MsXLabs
Sayfa 1 / 2

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Soru-Cevap (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/)
-   -   Hz. Muhammed döneminden sonraki döneme ne ad verilir, neler olmuştur? (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/227899-hz-muhammed-doneminden-sonraki-doneme-ne-ad-verilir-neler-olmustur.html)

Ziyaretçibbb 18 Ocak 2009 14:29

hz. muhammed dönmeminden sonraki dönem verilen ad nedir??


bu dönemde islam devlerinde nasıl gelişmeler olmuştur?

bu dönemden sonra islam devletinin devamı hangi devlet tarafından sağlanmıştır?

türklerin araplarla karşılaşması hangi dönemde olmuştur?


bu dönemde hangi yönde fetihler yapılmıştır?

bu dönemde türk arap ilişkileri nasıl gelişmiştir?


fadedliver 18 Ocak 2009 14:33

DÖRT HALİFE DÖNEMİ VE ALTINÇAĞ Hz. Muhammed (sav)'in vefatından sonra yaşanan "Dört Halife Dönemi", İslam dininin Arap Yarımadasının sınırlarını aşarak yaygınlaştığı bir dönemdir. Parlak zaferlerin kazanıldığı ve Müslümanların huzur ve refah içinde bir hayat sürdürdükleri bu dönem, Peygamberimiz (sav)'in müjdelediği Altınçağ'ın geçmişteki güzel bir örneğidir.
http://www.kuranvebilim.com/images/makaleler/dort_halife_donemi/saray5.jpgBu dönemde İslam Devleti'nin sınırları batıda Trablusgarp, doğuda Horasan ve kuzeyde Kafkasya'ya kadar genişletilmiş; böylece Arap Yarımadası dışına taşan İslamiyet, Asya ve Afrika'daki çeşitli milletlerce benimsenmiştir. Kurulacak olan yeni İslam devletlerinin siyasi ve hukuki temelleri de bu dönemde atılmıştır. Sırasıyla halife olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, Peygamber Efendimiz (sav)'in yolunu izlemiş, Kuran ahlakının hakim olduğu adil düzeni daha geniş bir coğrafyaya yayarak devam ettirmişlerdir. Bu nedenle Dört Halife Dönemi, "Doğru Yolda Giden Olgun Halifeler Dönemi" anlamına gelen "Hulefa-i Raşidin Dönemi" olarak adlandırılır. Halifeler seçimle başa getirildikleri için aynı dönem 'Cumhuriyet Devri' şeklinde de tanımlanır.
ALTINÇAĞ’DA YAŞANACAKLAR
Dört Halife Dönemi'ndeki Altınçağ benzeri ortamı kavrayabilmek için, Peygamberimiz (sav)'in haber verdiği Altınçağ'ı kısaca incelemek yerinde olacaktır.
İslami kaynaklara göre Altınçağ, kıyamete yakın bir zamanda, Kuran ahlakının hakim olacağı ve din ahlakının insanlar arasında yaygın olarak yaşanacağı bir dönemi ifade eder. Bu dönemde insanların huzur ve güven içinde yaşayabilmeleri için gereken her türlü şart mevcut olacaktır. Önceki dönemlerde yaşanan tüm sıkıntıların yerini bolluk, bereket ve adalet alacaktır. Bu dönemde din ahlakına uygun olmayan her türlü ahlaksızlık, adaletsizlik, sahtekarlık ve dejenerasyonun tüm çeşitleri ortadan kalkacaktır. Bu müjdeli dönem, tüm inanan insanların asırlardır özlemini duyduğu barış, huzur, adalet ve bolluğun, İslam ahlakının hakim olduğu kutlu bir dönemdir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Altınçağ) Yüce Allah Kuran'da inanan kullarına, İslam ahlakının yeryüzünde hakim olacağını şöyle müjdelemektedir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaat etmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de Altınçağ'ı 14 yüzyıl önce detaylı olarak tasvir etmiştir. Söz konusu dönemin cennet benzeri özellikleri hadisler kanalıyla bizlere ulaşmıştır. Her çeşit ürün ve mal bolluğu, emniyet, güven ve adaletin temini, huzur ve saadet, her türlü teknolojik gelişmenin insanların rahatı, konforu, neşesi ve huzuru için kullanılması, ihtiyaç içinde olan kimsenin kalmaması, isteyene istediğinden sayılmadan, kat kat fazlasıyla verilmesi, bu devrin belli başlı özelliklerindendir. Hadislerde bildirildiği gibi o dönem "silahların susacağı" bir dönem olacak ve bu devirde yeryüzü özlemini çektiği barışla dolacaktır. Altınçağ'da, önceden devletler ve halklar arasında devam eden husumet ve anlaşmazlıklar son bulacak, bu halklar arasında çok büyük bir kardeşlik yaşanacak ve tüm kavgaların yerini barış, dostluk ve sevgi alacaktır.
http://www.kuranvebilim.com/images/makaleler/dort_halife_donemi/selale2.jpgPeygamber Efendimiz (sav)'in Altınçağ ortamını anlatan bazı hadisleri şöyledir:
… Küçükler keşke ben büyük olsaydım, büyükler de keşke ben küçük olsaydım diye temenni ederler... İyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile iyilik yapılır.1
Yeryüzü, zulüm ve işkence yerine adaletle dolacaktır.2
… Dünya adalet ve hakların yerini bulması ile dolar...3
Adalet o kadar bol olacak ki, zorla alınan her mal sahibine geri verildiği gibi, bir insanın başkasına ait olup da, dişinde kalmış birşey bile sahibine iade edilecektir... Yeryüzü emniyetle dolacak ve hatta birkaç kadın, yanlarında hiç erkek olmaksızın, rahatlıkla, hacca gidecektir.4
Altınçağ, Allah'ın emirlerinin eksiksiz olarak yerine getirildiği, adaletin, fedakarlığın, yardımseverliğin en yoğun olarak yaşandığı, kutlu bir dönem olacaktır. Bu kutlu dönemde malı olan hiçbir sıkıntı duymadan ihtiyacı olana verecek, herkes birbirinin rahatını, refahını ve konforunu düşünecektir. Bu paylaşmanın sonunda herkes eşit refah seviyesine ulaşacak, açlık, sefalet gibi pek çok sorun kendiliğinden çözülecektir.
Altınçağ'da yaşanacak olan tüm bolluk, teknolojik gelişmeler ve sanatsal güzelliklerin yanısıra toplum yaşantısı da son derece huzurlu olacaktır. Allah, iman eden ve dinine yönelen insanlara, o döneme dek görülmemiş güzellikte bir hayat sunacaktır. Çünkü Allah Kuran'da güzellik yapan, Kuran ahlakına uyan kullarına güzellik vaat ettiğini bildirmiştir:
Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir. Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 25-26)
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, konuya ilişkin bildirilen bir başka haber ise, İslam ahlakına uymayan din anlayışının tamamen ortadan kalkışıdır. Altınçağ'da Peygamberimiz (sav)'den sonra ortaya çıkan bidatlar (dine sonradan girmiş hurafeler) ortadan kalkacak, Kuran ahlakı özüne dönecektir. İslam anlayışı tamamen düzelecek ve din ahlakı aslına dönecektir. Hadislerde bu konu ile ilgili olarak, ahir zamanda kaldırılmadık bidatın kalmayacağı
ve "aynı Peygamberimiz (sav) dönemindeki gibi dinin icablarının yerine getirileceği" ifade edilmektedir.5
O dönem geldiğinde, insanların Allah'a yakınlaşmasını, O'nun dinini yaşamasını engelleyen tüm bu çarpıklıklara son verilecek, din ahlakının aslında olmayan, sonradan ilave edilmiş birçok hurafe, inanış ve ibadet şekilleri İslam'dan temizlenecektir.
Üzerinde durulması gereken bir nokta da, din ahlakının aslına döndürülmesinde samimi Müslümanların gösterdikleri çaba ve gayrettir. Bu dönemde İslam alemi içindeki ihtilaflar, ayrılıklar ortadan kalkacaktır. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi "Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şu tespitte bulunmuştur:
...din Peygamberin zamanında olduğu gibi aynen uygulanacaktır. Yeryüzünde mezhepleri kaldıracak. Halis hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak.6
Bu özet bilgiler bile Altınçağ'ın zihinde canlandırılabilmesi için yeterlidir. Şimdi halifelerin yönetim anlayışları, kişilikleri ve icraatları doğrultusunda nasıl Altınçağ benzeri bir ortam meydana getirdiklerini inceleyelim.

Hz. Ebu Bekir Dönemi (632-634)
http://www.kuranvebilim.com/images/makaleler/dort_halife_donemi/cadir.jpgSevgili Peygamber Efendimiz (sav) ile peygamberliğinden önce de arkadaş olan Hz. Ebu Bekir, onun tebliği üzerine Müslüman olan ilk insanlardan biridir. Hz. Ebu Bekir, İslamiyet'in açıkça anlatılmaya başlanmadığı bir dönem olan Peygamberimiz'in (sav) henüz yalnız olduğu dönemde İslamiyet'i kabul etmiştir. Hz. Muhammed (sav)'in yakın dostu ve İslam ahlakının güzel bir temsilcisi olan Hz. Ebu Bekir, aralarında Hz. Osman, Talha b. Ubeydullah, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah başta olmak üzere birçok kişinin İslam dinini yaşamasına vesile olmuştur.
Hz. Muhammed (sav) hastalandığında, Müslümanlara imamlık yapma görevini Hz. Ebu Bekir'e vermiştir. Onun vefatından sonra ise, Hz. Ömer ve arkadaşlarının önerisi üzerine Hz. Ebu Bekir halife seçilmiştir. Tarihi kaynaklarda yer alan, Hz. Ebu Bekir'in Hilafet görevini üstlendikten sonra halka hitaben yaptığı şu konuşma oldukça anlamlıdır:
Ey halkım! Ben size yönetici oldum. Halbuki sizin en hayırlınız değilim. Eğer iyi işler yaparsam, bana yardım ediniz. Eğer yanlış işler yaparsam bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk, emanettir. Yalancılık, hıyanettir. Sizin en zayıfınız benim yanımda güçlüdür ki, onun hakkını müdafaa ederim. En güçlünüz benim yanımda zayıftır ki, başkasının hakkını ondan alırım.7
Hz. Ebu Bekir bu sözleriyle ideal bir yöneticide olması gereken vasıfları en güzel şekilde özetlemektedir. Halifelik dönemi iki yıl gibi kısa bir zaman sürmesine rağmen pek çok başarıyla doludur.
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in vefatından sonra aralarında ihtilaflar baş gösteren Müslümanları bir araya toplayıp devlet otoritesini yeniden sağladı. Kuran-ı Kerim'in toplanması ve korunması konusunda büyük çaba harcadı. İslamiyet'in ilk kez Arap Yarımadası dışında Suriye, Filistin ve Irak'ta yayılmasına vesile oldu. Din ahlakının özünde olmayan hareketlere ve yalancı peygamberlere karşı savaş açtı; böylelikle İslam dini ve Kuran ahlakının Peygamber Efendimiz (sav) döneminde olduğu gibi yaşanmasını sağladı.
Hz. Ebu Bekir güzel huyu, merhameti, mütevazi kişiliği ve Kuran ahlakını yaşamada gösterdiği titizliğiyle sahabeler arasında ön plana çıkan isimlerden biridir. Bu özellikleri nedeniyle halk tarafından büyük bir sevgi ve saygı görmüştür. İnsanların kibirli davranışlarını hoş karşılamayan, fakirlere, zor durumda kalanlara yardım etmekten ve misafir ağırlamaktan son derece mutluluk duyan bir yapıya sahiptir. Esir birçok Müslümanı kurtarmış, köle sahiplerine önemli miktarda ödemeler yaparak onları özgürlüklerine kavuşturmuştur. Ticaretle uğraşan ve zengin bir kişi olan Hz. Ebu Bekir, tüm malını İslam ahlakının yayılması için infak etmiştir. Bunun için Resulullah (sav) onun hakkında "Malını feda etmede en önde giden kişi Ebu Bekir'dir. Ebu Bekir ne güzel dosttur. Aramızda İslam kardeşliği ve sevgisi vardır" buyurmuştur.8
Sonuç olarak, Hz. Ebu Bekir, güçlü imanı, dehası ve üstün devlet adamı vasfıyla İslam Birliği'ni muhafaza etmiş ve kendisinden sonra gelenlere güçlü bir devlet bırakmıştır.
Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden olan Hz. Ömer, tüm baskılara rağmen inançlarından taviz vermeyen Müslümanların kararlılıklarından etkilendi ve İslam dinini kabul etti. Bir rivayete göre Müslümanlığı seçtiğini açıkça ilk ilan eden o idi. Abdullah İbn Mesud'un ifadesiyle, "Ömer'in Müslüman oluşu bir fetihti".9 O tarihten sonra Peygamberimiz (sav)'in yanında yer aldı, güçlü kişiliği ve kararlılığıyla İslam ahlakının önde gelen savunucularından oldu. Sahip olduğu imkanları İslamiyet'in yayılması için harcadı. Hz. Ebu Bekir'in vefatı üzerine halife seçildi ve adaletli yönetimiyle kendisinden sonra gelen yöneticilere güzel bir örnek oldu.

Hz. Ömer Dönemi (634-644)
Hz. Ömer Kuran ahlakı ve adaletin uygulanması konusundaki çabalarıyla tanınır. Adaleti uygularken herkese eşit davranmış; soyluluk, zenginlik, akrabalık, makam gibi unsurların adaleti engellemesine kesinlikle izin vermemiştir. İdaresi altındaki topraklarda adaletin katıksız bir biçimde uygulanması için her türlü önlemi almıştır. Onun iktidarı döneminde sosyal adalet tam anlamıyla egemen olmuştur. Her zaman halkına karşı büyük bir sorumluluk duygusuyla hareket etmiştir. Tarihi kaynaklara göre bu konuda, "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, bundan kendimi sorumlu hissederim" sözü meşhurdur.
Hz Ömer'in İstişareye Verdiği Önem
Hz. Ömer, Kuran ahlakının gereği olarak, bir mesele ortaya çıktığı zaman, karar vermeden önce Müslümanların görüşüne de müracaat eder, konuyu onlarla istişare ederdi. Bu şekilde en doğru fikir oluşur ve ona göre davranırdı. Onun bu davranışı, halkın kendi işlerini de aralarında görüşerek yapmalarına sebep olmuştur. Böylece önemli işlerde geniş çapta bir istişare geleneği oluşmuştu.
Hz. Ömer dönemi birçok yeniliğe sahne oldu. Zamanında ülke, yönetim birimlerine ayrıldı. Valiler ve Halife'ye bağlı olarak kadılar atandı. İlk kez adalet işlerinde kadıların görevlendirilmesiyle, yönetim ve adalet işleri birbirinden ayrıldı. Hicri takvimin uygulamaya konulması, devletin önemli sorunlarının görüşüldüğü bir meclisin ve devlet hazinesinin oluşturulması yine bu yıllarda gerçekleşti.
Onun halifeliği döneminde, Arabistan dışında büyük fetih hareketleri yapılarak Irak, İran, Horasan, Suriye, Filistin ve Mısır İslam topraklarına dahil edildi. Bu dönemde devletin geniş bir coğrafi bölgeye yayılması, yönetim, siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda örgütlenmeyi zorunlu hale getirdi. Hz. Ömer, işte bu gereksinimi karşılamak üzere kurumsal bir İslam Devleti'nin temellerini attı.
Tarihi kaynaklara göre, Hz. Ömer'in dönemin kadılarına gönderdiği bildirilen mektup, kendinden sonra gelen tüm yöneticiler için de bir rehber olmuştur:
Davalara bakarken telaşa, çığırtkanlığa ve taraftarın haysiyetini kırıcı davranışlara asla müsaade etme. Çünkü adaletin yerini bulması için sükunet ve ciddiyet şarttır. Hakkın tecelli etmesi ise İlahi adaletin itibar kazanmasına sebep olur. Bir Müslümanın niyeti iyi ise, Allah onun insanlarla olan münasebetlerini ıslah eder. Ama içi başka dışı başka olursa, Allah ona musibet verir. Bu durumda hakimin görevi Allah'ın rızk ve rahmet hazinelerinin kullar arasında adaletle dağıtılmasını sağlamaktır.
Hz. Ömer sahip olduğu Kuran ahlakı ile idaresindeki tüm İslam toplumunun gönlünü kazanacak bir yönetim göstermiş ve -Allah'ın izni ile- İslam ahlakının yayılmasına büyük katkılarda bulunmuştur.
Hz. Osman Dönemi (644-656)
Yüksek ahlaki meziyetlere sahip olan Hz. Osman, İslamiyet'i ilk kabul eden üstün şahıslardan biridir. Hz. Ömer'den sonra halife seçildi. İslam toplumundaki onun bu göreve layık olduğu kanaati sebebiyle halifeliğine kimse itiraz etmedi, herkes ona biat etti. Halifeliğinden önce, Peygamber Efendimiz (sav)'in yakın çevresinde yer aldı. Vahiy katipliği yaptı. Üstün ahlakı, güzel konuşmasıyla dikkat çekti. Ayrıca çok güzel bir hitabete sahipti. Ezberi çok kuvvetli idi ve Yüce Kuran'ı ezberledi.
Hz. Osman'ın İslam dinine yaptığı en büyük hizmetlerden biri Kuran'ın çoğaltılmasıdır. Zamanında, şive farklılıklarından dolayı Kuran ayetlerinin farklı okunması üzerine bir kurul oluşturularak Kuran çoğaltılmıştır. Bir örneği Medine'de bırakılarak Mekke, Şam, Kufe, Basra, Mısır ve diğer eyaletlere gönderilmiş; böylece Kuran'ın günümüze kadar orijinalinin ulaşmasına vesile olunmuştur.
Hazreti Osman yaptığı çalışmalar sırasında, tayinlerde uygun kişilerin görevlendirilmesine özen gösterdi. İslam topraklarında yaşayan insanların refah seviyesinin yükseltilmesi için imar ve zirai gelişmelere önem verdi. Bağ ve bahçelerin geliştirilmesine çalıştı. Onun döneminde İslam topraklarında yaşayan çok sayıda insan İslam dinini kabul etti. Bu döneme ait dikkat çekici bir gelişme ise, Müslümanların zenginleşmeleri ve geçmişe kıyasla daha da refah içinde bir hayat sürdürmeleriydi.
Ayrıca Hz. Osman döneminde İran, Kafkasya ve Afrika'da fetihler devam etmiş ve ilk donanma oluşturularak, Akdeniz'de stratejik önemi büyük olan Kıbrıs Adası alınmıştır. Bizans İmparatorluğu'na karşı büyük zaferler kazanılmış, ele geçirilen topraklarda düzen ve adalet tesis edilmiştir.
Hz. Ali Dönemi (656-661)
Hz. Ali, Peygamberimiz (sav)'in amcası Ebu Talib'in oğludur. Tarihi kaynaklarda belirtildiği üzere, Hz. Muhammed (sav)'in yanında büyümüş, onun eğitiminden geçerek yetişmiştir.
Hz. Ali'nin öne çıkan üç önemli özelliği cesaret, ilim ve güzel konuşmadır. Onun, İslam toplumunun en alim kişilerinden biri olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Sevgili Peygamber Efendimiz (sav)'in ifadesiyle Hz. Ali "İlim beldesinin kapısı"dır. Daha çocukluğundan itibaren Resulullah (sav)'in yanında bulunmuş, Kuran'ı ondan öğrenmiş, onun katipliğini yapmıştır. Peygamberimiz (sav)'in vefatına kadar onun yanından ayrılmamıştır. Böylelikle dini konular üzerinde yüksek bir ilim düzeyine erişmiştir. Bunun için, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın ilk danıştığı kimseler arasındadır.
Halife olmasının ardından Müslümanların bilgi ve ilim sahibi olmaları için okul kurmuştur. Eğitime büyük önem vermiştir. Hz. Ali'nin şehid edilmesiyle birlikte İslam'ın en parlak dönemlerinden biri olan Dört Halife Dönemi sona ermiştir.
Altınçağ ile Müjdelenmek
Peygamberimiz (sav)'den aktarılan pek çok hadiste, yeryüzünde İslam ahlakının yeniden hakim olacağına işaret edilmektedir. "Altınçağ" olarak adlandırılan bu dönem, Allah’ın izniyle, "Asr-ı Saadet" benzeri bir devir olacaktır.
Hz. Muhammed (sav) ve dört halife döneminde İslam ahlakı nasıl dört bir yana yayılmış, Müslümanlar huzur içinde yaşamışlar ise Altınçağ'da da İslam ahlakı yeryüzünde yaygın bir biçimde yaşanacak; yeryüzü sevgi, barış, huzur, adalet, bolluk ve zenginlikle dolacaktır. Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanda yaşanacak bu dönem için yaptığı cennet benzeri tasvirler, bu devre "Altınçağ" isminin verilmesine neden olmuştur.
Altınçağ ve bu döneme vesile olacak Hz. Mehdi için Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimin sonunda bir halife gelecek, malı adetle saymayacak, avuçla avuçlayacaktır."
Bu dönem Allah'ın müminlere bir lütfudur. Pek çok alameti gerçekleşmeye başlayan ve bolluğuyla, bereketiyle, insanlara sağlayacağı her türlü konforuyla huzur dolu ortamıyla tüm insanlara güzellik sunacak olan bu dönemle müjdelenmek de kuşkusuz tüm Müslümanlar için çok büyük bir şereftir.
kaynak


fadedliver 18 Ocak 2009 14:34

DÖRT HALİFE DÖNEMİ
(Hulefa-i Raşidin)

Dört halife dönemi Hz Muhammet’in ölümünden sonra Ebu Bekir ile başlar ve Hz Ali ile son bulur Başlıca dört döneme ayrılır:
Hz Ebu Bekir Dönemi:
Hz Muhammet’in ölümü ( 8 Haziran 632, Pazartesi) yeni İslam devleti tehlikeli durumlar yarattı Ömer ve arkadaşlarının önerisiyle Ebu Bekir halife oldu ve “Halifetü Resulullah” (Tanrının elçisinin halifesi) unvanını aldı İşlerini daha kolay bir şekilde yürütebilmesi için Medine’nin merkezinde bir eve taşındı İki yıl süren halifeliğinin büyük bir kısmı, Müslümanlıktan cayma (ridde) olaylarını bastırmakla geçti Hz Muhammet’in ölümünden sonra islama karşı harekete geçen birçok merkez oluşmuştu Bunların dördünde yalancı peygamber adı verilen kişiler ayaklanarak Yemen’de el-Esved el-Ansi, Yemame’de Müseylime, Esed kabilesinden Tuleyha ve Temim kabilesinden Secah adlı kadınlar peygamberliklerini ilan etmişlerdi Ancak “ridde” yerel koşullarına göre, her bölgede ayrıydı İşin içinde zekât’ın ve Medine’den gönderilen görevleri dinlememenin de rolü vardı Ebu Bekir, ridde olaylarını bastırmak üzere Suriye seferinden dönen Halit Bin Velit komutasındaki orduyu yalancı peygamberler üzerine gönderdi Önce Tuleyha Buzaha savaşı’nda yenildi ve egemen olduğu bölge ele geçirildi; arkasından Temim kabilesi Secah’ı bırakıp Ebu Bekir’e bağlandı Ridde hareketine karşı girişilen en çetin savaş Yemame’de Müseylime ile birlikte yapıldı İki tarafında büyük kayıplar verdiği bu savaşta Müseylime öldürüldü ve Orta Arabistan bütünüyle ele geçirildi Muhacir bin Ebu Umeyye komutasındaki orduda Hadramut ve çevresindeki ridde olaylarını bastırdı Peygamber’in, Suriye’de kazanılacak zaferlerin Arap kabilelerinin birleşmesinde etkiliği olacağı yönündeki düşüncelerini benimseyen Ebu Bekir, Müseylime’nin ortadan kaldırılmasından hemen sonra Halit bin Ziyad komutasındaki orduyu Irak’a gönderdi Halit, el-Müsenna bin Haris komutasındaki kuvvetlerle birleşerek Irak’ı yağmaladı ve Hire’yi vergiye bağladı(633) İslam ordusu daha sonra Ecnadeyn’de Bizans ordusunu bozguna uğrattı (Temmuz 634) Bu savaşta Müslümanlar üç bin şehit verirken yüz bin Bizanslı öldürüldü; savaşta İslam ordusunda kadınlarda erkeklerle birlikte savaştılar İslam ordusunun giriştiği bu savaşlarda Kuran’ın ayetleri ve surelerini yassı kemikler, taş levhalar ve deriler üzerine yazmakla görevli vahiy kâtiplerinin çoğu ölmüştüEbu Bekir, halife Osman zamanında tedvin edilecek (kitap olarak bir araya getirilecek) olan Kuran’ın kitaplaştırılması için bir kurul oluşturarak başına Hz Peygamberin kâtiplerinden Zeyd bin Sabit’i getirdi Kurul “Mushaf” adı verilen ilk toplu Kuran’ı yazdı Ebu Bekir, İran’a karşı da harekete geçilmesini istedi; ancak bu isteği ardılı halife Ömer zamanında gerçekleşebildi Bizans’a karşı Ecnadeyn’de kazanılan zaferden kısa bir süre sonra hastalanarak Medine’de öldü ( 23 Ağustos 634); vasiyeti gereği Hz Muhammet’in tabutuna konuldu, cenaze namazını halife Ömer kıldırdı ve Hz Peygamberin yanında toprağa verildi Çok yalın yaşamı, varlıklı olmaktan kaçışı, her türlü gösterişten tiksinti duyması ve insancıl davranışlarıyla İslam büyükleri arasında önemli bir yeri olan Ebu Bekir için Hz Muhammet bir hadisinde şöyle der: “Ebu Bekir’in imanı, bütün Müslümanların imanı ile tartılsa, onunki ağır gelir”
Hz Ömer Dönemi:
Halife seçimi için Benî Salde sakifesine toplanan ashabın yanına Ebu Bekir ile birlikte gittiOrtaya çıkan anlaşmazlığı, Ebu Bekir’in halifeliği layık olduğuna toplantıdakileri inandırarak giderdi Ebu Bekir’in halifeliğini kabul ettiğini belirtmek için ona biat etti (632); onun halifeliği sırasında Ömer, girişilen bütün işlerde Ebu Bekir’e yardımcı oldu Ebu Bekir ölürken yerine halife olarak Ömer’i aday gösterdi Ömer halife oldu (634)Ebu Bekir’in sağlığı sırasında Suriye seferine çıkan ordunun baş kumandanı Halid bin Velid’i görevinden alarak yerine Ebu Ubeyde’yi getirdi Halid bin Velid’in Ecnadeyn’de bozguna uğrattığı Bizans ordusundan arda kalanlar Ürdün yakınlarında Fihl’de toplandılar Müslümanlar, başkumandanlıktan alınarak bir savaş birliğinin başına getirilen Halid bin Velid’in kumandasında bunları takip ederek Beysan geçidini aştılar ve Fil’de Bizans ordusuna tekrar yenerek Dimaşk’a çekilmek zorunda bıraktılar (635) Aynı zamnada kuzeyde bulunan Hims üzerine de başarılı bir baskın yapıldı Halid bin Velid buradanda Dimaşk üzerine yürüyerek Bizans’a karşı yeni bir savaşa girişti Bizanslılar bu savaş sonucu şehirde kuşatıldılar 635 yılında Dimaşk alındı Halid ilerlemesine devam ederek Kınnesrin’i aldı ve burayı bir karagâh durumuna getirdiMuaviye Casarca’yı ve Alkame bin Mucazziz Gazze’yi aldı (632), Şurahbil Beysan ve Ürdün’ün fethini tamamladı Amr Übnül As da Kudüs üstüne yürüdü Antakya’da bulunan Bizans İmparatoru Herakleisos 100 000 kişilik bir orduyu güneye gönderdi Yermük’te Sabellarios kumandasındaki Bizans ordusu, 24 000 kişilik Müslüman ordusuyla karşılaştı Bizanslılar büyük bir bozguna uğratıldı Ordu kumandanı öldürüldü (636) Suriye’nin fethi devam ederken Ebu Ubeyde, Hire kumandanı Müsenna’yı da yanına alarak İran üstüne yürüdü İran kumandanları Behmen, Nesri ve Calinus yenilgiye uğratıldı Bu sırada Behmen yeni bir orduyla Medain’den gelerek Fırat kıyısındaki Kussünnatif’in yakınında konakladı Ebu Ubeyde, gemilerden kurduğu bir köprü üzerinden geçerek ona saldırdı Fakat Müslümanlar yenildi ve Ebu Ubeyde şehit düştü Bu arada köprüde yıkıldığından geri çekilen Müslümanlar ağır kayıplar verdi (636) Müsenna, halife Ömer’den yardım istedi Ömer bütün Arabistan’da seferberlik ilan ederek topladığı ordunun başına geçmek istediyse de, sahabeler bunu kabul etmedilerBunu üzerine Ömer, İran’a gidecek ordunun başına Sad bin Ebi Vakkas’ı baş kumandan olarak tayin etti Sad orduyla Kadisiye’ye geldi Burada büyük bir meydan savaşı oldu İran ordusu başkumandanı Rüstem öldürüldü İranlılar’ın yüzyıllarca düşman eline geçmeyen bayrakları “Derefsi Gavyân” Müslümanların eline geçti 30 000 İran’lı asker kaçarken öldürüldü (636) Sad bin Ebi Vakkas, iki ay Kadisiye’de kaldıktan sonra İran’ın başkentine doğru yürüdü Yenilen İran ordusundan kalanları Babil yakınlarında yeniden yendi Sad, Dicle’yi geçti ve savaşmadan İran kisrası Yezdgerd tarafından boşaltılan başkent Medain’e girdi Celûla yakınlarında hendek ve istihkamların arkasında toplanan İranlıları yendi Yezdgerd sığındığı Hulvan şehrini bırakarak Rey’e kaçtı (638) İran’a yapılan sefere katılan gaziler için Hz Ömer’in emriyle Kufe ve Hasra şehirleri kuruldu Öte yandan 636’da Amr İbnül As kumandasındaki Müslümanlar tarafından kuşatılan Kudüs şehri halkı, halife Ömer gelirse şehri teslim edeceklerini bildirdiler Ömer kölesiyle birlikte çölü geçerek Kudüs’e geldi Halka çok iyi davrandı Bir süre şehirde kaldıktan sonra geri döndü (637) 638’de Halep ve Antakya şehirleri alındı İyad bin Ganem kumandasındaki bir İslam ordusu Mezopotamya bölgesindeki bütün şehirleri aldı (641) Yezdgerd’in seferberlik ilan ederek Nihavend’de büyük bir ordu toparlamakta olduğunu öğrenen Ömer, Numan bin Mukarin okumandasındaki islam ordusunun İranlılar üzerine saldırmasını emrettiO sırada Ramhürmüz ve İzec’i alan Numan, Kûfelilere kumanda ediyordu; sonra, Medine’den gelen yardım kuvvetleri ile birlikte Niha vend’e doğru hareket etti Nihavend’de Feyruzan kumandasındaki İran ordusuyla karşılaştı ve İranlılar büyük bir bozguna uğradı; fakat Numan savaş sırasında şehit oldu Müslümanlar Hemedan ve Nihavend’i aldılar (641)
Halife Ömer İran’ın fethini tamamlamak için Kûfe ve Basra’da iki büyük ordu topladı Bu ordulara birçok kumandan tayin etti ve kumandanların almakla görevli oldukları yerlri kendilerine bildirdi Kısa bir süre içinde İran’ın fethi tamamlandı İyad bin Ganem Mezopotamya’da fetihlerini sürdürürken Amr İbnül As da Mısır seferine çıktı (640) 3 500 kişilik bir orduyla Babil’i kuşatan Amr’a halife Ömer, Zübeyr kumandasındaki 10 000 kişilik bir yardım gönderdi Babil’i alan Amr, İskenderiye üzerine yürüdü ve Kiriaun yakınında bir Mısır ordusunu yendi İskenderiye’de bulunan Mısır kralı Mukavkıs ile yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamayınca Amr şehri kuşattı ve üç ay sonra ele geçirdi İskenderiye’nin alınışından sonra Amr doğuya yöneldi Pentapolis şehri teslim oldu Bu arada Manuel kumandasında bir Bizans ordusu İskenderiye’yi ele geçirdi Fakat Amr, şehri Bizanslılardan geri alarak surları yıktırdı (642)Halife Ömer’in emriyle Mısr’da Fustat şehrini kuran Amr İbnül As yakınlarından Ukbe bin Nafi el Fihri’yi Kuzey Afrika’nın fethiyle görevlendirdi Kısa bir süre içinde Bingazi ve Trablusgar İslam ülkesine katıldı (643)
Sabah nazmını kıldırırken Zerdüşt dininden bir köle olan Ebu Lülüe Feyruz tarafından öldürülen (644) Hz Ömer’in halifeliği, İslam devletinin birçok siyasi kurumunun doğduğu dönemdi, İlk adli teşkilatı Ömer kurdu Mahkemelere tayin ettiği kadıların yolsuzluk yapmalarını engellemek için onlara en yüksek maaşın verilmesini emretti (500 dirhem) Bu mahkemelerin yanında halkın şer’i hükümlerde şüpheye düştükleri konuları öğrenebilmeleri için İfta mahkemelerini kurdurdu Hapishane olarak kulanılmak üzere Mekke’de bir ev satın aldı Sonraları öteki şehirlerde de mahkemelerin kurulmasını emretti Sürgün cezası ilk olrak halife Ömer döneminde uygulandı
Vergilerin toplatılması ve maliye ile ilgili işlerin yürütülmesi için defterler tutturdu Bu defterlerin tutulma işini Bizanslı memurların bilgisinden yararlanarak bir sisteme bağladı (Suriye valisi Muaviye’ye yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Bize hesaplarımızı bir rumî gönder”) Antlaşmaların ve kayıtların korunması için arşiv kurdurdu Askerin maaşını tayin eden bir kayıt defteri (divan), Ömer zamanında tutulmaya başlandı
Hicretin, tarih başlangıcı kabul edilmesi Ömer zamanında oldu Üzerlerinde Elhamdülillah, Muhammedürresulullah, Lailaheillallah yazılı sikkeler bastırdı
Ömer, İslam ülkelerinde yaşayan gayri müslim tebaanın (zimmî) bağlı olduğu idari esasları (ahkâmı ehli zimme) tespit ettirdi ve zimmîlere geniş bir din hürriyeti tanıdı Çok kuvvetli birliklerle donattığı orduya ayrıca hekimler, katipler, mütercimler tayin ettirdi Sonra da büyük şehirler haline gelen ordugâhları kurdurdu Halife Ömer, bu kurumların yanında, içtihat alanına giren bazı dini meselelerde de yenilikler getirdi, içki içemlere verilen cea,zayı ağırlaştırdı, teravih namazlarını cemaatle kıldırdı, dinî hüküm çıkarmada (istinbat) kıyas usulünü getirdi
Ömer halifeliğinin bütün gücüne rağmen bir hükümdar gibi yaşamadı Valilerine gönderdiği mektuplarda onlara sade yaşamayı öğütledi Halife deyimini bir kenara bırakarak emirülmüminîn (müminlerin emiri) unvanını aldı Yaptığı işlerdeki adaleti ve doğruluğuyla tanındı Bu yüzden kendisine Faruk (“doğruyu eğriden ayıran”) lakabı verildi
Kûfe valisinin iranlı kölesi tarafından mescitte hançerlendi; üç gün sonrada öldü

Hz Osman Dönemi:
Üçüncü halifedir Hz Osman halife olduktan (644) sonra Ömer’in siyasetini izleyip geliştirdi Göreve başlar başlamaz eyalet valilerini değiştirip yerlerine kendi ailesinden olanları atadı Küçük rütbeli görevliler içinde aynı biçimde davrandı; Ömer’in devlete egemen olma ve yönetimde birlik ve beraberlik içinde olma isteğini, devlet görevlerine kendi akrabalarını yerleştirmekle yerine getirmeyi umdu Ancak halk, yönetimdeki tüm aksaklıkların Osman’ın bu davranışları ile ilgili olduğunu düşünmeye başladı Gerçek sorun, Ömer tarafından kurulan “divan sistemi” ile ilgiliydi Ömer döneminde savaşlarda ede edilen ganimet belirli sayıdaki askere yettiği halde, Osman döneminde asker sayısının artması nedeniyle yetmemeye başladı Ganimetin çoğaltılması için fetihlere hız verildi Başta Sasani İmparatorluğu’nun Ermeniye eyaleti olmak üzere, Kuzey Afrika kıyıları ve Anadolu’nun bir kısmı ele geçirildi Ancak buralardan gelen ganimetlerin valiler ve Osman’ın ailesi arasında bölüşülmesi asker ve Halk arasında hoşnutsuzluk uyandırdı Osman, ganimetin askerler arasında hemen bölüşülmesi yerine, ganimetten devlet eliyle yararlanılması politikasını güttü Ayrıca İslam İmparatorluğunda Bizans ve İran modellerine uygun bir yönetim biçimi oluşturulmaya çalışıldı Bu arada asker aylıklarında indirim yapılması hoşnutsuzluğu daha da yaygınlaştırdı Osman’a karşı bir başka hoşnutsuzlukta Kuran metninin saptanmasında ortaya çıktı Zeyd bin Sabit’in başkanlığında hazırlattığı Kuran metinlerini esas alıp, öncekileri yok etmesi, onları daha öne halka açıklayanları güç durumda bıraktı Bu nedenle birçok kura kendisine karşı çıktı Kamuoyu, katı merkeziyetçiliğin yerini Hz Peygamber tarafından getirilmiş olan eşitçilik ilkesinin alması yolundaki düşüncelere sahip çıktı Ayrıca Talha, Zübeyr, Ali gibi islamın önde gelenleri kendisine karşı cephe aldılar Gerçekten, Osman sayesinde Emevi ailesi aşırı zengin olmuştu Bu zenginlik, Hz Peygamberin gösterişsiz, sade yaşamını özleyen ve dünya nimetlerine önem vermeyenler arasında da geniş tepkiler yarattı
Osman, on iki yıl süren halifeliğinin ilk yarısında başarılı, ikinci yarısında başarısız oldu; kendisine karşı ilk hareket, ekonomik bir bunalımın baş gösterdiği Irak’ta başladı (650) Ardından Kûfe’de Kurra’nın etrafında toplanan halk ayaklandı (652-653) ve bu ayaklanma sonucu Emevi kökenli vali Sait İbnülas görevinden alınarak yerine Osman’ın karşıtı Ebu Müseleşari getirildi Mısır’da Osman’ın evlatlığı Ebu Huzeyfe halifeye karşı ayaklandı ve Emevi valisi Ebu Sarh’ı görevden alarak yerine kendisi geçti 655’te eyaletlerdeki ayaklanmalar Medine’ye doğru kaymaya başladı Medine’ye ilk ulaşanlar Mısırlılar oldu Yapılan görüşmeler sonucunda Osman bütün isteklerini kabul ettiği için bir çarpışmaya gerek duymadan geri dönmek için yola çıktılar Ancak, yolda bir habercinin üzerinde Osman tarafından Mısır’daki valiye yazılan bir mektup ele geçirildi Mektup’ta Osman kendisiyle görüşme yapanların Mısır’a varır varmaz öldürülmelerini istiyordu Bunun üzerine Mısırlılar, Medine’ye dönerek Osman’ın evini kuşattılar Osman mektubun sahte olduğunu söylediyse de kimseyi inandıramadı İslamın dört halifesinden üçüncüsü, aralarında Ebu Bekir’in oğlu Muhammet’in de bulunduğu kişiler tarafından evinde Kuran okurken öldürüldü; kanı, okumakta olduğu Kuran’ın üzerine aktı, evi yağmalandı Osman, karısı ve bir dostu tarafından gizlice gömüldü Muaviye’nin Osman’ı kurtarmak için Şam’dan yolladığı ordu, halifenin öldürüldüğünü öğrenince geri döndü
Osman’ın halifeliği ve kanlı sonu İslam tarihinde bir dönüm noktası sayılır Nitekim öldürülmesinden sonra islamın siyasal ve dinsel birliği sona erdi; iç savaşlarla birlikte dinsel ayrılıklarda belirgin biçimde ortaya çıktı
Hz Ali Dönemi:
Hz Osman’ın şehit edilmesi üzerine Medine meclisinde biatı kabul ederek dördüncü halife oldu (24 Haziran 656)
Ali’nin halife olması ile birlikte İslâm camiasında iç mücadeleler başladı Görünüşte Ali’ye taraftar olan sahabeden Talha ve Zübeyr ile Peygamber’in hanımı Ayşe, Ali’ye biat etmediler ve beraberce Mekke’ye, oradan da Basra’ya giderek şehri ele geçirdiler Ali, kendisini himaye edecek birliklerin azlığı sebebiyle Ekim 656’da Medine’yi terk etti Kûfe muhafızlarından topladığı kuvvetlerle Basra üzerine yürüdü Talha ve Zübeyr ile yapılan müzakereler sonuçsuz kalınca harp başladı Ayşe, taraftarlarını cesaretlendirmek için bir deveye binerek savaş meydanına girdi
Tarihte “Cemel vakası” diye bilinen bu savaşı Ali kazandı (4 Aralık 656) Böylece bütün Irak Ali’ye biat edildi Bundan sonra karşısına Suriye valisi Muaviye Ebu Sufyan çıktı Emevi ailesinin reisi olduğundan, Osman’ın katlinin intikamını almak bahanesiyle yola çıkan Muaviye, Mısır’ı ele geçirerek iktidar mücadelesine hazırlandı Ali, 657 ilkbaharında Suriye üzerine hareket etti İki ordu Sıffin’de karşılaştı Muaviye, Osman’ın katillerinin kendisine teslim edilmesini istedi Ali bunu reddetti; müzakereler neticesiz kaldı Mayıs başlarında savaş başladı Bazı fasılalarla 110 gün devam eden muharebeler sonunda Ali, zaferi kazanmak üzere iken Amr bin As’ın tavsiyesi üzerine Muaviye’nin birlikleri, Kuran’ın hakemliğine müracaat ettiklerine işaret olarak mızraklarının ucuna Kuran sayfaları takarak ortaya çıktılar Bu, Irak birliklerine tesir etti ve Ali hakem usulünü kabule mecbur oldu Hakem olarak Ali tarafından Ebu Musa el-Eşarî, Muaviye tarafından ise Amr bin As tayin edildi Hakemler, Şubat 658’de Ezruh’ta toplandılar Uzun müzakereler sonucunda Amr’ın bir hilesiyle Ali, hakemi tarafından azledilince Amr, Muaviye’yi halife seçti Bu hadise taraflar lehine katî bir sonuç doğurmadı, fakat Ali’nin durumunu biraz sarstı
Hakem olayını protesto etmek maksadıyla Ali’nin ordusundan ayrılan 4 000 kişi Medain’e çekildiler Şehri zaptederek yağma ve tahrip ettiler Bunun üzerine Ali, İslâm tarihinde “Hariciler” olarak bilinen bu âsiler üzerine yürüdü Nehruvan’da onları mağlup etti, fakat kuvvetlerinin azalması sonucu Kûfo’ya çekilmek zorunda kaldı Burada Haricilerden Abdurrahman bin Mulcem tarafından şehit edildi (24 Ocak 661)


murteza 7 15 Şubat 2009 15:37

hz.muhammed döneminde hangi ülkeler vardı?


MeLL 15 Şubat 2009 19:48

Alıntı:

murteza 7 adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1315323)
hz.muhammed döneminde hangi ülkeler vardı?

Dünya ülkeleri daha doğrusu;dünya toprakları dünya kurulduğundan beri var değilmi? Sorunuzu tam anlayamadım.Biraz daha detaylı sorarsanız yardımcı olmaya çalışırız...?


Keten Prenses 16 Şubat 2009 20:10

Alıntı:

murteza 7 adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1315323)
hz.muhammed döneminde hangi ülkeler vardı?

Evvelâ İslâm’ın başlangıcı olan VII. Yüzyıldaki Ortadoğu’nun siyasal, ekonomik ve sosyal durumları ile bu etmenlere bağımlı olarak gelişen kentleşme ve mimarlık oluşumlarına bir bakalım:

Ortadoğu ülkeleri, batıda Mısır, güneyde Arap Yarımadası, kuzeyde Mezopotamya ve doğuda İran’dan oluşur. Petrolün bilinmediği bu dönemlerde bölge, tarım, hayvancılık ve ticaret sektöründen geçimini sağlıyordu. Özellikle Mısır’da Nil deltası, Mezopotamya’da Dicle ve Fırat havzalarında, Arap Yarımadası’nın güney bölgelerinde tarım; çöllerin ve ancak kısıtlı vahaların bulunduğu iç bölgelerde hayvancılık, hurma ve kervan ticareti gelişmişti. İpek Yolu ile batıya, Çin’in ipek, Hindistan’ın baharat ticareti de Horasan ve İran illerini ayakta tutuyordu. Bölgede Sasani, Roma ve Bizans paraları tedavül ediyordu.

Bölgenin nüfus çoğunluğunu Araplar, Yahudiler, Koptlar, Persler, Romalı ve Bizanslılar oluşturuyordu. Her halk, kendi bölgelerinde çoğunluğu oluşturmakla beraber Yahudiler, hemen her bölgede varlıklarını sürdürüyorlardı. Bölgede geçerli dil, İbranice, Arapça ve Farsça idi. Türkler, bölgenin dışında ve kuzeyde kalıyorlardı.

Kudüs’te, Suriye’de Hıristiyanlar kiliselerinde, İran’da Sasaniler Zerdüşt tapınaklarında, Museviler hemen her yerdeki sinagoglarında dinlerini yaşıyorlardı. Araplar ise putlar yolu ile Tanrı’ya ulaşmaya çalışıyorlardı. Arapların günümüze intikal eden tek dinî yapıları Kâbe idi. Kabileler halinde yaşıyorlar, her kabilenin benimsediği putlar Mekke’de, Kâbe’de toplanıyordu.

Putperest Arapların kutsal yapısı Kâbe üzerinde biraz duralım: Kutsal kitaplardaki anlatılara göre Kâbe’yi inşa edenler, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’dir. İbraniler, Hz. İbrahim’in ataları sayılırlar. Kâbe’nin ilk inşasında üzerinin açık, ihata duvarı ile çevrili bir mahal olduğu tahmin ediliyor. Baba-oğul, Ebu Kubeys Dağı’nda bulup getirdikleri Hacer-ül Esved’i (Kara taş) yapının doğu köşesine vaz etmişler. (Al-i Ümran Suresi 90. ve Bakara Suresi 121. ayetler) Sonraki devirlerde yapılan inşaatla bina, geometrik küp şeklini almış. Zaten Kâbe sözcüğü de mikâb = küp’ten geliyor. Bazı kaynaklarda, Hz. Muhammed’in gençlik yıllarında, 605’lerde oluşan büyük selden veya yangından Kâbe’nin yıkıldığı anlatılıyor. Yıkımın ardından Kâbe’yi yeniden inşa edebilmek için malzeme ve usta kıtlığı çekildiği sırada, Habeşistan’da (Etyopya’da) inşa edilecek kilise için malzeme götüren ve Cidde’de karaya oturan bir Bizans gemisinde bulunan inşaat malzemelerinin, özellikle kerestenin ve aynı gemide bulunan inşaat ustası Bizanslı Bagum’un (?) Mekke’ye celp edildiği, kâgir inşaatın Bagum usta, ahşap çatının Mekke’de oturan Mısırlı bir Kopt (Kıpti) usta tarafından yapıldığı, Hacer-ül Esved’in –ki bu da bir nevi puttur- 4 kişi tarafından ellenmeden bir sedye yardımı ile taşınarak yerine konduğu, bu kişilerden birinin genç yaştaki Hz. Peygamberimiz olduğu rivayet ediliyor.

Kâbe içinde 360 kadar put vardı. Ortada, üzerinde gelmiş geçmiş peygamberlerin tasviri bulunan Hubel putu yer alır, çevresinde her kabilenin iletişim kurduğu diğer putlar sıralanırdı. Bu putlardan en çok bahsi geçenler, Hz. Peygamberimizin de mensubu bulunduğu Kureyş kabilesinin güneş tanrıçası Lât, Bedevi kabilelerin taptığı Uzza ve de Melat en meşhur tanrıçalardı. (Nedim Gürsel’in bu üç tanrıça ile ilgili konuları işleyen ‘Allahın Kızları’ romanı okunmaya değer bir eserdir.)

HZ. MUHAMMED DÖNEMİ:

Bu dönemden zamanımıza hiçbir mimarlık eseri intikal etmemiştir. Yapı ustalarının, konut yapılarını geleneksel metotlarla, geometri bilgisinden uzak, açı ve ölçü birliğine uymaksızın ve mahalli malzeme olan taş ve çamurla gerçekleştirdikleri sanılmaktadır. Hz. Peygamber’in tefekkür bâbında yalnız kalmak isteyişinde Hira Dağı’ndaki mağaraya çekilmesi, Mekke kentinde başını dinlemeye müsait hiçbir tesisin bulunmadığını akla getirmektedir.

Peygamber’in Mekke’de yeni dini, çevresine iletmekte zorlandığı, bu nedenle daha müsait bir ortam olan Medine’ye hicret ettiğini biliyoruz. (622) Bu dönemde Medine’nin adı Yesrib’di. Kasabanın yarısı Arap, diğer yarısı Musevi dinine mensup Yahudilerden oluşuyordu. Yahudilerin Hz. Peygamber’e yardımcı oldukları söylenir. Hz. Muhammed, kendinden önce gelmiş iki semavi dine, Museviliğe de İseviliğe de saygılı idi. Bu dinler de Ortadoğu’dan çıkmıştı. Ortadoğu, bu dinlerden evvel de bir kültür ve ahlak meşheri idi. Tevrat’ta zikredilen ‘10 emir’in Tevrat’tan çok çok eski ‘Hamurabi Yasaları’ tabletlerinde de bulunması bize bu kültür birikimini gösteriyor. Museviliğin bağnaz gelenekleri, İseviliğin, Hz. İsa’dan sonra abartılan Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesi (teslis) gibi aykırılıklar, putperestlerin cahilce ve bâtıl Tanrı inançları, kölelik sistemi, aklı başında insanları bu yeni dinin (İslâmiyet’in) aydınlığına çekiyordu. Tek Tanrıcılık, veciz ifadesini ‘Le ilâhe, il El-İlah’ (Tanrılar yoktur, tek Tanrı (Allah) vardır) da buluyordu.

Yesrib, dağınık ve gelişigüzel bir kasaba iken Hz. Muhammed’in gelişi ile kendisine destek verenler (ensar), ardından göç edenlerle (muhacirin) çehresi değişmeye, kuyumcu, terzi, marangoz gibi esnaf ve sanatkârın, kervan sahibi tüccarın yerleşmesi ile kentleşmeye başladı. Adı Medine = Kent oldu. Zamanla önemli ailelerin ve sözü geçen aile reislerinin (nakib) ve de aydın dindaşların çoğalması ile Medine-i Münevvere (Aydın Kent) diye anılmaya başladı.

Acaba ilk cami yapıları nasıldı? Bu konuda elimizde dişe dokunur doküman yok. Burada Sabahattin Eyüboğlu’nun Sanat Tarihi derslerinde anlattıklarını aklımda kaldığı kadarı ile ifade etmeye çalışacağım. Bilindiği gibi Arapça ‘cem’ toplama, ‘cemaat’ toplanan halk, ‘camia’ topluluk, ‘Cuma’ toplantı günü, ‘cami’ toplanılan yer (özel anlamda Müslüman mabedi) oluyor. İlk camilerde, her halde güvenlik gereği olarak, toprak zemin 3-4 metre kazılır, alt seviyede kare veya dikdörtgen planlı bir düzlük oluşturulur; çevre sedde duvarları ile takviye edilir; bir noktadan merdivenle inilir-çıkılır; çevreye direkler dikilerek revak oluşturulur; üzeri hurma yaprakları ile örtülürdü. Açık meydanın orta yerinde abdest almak üzere büyük bir su küpü bulunurdu. (Hoca bu bilginin kaynağını söylemedi ama merhum, mesnetsiz atan bir Hoca değildi.) Daha sonraki safhalarda kapalı mekânlar (mescitler) yapıldı. İlk minare ve ilk şerefenin de Bilal-i Habeşî’nin ilk ezanı okuduğu set üstü olduğunu söyleyebiliriz. Peki, Müslüman mabedine acaba niçin ‘cami’ denmiş? Çünkü mümin (iman edenler), toplandıkları revak altında imamla karşılıklı tartışır, her dileyen söz isteyerek bir nevi ‘panel’ gerçekleşirdi. Cuma namazı iki rekât kılınır, dindaşlar sulh ve sükûn içinde mabetten dağılırdı. (Günümüz Cuma namazları, politikacıların ve onların gözüne girmeye çalışan bürokratların gösteri alanına dönüşmüş, karşılıklı fikir teatisi yerine imamlar timsah gözyaşları dökerek saf çevrelere ‘one man show’ yapmaya başlamış, Hz. Peygamber dönemindeki 2 rekâtlık namaz da 16 rekâta çıkarılmış bulunmaktadır.)

Neyse, biz yine esas konumuza dönelim. Yeni din, kâh ikna ile kâh ‘gazve’lerle yayılmaya başlamış, artık Mekke’ye dönüş vacip olmuştu. Hicretin 8. yılında, 630’da Mekke’nin fethi ile Kâbe’deki putlar kırılmış, ama Hacer-ül Esved ve Yemenî taşına ilişilmemiştir. Bu sırada Hz. Ömer’in bu taşların da kaldırılması gerektiğini Hz. Peygamber’e söylediği, Hz. Muhammed’in bu öneriyi dikkate almadığı yazılmıştır.

Boşalan Kâbe mekânı, yeni dinin de kutsal mekânı olmaya devam etti. Zaten, Hz. Peygamber daha Medine’de iken namazını her zamanki gibi kutsal kent Kudüs yönüne doğru kılarken, birden Kâbe yönüne dönüş yapmıştı. Bu eylem, Bakara Suresi,139’da ‘Yüzünü Mescid-i Haram’a (Mekke’deki Kâbe’ye) çevir’ mealindeki ayette yer almıştır.

Putperestlik (cahiliye) döneminden beri yapılan Kâbe çevresindeki çevrinme (tavaf) törenleri, hicretin 10. yılında, 632’de yeniden düzenlendi ve İslâm’a uyarlandı. Böylece Kâbe’ye yeni işlev verildi ve ‘Hac’ farizası başlamış oldu.

Bu vesile ile Kâbe ve çevresi (Mescid-i Haram) yeniden düzenlendi. Düzenlemede tarihi olaylar yaşatıldı. Hacer-ül Esvet’in karşısında bulunan ‘Zemzem’ kuyusu kutsal su oldu. Alanda bir metre yüksekliğindeki dairesel duvar (El-Hatim) muhafaza edildi. Yine alanda bir taş vardı ki (sonradan kubbe ile örtüldü) Hz. İbrahim’in inşaatta yorulduğu zaman üzerine oturup soluklandığı taş olarak nitelendi. Sığ bir çukurluğa En-Nican (tekne) dendi ki Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail’in harç kardığı yer olarak kabul edildi.

Bu dönemden günümüze kalan hiçbir mimarlık eserini sizlere anlatamadığım için üzgünüm. Unutmayalım ki, dünya şaheseri Aya Sofya, bu dönemden bir yüzyıl önce (532-537) inşa edilmişti.

Hz. Muhammed, 632’de sonsuzluğa uçtu. Kendisinden sonraki ‘Halife’ler (Ardıllar), devletin ve dinin mücahitliğini yapmaya devam ettiler. Aralarında iyileri olduğu kadar kötüleri de vardı.


Yılmaz ERGÜVENÇ


Misafir 30 Ocak 2010 14:18

hz muhammedin zamanında müslümanlar hangi şehirlere hakim olmuşlardır


ahmet arslan 30 Ocak 2010 14:30

hz muhammed zamanında müslümanlar hangi şehirlerde hakim olmuşlardır


nötrino 30 Ocak 2010 18:19

Alıntı:

Hz Muhammedin zamanında müslümanlar hangi şehirlere hakim olmuşlardır
Alıntı:

ahmet arslan adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1674622)
Hz Muhammed zamanında müslümanlar hangi şehirlerde hakim olmuşlardır

Peygamberimiz Döneminde Yapılan Seferler ve Alınan Yerler
-İlk olarak 624 yılında bedir savaşı yapılmıştır Bu savaş sonucunda şam ticaret yolu müslümanlar tarafından ele geçirilmiştir.Mekkeli müşriklerle işbirliği yapan yahudilerin bir kısmı ise peygamberimiz(s.a.v) tarafından medine den çıkarılmıştır.
-İkinci savaş uhud savaşıdır(625);Bu savaş sonucunda müslümanlar ilk defa yenilmişlerdir ve sözleşmeyi bozan diğer yahudiler medineden tamamen çıkarılmışlardır.
-Son savaş hendek savaşıdır(627);Bu savaş müslümanların zaferiyle sonuçlanmıştır ve hudeybiye anlaşması(628) imzalanmıştır Antlaşma sonucunda güney sınırları müslümanlar tarafından güvence altına alınmıştır
-Hayber kalesinin fethi(629);Mekkeli müşriklerle işbirliği yapan yahudileri durdurmak için haybere sefer düzenlenmiş ve peygamberimiz tarafından hayber kalesi fethedilmiştir.
-Mute savaşı(629);Bu savaş müslümanlarla,bizans arasında yapılmıştır Ama her iki tarafta üstünlük sağlayamamıştır.
-Mekkenin fethi(630);Müşriklerin, hudeybiye antlaşmasına uymamaları üzerine,630 yılında mekke peygamberimiz(s.a.v) tarafından fethedilerek kabe putlardan temizlenmiştir.
-Huneyn savaşı ve Taif seferi(630);Taiflilerle beraber müslümanlara saldıran müşrikler yenilgiye uğramışlardır taif alınamamıştır daha sonra 631 yılında taifliler müslüman olmuşlardır.Bu sefer sonucunda hicaz,arabistanın büyük bir kısmı ele geçirilmiş ve islamiyeti kabul etmişlerdir.
-Tebük seferi(631);Bu sefer arabistan dışında yapılan ilk seferdir Peygamberimiz 631 yılında suriye üzerine sefere çıkmıştır.Bizansın saldırı yapacağı haberinin asılsız olduğu ortaya çıkınca seferden vazgeçilmiştir.
Peygamberimiz(s.a.v) döneminde yapılan seferler ve alınan yerler bunlardır Bundan sonra dört halife devri başlamıştır. Seferler artmış ve müslümanların arap yarımadası dışındaki ilerlemeleride hız kazanmıştır.


Misafir 13 Şubat 2010 14:32

peygamber efendimizin medinedeki ilk icraatları nelerdi ??
lütfen açıklamalı bir şekilde yardım edin proje ödevim bu az zamanım kaldı



Saat: 07:29
Sayfa 1 / 2

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık