MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Cevaplanmış (https://www.msxlabs.org/forum/cevaplanmis/)
-   -   Hz. Muhammed'in örnek ahlakı hakkında bilgi verir misiniz? (https://www.msxlabs.org/forum/cevaplanmis/304261-hz-muhammedin-ornek-ahlaki-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html)

Misafir 17 Şubat 2009 16:01

Hz. Muhammed'in örnek ahlakı hakkında bilgi verir misiniz?
 
Hz. Muhammed'in örnek ahlakı hakkında bilgi verir misiniz?


msxbladxs 10 Şubat 2010 15:56

Hz. Muhammed ‘in (s.a.v.) örnek Ahlakı
Kuşkusuz hem ferdî hem de sosyal bakımdan İslâm’ın ideal ve örnek insanı Hz. Muhammed’dir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm Resûlullah’ın hayat ve şahsiyetini müslümanlar i-çin örnek olarak göstermiş (el-Ahzâb 33/21); bu sebeple ashâb-ı kirâm onun hayatını titizlikle izlemişler; bu hayatı hem bizzat kendi yaşayışlarına örnek almışlar hem de sonraki nesillere büyük bir gayret ve itina ile nak-letmişlerdir. Onun ahlâkı ve şahsiyeti hakkında en önem-li kaynak Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü, Hz. Âişe’nin be-lirttiği gibi (Müslim, “Müsâfirîn”, 139) “Onun ahlâkı Kur’an’dır.” Hadis külliyatıyla siyer, şemâil ve hilye kitapları Hz. Peygamber’in hayatını, bedenî özellikleri-ni ve ahlâkî kişiliğini anlatan hadis ve haberleri ihti-va eder.

Bu kaynakların verdiği mâlumat, yalnızca Peygamberi-miz’in ahlâkını tanıtmak bakımından değil, aynı zamanda hem Asr-ı saâdet toplumunun genel karakteri hakkında bi-ze fikir vermesi hem de bir müslümanın ahlâkî kişiliği-nin nasıl olması gerektiğini göstermesi bakımından son derece önemlidir.
Resûlullah bir defasında kendisini şöyle tanıtmıştı: “Rabbimin katında benim on ismim var: Ben Muhammed’im; Ahmed’im; Mâhî’yim, yani Allah benim vasıtamla inkârcılığı mahvedecektir; ben Hâşir’im, yani Allah kullarını benim i-zimde toplayacaktır; ben rahmet Peygamber’iyim, tövbe Peygamber’iyim, kahramanlık Peygamber’iyim. Ben Mukaffî’yim, yani bütün insanları Allah yoluna yöneltirim. Nihayet ben (insanlığı) kemale erdirenim” (Müslim, “Fezâil”, 126).
Kusursuz bir ifade kabiliyetine sahip olan Resûlullah, hayatı boyunca sadece gerçeği söylemiş ve söylediklerini harfi harfine yaşamıştır. O, daima tatlı dilli, güler yüzlü ve toleranslı olmuş; bununla beraber sözlerini saygı ile dinletmeyi de başarmıştır.
Peygamberimiz toplulukta yemek yemeyi severdi. Yemeğe besmele ile başlar, sağ elini kullanır, tıka basa doyma-dan sofradan kalkar, yemekten önce ve sonra ellerini yı-kardı. Sağlığa zararlı ve dinen haram olan veya kokusuyla çevresindekileri rahatsız edecek şeyleri yemez; bunların dışında hiçbir yemek için “sevmiyorum” demezdi. Sofra kurallarına mutlaka uyar, bu konuda çevresindeki-leri de sabırla ve nezaketle eğitirdi.
İpek elbise giymez, altın yüzük takmazdı. Giyiminde temizliğe ve sadeliğe önem verir, pejmürdelikten hoşlanmazdı. Temizliği “imanın yarısı” sayardı. Bizzat kendisi temiz olduğu gibi bu alışkanlığı etrafındakilere de kazandırmaya çalışırdı. Lüks ve ihtişama önem vermez, geçici sıkıntıları tasa edinmezdi. Diğer müslümanlara da kanaatkâr olmayı, hayata daima iyimser bakmayı telkin ederdi.
Gönlü zengindi. Affetmeyi sever, kimseyi incitmez, düşmanlarının dahi iyiliğini isterdi. Kur’ân-ı Kerîm’de onun bu meziyetinden övgüyle bahsedilir ve şöyle buyurulur: “Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, muhakkak ki insanlar çevrenden dağılır giderlerdi…” (Âl-i İmrân 3/159). O, insanların kusurlarını yüzlerine vurmaz, ten-kitlerini isim vermeden yapardı.
Bir öğünlük yemeğini olmayana verdiği için kendisinin ve ailesinin aç sabahladığı geceler çok olmuş; fakat kendisi ve ailesi, açlığın sıkıntısını iyilik yapmanın ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmanın verdiği mutlulukla altetmeyi bilmişlerdir.
Yeri gelince eşsiz bir yiğit, yeri gelince de son de-rece halim selim idi. Adaleti titizlikle korur; insanla-ra sırf mevki ve makamlarına göre muamele etmezdi. Aksi-ne fakirlerin, kimsesizlerin, yetimlerin, hastaların, gariplerin, çocukların daha çok ilgi ve mutluluğa muhtaç olduklarını bilir ve bunu onlardan esirgemezdi.
Kibirlenmekten nefret eder, kibirle imanın bir kalpte birleşemeyeceğini söyler; kimseye karşı ululuk taslamaz; fakat düşmanları karşısında da ezilip küçülmezdi. Otori-tesini sürdürmek için sunî ve zorlama tedbirlere başvurmaz; meclislerde boş bulduğu yere otururdu. Dalkavukluk-tan nefret ederdi. Kendisine bir ilâh gözüyle bakılması-na asla razı olmaz; kendisinin de bir insan olduğunu, sadece Allah’ın korumasıyla hata ve günahtan kurtulabi-leceğini hiçbir kaygıya kapılmadan samimiyetle ifade ederdi. Halkın arasına katılır; insanlarla olan ilişki-lerini herhangi bir insan gibi sürdürür; hastaları, dostlarını, komşularını ziyaret eder; müslümanların acı ve tatlı günlerini paylaşmaktan geri kalmazdı.
Resûlullah’ın aile hayatı son derece muntazamdı. Eş-lerine saygı gösterir; haklarına riayet eder; hatta ge-celeyin ibadet etmek istediği zaman bile eşinden izin alma inceliğini gösterirdi. Aile bireyleriyle şakalaşma-yı sever, nâdiren vuku bulan aile içi tatsızlıkları an-layışla karşılar, ikazlarını incitmeden, medenîce yapar-dı.
Din ve dünya işleri arasında ideal bir uyum kurması, onun en önemli özelliklerinden ve başarısının sebeple-rinden biridir. Bir hıristiyan olan müsteşrik M. G. Demombynes, Muhammed (s. 599-600) isimli önemli eserinde, İslâmiyet’in Hıristiyanlığa üstünlüğünü ve Hz. Peygamber’in başarısının sebeplerini şöyle anlatıyor: “Îsâ’nın vaazında öbür dünya için hazırlık, bu dünyanın nimetle-rinden vazgeçmekle başlar. İslâm’da ise kesinlikle böyle bir şey yoktur… İslâm’a göre, iyi bir şekilde kullan-mak şartıyla hiçbir nimet kötü değildir.”
Bazı sahâbîler, ebedî kurtuluşlarını kazanabilmek i-çin geceleri hep namaz kılacaklarını, gündüzleri oruç tutacaklarını, evlenmeyeceklerini, evli olanlar eşlerine yaklaşmayacaklarını söylemişlerdi. Hz. Peygamber bu gelişmeyi duyunca onları şu sözlerle uyardı: “Sizin şöyle şöyle söylediğinizi duyuyorum. Bakın, yemin ederim ki ben, Allah’a hepinizden daha çok saygılıyım. Bununla birlikte oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler de. Namaz da kılarım, uyku da uyurum. Kadınlarla da evlenirim… Kim benim sünnetimden (yolumdan) yüz çevirirse benden yüz çe-virmiş olur” (Buhârî, “Nikâh”, 1). “Dünyada zühd içinde ol-mak, helâli haram saymak değildir” (Tirmizî, “Zühd”, 29).
Kur’an Allah elçisini “güzel örnek” olarak gösteri-yor. Muhammed Hamîdullah’ın dediği gibi, “Şayet Hz. Muhammed, insanın dünya hayatını, zevklerini tamamen red-deden, bunlardan uzak kalan bir melek hayatı sürdürmek isteseydi, onun sürdürdüğü bu hayat, insanlar için ölü doğmuş bir kural olarak kalacaktı” (İslâm Peygamberi, II, 664). Nitekim Roma’nın barbarlaştırdığı Hıristiyanlık dünyaya hâkim olsa bile, Îsâ’ya nisbet edilen Hıristi-yanlık kilise hatta mânastırların duvarlarını aşamamış-tır.
Resûlullah’ın diğer bir önemli özelliği, Kur’an’ın deyimiyle “insan-peygamber” oluşudur (el-İsrâ 17/93). O-nun ebedî mesajına göre, kendisi de dahil olmak üzere, “Bütün insanlar hata eder; hata edenlerin en hayırlısı ise tövbe edenlerdir” (Tirmizî, “Kıyâmet”, 49). En mükemmel insanın hayatında bile iyilik-kötülük mücadelesinin bit-tiği bir son nokta yoktur. O sebepledir ki, kendisine “Yaşlandınız, yâ Resûlellah!” denildiğinde o, “Beni Hûd ve Şûrâ sûreleri yaşlandırdı” (Tirmizî, “Tefsîr”, 56, 6) buyurmuşlardır. Çünkü her iki sûrede de, “Sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11/112; eş-Şûrâ 42/15) denilmektedir. Fahreddin er-Râzî’nin de belirttiği gibi bu âyet, ahlâkî hayatın kolay olmadığını gösterir. Zira bir ömür boyu doğruluk çizgizinden sapmadan ilerlemek, Kur’an’ın deyimiyle, bu “sarp yokuşu tırmanabilmek” zor, zor olduğu kadar da kutsal bir çabadır.
İslâm dini prensip olarak Hıristiyanlık’ta olduğu gi-bi, Hz. Peygamber de dahil olmak üzere, hiçbir insanı ilâhlık mertebesinde hatasız kabul etmemiştir. Bu yüzden Peygamberimiz, sık sık tövbe ve istiğfar ettiğini söy-ler; iyilik yolunda sebat ettirmesi, ahlâkını güzelleş-tirmesi için Allah’a dua ederdi (meselâ bk. Müslim, “Müsâfirîn”, 201; Nesâî, “İftitâh”, 16, 17).
Hz. Muhammed, Allah tarafından ebedî risâletle görev-lendirilmiş olmak bakımından en büyük şeref ve imtiyaza mazhar olmuştur. Bunun yanında o hem bir insan ve kul olarak hem de kendi deyimiyle “ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderilmiş” bir rehber olarak bütün ömrü-nü erdemli yaşamaya adamış olmak bakımından da en seçkin insandır ve bu yüzden “üsve-i hasene” (güzel örnek)dir.
Onun en yüksek ve örnek faziletlerinden biri de ken-disini kanunlar üstü görmemesidir. Kur’ân-ı Kerîm’de de-falarca ona, kendisine vahyedilene uyması emredilmiştir. Zümer sûresinin 12. âyetinde ona verilen bir tâlimat o-lan, “Ben müslümanların ilki olmakla emrolundum” şeklinde-ki ifade, onun ahlâk ve fazilette de öncü ve örnek olma-sını gerektirir. Bu sebepledir ki, Kur’ân-ı Kerîm’deki pek çok emir ve yasak doğrudan ona hitap eder.



Saat: 17:50

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık