Bedri Rahmi Eyüboğlu 2 ek Bedri Rahmi Eyuboğlu(d. 1913, Görele, Trabzon - ö. 21 Eylül 1975, İstanbul), geleneksel süsleme sanatıyla halk sanatının zengin motiflerinden yola çıkarak özgün bir yoruma ulaşan ressam ve şair. Yazar Sabahattin Eyuboğlu’nun kardeşi, ressam Eren Eyuboğlu’nun kocasıdır. Ortaöğrenimini Trabzon Lisesi’nde yaptı. Öğrencilik yıllarında resim öğretmeni Zeki Kocamemi’nin ilgisiyle resme yöneldi. 1929’da İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nün hazırlık sınıfına girdi, Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı’ nın öğrencisi oldu. 1931’de diplomasını almadan Akademi’den ayrılarak Fransa’ya gitti. Önce bir süre Dijon’da, sonra da Lyon’daki çeşitli özel atölyelerde çalıştı. 1932’de Paris’e geçti, bir ay kadar Andre Lhote’un atölyesinde çalıştı. 1933’te Londra’ya gitti, aynı yılın sonlarında Türkiye’ye döndü. 1934’te yurt dışında ve Türkiye’de gerçekleştirdiği 30 resmi ile D Grubu’nun sergisine katıldı. 1936’da daha önce yarım bıraktığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin diploma sınavına girdi, “Hamam” adlı resmiyle birinci olarak diploma aldı. Aynı yılın sonlarında Akademi’nin Resim Bölümü’ne Leopold Levy’nin asistanı olarak atandı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yurt gezisi programı kapsamında 1938’de Edirne’ye, 1942’de Çorum’a gitti. Daha sonra Ses dergisinde sanat ve estetik konularında düzenli yazılar yazdı. Şiir yazmaya lise yıllarında başlamıştı. İlk ürünleri 1932’den sonra Varlık, Yeditepe, Ses, İnsan gibi dergilerde çıktı. 1941’de Yaradana Mektuplarda. başlayarak Karadut (1948), Tuz(1952), Üçü Birden (1953), Dördü Birden (1956), Karadut 69 (1969), Dol Karabakır Dol (1974, bütün şiirleri) gibi birçok şiir kitabı yayımladı. Şiirlerinde de resim çalışmalarına paralel bir anlayışla halk edebiyatının zengin motiflerinden esinlendi. 1939’daki 1. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde Arif Kaptan’la üçüncülük ödülünü paylaştı. 1942’de aynı sergide ikincilik, 1969’da Sâo Paulo Bienali’nde onur, 1972’deki 33. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik ödüllerini kazandı. Bedri Rahmi Eyuboğlu öğrencilik yıllarında van Gogh’un renk ve biçim anlayışının etkisi altında kalmıştı. Fransa’da bulunduğu yıllarda ve Türkiye’ye döndükten sonra, o dönemde egemen olan kübist ve yapımcı akımlardan etkilenmedi, Duffy ve Matisse’in anlayışlarını kendisine daha yakın buldu. Türk halk sanatlarıyla Osm anlı sanatına bilinçli yönelişi bu yıllara rastlar. Özellikle Çorum’da inceleme fırsatını bulduğu geleneksel halk kültürü, bundan sonraki çalışmaları üzerinde etkili oldu. 1943’ten sonra bir süre renkçi anlayışta manzaralar, 1945- 47 arasında da “Mari’nin Portresi”, “Alis I” ve “Alis II” gibi bir dizi portre gerçekleştirdi. 1950’den sonra Türk süsleme ve Anadolu halk sanatlarından yola çıkarak kübizm etkili geometrik yarı soyut bir anlayışa yöneldi. 1950’deki Paris gezisinde Dekoratif Sanatlar Müzesi’ndeki zengin halk sanatı örneklerinden büyük ölçüde etkilendi ve dönüşünde yazma sanatına ağırlık verdi. Bu çalışmalarında halk sanatından esinlenerek, figürleri ritmik çizgilerle kaligrafik bir düzen içinde kullandı. 1950-52 arasında Bizans mozaikleriyle ilgilendi. “Mürşid’in Evi” (1950), “Güzel İstanbul” (1951) gibi guvaşla yaptığı resimlerle elek baskılarında bu tekniğe benzeyen bir çalışma uyguladı. 1961’de yaptığı bir ABD gezisinden sonra bir süre zengin renklere, soyut biçimlere yöneldi. 1970’lerdeyse yeniden eski konularına dönerek toplumsal içeriği ağır basan resimler gerçekleştirdi. Eyuboğlu 1940’tan başlayarak bütün sanat yaşamı boyunca, resim çalışmalarına paralel bir anlayışla duvar resimleri, kabartmalar ve mozaik panolar yapmayı da sürdürdü. Ortaköy’de Lido Yüzme Havuzu’ndaki ve Harbiye’de Hilton Oteli’ndeki duvar resimleri, 1958’de Uluslararası Brüksel Fuarı için gerçekleştirdiği 272 m2’lik mozaik pano (fuarın büyük ödülünü kazandı), 1959’da Paris’teki NATO Merkezi için yaptığı bugün Brüksel’de bulunan 50 m2’lik mozaik pano ve İstanbul Manifaturacılar Çarşısındaki (E. Eyuboğlu ile birlikte) duvar kabartması bu çalışmalarından bazılarıdır. Eyuboğlu’nun ayrıca Câmm Anadolu (1953), Tezek (1975), Delifişek (1975) adlı gezi, Nazmi Ziya (1937) adlı monografi kitapları; ölümünden sonra yayımlanmış Yaşadım (1977) adlı şiir ve Resme Başlarken (1977) adlı deneme kitapları vardır. Aynca çeşitli resim ve çizimleri Binbir Bedros (ös 1977), Karadut (ös 1979) ve Babatomiler adlı albümlerde toplanmıştır. kaynak: Ana Britannica |
Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913-1975) 1 ek Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913-1975) Türk resminde Anadolu el sanatlarından, süsleme ve nakışlarından esinlenerek çağdaş bir yorumla resimler yapmış öncü bir ressam olan Bedri Rahmi Eyuboğlu ayrıca şiirleriyle de tanınır. Bugün Giresun'a bağlı olan Görele ilçesinde doğan Bedri Rahmi beş çocuklu bir ailenin kinci çocuğuydu. Trabzon Lisesi'nde okurker öğretmeni ressam Zeki Kocamemi'nin de etkisiyle resim çalışmalarına ağırlık verdi. 192Ç'da girdiği İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde de Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı'nın öğrencisi oldu. 1931'de, Paris'te öj renim gören ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu'nun yanına gitti ve orada resim çalışmalarını sürdürdü. Paris'te bulunduğu yıllarda Dufy ve Matisse gibi ressamların etkisiyle kuralların ve akademik anlayışların dışında resim yapmayı yeğledi. Bu anlayışla yaptığı bir resmi ile 1934'te İstanbul'da "D Grubu"nun sergisine katıldı. Daha sonra, başarı derecesini yükseltmek için ertelediği bitirme sınavına girdi ve diploma yarışmasında birinci olarak 1936'da akademiyi bitirdi. Bedri Rahmi'nin resim anlayışındaki değişim 1938-39 yıllarında, ressamlardan oluşan bir toplulukla katıldığı Anadolu gezisiyle başladı. Hükümetin Anadolu'nun değişik yörelerinde ressamlar için düzenlediği geziden döndüğünde coşku içindeydi. Daha sonra da kendi çabasıyla gerçekleştirdiği geziler, Bedri Rahmi'ye yalnızca müze ve salonlarda gördüğü Türk süsleme sanatı örneklerini evlerde, pazaryerlerinde, panayırlarda görme olanağı sağladı. Bedri Rahmi, Anadolu insanının el emeği ürünü olan ve beğenisini yansıtan çorap, heybe, yazma ve kilimlerdeki nakışlarda çağdaş sanat anlayışlarıyla uyuşan, bütünleşen bir özellik ve zenginlik buluyordu. Türkiye'de halk sanatı ürünleri, Bedri Rahmi'ye gelene kadar resimde yeterince esin kaynağı olmamıştı. Bedri Rahmi, Türk halk kültürünün önemini ve değerini iyi kavramış bir ressam olarak, halk sanatı ile çağdaş uygarlık ve çağdaş dünya sanatı arasında bir ilişki kurmaya çalıştı. Resim anlayışı ve bu anlayışın ürünü olan başarılı resimleri birçok ressamın Anadolu'ya özgü kültür değerlerine yönelmesinde etkili oldu. Türk halk sanatı ile çağdaş sanatın bir bileşimini yapmayı amaçlayan Bedri Rahmi, 1940'tan sonra duvar resimleri, mozaik panolar, kumaş üzerine baskılar da yaptı. Yurtiçinde ve dışında birçok sergi açtı; sergilere, yarışmalara katıldı. 1958'de Brüksel'de altın madalya, 1969'da Sâo Paulo Bienali'nde onur madalyası kazandı. Resimleri kadar şiirleriyle de tanınan Bedri Rahmi lise yıllarında şiir yazmaya başladı ve yaşamının sonuna kadar şiir yazmayı sürdürdü. Şiirde de halk şiirinin söyleyiş özelliklerinden etkilendi; yalın, akıcı, kolay okunan ve anlaşılan, çarpıcı şiirler yazdı. Bütün şiirleri Yaşadım (1977) adlı kitabında toplandı. Paris (1930), Yazılı Natürmort (1936), Salı Pazarı (1938), Eren (1940), Nallanan Öküz (1947), Düşünen Adam (1953), Karadut Satıcısı (1954), Çömelmiş Köylü (1972), Ankara' nin Kavakları (1973), Mor Takkeli Hacı (1974) ve Son Kahve (1975) Bedri Rahmi'nin resimlerinin bazılarıdır. İstanbul'da Lido Yüzme Havuzu'nun, Hilton ve Divan otellerinin duvar resimlerini de Bedri Rahmi yapmıştır. Paris'e ilk gittiğinde tanışıp sonra evlendiği Rumen asıllı eşi Eren Eyuboğlu da ressamdır. MsxLabs & Temel Britannica |
1 ek Bedri Rahmi Eyüboğlu Doğum: 1913 Görele Ölüm : 1975 İstanbul Ressam, şair ve yazar. Ortaöğrenimini Trabzon Lisesi'nde, yükseköğrenimini Güzel Sanatlar Akademisi'nde tamamladı. İki yıl da Paris'te öğrenim gördü. Dönüşünde, öğretim üyesi olarak akademiye alındı. Cemal Tollu, Nurullah Berk, Sabri Berkel, Zeki Faik İzer, Zühtü Müridoğlu ile birlikte "D Grubu"nu kurdu (1933). Bir süre Amerika'da kaldığı üç yıl dışında (1960-1963) Akademi'nin resim bölümündeki profesörlüğüne devam etti. Muhit, Yeni Adam, Tan (1928-1934) dergi ve gazetelerindeki ilk yazı ve öyküleriyle tanınan Eyüboğlu, yeni edebiyatımızın öncü girişimleri Ses, İnsan, Gün, İnkılâpçı Gençlik, İşte, Büyük Doğu (1938-1944) dergilerinde yazdı; yüksek sesle okunacak söyleyiş biçimleri içinde yerli deyişlere yeni bir tazelik kazandırdığı ilk şiirleriyle akımın önde gelen şairlerinden sayıldı. Oyuna, fazla gereksiz süslere, kapalılığa eğilim duymadı, bir mısra şairi kimliği aramadı. Varlık ve Yeditepe (1946-1958) dergilerinde yayımladığı sonraki şiirlerinde de aynı özellikleri gösterdi. Bu döneminde unutulmaz aşk şiirleri yazdı. Yapıtları:
|
2 ek KaradutKaradutum, çatal karam, çingenem Nar tanem, nur tanem, bir tanem Agaç isem dalımsın salkım saçak Petek isem balımsın a gülüm Günahımsın, vebalimsin. Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan Yoluna bir can koyduğum Gökte ararken yerde bulduğum Karadutum, çatal karam, çingenem Daha nem olacaktın bir tanem Gülen ayvam, ağlayan narımsın Kadınım, kısrağım, karımsın. II Sigara paketlerine resmini çizdiğim Körpe fidanlara adını yazdığım Karam, karam Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam Sıla kokar, arzu tüter Ilgıt ılgıt buram buram. Ben beyzade, kişizade, Her türlü dertten topyekün azade Hani şu ekmeği elden suyu gölden. Durup dururken yorulan Kibrit çöpü gibi kırılan Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan Sen benim mihnet icinde yanmış kavrulmuşum N'etmiş, n'eylemiş, n'olmuşum Cömert ırmaklar gibi gürül gürül Bahtın karışmış bahtıma çok şükür. Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum. Karam, karam Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam Sensiz bana canım dünya haram olsun. Sevgi ÜstüneBütün kitapları yakmalı Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır Kitaplara göre insan Karanlıkta yüzüne bin mumluk lâmba tutulmuş Gözleri, yüreği kamaşmış insandır Aptaldır, hastadır, kahramandır Bütün kitapları yakmalı Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır. İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar Bir tek meyve veren dalı keserler İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı Esti mi rüzgâr bir değil milyonlar için esmeli Bir tek meyve veren dalı kesmeli İnsan dediğin derya misali Üstünde milyonlarca dalga İçinde kıyametler kopmalı İnsan dediğin derya misali Uçsuz bucaksız olmalı. Gel çıkalım sevgilim gel Gel kurtaralım birler hanesinden Çekelim gidelim bir uçtan uca Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar Sevelim sevelim sevelim Sevebileceğimiz kadar Bedri Rahmi Eyüpoğlu |
3 ek YAR YÜREĞİN YARelmayı ikiye böldüler içinden kurt çıktığın gördüler ağacı lime lime dildiler böceğin halinden bildiler ferman padişahınsa dağlar bizimdir denildi dağların bağrı deşildi çözüldü mevsimlerin sırrı yaprak yaprak yedi kat yerin dibinden haber getirdi gözünü sevdiğim tohum, gözünü sevdiğim toprak kılı kırka yardılar oğul suyun sudan gizlisi kalmadı suyun sudan gizlisi kalmadı buğdayın macerası meydanda yıldızların sırrı aşikar oldu arı gözümüzün önünde sızdı balını karanfil alevini kırlangıcın alınyazısı penceremzin önünde yazıldı bir sensin gizlenen oğul ağlarsın gizli gizli seversin gizli gizli ölürsün gizli gizli çatlarsın arzudan, iştihadan yer yarılır yere geçersin söyleyemezsin yar yüreğin yar vakit tamamdır neler aldın dünyamızdan bunca zamandır yar yüreğin yar gör ki neler var belki seyyar kuşların ömrü kadar sade aydınlık belki vişne çiçekleri kadar beyaz ılık belki çürümüş yılanlar kadar mundar belki mahzende yıllanmış şarap kadar lezzetli bir aşktır fışkırıp çıkacak ne çıkarsa bahtımıza yar yüreğin yar bölüşelim beraber ağlayalım dertleşelim yar yüreğin yar yarmağa değer bir insan tanımak oğul, bir cihan tanımağa bedel... YARADANA MEKTUPLARYıldızların, çivilediğin yerdeler, Bulutların, eksik olmasınlar, Hep ayni minval üzere, senden gelip sana giderler. Güneşin böler günlerimizi Bir portakal gibi ortasından ikiye Yarısını kulların yer, yarısını geceler. Denizlerin senin elinle doldurduğun kasede çalkalanmaktadırlar Ne bir damla artmış, ne bir damla eksilmişlerdir. Dağların bizim ayağımıza çok bol geldi; Onları bir defa bile giyen olmadı. Daha dün elinden çıkmış gibi hepsi yepyeni Şimdilik eskiyen bir şey varsa ömrümüzdür! Sorup duruyoruz: Niçin nüfus kütüklerinde her gün yeni bir isim, Kitaplarda yeni bir kahraman? Biz ölen ağaçları yontup Gemilerimize direk yapıyoruz Bizim canlarımızı alan acep onlarla ne yapar? Saksılarda hep aynı karanfiller açıyor Tanrım. Niçin, biz bir defa doğuyoruz? BEDRİ RAHMİ EYÜPOĞLU |
8 ek Bedri Rahmi Eyüboğlu Giresun-Görele'de doğdu. Ailesinin beş çocuğundan ikincisidir. Trabzon Lisesi'nde okurken, 1927'de bu okula resim öğretmeni atanan Zeki Kocamemi'nin öğrencisi oldu. Onun derslerinin etkisi ve okul müdürünün özendirmesiyle 1929'da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne (şimdi Mimar Sinan Üniversitesi) girdi. Burada Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı'nın öğrencisi oldu. 1930'da eğitimini bitirmeden, ağabeyisi Sabahattin Eyüboğlu'nun yanına Paris'e gitti. Orada André Lhote'un yanında resim çalıştı. Daha sonra evleneceği Rumen asıllı eşi Eren Eyüboğlu ile de burada tanıştı. Yurda döndükten sonra 1934'te D Grubu'nun dördüncü sergisine otuz resmi ile katıldı. İlk kişisel sergisini de aynı yıl Bükreş'te açtı. 1934'te katıldığı Akademi'nin diploma yarışmasında üçüncü oldu. Bu derece ile mezun olmak istemediği için bir yandan diploma yarışmasına yeniden hazırlanırken, bir yandan da bir süre Çerkeş demiryolu yapımında çevirmenlik yaptı, Tekel Genel Müdürlüğü'nde çalıştı. 1936'daki diploma yarışmasında Hamam adlı kompozisyonuyla birinci oldu. Aynı yıl Moskova'da düzenlenen Çağdaş Türk Sanat Sergisi'ne katıldı. 1937'de Cemal Tollu'yla birlikte Akademi'nin Resim Bölümü Şefi Léopold Lévy'nin asistanı oldular. Bedri Rahmi birçok ressamın katıldığı CHP'nin kültür programı çerçevesinde resim yapmak için 1938'de Edirne'ye, 1941'de de Çorum'a gitti. Bu dönem resimlerinde köy manzaraları, köy kahveleri, faytonlu yollar, iğde dalı takmış gelinler gibi Anadolu'ya özgü görünümler egemendir. 1940'lardan sonra duvar resimlerine yöneldi. İlk duvar resmini 1943'te İstanbul'da, Ortaköy'deki Lido Yüzme Havuzu için yaptı. 1947'de İstanbul'da özel bir atölye ve galeri açtı. 1950'de Ankara'da sanatının o güne kadarki bütün dönemlerini kapsayan bir sergisi düzenlendi. Bedri Rahmi aynı yıl bir kez daha Paris'e gitti ve İnsan Müzesi'nde (Musée de I'homme) ilkel kavimlerin sanatını inceledi. Bu incelemeleri "güzel"in aynı zamanda "yararlı"da olabileceği, "yararlı" olmanın "güzel"in gücünü eksiltmeyeceği düşüncesine ulaşmasına yol açtı. Bu düşünce ise onun bundan sonraki sanat görüşünü tümüyle etkiledi, yönlendirdi. Mozaik çalışmalarına 1950'de başladı. 1958'de Uluslararası Brüksel Sergisi için 272 m²'lik bir mozaik pano gerçekleştirdi ve bu yapıtıyla serginin büyük ödülü olan altın madalyayı kazandı. Bundan bir yıl sonra Paris'teki NATO yapısı için, şimdi Brüksel'de bulunan, 50 m²'lik bir mozaik pano hazırladı. 1960 ve 1961'de iki kez ABD'ye gitti. Orada birçok geziye katıldı, konferanslar verdi ve resim çalışmaları yaptı.1969'da Sao Paulo Bienali'nde (iki yıllık sergi) onur madalyası kazandı. Ayrıca 1940'ta Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde resim dalında üçüncülük, 1943'te aynı serginin 4.sünde ikincilik ve 1972'de de 33. sergide birincilik ödülünü aldı. Ölümünden sonra 1976'da Ankara'da "Yaşayan Bedri Rahmi" adıyla bir sergisi düzenlendi. Aynı yıl İstanbul'da da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde adına düzenlenen bir sergiyle anıldı. 1984'te İstanbul'da "Bedri Rahmi-Her Dönemden" adlı bir toplu sergisi açıldı. Bedri Rahmi Akademi'deki ilk yıllarından sonra temel bilgilerini Paris'te André Lhote'un akademisinde edinmesine karşın onun kübist ve yapımcı (konstrüktif) yaklaşımını benimsememiş, Dufy ve Matisse'i kendine daha yakın bulmuştur. Paris'ten döndükten sonra Anadolu ve Trakya gezilerinde yaptığı resimlerle İstanbul görünümlerinde Dufy'nin renk ve çizgi anlayışının etkileri görülür. Zamanla bu etkiden sıyrılan Bedri Rahmi halk sanatını sağlam bir kaynak olarak görmeye başlamıştır. Halk sanatından yola çıkarak yeni anlatım biçimleri aramıştır. Minyatürlerden de esinlenmiştir. Anadolu kilimlerinin geometrik, soyut biçimleri, çini, cicim, heybe, yazma ve çorapların bezeme düzeni ve renk uyumlarını kaynak olarak kullanmış, motifin ağırlık kazandığı süslemeci bir tutumla resimler yapmıştır. Ancak, yalnızca motifleri resme uygulamakla yetinmemiş, renk ve malzeme araştırmalarına da girmiştir. Çeşitli teknikleri deneyerek gravür, mozaik, heykel ve seramik alanlarında birçok ürün vermiştir. Yine bir halk sanatı olan yazmacılığa da yönelmiş, kumaş üstüne baskılar yapmış, bu çalışmalarını öğrencileriyle birlikte de yürütmüştür. İki yıl kadar süren ABD gezisinden sonra değişik malzemelerden yararlanarak soyut resimler ve renk düzenlemelerine yönelmişse de son yıllarında yeniden eski konularına dönmüştür. Kemençeciler, gecekondular, hanlar, kendi portreleri, balıklar ve kahvelerle, yeni renk ve doku deneyimlerinden de yararlanarak, doğaya eğilişin ustaca ve yetkin örneklerini vermiştir. Çağdaş resim öğelerini de içeren bu çalışmalarında, konu soyuta yaklaştığı oranda, resmin de bir tür "nakış"a dönüştüğü izlenir. Bedri Rahmi 1927'de başladığı resim öğretmenliğini ölümüne değin sürdürmüş, Akademi'deki atölyesinde sayısız öğrenci yetiştirerek, çağdaş Türk resmi için bu açıdan da etkili ve yararlı olmuştur. Bedri Rahmi 1928'de daha lise öğrencisiyken şiir yazmaya başlamıştır. Şiirlerine, 1933'ten sonra Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, İnkılapçı Gençlik ve Varlık dergilerinde yer verilmiştir. 1941'den başlayarak çeşitli şiir kitapları yayımlanmıştır. Halk edebiyatının masal, şiir, deyiş gibi her türüne karşı duyduğu hayranlık, şiirlerine de yansımıştır. Halk dilinden ve şiirinden aldığı öğeleri kendine özgü bir biçimde kullanarak halk diline yaklaşma çabasını sonuna dek götürmüştür. Bu nitelikleriyle şiirleri, resimleriyle büyük bir benzerlik gösterir. Akıcı, rahat bir dille kaleme aldığı gezi ve deneme yazılarında ise sürekli gündeminde olan halk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir.Bedri Rahmi Eyüboğlu 21 Eylül 1975'te vefat etti. RESSAM BEDRİ RAHMİ Trabzon lisesinde okurken matematik dersinden dolayı çektiği sıkıntıları tutduğu günlüklerde sık sık dile getirmiştir Bedri Rahmi. Bazı resim ödevlerini ağabeyi Sabahattin Eyuboğlu'na yaptırdığınıda anlatırken hiç de çekinmez. Ne zamanki okula yeni gelen resim hocası Zeki Kocamemi'yi tanır işte o zaman Bedri Rahmi'nin hayatı değişir. İstanbul'daki Güzel Sanatlar Akademisi'nde okumaktır onun hayali artık. Ailesi her ne kadar onun avukat olmasını istiyorsa da ağabeyinin desteğini de alarak İstanbul'a gelir ve Çallı Atolyesi'nde genç bir ressam adayıdır artık. Hocası Çallı Bey "Benden alacağını aldın, artık yurt dışına gitmen lazım" dediği gün, canım dediği ağabeyinin bursunu paylaşarak Fransa'ya gider Bedri Rahmi. Kendi ağzından ressamlığını yorumlayarak bitirelim konuyu; "Ben doğuştan ressam olmadım, çalışarak ressam oldum." ŞAİR BEDRİ RAHMİ Bir Anadolu yazması gibi yazdı şiirlerini Bedri Rahmi, kilim gibi dokudu: çok sevdiği kirazları, narları, dutları, işledi kağıtlara... Yiğitliği, mertliği, aşkı, sevdayı, özlemi işledi. Evrenin gizemini tek bir nar tanesinden çözmeye çalıştı o. Bilgeliği, ılık, insan sıcağını bir gölün yüzeyinden akseder gibi ulaştı bize, öyle naif, öyle pürüzsüz, öyle derin. Bedri Rahmi'nin şiirlerinde dolu dolu yaşayan bu kocaman adamın ta içini okuyacaksınız. ÖĞRETMEN BEDRİ RAHMİ Bedri Rahmi ürettiği her eser için oldukca mütevazi idi. Birileri şiirleri olsun,resimleri olsun ,yazıları veya mozaikleri,seramikleri ,tabakları,heykelleri olsun hepsini eleştire bilir oda bunları rahatlıkla dinleyebilirdi. Sadece bir tek konuda kimse bana bir şey diyemez derdi, "Öğretmenliğim". Her kim ki benim öğretmenliğim hakkımda kötü bir şey söyleyecek işte onun alnını karışlarım diyecek kadar da emindi hocalığından. Şu an Türk resminde sevilen ressamlara bir bakın, ne kadar haklı olduğunu göreceksiniz zaten. Her ne kadar Bedri Rahmi atölyesinden olduğunu yazmayı unutacak kadar yoğun resimle meşgul olsalarda bazı talebeleri, Türk resim sanatına bir hayli ressam kazandırmıştır Bedri Rahmi. Bedri Rahmi'nin Talebeleri Alaettin Aksoy Avni Sancaktar Aydın Ayan Birim Bozok Burhan Uygur Demet Yersel Devrim Erbil Dilek Işıksel Ferit Edgü Figen Aydıntaşbaş Fikret Otyam Gönül İzgi Gül Derman Gülseren Südor Gülsüm Karamustafa Güner Ener Hale Sontaş Hanefi Yeter İbrahim Örs İhsan Şurdum Leyla Gamsız Sarptürk Mehmet Pesen Mukaddes Saran Mustafa Esirkuş Mustafa Şener Nazan Sönmez Nedim Günsür Nevin Çokay Oktay Anılanmert Orhan Peker Özden Akbaşoğlu Serpil Akyıl Tangül Akakıncı Teoman Südor Turan Erol Tülay Tura Börtücene Türkan Sılay Rador Utku Varlık Yusuf Katipoğlu Zerrin Kehnemuyi YAZAR BEDRİ RAHMİ Bedri Rahmi Orta okulda gün gün, "Gün" adını verdiği günlük ile başlamış Bedri Rahmi yazmaya , daha sonra mektuplar ile devam etmiş. Babasına yazmış, annesine yazmış tabii ki abisine ve tüm dostlarına da. Eşi olacak Eren hanıma yazdıklarıyla onun kalbini de kazanmış. Hayatında ilk kazandığı parada yazdığı bir çocuk hikayesinden olmuş Bedri Rahmi'nin. Zamanla çeşitli gazetelere , dergilere ‘de yazmış. Yazmak onun için bir tutku olmuş, düşündüklerini ve hissettiklerini bu yol ile halkıyla paylaşmış. KİTAPLARI: ŞİİR KİTAPLARI:
Mozaikleri ile Bedri Rahmi Ayasofya ve Kariye müzesindeki mozaik çalışmalarını gezen Bedri bey bu mozaik çalışmalarından oldukça etkilenmiştir. Yaptığı bir çok resimde bu etkiyi görmek mümkündür. Noktama tekniği ile yaptığı bazı tablolarında, 1950 'li yıllarda ki mozaik panolarının müjdesini de vermiştir. 1955 MARMARA OTELİ ANKARA 1956 /1957 4.LEVENT KONUTLARI 1957 BRÜKSEL ULUSLAR ARASI SERGİDE TÜRK PAVYONUNA YAPILAN 1958 NATO MERKEZİNE YAPILAN 1959 SAMATYA HASTANESİNE 1959 EFES OTELİ İZMİR 1960 1961 ABD KARMEL KELLOGS MALİKANESİNE YAPILAN 2 PANO 1962 /1963 İSTANBUL MANİFATURACILAR SİTESİ Bütün dünya heykel sanatının yüzünü ağartan şaheserlerinin hemen hepsinin anadoludan çıktığına inanan Bedri Rahmi, heykelin resmin öz kardeşi olduğunu savunmuştur. Heykelin resimden daha güç bir sanat olduğunu ileri sürmek, sadece çocuk aldatmak olur demiştir 1949 'un şubatında yazdığı bir yazısında. Ona göre; iki karışlık bir büste iki sene çalışmasını bilenin masrafı çamur değil; sevgi, sabır ve ömürdür. Heykelleri : 1. Karaköy tatlıcılar hanı 2. Vakko fabrikası etap / İstanbul 3. Etap / İstanbul 4. Divan Oteli Panosu Sene 1950, Paris’te insan müzesini geziyoruz. “Musee de 1’Homme” Bizim öğrencilik yıllarımızda bu müze yoktu.Çeşitli müzelerden aktarılan binlerce eser bu müzede yepyeni bir anlamla bir araya gelmişti. Aman Allahım bu ne müthiş bir hayvan başı diyerek,üzerine atıldığımız tahta oymanın bir davul kasnağı olduğunu,ogüne kadar sanat eserlerinin bu kadar kesinlikle işe yarayabileceğini düşünmemiştim. Resme başladığım günden bu yana bizim köy kilimlerini her zaman sevdim ama bir kilimin hem sanat eseri hem de yüzde yüz işe yarayan,günlük hayatımıza karışan faydalı bir dost olacağını düşünmemeiştim. Yurda döner dönmez,güzel ile faydalıyı kendi imkanlarımız içinde,değerlendirmek istedim.İşe yarayan güzeli bu galeride değerlendirebilmek için elbirliği yaptık. Aklıma ilk gelen bizdeki yazmacılığı ele almak oldu.Öteki de çömlekçiliği. Yurdumuzun her yanında yazma basılıyor,hem de çömlek pişiriliyordu.İkisinede el attık.İstanbul’da ne kadar yazmacı ve çömlekçi tezgahıvarsa hepsini bir bir dolaştım.Yazma konusunda dilediğim tezgah Kumkapı'da ve Çamlıca’da, Çömlekçiyi de Anadolu hisarı’nda Göksu’da buldum. Ama o ara yazmacılık beni daha çok sardı.Çünkü çömlekçilik daha çok heykel bilgisi istiyor buna karşılık yazma yüzde yüz resim sorunlarıyla olup bitiyordu. Dileğin nakışı ıhlamur ağacına oyacaksın yıkanmaya dayanan boyalarla basıcaksın. İster kağıda bas ister beze.Kağıda bastığın zaman adına gravür diyorlar,Gravür resim sanatının bir dalı.Aynı nakışı beze bastığın zaman yazma kesiliyor.Kağıda bastığın zaman yalnız istanbul’da ve istanbul’un bir semtinde kalan gravür,beze basıldığı zaman yazma kisvesine bürünüp bütün yurdu dolaşıyor. 1950-55 arası öylesine sardı ki beni yazmacılık hemen hemen 5 yıl bir perhize girdim. Perhizin şartı oldukça zordu.Ya açık üstüne koyu,ya koyu üstüne açık. Bir tek renkle yetineceksin. Beri yanda ressam elinin altındaki yüzlerce rengi birbirine karıştırıp harman çorman ederken,yazmacı bir tek anilin siyahıyla onbinlerce metre kare bezi büyük bir ustalıkla donatıyor,bunları yurdun her köşesine ulaştırıyordu. Bu ara yazmacılarda şunu öğrendim. Anadolu’nun şu vilayeti,ille sarı siyah ister, öteki siyah kırmızı. Olmazsa topunu geri çevirir,Falanca vilayet cehri olmazsa birtek yazma almaz. Bana yazmacılık işçiliğini A – sından Z –sine kadar öğreten hanımyan ustanın bir sözünü ömrüm boyunca unutamam. Bir müşteriye 10 metre kare toplayan bir yazma iş hazırlıyorduk,işin tan sonunda yirmibeş kuruş boyunda bir mürekkep damlası geldi,çevrenin ortasında münasebetsiz bir yeri lekelendi.Bizim ödümüz patladı.Çünkü bu boya hiçbir şeyle çıkan soydan değildi. Hanımyan, usta o canım çocuk gülüşüyle, Keder vermez dedi. Al elini fırçayı o lekeye bir biçim ver zaten kusursuz iş yapmak Allaha mahsustur. Dermiş yazmacıların Piri.. Çıraklar kusursuz bir iş çıkardıkları zaman fırçayı boyaya daldırır yazmaları üzerine kendi eliyle birkaç benek püskürtürmüş.. Ustanın dediğini yaptık. Çevreye damlayan lekeye çeki düzen verdik. İşin tuhafı müşteri en çok bu tarafını sevdi. Yurdumuzda yazma nezamandan beri yapılır.Bize nereden geldi.Bunları gücümün yettiği kadar aradım. Bize Acem’den, Aceme’de Çin’den geldiğinden öte kesin bilgiler elde edemedim. Bu konu üzerinde nekadar durulsa yeridir. Bolu ve Kastamonu dolaylarında basılan yazmalarda Hitit geyikleri var.Din bir yandan sureti yasaklaya dursun geyikler ve kuşlar yazmalarda dolanmağa başlamışlar. Nezamandan beri arayıp bulmaya değer karagöz nakışlarını deriye işlemiş de yazmaya işlememişiz niçin aramağa değer.Yalnız saray çevresinde gelişen nakışlardan hiçbirisi yazmalarımızda hiç yer almamış niçin araştırmağa değer. Biz üç yıldır, resim aracı resim gerci bulamıyan Akademide atölyemizdeki arkadaşlarımıza biraz boya sağlayabilmek için sergiler açıyoruz.Kendi elimizle oyduğumuz kitapları basarak, yılbaşı kartları sergileri açtık.Son sergimizde yine kalıpla basılan yazmayı denedik.O günümüzün şartları, meslek tasaları ıhlamur ağacını kalıp olarak oymaya fırsat vermedi,kalıp olarak alçıyı oyduk.Ihlamur ağacına en az 10 saat de oyulacak motifi 1 saat de alçıya oyduk ve bütün yazmalrımızı tahta kalıp yerine alçı kalıplara batık.Bu hiç bir zaman tahtanın sağlamlığını ve sıcaklığını vermiyor ama neylersin ki günümüz bizi çok daha çabuk olmağa zorluyor. Şuan inanıyoruz ki sevdiği işi kendi eliyle çoğaltmak onun herkesin alabileceği bir hale getirmek sanatçının elindedir.Çünkü günümüzün kimyası san’atçıya sayısız araçlar yaratıyor. Bunları incelemek boynumuzun borcu olmalı.. en güzeli araya yabancı eller girmeden sanatçının kendi işini kendi eliyle çoğaltabilmesi hiç değilse günümüzün ressamının daktilo makinesinin icadından haberi olması.. Heykel gibi seramik de Bedri Rahmi’nin gençlik yıllarından beri kafasında onu araştırmaya iteleyen bir diğer konudur. Önceleri 1940 'lı yıllarda yazları oturduğu Beylerbeyinde keşfettiği Göksu deresi kıyısındaki çanak çömlek ustalarını ellili yıllarda tekrar hatırlayan Bedri Rahmi, rahmetli çömlekci Hasan ustayı eşine dostuna tanıttığı gibi kendiside oradan aldığı toprak ile evinde fincanlar, tabaklar çalışmıştır, fakat bu seramik dürtüsü en güzel örneklerini Sadi Diren ile yaptığı çalışmalarda ortaya çıkmıştır. Sadi Diren atölyesinde Bedri Rahmi’nin çalıştığı büyük ebatlı kaseler, siniler ve tabaklar Eczacıbaşı görsel sanatlar müzesinde halka sunulmaktadır. Bedri Rahmi malzeme ile coşan, malzemenin sanatçıya getirdiği yeni boyutların tadına varan bir sanatçıdır. 1946 'daki mavi yolculuğundan beri içinden ışığı geçiren malzemelerle oynayan Bedri Rahmi, meşhur balıkcı Paluko'nun çıkardığı 70 cm boyundaki pinaların içersine motifler yapıp atölyesinin camına asmıştır. Işığı geçiren mercan renkli pina halen evinin penceresinde asılı durmaktadır. Bedri Rahmi vitraya ile olan ilişkisini Almanya’daki T.C Büyükelçiliğinin bir duvarına yaptığı koca beton kalın cam karışımı vitrayda sonuçlandırmıştır. Bu uygulamanın dünyada bir ikinci benzeri yoktur. Türküler Dolusu Kirazın derisinin altında kiraz Narın içinde nar Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var Canıma ciğerime dek işlemiş Canıma ciğerime Sapına kadar. Elma dalından uzağa düşmez Ne yana gitsem nafile. Memleketin hali gözümden gitmez Binbir yerimden bağlanmışım Bundan ötesine aklım ermez. Yerliyim yerli olmasına ilmik ilmik, damar damar Yerliyim. Bir dilim Trabzon peyniri Bir avuç tiftik Bir çimdik çavdar Bir tutam şile bezi gibi Dişimden tırnağıma kadar Ressamım. Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım Taşıma toprağıma toz konduranın Alnını karışlarım Şairim şair olmasına Canım kurban şiirin gerçeğine hasına içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter Eğri büğrü , kör topal kabulum Şairim Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası Ayak seslerinden tanırım Ne zaman bir köy türküsü duysam Şairliğimden utanırım Şairim Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm Hey hey, yine de hey hey Salınsın türküler bir uçtan bir uca Evelallah hepsinde varım Onlar kadar sahici Onlar kadar gerçek insancasına, erkekçesine ´Bana bir bardak su´ dercesine Bir türkü söylemeden gidersem yanarım. Ah bu türküler Türkülerimiz Ana sütü gibi candan Ana sütü gibi temiz Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. Ah bu türküler, Köy türküleri Dilimizin tuzu biberi Memleket ahvalini onlardan sor Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen´i Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni... Ben türkülerden aldım haberi. Ah bu türküler, köy türküleri Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak Hilesiz hurdasız, çırılçıplak Dişisi dişi, erkeği erkek Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara Bıçağı bıçak . Ah bu türküler köy türküleri Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi Kiminin reyhasından geçilmez Kimi zehir, kimi zemberek gibi. Ah bu türküler, köy türküleri Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim Kan damlar ucundan, murekkep değil işte söz, işte ses, işte biçim: ´Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar´ iliklerine kadar işlemiş sızı Artık iflah olmaz kavak ağacı Bu türkünün yüreğinde sancı var. Ah bu türküler, köy türküleri Ne düzeni belli, ne yazanı Altlarında imza yok ama içlerinde yürek var Cennet misali sevişen Cehennemler gibi dövüşen Bir çocuk gibi gülüp Mağaralar gibi inleyen Nasıl unutur nasıl Ömrunde bir kez olsun Halk türküsü dinleyen... İstanbul Destanı İstanbul deyince aklıma martı gelir Yarısı gümüş, yarısı köpük Yarısı balık yarısı kuş İstanbul deyince aklıma bir masal gelir Bir varmış, bir yokmuş İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir Anadolu´da toprak damlı bir evde Gülcemal üstüne türküler söylenir Süt akar cümle musluklarından Direklerinde güller tomurcuklanır Anadolu´da toprak damlı bir evde çocukluğum Gülcemalle gider İstanbul´a Gülcemalle gelir İstanbul deyince aklıma Bir sepet kınalı yapıncak gelir Şehzadebaşı´nda akşam üstü Sepetin üstünde üç tane mum Bir kız yanaşır insafsızca dişi Boyuna bosuna kurban olduğum Kalın dudaklarında yapıncağın balı Tepeden tırnağa arzu dolu Sam yeli, söğüt dalı, harmandalı Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı Şehzadebaşı´nda akşam üstü Yine zevrak-ı derunum Kırılıp kenara düştü İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir Dokuzuncu Senfoniyle kolkola Cezayir marşı gelir Dört başı mamur bir gelin odası Haraç mezat satılmakta Bir gelinle güvey eksik yatakta Köşede sedef kakmalı tombul bir ut Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta Sonra ellerinde şamdanlar nargileler Paslı Acem kılıçları Amerikan kovboyları Eller yukarı Ne kadar da beyaz elbiseleri Amerikan deniz erleri Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi Sütten duru buluttan beyaz Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin Yakışmaz Ama harbederken onlara Bambaşka elbiseler giydirirler Kan rengi, barut rengi, duman rengi Kin tutar, kir tutmaz İstanbul deyince aklıma Kocaman bir dalyan gelir Kimi paslı bir örümcek ağı gibi Gerinir Beykoz´da Kimi Fenerbahçe´de yan gelir Dalyanda kırk tane Orkinos Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir Orkinos dediğin balıkların şahı Orkinos mavzerle gözünden vurulur Denizin içinde ağaçlar devrilir Kan çanağına döner dalyanın yüzü Camgöbeği yeşili bulanır Bir çırpıda kırk Orkinos Reisin sevinçten dili dolanır Bir martı gelir konar direğe Atılan Kolyosu havada yutar Bir başkasını beklemez gider Balıkçı gülümser tatlı tatlı Adı Marikadır bu martının der Her zaman böyle gelir böyle gider İstanbul deyince aklıma Adalar gelir Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır Çalımından geçilmez altmışlık madamların Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların İstanbul deyince aklıma kuleler gelir Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır Ama şu Kızkulesinin aklı olsa Galata kulesine varır Bir sürü çocukları olur İstanbul deyince aklıma Tophane´de küçücük bir sokak gelir Her Allahın günü kahvelerine Anadolu´dan bir sürü fakir fukara gelir Kimi dilenecek dilenmesine utanır Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm Çöpçü olmuştur bugüne bugün Kiminin sırtında perişan bir küfe Kiminin sırtında nakışlı semer Şehrin cümbüşüne katılır gider Kalın yağlı bir kolana koşulur Piyano taşırlar omuz omuza Kendinden ağır yükün altında adamlar Balmumu gibi erir dururlar Sonra kanter içinde soluk alırlar Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin Nazdan nazik çiniden bilezik eller Derken Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin Hacıyağına bulanmış sesiyle esner: Gamı şadiyi felek Böyle gelir böyle gider İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi Hepsinin dudağında İstiklal Marşı Bulutlar atılır top top pare pare Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık Memleketimin insanlarına Daha fazla sokulmak isterim yanlarına Ben de bağırırım birlikte Avazım çıktığı kadar Göğsümü gere gere Ver Lefter´e yaz deftere Stadyum gelir İstanbul deyince aklıma Binlerce insanın aynı anda Aynı şeyi duymasından doğan sevincin Heybetini düşünürüm Birbirine eklenir kafamda Binler yüzbinler milyonlar Sonra bir mısra havalanır ürkek Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar İstanbul deyince aklıma Yahya Kemal gelirdi bir eyyam Şimdi Orhan Veli gelir Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli Demindenberi senin tadın senin tuzun Senin şiirin senin yüzün Yaralı bir güvercin misali Başımın üstünde dolanır durur Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine Neresine mi arayan bulur Erbabı bilir Deli eder insanı bu şehir deli Kadehlerin çınlasın Orhan Veli İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Burgaz adasında kıyıda Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler Bütün İstanbul´u dolaşırlar elele başbaşa Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli Ziba mahallesinde gece yarısı Sabaha Galata´dan geçer yolları Maytaba alacakları tutar kahvede Zararsız bir deliyi Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin Sonra oturup sessizce ağlarlar İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Taşında toprağında suyunda Fakirin fukaranın yanıbaşında Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir Kıldan ince kılıçtan keskin Hep iyiden güzelden yana Hep kimsesizlerin İstanbul deyince aklıma Said´in son yılları gelir Hey Allahım en güzel çağında Said´e Dört beş yıl ömrün kaldı denir Sait Sait olur da nasıl dayanır Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine İhtiyar balıkçı pis pis düşünür Bir zehir yeşilidir açılır Bir yeşil ki ciğerine işler adamın Bir yeşil ki kasıp kavurur Küçük mavi çocuk İhtiyar balıkçı Ve dilimize bulaşan zehir yeşili İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri Dilimiz yaşadıkça yaşasın Said´in şiiri İstanbul deyince aklıma Sabiyem gelir Sabiyem boynundan büyük bir demetle Sarıyer´den gelir Pendik´ten gelir Bahar nereden gelirse velhasıl Sabiyem oradan gelir Ne delidir ne divane Aslını ararsan çingenedir Tepeden tırnağa güneştir Topraktır Anadır Analar içinde bir tanedir Biri sırtında biri memesinde biri karnında Karnı her daim burnundadır Canını mendil gibi takar dişine Yürekten birşeyler katar işine Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar Alçakgönüllüdür Sabiyem Hem maşa satar, hem göbek atar Ver bir çeyrek güzelim der Neyse halin o çıksın falin Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz Sonra anlatır dün gece başına gelenleri Görürüm üryamda bir sarı yılan Cenabet uğraşır durur benimlen Uyanır bakarım benim bebeler Yatağın ucuna kaymış Ayağımın parmaklarını emer İstanbul deyince aklıma Bir basma fabrikası gelir Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta Kanter içinde mahzun Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun Fabrikada pencereler tavana yakın Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin Dışarda ağaçlar dizi dizi Duvarlar duvarlar uzun duvarlar Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor Dışarda dışarda dışarda Mevsim gürül gürül akıp gidiyor Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin Kötü kötü düşünüyor İpeğin akışına doyum olmaz Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz Bir top Amerikandan neler çıkmaz Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi Gülsüm´ün gözleri kamaşır Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm Bir top Amerikana hasret sizlere ömür Gülsüm´lerin sürüsüne bereket Yerine bir Gülsüm´cük bulunur elbet Gider Gülsüm gelir Gülsüm Azrail ettiğin bulsun İstanbul deyince aklıma Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil Samsun´dan Sürmene´den Sinop´tan Yaz demez kış demez mutlaka gelir Kirli yelkeninde yeni bir yama Demirinin pası gelir dilime Nabzımda duyarım motorunun hızını Canımın içine sokasım gelir İri kalçaları pullu denizkızını İstanbul deyince aklıma Takalar gelir Alçakgönüllü kalender Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer İstanbul deyince aklıma Koca Sinan gelir On parmağı on ulu çınar gibi Her yandan yükselir Sonra gecekondular gelir ardısıra İsli paslı yetim Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim |
6 ek SİTEM... Önde zeytin ağaçları arkasında yar Sene 1946 Mevsim Sonbahar Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim Dalları neyleyim. Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim. Yar yar!..Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar Değirmen misali döner başım Sevda değil bu bir hışım Gel gör beni darmadağın Tel tel çözülüp kalmışım. Yar yar Canımın çekirdeğinde diken Gözümün bebeğinde sitem var ÇAKIL Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar Bir gelincik açılır ansızın Bir gelincik sinsi sinsi kanar Seni düşünürken Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır Deliler gibi dönmeğe başlar Döndükçe yumak yumak çözülür Çözüldükçe ufalır küçülür Çekirdeği henüz süt bağlamış Masmavi bir erik kesilir ağzımda Dokundukça yanar dudaklarım Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde. ERİMEK Erimek belirsizce herşeyde, Karışmak sulara yıldızlara, Sinmek kokusuna mor menekşenin, Yanmak damar damar, nefes nefes, Yaşamak tükene tükene. KARADUT Karadutum, çatal karam, çingenem Nar tanem, nur tanem, bir tanem Ağaç isem dalımsın salkım saçak Petek isem balımsın ağulum Günahımsın, vebalimsin. Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan Yoluna bir can koyduğum Gökte ararken yerde bulduğum Karadutum, çatal karam, çingenem Daha nem olacaktın bir tanem Gülen ayvam, ağlayan narımsın Kadınım, kısrağım, karımsın. ÜÇ DİL En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin En azından üç dil Birisi ana dilin Elin ayağın kadar senin Ana sütü gibi tatlı Ana sütü gibi bedava Nenniler, masallar, küfürler de caba Ötekiler yedi kat yabancı Her kelime arslan ağzında Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla Kök sökercesine söküp çıkartacaksın Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek Her kelime bir kat daha artacaksın En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Canımın içi demesini Canım ağzıma geldi demesini Kırmızı gülün alı var demesini Nerden ince ise ordan kopsun demesini Atın ölümü arpadan olsun demesini Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini İnsanın insanı sömürmesi Rezilliğin dik alası demesini Ne demesi be Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil Çünkü sen ne tarih ne coğrafya Ne şu ne busun Oğlum Mernuş Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun. MOR GELİN Ben şimdi uyur giderim Gelinim Mor gelinim Karanlığım yumuşacık Ben şimdi uyur giderim Gelinim Mor gelinim Sana doğru Usulcacık Uzar gider karanlığım Senin karanlığın küçücük Ürkmüş simsiyah bir kuş Cimri bir şişe çini mürekkebi Benim karanlığım Kocaman 45 numara hantal cömert Senin karanlığın bekler beni MERHABA Arzuladıkça kulunum arzuladıkça kölen Merhaba Gönlünce sevip sevilen Merhaba reyis Eğer sen varsan Merhaba yahu Bizim gibi insansan Merhaba bin merhaba Binbir öpücük sana Binbir gelincik daha Merhaba özlediği kadar özlenen İnsan insana taparmı durup dururken Merhaba reyis eğer sen varsan Merhaba yahu farkındaysan Özlediğince özlenmek ne kelime Sen susuzluktan çatlıyorsun mesela Çeşmenin umurunda mı Sen açlıktan geberiyorsun söz temsili Çavdar ekmeğinin umrunda mı? Senin canın kiraz çekmiş Şubatın ortasında Kiraz ağacı ne haltetsin Merhaba yahu gönlünce sevip sevilen İnsan insana tapar mı durup duruken Bi TANE DAHA Cengiz Bektaş´a Bu yürek kahpe yürek yetim yürek Yoksul yürek Hani şu uzun havalarda, bozlaklarda, mayalarda İflah olmaz türkülerden tütün Hani şu insanı kahreden canım... Kurşun misali delip geçen Kurşun misali çöken Bu yürek yetim yürek yoksul yürek Binbir yerinden yaralı binbir yerinden yamalı yürek Bir yanı tanrı bir yanı kul Bir yanı tezek bir yanı gül Bizim insanlarımız oğul nezaman gülecek Bu yürek yetim yürek yoksun yürek Varımız yoğumuz malımız mülkümüz sermayemiz Canevine konan ilk taş Canevinden uçan ilk kuş Bu yürek yetim yürek yoksul yürek Bir yanı gül bir yanı tezek Bizim insanlarımız oğul ne zaman gülecek Ağlamak ayıp değil kana kana Ama gülmeyi unutmuşlar yüzlerine baksana O canım sevinç pırıltısı düşmüş gözlerinden Paramparça tuz buz Bizim insanlarımız böylesine karagülmezse Birimizden biri suçluyuz Peki neyleyip nidelim Alıp başımızı limon misali avuçlarımızın içine Kara kara düşünelim Bir ilimiz var adı Rize Durup duruken bir bardak çay sundu bize Rize´de çayı kim yetiştirdi Rize´dev Misisipi´ye karışan çayları öğretirler bize Rize´de çayı kim buldu Rize´de Kimdi o sessiz sedasız kumral kurmal demlenen mübarek adam Adını öğretmediler bize İşte o güzel adamdan bre şahin aman Bi tane daha Şu dağın başında bir top gül vardı Eşi görülmemiş bir top gül katmer katmer açardı Kırk bin köyde kırk bin umut Kırk bin köyde kırk bin tomurcuk Kırk bin adet meyveye vurmuş fidan Köyde okullarımıza nasıl kahbece kıydılar anlatamam Hey gidi mangal yürekli Tonguç baba Köy okullarımızı kilim misali ilmik ilmik ören Adını kaç aydın koydu caba Mangal yürekli Tonguç baba Sana Anadolunun her yanından Kekik kokan keklik kokan Cevat Şakir işi Kınından çekilen kılıç gibi bir merhaba Bir mangal yürekli Tonguç baba yetmedi bre şahin aman Bir Tonguç baba daha Pırıl pırıl bir Karacaoğlan Bir Dadaloğlu bir Pir Sultan Dilimize düşen ilk mübarek cemre Bitip tükenmeyen Yunus Emre Biz dünyadan gider olduk demiş kalanlara selam olsun Ama hep böyle gidecekse bu dünya canım Yunus topumuza haram olsun Gözünün nurunu sevdiğim koca Sinan On parmağı on ulu çınar misali her yandan yükselen Dünya durdukça duracak olan Gecekondular mı gelecekti arkandan Bir koca Sinan yetmedi bre şahin aman Bir Sinan daha Bir tren kalkıyor Haydarpaşa´dan Gözyaşları yoncadan Eminem Öfkeleri meşeden Bir tren kalkıyor Haydarpaşa´dan Dünyanın en güzel treni Ağzına kadar Mehmetçik yüklü Lokomotifi pala bıyıklı Vagonlarda bir telaş bir kıyamet Memetcik Memet Memetcik Memet Bir tren kalkıyor Haydarpaşa´dan Tren değil bu bir hışım İlk Türkçe dersimi ondan almışım Memetcik Memet Türkçem kadar güzelsin diyen büyük usta Nazım Hikmet Bir Nazım Hikmet yetmedi bre şahin aman Bir Nazım daha Kırmızı gülün alı var Kolay kolay gelirmiydi bir Mustafa Kemal Bir Mustafa Kemal Yetmedi bre şahin aman Bir Mustafa Kemal daha Bu Anadolu var ya bu Anadolu Bu misli menendi görülmemiş cömert ama Bu her yanı meme bu her yanı dudak bu her yanı gül Bu zırnık almadan veren habire veren yediveren gül Bu Anadolu var ya bu Anadolu Bu üç yosma denizde üç defa ıslanan Gürbüz ırmaklar ortasında susuzluktan çatlayan Bu Anadolu var ya bu Anadolu Bu sapsarı sıtma bu masmavi gurur Ne tosunlar doğurmuş ne tosunlar Bak daha neler doğurur |
3 ek Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913 - 1975)Görele'de doğdu. Ailesinin beş çocuğundan ikincisidir. Trabzon Lisesi'nde okurken, 1927'de bu okula resim öğretmeni atanan Zeki Kocamemi'nin öğrencisi oldu. Onun derslerinin etkisi ve okul müdürünün özendirmesiyle 1929'da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne (şimdi Mimar Sinan Üniversitesi) girdi. Burada Nazmi Ziya veİbrahim Çallı'nın öğrencisi oldu. 1930'da eğitimini bitirmeden, ağabeyisi Sabahattin Eyüboğlu'nun yanına Paris'e gitti. Orada André Lhote'un yanında resim çalıştı. Daha sonra evleneceği Rumen asıllı eşi Eren Eyüboğlu ile de burada tanıştı. Yurda döndükten sonra 1934'te D Grubu'nun dördüncü sergisine otuz resmi ile katıldı. İlk kişisel sergisini de aynı yıl Bükreş'te açtı. 1934'te katıldığı Akademi'nin diploma yarışmasında üçüncü oldu. Bu derece ile mezun olmak istemediği için bir yandan diploma yarışmasına yeniden hazırlanırken, bir yandan da bir süre Çerkeş demiryolu yapımında çevirmenlik yaptı, Tekel Genel Müdürlüğü'nde çalıştı. 1936'daki diploma yarışmasında Hamam adlı kompozisyonuyla birinci oldu. Aynı yıl Moskova'da düzenlenen Çağdaş Türk Sanat Sergisi'ne katıldı. 1937'de Cemal Tollu'yla birlikte Akademi'nin Resim Bölümü Şefi Léopold Lévy'nin asistanı oldular. Bedri Rahmi birçok ressamın katıldığı CHP'nin kültür programı çerçevesinde resim yapmak için 1938'de Edirne'ye, 1941'de de Çorum'a gitti. Bu dönem resimlerinde köy manzaraları, köy kahveleri, faytonlu yollar, iğde dalı takmış gelinler gibi Anadolu'ya özgü görünümler egemendir. 1940'lardan sonra duvar resimlerine yöneldi. İlk duvar resmini 1943'te İstanbul'da, Ortaköy'deki Lido Yüzme Havuzu için yaptı. 1947'de İstanbul'da özel bir atölye ve galeri açtı. 1950'de Ankara'da sanatının o güne kadarki bütün dönemlerini kapsayan bir sergisi düzenlendi. Bedri Rahmi aynı yıl bir kez daha Paris'e gitti ve İnsan Müzesi'nde (Musée de I'homme) ilkel kavimlerin sanatını inceledi. Bu incelemeleri "güzel"in aynı zamanda "yararlı"da olabileceği, "yararlı" olmanın "güzel"in gücünü eksiltmeyeceği düşüncesine ulaşmasına yol açtı. Bu düşünce ise onun bundan sonraki sanat görüşünü tümüyle etkiledi, yönlendirdi. Mozaik çalışmalarına 1950'de başladı. 1958'de Uluslararası Brüksel Sergisi için 272 m²'lik bir mozaik pano gerçekleştirdi ve bu yapıtıyla serginin büyük ödülü olan altın madalyayı kazandı. Bundan bir yıl sonra Paris'teki NATO yapısı için, şimdi Brüksel'de bulunan, 50 m²'lik bir mozaik pano hazırladı. 1960 ve 1961'de iki kez ABD'ye gitti. Orada birçok geziye katıldı, konferanslar verdi ve resim çalışmaları yaptı.1969'da Sao Paulo Bienali'nde (iki yıllık sergi) onur madalyası kazandı. Ayrıca 1940'ta Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde resim dalında üçüncülük, 1943'te aynı serginin 4.sünde ikincilik ve 1972'de de 33. sergide birincilik ödülünü aldı. Ölümünden sonra 1976'da Ankara'da "Yaşayan Bedri Rahmi" adıyla bir sergisi düzenlendi. Aynı yıl İstanbul'da da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde adına düzenlenen bir sergiyle anıldı. 1984'te İstanbul'da "Bedri Rahmi-Her Dönemden" adlı bir toplu sergisi açıldı. Bedri Rahmi Akademi'deki ilk yıllarından sonra temel bilgilerini Paris'te André Lhote'un akademisinde edinmesine karşın onun kübist ve yapımcı (konstrüktif) yaklaşımını benimsememiş, Dufy ve Matisse'i kendine daha yakın bulmuştur. Paris'ten döndükten sonra Anadolu ve Trakya gezilerinde yaptığı resimlerle İstanbul görünümlerinde Dufy'nin renk ve çizgi anlayışının etkileri görülür. Zamanla bu etkiden sıyrılan Bedri Rahmi halk sanatını sağlam bir kaynak olarak görmeye başlamıştır. Halk sanatından yola çıkarak yeni anlatım biçimleri aramıştır. Minyatürlerden de esinlenmiştir. Anadolu kilimlerinin geometrik, soyut biçimleri, çini, cicim, heybe, yazma ve çorapların bezeme düzeni ve renk uyumlarını kaynak olarak kullanmış, motifin ağırlık kazandığı süslemeci bir tutumla resimler yapmıştır. Ancak, yalnızca motifleri resme uygulamakla yetinmemiş, renk ve malzeme araştırmalarına da girmiştir. Çeşitli teknikleri deneyerek gravür, mozaik, heykel ve seramik alanlarında birçok ürün vermiştir. Yine bir halk sanatı olan yazmacılığa da yönelmiş, kumaş üstüne baskılar yapmış, bu çalışmalarını öğrencileriyle birlikte de yürütmüştür. İki yıl kadar süren ABD gezisinden sonra değişik malzemelerden yararlanarak soyut resimler ve renk düzenlemelerine yönelmişse de son yıllarında yeniden eski konularına dönmüştür. Kemençeciler, gecekondular, hanlar, kendi portreleri, balıklar ve kahvelerle, yeni renk ve doku deneyimlerinden de yararlanarak, doğaya eğilişin ustaca ve yetkin örneklerini vermiştir. Çağdaş resim öğelerini de içeren bu çalışmalarında, konu soyuta yaklaştığı oranda, resmin de bir tür "nakış"a dönüştüğü izlenir. Bedri Rahmi 1927'de başladığı resim öğretmenliğini ölümüne değin sürdürmüş, Akademi'deki atölyesinde sayısız öğrenci yetiştirerek, çağdaş Türk resmi için bu açıdan da etkili ve yararlı olmuştur. Bedri Rahmi 1928'de daha lise öğrencisiyken şiir yazmaya başlamıştır. Şiirlerine, 1933'ten sonra Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, İnkılapçı Gençlik ve Varlık dergilerinde yer verilmiştir. 1941'den başlayarak çeşitli şiir kitapları yayımlanmıştır. Halk edebiyatının masal, şiir, deyiş gibi her türüne karşı duyduğu hayranlık, şiirlerine de yansımıştır. Halk dilinden ve şiirinden aldığı öğeleri kendine özgü bir biçimde kullanarak halk diline yaklaşma çabasını sonuna dek götürmüştür. Bu nitelikleriyle şiirleri, resimleriyle büyük bir benzerlik gösterir. Akıcı, rahat bir dille kaleme aldığı gezi ve deneme yazılarında ise sürekli gündeminde olan halk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir.Bedri Rahmi Eyüboğlu 21 Eylül 1975'te vefat etti. |
2 ek Bedri Rahmi Eyüboğlu Çırağan Sarayı Sanat Galerisi’nde bugün açılacak sergide, yazma, gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi, litografi gibi birçok formlarda eserler üreten, geleneksel süsleme ve halk el sanatlarında seçtiği motifleri eserlerinde Batı’nın teknikleriyle birleştirerek kullanan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yağlıboya tablolarından ve yazmalarından oluşan 52 eseri sergilenecek. Sergi, 18 Şubat’a kadar günün her saati ücretsiz ziyaret edilebilecek. 1911 yılında Giresun’da doğdu. Trabzon’da lisede okurken, öğretmeni Zeki Kocamemi’nin katkısıyla resim ve şiire yöneldi. 1929’da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne (şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) girdi ve Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı’nın yanında çalıştı. 1931 yılında Paris’e gitti. 1932 yılında Paris’te Andre Lhote’un Atölyesi’nde çalıştı. 1933 yılında Akademi’ye geri döndü ve 1936’da mezun oldu. Akademi’de Leopold Levy’nin yanında resim öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Bu göreve 1975 yılına kadar devam etti. D Grubunun sergilerine katıldı. 1935 yılında Bükreş ve 1936 Moskova’da sergilere katıldı. 1950’lerde International Brussels Exhibition için 227m’lik bir panel hazırladı ve biricilik ödülünü aldı. Ayrıca 50m’lik bir paneli NATO’nun Brüksel merkezi için hazırladı. São Paulo Bienali, Tokyo Print Bienallerine katıldı. 1960 yılında Rockefeller ve Ford Foundation Grant ile konuk profesör olarak University of Berkeley, California’da bulundu. 1975 yılında İstanbul’da vefat etti. Bedri Rahmi Eyüboğlu Resminin Özellikleri Eyüboğlu’nun eserleri önemli koleksiyonlarda ve Museum of Modern Art, New York gibi önemli müzelerde bulunmaktadır. Eyüboğlu Değişik araç-gereç ve farklı tekniklerle oluşturduğu işlerinde, Batı sanatının zengin deneyim ve birikimleriyle, yöresel ve geleneksel halk sanatının ürünleri arasında, kendi sanat anlayışına özgü köprüler kurdu. Çağımızın sanat anlayışı içinde daha çok renge önem veren bir ressamımızdır. Az malzemeyle çok şey anlatma sanatı olarak tanımladığı halk sanatı, Bedri Rahmi’nin coşku dolu bir üretimle biçimlenen resimlerinde, tükenmez bir kaynak oluşturur. Çağdaş resim sanatımızda, bu kaynağı ilk keşfeden ve öğrencilerine özgün sanat üretmenin yollarını öncelikle bu kaynakta ve yaşamın içinde aramak gerektiğini esinlendiren o olmuştur. Aynı zamanda bir sanat yazarı olarak da, dönemine büyük katkıda bulunmuştur. ENGLISH BIOGRAPHY Bedri Rahmi Eyüpoğlu was born in Giresun in 1911. During his high school education in Trabzon, he began writing poetry and experimenting with painting, with encouragement from his teacher Zeki Kocamemi. Eyüboğlu entered the İstanbul Academy of Fine Arts in 1929 and studied under Nazmi Ziya Güran and İbrahim Çallı. In 1931, he temporarily left the Academy to reside in France and worked in studios in Dijon and Lyon for a year, later enrolling at the André Lhote Studio in Paris in 1932. After living in London for a year, he returned to İstanbul in 1933 and finally completed his studies at the Academy, graduating in 1936. Eyüboğlu then took up a teaching role at the institution as the assistant of Leopold Levy and later as a painting tutor, which he continued until his death in 1975. Eyüboğlu also participated in a number of the “d” Group exhibitions in 1934 and had his first solo exhibition in Bucharest in 1935. In 1936, Eyüboğlu took part in the Contemporary Turkish Art Exhibition in Moscow. Experimenting with mosaics, serigraphy, lithography and engraving, in the 1950s he prepared a 227 metre panel for the International Brussels Exhibition (1958), winning the first prize. He also made a 50 metre panel for the NATO headquarters in Paris in 1960 which was moved to the NATO headquarters in Brussels shortly afterwards. Eyüboğlu participated in the São Paulo Biennial, Tokyo Print Biennial and his work was also published in the New York Times in the 1950s. Eyüboğlu was invited to the United States on a Rockefeller and Ford Foundation Grant in 1960, and he acted as a visiting professor at the University of Berkeley, California. His works were included in various exhibitions in Turkey. Eyüboğlu’s works can be found in numerous international art collections and museums including the Museum of Modern Art, New York. He passed away in İstanbul in 1975 ESERLERİ: Resim: Paris, Mustafa Eyüboğlu, 1933; Yazılı Natürmort,1936; Salı Pazarı, 1938; Eren, 1940; Nallanan Öküz, 1947; Düşünen Adam, 1953; Köylü Kadın (Tren-Yataklı Vagon), İstanbul Resim ve Heykel Müzesi; Karadut Satıcısı, 1954; Çömelmiş Köylü, 1972; Ankara'nın Kavakları,1973; Mor Takkeli Hacı, 1974; Son Kahve, 1975; Anadoluhisarı, Ankara Resim ve Heykel Müzesi; Çıplak; Ev İçi, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi; Han, 1975; son resmi. Duvar Resmi: Lido Yüzme Havuzu'nda duvar resmi; 1943, Ortaköy/İstanbul;Hilton Oteli'nde duvar resmi; Divan Oteli'nde duvar resmi. Mozaik Pano: Uluslararası Brüksel Sergisi için mozaik pano, 1958; Nato yapısında mozaik pano, 1959, Brüksel; İşçi Sigortaları Hastanesi'nde seramik pano, 1959, Samatya/İstanbul; Etibank yapısında seramik pano, Ankara; Marmara Oteli'nde mozaik pano, Ankara; Vakko Fabrikası'nda mozaik pano, Topkapı/İstanbul. Duvar Kabartması: Manifaturacılar Çarşısı'nda duvar kabartması, Unkapanı/İstanbul; Aksu İşhan'ında duvar kabartması, Karaköy/İstanbul. ESERLERİ: Şiir: Yaradana Mektuplar, 1941; Karadut, 1948; Tuz, 1952; Üçü Birden, 1953; Dördü Birden, 1956; Karadut 1969; Dol Karabakır Dol, 1974, tüm şiirleri; Yaşadım, 1977. Gezi ve Deneme: Cânım Anadolu, 1953; Tezek, 1975; Delifişek, 1975; Resme Başlarken, 1977. Monografi: Nazmi Ziya, 1937. Resim Albümü: Binbir Bedros, 1977, Karadut, 1979; Babatomiler, 1979. |
1 ek EYÜBOĞLU (Bedri Rahmi)türk ressam, şair, yazar (Görele, Giresun, 1911 -İstanbul 1975). Sabahattin Eyüboğlu'nun kardeşi, Eren Eyüboğlu’nun eşi. Güzel sanatlar akademisi'nde başlayan resim öğrenimini Paris’te Andrö Jhote atölyesi'nde sürdürdü. Güzel sanatlar akademisi’nde profesör olarak ölümüne kadar ders verdi. Resimlerinde yerli yaşama yönelik gözlemlerini halk sanatından (yazma, kilim vb.) gelen malzemeyle birleştirdi. Tablolar, gravürler yanında büyük boyutlu duvar resimleri, mozaik, seramik panolar yaptı. Yazmalar, kumaş üzerine baskılarla yapıtlarını geniş kitlelere ulaştırdı. Ölümünden sonra bazı desenleri Binbir Bed ros (1977), Karadul (1979), Babatomıler (1979) albümlerinde derlendi. Halk kayna ğından beslenen sanat anlayışı şiirlerinin de (Dol kara bakır dol, bütün şiirleri [1974]) temeli oldu. Konuşma dilinden, deyimlerden, türkülerden yararlanan bir anlatımla doğaya hayranlığını, yaşama sevincini, insan sevgisini, toplumsal sorunları dile getirdi. Sanat ve toplum sorunlarıyla ilgili görüşlerini şiirlerle bezeli söyleşi yazıların- daÇTezek [1975], Delifişek [1975], Resme başlarken [1977]) belirtti. Kaynak: Büyük Larousse |
Saat: 04:54 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık