve sarf edilen eşyanın defterini tutar ve her sene hesabini verirdi. Tophane levazımı, bunun eli ile tedarik edildiğinden vazifesi çok önemli idi. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre Topçubaşı, Dökümcübaşı, Tophane nazırı, top dökümcüleri kethüdası, Tophane emini ve Topçu çavuşu Tophane ocağının yüksek rütbeli subaylarındandı.
Topçular, sayıca "Cebeciler"e yakın idiler. XVI. asırda ocağın mevcudu 1204 nefer iken, XVII. asırda bu şayi 2026'ya kadar yükselmiştir. On yedinci asrin sonlarında muharebelerin devamı yüzünden sayıları 5084'e kadar çıkmıştır.
Oldukça ıslah edilmesine rağmen Sultan III. Selim'in tahttan indirilmesi (hal') esnasında Kabakçı Mustafa'ya iltihak eden Topçu ocağı, isyana iştirak etmişti. Halbuki Sultan Selim, bu ocağın, zamanın şartlarına göre ıslâh edilmesine ehemmiyet vermiş, derece ve itibarlarını artırmıştı. Vak'a-i hayriye esnasında topçular, devlete sadık kalarak Humbaracı ve Lağımcı ocakları ile birlikte "Sancak-i Şerif altına gelmişlerdi. Yeniçeri ocağının ilgasından sonra Topçu ocağı yeni sekle göre tertip edilmişti.
Topçu ocağı ile çok yakından ilgisi bulunan bir ocak daha vardır ki, bu da "Top Arabacıları Ocağı"dır. Osmanlıların ilk dönemlerinde kullanılan toplar, deve, katır ve beygirlerle naklolunan küçük ve hafif toplardı. XV. asırdan sonra topçuluğun büyük ölçüde gelişmesi üzerine ve büyük topların dökülmesinden sonra, yenilik yapan Osmanlılar, bunları araba ile savaşa götürmeye başladılar. Demek oluyor ki bu ocak, topların daha ziyade tekemmül ederek arabalarla taşınmasından sonra doğmuştur. Arabacı başı adında bir subayın komutasında bulunan bu ocak da çeşitli ortalara ayrılmıştı.

HUMBARACI OCAĞI
Farsça asilli bir kelime olan humbara, içine patlayıcı maddeler doldurulmak suretiyle demirden yapılmış bulunan mermi demektir. Humbaracı da bu mermiyi havan topu ile kullanan topçu (havan topçusu) demektir. Humbaranın el ile atılanı (el bombası) olduğu gibi havan topu ile atılanı da vardır. Ayrıca tas da atılabilirdi.
Daha çok kale kuşatmalarında ve görülmesi mümkün olmayan hedeflere karsı kullanılan havanlar sayesinde Müslüman Türkler, dikkate değer basarılar sağlamışlardı. Topçular gibi Kapıkulu ocağına mensuba bulunan humbaracı ortalarının XV-XVI. asırlar arasında ihdas edildiği tahmin edilmektedir. Humbaracı başı adi verilen bir subayın komutasında bulunan bu ocak mensupları, başlangıçta biri topçulara, diğeri cebecilere bağlı olmak üzere iki kısımdan ibaretti. Bu ocağın esas kısminin Kapıkulu gibi maaşlı değil, tımarlı olduğu bilinmektedir. Nitekim 1126 yılı Safir ayinin sonlarında Humbaracıbaşı tarafından Payitahta gönderilen bir arızadan, Hotin Kalesi muhafazasında bulunan tımarlı humbaracı nefer atinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna göre humbaracıları topçu, cebeci, ve tımarlı olmak üzere üç kısma ayırabiliriz.
Bulunması gereken birçok vesikada isimleri zikredilmeyen humbaracıların müstakil bir ocak haline gelmesi XVII. asırdan sonra olmalıdır. XVIII. yüzyıl baslarında büsbütün ihmale uğrayan humbaracılık mesleğinin, günün şartlan ve Avrupa'daki gelişmesi de göz önüne alınarak yeniden tesisi düşünüldü. Bir müddet Avusturya'da kaldıktan sonra Osmanlı ülkesine iltica edip Müslüman olan Fransız asilzâdesi Copmte de Bonneval (Ahmet Pasa), Birinci Mahmud devrinde Miri mirân rütbesi ile humbaracı başılığına tayin edildi. Humbaracı ocağı, "fenn-i humbara ve sanayi-i ateşbazîde maharet-i tammesi" olan bu zat tarafından Avrupa'daki usûl ve sistemlere uygun bir şekilde teşkilatlandırılmaya tabi tutuldu. Ahmet Paşa'nın bu konudaki çabaları sonucunda Bosna'dan 301 nefer alınarak her 100 kişi bir "oda" teşkil etmek üzere bir ocak vücuda getiriliyor, her bölüğe bir yüzbaşı, iki ellibaşı, on onbaşı, tabib, cerrah ve yazıcılar tayin olunduktan ve ulûfeler tespit edildikten sonra teşkilât, humbaracıbaşının emri ve sadrazamın nezareti altına alınıyordu. Siki bir talim ve eğitim ile yetişecek olan humbaracılardan tahsillerini bitirip olgun bir hale gelenler, Vidin, Nis, Hotin, Azak ve Bosna"nin serhad kalelerine "Humbaracıbaşı" olarak tayin edileceklerdi.
Fabrika ve kışlaları Üsküdar'da bulunan humbaracıların, devlet askerî teşkilâtı bakımından önemli bir yeri bulundukları anlaşılmaktadır. Yeniçeriliğin ilgası esnasında meydana gelen olaylarda, devletin yanında yer almış olan Humbaracı Ocağı, Asakir-i Mansûre ordusu içinde topçulara bağlanarak ayrı bir ocak olmaktan çıkmış oldu.

LAĞIMCI OCAĞI
Kuşatma altındaki surlarının altından tünel (lağım) kazmak suretiyle yıkan veya düşmanın açtığı tünelleri kapatan bir ocaktır. Osmanlı ordusunda mühendislik bilgisine dayalı olan bu ocak, XVII. asrin ortalarından itibaren bozulmaya yüz tutmuştu. Biri, Cebecibaşının komutasında maaşlı, diğeri de Lağımcıbaşı denilen komutanın emri altında ve tımarlı olan iki kısma ayrılıyorlardı.
Yer altında yollar açarak fitil ve barutla kale bedenlerini yıkan veya lağım açarak berhava eden lağımcılık, Osmanlı ordusunda çok gelişmişti. Gerçekten, günümüzün istihkâm sınıfı diye adlandırabileceğimiz bu ocak hakkında su ifadeler kullanılmaktadır: "XVIII. asra kadar Türk istihkamcısı, gerek teknik ve gerekse tabya bakımından dünyanın mukayese edilemeyecek kadar en üstün istihkâm sınıfı idi. Bunu, o dönemin bütün Avrupalı yazarları ve tanınmış generalleri teyid etmektedirler. Modem Avrupa istihkamcılığının kurucusu da Türklerdir. Türk istihkâm tekniğini ilk defa Fransızlar öğrenmiş ve XIV. Louis devrinde tatbik etmişlerdir. Daha sonra bu teknik bilgi, Avrupa orduları tarafından aynen iktibas edilmiştir. (Lavisse-Rambaud, VI, 96) Avrupa istihkamcılığının babası sayılan mühendis general Vauban, ilk defa Türklerden öğrendiği tabya tekniğini, 1673 senesinde Hollanda’nın Maestricht kalesi kuşatmasında kullanmış, basarili olması üzerine ayni asrin sonlarında bu teknik, bütün Avrupa'ya yayılmıştır. Vauban, Türk istihkam tabyasını Kandiye'de öğrenmişti."
Vazifesi, sadece tünel açmakla bitmeyen bu ocak, hem ordunun hem de ağırlıklarının geçirilmesi için köprü yapmak ve gerekiyorsa mevcudları tamir etmek gibi vazifelerle de yükümlü idi. Kale muhasaralarında bunların bilgi, teknik ve faaliyetlerinden epey istifade edilmiştir. Bu sayede zaptı kabil olmayan pek çok kale, bu ocak mensuplarının açtıkları tüneller sayesinde kolayca ele geçirilmişti. Nitekim Serdar-i Ekrem Köprülü zâde Ahmet Pasa'nın 1078 (1667) senesindeki Kandiye kuşatma ve fethinden baha edilirken lağımcıların burada ne denli hizmet ve yararlılıklar gösterdiğine temas edilir. Bu tarihten sonra da Osmanlıların lağımcılığı yavaş yavaş gerilemeye başlamıştı. Bu sebeple olsa gerek ki, 1207 (1792) de "Nizam-i Cedid" denilen yeni bir sistemle dönemine göre modern bir hale getirilmeye çalışıldı. Bu maksatla ocak, biri lağım bağlamak, diğeri köprü, tabya ve kale yapmak gibi mimarî bilgi gerektiren iki kısma ayrıldı.


KAPIKULU SÜVARİSİ
Osmanlı kapıkulu ordusunu teşkil eden ikinci sınıf askerî güç, Kapıkulu süvarisidir. Osmanlıların muvaffakiyetli hamlelerinde bu sınıfın da büyük bir hissesi vardır. Osmanlı topraklan genişledikçe tımarlar çoğalıyor, tımarlar çoğaldıkça da tımarlı süvari (sipahi)nine sayısı da artıyordu. Fakat bunlar, kendi tımarlarında ikamet ettiklerinden, başarıları mahdud kılıyordu. Bu bakımdan daha kuruluş yıllarından itibaren devlet merkezinde, yeniçeriler gibi devamlı ve maaş alan bir süvari birliğinin bulundurulması ihtiyacı hissediliyordu. Bu sebeple Sultan I. Murada döneminde, Rumeli Beylerbeyi olan Timurtas Pasa'nın yardim ve tavsiyesiyle ilk adim atılmış oluyordu. Önce "Silah" ve "Silahlar" adi ile iki bölük olarak teşkil edilen Kapıkulu süvarisine daha sonra "Sağ Ulûfeci" ve "Sol Ulûfeci" (Ulûfeci yan-i yemin ve yesâr) ile "Sağ ve Sol Garipler" (Guruba-i yemin ve yesâr) ismi verilen dört bölük daha ilave edilerek Kapıkulu süvari ocağı altı bölüğe yükseltilmiş oldu
Kapıkulu süvarileri, hükümdarla birlikte sefere gittikleri zaman onun sağ ve solunda yürürlerdi. Silah sağda, silahtar da solda bulunurdu. Sipahin sağında sağ ulûfeciler, silahtarların solunda da sol ulûfeceler yürürlerdi. Bunların sağ ve solunda da sağ ve sol garipler yürüyorlardı.
XVIII. asırdan itibaren şayi ve güçleri giderek zayıflayan Kapıkulu süvarisi de "Vakfa-i Hayriye" diye adlandırılan ve yeniçeriliğin ortadan kalkmasıyla sonuçlanan olayda lagv edildiler. Yeniçerilerin bu sıralardaki serkeşlik ve isyanlarına katılmayan bu ocak mensuplarından, isteyenlerin yeni kurulan modem süvaride vazife almalarına müsaade edilmişti.
EYÂLET ASKERLERİ
Osmanlı kara ordusunun ikinci kısmini meydana getiren, devletin büyümesinde, gelişmesinde ve sınırlarını genişletmesinde önemli derecede rolü bulunan askerî kuvvet, eyalet askerleridir. Bunlar : Yerli Kulu, Serhad Kulu, ve Tımarlı Sipahiler olmak üzere 3 grup halinde ele alabiliriz.
YERLIKULU
Yerli Kulu piyadesi, eyalet paşaları ile sancak beylerinin komuta ve idaresinde bulunan, komutanları da bunlar tarafından tayin olunan muntazam ve disiplinli bir askerî sınıftır. Rikab-i Hümayûndaki askere Kapıkulu dendiği gibi, devlet merkezinin dışında bulunan bu askere de Yerli Kulu denmekteydi. Hizmet gördükleri müddetçe maaş alabilen bu askerî sınıfın iaşesi, eyalet veya sancak beyi vasıtasıyla veyahuttu devlet hazinesinden verilirdi. Bu sınıfa dahil askerleri de gördükleri hizmetlere göre: 1 Azepler, 2 Sekban ve tüfekçiler, 3 Icareliler, 4 Lağımcılar, 5 Müsellemiler olmak üzere beş gruba ayırmak mümkündür.


AZEPLER
Yerlikulu askerinin ilk sınıfını meydana getiren azepler, harplerde büyük hizmetler görüyorlardı. Ordunun ön saflarında yer almalarından dolayı düşman taarruzuna en çok onlar maruz kalıyorlardı.
Kelime olarak "bekâr" demek olan azep tabiri, Osmanlı askerî teşkilâtında: bekâr, güçlü ve kuvvetli olan gençlerden meydana getirilmiş bir askerî sınıf için kullanılmaktaydı.
Klasik Osmanlı ordusunda azepler, Anadolu'daki Müslüman Türklerden kurulu hafif piyade askerî birliğidir. Bununla beraber yine ayni adi taşıyan ve 1450'den sonra Fâtih Sultan Mehmet tarafından teşkil olunan kale azepleri de vardır.
SEKBAN VE TÜFEKÇİLER
Yerlikulu piyadelerinden olan sekbanlar, askere ihtiyaç hasıl olduğu zaman, gönüllü olarak toplanan köy halkından oldukları için, diğer birlikler gibi sağlam bir askerî eğitime sahip değillerdi. "Salhane"den kurtulmak için zaman Hıristiyanlar bile bu birliğe iştirak edebiliyorlardı. Bunlar, bulundukları bölgenin paşasından başkasını tanımazlardı. Hizmet gördükleri müddetçe ulûfe alırlardı. Sekbanlar, "Bayrak" ismi ile sınıflara ayrılırlardı. Sekban bölükbaşısı ve Bayraktar adında subayları vardı. Bunlar, silah olarak kılıç kullanırlardı.
ICÂRELiLER
Hudud boylarında bulunan şehir ve kalelerde istihdam edilen yerli topçulardan meydana getirilen bir sınıftır. Ücretle vazife gördüklerinden dolayı kendilerine bu isim verilmiştir. Komutanları, topçuluğu iyi bilen ve "Topçu ağası" adi verilen bir kimsedir. Topçu ağası, eyalet paşalarının komutasında bulunmak üzere payitahttan gönderilirdi.
LAĞIMCILAR
Yerlikulu askerinin bir bölümünü teşkil eden bu sınıf, hududa yakın bulunan önemli bazı kalelerin aniden muhasara edilmesi düşünülerek kurulmuş bir sınıftır. Ayrıca düşman tarafından kazılacak hendek ve tünellere mukabil hendek ve tünel kazmak suretiyle harbi kazanmak gayesi güdülmüştü. Kapıkulu ocaklarından olan Lağımcılarla ayni vazifeyi görmelerine rağmen bunların durumları daha farklı idi. Zira bunlar, barış zamanlarında da bağlı bulundukları kalelerde bulunuyor ve genellikle Hıristiyan tebeadan meydana getiriliyorlardı. Bunlar, devlet merkezinden gönderilen ve "Lağımcı başı" denilen bir subayın komutasızına verilmişlerdi.
MÜSELLEMLER
Osmanlı Devleti'nde, pek çok görevi yerine getiren müsellemler, harp zamanlarında ordunun geçeceği yollan temizlemek, köprüleri tamir etmek ve yol açmak gibi hizmetlerle de mükellef idiler: Buna karşılık barış zamanlarında bütün vergilerden muaf sayılıyorlardı. Zaten bu ismi bu yüzden almışlardı. Rumeli'de genellikle Hıristiyan tebeadan olan müsellemlere karşılık, Anadolu'da Müslüman tebea istihdam olunurdu. Bunlara "Yörük" ismi verilirdi.
SERHAD KULU
Osmanlı kara ordusunun, önemli bir bölümünü meydana getiren eyâlet askerlerinin bu ikinci sınıfı olan Serhad kulu da, hizmet ve durumlarına göre ayrı kategorilerde mütalaa edilmiştir. Bu sınıf: Akıncılar, Deliler, Gönüllüler ve Beşliler olmak üzere daha küçük birliklere ayrılmışlardır.
AKINCILAR
Serhad kulu grubunun en önemli birliğini akıncılar teşkil ederdi. Müslüman Türklerden meydana getirilen hafif süvari kuvvetlerine verilen bu isim, 500 sene sonra Avrupa'da "komando" olarak ortaya çıkacaktır.
Serhad denilen hudud boylarında bulunan akıncılar, fevkalade disiplinli bir teşkilâta sahiptiler. Bunlar, atlarla düşman içlerine kadar sokulur, gerek bizzat gördükleri, gerekse düşmandan elde edilen esirler vâsıtasıyla öğrendikleri bilgileri değerlendirerek önemli bir istihbarat ağı kurmuşlardı. Öncü kuvvetler oldukları için, ordunun kesif hizmetlerini görüyorlardı. Bundan başka onlar, düşman topraklarındaki araziyi tedkik ederek orduya yol açıyorlardı. Çok seri hareket ettikleri için, düşmanın pusu kurmasına imkan vermiyorlardı. Ayrıca ordunun geçeceği yerlerdeki mahsûlü korumak suretiyle ekonomik bir fayda da sağlıyorlardı. Akıncılar, esir almak suretiyle bölgede bulunan nehirlerin geçit yerlerini de öğreniyordu. Bunun içindir ki akıncılar, esas ordudan dört beş gün daha ileride bulunurlardı. Günümüzün motorize birlikleri gibi pek seri ve süratli hareket ettikleri için, düşmana karsı dehşet saçar ve onların maneviyatı üzerinde çok etkin psikolojik tesirde bulunurlardı.
Islâma şuurdan kaynaklanan bir ruha sahip olan akıncıların, ordunun basarisi için yaptıkları akınlarda, pekçik esir aldıkları bir gerçektir. Akıncı anlayışına göre savaşmak (cihad yapmak) hem dinî hem de millî bir vazifedir.
Hafif süvari birlikleri olduklarından, düşman kale ve ordusu üzerine varmayan akıncılar, ordu için yollan açıyorlardı. Bu yolların birkaç yönden açılması gerekiyordu. Ordunun hedefi olan ülke, hem maddî hem de manevî bir şekilde yıpratılmalı idi. Düşmanın, maddî güç kaynakları yok edilmeli, ekonomisi ile ordusu hırpalanmalı idi. Halka korku salip onların manevî güçlerini kırmak gerekiyordu. Elde edilmesi mümkün olan her türlü gizli bilgi elde edilmeliydi. Akıncıların açtıkları bu yol ve verdikleri hizmetten sonra, Padişah veya Serdar-i Ekrem asil ordu ile gelip harp ederlerdi.

Rumeli'de ayrı ayrı ocaklar halinde bulunan akıncılar, komutanlarının isimleri ile anılırlardı. Osmanlılar'ın ilk fetihleri zamanında Evrenos Bey akıncıları vardı. Daha sonra Mihaloğulları, Turhan ve Malkoç Bey akıncıları meydana çıktı. XVI. asır sonlarına kadar şöhretlerini muhafaza eden akıncılar, Osmanlı fetihlerinde önemli rol oynamışlardı. Genelde Akıncılar, Rumeli sinir boylarında kullanılmakla birlikte zaman zaman Anadolunun doğusunda da istihdam edilmişlerdir.
Savaşlarda basarili olan akıncılara dirlik tahsis edilince tımarlı akıncılar ortaya çıktı. Böylece akıncılar, tımarlı ve vergiden muaf olanlar diye iki gruba ayrılmış oldular. XVII. asır baslarından itibaren vergiden muaf olanlar, bazı kadılar tarafından vergi vermeye zorlanmış görünmektedirler. Merkezden gönderilen emirlerle kadıların bu neviden davranışlarından vaaz geçmeleri istenmektedir. Nitekim 1014 (1605) senesine ait bir hükümde söyle denilmektedir:
"Akıncı taifesinin sakin oldukları yerin kadılarına hüküm ki, kadimu'l-eyyamdan olan sefer-i hümayunuma eser akıncı taifesi sefere estikleri (sene) umumun avanz-i divâniye ve tekâlif-i örf iyeden muaf ve müsellem olmak babında emr-i şerifim vârid olmuş iken, halıya taife-i mezbureye kudat tarafından tekâlif çektirilmekle, sefere ihraç olunmak lazım geldikte taife-i mezbûre sair reaya gibi hem tekâlif çekeriz ve hem sefere teklif idersiz deyü sefere gitmekte taallul ettikleri ilam olundu. İmdi taife-i mezbûre memur oldukları sefere gelip hizmet ettiklerinden sonra tekâlif ile rencide olunmamak ferman olunmuştur."
Akıncıların silahlan, bir zırhlı göğüslük ve yaka ile mızrak, kalkan ve atlarının eğerine takılı bası topuzlu bir bozdoğandı. Akıncıların tamamı zırh kullanmazdı. Bunların yiyecekleri ve kapları da kendileri gibi hafifti. Atlarının eğerine asili birer küçük kuşhâne ile yemek islerini görürlerdi. Çoğu zaman bu tencerede pirinç, kavurma veya koyun pastırmasını pişirirlerdi.
XVI. asır sonlarına kadar Batı'da önemli hizmetlerde bulunan akincilarin sayısı, zaman ve şartlara bağlı olarak azalıp çoğalıyordu. Nitekim 1530 Budan ve 1532 Alman seferinde sadece Mihaloglu Mehmed Bey'in komutasında 50 binden fazla akıncı vardı.
Eflak Beyi Mihal'in isyanındaki harekâtta (1595), Vezir-i A'zam Sinan Paşa'nın tedbirsiz hareketi sonucu adeta mahvolurcasına zayiat veren akıncılar, bundan sonra pek fazla is yapamadılar. Gerçi XVII. yüzyılın ilk yarısı içinde cüzî bir kuvvetle bazı muharebelerde görünmüşlerse de eski kuvvet ve kudretlerine ulaşamadılar. Bundan sonra akıncıların vazifesi, Tatar ve Kirim Hani kuvvetleri tarafından görülür olmuştu. Varlığını ismen de olsa uzun süre devam ettiren akıncılık, 1826 yılında resmen ortadan kaldırılmıştı.
DELİLER
Serhan kulu askerinin bir bölümünü de "Deliler" teşkil ediyordu. Bunların büyük bir kısmi Türk'tü. Öncü birliklerden olan ve deli denilen bu atlılar da akıncılar gibi gözünü budaktan sakınmıyorlardı. Gerçekten bu sınıfa mensub olanlar, öyle bir cesarete sahip idiler ki, asır "delil" demek olan bu tabir, cesaretlerinden dolayı halk arasında "deli" olarak meşhur olmuştu. İri yan ve cesaretli kimselerden meydana gelen bu hafif süvari birliği, ocaklarını Hz. Ömer'e kadar dayandırırlar. Fevkalade cesaret, atılganlık ve korkunç kıyafetleri ile düşmana dehşet veren Deliler, hep galip gelirlerdi. Bu sınıf askerî birliğin parolası "yazılan gelir basa" seklinde idi. Böyle bir anlayış ve suura sahip oldukları için hiç bir tehlikeden çekinmezlerdi.
Sancak beyi veya beylerbeyi maiyetinde olan delilerde, akıncıların bütün silahlan vardı. Bunların her ellialtmiş kişisi "bayrak" adi ile bir birlik meydana getiriyordu. Bu birliklerin birkaç tanesi "Delibaşı" adında bir subayın komutasında idi. Birkaç delibaşının askerleri de "Alaybeyi" veya "Serleşme" denilen daha yüksek rütbeli bir subayın komutasına havale edilmişlerdi.
XVI. asırlardan önce pek görülmeyen bu askerî birlik, Türklerden başka Bosnak, Sırp ve Hırvat gibi Müslüman olmuş cengaverlerden meydana gelmişti. Bunlar, tamimiyle Rumeli halkından oldukları için orada bulunurlardı.
Baslarında, benekli sırtlan derisinden yapılmış ve üzerine kartal kanatları takılmış bir baslık bulunurdu. Şalvarları kurt veya ayı derisinden olup tüyleri dinarda idi. Bu kıyafetleri ile deliler, düşmana büyük bir korku verirlerdi.
Devlette, zaaf belirtilerinin görüldüğü XVIII. asırdan itibaren bu askerî birlik de önemini kayb etti. Yeniçerilerin ortadan kaldırılması ile bunlar da lagv edildi.
Serhad kulu askerini teşkil eden "Gönüllü" ve "Beşliler" diye iki ayrı birlik daha vardır. Hafif süvari birlikleri olan bu birlikler, zamanlarına göre önemli hizmetler ifa etmişlerdi. Bunlar, hudutlardaki şehir ve kasabaların muhafazasına memur edilmişlerdi. Bu birlikler, ulûfelerini bulundukları yerin maliyesinden alıyorlardı. Atlı ve tüfekli olan gönüllü sınıfı sağ ve sol gönüllüler diye ikiye ayrılıyorlardı. Beşliler de sağ ve sol beşliler diye ayrıldıkları gibi "Cemaat-i besluyan-i evvel", "Besluyan-i sanı", "Besluyan-i salış" ve "Besluyan-i rabi" gibi isimler alırlardı.
TIMARLI SİPAHİLER
Osmanlı eyâlet kuvvetlerinin en kalabalık ve önemli sınıfını tımarlı sipahi denilen atlı birlikler meydana getiriyordu. Devletin büyüyüp gelişmesinde baslıca rolü oynayan topraklı ve tımarlı süvari teşkilâtı, daha önceki Müslüman Türk devletlerinde de vardı. Osmanlılar, bu sistemi daha da geliştirmişlerdi. Bu sayede Osmanlılar, bir taraftan toprağın islenmesini sağlarken, öbür taraftan devletin atlı ihtiyacını gideriyorlardı. Bu mânâda kendilerine dirlik verilmiş olan toprak sahipleri, buna mukabil devletin muhafazasını üzerlerine almışlardı. Kuruluş döneminden itibaren devam edegelen bu sistem, uzun müddet devam etmişti. Böylece devletin asker ihtiyacı, kendilerine tımar vermek suretiyle halk tarafından karşılanıyordu.
Dirlik verilen tımar sahibi, elindeki imkânlardan istifade ile "Cebeli" veya "Cebelî" denilen bir askerî güç bulundurmak zorunda idi. Tımarlı sipahilerin besleyecekleri asker (cebeli) sayısı, tımarın gelirine göre değişiyordu. Sefer esnasında tımar sahibi olan sipahi, cebelileri ile birlikte harbe iştirak etmek zorunda idi. Aksi takdirde geri verilmemek üzere tımarı elinden alınırdı. Meşru bir mazeretinden dolayı gelemeyen veya beylerbeyinin emri ile güvenlik mülahazasıyla yerinde kalıp sefere iştirak etmeyenler için böyle bir ceza uygulanmazdı. Atlı olan bu askerî sınıf, binicilikte ve kılıç kullanmada son derece maharet sahibi idi. Piyadelerin korunması bunların sayesinde mümkün oluyordu.
Cebelûler, genellikle Anadolu gençlerinden teşkil ediliyorlardı. Bununla beraber bazan sipahinin para ile satın aldığı veya savaşlarda esir etmiş olduğu kimselerden de olabilirdi. Cebel ûnun bütün masrafı "sahib-i arz" da denen tımar sahibine aitti. Sipahi, kendi bölgesinde veya bağlı bulunduğu sancak dahilinde oturmak zorunda idi.
Tımarlı sipahiler her sancakta bir kişim bölüklere ayrılmışlardı. Her bölüğün "Subaşı" denilen çeribaşları ile bayraktar ve çavuşları vardı. Tımarlı sipahilerden her on bölük (bin kişi) bir alaybeyinin komutası altında bulunurdu. Alaybeyleri ise sipahileri ile birlikte bağlı bulundukları sancakbeylerinin, onlar da eyalet valisi olan beylerbeyinin komutası altında sefere giderlerdi. Tımarlı sipahilerin iyi atları, kılıç, kargı, kalkan ve okları ile baslarında miğfer, üstlerinde de zırh bulunurdu. Savaş esnasında ordunun sağ ve solundaki kanatları teşkil ederek hilal seklini almak suretiyle yandan gelecek saldırılara karsı merkezi muhafaza ediyorlardı. Savaşta ölen sipahinin çocukları devlet tarafından himaye edilir ve çocuklarından birine dört bin, ikincisine üç bin akçalık tımar bağlanırdı.
Bilindiği gibi mirî arazi rejiminin bir sonucu olarak ortaya çıkan dirlik sisteminde sipahî, toprağın gerçek sahibi değildir. Bu sebeple o, tasarruf hakkini elinde bulundurduğu araziyi herhangi bir şekilde satamayacağı gibi varislerine miras da bırakamazdı. O, devlet tarafından belli hizmetler karşılığında kendisine verilen araziyi kullanma (tasarruf) yetkisine sahiptir. Kanunnâmelerle belirlenen kaidelerin dışına çıkamaz. Bu bakımdan, vazifesini kötüye kullandığı veya tımarında çalışanlara (reâya) zulme ve teaddi ettiği kesin olarak belirlenen sipahinin toprağı elinden alınırdı. Kendisi ayrıca cezaya da çarptırılırdı. Bununla beraber sipahinin seferde ölmesi halinde tımarı çocuklarına kalırdı. Nitekim daha Osman Gazi zamanında, sipahi, çocukları ve tımarla ilgili bazı kanunların yürürlüğe girdiği bilinmektedir. Asikpasazâde'nin ifadesine göre ölen dirlik sahibinin tımarı, oğluna verilecektir. Şayet ölen kimsenin oğlu küçük ve sefere gidemeyecek yasta ise, o zaman onun yerine hizmetçileri sefere gideceklerdir. Böyle bir uygulama, seferdeki sipahiye daha bir kuvvet kazandırıyordu. İnsan ruh dünyasının karmaşık isteklerinden biri de kendinden sonra evlatlarına bir şeyler bırakma arzusudur. Binaenaleyh, tam anlamıyla maliki olmasa bile öldükten sonra toprağının kendi çocuklarına intikal edeceğini bilen bir sipahi, sefer esnasında cephe gerisinden emin demekti. Bu da ona ayrı bir güç veriyordu. Çünkü ölse bile, devletin kendi çocuklarını koruyacağını biliyordu. Bu bilgi, ona bir dinamizm veriyordu.
Kanunî Sultan Süleyman’ın son zamanlarına kadar Türk ordusunun en güçlü askeri olan tımarlı sipahi, bilhassa XVI. yüzyılın sonlarından itibaren bu sınıfın arasına da yabancıların girmesiyle yavaş yavaş bozulmaya yüz tutmuştu. Bunların, disiplinli ve muntazam olmaları, Kapıkulu ocakları ile bir denge sağlıyordu. Tımarların önemlerini kaybetmesi, tımarların muharibe olmayan sınıflara verilmesi ve bazı tımar gelirlerinin mukataa-i miriye adi ile hazineye aktarılması, bunların nüfuzlarının azalmasina sebep oldu. Keza, XVII. yüzyılın ortalarından itibaren hizmet bölüklerinin kaldırılması üzerine tımarlı süvariler, adeta yaya, müsellem ve Yörükler gibi top, cephane ve diğer harp levazimatini, nakletmek, kalelere zahire götürmek, tamir islerinde hizmet görmek ve benzer daha nice geri hizmetleri ile vazifelendirildiler. Bu uygulama, teşkilat için ikinci bir darbe oldu.
XVII. asır baslarına kadar Anadolu ve Rumeli'deki tımarlı sipahîlerle, bunların kanunen beraberlerinde harbe götürmeye mecbur oldukları "Cebeli" şayisi 90 binden fazla iken bu miktar, sonraları üçte bire inmişti. Tımarlı sipahi askerinin azalması sonucunda valiler, kapılarında besledikleri derme çatma levend, sarıca, sekban gibi kuvvetlerle bunların yerlerini doldurmaya çalıştılar.
Msn Happy
tatlı_şeker - avatarı
tatlı_şeker
Ziyaretçi
10 Aralık 2011       Mesaj #13
tatlı_şeker - avatarı
Ziyaretçi
Msn Happy OSMANLI ORDUSU Kara da görev yapanlar Msn Happy

A-KAPIKULU OCAKLARI B)-EYALET ASKERLERİ C)-YARDIMCI KUVVETLER
1.Tımarlı Sipahiler (Bağlı Devlet ve Beyliklerin askerleri)
2.Akıncılar
KAPIKULU YAYALARI KAPIKULU ATLILARI 3.Azaplar
1.Acemi Oğlanlar (Altı Bölük Halkı) 4.Deliler
2.Yeniçeriler 1.Sipahi 5.Gönüllüler
3.Cebeciler 2.Silahdar 6.Beşliler
4.Topçular 3.Sağ ulufeciler 7.Yayalar
5.Top Arabacıları 4.Sol ulufeciler 8.Müsellemler
6.Humbaracılar 5.Sağ garipler
DENİZ ORDUSU (DONANMA)

OSMANLI ASKERİ TEŞKİLATI
Kuruluş Döneminde Askeri Teşkilat:
Orhan Bey zamanında YAYA ve MÜSELLEMLER adlarıyla ilk düzenli birlikler oluşturuldu. I.Murat
zamanında ise Kapıkulu ocakları kuruldu.(1362)
A)-KAPIKULU OCAKLARI:
Padişah I.Murad zamanında oluşturuldu. O zaman İslam hukukuna göre savaş esirlerinin beşte biri
hükümdara ayrılırdı. Padişah da bunları özel hizmetlerinde kullanırdı. Bir bölümü de saray
hizmetlileri arasına alınırdı. I. Murad zamanında PENÇİK OĞLANI denilen bu savaş esirlerinin sayısı
arttı.Bunun üzerine bu esirlerden düzenli bir ordu kurularak yararlanılmak istendi.Bu sisteme "Pencik
Usulü" denildi.Böylelikle Kapıkulu ocakları oluşturuldu.
Devşirme Usulü:Kapıkulu ocakları kurulduktan sonra bu ocaklara sürekli bir kaynak bulmak amacıyla
DEVŞİRME USULÜ oluşturuldu. Buna göre özellikle Balkanlar'da yaşayan Hıristiyan
ailelerin çocukları ailelerinden alınarak İslam dininiTürkceyi ve Türk gelenek ve
göreneklerini öğrenmek üzere Türk ailelerinin yanına gönderilirdi. Tek çocuklu
ailelerin çocukları alınmazdı.Daha sonra bu çocuklar Acemi Oğlanlar ocağına
gönderilirlerdi.
KAPIKULU YAYALARI(PİYADELERİ)
1)- ACEMİ OĞLANLAR OCAĞI: Yeniçeri ve diğer Kapıkulu ocaklarına asker yetiştirmek için kurulmuştur.
Türk ailelerinin yanından gelen devşirme çocukları burada yapılan askeri eğitimden sonra
sınavdan geçirilir başarılı olanlar Enderûn'a alınırdı. Diğerleri Kapıkulu ocaklarına
dağıtılırlardı.
2)- YENİÇERİ OCAĞI: Kapıkulu ocaklarının en önemlisidir. Savaş zamanında merkezde bulunur ve
padişahı korurlardı. Barışta ise Divân muhafızlığı yapmak İstanbul'un güvenliğini sağlamak
sınırlardaki kalelerde muhafızlık yapmak gibi görevleri vardı.
Yeniçerilere üç ayda bir "ULUFE" denilen maaş padişah tahta çıktığında "CULÜS BAHŞİŞİ" ilk
sefere çıktığında da "SEFER BAHŞİŞİ" verilirdi. Yeniçerilerin komutanına "YENİÇERİ AĞASI"
denilirdi.
3)- CEBECİLER: Komutanlarına "CEBECİBAŞI" denilirdi. Yeniçerilerin silahlarını ve zırhlarını yapar
onarır ve silah ambarlarında muhafaza ederlerdi.
4)- TOPÇU OCAĞI: Bu ocağın görevi top dökmek ve topları kullanmaktı. Osmanlılar topu ilk defa
I.Kosova Savaşında kullandılar.
5)- TOP ARABACILARI OCAĞI: Top arabalarını yapan ve topları taşıyan ocaktı. Komutanlarına
"ARABACIBAŞI" denirdi.
6)- HUMBARACILAR OCAĞI: Havan denilen toplarla humbara denilen gülleleri hazırlayan ve kullanan
ocaktı.Komutanına "HUMBARACIBAŞI" denirdi.
7)- LAĞIMCILAR OCAĞI: Kale kuşatmalarındahendek kazarak veya fitil döşeyerek surları yıkan teknik
bir sınıftı. Komutanına "LAĞIMCIBAŞI" denirdi.
8)- SAKALAR: Kapıkulu askerlerinin sularını taşırdı.Komutanına "SAKABAŞI" denirdi.

KAPIKULU SÜVARİLERİ(ATLILARI)
Altı Bölük halkı da denirdi.Derece ve maaş yönünden yeniçerilerden üstündüler.
Sipah ve silahtar; savaş sırasında padişah çadırını
Sağ ve Sol ulufeciler; Saltanat sancaklarını
Sağ ve sol garipler; ordunun ağırlıklarını ve hazineyi korurlardı.
Ocağın adı Mevcudu Günlük Ulûfesi
Acemiler 7.745 1-25 akçe
Yeniçeriler 12.000 2-5 akçe
Cebeciler 500-800 8 akçe
Topçular 1000-1200 6-8 akçe
Top Arabacıları 400 4-6 akçe
Kapıkulu Süvarileri 8000 14-90 akçe
B)- EYALET ASKERLERİ:

1)- TIMARLI SİPAHİLER: Tımar sistemi daha önceki Müslüman Türk devletlerinde gördüğümüz IKTA
sisteminin Osmanlılar tarafından geliştirilmiş şekliydi. Tımarlı Sipahiler kendilerine DİRLİK
verilen kişilerin beslemek zorunda oldukları tamamı Türklerden meydana gelen atlı
askerlerdi.Savaş sırasında ordunun sağ ve sol kanatlarında durarakordu merkezini yanlardan
gelecek saldırılara karşı korurlardı.Kanuni Sultan Süleyman'ın son zamanlarına kadar devletin en
önemli ve en büyük askeri gücüydü.
2)- AKINCILAR: Sınır boylarında oturan Türklerden meydana gelen hafif süvari kuvvetleriydi. Başlıca
görevleri; ordunun keşif hizmetlerini görmek kaçan düşmanı kovalamak düşmanı oyalamaktı.
3)- AZAPLAR: Kelime anlamı bekâr demektir. Masrafları kendi şehir ve kasaba halkı tarafından
karşılanan gönüllü kuvvetlerdi.
4)- DELİLER: Düşmana korkusuzca saldırmaları nedeniyle "deli" olarak adlandırılmışlardır.
5)- GÖNÜLLÜLER: Sınırdaki kasaba ve şehirleri korumakla görevliydiler.
6)- BEŞLİLER: Her beş haneden bir kişi alınarak oluşturulan bu birlikler sınırdaki kalelerin
korunmasında görevlendirilirdi.
7)- YAYA VE MÜSELLEMLER: Ordunun önünde giderek yolları ve köprüleri onarırlardı.

C)- YARDIMCI KUVVETLER:
Bir savaş zamanında bağlı hükümetlerin(KırımEflak-Boğdan) askerleri de Osmanlı ordusuna yardım
ederlerdi. Bunlar içinde en önemlisi Kırım kuvvetleriydi.

DENİZ ORDUSU(DONANMA):
Osmanlılar Orhan Bey zamanında Karesi Beyliğini ele geçirince bu beyliğin donanmasına da
Sahip olmuşlardır. Yıldırım Bayezıt tarafından Gelibolu'da bir tersane yapılmıştır. Fatih zamanında
gelişmeye başlayan donanma II.Beyazıt zamanında Kemal Reis'in Kanunî zamanında da Barbaros
Hayrettin Paşa'nın Osmanlı hizmetine girmesiyle Akdeniz'de en üstün güç haline gelmiştir.
Donanma komutanına Kaptan-ı Derya veya Kaptan Paşa deniz askerlerine ise LEVENT denirdi.
Barbaros Hayrettin Paşa Turgut Reis Salih Reis Pirî Reis Murat Reis Seydi Ali Reis Kılıç Ali
Reis meşhur Türk denizcileridir.

OSMANLI ORDUSUNDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER VE SEBEPLERİ:
Osmanlı ordusunda meydana gelen bozulmaların temelde iki nedeni vardı;
1-Avrupa’daki gelişmeler 2-Tımar sistemindeki bozulmalar
1)- Avrupa'da merkezi krallıkların güçlenmesiyle daimi nitelikte ve yeni silahlar kullanan Batı
ordularına karşı çoğunluğu tımarlı sipahilerden oluşan Osmanlı ordusunun eskisi kadar başarılı
olamayışıydı. Çünkü Avrupa orduları daimi olduklarından onlar için "savaş zamanı" diye bir şey
söz konusu değildi. Oysa tımarlı sipahi hasat zamanı köyünde bulunmak öşrünü toplamak
düşüncesindeydi.Ayrıca yeni savaş teknikleri ve silah kullanımı ancak kışlada özel eğitimle
verilebileceğinden tımarlı sipahinin savaşlarda etkisinde kalmamıştı.Bu nedenle tımarlılar 17.
yüzyıldan sonra sadece yol ve istihkam işlerine bakan askerler haline geldiler.
2)- Tımar sisteminin bozulmasına bağlı olarak kapıkulu ocaklarının da bozulmasıdır.

TIMAR SİSTEMİNİN BOZULMASININ MEYDANA GETİRDİĞİ SONUÇLAR:
1- Devlet ulûfeli tüfekli kapıkulu askerinin sayısını artırmak zorunda kaldı.
2- Sayıları çoğalan kapıkullarına ulûfe yetiştirmek güçleşti.Hazinenin yükü arttı.
3- Eyaletlerdeki tımarlı sipahiler ile kapıkulu birbirine karşı denge unsuru idiler. Tımarlı
sipahiler kalkınca kapıkulları devlete hükmeder hale geldiler.
4- Kapıkulu askeri ihtiyacı artınca "devşirme sistemi" de bozuldu. Devşirme olmayan kişiler de
kapıkulu askeri yapıldı.
5- Köylü kapıkulu askeri olmak isteyince toprağını bıraktı.Bu yüzden üretimde azaldı.
KAPIKULU OCAKLARINDAKİ BOZULMALAR:
Askerî alandaki başarısızlıkları önlemek için 17. yüzyıldan itibaren askeri teşkilatta yeni
düzenlemelere ihtiyaç duyuldu. Ancak bu düzenlemelere Yeniçeri ocakları karşı koydular. Yeniçerilerin
başlıca ayaklanmaları şunlardır:
1- Yeniçeriler 17. yüzyılın başında sadrazamın görevden alınması için padişah III. Mehmet'i ayak
divanına çağırmışlar padişah istekleri kabul etmek zorunda kalmıştır.
2- Padişah II.Osman Lehistan seferi sırasında yeniçerilerin isteksiz davranışını görünce sefer
dönüşü AnadoluMısır ve Suriyeden toplayacağı askerle yeniçerileri kaldırmayı düşünmüş ancak
bunu öğrenen yeniçeriler ayaklanarak II.Osmanı şehit etmişlerdir.
3- IV.Murat saltanatının ilk yıllarında yeniçerilerin isteklerini kabul etmek zorunda kalmışfakat
sonra sert tedbirlerle onları sindirmiştir.
4- IV.Mehmet zamanında zorbalıkları devam eden yeniçeriler 1656'da devlet adamlarını öldürdüler.
(Vakayı Vakvakiye=Çınar vakası)
5- 1687'de IV.Mehmet'i tahttan indirerek yerine II.Süleyman'ı geçirdiler.
6- Nizam-ı Cediti kuran III. Selim'i tahttan indirdiler. (Kabakçı Mustafa Ayaklanması)

YENİÇERİLERİN AYAKLANMALARININ BAŞLICA SEBEPLERİ:
1-Padişah ve diğer devlet adamlarının yeniçeri ocaklarında düzenlemeler yapmak istemeleri
2-Saray entrikaları sonucu vezir veya diğer devlet adamlarının yeniçerileri kışkırtmaları
3-Padişah değişikliğinde cülus bahşişi aldıklarından padişahları tahttan indirerek yerine yenisini
geçirmenin işlerine gelmesi
4-Pekçoğunun İstanbul'da esnaflık gibi işlerle uğraşmalarından sefere gitmek istememeleri
5-Maaşlarının düşük ayarlı para ile ödenmesi
6-Denge unsuru olan tımarlı sipahilerin ortadan kalkmasıyla devlet içinde en etkili güç haline
gelmeleri
7-Tımar sisteminin çökmesiyle sayılarının ve güçlerinin artması

KAPIKULU OCAKLARINDA YAPILAN ISLAHATLAR:
1- I.Mahmut (1730-1754) zamanında Fransız asıllı olan Humbaracı Ahmet Paşa ordunun topçu ve
humbaracı ocaklarını Avrupa yöntemlerine göre ıslah etti. Ayrıca bu dönemde Hendeshane kuruldu.
2- III.Mustafa(1757-1774) zamanında topçu ocağı Baron dö Tot tarafından yeniden ıslah edildi. "Sürat
topçuları" adıyla yeni bir askeri birlik kuruldu.
3- III.Selim (1789-1807) Nizam-ı Cedit adıyla yeni bir ordu kurdu(1793).
4- a)-II.Mahmut döneminde(1808-1839) sadrazam Alemdar Mustafa Paşa SEKBAN-I CEDİT ocağını kurdu.
b)-Alemdar Mustafa Paşanın öldürülmesi üzerine Sekban-ı Cedit kapatıldı.II.Mahmut EŞKİNCİ adıyla
yeni bir ocak kurdu.
c)-II.Mahmut 1826'da yeniçerileri ortadan kaldırdı. Bu olaya Osmanlı tarihinde "Vakayı Hayriye"
denir. Yeniçeri ocağının yerine ASAKİR-İ MANSURE-İ MUHAMMEDİYE adında yeni bir kuruldu.Bu
orduya daha sonra NİZAMİYE adı verildi. Komutanına da SERASKER(Kara kuvvetleri komutanı)
denildi.
5- Tanzimat Devrinde askerlik "vatan görevi" olarak kabul edildi(1843).Temel askerlik süresi 5 yıl
olarak belirlendi.
6- 1870'de "askeri zaptiye" teşkilatı (jandarma) kuruldu.
tatlı_şeker - avatarı
tatlı_şeker
Ziyaretçi
17 Aralık 2011       Mesaj #14
tatlı_şeker - avatarı
Ziyaretçi
OSMANLI ORDUSU "Ordu dinlenmededür"


A)KAPIKULU OCAKLARI
1.Acemi Oğlanlar (Altı Bölük Halkı)
2.Yeniçeriler
3.Cebeciler
4.Topçular
5.Top Arabacıları
6.Humbaracılar

B)EYALET ASKERLERİ
1.Sipahi
2.Silahdar
3.Sağ ulufeciler
4.Sol ulufeciler
5.Sağ garipler

C)YARDIMCI KUVVETLER
1.Tımarlı Sipahiler (Bağlı Devlet ve Beyliklerin askerleri)
2.AkıncılarKAPIKULU YAYALARI KAPIKULU ATLILARI
3.Azaplar
4.Deliler
5.Gönüllüler
6.Besliler
7.Yayalar
8.Müsellemler

OSMANLI ASKERİ TESKİLATI
Kurulus Döneminde Askeri Teskilat: Orhan Bey zamanında YAYA ve MÜSELLEMLER adlarıyla ilk düzenli birlikler olusturuldu.
I.Murat zamanında ise Kapıkulu ocakları kuruldu.(1362)

A)KAPIKULU OCAKLARI:
Padisah I.Murad zamanında olusturuldu. O zaman İslam hukukuna göre savas esirlerinin
beste biri hükümdara ayrılırdı. Padisah da bunları özel hizmetlerinde kullanırdı. Bir bölümü de
saray hizmetlileri arasına alınırdı. I. Murad zamanında PENÇİK OĞLANI denilen bu savas esirlerinin sayısı arttı.Bunun üzerine bu esirlerden
düzenli bir ordu kurularak yararlanılmak istendi.
Bu sisteme "Pencik Usulü" denildi.Böylelikle Kapıkulu ocakları olusturuldu. Devsirme Usulü:Kapıkulu ocakları kurulduktan sonra bu
ocaklara sürekli bir kaynak bulmak amacıyla DEVSİRME USULÜ olusturuldu. Buna göre özellikle Balkanlar'da yasayan hırıstiyan
ailelerin çocukları ailelerinden alınarak İslam dinini,Türkçeyi ve Türk gelenek ve göreneklerini öğrenmek üzere
Türk ailelerinin yanına gönderilirdi. Tek çocuklu ailelerin çocukları alınmazdı.Daha sonra bu çocuklar Acemi Oğlanlar ocağına gönderilirlerdi.

KAPIKULU YAYALARI(PİYADELERİ)
1)ACEMİ OĞLANLAR OCAĞI: Yeniçeri ve diğer Kapıkulu ocaklarına asker yetistirmek için kurulmustur.
Türk ailelerinin yanından gelen devsirme çocukları burada yapılan askeri eğitimden sonra sınavdan geçirilir,
basarılı olanlar Enderûn'a alınırdı. Diğerleri Kapıkulu ocaklarına dağıtılırlardı.
2)YENİÇERİ OCAĞI: Kapıkulu ocaklarının en önemlisidir. Savas zamanında merkezde bulunur ve
padisahı korurlardı. Barısta ise Divân muhafızlığı yapmak, İstanbul'un güvenliğini sağlamak, sınırlardaki
kalelerde muhafızlık yapmak gibi görevleri vardı. Yeniçerilere üç ayda bir "ULUFE" denilen maas, padisah tahta çıktığında "CULÜS BAHSİSİ", ilk sefere çıktığında da "SEFER BAHSİSİ" verilirdi. Yeniçerilerin komutanına
"YENİÇERİ AĞASI" denilirdi.
3)CEBECİLER: Komutanlarına "CEBECİBASI" denilirdi. Yeniçerilerin silahlarını ve zırhlarını yapar,
onarır ve silah anbarlarında muhafaza ederlerdi.
4)TOPÇU OCAĞI: Bu ocağın görevi top dökmek, ve topları kullanmaktı. Osmanlılar topu ilk defa I.Kosova Savasında kullandılar.
5)TOP ARABACILARI OCAĞI: Top arabalarını yapan ve topları tasıyan ocaktı. Komuutanlarına
"ARABACIBASI" denirdi.
6)HUMBARACILAR OCAĞI: Havan denilen toplarla, humbara denilen gülleleri hazırlayan ve kulanan
ocaktı.Komutanına "HUMBARACIBASI" denirdi.
7)LAĞIMCILAR OCAĞI: Kale kusatmalarında,hendek kazarak veya fitil döseyerek surları yıkan teknik
bir sınıftı. Komutanına "LAĞIMCIBASI" denirdi.
8)SAKALAR: Kapıkulu askerlerinin sularını tasırdı.Komutanına "SAKABASI" denirdi.

KAPIKULU SÜVARİLERİ (ATLILARI)
Altı Bölük halkı da denirdi.Derece ve maas yönünden yeniçerilerden üstündüler.
Sipah ve silahtar; savas sırasında padisah çadırını, Sağ ve Sol ulufeciler; Saltanat sancaklarını Sağ ve sol garipler; ordunun ağırlıklarını ve hazineyi korurlardı.
Ocağın adı Mevcudu Günlük Ulûfesi
Acemiler 7.745 1-2, 5 akçe
Yeniçeriler 12.000 2-5 akçe
Cebeciler 500-800 8 akçe
Topçular 1000-1200 6-8 akçe
Top Arabacıları 400 4-6 akçe
Kapıkulu Süvarileri 8000 14-90 akçe

B)EYALET ASKERLERİ:
1)TIMARLI SİPAHİLER: Tımar sistemi daha önceki Müslüman Türk devletlerinde gördüğümüz IKTA
sisteminin Osmanlılar tarafından gelistirilmis sekliydi. Tımarlı Sipahiler
kendilerine DİRLİK verilen kisilerin beslemek zorunda oldukları tamamı
Türklerden meydana gelen atlı askerlerdi.Savas sırasında ordunun
sağ ve sol kanatlarında durarak,ordu merkezini yanlardan gelecek
saldırılara karsı korurlardı.Kanuni Sultan Süleyman'ın son zamanlarına
kadar devletin en önemli ve en büyük askeri gücüydü.
2)AKINCILAR: Sınır boylarında oturan Türklerden meydana gelen hafif süvari kuvvetleriydi. Baslıca
görevleri; ordunun kesif hizmetlerini görmek, kaçan düsmanı kovalamak, düsmanı oyalamaktı.
3)AZAPLAR: Kelime anlamı bekâr demektir. Masrafları kendi sehir ve kasaba halkı tarafından karsılanan gönüllü kuvvetlerdi.
4) DELİLER: Düsmana korkusuzca saldırmaları nedeniyle "deli" olarak adlandırılmıslardır.
5)GÖNÜLLÜLERMsn Confusedınırdaki kasaba ve sehirleri korumakla görevliydiler.
6)BESLİLER: Her bes haneden bir kisi alınarak olusturulan bu birlikler sınırdaki kalelerin korunmasında görevlendirilirdi.
7)YAYA VE MÜSELLEMLER: Ordunun önünde giderek yolları ve köprüleri onarırlardı.

C)YARDIMCI KUVVETLER:
Bir savas zamanında bağlı hükümetlerin(Kırım,Eflak-Boğdan) askerleri de Osmanlı ordusuna
yardım ederlerdi. Bunlar içinde en önemlisi Kırım kuvvetleriydi.

DENİZ ORDUSU(DONANMA):
Osmanlılar Orhan Bey zamanında Karesi Beyliğini ele geçirince bu beyliğin donanmasına
da sahipolmuslardır. Yıldırım Bayezıt tarafından Gelibolu'da bir tersane yapılmıstır. Fatih
zamanında gelismeye baslayan donanma,
II.Beyazıt zamanında Kemal Reis'in, Kanunî zamanında da Barbaros Hayrettin Pasa'nın
Osmanlı hizmetine girmesiyle Akdeniz'de en üstün güç haline
gelmistir. Donanma komutanına Kaptan-ı Derya veya Kaptan Pasa, deniz askerlerine ise
LEVENT denirdi. Barbaros Hayrettin Pasa, Turgut Reis,
Salih Reis, Pirî Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis, Kılıç Ali Reis meshur Türk denizcileridir.
Msn Happy
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
1 Ekim 2017       Mesaj #15
Avatarı yok
Yasaklı

Osmanlıda Ordu Teşkilatı!


Osmanlı ordu teşkilatı, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur. Osmanlı ordusunun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır. Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı yaya, süvarileri ise müsellem biçiminde adlandırılmıştır. Bu ordu kapıkulu ocaklarının kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak görev almıştır. Osmanlı Devleti'nin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine Vezir Alaaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem adlarıyla muvazzaf ve süvari kuvveti kuruldu.

Kara Kuvvetleri!


Yaya ve müsellemlerin temelini attığı ordu teşkilatı zamanla kuvvet ve sınıflara ayrılmıştır. Osmanlı ordusu başlıca 3 ana kuvvetten oluşmaktaydı. İlgili kuvvetler, Kapıkulu Ocağı, Eyalet Askerleri ve Akıncılar idi. Kapıkulu Ocağı Osmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan Padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır. Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemlerde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu.

Deniz Kuvvetleri (Donanma)!


Osmanlı Devleti'nin denizcilikle ilgilenmesi İzmit ve Gemlik taraflarının, akabinde de Karesi ilinin alınması ile başlamıştır. Karesi Beyliği gemilerinden faydalanarak Rumeliye geçen Osmanlı 1390 yılında Gelibolu'da önemli bir tersane yapmıştır. Saruhan, Aydın ve Menteşe beylikleri gibi denizde kıyısı olan beylikler Osmanlı Devleti'nin idaresine girince ilgili beyliklerin tersanelerinden de istifade edilmiştir. Bu yıllarda Türk denizciliğinin ilk ismi olan Çaka Bey İzmir'de donanmasını kurmuş sonrasında ise kızını Kılıçarslan ile evlendirmiştir. Ayrıca daha sonraları donanmaya kadırga isimli gemiler girmiştir. Kadırga hem küreği hem de yelkeni olan bir gemi idi.

Hava Kuvvetleri!


Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa tarafından 1909 yılında temelleri atılan Osmanlı Hava Kuvvetleri resmi olarak 1 Haziran 1911 tarihinde Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği 2. Şubesi bünyesinde Havacılık Komisyonu adıyla faaliyete geçirilmiştir. Havacılık Komisyonu'nun temellerini Fransa'dan satın alınan biri 25, biri de 50 beygirlik iki uçak oluşturmuştur.

Kaynak: Belgelerle Osmanlı

Benzer Konular

26 Aralık 2011 / Misafir Osmanlı İmparatorluğu
26 Mayıs 2011 / virtuecat Osmanlı İmparatorluğu
9 Nisan 2010 / asla_asla_deme Osmanlı İmparatorluğu
7 Nisan 2010 / asla_asla_deme Taslak Konular
23 Nisan 2010 / asla_asla_deme Osmanlı İmparatorluğu