MsXLabs
Sayfa 1 / 3

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Soru-Cevap (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/)
-   -   Tımar sistemi ve özellikleri hakkında bilgi verir misiniz? (https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/246118-timar-sistemi-ve-ozellikleri-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html)

tımar sistemi 25 Nisan 2009 19:49

tımar sisteminin özellikleri,tımar sisteminin sağladığı yararlar , tımarlı sipahiler hakkında bilgi lazım
(NOT:google dan bunları yazınca ilk çıknalar olmasın yoksa yazdığım arkadaşlarımınki ile aynı oluyor)


SEDEPH 25 Nisan 2009 20:30

Şu var ki tımar sistemi dediğiniz kişiden kişiye değişiklik gösteren bir kavram değil. O yüzden tüm bilgiler üç aşağı beş yukarı aynı olacaklar..


SEDEPH 25 Nisan 2009 20:32

Timar: Senelik geliri bin akçadan başlayarak 19,999 akçaya kadar olan dirliğe tımar ismi verilmiştir. Kuruluş devrinde, kuvvetli bir merkezci idarenin kurulması ve bazı siyasi şartların ortaya çıkarttığı Osmanlı timar sistemi, memleketin askeri gücünü olduğu gibi, iktisadi ve sosyal durumunu da doğrudan etkilemiştir. İmparatorlukda geçimlerini veya hizmetlerine mukabil masraflarını karşılamak için bir ksıım asker ve memurlara çeşitli bölgelerin gelirinin tahsis edildiği tımar sistemi, devletin en kudretli süvari kuvvetini meydana getirmiştir.
Osmanlı tımar sistemi, çeşitli kaynaklarda ve araştırmalarda belirtildiğine göre, Halifeler devri, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve daha sonra kurulan Türk beylikleirnin ikna sistemininbir devamı eklindedir. Hatta eski Mısır’da firavunların Nil vadisindeki toprakları askerlere ikta şeklinde dağıttıkları bilinmektedir. Buna ek olarak Bizanslıların pronoia ismi verilen tımar tarzındaki toprak usulünden de alındığı iddia edilmektedir. Bununla birlikde, şurası muhakkak ki, Osmanlı Devleti daha başlangıçtan itibaren, tıpkı Anadolu Beylikleri’nde olduğu gibi, yani fethedilen yerleri bir ksıım asker ve kumandalara mülk olarak tahsis etmiştir. Bu ise zamanla tımar şekline dönmüştür. Nitekim tımarla ilgili ilk kayda I. Murat devrinde rastlamakdayız. Kaynaklarda belirtildiğine göre Gelibolunun fethine müteakip (1376–77) tımar tevcihleri yapılmıştr. Daha sonraki padişahlardan gerek I. Beyazid, gerekse Çelebi Mehmed ve II. Murad dönemlerinde de, tımar tevcihleri yapıldğı görülüyor. Nitekim 1431 yılında Arnavutluk’ta mevcut 335 adet tımardan yüz kadarı Saruhan’dan, Canik’den, Bolu’dan ve Engürü (Ankara)’den sürülüp getirilmiş Türklere verilmişti. Yine 1454’de Tesalya’da Tırhala sancağında bulunan 182 tımardan 146’sı müslümanlara, 36’sı gayr-ı müslimlere tevcih edilmişti. Bu örnekden de anlaşılcağı üzere, hiristiyanlara da tımar verildiği görülmektedir.
Tımar sistemi ygulanış açısından Batı’daki feodal nizamla karşılaştırıldığında, bazı benzerlikler göstermekle beraber, muhteva ve gaye açısından değerlendirdiğimizde, aralarında önemli farkların bulunduğu tespit edilmektedir. Nitekim feodaller toprağın “Rand-hasıl” denilen gelirini almakla yetinmeyip, idari, kazi ve mali istiklalede sahiptiler. Toprak üzeirnde yaşayan herşey bunların malı sayılırdı. Topraklarını istedikleri gibi tasarruf yetkileri vardı. Merkezdeki kralı sadece büyük Senyör ve birinci şövalye tanıyıp, savaş zamanlarında kendi kuvvetleriyle bunların yanında bulunurlardı. Kralın bunları azletmeye yetkisi yoktu. Buna karşılık tımar sahipleri tamamen merkezi idareye bağlı oldukları gibi, toprak üzerinde sadece kiracı durumunda idiler. Yetkileri devletin koyduu kanunlar çerçevesinde sınırlandırılmıştı. Herzaman için toprakları ellerinden alınabilirdi.
Tımar tevcihi çeşitli usullerle kanunlarla belirlenmişti. Mesela veziri azamlar 5.999 akçaya kadar olan tımarları kimseye danışmadan verebilirlerdi. Ayrıca küçük tımarların dağıtılmasında beylerbeyilerin yetkileri büyükdü. Belli bie miktara kadar beylerbeyiler tımar sahiplere kendi tuğralarını taşıyan beratlarla doğrudan doğruya tımar verebiliyordu. Bu tür tımarlara “Tezkeresiz Tımar” adı verilmeteydi. Daha büyük tımarlarda ise beylerbeyiler tımara hak kazanmış kişinin eline bir tezkere vererek tayinini merkeze teklif eder ve tayin beratı İstanbul’dan verilirdi. Bu tür tımarlara da “Tezkereli Tımar” denirdi.
Osmanlılarda tımar hukuki ve mali bakımdan da kısımlara ayrılmıştır. Bunlardan padişah hasları ve vezir vakıfları, vezir, beylerbeyi, sancakbeyi, nişancı, defterdar, divan kâtipleri, çavuşlar, çeribaşılar, subaşılar, dizdarlar gii yüksek devlet memurlarının sahip oldukları has ve zeametler, idari ve mali bir takım imtiyazlara sahip oldukları için Serbest tımarlar olarak adlandırılmıştır. Butür tımarlarda rüsüm-ı serbestîye denilen niyabet ve bad-ı heva gibi örfi vergiler tamamiyle tımar sahibine bırakılmıştır. Buna karşılık benzeri vergileri bağlı bulundukları sancakbeyi ve subaşı ile paylaşmak durumunda kalan tımarlar Serbest olmayan tımarlar olarak telakki edilmiştir. Bunlar bulundukları sancağın özelliğine göre bad-ı heva türünden cürm ü cinayet, gerdek, otlak ve kışlak resim-leri ile tapu bedeli gibi vergileri sancakbeyi veya subaşı ile paylaşırlardı.
Tımarlar verildikleri kişilerin hizmetlerine göre de isimlendirilmişlerdir. Bunlardanbirincisi Hizmet tımar adıyla anılan ve bazı camilerin imamet ve hitabetleriyle saray saray hizmetlilerinde bulunanlara mahsustu. Bu tür tımarlar bazı araştırmacılar tarafından “Sivil Timar” olarak da vasıflandırılmıştır. Nitekim bunlar içerisinde esas başı, mirahur, muhtesib, kadı, imam, hatip gibi askeri olmayan kimseler yer almaktaydı. İkinci gurup tımar Mustahfız tımarı denen ve mansup oldukları kaleyi korumaları karşılığı kendilerine tahsis edilen tımara denirdi. Aslında askeri olmakla birlikde bu tür tımarlar kale kumandanlarına ve kalede ve kalede görevli askerlerle hertürlü hizmetlilere verilirdi. Üçüncü tür tımar ise Eşkinci tımarı olup, enfazla tımar bu türdendi. Tımar sipahi olarak adlandırılan tımar sahipleri, alaybeyileirnin kumandası altında sefere giderlerdi.
Tımar sahiplerine Osmanlı tarih terminolojisinde Sahip-i Arz adı verilmekteydi. Sahib-i arz öldüğü veya tımarı herhengi bir sebeple boş kaldığı takdirde, tımarı bir başkasına veya eli silah tutabilecek oğlu varsa ona verilirdi. Tımar sahibi kendine verilen yeri herhangi bir sebeple hiçkimseye bırakamazdı. Bu hususda kanunnamelere kesin hükümler konulmuştur.
Herhangi bir sebeple toprağını terkeden köylü, tımar sahibi tarafından yakalanır ve eski yerine yerleştirilirdi. Bu husus iskân kanununda kesin şekilde hükme bağlanmıştır. Sipahi yerini terkeden reayadan on yılı geçirmemiş olanlarını yerleştikleri yerden kaldırarak eski yerlerine iskân ederdi. Buna karşılık arazileirni boş bıraktıkları için kendileirnden çiftbozan (çiftini bozmak) ismi ile bir vergi alınırdı. Buna benzer olmak üzere, büyük bir ihtimalle daha öncede var olduğu tahmin edilen Kanuni dönemine ait Niğbolu kanunnamesinde, başka bir tımar toprağına giden reayanın gittiği tımar sahibi tarafından eski yerine bildirilmesi, bildirmediği takdirde azledileceği hususu yer almaktadır. Bununla beraber sipahi ile köylü arasında münasebetler sadece sipahi lehine değildi, ancak kanunlar çerçevesinde hareket edebilirlerdi. Mesela bozok kanunnamasi’nde haksız yere sipahiye el kaldıran raiyyetden on altın alınması, buna karşılık raiyyeti inciden sipahi dövülürse reayadan ceza alınmaması ve bir sipahinin emir almadan köylüden ulak beygiri isteyerek davar boğazlatması sonucu dövülmesi halinde dövenin suçlu sayılmaması gibi hükümlerin yer alması, aradaki ilişkileri göstermektedir.
Tımar sahipleri kendilerine tahsis edilen tımarın gelirine göre savaşa asker götürürlerdi. Hasıllarının ilk üçbin akçası Kılıç tabir olunur ve bu miktar kendilerinin ihtiyaçlarına ayrılırdı. Bundan sonraki her üçbin akçe için ise bir cebellü beslenirdi. Mesela 6000 akça için iki cebellüyü savaşa götürürdü. Bir savaş esnasında memleketteki bütün eşkici, züema ve erbab-ı tımarı bağlı oldukları seraskerin maiyyetine g,rerek savaşa katılırlardı. Ancak işleri büyütmek ve bölgeyi korumak için onda biri yerlerinde kalırdı.
Bütün bu özellikleri göz önüne alınacak olursa, ilk bakkışta, tımar sisteminin Avrupada’ki derebeyilik ile benzerlik gösterdiği düşünülebilr. Hâlbuki ikisi arasında büyük farklar mevcuttur. Mesela Osmanlı tımar sisteminde Sahib-i arz, kendilerine tahsis edilen yoprakalarda kiracı durumunda olup, elindeki arazinin değil, burada elde edilen ürünün devlet adına topladığı verginin sahibidir. Bunuda belli bir mükellefiyeti yerine getirmek karşılığında devlet tahsis eder. Tımar sahibi, kanunlara ve devletin koyduğu nizama aykırı harekette bulunursa elindeki arazisi alınır. Arazi üstünde yaşayan insanlarda feodalizmde olduğu gibi köle durumunda değildir. Elde ettikleri ürün, bulunduğu sancak veya kazaya ait kanunnameler çerçevesinde, en fazla onda bire kadar vergileirni vermek şartıyla kendilerinindir.
Tımar sistemi devletin diğer müesseselerinde olduğu gibiXVI. Yüzyılın sonlarından itibaren bozulmaya başlamış ve eski hüviyetini yitirmiştir. Zira tımar dağıtımında uyulması gereken nizam kanunların aksine tımar, ehli kişilere verilmeyerek, rşvetle askerlikle ilgisi olmayan haksız kimselere verilmiş, bu durum teşkilatın bozulmasına yol açmıştır. Nitekim XVII. Yüzyılın başlarında, 22 sancakdan meydana gelen rumeli eyaletinde cebellüleriyle beraber 33.000 tımar sipahi çıkartılırken, bu sayı ikibinin altına düşmüş, aynı şekilde 18.700 askeri bulunan Anadolu Eyaleti’nde de tımar sipahi adeti bine inmiştir. Keza kitap-ı müstetab’da ikiyüzbin olan tımarli sipahi sayısının onda bire indiği belirtilmektedir. Bu sebeple Koçi Bey başta olmak üzere pekçok Osmanlı müellifi eser ve risalelerinde tımar sisteminin bozulma nedenlerini açıklarken, ıslahı içinde çeşitli yollar teklif etmişleridr. Mesela Anonim bir eser olan Kitap-ı müstedapda teşkilatın, devlet ileri gelenlerinin kanunlar hilafına rüşfetle tımar sahiplerini rastgele tayin etmeleri ve tımarlarını ellerinden almaları sebebiyle bozulduğunu ve bu bozulmanın III. Murad devrinde başladığı bildirilmektedir. Koçi beyde, eski usül ve nizamların terkedilerek, dirliklerin nufuzlu devlet adamlarının hizmetkâr ve köleleri ile iş adamalrının eline geçtiğini, rüşvetin bu hususda büyük rol oynadığını yazmakdadır.
Tımar sisteminin bozulması ile ilgili olarak XVIII. Yüzyıla ait bilgileir ise, 1720–1785 yılları arasında yaşamış Canikli Ali Paşanın Risalesinden öğrenmekteyiz. Canikli Ali Paşa, tımar ve zeametleirn rasgele kişilere verilmiş olduğundan bahisle, bu gibi kişilerin reayaya dâhil edilmesi, kabul etmeyenlerin öldürülmesini istemektedir. Ona göre tımarın bozulma sebebleri üç sebebe dayanmaktadır: 1- Tımar kayıt defterleri seraskere gittiğinde, ne kadar işe yarar tımar varsa kendi taraftarlarına verilmeleri. 2- İşe yarar tımarların çoğunun vezir ve devlet ricalinin eline düşmesi 3- Büyük tımar sahipleirnin korkularından gedik payda etmeleri sebebiyle, kendilerinden yeterince faydalanılamaması.
Canikli Ali Paşa yukarda bahsedilen aksaklıkların düzeltilebilmesi için tımar ve zeamet sahiplerinin yerlerinde oturmalarını, ekip-biçip, yurt edinme yoluna gitmelerini, kendileirne öküz ve tohum verilerek ziraaat yapmalarının sağlanmasını, tımar ve zeametlerin ehli kişilere verilmesini şart koşmaktadır.
Tımarın bu ekilde bozulması ve eski fonksiyonunu kaybetmesi, deletin her fırsatta tımar gelirinin hazineye aktarmasına yol açmıştır. I. Abdülhamid ve III. Selim tarafından çıkarılan 9 Eylül 1792 tarihli kanun ve buna bağlı Hatt-ı Hümayun ile eyalet askeirnin düzene konuşmasına çalışılmıştır. Ancak tımar ve zeamete eski rağbetin kalmaması, bu teşkilatın yeniden eski şekline konulmasına meydan vermemiş ve nihayet 1844 yılından itibaren zabtiye (Jandarma) ve başka hizmetlerde kullanılmak suretiyle eski fonksiyonunu kaybetmiş ve sessiz sedasız yavaş yavaş ortadan kalkmıştır.

Osmanlı Toprak Hukuku konusundan alıntıdır...


Misafir 10 Aralık 2009 21:46

Tımar sistemi hakkında bilgi verir misiniz?
 
tımar sistemi hakkında bilgi


Misafir 3 Mart 2010 21:35

Tımar sistemi hakkında bilgi verir misiniz?
 
Tımar Sistemi hakkında çok kısa bilgi verir misiniz.


Misafir 8 Mart 2010 17:39

tımarlı sistemi
 
tımar sisteminin bozulma ve gözden düşme nedenleri nelerdir?LÜTFEN 2-5 CÜMLE UZUNLUĞUNDA OLSUN


Misafir 8 Mart 2010 17:40

tımarlı sipahiler
 
tımarlı sipahilerin yaptığı görevi günümüzde hangi kurum ve kuruluşlar yapmaktadır?


Misafir 9 Ekim 2010 14:05

tımar sistemi nedir?
 
tımar sisteminin nasıl uygulandığını anlatır mısınızz


Misafir 20 Kasım 2010 19:02

tımarlı sipahi özellikleri


Daisy-BT 20 Kasım 2010 19:13

Alıntı:

Misafir adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 1868811)
tımarlı sipahi özellikleri


Sipahi Osmanlı ordusunun ağır süvari sınıfı askeri. Tımar sahibi olan Tımarlı Sipahiler ve Kapıkulu Ocağı'na bağlı Kapıkulu Sipahileri olmak üzere ikiye ayrılır.

Tımarlı Sipahiler

Klasik çağ Osmanlı ordusunun belkemiğini oluşturan Tımarlı Sipahiler, ordu içindeki en kalabalık asker sınıfını oluşturur. Tımarlı sipahilerin Osmanlı askeri ve idari sistemi içindeki konumları Avrupalı tarihçilerce Orta Çağ Avrupası'nın şövalye sistemi ile karşılaştırılmalarına ve bazı kaynaklarda "Osmanlı şövalyeleri" olarak tanımlanmalarına neden olmuştur.

Kökenleri


Tımarlı sipahi sınıfı temel olarak Türk atlı göçebe hayat tarzından kaynaklanan, Alp veya Batur olarak adlandırılan beye yeminle bağlı, asil, atlı savaşçı tipinin Klasik Osmanlı çağındaki ifadesidir. Bu asker sınıfı, Türklerin Ön Asya'ya göçerek yerleşik devletler kurması sürecinde bir profesyonel ordunun yaratılması amacıyla, göçebe savaşçı sisteminin yerleşik hayat düzenine uyarlanmasıyla doğmuştur. Büyük Selçuklu Devletinde "ıkta" adını alan ve daha sonraki süreçte "dirlik" olarak Türkçeleştirilen bu idari ve ekonomik sisteme bağlanan ve sipahilik ("sipahi" Farsça: silahşor, asker) adını alan bu savaşçı sınıfı Büyük Selçuklu ordusunun temelini oluşturmuş; daha sonra Büyük Selçuklu Devletinin mirasçısı olan Anadolu Selçuklu ve diğer Türkmen devletleri de tımarlı sipahi sistemini geliştirerek sürdürmüşlerdir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin halefi olan (ve Ertuğrul Gazi'nin Söğüt ve Domaniç bölgesini Anadolu Selçuklu Hanı'ndan tımar olarak aldığı düşünülürse kendisi de kuruluşunu bu sisteme borçlu olan) Osmanlı Devleti tımarlı sipahi asker sınıfını da diğer kurumları ile beraber miras almış, devletin genişleyerek Anadolu'ya yayılması sürecinde Sultan 1. Murad Han zamanında tam anlamıyla düzene oturmuştur.

Özellikleri


Tımarlı sipahilerin temel vazifesi savaş zamanında savaşa katılmak, barış zamanında bulundukları bölgenin güvenliğini sağlamak ve Tımar sistemine göre tımarı dahilindeki halktan vergi toplayarak. bununla hem kendini geçindirmek, hem de tımarının büyüklüğüne göre asker yetiştirmekti. Böylece hazineye yük olmadan ve ayrıca masraf gerektirmeden ordunun insan, silah, malzeme ve eğitim açısından her an harbe hazır olması ve barış zamanı da ülke genelinde asayişin korunması sağlanıyordu.
Timarlı sipâhiler tamâmen Türk soyundan gelirdi. Hatta bu durum tımarlı sipahi kanunnamesinde özellikle belirtilerek Türk soylu olmayanların sipahi olması yasaklanmıştır. Bu yasağın kökeninde tımarlı sipahiliğin Oğuz kabile toplum sistemine dayanan kökenleri olduğu düşünülmektedir.Bu sebepten ötürü sadece nüfus çoğunluğunun Türk olduğu eyâletlerde timar ve zeâmet teşkilâtı yapılmıştır. Tımar her eyâlette bulunmazdı. Meselâ Cezâyir, Tunus, Trablusgarb, Mısır, Yemen, Bağdat gibi eyâletlerde tımar ve zeâmet yoktu.

“Ednâ” denilen küçük timar sâhipleri er ve erbaş; “evsâf” denilen orta tımar sâhipleri astsubay; “âlâ” denilen büyük timar sâhipleri küçük rütbeli subay derecesindeydiler. Küçük zeâmet sâhipleri binbaşı, orta zeâmet sâhipleri yarbay, büyük zeâmet sâhipleri alay beyi rütbesindeki yüksek rütbeli süvâri subaylarıydı.

İki türlü tımarlı olurdu: Tezkireli ve tezkiresiz. Tezkireli tımarlılar, tımarı merkezden, yâni İstanbul’da Dîvân-ı Hümâyundan doğrudan doğruya alanlardır. Tezkiresiz timarlılar ise dirliklerini Beylerbeyinin arzı üzerine alırlardı.

Bir tımarın ilk üç bin akçalık çekirdek kısmına kılıç gerisine terakki denilirdi. Her üç bin akça için sipâhi yanında kendisi gibi atlı ve teçhizatlı bir asker getirmeğe mecburdu. Cebeli (cebe: zırh) denilen bu erler, sipâhinin çocukları, kardeşleri, akrabâsı olacağı gibi, toprağı işleyen herhangi bir kimse de olabilirdi. Bâzı tımarlarda kılıç iki bin akçaya, hatta daha aza düşebiliyordu. Bâzı timarlarda ise en çok altı bin akçaya kadar çıkabiliyordu.
Sefer ilân edilince sipâhiler, Seraskerin bulunduğu yere gelir, yoklama olurlar, dirlik sipâhileri ve cebelileri ayrı ayrı deftere yazılırdı. “Sipâhi ve cebeli falanca paşanın defterlisidir” diye bilinirdi. Sefere dâvet olunup da sefere iştirak etmeyen sipâhinin elindeki timar zaptolunur, başkasına verilirdi. Kânunen götürmek mecburiyetinde oldukları cebeliyi getirmeyenler ve götürüp de kaçanların yerlerine diğerlerini tedârik edemeyenler hakkında da aynı muâmele tatbik olunurdu.

Yığınak emri gelince her tımar sâhibi, cebelileriyle berâber, kendi kazâsının belirli yerinde toplanırdı. O kazâdaki timarlılar, çeribaşı denilen sipâhi yüzbaşısının emrinde bulunurlardı. Çeribaşı da alay beyinin emrine giriyordu. Alayını toplayan alay beyi, sancak beyine gidip hazır olduğunu bildiriyordu. Kendi mâliyet askerini de alan sancak beyi, bu sipâhi alayıyla berâber, beylerbeyine katılmak üzere harekete geçiyordu. Bu iş büyük bir süratle yapılıyordu.
Beylerbeyilerin izin vermesiyle sancak beyleri tarafından bir kısım sipâhiler memleket muhâfazası için yerlerinde bırakılabilirdi. Sipâhi sefere gittiğinde yerine vekil olarak bıraktığı korucu, dirlik sâhibinin yokluğunda toprağın muntazaman işlenmesine nezâret ederdi. Eğer sipâhi harbin uzaması hâlinde kışı hudutta geçirmek emri alırsa, dirliğine harçlıkçı denilen bir vekil göndererek, yıllık gelirini bulunduğu yere getirtirdi.
Timar ve zeâmet; sâhibi ölünce, ekseriya büyük oğluna, yoksa kardeşine veya yeğenine verilirdi. Fakat bunun için timar ve zeâmetin bağlı olduğu alay, vârisin toprağı idâre edebilecek kâbiliyet ve şartlara hâiz olduğuna şehâdet ederlerdi. Zâten bir sipâhi subayı, yerine geçecek birini yıllar boyunca hazırlayıp, yetiştirirdi. Bu sûretle dirlik tecrübesiz insanların eline geçmezdi.

Timar ve zeâmet sâhipleri, arâzileri üzerindeki toprakları üç yıldan fazla işlemezlerse, dirliklerini kaybederlerdi. Toprak işlememek, Allahü teâlâya karşı bir günah sayılırdı. Zîrâ toprak sâyesinde Allahü teâlânın kulları beslenirdi.
Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamânında timarlı sipâhiler, en parlak devrini yaşadı. Bu zamanda 166.200 timarlı sipâhi vardı; bunun 74.000’i Rumeli, 91.600’ü Anadolu timarlı sipâhisiydi. Bu sûrette Türk atlı ordusu, iki orduya ayrılırdı: Rumeli atlı ordusu ve Anadolu atlı ordusu. Meydan muhârebelerinde ordu düzeninin sağ ve sol kanatlarını bu iki ordu teşkil ederdi.

İlk zamanlarda, Rumeli timarlı ordusunun kumandanı Rumeli Beylerbeyi, Anadolu timarlı ordusunun kumandanı da Anadolu Beylerbeyi idi. Fakat sonradan bu iki kanada da pâdişâh tarafından seçilen vezirler kumanda etmeye başladı. Sultan Süleyman Han devrinde bu iki ordu o derece büyüdü ki, sefer Avrupa’da olduğu zaman çok defâ Anadolu sipâhi ordusu çağrılmaz veya bâzı birlikler çağrılırdı. Sefer Asya’da ise, Rumeli askerleri ya çağrılmaz veya bâzı birlikleri sefere katılmak için istenirdi.

Silahları ve Savaş Taktikleri


Tımarlı sipahiler askeri olarak "ağır süvari"kategorisine girmektedir. Savaşa kendileri ve atları tam zırhlı olarak katılan Tımarlı sipahilerin tipik zırhları: göğüs, karın ve sırtı birbiri üzerine bindirilerek perçinlenmiş şeritler halindeki çelik levhalarla desteklenmiş etekte dize, kollarda dirseğe kadar uzanan örme zırh, yine çelik levha ve zincirden yapılan ve bacakları koruyan "dizçek", yekpare çelik veya bronzdan yapılmış ve önkolu koruyan "kolçak" ve çelik veya tombaktan hareketli burunluklu ve zincir enselikli Türk tipi miğferden oluşmaktadır. Uzak mesafede at üzerinde ok ve yay ile cirit kullanan tımarlı sipahiler göğüs göğüse muharebede kargı, sagir balta, şeşper, bozdoğan, topuz, eğri Türk süvari kılıcı ve kama kullanırdı. Kalkanları ise çelik, bronz veya madeni göbekli ibrişim sarmalı söğüt dallarındanyapılmış hafif, orta boy yuvarlak kalkanlardı. Kanuni döneminden itibaren hafif ateşli silahların da etkin olarak savaş alanına girmesiyle at üzerinden ateşlenebilecek karabina ve piştov gibi ateşli silahlar da sipahilerin silahları arasına girdi.
Tımarlı Sipahiler has ordunun merkezi teşkil ettiği savaş düzeninde sağ ve sol kanatlarda yer alırdı. "Kaz kanadı", "Hilal" veya "Turan taktiği" olarak adlandırılan stratejide akıncıların sahte saldırı ve geri çekilmelerini takip ederek saldıran düşman birliklerinin ardını alarak çembere almak ve çevirdiği düşmanı göğüs göğüse mücadelede imha etmek tımarlı sipahilerin göreviydi.

Sipahi eğitiminde binicilik en önemli unsurdu. Özellikle süvari okçuluğu becerisine önem verilirdi. Sipahi adaylarına kemankeşlik, cirit, matrak ve çevgen oyunları, kılıç başta olmak üzere silahların kullanımı ve karakucak güreş öğretilirdi.

Sonuç


17. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik ve siyasi olarak duraklamaya girmesi, askeri zaferlerin azalarak savaşların uzaması ve tımar sisteminin istismar edilmesi gibi sebeplerle gittikçe yoksullaşan tımarlı sipahi sınıfı bozulmaya başladı Nihayet Sultan Abdülmecîd Hanın 19 Ocak 1841 fermanı ile kalan son tımarlı sipahileri tımarlarına ölene kadar sahip olmak şartıyla emekliye sevk etmesi ile Büyük Selçuklu döneminden beri Anadolu ve Ön Asya Türklüğünün idari ve askeri aristokrasisi ve bürokrasisini oluşturan tımarlı sipahi sınıfı resmen sona erdi.

Daha fazla bilgi için tıklayınız:

Osmanlı Ordusu (Osmanlı Askeri Teşkilatı)






Saat: 06:33
Sayfa 1 / 3

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık