MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Sanat (https://www.msxlabs.org/forum/sanat/)
-   -   Türk Müziği (https://www.msxlabs.org/forum/sanat/250204-turk-muzigi.html)

ThinkerBeLL 12 Mayıs 2009 14:11

Türk Müziği
MsXLabs.org & Temel Britannica

Türk Müziği, denince bugün karşımıza oldukça geniş kapsamlı ve çeşitlilik gösteren bir sanat alanı çıkar. Klasik Türk müziği, Türk sanat müziği ya da Osmanlı müziği diye bilinen ve tarihi oldukça eskilere dayanan müziğin yanı sıra tarihi Orta Asya'daki Türklere uzanan Türk halk müziği, Osmanlı Devleti'ndeki yenileşme hareketleriyle ülke­mize giren batı müziğinin Cumhuriyet döne­minde yorum, uyarlama ve etkisiyle ortaya çıkan çağdaş Türk müziği bu geniş sanat alanını oluşturmaktadır. Ayrıca zaman içinde "arabesk" ve "Türk pop müziği" gibi yeni oluşumlar ortaya çıkmıştır.
Çağdaş Türk müziği dediğimiz zaman da gene bir çeşitlilik söz konusudur. Klasik batı müziği etkisiyle oluşturulan Türk müziği, hafif müzik denen türde, ama gene batı müziği kalıp ve kurallarına göre oluşturulan Türk müziği gibi değişik alanlar vardır. Klasik Türk müziği ile Türk halk müziği kendi gelenekleri içinde sürüp giderken, Arap ve doğu müziğinin etkisiyle oluşan, bir yandan batı müziği çalgılarından da yararlanılarak seslendirilen, öte yandan halk müziğinden esinlenen "arabesk" müzik 1960'lann sonla­rından beri yaygın bir biçimde varlığını duyur­maktadır. Halk türkülerini yeni bir yorumla seslendiren ya da bu gelenek içinde yeni besteler yapan Ruhi Su, Zülfü Livaneli gibi sanatçıların açtığı yeni bir çığır içinde oluşan müzik de yaygın bir biçimde dinleyici bulmak­tadır. Türk sanat müziğini çoksesliliğe dönüş­türerek bir orkestra yapıtı gibi seslendirme çabalarının sonucu olan ürünler de çağdaş Türk müziği alam içindedir.
Bu arada tekseslilik-çokseslilik tartışmala­rının da müziğimizi önemli ölçüde etkilediğini vurgulamak gerekir. Tük müziğinin teksesli müzik alanı içinde yer alması, batılılaşma hareketiyle çoksesli müziğin gündeme gelme­si bugün bile çağdaş Türk müziği konusunda bir sorun olarak durmaktadır. Öte yandan bu sorunla ilgili birçok yorum ve öneriler ileri sürülmekte, tartışmalar yapılmaktadır. Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi "Türk müziği" kavramı birçok müzik anlayışını ve ürünü kapsamaktadır. Bu durumda Türk müziği;
  • Klasik Türk müziği
  • Türk Halk müziği
  • Batı etkisindeki Türk müziği
olmak üzere kabaca üçe ayırarak incelenebilir.

Dönemler
Türk müziği tarihinde, batı müziği tarihindeki barok, klasik, romantik gibi dönemlere karşı­lık olabilecek ölçüde önemli farklarla birbi­rinden ayrılan dönemler yoktur. Ama melo­dik yapı ve üsluplardaki belirgin farklılığa dayanılarak bazı dönemlerden söz edilebilir. Bu müzik, 13., 14. ve 15. yüzyıllarda Herat, Bağdat ve Tebriz saraylarının yetenekli beste­cilerinin yapıtları örnek alınarak biçimlendi­rilmiştir. Bu dönem başlangıç dönemi sayıla­bilir. Kendisi de besteci olan hükümdarlar yalnız bestecileri değil, yeni makamlar ve usuller bulanları, müzik kitapları yazanları da ödüllendirerek müzik yaşamına canlılık katar­dı. II. Murad dönemini de kapsayan bu ilk dönem, yoğun bir Arap ve İran üslubu etkisi altında geçmiştir. İstanbul'un fethinden sonra buna Bizans etkisinin de eklenmesi, özgün bir üslubun oluşmasını geciktirmiştir. Özgün bir Osmanlı-Türk üslubunun ancak 16. yüzyılın ikinci yansında oluştuğunu söyleyebiliriz.
Klasik dönem, Osmanlı üslubunun ilk olgun örneklerini veren Itri ile başlatılabilir. Itri'den sonraki en büyük temsilcileri Ebubekir Ağa, Tab'i Mustafa Efendi, Küçük Mehmed Ağa, Sadullah Ağa, III. Selim, İsmail Dede Efen­di, Dellâlzade İsmail Efendi ve Zekâi Dede Efendi olan bu üslubun en parlak yılları, kendisi de büyük bir besteci olan, birçok yeni makam düzenleyen ve birçok besteci ve icra­cıyı koruması altına alan III. Selim'in saltanat yıllarıdır. 19. yüzyılın ortalarında Hacı Arif Bey ile başlayan ve şarkı türünün çok büyük önem kazandığı dönem, bir bakıma Türk müziğinin gerileme dönemidir. Çünkü öne çıkan şarkı türü, kâr, beste semai gibi sanatlı ve büyük türlerin bir kenara itilmesine yol açmıştır. Ama öte yandan, bu dönemde çalgı müziği gelişmiştir. Başta Tanburi Cemil Bey olmak üzere, birçok virtüöz saz sanatçısı yetişmiş, bunlar taksim türünün önem kazan­masını sağlamışlardır. Bu dönemde klasik Türk Müziği içerisinde saz müziği gelişip sesli icralardan bağımsızlaşmış, kişilik kazanmıştır. Aynca müzik daha geniş bir kitlenin malı olmaya başlamış, Balkanlar'dan gelen profes­yonel müzikçiler beğenide çeşitli değişiklikler yaratmışlardır. Kapatılan Mehterhane'nin ye­rine kurulan alafranga bandonun (Mızıka-yı Hümayun) yanı sıra, sık sık İstanbul'a gelen yabancı opera ve operet toplulukları da, batı müziği etkisini, daha önce hiçbir dönemde olmadığı kadar artırmıştır. Klasik Türk müzi­ği 20. yüzyıl ile birlikte çöküş ve yeni arayışlar dönemine girmiştir.

Müzikte Batılılaşma

Osmanlı Devleti döneminde batı müziğiyle ilk tanışma saray çevrelerinde oldu. III. Selim' den başlayarak II. Mahmud ile bu tanışıklık ve benimseme sürdü. Batı müziği sarayda, ba­tılılaşma düşüncesini benimseyen Türkler ve Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Rum, Ermeni, Yahudi azınlıkları arasında kendine yer edindi. İstanbul ve İzmir gibi bü­yük kentlerde belli eğlence yerlerinde batı müziği çalan topluluklar oluştu. Opera, ope­ret ve konserler dar bir kesimin ilgi gösterdiği müzik gösterileri olarak kaldı. Bazı aileler ço­cuklarına "alafranga" müzik dersleri aldırma­ya başladı. Özellikle batı müziği çalgısı olarak piyano ve keman az da olsa Türk evlerine gir­di ve büyük kentlerde alafranga müzik dersle­ri veren müzikçilere ve öğretmenlere rastlan­maya başlandı.
Cumhuriyet yönetiminin tercihi batı müziği yönünde oldu. 1924'te Ankara'da Musiki Mu­allim Mektebi açıldı. Müzik öğretmeni yetiş­tirmek amacıyla Avrupa'ya sınavla öğrenci gönderildi. İstanbul Belediye'si tarafından 1927'de Şehir Bandosu kuruldu ve bunu baş­ka kentlerdeki bandolar izledi. Halkevlerinin kurulmasıyla da bu kurumların koroları, man­dolin takımları oluşturuldu.
Batı müziği çalışmalarında, Avrupa'da öğ­renim görmüş olan ve sonradan "Türk Beşle­ri" diye tanınan Cemal Reşit Rey, Hasan Fe­rit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun ve Necil Kâzım Akses besteci, öğret­men, orkestra şefi, yazar ve yönetici olarak 1930'lardan başlayarak etkili oldular. Ahmet Adnan Saygun'un Özsoy operası ilk Türk operası olarak 1934'te sahnelendi (bak. Türk Beşleri).
Yeni müzik anlayışının yaygınlaşmasını sağlamak için bazı önlemler alındı. Klasik Türk müziği ve halk müziği yayınlarında rad­yolara kısıtlamalar getirildi. Müzik kuruluşla-nnda da bu tür müziğin eğitim ve öğretimi kaldırıldı. Ama müzik alanında hızlı bir deği­şim sağlamanın kolay olmadığı anlaşılınca bu kısıtlamalar ve engellemeler zamanla kaldırıl­dı. , 1950'de Demokrat Parti iktidara gelene kadar resmi devlet siyaseti batı müziği çalış­malarını destekleyici yönde sürdürüldü. An­kara Devlet Konservatuarı’nın ve Ankara'da operanın açılışı, Gazi Eğitim Enstitüsü'ne bağlı bir müzik bölümünün kurulması, askeri bandocu yetiştirmek için okul açılması 1935–50 yılları arasında gerçekleşmiştir. Ayrıca ye­tenekli çocuklar için özel yasalar çıkartılarak bu çocukların Avrupa'da müzik eğitimi gör­meleri sağlanmıştır.

1950'den sonra ise müzik eğitim ve öğreti­mine biraz daha hoşgörülü bir biçimde yakla­şıldı. Özellikle 1970'lerden sonra klasik Türk müziği, Türk halk müziği, batı etkisi altındaki çağdaş Türk müziği alanlarına devlet daha dengeli bir destek vermeye başladı. Bugün çe­şitli üniversitelere bağlı konservatuarlarda geniş bir alana yayılmış müzik eğitim ve öğre­timi yapılmaktadır. Bu kuruluşlarda klasik Türk müziği, Türk halk müziği ve batı müziği ayrı ve bağımsız birimlerdir.

Türk Müziğindeki Değişimler
Ziya Gökalp’ın bu konudaki düşüncelerine dayanan Cumhuriyet dönemi müzik siyaseti, "yabancı kökenli" ve "geri" diye nitelenen klasik Türk müziğinin bir yana bırakılmasını öngörüyordu. Yapılması gereken, tek gerçek Türk müziği sayılan Türk halk müziği ile batılı sazların, besteleme teknik ve yöntemlerinin kaynaştırılması olmalıydı. Müzik dünyasına belirli yöntemlerle kesin bir yön verilmeye ça­lışılması çeşitli çalkantılara yol açtı. Örneğin Darülelhan'ın klasik Türk müziği bölümü ka­patılarak, İstanbul Belediye Konservatuarı adı altında, yalnızca batı müziği öğrenimi ve­ren bir okula dönüştürülmesi (1926), Cumhu­riyet dönemi Türkiye'sinin müzik dünyasını adeta düşman kamplara ayıran sert bir alaturka-alafranga ya da doğu-batı tartışması baş­lattı. Bu tartışma bugüne kadar sona ermedi. Refik Fersan, Cevdet Çağla, Suphi Ziya Özbekkan, Sadettin Kaynak, Lem'i Atlı, Selahattin Pınar, Münir Nurettin Selçuk gibi yete­nekli besteciler repertuarı belli ölçüde yeni ve çok değerli yapıtlarla zenginleştirdiler. Öte yandan, Rauf Yekta'nın sağladığı müzikolojik zemin üzerinde, Suphi Ezgi ile işbirliği yaparak Türk müziğinin kuramsal temellerini açıklamaya çalışan Hüseyin Saadettin Arel tekseslilik-çokseslilik tartışmasında bir orta yol bulmaya çalıştı. Arel'e göre, klasik Türk müziği yabancı kökenli değildi. Türk halk müziği ile eş kökenli ve onun gelişmiş biçimiy­di. Mutlaka, kendi bünyesine aykırı düşmeye­cek biçimde çokseslendirilmeliydi. Çünkü Türk makam ve usulleri, besteci için çok zen­gin bir kaynaktı. Ayrıca, oluşturulacak yeni Türk müziği batı orkestrasıyla değil, gelenek­sel Türk çalgılarıyla seslendirilmeliydi. Arel bu görüşünü yaşama geçirmek için çok çaba harcadı. Ne var ki, onu destekleyenler içinde, yeterince yetenekli besteci, iyi araştırmacı ve müzikçi yoktu. Öte yandan, özellikle makam­lar ve perdelerle ilgili kuram ve açıklamaları gelenekçi müzikçiler için doyurucu olmamış, alafrangacılar gibi onlar da Arel'in karşısında yer almışlardı. Klasik Türk müziği günümüze kadar, gazinolardaki, daha sonra da radyo ve televizyondaki yerini koruyabilmek için nite­likten günden güne daha çok ödün vererek varlığını sürdürmüştür.
1926'da tüm tekke ve zaviyelerle birlikte Türk müziği için birer akademi niteliği taşıyan Mevlevihaneler de kapatıldı. Aynı yıl İstanbul Belediye Konservatuarı’nda Türk müziği bölümünün de kapatılması Türk müziğinin tü­müyle okulsuz kalmasına yol açtı. Uzun bir dönem boyunca, Türk müziği öğretimi, bir ikisi dışında yetersiz dernek ve öğretmenlerin elinde kaldı. Arel'in İstanbul Belediye Konservatuarı müdürlüğü sırasında yeniden açtı­ğı Türk müziği bölümünde de yalnızca kuram­sal eğitim yapılabildi. İlki 1936'da Ankara'da açılan devlet konservatuarları Türk müziğini kesinlikle dışladılar. Türk müziği yandaşları da, başta Arel'in öğrencileri, ancak 1976'da bir Türk Musikisi Devlet Konservatuarı açıl­masını sağlayabildiler. Gene 1976'da, Nevzad Atlığ'ın ön ayak olmasıyla bir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu kuruldu. 1980'lerde An­kara, İzmir gibi kentlerde de benzeri toplu­luklar oluşturuldu.
Günümüzde klasik Türk müziği üç ayrı grup tarafından temsil edilmektedir. Birinci grup, dinleyici kitlesini elinde tutabilmek için, sanatın özgün yapısını koruma kaygısından uzak, akla gelen her tür yenilikle pazarı yitir­memeye çalışan ve zaman zaman "arabesk"e kayan "piyasacılar"dan oluşur. İkinci grup, Türk müziğinin nitelikli örneklerini titiz ve el­den geldiğince geleneksel tarzda bir icrayla sunmayı ilke edinen Necdet Yaşar, Niyazi Sa­yın, İhsan Özgen, Cinuçen Tanrıkorur, Meral Uğurlu, Bekir Sıtkı Sezgin, Erol Deran gibi sanatçıları kapsar. Üçüncü grubu ise gelenek­le bağı koparmadan sınırlı bir yenileşmeyi amaçlayan Yalçın Tura, Mutlu Torun, Ruhi Ayangil, İhsan Özer gibi müzikçiler oluşturmaktadır.



Ayrıca bakınız:



Saat: 23:20

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık