MsXLabs
Sayfa 1 / 2

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Soru-Cevap (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/)
-   -   Atatürk'ün müzikle ile ilgili duygu ve düşünceleri nelerdir? (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/218463-ataturkun-muzikle-ile-ilgili-duygu-ve-dusunceleri-nelerdir.html)

Ziyaretçi 18 Aralık 2008 17:41

atatürkün müzikle ilgili duygu ve düşünceleri nelerdir???? yardım ederseniz seviniriz:(


Keten Prenses 18 Aralık 2008 23:12

Atatürk ve Müzik

Atatürk insan hayatında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna inanıyordu. 14 Ekim 1925'te İzmir Kız Öğretmen Okulu'nu ziyaretlerinde öğrencilerin "Hayatta musiki lazım mıdır?'' sorusuna şu cevabı vermişti :

-"Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzuu bahs olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musikinin nev'i şayan-ı mütalaadır."

Müziğin insan hayatındaki ônemine işaret eden ve dinlenecek müzi^ğin çeşidine dikkati çeken Atatürk, her konuda olduğu gibi Türk Müziği konusunda da yenilikler yapmak istemiştir. Ata'nın Türk Müziği üzerinde yenilikler yapmak istemesinin temel sebepleri şunlardır :

1. Ziya Gôkalp'in Türkçülüğün Esasları eserindeki gôrüşlerinin etkisi:
Ziya Gôkalp'in müzik konusundaki gôrüşlerini Atatürk'ün paylaştığını ve bu gôrüşler doğrultusunda çalışmalar yaptığım gôrüyoruz, Gökalp'in Sayın Oransay tarafından tamamı alınan gôrüşlerinden kısa bölümler şunlardır :

-''Memleketimizde bunlardan başka yan yana yaşayan iki musiki vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk Musikisi, diğeri Farabi tarafından Bizans'tan tercüme ve iktibas olunan Osmanlı Musikisi'dir. Türk Musikisi ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır. Osmanlı musikisi ise taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve ancak usulle devam ettirilmiştir. Bunlardan birincisi harsımızın (kültürümüzün ) ikincisi ise medeniyetimizin musikisidir."

-''Etnografya Müzesi bunlardan başka her nahiyedeki lisani savtiyyat (fonetik) ile halk melodilerini (nağmelerini) ya fonograf aletiyle yahut nota usulü ile zapt eder. Demek ki Etnografya Müzesinin behemehal bir fotoğrafçısı, bir fonografçısı ve notacısı bulunmak lazımdır... Koşmalar, türküler ve nağmeler de hakiki saz şairlerinden alınmalıdır."

-"İstanbul'da mevcut bulunan Darülelhan, düm-tek usulünün, yani Bizans musikisinin Darülelhanıdır. Bu müessese iptidai unsurları halkın samimi melodilerinde tecelli eden ve Avrupa musikisine tevfikan armonize edildikten sonra asri mahiyet alacak olan hakiki Türk musikisine hiç ehemmiyet vermemektedir".

-"Avrupa musikisi girmeden evvel, memleketimizde iki musiki var^dı: Bunlardan biri Farabi tarafından Bizans'tan alınan şark musikisi, diğeri eski Türk musikisinin devamı olan halk melodilerinden ibaretti."

-"Bugün işte şu üç musikinin karşısındayız : Şark musikisi, garp musikisi, halk musikisi. Acaba bunlardan hangisi bizim için millidir? Şark musikisinin hem hasta, hem de gayr-ı milli olduğunu gördük. Halk musikisi harsımızın, garp musikisi de yeni medeniyetimizin musikileri olduğu için her ikisi de bize yabancı değildir. O halde milli mu*****iz, memleketimizdeki halk musikisiyle garp musikisinin imtizacından doğacaktır. Halk mu*****iz birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve garp musikisi usulünce armonize edersek hem milli hem de Avrupai bir musikiye malik oluruz."

Atatürk'ün Türk Müziği hakkındaki görüşleri ve yaptığı yenilikler Ziya Gökalp'in görüşlerine ve programına çok yakındır. Nitekim 1930 yılında Alman gazeteci Emil Ludwig'le yaptığı görüşmede Ludwig'in doğu müziğiyle ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etmiştir :

-"Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki mu*****iz Anadolu halkında işitilebilir. "

Bilindiği gibi Ziya Gökalp müzikolog değildi. Müzikle ilgili bilgiler; köklü bir eğitime dayanmıyordu. Eski Yunan müziğindeki çeyrek seslerle Türk Müziğindeki koma sesleri birbirine karıştırarak, Farabi'yi de işin içine sokarak Türk Müziğini Yunanlılara mal edivermişti. Şayet bizim müziğimiz Yunan kökenli olsaydı bugün dünyanın 1 numaralı müziği olarak her yerde dinlenirdi. Yunanlılar propagandayla bunu sağlarlardı. Müzikolog Muammer Sun, Ziya Gökalp'in iddialarıyla ilgili olarak görüşlerini şöyle açıklamıştır :

-''Bu konu çok tartışıldı. Bu müzik bize Bizans'tan geçmemiştir. Araplar da bize hediye etmemişlerdir. Bu musiki bizim insanlarımızın, adı sanı belli insanlarımızın yarattığı musikidir ve mu*****izdir. Bizim Klasik Türk Mu*****izi Araplara ve Bizanslılara maletme ve bir de Batılılaşmanın etkisiyle alafranga-alaturka kavgası çıkmış, Batılılaşmacılar alafrangacı, "Aman müziğimiz değişmesin,, diyenler de alaturkacı olarak nitelendirilmişlerdir. Baştan itibaren tamamen yanlış ve boşa kürek çekilmiş bir davadır "


2. Montesqieu'nün görüşünün etkisi :

Atatürk 1930 yılında Alman gazeteci emil Ludwig'e, Montesqieu'nün "Bir milletin mu******likteki meyline ehemmiyet verilmezse o milleti ilerletmek mümkün olmaz'' sözünü okuduğunu, tasdik ettiğini, bunun için mu*****ize önem verdiğini söylemiştir. 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM'ni açış nutkunda Montesqieu'nün görüşüne yakın şu cümleyi söylemiştir :

-"Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir."


3. Müzik bilginlerinin olmayışı, sanat seviyesinin düşüklüğü

Atatürk döneminde Türk Müziği konusunda yetişmiş bilginlerimizyoktu. Mevcutlar kendi kendilerini yetiştirmişti. Darülelhan'ın eğitimi ye^tersizdi. Sanatçılar genellikle usta-çırak usulüyle yetişiyordu. Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmaması sebebiyle Atatürk Ziya Gökalp'a inanmak durumunda kalmıştı. Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyetinde 1925-1930 yıllan arasında neyzenlik yapmış ve Ata'nın huzurunda defalarca çalmış bulunan Burhanettin Ökte hatıralannda bu durumu şöyle dile getiriyor :

-''Mu*****izin tarihini araştırdı, doğru dürüst cevap alamadı. Nazariyatını sordu, iki cümleyi yan yana getiremedik. Eserleri tahlil ettirmek istedi, sathından daha derinlere inemedik.

...en büyük mürşit ilimdir, diyen büyük insan bu münevver gençlerimizi tarihte karşısında bulsaydı memlekette ne alafranga-alaturka davası, ne de sanat fukaralığı bulunurdu."

8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra Atatürk'ün etkisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini de Burhanettin Ökte hatıralarında İtalyan müziği ve Mısır'ın meşhur şarkıcılarından Müniret'ül Mehdiye Hanım'ın konserinden sonra çok zayıf bir Türk saz heyetinin sahneye çıkarak acemice ''sultani yegah" faslnı icrasına bağlıyor. Atatürk, sinirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün gazetelerde şu nutku yayımlanmıştır :

"- Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak şarkın en mümtaz iki musiki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden Müniretü'l Mehdiye Hanım sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, bu basit musiki Türk'ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın musikisi de işitildi. Bu ana kadar Şark Musikisi denilen terennümler karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen, şatırdırlar. Tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli neticeleri Vardır. Bunun fariki olmamak kabahatti"

alıntıdır...


Ziyaretçi 28 Aralık 2008 21:35

Atatürk'ün müzik sanatçılarıyla ilgili düşünceleri neler?
 
"atatürkün müzik sanatçılarıyla ilgili görüşleri"?


fadedliver 28 Aralık 2008 22:06

İnsan siyasal bir yaratık olduğu kadar, uygar bir yaratıktır aynı zamanda. İnsanın siyasal yaratık olarak düşüncelerinin eseri, Devlettir, uygar duygularının eseri ise sanattır. Devlet ve sanat kavramları birbirine kapalı da değildir. Çünkü ikisinin de ortak kaynağı, temeli ve ülküsü toplum ile ilgilidir. Sanat, gerçeklerini toplum vicdanından alır toplum ile bağlantısını yitirmeksizin, onu aynı ülkü istikametinde yüceltmek için çalışır.

Atatürk, yeni Türk devletine modern devlet örgütleri kazandırırken, yeni Türk sanatına, çağdaş anlamda gelişmesi ve ilerlemesi için, yeni bir espri getirmiş ve yeni bir yol açmıştır. Atatürk, sanatçı gibi ince ruhludur; yaratıcı bir muhayyelesi vardır ve kalbi insanlık duygularına açıktır. Bu özellikleri düşünce ve duygularına hâkimdir. O’nun Büyük Nutkunda ve öteki demeçlerinde başkalarına küfür, hakaret ve iftira yoktur. Yalandan nefret eder ve yalan söylememiş olmakla övünür.

Atatürk’ün, yeni Türkiye’yi geliştirmesinde hâkim olan ruh ve düşünce, sanat düşüncesi gibi, evrensel etkilidir.

Öte yandan güzel sanatları, eğitim, bilim ve kültür devriminin bir parçası olarak görür ve bunu her zaman tekrarlar1. Bu nedenledir ki, lâiklik ilkesini, sanat özellikle resim ve heykel sanatıyla yakından ilgili görür, bu nedenle bu iki sanat dalında gelişmek gereğine inanır ve bu bağlamda İslâmiyetteki tasvir yasağı üzerinde durur ve böyle bir yasağın olmadığını, İslâmiyetin ilk yıllarında puta tapmayı önlemek için getirilen düşüncelerin yanlış yorumlandığını savunarak, yanlış kanıları kırmaya çalışır2. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, sanat yaşamında gözlenen köklü değişiklikler Atatürk Devrimi diye nitelenen geniş kapsamlı olayın içinde yer aldı. Bu nedenle edebiyat, resim heykel ve müzik alanında ortaya konan girişimleri, kültür devrimi kapsamında görmek gerekiyor. Bu noktada Ferit Celâl Güven’in Ekim 1938 de yazdıklarından hareketle Atatürk’ün sanat ve sanatkâr bakışına ilişkin gözlemlerini aktaran bazı cümlelerini buraya alıyoruz: “... Güzel sanatları, ruhların mürşidi, büyük bir mürebbisi olarak bize izah ederdi. O, sanatkârı ve sanatı, inkılâbın hizmetine, orduları vatan hizmetine çağırdı. O, Türk vatanı üzerinde, asırlarca sanatkârlara mevzu olabilecek, bin türlü bedialar vücuda getirdi. Eğer Türk sanatkârı bu bediadan, bu baş döndürücü mevzuları sadakatle taklit edebilirse kendisinden bekleneni ödemiş olabilir.... O’nun nazarında sanat; şahlanmış, telkin etmek istediğini korkusuz, tereddütsüz yapan sanattı. Sanatta neşe, tazelik, büyüklük, cesaret arardı, kütlelerin müşterek duygularını birden harekete getirmesini bilmeyen sanata kıymet vermezdi....”3.

Atatürk’ün sanata ve bu arada resme olan ilgi ve alâkası öğrencilik yıllarına kadar iner. Bu hususla ilgili bir alıntıyı Kinross’tan aktarıyoruz: “... Ali Fuat’la dost oldu. Yaz mevsiminde bir hafta sonunu Büyükada’da geçirmeye karar verdiler. Oteller pahalı olduğu için çamlıklarda kamp kuracaklardı.... çevredeki tabiat güzellikleri, mis gibi kokan çamlıklar, parıltılı deniz, yıldızlı gökyüzü kendilerinden geçirmişti onları... bir ara Mustafa Kemal dedi ki: “Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resim üzerinde de dursaydım, Harbiye ‘de dört duvar arasında kapanıp, kalmazdım... sabahleyin şafak söker sökmez de resim yapmaya başlardım.” 4

Sanatkâr, Atatürk için neyi ifade ediyordu? Diğer bir ifade ile Atatürk’e göre sanatkâr nasıl olmalıydı? İşte bu hususla ilgili bazı sözleri:

“Sanatkâr, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.” (1923)

“Hepiniz mebus olabilirsiniz. Vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız. “ (1930)

Bu sözler ile sanatın yaratma gücüne dayandığını, bunun da Allah vergisi olarak doğuştan geldiğini belirtiyor.

“Sanatkârlarımızın mütemadi ve feyyaz mesaisinin daima takdirkârı bulunduğumu selâm ve hürmetlerimle beraber cemiyet azasına tebliğ etmenizi rica ederim. “ (1923) Hem bu sözler hem de “sanatkâr el öpmez, sanatkârın eli öpülür.” (1930) sözü açık bir ifadeyle sanatkâra duyulan saygının bir göstergesiydi. Sanatkârı sürekli çalışan, çok verimli ve saygın insan olarak nitelendiren Atatürk, güzel sanatları, Türk ulusunun tarihi bir özelliği olarak görüyor, sanatın yaşamsal özelliğe sahip olduğunu vurgulayarak, ulusal bir ülkü şeklinde nitelendiriyordu. Bu arada sanatçıların işleyecekleri konular için bitmez tükenmez millî sanat hazinelerine yakın ve uzak tarihimize dönemlerine işaret ediyordu.

Sanatı güzelliğin ifadesi olarak nitelerken, ulusların ilerleme yolunda belirli bir yerlerinin oluşmasını resim ve heykel yapmalarına, tekniğin gerektirdiklerini uygulamalarına ve sonuç olarak da insanların olgunlaşmasına bağlar. Güzel sanatların devrimler içindeki konumunu da şöyle ifade eder;

“Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılâpların muvaffak olduğunun en kat’î delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır”5.

Cumhuriyetin onuncu yılındaki söylevinde güzel sanatlara da yer vermiştir. Bu söylevinde Türk milletini yüksek bir insan cemiyeti olarak niteleyerek, onun tarihi vasıfları içinde güzel sanatları sevmek ve onda yükselmenin de bulunduğuna işaret ediyordu6.

20 Eylül 1937 de Türkiye, ilk resim galerisine Atatürk’ün eliyle açıldıktan sonra sahip oldu7. Galerinin açılışı dolayısıyla sanatkârlara şöyle seslenir. “...Türkün eli işler, gözü güzeli görür, hissî heyecanda olursa, o yalnız kendi milletine değil, cihan kültürüne de örnekler ve şaheserler verecek kudretler gösterecektir.,”8 Görüldüğü üzere Atatürk, yukarıdaki alıntılarda olduğu gibi bu alıntıda da üzerinde durduğu göze çarpan husus güzel sanatların hem Türk kültürü ve hem de dünya uygarlığı içinde ne denli önemli bir işlev göreceği idi.

Atatürk’ün resimler için durduğunu gösteren pek az kanıt vardır. Örneğin, ressam İbrahim Çallı “Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini yapmama izin verir misiniz paşam?” diye sorduğunda, “madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime ihtiyaç yok”9, diye cevap verir. Çallı’ya bir portresi yaptırılmasına rağmen, O’nun durup durmadığı kesin olarak belli değildir.

Yakınlık gösterdiği, hatta “sofra”sına davet ettiği ressamlar “bu yüksek sanatkâr” dediği İbrahim Çallı ile, en sevdiği portresini yapan Mihri Müşfik Hanımdır10. Mihri Hanım’ın yaptığı portre, İzmir’e düşmanın arkasından çizmelerinin tozu ile giren, sırtında pelerini ayakta, soldan gelen ışıkla gözleri ışıklar saçan Gazi’yi göstermektedir. Tablo tam bir boy portredir. Ancak, Atatürk’ün bu resim için durup durmadığı belli değildir. Yalnız, O’nun o zamanki hükümet tarafından bir yabancı ressama bir portresi sipariş edilir. Gazi, bu ressama bir süre durmuştur. Portrenin, kimi davetlilerce tam benzemediği belirtilir. Atatürk, bu görüşler karşısında, “olabilir fakat inanır mısınız bu portre bir aralık bana son derece benzemişti. Fakat üstat durmasını bilmedi. Sanatkârlar, kumandanlar gibi durmasını bilmelidirler. Aksi halde, vardıkları muvaffakiyet zümresinden iniş başlar....”11.

“Çirkine tahammül edemiyorum “l2 diyen Atatürk’ün katlanamadığı bir diğer husus da, resimde kahramanlığı yanlış biçimde yorumlamadır. Onu sinirlendiren resim, yerde yatan bir Yunanlının göğsüne, süngüsünü saplayan Mehmetçiği göstermektedir. Tablo, Çankaya’ya bir tanıdığı tarafından gönderilmiştir. “ Ben kana bakamam. Bir tavuğun bile boğazlanmasına tahammül edemem “ diyen bu insanı, baktığı resim, Mehmetçiği küçülttüğü için de yaralar. “Kapatın ve kaldırın şunu ne iğrenç manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” 13.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Türk ressamlarının yeni devlet felsefesine içten bir uyum gösterdikleri, yapıtlarını bu doğrultuda verdikleri görülür. Milli bilinci yerleştirme çabaları ve çağdaş bir devletin gerektirdiği toplumsal ve kültürel kurumları oluşturma çalışmaları, bir bakıma Türk sanatçısının yolunu aydınlatmıştır. 1930’larda yapılan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kompozisyonlarında, konuyu simgesel ve alegorik görünümlerle yansıtma çabası ağır basar. Atatürk figürü, bu tür tablolarda, resmin merkezi ağırlığını oluşturmakta, etrafını köylü ve kentli insanlar çevirmekte, bağımsızlık tutkusunun ulusça paylaşıldığını vurgulayan yorumlara öncelik verilmektedir. Bu resimlerde coşku, sevinç, ulu önderin çevresinde halkalanmanın getirdiği değişmez bir mutluluktur. Hemen tümü, bu mutluluğu, kendi açılarından, bir kompozisyonun temel etkinliği olarak işlemişlerdir. Örneğin, Ankara Halkevi’nin düzenlediği Onuncu Yıl İnkılâp Sergisi’ne önemi gereği, bütün sanatçılar katıldılar. Atatürk’ün ilgi ile izlediği, gezdiği sergide, daha çok devrimlerle ilgili konularla Atatürk portrelerine ağırlık verilmiştir.

1924’te Avrupa’ya sanatçıların gönderilmesi, Avrupa’dan dönenlerin Yeni Resim Cemiyeti’nin uzantısı sayılan Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’ni kurarak modern resmin temelini atmaya çalışması, 1933’te “D Grubu”nun kurulması, aynı yıl ressamlar için “Yurt Gezileri’nin düzenlenmesi, yine 1930’larda kurulan ve amacı, sanat alanındaki tüm çalışmaların “ulusal ülküye uygun olarak yürütülmesine ve yayılmasına, ulusun bu yönden yetişmesine ve yücelmesine” çalışmak olan Ar Genel Direktörlüğü’nün oluşturulması ve güzel sanatlar, kültür açısından önem taşıyan AR dergisinin çıkartılması, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli kentlerde sergiler düzenlenmesi, Atatürk döneminin sanata ve resme bilinçli olarak koruyuculuk yapmasının kanıtlarıdı

kaynak


Misafir 21 Ekim 2010 21:06

atatürkün güzel sanatlarla ve müzikle ilgili görüş ve düşünceleri
 
atatürkün güzel sanatlarla ve müzikle ilgili görüş ve düşünceleri sıra halinde


Misafir 22 Kasım 2010 22:37

Lütfen 6. sınıfa gidiyorum ve müzik öğretmenimiz bana ''Atatürk'ün Türk müziğine ilişkin düşüncelerini araştırmamızı istedi yardım edin lütfen


Misafir 24 Mart 2011 17:08

Atatürk'ün Türk müziğine ilişkin düşüncelerini araştırmamı istedi müzik hocası lütfen yardım edin teşekkürler


Misafir 25 Nisan 2011 14:08

ben 6.sınıf öğrencisiyim atatürkün türk müziğine ilişkin düşüncelerini istiyorum
lütfen bana yardım edin :))


Misafir 26 Nisan 2011 19:03

bende 6.sınıf öğrencisiyim bana yardım eder misiniz? atatürk'ün türk müziğine katkıları nelerdir?


Misafir 27 Nisan 2011 16:49

Ben 6.sınıf öğrencisiyim ve öğrtmenimiz bizden atatürk`ün türk müziği ile ilgili ilşkilerini araştırın dedi fakat hep uzun ve tüek müziği ile ilgili bulamıorum.



Saat: 17:27
Sayfa 1 / 2

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık