yunus emre türk devletine nasıl katkı sağlar |
Alıntı:
Yunus Emre; çok sevilen, yüreği sevgi dolu bir mutasavvıf şairimizdir. Yunus Emre, birçok yönden öncü bir insandır. Şiiri açısından Anadolu Türk Edebiyatının kurucusu, kendisinden sonraki Tekke, Divan ve Halk edebiyatlarının (Türk edebiyatının bölümleri) ilham kaynağı, erbab-ı dilin (gönül erbabı) büyük mümessilidir. İlâhîleri asırlardır dillerde dolaşmakta, zikir meclislerinde ehl-i zikri coşturmaktadır. Anadolu’nun İslâmlaşmasında da katkısı çok büyüktür. Ünü, Anadolu sınırlarını aşmış, tüm dünyada büyük bir hayran kitlesi oluşmuştur. Alıntı:
|
yunus emre siirelri yunus emrenin siirleri sadece trk dillerinde okunup ezberlenmiyor,bir cok dilde tercume edilen siirler.butun dunyada okunuyor .onun siirlerine gosterilen ilgiiyi acikla? |
Alıntı:
Yunus EMRE, İslam tarihinin en büyük bilgelerinden olup yaşadığı ve yaşattığı inanç sistemi; Kuran'ın özüne ulaşarak, Tek olan gerçeğin (Allah) sırlarını keşfetme ilmi olan tasavvuf ve Vahdet-i Vücud tur. Bu inanç sisteminde tek varlık Allah'dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir. Hak cihana doludur, kimseler Hakkı bilmez *** Baştan ayağa değin, Haktır ki seni tutmuş Haktan ayrı ne vardır, Kalma guman içinde Dolayısıyla evrende var saydığımız tüm varlıklar onun varlığının değişik suretlerde tecellileri olup kendi başlarına varlıkları yoktur. Bu çokluğu, ayrı ayrı varlıklar var zannetmenin sebebi ise beş duyudur. Beş duyunun tabiatında olan eksik, kısıtlı algılama kapasitesi, bizi yanıltır ve çoklukta yaşadığımızı var sandırır. Ayrı ayrıymış gibi algılanan bu nesnelerin, ve herşeyin kaynağı Allah'ın esmasının (isimlerinin) manalarıdır. Manaların yoğunlaşmasıyla bu "Efal Alemi" dediğimiz çokluk oluşmuştur. Bir adı da "Şehadet Alemi" olan, ayrı ayrı varlıkların var sanıldığı; gerçekte ise Allah isimlerinin manalarının müşahede edildiği alemdeki çokluk Tek'in yansıması,belirişidir. Bu izaha tasavvufta Vahdet-i vücud (Varlıkların birliği,tekliği) denir. Cenab-ı hak varlığını zuhura çıkarmadan evvel gizli bir varlıktı.Bilinmeyen bu varlığa, Gayb-ı Mutlak (Mutlak Görünmezlik),La taayyün (Belirmemişlik),Itlak (Serbestlik),Yalnız vücud, Ümmül Kitap (Kitabın Anası),Mutlak Beyan ve Lahut (Uluhiyet) Alemi de denir. Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken. Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı, Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken. Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken." "Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım. Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım." "Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım." *** ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana Sonra Allah bilinmekliğini istemiş ve varlığını üç isimle belirlemiş taayyün ve tecelli ettirmiştir. 1.Ceberut (İlahi Kudret) Alemi: Birinci taayyün,Birinci tecelli,İlk cevher ve Hakikat-ı MUHAMMEDİYE olarak da bilinir. Yaratıldı MUSTAFA, yüzü gül gönlü safa Ol kıldı bize vefa, ondandır ihsan bana Şeriat ehli ırak eremez bu menzile Ben kuş dilin bilirim, söyler SÜLEYMAN bana 2.Melekut (Melekler) Alemi: İkinci taayyün,İkinci Tecelli,Misal ve Hayal Alemi,Emir ve Tafsil Alemi,Sidre-i Münteha (Sınır Ağacı) ve BERZAH da denir. 3.Şehadet (Şahitlik) ve Mülk Alemi:Üçüncü taayyün,Nasut(İnsanlık),His ve Unsurlar Alemi,Yıldızlar,Felekler (Gökler),Mevalid (Doğumlar) ve Cisimler Alemi diye bilindiği gibi,Arş-ı Azam da bu makamdan sayılır. Tüm bu oluşlar Kuran'ı Kerimde "Altı günde yaratıldı" ayetiyle beyan edilirken Altı günden maksadın mutasavvıflarca ,gün değil hal'e ait olduğu kabul edilir.Bu haller Allahın insanlara lutfettiği görünmeyen şeylerden altı sıfatıdır: Semi,Basar,İdrak,İrade,Kelam ve Tekvin(İşitme,Görme,Kavrama, İrade,Konuşma ve yaratma). Cenab-ı Hakkın Zatına ait bu sıfatların Ademin kutsal varlığında belirmesi,"İnsan benim sırrımdır" sözünün bir hükmüdür.Varlığın başlangıcı ve son sınırı ise Aşk'tır.O yuzdendir ki sayılan bu alemler Aşkın cezbesiyle pervane haldedir. Cenab-ı Hak varlığını,kudret eliyle zuhura getirmiş ve üç isimle taayyün,tecelli ve tenezzül etmiştir.Buna yaratış sanatı (Cenab-ı hakkın kuvvetinden,kudretine hükmederek cemalini ve celalini eserlerinde yani varlık yüzünde göstermesi), Belirme cilvesi (Aşık olması sonucunda batının zahire çıkıp,alemlerin nurlarının ve olayların bilinmesi) ve Birlik oyunu (Zatından sıfatına tecelli etmesi ile kendi varlığını kendinde zuhura getirip,birlik ve vahdetini ahadiyet(teklik) sırrına meylettirmesi) denir. Bunda zaman ve mekan kaydı yoktur.Ancak "An" vardır.Çünki mutlak zaman içersinde batın(gizli),zahire(görünen) cıkıp farkedildikten sonra,alemlerin nurları (ışıkları) ve ilahi olaylar bilinmiştir.Daha sonra şekil ve renkler görülüp,ayrı ayrı unsurları oluşturacak şekilde birleştiğinde isimler meydana çıkmıştır(Mülk mertebeleri ,Cisimler alemi).Ve böylece zahir alem belli olup mutlak varlık bilinmiştir. Mani evine daldık, vücuda seyran kıldık İki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk Yedi gök yedi yeri, dağları denizleri Cenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk Cebnab-ı Hakkın bu alemi yaratmaktan maksadı bilinmekliğini istemesidir.Ortaya çıkan şeylerin belirişine sebebse Adem(İnsan) 'i dilemektir. Varlığa ilahi sıfatlar,sırrına ise Adem denir. |
"Çarh-ı felek yoğidi canlarımız var iken Biz ol vaktin dost idik, Azrâil ağyar iken. Çalap aşkı candaydı, bu bilişlik andaydı, Âdem, Havva kandaydı, biz onunla yâr iken. Ne gök varıdı ne yer, ne zeber vardı ne zir Konşuyuduk cümlemiz, nûr dağın yaylar iken." "Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım. Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden Hakk'dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım." "Bu cihana gelmeden sultan-ı cihandayıdım Sözü gerçek, hükm-i revan ol hükm-i sultandayıdım." *** ADEM yaratılmadan can kalıba girmeden Şeytan lanet olmadan arş idi seyran bana " burada hangi tasavvufi terimlerden yararlanılmış (vaded-i vücud, fenafillah..) ? Yardımcı olursanız sevinirim... |
TÜRK BİLİM ÜSTADI YUNUS EMRE Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz. Benim bir karıncaya ulu nazarim vardır. İlim, kendini bilmektir . Dünyada dertsiz baş olmaz. Derd'olanın ahı dinmez. Cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri. İsteyene ver onları, bana seni gerek seni. Ya Rabbena hayreyle, Muhammed'e yâr eyle, Kabrimizi nur eyle, Kabre vardığım gece. Hoştur bana senden gelen.Ya gonca gül,yahut diken.Ya hayattır,yahut kefen. Nârın da hoş,nurun da hoş.Kahrın da hoş,lütfun da hoş. Ne varlığa sevinirim, Ne yokluğa yerinirim. Aşkın ile avunurum ; Bana Seni gerek Seni. Bir Müminin Kalbin Kırarsan Hakka Eylediğin Secde Değildir. Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi vardır... Sabah mezarlığa vardım, Baktım herkes ölmüş yatar, Her biri çâresiz olup, Ömrünü yitirmiş yatar. Cümleler doğrudur sen doğru isen, Doğruluk bulunmaz sen eğri isen. İyi sözün aslın bilen derdi bu söz nerden gelir Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir Zehirle pişmiş aşı, kim yemeye gelir. Seni sigaya çeken bir molla kasım gelir. Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz. Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak, Cenab-ı Hakka zor gelmez.. Kasdım budur şehre varam Feryâd u figan koparam! Ne elif okudum ne cim, varlığındadır kelecim Gönül kitabından okur, eline kalem almadı. Bundan dahı virdün bize, ol huriyi çüft ü halâl Andan dahi geçti arzum, azmüm sana kaçmağ-i çün. Mevlânâ Hüdâvendigâr bize nazar kılalı Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır. Sabır saadeti ebedi kalır Sabır kimde ise o nasib alır. Kırma dostun kalbini; Onaracak ustası yok. Soldurma gönül çiçeğini; Sulamaya ibrik yok. Ey hayat ırmağından su içenler! Gelin soralım canlara ki güzelliği ne oldu da gidiyor. Ben hep seninim diyordu, şimdi neyi buldu da gidiyor? Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kağıt iki yüzlü! Şimdi kalkıp arzuhalimi yazmaya kimi mahrem kılayım? zulum ile abad olanin akibeti berbad olur. Dünya yalan kardeşim, dünya yalan! Var mı yalan dünyada bakî kalan. Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan. Kırk küpü yerden göğe dizseler, ortadan birini çekeler, var sen seyreyle gümbürtüyü. Elif okuduk ötürü Pazar eyledik götürü Yaratılmışı hoş gördük Yaratandan ötürü. YUNUS EMRE HOŞGÖRÜ Yunus Emre her şeyden önce gönül insanıdır. Sevgi aşığıdır. Onun tek istediği sevgiye bağlı olan her şeydir. İnsanın ilk önce gönlüne önem verir. Bir gönül yıkmayı büyük günah sayar. Buda Yunus Emre’nin Hoşgörü ve insan ve aşk özellikle ilahi aşk üzerine verdiği önemdir.Yunus Emre bu Sevgiyi insanlara Hoşgörüyü yıllar önce dile getirmiş ve uygulamıştır. Çünkü “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” diyerek bütün insanlığı Bütün yaratılmış olan her şeyi sevmemiz gerektiğini söylüyor. İnsanların kimlikleri ve milliyetleri önemli değildir, hatta ve hatta dinleri de önemli değildir Yunus Emre için. Önemli olan yaratılmış olması ve onu da bir yaratanının bulunması yani Yüce Allah tarafından yaratılmış olmasıdır. İnsan değer verilmiş yaratılmıştır. İnsan ne kadar kötü olsa da ne kadar istemediğimiz düşmanımız olsa da Hakkın hatırı için Yaratanının hatırı için sevmek zorundayız, ve biz de bir yaratılmış olduğum z için sevilmek zorundayız. Zaten yine Yunus Emre “Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalamaz” diyerek insanın dünyada ki amacının ne olması gerektiğin açıklıyor. Sevmek Yüce Allah tarafından bize verilmesi en büyük nimettir. Yüce Allah’ı sevmekle kalmayıp ona aşık olmamız gerektiğini de söylüyor. Zaten şiirlerinde ana tema bu yöndedir. Aşksız insanın odundan farkı olmayacağın da söylüyor Yunus’un öğretisi, insanları dostluğa ve kardeşliğe, birbirlerini anlamaya, birbirlerine zulmetmemeye, hoşgörüye, barışa ve sükûna çağırır. Samuel Huntington’un medeniyetler çatışması tezinin ağırlık kazandığı ve onu haklı çıkaracak bir takım nişanelerin görüldüğü şu zamanda, bu çatışmalardan ve dumanlı havadan kaçıp kendimizi Yunus’un deryasına bıraktığımızda, insanoğlunun aslından uzaklaşıp ve aşağıların aşağısına düştüğünü, sevgiden ve şefkatten ne kadar uzaklaştığını farkediyoruz. Ama yine de ümitsizliğe kapılmıyor ve bu sevgi, hoşgörü ve barış fakirlerini Yunus’un iklimine davet ediyoruz. Düşmanını bile dost gözüyle gören ve düşmanlığı içindeki düşmanlık duygusuna karşı kullanmayı öğütleyen Yunus ne güzel demiştir; Biz kimseye kin tutmayız ağyar dahi dosttur bize Nerde ıssızlık var ise mahalle vü şardır bize Adımız miskindir düşmanımız kindir bizim Biz kimseye kin tutmayız kamu âlem birdir bize İnsanları birbirine karşı emniyete, güvene ve asayişe, dürüstlüğe davet ederken, başkaları için tuzak kuran, fenalık ve kötülük düşünenleri uyarırken şöyle seslenir; Zinhâr gönül evinde tutma yaman endişe Berikiyçün kuyu kazan âkıbet kendi düşe İnsanoğlunu, şerre ve fenalığa sevkeden nefis ve şeytanı, en kuvvetli düşman olarak bilen Yunus, şayet kavga edilecekse düşman olarak nefsin yeterli olduğunu ifade ederken; Hakikate bakar isen nefsin sana düşman yeter Var imdi git nefsin ile vuruş savaş tokuş yürü Yunus, kendi mektebinin düsturlarını şiirlerinde tavsif ederken kaba-saba, insanlıktan nasibini almamış, ahlâk ve terbiyeden uzak kimselerin, kabalıkları hatta onların tecavüzlerinin dahi karşısında, İsa peygamberin Kitab-ı Mukaddes’te “sana bir kimse sille vurursa öbür yüzünü çevir” öğüdünde olduğu gibi davranmayı ve buna hiç aldırmamayı tavsiye eder; Dövene elsiz gerek sövene dilsiz gerek Derviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın Sevgi ve hoşgörüyü hayatına hayat yapan Yunus, bir gönül kazanmanın hacca gitmek kadar sevablı ve mühim olduğunu, gönül tahtında Allah’ın bulunduğunu ve bu makamın hiç bir surette incitilmemesi gerektiğini, kalp kırıp gönül yıkmanın Kabetullah’a zarar vermekle eşit, gönül yıkan kimsenin iki dünyadada bahtsız olacağını vurgularken şöyle seslenir; Aksakallı bir koca bilemez hâli nice Emek vermesin hacce bir gönül yıkar ise Gönül Çalab’ın tahtı Çalab gönüle baktı İki cihan bedbahtı kim gönül yıkar ise Yüz kez hacca vardın ise yüz kez kaza kıldın ise Bir kez gönül yıktın ise gerektir çekesin âhı Sorun bana aklı eren gönül mü yeğ Kâbe mi yeğ Ben eydürem gönül yeğdir gönüldür hakkın durağı Cennet maksadıyla yaşamını idame ettiren ve bu hedef için çaba sarfeden âdemoğluna, cennet sermayesinin bir gönlü tamir etmek ve bir kalp ele geçirmek olabileceğini nasihat eder. Bunu, diğer farz olan ibadetlerle aynı tutan Yunus, yetmiş iki milletin dahi elini yüzünü yıkadığını, suretin çok da mühim olmadığını siretin pak, niyetin halisliğinin önemini anlatırken, âşıklar, gerçek sevenler safına sadık bir insan olarak girmenin yolunun kalp çizgisinden ve gönül elde etmekten geçtiğini, hiç bir milleti birbirinden ayırmadan, onları yaratandan dolayı, teh-i kalpten sevmenin vücubunu hatırlatır. İbadet ve taatin de, ancak gönüllere karşı şefkatli ve mihribanca davranmanın neticesinde anlam kazanacağını, bütün insanlığa bir gözle bakmanın ırk, din, renk, milliyet mefhumlarının öne çıkarılmaması gerektiğine inanan bu arif, böyle düşünmeyen kimselerin hakikate karşı durduklarını söyler; Yunus ferâizdir tutgıl gönüller evini yapgıl Hakk bulmayı diler isen gönüllerde kur tuzağı Uçmak uçmak dediğin girmeyi dilediğin Uçmağın sermayesi bir gönül etmek gerek Yetmiş iki millete kurban ol âşık isen Ta âşıklar safında tamam olasın sâdık Bir kez gönül yıktın ise şol kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan Halka müderris ise hakikate âsidir On üçüncü yüzyılın bu hakikat aşığı, insanın dünyaya geliş gayesinin sevgi, muhabbet, barış ve hoşgörmek olduğunu, hiç bir surette kavga ve gürültünün müşkilleri çözmede bir vesile olamayacağını, tanışıp kaynaşmayla meselelerin halledilebileceğini, dünyaya geliş maksadının insanlar arasında fasıl değil vasıl sağlamak olduğunu, fena ender fena olan dünyanın, bu kara kâsenin, süslenip delikanlılara genç görünmeye çalışan dul, ihtiyar kadının hiç kimseye vefa etmediğini ifade ederken, kısa ömürde en kazançlı ve bereketli ticaretin gönül ele geçirmek olacağını söyler; Ben geldim sevgi için gönüller dost avı için Ben gelmedim davâ için gönüller yapmaya geldim Gelin biz tanışalım işi kolay kılalım Sevelim sevilelim dünyada kimse kalmaz Aşık olamayan adem benzer yemişsiz ağaca Türlü türlü cefanın Adını aşk koymuşlar Aşk aşıkı şir eder Aslanı zencir eder Katı taşı mum eder Dervişlik baştadır tacda değildir Kızdırmak addadır saçta değildir İlim kendini bilmektir Dağlar nice yüksek ise yol anın üstünden geçer Dünyada dertsiz baş olmaz Derd’olanın ahı dinmez Cümleler doğrudur sen doğru isen Doğruluk bulunmaz sen eğri isen Bu dünyaya gelen gider Yürü fani dünya sana gelende gülmüş var mıdır Eğer bir müminin kalbin kırarsan Hak’ka eylediğin secde değildir Aklı olan korkmak gerek Nefs elinden hırs elinden Nefstir seni yolda koyan Yolda kalır nefse uyan Sabır saadeti ebedi kalır Sabır kimde ise o nasib alır Eğer hor eğer hürmet Kişiye sözden gelir Zehr ile pişen aşı Yemeğe kim gelir Beni bende demen bende değilem Bir ben vardır bende benden içeri Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz |
Yaşamı Hayatı ve şahsiyeti hakkında pek az şey bilinen Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmaya ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri'nin kurulmaya başlandığı 13. yüzyıl ortalarından Osmanlı Beyliği'nin kurulmaya başlandığı 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir şair ve erendir. Yunus Emre, uzun bir süre Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhında çile doldurmuş ve dergâha hizmet etmiştir. Yunus'un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. yy'ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. Böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî gibi ilim ve irfan önderleriyle birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yûnus Emre, "Risalet-ün Nushiyye" adlı mesnevîsinin sonunda verdiği; Söze târîh yedi yüz yediydi Yûnus cânı bu yolda fidîyidi beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır. Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi'nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır: Vefât-ı Yûnus Emre Müddet-i 'Ömr 82 Sene 720 Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yûnus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-1) yılında ölmüştür. Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan Taptuk Emre'nin dervişidir. Hacı Bektaş ile ilgisi Vilayetname'den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam'a gittiği, Mevlana'yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır. İşlediği konularla Anadolu'da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi. Hece ve aruzla vezinleriyle yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah'la olan ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağının düşünüş biçimini ve kültürünü konuşulan dille, yalın, akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran şairlerinin, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi. Kendisi tekke şiirinin Anadolu'daki ilk temsilcilerindendir. [değiştir]Fikrî ve Edebî Şahsiyeti Yunus Emre, halk diliyle yazılan tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Orta Asyada Ahmed Yesevi ile başlayan halk tasavvuf şiiri; Türkistan, Horasan ve Anadolu'da yüz yılı aşan bir gelişimden sonra, en üstün seviyesine Yunus Emre'de varmıştır. Yunus'un duygu ve düşünce âlemini hazırlayan kültürün kaynağında İslam tasavvufu vardır. Yunus'un bilgi ve düşünce âleminde, Onun yaratılış, varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında duygulu ve hummalı zihin yoruşları vardır ki aynı irfan kaynağından beslenir. Yunus, insan olan herkese karşı; fakir, zengin, Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapmayan, engin sevgiyle bağlıdır. Ondaki insan sevgisi, insan'da Allah'tan bir parça, bir cevher bulunduğu inancındandır. Yunus, işte bu parçanın bütününe yani Allah'a âşıktır. O'nu gönlünde bilmenin heyecanındadır. Bu heyecanı, Musa Peygamber'in konuştuğu çoban kadar saf bir gönülle duyar; aynı saflıkla söyler. Yeryüzünde ömür boyu vatanından uzak kalmış bir insan hüznüyle Yunus'un Tanrı diyarına karşı sonsuz hasret duyması da bundandır. Yunus, ömrü boyunca böyle bir nostalji ile yanmış, şiirlerine bu yanmanın duygusunu yansıtmıştır. Yunus bu duygu ve bilgiyle olgunlaşıp derinleşen, bazen coşkun, bazen rind ve her haliyle cana yakın bir derviştir. Yunus Emre'nin şiirlerinden ve menkıbelerinden insan hayalinde canlanan simasının belli başlı çizgileri bunlardır. Yunus; duymuş, düşünmüş, inanmış ve bütün bu duyuş, düşünüş ve inanışlarını büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştirmeye muvaffak olmuştur. İslami taassubun, üzerinde durmaktan çekindiği birçok iman meseleleri ile cennet, cehennem, sırat ve benzeri gibi kavramlar, onun en zeki ve en hür düşüncelerine mevzu olmuştur. Şiirlerini, eskilerin, sehl-i mümteni dedikleri, her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir. Türbesi Yunus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlar; Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman'da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Aksaray ili Ortaköy ilçesi'nde; Ünye; Kula'da Emre köyü; Erzurum, Tuzcu(Dutçu) köyü; Isparta'nın Gönen ilçesi; Afyon'un Sandıklı ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Ayrıca Tokat'ın Niksar ilçesinde ve Azerbaycan’da Şeki şehrinde de bulunmaktadır. Ayrıca, mutasavvıf Niyazi Mısri de Yunus Emre'nin mezarının (veya makamının) Limni Adası'nda bulunduğunu ifade etmiştir. Mezarı konusundaki tartışma, Karaman ve Eskişehir'deki türbeler üzerine yoğunlaşmışsa da, Hacı Bektaş ile ilgili menkıbe düşünüldüğünde Eskişehir Sarıköydeki türbenin asıl Yunus Emre türbesi olduğu düşünülebilir. Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde Karaman ile ilgili olarak "Kirişçi Baba Camii avlusunda Yunus Emre Hazretlerinin merkadi bulunmaktadır" buyurulur. Eskişehir'de türbesi olduğu iddia edilen alanda, 1949 yılında türbe yapılması amaçlı yapılan kazılarda, 15 kişiye ait iskeletler bulunmuştur. Kazı yapılan alanda iskeletlerin yüzeye çok yakın bir noktada bulunması, bölgenin eski bir mezar yeri olduğu konusunda ciddi şüpheler uyandırmıştır. Yunus Emre'nin şiirlerinde bahsi geçen 23 yerleşim birimi isminden 20 tanesinin şu anda Karaman ili sınırları içerisinde bulunan köy, kasaba, ören yeri isimleri ile birebir aynı olması Yunus Emre'nin bugün Karaman olarak adlandırılan ilin sınırları içersindeki bölgede yaşadığı ve öldüğü varsayımını kuvvetlendirmektedir. [değiştir]"Emre" sözcüğünün anlamı Anadolu’da farklı halk ozanlarının, aşığın ve dervişin isminde yer alan Emre sözcüğünün (örneğin, Yunus Emre, Taptuk Emre) Türkçede "Âşık" anlamına geldiği dilbilim açısından kesinleşmiş durumdadır. Bu kelimenin İmre kavramı ile bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. Türk-Moğol dil bütününde ilaç, ağız, dişilik, işaret bildiren (Am/Em/İm) kökünden türeyen Amramak/Emremek/İmremek fiili âşık olmak demektir ve Emre kelimesi de âşık manası[2] taşır. Amrağ/Amra/Emre dönüşümüne uğramıştır. Anadolu da "imremek" ve "imrenmek" fiilleri bir şeyi çok sevmek, gıpta etmek, aşırı istek duymak[3] manaları taşır. Eserleri Divan Yunus Emre'nin şiirleri bu Divanda toplanmıştır. Şiirler aruz ölçüsüyle ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Fatih nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Yahya Efendi nüshası, Kahraman (Karaman?) nüshası, Balıkesir nüshası, Niyazi Mısrî nüshası, Bursa nüshası diye nüsha (kopya)ları bulunmaktadır. [değiştir]Risaletü'n - Nushiyye 1307'de yazıldığı sanılmaktadır. Eser, mesnevi tarzında yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Eser; dinî, tasavvufî, ahlakî bir kitaptır. "Öğütler kitabı" anlamına gelmektedir. Kaynak: |
Saat: 12:01 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık