MsXLabs
Sayfa 1 / 5

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Sanat ww (https://www.msxlabs.org/forum/sanat-ww/)
-   -   Vincent van Gogh (https://www.msxlabs.org/forum/sanat-ww/10515-vincent-van-gogh.html)

Misafir 1 Nisan 2007 21:32

Vincent van Gogh
 
2 ek
Vincent VAN GOGH (1853–1890)
Alıntıdaki Ek 47115

MsXLabs.org & Temel Britannica

Saf ve parlak renklerden ve hareketli fırça vuruşlarından oluşan benzersiz üslubuyla Vincent Van Gogh, Hollanda'nın yetiştirdiği en büyük ressamlardan biridir. Van Gogh'un yaşamını yönlendiren en önemli üç etken din, edebiyat ve resimdi. 10 yıl süren kısa sanat yaşamı boyunca yaklaşık 800 yağlıboya, 700 dolayında da suluboya resim yaptı ve desen çizdi. Tüm yaşamını etkileyen ruhsal bunalımları sonun­da sanatçıyı intihara sürükledi. Parasızlık ve yoğun acılarla geçen yaşamı boyunca, başta yaptığı resimler olmak üzere her konuda yalnızca kardeşi Theo'dan destek gördü. Ya­pıtlarının değeri ve sanatındaki ustalığı ancak ölümünden sonra anlaşıldı. Sanatçının yapıt­ları bugün dünyanın önde gelen müze ve galerilerinde sergilenmektedir.
Vincent Van Gogh, Hollanda'da küçük bir köy olan Groot Zundert'te doğdu. Babası Protestan papazıydı. Vincent genç yaşta ken­dini dine adamaya karar verdi. Bir yandan da resim yapmaya başladı. 20 yaşında vaiz olarak İngiltere'ye gitti. Orada kaldığı üç yıl boyunca çok sayıda çizim yaptı. 1874'te Paris'e gitti. Ertesi yıl Lahey'de, amcasının yöneticiliğini yaptığı Goupil Galerisi'nde çalışmaya başladı.
O dönemde çeşitli galerileri ve müzeleri gezerek, birçok ressamın yapıtlarını inceleme fırsatı buldu. En çok da Rembrandt'ın ve Frans Hals'ın resimlerinden etkilendi. Bir süre aynı firmanın Londra'daki ve Paris'teki şubelerinde çalıştı. Londra'da bulunduğu sı­rada galeri sahibinin kızına âşık oldu. Ama ilgisi karşılıksız kalınca uzun süren bir bunalı­ma girdi. 1876'da işinden ayrılarak Dordrecht' te bir kitapçıda çalışmaya başladı. Edebiyata duyduğu yoğun ilgi yeniden canlandı. Bir süre sonra yaşamını gene dine adamaya karar verdi. Önce İngiltere'de ve Hollanda'da, ardından Belçika'da kömür madencileri arasın­da vaizlik yaptı. Bu deney ona din adamı olamayacağını gösterdi ve eskisi gibi resim yapmaya başladı. Brüksel Akademisi'nde bir süre anatomi ve perspektif dersleri aldıktan sonra Etten'e, ailesinin yanına döndü. Orada köylülerin günlük yaşamının ve çevredeki kır­ların resmini yaptı. O dönemde yaptığı Pata­tes Yiyenler (1885) adlı ünlü tablosu için şu sözleri söylemişti: "Gaz lambası ışığında pata­tes yiyen bu insanların aynı ellerle toprağı nasıl kazdıklarını ve yiyeceklerini nasıl dü­rüstçe kazandıklarını göstermeye çalıştım."
Van Gogh 1886'da, kardeşi Theo'yla birlik­te yerleşmek üzere gittiği Paris'te, İzlenimci sanatçıların tablolarını görme fırsatı buldu. Bir süre dönemin tanınmış ressamlarından Fernand Cormon'un atölyesinde çalıştı. Ora­da Henri de Toulouse-Lautrec ve Paul Gaugin'le tanıştı. İzlenimci ressamların saf, canlı ve parlak renklerini coşkuyla karşılayan Van Gogh, en çok Monet ve Renoir'dan etkilendi. İzlenimciler'in renk ve üslup anlayışını tüm ayrıntısıyla özümsedi. Bununla birlikte sanat­çının üslubunu belirleyen en önemli etken, o yıllarda Paris'te sanat çevrelerinin ilgiyle izle­diği Japon baskıları oldu. Japon baskılarındaki renklerin parıltısı ve saflığı Van Gogh'u büyüledi. Paris'in hareketli kent yaşamından yorulan Van Gogh, sessiz ve sakin bir ortam­da çalışabilmek için kardeşi Theo'nun yardı­mıyla Fransa'nın güneyindeki Arles'a gitti. Orada sürekli açık havada çalıştı. Boyaları birbirine hiç karıştırmadan, saf ve canlı renk­lerle, çiçek açan meyve ağaçlarının, güneş ışığıyla yıkanan tarlaların, servilerin, ayçiçeklerinin, yalın ve gösterişsiz odasının resimleri­ni, köydeki insanların portrelerini yaptı. 1888'de Paul Gaugin de Arles'a yerleşti. İki sanatçı aynı evde birlikte yaşamaya, açık havada birlikte çalışmaya başladılar. Gece gündüz, soğuk sıcak demeden sürekli resim yaptılar. Van Gogh'un o dönemde yaptığı Ay çiçekleri (1888) güneş ışığının, yaşam ener­jisinin fış kırdığı eşsiz güzellikteki tabloların­dan yalnızca biriydi. Ne var ki, iki sanatçının sanat anlayışları ve yaşam biçimleri arasında­ki farklılıktan doğan hararetli tartışmalar sonunda şiddetli kavgalara dönüştü.
Van Gogh yaşamının son üç yılında sık sık ruhsal çöküntü ve bunalım nöbetleri geçirdi. Bu nöbetlerden birinde Gaugin'le yaptığı şiddetli kavganın ardından sinirsel bunalım geçiren sanatçı sol kulağını kesti. Bu olaydan sonra St. Remy'de bir akıl hastanesine kaldı­rıldı. 1890'da intihara kalkıştı. Ama bunalım­ları arasında resim yapmayı sürdürdü ve en güzel tablolarından bazılarını yaşamının son yıllarında yaptı. O dönemdeki başlıca yapıtla­rı Sandalye ve Pipo (1888–89), Yıldızlı Gece (1889) ve Kendi Portresi (1890).


Alıntıdaki Ek 47109
Patates yiyenler, Nuenen, Nisan 1885, yağlı boya - kanvas



BYAYD SPEOPLE 2 Temmuz 2007 14:28

1 ek
19. yüzyılın önemli sanatçılarından olan Van Gogh (Hollandaca söylenişi "fan hoh", Türkçe'de "van gog" olarak yaygındır) çeşitli işlerde başarısız olduktan sonra (son işi olan papazlıktan, aşırı inançlı çalıştığı için kovulmuştur) sadece resim yapmaya karar verir. Bu amaçla kardeşi Theo ona sürekli para gönderir. Çalışmadığı ve kardeşinden para aldığı için rahatsızlık duyan Vincent, sorumluluğunu üstlenmek ve kendini kardeşine kanıtlamak için sürekli resim yapar. Akademik resme inanmaz, reddeder. Ressam gördüğünü bire bir çizmemeli, ona kendinden yorum katmalıdır. Ona göre mitolojik kahramanların ya da mistik varlıkların resmini yapmak yersizdir. Ressam hayatın içinde olmalı ve hayatın içinde olanları konu edinmelidir. Bu düşünceleri nedeniyle döneminin ressamları tarafından küçümsenir. Güvenilmez ve dengesiz kişiliği insanlarla iletişim kurmasını engeller. Yalnız bir hayat yaşamış, çok parasız kalmıştır. Buna rağmen akıl hastanesinde yattığı sırada bile hiç durmadan resim yapmıştır.
Yaşamı süresince hiçbir yapıtını satamayan Van Gogh'un tanınması, ölümünden 11 yıl sonra, 1901'de resimlerinden 71'inin Paris'te sergilenmesiyle başlar.
Bugün Avrupa sanat geçmişinin en önemli ressamlarından sayılan Van Gogh'un, dışavurumculuk, fauvism ile soyutlama'nın erken dönemleri üzerinde büyük etkisi olmuştur. Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi, onun ve çağdaşlarının yapıtlarını barındırır. Yine Hollanda'daki Otterlo müzesinde de çok sayıda Van Gogh yapıtı vardır.
Van Gogh'un bazı resimleri yeryüzünün en pahalı resimleri arasında yer alır. 1987'de "Irisler (Süsenler)" adlı tablosu 53,9 milyon ABD dolarına, 1990'da "Doktor Gachet'in Portresi" adlı tablosu o zamana dek görülmemiş bir fiyata, 82,5 milyon ABD dolarına satılmıştır.
Alıntıdaki Ek 47110


_PaPiLLoN_ 1 Ağustos 2007 19:35

2 ek
30 Mart 1853 yılında Hollanda'nın Kuzey Brabant bölge papazı Theodoros Van Gogh'un ilk çocuğu olarak doğan Vincent Van Gogh küçük yaşlarda papazlık ve kilisede vaizlik yapar.
Ona göre sanatçının üretmesini engelleyen şeyler vardır, yani yaşamın küçük eziyetleri, yani parasızlık ve aileye yük olmak gibi. Kardeşi Theo'nun gönderdiği harçlıklarla boya, fırça, kağıt ve elbise alırdı. Çok çizmek, bütün zamanını resme ayırmak için yıllığı 60 güldene ahır aradı. Ama parasızlık ve Theo'ya bağlılık, hayatını noktalayacağı son güne kadar yakasını bırakmadı.

Yaşam amacının temelinde öfkeden çok sevgi, tutkudan çok sükunet yatıyordu. Sık sık derin acılara gömülse de gene de içinde saf ve sakin bir uyum, bir müzik vardı. Çok yoksul bir kulübede, en pis bir köşede bir desen, bir resim görebiliyordu. Basit ve düzenli çalışmaya alışmak, bunda direnmek, geçirdiği nice acılı yıllardan sonra kolay değildi... Ölümü daha gençlik yıllarından itibaren kutsadı. Aarsen'in naaşının başında durduğu sırada şunları düşünüyordu:
"Ölümün dinginliği, görkemli sessizliği biz yaşayanlara kıyasla öylesine üstündü ki..."
Kuzeni, dul ve çocuklu Kee'yi sevdi. Kadın soğuk bir duvar gibi davranıp ondan hep kaçtı. "Hayır, asla, hiçbir zaman" sözcükleri Van Gogh'un aklından hiç çıkmadı. Ama Vincent hiç yılmıyordu:
"Onu o kadar uzun süre seveceğim ki, sonunda o da beni sevecek" diyordu.
Sonra Sien çıktı karşısına.Güzel değil, genç değil, hiçbir dikkat çekici özelliği de yoktu, üstelik hamile idi, ve de yosma olduğu söylenerek Van Gogh'un onunla birlikteliği yadırgandı.
"Günah benim yaptığım değil, sevgisiz yaşamaktır ve ahlaksız durumlardır günah." diyerek sevgisini hep savundu.
Kardeşi Theo bu olay yüzünden, Vincent'in korktuğu gibi, ağabeyinden parasal desteğini çekmedi ama evlenmesine de karşı çıktı.
"Sevdiğimin uğruna çalışacağım, melankoliye kapılmayacağım, sinirimi bozmayacağım."
Theo'ya evlenmesi için tavsiyelerde bulunurken, kendisinin evlenme ve çocuk sahibi olma isteğini yitirdiğini söylediğinde, 35'indedir. Resim tutkusu geri dönülmez bir yola sokmuştur artık onu.
23 Aralık 1889 yılında, Fransa'nın Arles kentinde birlikte kaldıkları ressam arkadaşı Gauguin'den gelen telgrafı alan kardeş Theo Van Gogh ilk trene atlayıp hastaneye yetişir. Çünkü Vincent kulağını kesmiş ve bir süredir ilişkide bulunduğu Rachel adında genelevde çalışan kadına götürüp armağan etmiştir.


IRİSLER
Alıntıdaki Ek 47111


Doktor Gachet'in portresi
Alıntıdaki Ek 47112


HayLaZ61 13 Ağustos 2007 14:17

1 ek
Vincent van Gogh
MsXLabs.org
Vincent Willem van Gogh (d. 30 Mart 1853, ö. 29 Temmuz 1890), Hollandalı ressam.
19. yüzyılın önemli sanatçılarından olan Van Gogh, çeşitli işlerde başarısız olduktan sonra (son işi olan papazlıktan, aşırı inançlı çalıştığı için kovulmuştur) sadece resim yapmaya karar verir. Bu amaçla kardeşi Theo ona sürekli para gönderir. Çalışmadığı ve kardeşinden para aldığı için rahatsızlık duyan Vincent, bu sorumluluğu taşımak ve kendini kardeşine kanıtlamak için sürekli resim yapar. Akademik resme inanmaz, reddeder. Ressam gördüğünü bire bir çizmemeli, ona kendinden yorum katmalıdır. Ona göre mitolojik kahramanların ya da mistik varlıkların resmini yapmak yersizdir. Ressam hayatın içinde olmalı ve hayatın içinde olan insanları konu edinmelidir. Bu düşünceleri nedeniyle döneminin ressamları tarafından küçümsenir. Güvenilmez ve dengesiz kişiliği insanlarla iletişim kurmasını engeller. Yalnız bir hayat yaşamış, çok parasız kalmıştır. Buna rağmen akıl hastanesinde yattığı sırada bile hiç durmadan resim yapmıştır.
Yaşamı süresince hiçbir yapıtını satamayan Van Gogh'un tanınması, ölümünden 11 yıl sonra, 1901'de resimlerinden 71'inin Paris'te sergilenmesiyle başlar.
Bugün Avrupa sanat geçmişinin en önemli ressamlarından sayılan Van Gogh'un (Hollandaca söylenişi "fan hoh", ama Türkçe'de "van gog" olarak yaygındır), dışavurumculuk, fauvism ile soyutlama'nın erken dönemleri üzerinde büyük etkisi olmuştur. Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi, onun ve çağdaşlarının yapıtlarını barındırır. Yine Hollanda'daki Otterlo müzesinde de çok sayıda Van Gogh yapıtı vardır.
Van Gogh'un bazı resimleri yeryüzünün en pahalı resimleri arasında yeralırl. 1987'de "Irisler (Süsenler)" adlı tablosu 53,9 milyon ABD dolarına, 1990'da "Doktor Gachet'in Portresi" adlı tablosu o zamana dek görülmemiş bir fiyata, 82,5 milyon ABD dolarına satılmıştır.

Alıntıdaki Ek 47113


HayLaZ61 17 Ekim 2007 09:03

1 ek
Vincent van Gogh
Alıntıdaki Ek 47136


Vincent Van Gogh, bir papazın oğlu olarak 1853 yılında Hollanda’nın güneyinde bir köyde dünya’ya geldi. 19.yüzyılın yazgısı en trajik sanatçılarından biri olan Van Gogh, içinde sürekli bunaltılar yaşar ve hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma, bir çıkış bulma isteğidir bunaltılarının nedeni. Acı çeker, mutsuzdur, huzursuzdur ve yalnızdır ama resimleriyle neşe ve sevinç uyandırmak istemiş, acıları sevince, hüzünleri neşeye ve yalnızlığı birlikteliğe döndürmeye çalışmıştır.
İnsanların yalnızlık, hüzün ve acı içindeki hallerinden etkilenip bunları da resimlerinde yansıtmıştır. Acı çekenlere ilgi duymuştur; içinde yaşadığı dünyada kendisini uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi. Mutsuz olması yalnızlığındandır. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, kendisinden kuşku duyması, trajik yazgısı, yaşamına son vermesidir onu melankolik yapan.
Dünyada kendisini alçalmış, sevgilerden uzaklaşmış görmüştür Van Gogh. Yararsızlığının kendi elinde olmadığını, yazgının çizdiği olaylar dizisi sonucu bir kafese tıkıldığını, bir şeyler yapmak istediğini ama bunun yolunu bulamadığını yazar Theo’ya mektuplarında. Daha sonra yapacağı işi bulmuş ve kendini tamamıyla ona adamıştır büyük bir coşkuyla.
“Acı duymak gülmekten iyidir, zira acı insanın yüreğini arıtır. İnsanları diri diri gömercesine kilitleyip çevrelerinde duvarlar örenin ne olduğu bilinmez ama yine de bir takım duvarların, tel örgülerin, demir parmaklıkların varlığı hissedilir. Bütün bunlar bir kuruntu, bir hayal midir? Sanmıyorum. Ve insan kendi kendine sorar; Tanrım bu uzun süreli mi, temelli ve herkes için geçerli olan bir ebediyet midir?”
İlk dönem karakalem çalışmalarında maden işçilerini, köylüleri ele almış, patates yığınları, dokuma tezgahı gibi konuları işlemiş bir yandan da kasvetli gökler ve koyu renklerle iç karartıcı manzaralar resmetmiştir. Patates Yiyenler tablosu bu kasvetli ve iç karartıcı dönemini simgeler ( Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). 1885 tarihli resimde iç mekanda günlük yaşam konu edinilmiştir. İşçiler kendi ektikleri patatesleri paylaşarak yerken gösterilmişlerdir. Tek ışık kaynağı yukarıdan sarkan bir lambadır. Lambanın ışığı patatesleri aydınlatır. Resmin genelinde aynı renk ve tonlar hakimdir. Yeşilin ve kahverenginin koyu tonları. Patatesin tozlu rengini elde etmeye çalışıyordu. Bütün resme hakim olan renk yabani patates rengiydi. Resmin kasvetli ve karanlık görünümü ve insanların yüzleri, yoksulluğu melankolik bir atmosfer yaratıyor. Bu tür insanları gözlemleyen Van Gogh da yoksulluğun ne demek olduğunu biliyordu Bu dönemlerde kardeşine yazdığı bir mektupta ” Böyle devam ederse hedefime varamayacağım. Bu kadar uzun zaman aç kalmasaydım bünyem daha kuvvetli olurdu. Fakat her seferinde daha az çalışmak ya da aç kalmak şıklarından birini seçmem gerektiğinde ben hep aç kalmayı tercih ettim. Bir insan buna nasıl dayanabilir? Açlığın etkisini resimlerimde öylesine görebiliyorum ki geleceğim için kaygılanıyorum”.
1882 tarihli Hüzün adlı taşbaskısında oturan çıplak bir kadın tasvir edilmiştir (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Kadının başı dizine doğru eğilmiştir ve kolları arasında kalmıştır. Koyu renk uzun saçları çıplak sırtından aşağıya dökülmektedir. Saçlar ten rengiyle kontrast oluşturur. Figürün dış hatları belirginleştirilmiştir. Kolları arasında kalan yüzü görülmez ama büyük ihtimalle ağlamaktadır ya da üzgün bir ifade içindedir. Tek başına bırakılmış, çaresiz bir durumu vardır. Kederleriyle birlikte yapayalnızdır, itilmiştir. Kederin dokunaklı bir ifadesine tanık oluyoruz. Buradaki kadın Van Gogh’un birlikte yaşadığı alkolik, gebe ve fahise Sien’dir. Bu resmin bir de karakalemle yapılmış deseni vardır.
Van Gogh’un 1890 yılında Sonsuzluğun Eşiğinde - 1890- adlı resminde de yine kederler içindeki bir insanın tasviri vardır (Rijksmuseum Kröller Muller, Otterlo ). Resimde sandalye üzerinde oturan mavi pantolon ve gömlekli yaşlı bir adamın derin acısı yansıtılmıştır. Yaşlı adam yumruk yaptığı elleriyle yüzünü kapamış, dirseklerini bacaklarının üzerine dayamış ve öne doğru eğilmiştir. Gözleri ve yüzü görünmüyor ama o da ağlamaklı ve yıkılmış bir durumdadır. Yine aynı yıl yaptığı Doktor Gachet’in Portresi -1890- adlı resimde de masaya dirseğini dayamış oturan bir adam görülür (Musee du Jeu de Pavme,Paris). Beyaz kasketli figürün yumruğu yanağında be başını destekler. Düşünceli ve kederli görünümlü Doktor Gachet’in kendisine sinirli olduğu kadar hasta göründüğünü de belirtir Van Gogh. Figürün yüzünde melankoli, hüzün, çaresizlik ve umutsuzluk hakimdir. Bu hüzün resmin her yanına yayılır. Bütün renkler ve çizgiler bu melankolik atmosfere uyar. Figürün çizgileri kasvetli görünümü izler ve bu duygusal ruh halini açığa vurur. Üzerindeki lacivert ceket ve arka planın koyu mavi rengi ve yüzün solgunluğu ifadeyi güçlendirir.
van Gogh resimde kendini yaşamdan koparıp alacak yolu arıyordu. Coşkusunu, içinde kopan fırtınaları, hüzünleri, aşırı hislerini portrelerine yansıtan ikinci bir ressam daha yoktur. Kendisiyle sürekli hesaplaşan, bir türlü emin olamayan, bir başkasının eline bakmaktan dolayı sürekli ezik ve hassas olan ama gittiği, inandığı yoldan vazgeçmeyen, çevresindekiler tarafından anlaşılamamış bir Van Gogh. Acılarıyla, mutsuzluğuyla, huzursuzluğuyla, arayışları, hırsı, coşkusu, sonsuz yalnızlığı, sevgiye açlığı, yoksulluğu, yaptığına duyduğu saygı, kısa yaşantısına sığdırdığı onca yapıtı, erkek kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplar, hastalığı, krizleri, bir tas çorba ile boya tüpü arasındaki seçimleri onu Van Gogh yapanlar. “Çoğu zaman 30 yaşında olduğuma inanamıyorum. Çok daha yaşlı hissediyorum kendimi. En çok beni tanıyanların çoğunun bana ‘rante’ gözüyle baktıklarını düşündüğümde ve bazı şeyler değişmezse belki de haklı çıkacaklarına inandığımda içim kararıyor, sanki bu şimdiden gerçekleşmişçesine bir umutsuzluğa kapılıyorum”
Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece -1888- adlı manzarasında yıldızlı gecenin tasviri göz kamaştırıcıdır. Işık saçan yıldızlar, kıyıdan denize vuran yapay ışıklar ve lacivertle mavi tonları resmin bütününe yayılır. Ön planda yürüyen bir çift görülür. Buradaki ve başka resimlerinde görülen çiftlerden erkek olanı kızıl saçlı olarak tasvir edilmiştir. Hayatı boyunca yalnız olan ressam gerçek hayatta asla bulamadığı eşini resimlerinde hep yanında çizmiştir. Figürler manzarada çok küçüktür ve yüzleri seyredene dönüktür. Bir mektubunda ” Gece manzaralarını ve gece ortamının özelliklerini, gecenin gerçek karanlığı içinde ve yerinde tuvale aktarma sorunu beni her taraftan kuşatmakta” diye yazmıştı. Gökyüzündeki yıldızlara gitmek için ölümün bir araç olduğunu belirtir. Ölümle ulaşılan yıldızların erişilir olabileceğini düşünüyordu. Gece karanlıktır, korkudur, ölümdür, uykudur, yalnızlıktır, hüzündür.
Bulutlu Göğün Altındaki Buğday Tarlası -1890-resmi için “bunlar kasvetli gökyüzünün altında uzanan uçsuz bucaksız buğday tarlaları…derin kederi ve sonsuz yalnızlığı ifade etmekte zorlanmadım” diye yazar Theo’ya mektubunda. (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Ancak ona göre üzüntü ve üzgün yine de iyileştiricidir ve neşelidir. Resmin yarısından çoğunu kaplayan koyu mavi tonların hakim olduğu gökyüzü altında sarılar ve yeşiller beyazlarla ışıklandırılmış tarlalar uzanmaktadır. Önde birkaç küçük gelincik başı vardır. “Kanımca somurtkan yeşil renkler toprak rengi tonlarıyla iyi bir uyum içinde; bunda sağlıklı ve bu yüzden itici bulmadığım bir üzüntü havası var”
Buğday Tarlası ve Kargalar ‘ da -1890-yine kasvetli ve karanlık bir gökyüzü tasviri vardır (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Van Gogh bu resimle de yine kederini ve aşırı yalnızlığını iletmeye çalışmıştır. Geniş tarladan üç ayrı yol ayrılır. Seyreden resmin köşesinde veya tarlada patikanın sonunun ve ufkun nerede olduğunun bilinmezliğiyle sarsılır. Geniş açık tarlaların normal perspektif kurgusu tersine dönmüştür. Çizgiler resmin önünde buluşmak için ufuktan kaçar. Vincent bu resmi yaparken önünde malzemeleriyle ufka doğru yükselen iki yolun böldüğü buğday tarlasının - üçüncü yol resmin sağ alt köşesinde kalmıştır- karşısında yere çökmüş ve önce sola sonra sağa iki kez ateş etmişti. Kara kuşlar ölümü çağrıştırır. Fırtınalı alçak gökyüzünde uçuşan kargalar ve gökyüzünde belirgin mor fırça vuruşları izleyende yalnızlık ve keder duygularını uyandırır. 29 temmuz 1890 da kendini vuran Van Gogh iki gün sonra ölmüştür. Ölümünden sonra üzerinde bulunan kardeşine yazdığı ama göndermediği mektupta ” kısaca sanat uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu yüzden aklımın yarısını yitirdim” diye yazmıştır.


HerHangiBiri 25 Kasım 2008 21:59

6 ek
19. yüzyıl melankoliği

1853-1890 yılları arasında yaşamış olan Van Gogh, 19. yüzyılın yazgısı en trajik sanatçılarından biri. İçindeki varolma ve varolamama bunaltılarıyla yaşar hep. Bunaltılarının nedeni hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma, bir çıkış bulma isteğidir. Sıkıntılıdır, mutsuzdur, huzursuzdur ve yalnızdır ama resimleriyle sevinç uyandırmaya, hüzünleri neşeye ve yalnızlığı birlikteliğe döndürmeye çalışır. İnsanların kederli ve yoksul hallerinden etkilenip bunları da konu olarak seçer. Acı çekenlere ilgi duyar; içinde yaşadığı dünyaya yabancı ve uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, içine yönelmesi, kendisinden kuşku duyması, trajik yazgısı, yaşamına son vermesidir onu melankolik yapan. Hiçbir şey yapmayan, sadece derin düşüncelere dalan melankoliklerden ayrılan yanı ise "başarısız bir şey yapmayı boş oturup hiçbir iş yapmamaya yeğlerim" sözünden anlaşılır. İçine sıkıntı bastığında hemen bir şeyler çizer, böylece uzaklaştırmaya çalışır karamsar düşünceleri. Dünyada kendisini alçalmış, sevgilerden uzaklaşmış görür. Yararsızlığının elinde olmadığını, yazgının çizdiği olaylar dizisi sonucu bir kafese tıkıldığını, bir şeyler yapmak, insanlara ve dünyaya yararlı olmak istediğini ama bunun yolunu bulamadığını yazar Theo'ya mektuplarında. Daha sonra yapacağı işi bulur ve kendini tamamıyla ona adar büyük bir tutkuyla. İnsanı eyleme sürükleyen bir içsel sessizliğin olması gerektiğini ve yoğun bir çalışmayla başarıya ulaşılabileceğini savunur.
Resimde onu yaşamdan koparıp alacak yolu ve karanlığın içindeki ışığı arar. Yaşamı sadece resimdir. İçindeki onu yakan ateş renklerle ifade bulur. Coşkusunu, içinde kopan fırtınaları, hüzünleri, yoğun hislerini portrelerine böylesine yansıtan ikinci bir ressam daha yoktur. Kendisiyle durmadan hesaplaşan, bir türlü emin olamayan, bir başkasının eline bakmaktan dolayı sürekli ezik ve hassas olan ama gittiği, inandığı yoldan vazgeçmeyen, kendini hep savunmak zorunda hisseden, çevresindekiler tarafından anlaşılamamış bir Van Gogh. Başkalarının onu rante olarak görmesinden müthiş rahatsızlık duyup derin umutsuzluklarla mücadele eden onurlu bir Van Gogh. Acıları, huzursuzluğu, arayışları, hırsı, coşkusu, sonsuz yalnızlığı, sevgiye açlığı, yoksulluğu, yaptığına duyduğu saygı, kısa yaşantısına sığdırdığı onca yapıtı, erkek kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplar, hastalığı, krizleri, bir tas çorba ile boya tüpü arasındaki seçimleridir onu Van Gogh yapanlar. "Çoğu zaman 30 yaşında olduğuma inanamıyorum. Çok daha yaşlı hissediyorum kendimi. En çok beni tanıyanların çoğunun bana 'rante' gözüyle baktıklarını düşündüğümde ve bazı şeyler değişmezse belki de haklı çıkacaklarına inandığımda içim kararıyor, sanki bu şimdiden gerçekleşmişçesine bir umutsuzluğa kapılıyorum", "Acı duymak gülmekten iyidir, zira acı insanın yüreğini arıtır", "İnsanları diri diri gömercesine kilitleyip çevrelerinde duvarlar örenin ne olduğu bilinmez ama yine de bir takım duvarların, tel örgülerin, demir parmaklıkların varlığı hissedilir. Bütün bunlar bir kuruntu, bir hayal midir? Sanmıyorum. Ve insan kendi kendine sorar; Tanrım bu uzun süreli mi, temelli ve herkes için geçerli olan bir ebediyet midir?"
Alıntıdaki Ek 47120
İlk dönem karakalem çalışmalarında maden işçilerini, köylüleri ele alır, patates yığınları, dokuma tezgahı gibi konuları işler bir yandan da koyu renklerle kasvetli manzaralar resmeder.Patates Yiyenler tablosu bu dönemdendir (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). 1885 tarihli resimde konu iç mekanda geçen günlük yaşamdır. İşçiler kendi ektikleri patatesleri paylaşarak yerler. Tek ışık kaynağı yukarıdan sarkan bir lamba ve ışık patateslerin üzerinde. Bütün resme hakim olan renk, yeşilin ve kahverenginin koyu tonlarıyla oluşan yabani patatesin tozlu rengidir. Loş görünüm, insanların yüzleri ve yoksulluğu melankolik bir atmosfer yaratıyor. Bir yandan da mütevazi yemeğin paylaşımı ve sade ortam hoş, samimi ve sıcak. Bu tür insanları gözlemleyen Van Gogh da bilir yoksulluğun ne demek olduğunu. Bu dönemlerde kardeşine gönderdiği bir mektupta şöyle yazar:
"Böyle devam ederse hedefime varamayacağım. Bu kadar uzun zaman aç kalmasaydım bünyem daha kuvvetli olurdu. Fakat her seferinde daha az çalışmak ya da aç kalmak şıklarından birini seçmem gerektiğinde ben hep aç kalmayı tercih ettim. Bir insan buna nasıl dayanabilir? Açlığın etkisini resimlerimde öylesine görebiliyorum ki geleceğim için kaygılanıyorum".
1882 tarihli Hüzün adlı taşbaskısında (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam) oturan çıplak kadının başı dizlerine doğru eğilmiş ve kolları arasında kalmış. Koyu renk uzun saçları çıplak sırtından aşağıya dökülüyor. Saçlar ten rengiyle kontrast oluşturmuş. Figürün dış hatları belirgin. Kolları arasında kalan yüzü görülmez ama büyük ihtimalle ağlamakta ya da üzgün bir ifade içinde. Tek başına bırakılmış, çaresiz bir durumu var. Dertleriyle birlikte yapayalnız ve bir kenara itilmiş gibi. Kederin dokunaklı bir ifadesine tanık oluyoruz. Buradaki kadın Van Gogh'un birlikte yaşadığı alkolik, gebe ve fahise Sien'dir. Bu resmin bir de karakalemle yapılmış deseni vardır.

Alıntıdaki Ek 47121
Van Gogh'un 1890 yılına tarihlenen Sonsuzluğun Eşiğinde de yine üzüntü içinde bir insan görülür (Rijks museum Kröller Muller, Otterlo). Sandalye üzerinde oturan mavi pantolon ve gömlekli yaşlı bir adamın derin acısı bize yansır. Yaslı adam yumruk yaptığı elleriyle yüzünü kapamış, dirseklerini bacaklarının üzerine dayamış ve öne doğru eğilmiş. Gözleri ve yüzü görünmüyor ama o da ağlamaklı ve yıkılmış bir durumda.
Alıntıdaki Ek 47122
Doktor Gachet'in Portresi'nde -1890- ise masaya dirseğini dayamış oturan bir adam yer alır (Musee du Jeu de Pavme, Paris). Beyaz kasketli adamın yumruk yaptığı sol eli yanağındadır ve başını destekler. Düşünceli ve kederli Doktor Gachet'in kendisine sinirli olduğu kadar hasta göründüğünü de belirtir Van Gogh. Figürün yüzünde çaresizlik ve umutsuzluk hakimdir. Bu hüzün resmin her yanına yayılır. Bütün renkler ve çizgiler melankolik ruh halini açığa vurur. Üzerindeki lacivert ceket ve arka planın koyu mavi rengi ve yüzün solgunluğu ifadeyi güçlendirir.

Alıntıdaki Ek 47123
Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece-1888- adlı manzarasında yıldızlı gecenin görünümü göz kamaştırıcıdır. Işık saçan yıldızlar, kıyıdan denize vuran yapay ışıklar ve lacivertle mavi tonları resmin bütününe yayılır. Ön planda yürüyen bir çift görülür. Buradaki ve başka çalışmalarındaki çiftlerden erkek olanı kızıl saçlıdır. Ömrü boyunca yalnız olan ressam gerçek hayatta asla bulamadığı eşini resimlerinde hep yanında çizer. Figürler manzarada çok küçük ve yüzleri seyredene dönük. Bir mektubunda "Gece manzaralarını ve gece ortamının özelliklerini, gecenin gerçek karanlığı içinde ve yerinde tuvale aktarma sorunu beni her taraftan kuşatmakta" diye yazar. Gökyüzündeki yıldızlara gitmek için ölümün bir araç olduğunu belirtir. Ölümle ulaşılan yıldızların erişilir olabileceğini düşünür. Gece karanlıktır, korkudur, ölümdür, uykudur, yalnızlıktır, hüzündür.

Alıntıdaki Ek 47124
Bulutlu Göğün Altındaki Buğday Tarlası-1890-(Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam) için "bunlar kasvetli gökyüzünün altında uzanan uçsuz bucaksız buğday tarlaları...derin kederi ve sonsuz yalnızlığı ifade etmekte zorlanmadım" diye açıklama yapar. Ancak ona göre üzüntü ve üzgün yine de iyileştiricidir ve neşelidir. Resmin yarısından çoğunu kaplayan koyu mavi tonların hakim olduğu gökyüzü altında sarılar ve yeşiller beyazlarla ışıklandırılmış tarlalar uzanır. Önde birkaç küçük gelincik başı vardır.
"Kanımca somurtkan yeşil renkler toprak rengi tonlarıyla iyi bir uyum içinde; bunda sağlıklı ve bu yüzden itici bulmadığım bir üzüntü havası var".
Alıntıdaki Ek 47125
Buğday Tarlası ve Kargalar'da-1890- yine karanlık bir gökyüzüyle karşılaşırız (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Van Gogh bu önemli çalışmasında da kederini ve yalnızlığını vurgular. Geniş tarladan üç ayrı yol ayrılır. Seyreden resmin köşesinde veya tarlada patikanın sonunun ve ufkun nerede olduğunun bilinmezliğiyle sarsılır. Geniş açık tarlaların normal perspektif kurgusu tersine dönmüştür. Çizgiler resmin önünde buluşmak için ufuktan kaçar. Vincent bu resmi yaparken önünde malzemeleriyle ufka doğru yükselen iki yolun böldüğü buğday tarlasının -üçüncü yol resmin sağ alt köşesinde kalmıştır- karşısında yere çöküp önce sola sonra sağa iki kez ateş eder. Kara kuşlar ölümü simgeler. Fırtınalı alçak gökyüzünde uçuşan kargalar ve gökyüzünde belirgin mor fırça vuruşları izleyende hüzne yol açar.
29 temmuz 1890'da kendini vuran -son sözcükleri 'imkansız, imkansız'dır- Van Gogh iki gün sonra ölmüştür. Ölümünden sonra üzerinde bulunan kardeşine yazdığı ama göndermediği mektupta "kısaca sanat uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu yüzden aklımın yarısını yitirdim" diye yazılıdır.


Kaynaklar:
Edgü, Ferit, Van Gogh Yüz yıl Sonra, Ada Yayınları, İstanbul, 1990.
Frank, Herbert, Van Gogh, Alan, İstanbul, 1985.
Vincent Van Gogh, Theo'ya Mektuplar, çevınar Kür, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996
Walter, Ingo, F., Vincent Van Gogh, Vision and Reality, Benedikt Taschen, Köln, 1993


sanar 20 Ocak 2009 18:39

Vincent Willem Van Gogh (1853-1890)
 
3 ek
Tam ismi: Vincent Willem van Gogh
Doğumu: 30 Mart 1853 Zundert, Hollanda
Ölümü: 29 Temmuz 1890 Auvers-sur-Oise, Fransa
Alıntıdaki Ek 47114

Milliyeti: Hollandalı

Alanı: Resim
Akımı: Post-empresyonizm
Meşhur eserleri: Patates Yiyenler, Ayçiçekleri, Yıldızlı Gece, Dr. Gachet'nin Portresi

Hollandalı
post-empresyonist ressam.
Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı] eserleri arasında yer alır. Van Gogh, gençliğini bir sanat simsarlığı firmasında çalışarak geçirmiş, kısa süren bir öğretmenlik deneyiminden sonra, Belçika'da fakir bir madenci kasabasında misyoner olmuştur. Resim kariyerine 1880'den sonra başlamıştır. Başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışan Van Gogh, Paris'te tanıştığı empresyonizm ve neo-empresyonizm akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiş, Güney Fransa'da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir. Van Gogh, ömrünün son on yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resim ve 1100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise ömrünün son iki yılında yapmıştır. 1888'de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir. Van Gogh, resim kariyeri boyunca kardeşi Theo'dan aldığı maddi destek sayesinde ayakta durabilmiştir. İki kardeşin arkadaşlığı, 1872'den itibaren birbirlerine yazdıkları mektuplarla belgelenmiştir. 20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkilemiş olan Van Gogh, fovistlerin ilham kaynaklarından biridir ve ekspresyonizmin öncülerinden kabul edilir.

Hayatı

Vincent Van Gogh, Hollanda'nın güneyindeki Noord-Braband bölgesinde bulunan Zundert kasabasında, Protestan rahibi Theodorus van Gogh ve Anna Cornelia van Gogh'un ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Van Gogh'un doğumundan bir yıl önce, annesi bir ölü doğum yapmıştı ve bebek ölmeseydi Vincent ismi ona verilecekti. Bu olayın, genç Van Gogh'u derinden etkilediği ve Van Gogh'un sanatındaki kimi öğelerin bu olaydan kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Van Gogh dört yaşındayken, kardeşi Theodorus (Theo) doğdu. Van Gogh'un, Theo dışında bir erkek (Cornelius), üç de kız kardeşi (Elisabeth, Anna, Wil) vardır. Van Gogh, 1864'te Zundert'e 30 km uzaklıktaki Zevenbergen yatılı okuluna yazıldı. 1866'da ise ortaokul için Tinburg'a geçti. 1868'de eğitimini yarıda bırakarak Zundert'e döndü. Sonradan kardeşi Theo'ya yazacağı bir mektupta, çocukluk yıllarını "kasvetli, soğuk ve kısır" olarak betimleyecekti. 1869'da, henüz on beş yaşındayken, amcası Vincent ("Cent") aracılığıyla Lahey'deki bir sanat simsarlığı firmasında iş buldu, Ocak 1873'te firmanın Brüksel ofisine geçti. Mayıs 1873'te ise firma Van Gogh'u İngiltere'ye yolladı.

Londra'nın güneyindeki Brixton bölgesine yerleşen Van Gogh, işindeki başarısı sayesinde kısa sürede babasından çok para kazanmaya başladı. Ev sahibinin kızı Eugénie Loyer'den hoşlandı, fakat ona açıldığında, kız gizlice başka bir kiracıyla nişanlandığını söyleyerek Van Gogh'u reddetti. İngiltere'de kaldığı süre boyunca giderek içine kapanan ve dindarlaşan Van Gogh, 1875'te firmanın Paris ofisine yollandı. 1876'da ise artık sevmediği simsarlık işini bırakarak İngiltere'ye döndü ve Londra'nın güneydoğusundaki Ramsgate kasabasında bir yatılı okulda gönüllü öğretmenlik yapmaya başladı.

Okul Middle'e taşınınca bir süre Isleworth'de başka bir okulda öğretmenlik yapan Van Gogh, Aralık 1876'da Hollanda'ya geri döndü, ve altı ay boyunca Dordrecht'te bir kitapçı dükkanında çalıştıktan sonra, Mayıs 1877'de teoloji okumak amacıyla Amsterdam'a geçti. Temmuz 1878'de bundan da vazgeçerek ailesinin yanına döndü. Ocak 1879'da ise misyonerlik amacıyla Belçika'da fakir bir madenci bölgesi olan Borinage'a yerleşti. Buradaki madencilerin kötü yaşam koşullarından etkilenen Van Gogh, onlarla daha iyi iletişim kurabilmek için özellikle kötü koşullarda yaşadı, yemek ve kıyafetlerinin çoğunu işçilere verdi, yatak yerine saman üzerinde uyumaya başladı.Temmuz 1879'da, "rahiplik mesleğinin saygınlığını zedelediği" için kilise tarafından işine son verildi, ama Van Gogh bir yıl daha bölgeden ayrılmadı. 1880 sonbaharında, kardeşi Theo'nun tavsiyesine uyarak resimde kariyer yapmaya karar verdi, ve sanat eğitimi almak için Brüksel'e gitti.
Buradaki Güzel Sanatlar Okulu'na başvurduysa da sonradan fikrini değiştirerek Nisan 1881'de Etten'e, ailesinin yanına döndü. Etten'de resim sanatı üzerine kitaplar okuyan ve sık sık resim yapan Van Gogh, bir taraftan da kendisinden yedi yaş büyük olan dul kuzeni Kee Vos-Stricker'den hoşlanmaya başladı. Kee'ye evlenme teklif etti, fakat teklifi "hayır, asla, asla" (niet, nooit, nimmer) sözleriyle reddedildi. Bunun üzerine aşkını saplantıya dönüştüren Van Gogh, Kee kendisini görmeyi reddedince Kee'nin babası (ve kendi eniştesi) Johannes Stricker'le defalarca kez görüşüp Kee'yi istedi, ama eniştesi kızının maddi anlamda bağımsız olmayan bir adamla evlenmesini istemiyordu. Bir keresinde Van Gogh, Kee'yi görebilmek için eniştesine baskı yaparken, elini bir mum alevi üzerinde tutarak "elimi alev üzerinde tutabildiğim müddetçe onu göreyim" dedi, ama eniştesi mumu üfleyerek söndürdü. Kee konusundaki ısrarı ve başka sebepler yüzünden babasıyla kavga eden Van Gogh, Aralık 1881'de bir kez daha aile evinden ayrılıp Lahey'e yerleşti.
Van Gogh bir süre Lahey'li ressam Anton Mauve'un yanında çalıştıysa da Mauve çok geçmeden Van Gogh'la arasına mesafe koydu. Van Gogh'a göre bunun sebebi, kendisinin alkolik bir fahiseyle yaşamaya başlamasıydı. Van Gogh, Sien ismiyle bilinen, fakat asıl adı Clasina Maria Hoornik olan bu kadınla Ocak 1882 sonlarında tanışmış, ve kadını beş yaşındaki çocuğuyla beraber kendi evine almıştı. Sien Temmuz 1883'te bir erkek çocuk doğurunca Van Gogh ona da bakmaya başladı. (Sien bu çocuğa Willem ismini verdi. Willem sonradan Van Gogh'un oğlu olduğunu iddia etmişse de, tarihler bu iddiayı desteklememektedir) Van Gogh'un Sien ile ilişkisi ailesini de rahatsız ediyordu, ve aile Van Gogh'a Sien'i bırakması yönünde baskı yapmaya başladı. Van Gogh önceleri bu baskıya direndiyse de, Eylül 1883'te Sien ve çocuklarını ortada bırakarak Lahey'den ayrıldı, ve altı hafta boyunca Hollanda'nın kuzeyindeki Drenthe'de dolaşıp resim çizerek yaşadı. 1883 sonlarında ise, Nuenen'e taşınmış olan ailesinin yanına döndü.
Alıntıdaki Ek 47127
Van Gogh, Sien ile beraber yaşadığı on dokuz ay boyunca, kadının ve çocuklarının düzinelerce resmini çizmiştir. Van Gogh, Nuenen'de kendini resme verdi. Komşularını, tarlada çalışan işçileri, kulübelerinde kıyafet dokuyan dokumacıları çiziyordu. 1884'ün sonbaharında, Margot Begemann adlı bir komşu kızıyla ilişki yaşamaya başladı, fakat çiftin evlenmesine iki tarafın da ailesi karşı çıktı. Bunun üzerine striknin içerek intihar etmeye teşebbüs eden Margot'u Van Gogh hastaneye yetiştirdi. 26 Mart 1885'te babası bir inme sonucu hayatını kaybedince Van Gogh derin bir yasa girdi. Aynı sıralarda Paris'te Van Gogh'un resimleri ilgi çekmeye başlıyordu. 1885 baharında Van Gogh, bugün ilk önemli eseri kabul edilen Patates Yiyenler'i (De Aardappeleters) bitirdi. Ağustos'ta ise resimleri Lahey'deki bir galeride ilk kez sergilendi. Eylül'de model olarak kullandığı kızlardan birini hamile bırakmakla suçlanınca, kasabanın Katolik rahibi, kasabalıların Van Gogh'a modellik yapmalarını yasakladı. Van Gogh, Nuenen'de çizdiği resimlerde hep doğal ve karanlık renkler kullandı, daha sonraki eserlerinde ağırlıklı olarak kullanacağı canlı renklerden kaçındı. Kardeşi Theo'ya yeteri kadar resim satamadığı için sitem ettiğinde, Theo Paris'te renkli empresyonist resimlerin çok sattığını, Van Gogh'un resimlerinin ise fazla karanlık bulunduğunu yazdı. Nuenen'de geçirdiği iki sene boyunca Van Gogh, pek çok karakalem ve suluboya çalışmanın yanı sıra, 200 kadar yağlıboya resim üretti. Kasım 1885'te Antwerpen'e taşınıp bir resim galerisinin üst katında yaşamaya başlayan Van Gogh, kardeşi Theo'dan gelen tüm parayı resim malzemelerine ve modellere harcayıp kendi sağlığını ihmal etmeye başladı. Günlerinin çoğunu ekmek, kahve ve sigarayla geçiriyor, bir taraftan da çok fazla absint içiyordu.
Muhtemelen vitamin eksikliğinden dişleri gevşeyip ağrımaya başladı. Ocak 1886'da Antwerpen Güzel Sanatlar Okulu'na yazıldıysa da birkaç hafta sonra, kötüleşen sağlık durumu ve akademik sanat eğitimine duyduğu güvensizlik yüzünden okuldan ayrıldı. Şubat ayının çoğunu hasta geçirdikten sonra, Mart 1886'da Paris'e, kardeşi Theo'nun yanına taşındı. Van Gogh, Antwerpen'de geçirdiği dönemde pek çok müze gezip Peter Paul Rubens gibi eski ustaların resimlerini incelemiş, bu resimlerden etkilenerek paletini biraz genişletmiştir. Aynı dönemde, ukiyo-e adıyla bilinen Japon gravürlerine ilgi duymaya başlamış ve bu tarzı kendi resimlerinde de kullanmıştır. Paris'te bir süre Theo'nun Montmartre'daki dairesinde beraber yaşayan iki kardeş, Haziran 1886'da Rue Lepic üzerinde daha büyük bir daireye taşındı. Bu dönemde iki kardeş arasında yazışma olmadığı için Van Gogh'un Paris'te geçirdiği zaman hakkında elimizde nispeten az bilgi vardır. Van Gogh Paris'te bir süre ressam Fernand Cormon'un atölyesinde çalıştı, ve atölyenin diğer öğrencileri Émile Bernard ve Henri de Toulouse-Lautrec ile yakın arkadaş oldu.
Paris'te hakim sanat akımları, empresyonizm ve henüz yeni filizlenmekte olan neo-empresyonizm idi. Theo'nun galerisi, Claude Monet, Alfred Sisley, Edgar Degas ve Camille Pissarro gibi empresyonist ressamların eserleriyle doluydu. Puantilist (noktacı) stilin ustaları Georges Seurat ve Paul Signac, şehrin en ünlü ressamlarıydı. Signac ile bizzat tanışan Van Gogh, arkadaşı Émile Bernard ile beraber noktacı stili denemeye başladı. Bu stilde resimler, çok sayıda ufak renk noktasının sabırla kanvasa işlenmesiyle oluşturuluyordu. Van Gogh kardeşlerin arası, beraber yaşamanın getirdiği problemler yüzünden bir ara açıldıysa da 1887 baharında tekrar düzeldi.
Kasım 1887'de Van Gogh, Danimarka'dan Paris'e yeni gelmiş olan ressam Paul Gauguin ile tanıştı ve iki ressam bazı eserlerini değiş tokuş ettiler. Bu arkadaşlık, bir yıl kadar sonra dramatik bir biçimde sona erecekti. Şubat 1888'de, şehir hayatından ve Paris'in soğuk kışlarından bunalan Van Gogh, güneşli Güney Fransa kıyılarına doğru yola koyuldu. Paris'te geçirdiği iki yıl boyunca, yaklaşık 200 resim çizmişti. Van Gogh, Güney Fransa'daki Arles kasabasına, burada ütopik bir sanat kolonisi kurma hayalleriyle yerleşti. Mart ayı boyunca manzara resimleri çizdi, bu resimlerinden üçü Paris Bağımsız Ressamlar Topluluğu'nun o yılki sergisinde sergilendi. Mayıs 1888'in başında, Şubat'tan beri kalmakta olduğu ve fazla pahalı bulduğu Hôtel Carrel'den çıkarak Café de la Gare adlı başka bir otele yerleşti. Yine Mayıs ayında, bugün "Sarı Ev" olarak bilinen boş evin dört odasını tuttu ve atölye olarak kullanmaya başladı. Ağustos ayı boyunca, bugün Ayçiçekleri ismiyle bilinen bir dizi vazolu ayçiçeği resmi yaptı. Eylül ayında iki tane yatak satın alarak Sarı Ev'e yerleşen Van Gogh, aynı sıralarda Teras Kafe adlı meşhur eserini bitirdi. Sarı Ev'i, kurmak istediği sanat kolonisinin merkezi olarak düşünüyor, koloniye katılmaları için çevre kasabalarda yaşayan ressamlarla (Eugène Boch, Dodge MacKnight gibi) görüşüyordu. Arkadaşı Gauguin'i de Arles'a davet etti. Uzun süre tereddüt ettikten sonra daveti kabul eden Gauguin, Theo'nun parasal desteğiyle Ekim 1888'de Arles'a geldi ve Sarı Ev'de Van Gogh'un kendisi için özel olarak hazırladığı odaya yerleşti. Gauguin ve Van Gogh, Kasım ayı boyunca beraber resim gezilerine çıktılar, değişik resim teknikleri ve anlayışları üzerine uzun tartışmalar yaptılar.
İki ressamın da dengesiz duygusal yapısı sayesinde, resim tartışmaları giderek kızışmaya başladı, bozulan havalar ve dar alanda beraber yaşamak ise durumu daha kötü hale getirdi. Ruhsal sağlığı bozulmaya başlayan Van Gogh, Gauguin'in kendisini terk edeceğinden korkmaya başladı. Bu gergin durum, 23 Aralık 1888 gecesi bir krizle sonuçlandı. Bir kavga sonucu hışımla evden çıkan Gauguin'i bir süre takip eden Van Gogh, daha sonra eve döndü ve kendi sol kulağının alt kısmını kesip kopardı. Kopardığı parçayı bir bez ya da kâğıt parçasına sarıp yerel bir genelevde çalışan Rachel adlı fahiseye verdi. Geneleve çağrılan polisler, baygın halde buldukları Van Gogh'u hastaneye kaldırdılar. Olayı ertesi sabah öğrenen Gauguin, Theo'ya haber verdikten sonra Arles'dan ayrıldı ve bir daha Van Gogh'la görüşmedi. Van Gogh ise kan kaybı ve ruhsal bunalım sebebiyle birkaç hafta hastanede kaldı.
Alıntıdaki Ek 47128
Ocak 1889'da hastaneden çıkıp Sarı Ev'e yerleşen Van Gogh, halüsinasyonlar ve zehirlenme paranoyası sebebiyle, Şubat başında hastaneye geri döndü. On gün sonra hastaneden salıverildiyse de, endişeli kasabalıların baskısı sonucunda, Mart başında polis zoruyla tekrar hastaneye kapatıldı. Nisan ayında ise arkadaşı Paul Signac'ın gözetiminde evine dönmesine izin verildi. Kasabada istenmediğinin farkında olan Van Gogh, Theo'nun tavsiyesi üzerine, Arles'a 30 km uzaklıkta bulunan Saint-Rémy kasabasındaki Saint-Paul-de-Mausole akıl hastanesine geçmeyi kabul etti, ve 8 Mayıs 1889'da Arles'dan ayrıldı. Van Gogh, Saint-Rémy'de Dr. Théophile Peyron'un gözetiminde resim yapmaya devam etti.
Haziran 1889'da en bilinen eserlerinden biri olan Yıldızlı Gece'yi yaptı. Temmuz ortasında tekrar bir nöbet geçirip boyalarını yemeye kalkışınca[17] bir süre resim yapmasına izin verilmediyse de, durumu düzelince resim yapmaya devam etti. Zamanının çoğunu odasında geçiriyor, dışarıya ancak doktor gözetiminde kısa yürüyüşler için çıkabiliyordu. Bu yüzden resim konusu bulmakta zorlanınca, Jean-François Millet gibi başka ressamların veya kendisinin daha önceki eserlerinin yeni yorumlarını çizmeye başladı. 1889 sonu ve 1890 başında bir dizi yeni nöbet geçiren Van Gogh, aynı sıralarda Paris'te ünlenmeye başladı. Ocak 1890'da Mercure de France dergisinde çıkan bir yazıda, Van Gogh'dan "dahi" diye bahsediliyordu. Mayıs 1890'da Van Gogh Saint-Rémy'den ayrılıp Paris yakınlarındaki Auvers-sur-Oise'a geldi. Burada, daha önce ruhsal problemli ressamlarla ilgilenmiş olan Dr. Paul Gachet'nin gözetiminde kalacak, kardeşi Theo'ya da yakın olacaktı. Van Gogh'un Dr. Gachet hakkındaki ilk yorumu "bence benden daha hasta, ya da tam benim kadar hasta diyelim" oldu.Fakat sonradan doktorla iyi geçinmeye başlayan Van Gogh, doktorun üç ayrı portresini çizdi. Auvers-sur-Oise'da kaldığı süre boyunca kendini tamamen resme veren Van Gogh, burada geçirdiği 70 günde yaklaşık 70 yağlıboya resim üretti. Annesi ve kızkardeşine yazdığı son mektupta, kafasının geçen yıla göre çok daha sakin ve huzurlu olduğunu yazdı. 27 Temmuz 1890'da resim malzemelerini alıp bir tarlaya yürüyen Van Gogh, kendisini tabancayla göğsünden vurdu. Sendeleyerek kaldığı otele döndü ve yatağına uzandı. Kanamayı farkeden otel sahibi, kasaba doktoru Mazery'yi ve Van Gogh'un doktoru Gachet'yi çağırdı.
Doktorlar, mermiyi çıkarmanın çok riskli olacağına kanaat getirip Theo'ya hemen gelmesi için haber yolladılar. Vincent Van Gogh, 29 Temmuz 1890 sabahı 1:30 sularında, kardeşi Theo'nun kollarında öldü, ve Auvers-sur-Oise'a gömüldü. Vincent'tan altı ay sonra Theo da uzun süredir mücadele ettiği frengi hastalığına yenilerek hayata gözlerini yumdu. Theo'nun naaşı önce Utrecht'e gömüldüyse de, karısı Johanna'nın isteği üzerine 1914'te Auvers-sur-Oise'a getirildi ve Vincent'in mezarının yanına gömüldü. Dr. Gachet'nin bahçesinden alınarak mezar taşlarının arasına dikilen sarmaşık filizi, bugün iki kardeşin mezarlarını tamamen kaplamaktadır.

Hastalığı

Van Gogh'u özellikle hayatının son iki yılında ciddi şekilde etkilemiş olan akıl hastalığı için bugüne kadar 30'dan fazla teşhis veya olası sebep ileri sürülmüştür.


Bunlardan bazıları,
Şizofreni, bipolar bozukluk (eski adıyla manik depresyon), frengi, boya zehirlenmesi (soluma veya yutma yoluyla), Ménière hastalığı ve güneş çarpmasıdır. Kötü beslenme, aşırı çalışma, uykusuzluk ve alkol düşkünlüğü, muhtemelen hastalığın etkilerini artırmıştır. Van Gogh'un özellikle son dönem eserlerinde açıkça görülen sarı renk düşkünlüğünün de tıbbi bir bozukluktan kaynaklandığını ileri sürenler olmuştur. Bu konudaki teorilerden birine göre, Van Gogh'un bolca içtiği absintte bulunan tuyon adlı madde, zaman içinde Van Gogh'un görüşünü bozarak nesneleri sarımtırak renkte görmesine sebep olmuş, bu da ressamın eserlerine yansımıştır. Bir başka teoriye göre, Van Gogh'a hastalığının tedavisi için yüksek dozlarda yüksük otu verilmiştir ve yüksük otunun sarımtırak görüşe veya sarı lekeler görmeye sebep olduğu bilinmektedir.
(Alıntı)


ThinkerBeLL 4 Mayıs 2009 15:05

1 ek
Alıntıdaki Ek 47126
Vincent VAN GOGH
(1853–1890)

Dünyaca ünlü ressam Vincent Willem van Gogh (30 Mart 1853 – 29 Temmuz 1890), Hollandalı ard izlenimci ressam. Genç yaşta ölmesine rağmen birçok eser ardında bırakmıştır. Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı eserleri arasında yer alır.

Van Gogh, gençliğini bir sanat simsarlığı firmasında çalışarak geçirmiş, kısa süren bir öğretmenlik deneyiminden sonra da Belçika’da fakir bir madenci kasabasında misyoner olmuştur. Resim kariyerine 1880′den sonra başlamıştır. Başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışan Van Gogh, Paris’te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiş; Güney Fransa’da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir.

Van Gogh, ömrünün son on yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resim ve 1100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise ömrünün son iki yılında yapmıştır. 1888′de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir. Kimi sanat tarihçileri Gauguin ile yaptıkları hareretli bir tartışma sonucu Gauguin’in isteyerek ya da kendini gard amaçlı olarak Van Gogh’un kulağını kestiğini de iddia ederler.


Misafir 6 Aralık 2009 17:28

4 ek
Vincent Willem van Gogh
Alıntıdaki Ek 47129

(d. 30 Mart 1853 – ö. 29 Temmuz 1890),
Hollandalı ard izlenimci ressam. Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı eserleri arasında yer alır.
Van Gogh, gençliğini bir sanat simsarlığı firmasında çalışarak geçirmiş, kısa süren bir öğretmenlik deneyiminden sonra da Belçika'da fakir bir madenci kasabasında misyoner olmuştur. Resim kariyerine 1880'den sonra başlamıştır. Başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışan Van Gogh, Paris'te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiş; Güney Fransa'da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir.
Van Gogh, ömrünün son on yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resim ve 1100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise ömrünün son iki yılında yapmıştır. 1888'de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir. Kimi sanat tarihçileri Gauguin ile yaptıkları hareretli bir tartışma sonucu Gauguin'in isteyerek ya da kendini gard amaçlı olarak Van Gogh'un kulağını kestiğini de iddia ederler.
Van Gogh, resim kariyeri boyunca kardeşi Theo'dan aldığı maddi destek sayesinde ayakta durabilmiştir. İki kardeşin arkadaşlığı, 1872'den itibaren birbirlerine yazdıkları mektuplarla belgelenmiştir.
20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkilemiş olan Van Gogh, fovistlerin ilham kaynaklarından biridir ve Empresyonizmin öncülerinden kabul edilir.

Yaşamı
İlk yıllar (1853 – 1869)

Vincent van Gogh, Hollanda'nın güneyindeki Noord-Braband bölgesinde bulunan Zundert kasabasında, Protestan rahibi Theodorus van Gogh ve Anna Cornelia van Gogh'un ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Van Gogh'un doğumundan bir yıl önce, annesi bir ölü doğum yapmıştı. Eğer bu bebek ölmeseydi Vincent ismi ona verilecekti. Bu olayın genç Van Gogh'u derinden etkilediği ve Van Gogh'un sanatındaki kimi öğelerin bu olaydan kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Van Gogh dört yaşındayken kardeşi Theodorus (Theo) doğdu. Van Gogh'un Theo dışında bir erkek (Cornelius), üç de kız kardeşi (Elisabeth, Anna, Wil) vardı.
Van Gogh, 1864'te Zundert'e 30 km uzaklıktaki Zevenbergen yatılı okuluna yazıldı. 1866'da ise ortaokul için Tinburg'a geçti. 1868'de eğitimini yarıda bırakarak Zundert'e döndü. Sonradan kardeşi Theo'ya yazacağı bir mektupta, çocukluk yıllarını "kasvetli, soğuk ve kısır" olarak betimleyecekti.

Sanat simsarı ve vaiz (1869 – 1889)

1869'da, henüz on beş yaşındayken, amcası Vincent ("Cent") aracılığıyla Lahey'deki bir sanat simsarlığı firmasında iş buldu, Ocak 1873'te firmanın Brüksel ofisine geçti. Mayıs 1873'te ise firma Van Gogh'u İngiltere'ye yolladı. Londra'nın güneyindeki Brixton bölgesine yerleşen Van Gogh, işindeki başarısı sayesinde kısa sürede babasından çok para kazanmaya başladı. Ev sahibinin kızı Eugénie Loyer'den hoşlandı, fakat ona açıldığında, kız gizlice başka bir kiracıyla nişanlandığını söyleyerek Van Gogh'u reddetti. İngiltere'de kaldığı süre boyunca giderek içine kapanan ve dindarlaşan Van Gogh, 1875'te firmanın Paris ofisine yollandı. 1876'da ise artık sevmediği simsarlık işini bırakarak İngiltere'ye döndü, ve Londra'nın güneydoğusundaki Ramsgate kasabasında bir yatılı okulda gönüllü öğretmenlik yapmaya başladı. Okul Middlesex'e taşınınca bir süre Isleworth'de başka bir okulda öğretmenlik yapan Van Gogh, Aralık 1876'da Hollanda'ya geri döndü, ve altı ay boyunca Dordrecht'te bir kitapçı dükkânında çalıştıktan sonra, Mayıs 1877'de teoloji okumak amacıyla Amsterdam'a geçti. Temmuz 1878'de bundan da vazgeçerek ailesinin yanına döndü. Ocak 1879'da ise misyonerlik amacıyla Belçika'da fakir bir madenci bölgesi olan Borinage'a yerleşti. Buradaki madencilerin kötü yaşam koşullarından etkilenen Van Gogh, onlarla daha iyi iletişim kurabilmek için özellikle kötü koşullarda yaşadı, yemek ve kıyafetlerinin çoğunu işçilere verdi, yatak yerine saman üzerinde uyumaya başladı. Temmuz 1879'da, "rahiplik mesleğinin saygınlığını zedelediği" için kilise tarafından işine son verildi, ama Van Gogh bir yıl daha bölgeden ayrılmadı. 1880 sonbaharında, kardeşi Theo'nun tavsiyesine uyarak resimde kariyer yapmaya karar verdi ve sanat eğitimi almak için Brüksel'e gitti. Buradaki Güzel Sanatlar Okulu'na başvurduysa da sonradan fikrini değiştirerek Nisan 1881'de Etten'e, ailesinin yanına döndü.
Alıntıdaki Ek 47130

Etten, Lahey ve Drenthe (1881 – 1883)

Etten'de resim sanatı üzerine kitaplar okuyan ve sık sık resim yapan Van Gogh, bir taraftan da kendisinden yedi yaş büyük olan dul kuzeni Kee Vos-Stricker'den hoşlanmaya başladı. Kee'ye evlenme teklif etti, fakat teklifi "hayır, asla, asla" (niet, nooit, nimmer) sözleriyle reddedildi. Bunun üzerine aşkını saplantıya dönüştüren Van Gogh, Kee kendisini görmeyi reddedince Kee'nin babası (ve kendi eniştesi) Johannes Stricker'le defalarca kez görüşüp Kee'yi istedi, ama eniştesi kızının maddi anlamda bağımsız olmayan bir adamla evlenmesini istemiyordu. Bir keresinde Van Gogh, Kee'yi görebilmek için eniştesine baskı yaparken, elini bir mum alevi üzerinde tutarak "elimi alev üzerinde tutabildiğim müddetçe onu göreyim" dedi, ama eniştesi mumu üfleyerek söndürdü. Kee konusundaki ısrarı ve başka sebepler yüzünden babasıyla kavga eden Van Gogh, Aralık 1881'de bir kez daha aile evinden ayrılıp Lahey'e yerleşti.
Van Gogh bir süre Lahey'li ressam Anton Mauve'un yanında çalıştıysa da Mauve çok geçmeden Van Gogh'la arasına mesafe koydu. Van Gogh'a göre bunun sebebi, kendisinin alkolik bir fahişeyle yaşamaya başlamasıydı. Van Gogh, Sien ismiyle bilinen, fakat asıl adı Clasina Maria Hoornik olan bu kadınla Ocak 1882 sonlarında tanışmış, ve kadını beş yaşındaki çocuğuyla beraber kendi evine almıştı. Sien Temmuz 1883'te bir erkek çocuk doğurunca Van Gogh ona da bakmaya başladı. (Sien bu çocuğa Willem ismini verdi. Willem sonradan Van Gogh'un oğlu olduğunu iddia etmişse de, tarihler bu iddiayı desteklememektedir.) Van Gogh'un Sien ile ilişkisi ailesini de rahatsız ediyordu, ve aile Van Gogh'a Sien'i bırakması yönünde baskı yapmaya başladı. Van Gogh önceleri bu baskıya direndiyse de, Eylül 1883'te Sien ve çocuklarını ortada bırakarak Lahey'den ayrıldı, ve altı hafta boyunca Hollanda'nın kuzeyindeki Drenthe'de dolaşıp resim çizerek yaşadı. 1883 sonlarında ise, Nuenen'e taşınmış olan ailesinin yanına döndü. Van Gogh, Sien ile beraber yaşadığı on dokuz ay boyunca, kadının ve çocuklarının düzinelerce resmini çizmiştir.

Nuenen ve Anvers (Antwerpen) (1883 – 1886)

Van Gogh, Nuenen'de kendini resme verdi. Komşularını, tarlada çalışan işçileri, kulübelerinde kıyafet dokuyan dokumacıları çiziyordu. 1884'ün sonbaharında, Margot Begemann adlı bir komşu kızıyla ilişki yaşamaya başladı, fakat çiftin evlenmesine iki tarafın da ailesi karşı çıktı. Bunun üzerine striknin içerek intihar etmeye teşebbüs eden Margot'u Van Gogh hastaneye yetiştirdi.
26 Mart 1885'te babası bir inme sonucu hayatını kaybedince Van Gogh derin bir yasa girdi. Aynı sıralarda Paris'te Van Gogh'un resimleri ilgi çekmeye başlıyordu. 1885 baharında Van Gogh, bugün ilk önemli eseri kabul edilen Patates Yiyenler'i (De Aardappeleters) bitirdi. Ağustos'ta ise resimleri Lahey'deki bir galeride ilk kez sergilendi. Eylül'de model olarak kullandığı kızlardan birini hamile bırakmakla suçlanınca, kasabanın Katolik rahibi, kasabalıların Van Gogh'a modellik yapmalarını yasakladı.
Van Gogh, Nuenen'de çizdiği resimlerde hep doğal ve karanlık renkler kullandı, daha sonraki eserlerinde ağırlıklı olarak kullanacağı canlı renklerden kaçındı. Kardeşi Theo'ya yeteri kadar resim satamadığı için sitem ettiğinde, Theo Paris'te renkli izlenimci resimlerin çok sattığını, Van Gogh'un resimlerinin ise fazla karanlık bulunduğunu yazdı. Nuenen'de geçirdiği iki sene boyunca Van Gogh, pek çok karakalem ve suluboya çalışmanın yanı sıra, 200 kadar yağlıboya resim üretti.
1885'te Anvers'e taşınıp bir resim galerisinin üst katında yaşamaya başlayan Van Gogh, kardeşi Theo'dan gelen tüm parayı resim malzemelerine ve modellere harcayıp kendi sağlığını ihmal etmeye başladı. Günlerinin çoğunu ekmek, kahve ve sigarayla geçiriyor, bir taraftan da çok fazla absint içiyordu. Muhtemelen vitamin eksikliğinden dişleri gevşeyip ağrımaya başladı. Ocak 1886'da Antwerpen Güzel Sanatlar Okulu'na yazıldıysa da birkaç hafta sonra, kötüleşen sağlık durumu ve akademik sanat eğitimine duyduğu güvensizlik yüzünden okuldan ayrıldı. Şubat ayının çoğunu hasta geçirdikten sonra, Mart 1886'da Paris'e, kardeşi Theo'nun yanına taşındı.

Van Gogh, Anvers'de geçirdiği dönemde pek çok müze gezip Peter Paul Rubens gibi eski ustaların resimlerini incelemiş, bu resimlerden etkilenerek paletini biraz genişletmiştir. Aynı dönemde, ukiyo-e adıyla bilinen Japon gravürlerine ilgi duymaya
başlamış ve bu tarzı kendi resimlerinde de kullanmıştır.

Paris (1886 – 1888)
Alıntıdaki Ek 47131

Paris'te bir süre Theo'nun Montmartre'daki dairesinde beraber yaşayan iki kardeş, Haziran 1886'da Rue Lepic üzerinde daha büyük bir daireye taşındı. Bu dönemde iki kardeş arasında yazışma olmadığı için Van Gogh'un Paris'te geçirdiği zaman hakkında elimizde nispeten az bilgi vardır.
Van Gogh Paris'te bir süre ressam Fernand Cormon'un atölyesinde çalıştı, ve atölyenin diğer öğrencileri Émile Bernard ve Henri de Toulouse-Lautrec ile yakın arkadaş oldu. Paris'te hakim sanat akımları, izlenimcilik ve henüz yeni filizlenmekte olan yeni izlenimcilik idi. Theo'nun galerisi, Claude Monet, Alfred Sisley, Edgar Degas ve Camille Pissarro gibi izlenimci ressamların eserleriyle doluydu. Puantilist (noktacı) stilin ustaları Georges Seurat ve Paul Signac, şehrin en ünlü ressamlarıydı. Signac ile bizzat tanışan Van Gogh, arkadaşı Émile Bernard ile beraber noktacı stili denemeye başladı. Bu stilde resimler, çok sayıda ufak renk noktasının sabırla kanvasa işlenmesiyle oluşturuluyordu.
Van Gogh kardeşlerin arası, beraber yaşamanın getirdiği problemler yüzünden bir ara açıldıysa da 1887 baharında tekrar düzeldi. Kasım 1887'de Van Gogh, Danimarka'dan Paris'e yeni gelmiş olan ressam Paul Gauguin ile tanıştı ve iki ressam bazı eserlerini değiş tokuş ettiler. Bu arkadaşlık, bir yıl kadar sonra dramatik bir biçimde sona erecekti. Şubat 1888'de, şehir hayatından ve Paris'in soğuk kışlarından bunalan Van Gogh, güneşli Güney Fransa kıyılarına doğru yola koyuldu. Paris'te geçirdiği iki yıl boyunca, yaklaşık 200 resim çizmişti.

Arles (1888 – 1889)

Van Gogh, Güney Fransa'daki Arles kasabasına, burada ütopik bir sanat kolonisi kurma hayalleriyle yerleşti. Mart ayı boyunca manzara resimleri çizdi, bu resimlerinden üçü Paris Bağımsız Ressamlar Topluluğu'nun o yılki sergisinde sergilendi. Mayıs 1888'in başında, Şubat'tan beri kalmakta olduğu ve fazla pahalı bulduğu Hôtel Carrel'den çıkarak Café de la Gare adlı başka bir otele yerleşti. Yine Mayıs ayında, bugün "Sarı Ev" olarak bilinen boş evin dört odasını tuttu ve atölye olarak kullanmaya başladı. Ağustos ayı boyunca, bugün Ayçiçekleri ismiyle bilinen bir dizi vazolu ayçiçeği resmi yaptı.

1888 Eylül ayında iki tane yatak satın alarak Sarı Ev'e yerleşen Van Gogh, aynı sıralarda Teras Kafe adlı meşhur eserini bitirdi. Sarı Ev'i, kurmak istediği sanat kolonisinin merkezi olarak düşünüyor, koloniye katılmaları için çevre kasabalarda yaşayan ressamlarla (Eugène Boch, Dodge MacKnight gibi) görüşüyordu. Arkadaşı Gauguin'i de Arles'a davet etti. Uzun süre tereddüt ettikten sonra daveti kabul eden Gauguin, Theo'nun parasal desteğiyle Ekim 1888'de Arles'a geldi ve Sarı Ev'de Van Gogh'un kendisi için özel olarak hazırladığı odaya yerleşti.

Gauguin ve Van Gogh, Kasım ayı boyunca beraber resim gezilerine çıktılar, değişik resim teknikleri ve anlayışları üzerine uzun tartışmalar yaptılar. İki ressamın da dengesiz duygusal yapısı sayesinde, resim tartışmaları giderek kızışmaya başladı, bozulan havalar ve dar alanda beraber yaşamak ise durumu daha kötü hale getirdi. Ruhsal sağlığı bozulmaya başlayan Van Gogh, Gauguin'in kendisini terk edeceğinden korkmaya başladı. Bu gergin durum, 23 Aralık 1888 gecesi bir krizle sonuçlandı. Bir kavga sonucu hışımla evden çıkan Gauguin'i bir süre takip eden Van Gogh, daha sonra eve döndü ve kendi sol kulağının alt kısmını kesip kopardı. Kopardığı parçayı bir bez ya da kâğıt parçasına sarıp yerel bir genelevde çalışan Rachel adlı fahişeye verdi. Geneleve çağrılan polisler, baygın halde buldukları Van Gogh'u hastaneye kaldırdılar. Olayı ertesi sabah öğrenen Gauguin, Theo'ya haber verdikten sonra Arles'dan ayrıldı ve bir daha Van Gogh'la görüşmedi. Van Gogh ise kan kaybı ve ruhsal bunalım sebebiyle birkaç hafta hastanede kaldı.
Ocak 1889'da hastaneden çıkıp Sarı Ev'e yerleşen Van Gogh, halüsinasyonlar ve zehirlenme paranoyası sebebiyle, Şubat başında hastaneye geri döndü. On gün sonra hastaneden salıverildiyse de, endişeli kasabalıların baskısı sonucunda, Mart başında polis zoruyla tekrar hastaneye kapatıldı. Nisan ayında ise arkadaşı Paul Signac'ın gözetiminde evine dönmesine izin verildi. Kasabada istenmediğinin farkında olan Van Gogh, Theo'nun tavsiyesi üzerine, Arles'a 30 km uzaklıkta bulunan Saint-Rémy kasabasındaki Saint-Paul-de-Mausole akıl hastanesine geçmeyi kabul etti, ve 8 Mayıs 1889'da Arles'dan ayrıldı.

Saint-Rémy ve Auvers-sur-Oise (1889 – 1890)

Van Gogh, Saint-Rémy'de Dr. Théophile Peyron'un gözetiminde resim yapmaya devam etti. Haziran 1889'da en bilinen eserlerinden biri olan Yıldızlı Gece'yi yaptı. Van Gogh, bu eserinde, Güney Fransa'da yattığı akıl hastanesinin penceresinden gördüğü gökyüzündeki öğeleri abartılı bir şekilde resmetmiştir. Temmuz ortasında tekrar bir nöbet geçirip boyalarını yemeye kalkışınca bir süre resim yapmasına izin verilmediyse de, durumu düzelince resim yapmaya devam etti. Zamanının çoğunu odasında geçiriyor, dışarıya ancak doktor gözetiminde kısa yürüyüşler için çıkabiliyordu. Bu yüzden resim konusu bulmakta zorlanınca, Jean-François Millet gibi başka ressamların veya kendisinin daha önceki eserlerinin yeni yorumlarını çizmeye başladı. 1889 sonu ve 1890 başında bir dizi yeni nöbet geçiren Van Gogh, aynı sıralarda Paris'te ünlenmeye başladı. Ocak 1890'da Mercure de France dergisinde çıkan bir yazıda, Van Gogh'dan "dahi" diye bahsediliyordu.
Mayıs 1890'da Van Gogh Saint-Rémy'den ayrılıp Paris yakınlarındaki Auvers-sur-Oise'a geldi. Burada, daha önce ruhsal problemli ressamlarla ilgilenmiş olan Dr. Paul Gachet'nin gözetiminde kalacak, kardeşi Theo'ya da yakın olacaktı. Van Gogh'un Dr. Gachet hakkındaki ilk yorumu "bence benden daha hasta, ya da tam benim kadar hasta diyelim" oldu.[18] Fakat sonradan doktorla iyi geçinmeye başlayan Van Gogh, doktorun üç ayrı portresini çizdi. Auvers-sur-Oise'da kaldığı süre boyunca kendini tamamen resme veren Van Gogh, burada geçirdiği 70 günde yaklaşık 70 yağlıboya resim üretti. Annesi ve kızkardeşine yazdığı son mektupta, kafasının geçen yıla göre çok daha sakin ve huzurlu olduğunu yazdı.

27 Temmuz 1890'da resim malzemelerini alıp bir tarlaya yürüyen Van Gogh, kendisini tabancayla göğsünden vurdu. Sendeleyerek kaldığı otele döndü ve yatağına uzandı. Kanamayı farkeden otel sahibi, kasaba doktoru Mazery'yi ve Van Gogh'un doktoru Gachet'yi çağırdı. Doktorlar, mermiyi çıkarmanın çok riskli olacağına kanaat getirip Theo'ya hemen gelmesi için haber yolladılar. Vincent Van Gogh, 29 Temmuz 1890 sabahı 1:30 sularında, kardeşi Theo'nun kollarında öldü, ve Auvers-sur-Oise'a gömüldü.
Alıntıdaki Ek 47132

Vincent'tan altı ay sonra Theo da uzun süredir mücadele ettiği frengi hastalığına yenilerek hayata gözlerini yumdu. Theo'nun naaşı önce Utrecht'e gömüldüyse de, karısı Johanna'nın isteği üzerine 1914'te Auvers-sur-Oise'a getirildi ve Vincent'in mezarının yanına gömüldü. Dr. Gachet'nin bahçesinden alınarak mezar taşlarının arasına dikilen sarmaşık filizi, bugün iki kardeşin mezarlarını tamamen kaplamaktadır.
Van Gogh'u özellikle hayatının son iki yılında ciddi şekilde etkilemiş olan akıl hastalığı için bugüne kadar 30'dan fazla teşhis veya olası sebep ileri sürülmüştür. Bunlardan bazıları, şizofreni, bipolar bozukluk (eski adıyla manik depresyon), frengi, boya zehirlenmesi (soluma veya yutma yoluyla), Ménière hastalığı ve güneş çarpmasıdır. Kötü beslenme, aşırı çalışma, uykusuzluk ve alkol düşkünlüğü, muhtemelen hastalığın etkilerini artırmıştır.
Van Gogh'un özellikle son dönem eserlerinde açıkça görülen sarı renk düşkünlüğünün de tıbbi bir bozukluktan kaynaklandığını ileri sürenler olmuştur.Bu konudaki teorilerden birine göre, Van Gogh'un bolca içtiği absintte bulunan tuyon adlı madde, zaman içinde Van Gogh'un görüşünü bozarak nesneleri sarımtrak renkte görmesine sebep olmuş, bu da ressamın eserlerine yansımıştır. Bir başka teoriye göre, Van Gogh'a hastalığının tedavisi için yüksek dozlarda yüksük otu verilmiştir, ve yüksük otunun sarımtrak görüşe veya sarı lekeler görmeye sebep olduğu bilinmektedir.


_Yağmur_ 12 Haziran 2011 15:57

3 ek
Vincent VAN GOGH
Alıntıdaki Ek 47133

(1853 Groot-Zundert-1890 Anvers-sur-Oise), Hollandalı ressam.

Babası yoksul bir köy papazıydı. Kendisinden dört yıl sonra, yaşamında önemli bir yeri olan kardeşi Theo dünyaya geldi. Küçük yaşta okuldan ayrılarak önce Den Haag (1869), sonra Londra (1873-1874) ve Paris'teki (1874-1875) Goupil Sanat Galerisi'nde satış memuru olarak çalıştı. Sık sık yer değiştirmesine karşılık, yöneticiler ve müşterilerle durmadan anlaşmazlığa düştüğü için görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Yeniden Londra'ya gitti ve burada bir okulda çok düşük ücretle Fransızca öğretmenliği yapmaya başladı. Ama bu işte de uzun süre kalamadı.

Ülkesine döndü. İncil'e karşı duyduğu ilginin ve gizemci ruh yapısının etkisiyle 1877'de Amsterdam'da din adamı yetiştiren bir okula girebilmek için sınavlara hazırlanmaya başladı. Sınavlarda başarılı olamayınca üç ay kadar Brüksel'deki vaiz okuluna devam etti ve sonunda Borinage maden bölgesindeki bir köye gönüllü papaz olarak gitti. Buradaki akıl almaz yoksul yaşantısı, insanlara yardım için çırpınışı, katlandığı yoksunluklar, karşılaştığı güçlükler, kendisinin hem deli ve hem de ermiş olarak nitelendirilmesine neden oldu. Köylülerin gözünde çağdaş bir İsa gibiydi.

Kardeşi Theo'ya mektup yazmak için aldığı kâğıtlara maden bölgesiyle ilgili resimler çiziştirmeye başladı (1880). Aylarca süren bu kötü yaşamdan, ailesinin yanına dönerek kurtuldu. Bu sırada kendi kendine çiçek resimleri yaparak vakit geçirdi. Din ile resim arasında bir yeğleme yapmak için uzun süre düşündükten sonra Anvers'e gitti. Burada Millet'den esinlenerek desen çizimleri ve boya çalışmaları yaptı. 1882'de tanıştığı bir sokak kadınıyla 20 ay kadar birlikte yaşadı ve onun çıplak resimlerini yaptı. Bu birlikteliğin sona ermesiyle tekrar baba evine dönen Van Gogh'un, resim yapmakta diretmesi üzerine babasıyla arası açıldı.

Bu arada büyük bir tutkuyla resim yapmaya başladı. "Les Mangeurs de Pomme de Terre" (Patates Yiyenler, 1885), "Les Souliers avec Lacets" (Bağcıklı Ayakkabılar, 1886) gibi resimleri yaptı. Bir süre Anvers'te kaldıktan sonra Paris'e gitti. Burada kardeşi Theo, ağabeyini büyük bir coşkuyla karşıladı. Evine alarak, resim yapması için gerekli malzemeyi sağladı. Van Gogh, Cermon'un atölyesine gitmeye başladı ve Toulouse Lautrec ile tanıştı. İzlenimci ressamları inceledi. "Le Père Tanguy" (Tanguy Baba, 1888) ve kendi portreleriyle birlikte birçok resim yaptı.
Alıntıdaki Ek 47134

Aynı yıl Toulouse-Lautrec'in tavsiyesine uyarak Arles'a gitti. Burada "Les Barques sur les Plages" (Kumsalda Kayıklar), "Les Tournesols" (Günebakanlar), "La Plaine de Crau" (Crau Ovası) ve başka görünümlerle birlikte "l'Arlésienne" (Arleslı Kadın), "Mme Ginoux" (Bayan Ginoux) gibi portreler yaptı. Aynı yılın ekiminde Gauguin, Van Gogh'a konuk olarak geldi. Birlikte çalışacaklardı ama Gauguin'in bazı davranışları Van Gogh'u çileden çıkardı ve bir gün sinirlenerek elinde bir usturayla Gauguin'e saldırdı. Bir şey yapamayınca da öfkeyle kendi kulağını kesti.

Gauguin hemen Arles'dan ayrıldı. Olayı öğrenen Theo, Paris'ten gelerek ağabeyini Arles yakınındaki Saint-Remy akıl hastanesine yatırdı. 1890 yılında eleştirmen Albert Aurier'nin övücü bir eleştiri yazısı, ressamın ruhsal dünyasını olumlu yönde etkiledi. Bir süre sonra Theo, ağabeyini Anvers sur-Oise'a yerleştirdi ve doktor Gachet'nin bakımına bıraktı. Van Gogh, iyileşir gibi olmasına rağmen, bir gün karga avlamak bahanesiyle satın aldığı bir tabancayla intihara kalkıştı. Ağır yaralandı ve iki gün sonra da öldü.

Alıntıdaki Ek 47135

Eserleri
"Autoportrait á l'Oreille Coupée" (Kesik Kulaklı Otoportre), "Champs d'Olivers" (Zeytinlikler), "La Mairie á Anvers" (Anvers Belediyesi), "Le Champ de Blé aux Corbeaux" (Kargalı Buğday Tarlası) son döneminin resimleridir (1889-1890).

Yaşadığı sırada değeri anlaşılamayan Van Gogh tam anlamıyla öznel tavrı ağır basan bir ressamdır. Ruhsal bunalımlarının da etkisiyle izlenimcilik anlayışında alabildiğine özgürce davranmış, canlı renklerin karşıtlıklarından yararlanarak coşkularını resme yansıtmıştır.

MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi



Saat: 00:01
Sayfa 1 / 5

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık