MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Dinler Tarihi (https://www.msxlabs.org/forum/dinler-tarihi/)
-   -   Muhyiddin İbn Arabi (https://www.msxlabs.org/forum/dinler-tarihi/330634-muhyiddin-ibn-arabi.html)

ThinkerBeLL 31 Ağustos 2010 21:37

Muhyiddin İbn Arabi
 
1 ek
Muhyiddin İbn Arabi (1165 - 1239)
MsXLabs.org & Vikipedi, özgür ansiklopedisi

Abū `Abd Allah Muhammad b. `Ali b. Muhammad b. al-`Arabi al-Hātimī al-Tā’ī, kısaca Muhyiddin ibn Arabi de denir (1165 - 1239), ünlü mutasavvıf, İslam düşünürü ve şairidir.

Alıntıdaki Ek 23171

Hayatı
Muhyiddin İbn-i Arabi, Muvahhidun döneminde 27 Ramazan 560
'da Mursiye (Murcia), İspanya'da doğdu. Bilinmeyen bir sebeple 8 yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye'ye (bugünkü Sevilla) geldi (muhtemelen babasının memuriyeti nedeniyle). Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Yakın cedleri hakkında fazla bir şey bilinmiyorsa da, anne ve baba tarafından nüfuz ve itibar sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor. Akrabaları arasında tasavvufî bilgilere sahip kimseler vardı. Dayısı Ebû Müslim el-Havlânî de, kutubların büyüklerinden sayılır.
İlk tahsilini bu şehirde yaptı, uzun bir süre burada kaldı. Çocuk yaşlarında 'Ahmed İbnu'l-Esirî' adında genç bir Sufi ile arkadaş oldu. İbnu'l-Arabî, bu tahsil sırasında bir aralık Halvet'e çekilmiş her sahada ve özellikle tasavvufî marifetler sahasında hiçbir şey bilmezken ve bu hususta hiçbir kitap da okumadan, keşif ve keramet yoluyla birçok şeylere muttali olarak halvetten çıktı.
Endülüs'de bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıktı. Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış alim ve şeyhlerle görüştü. 1182'de İbn-i Rüşd ile görüştü. Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu İbnu Rüşd’ün bilginin akıl yoluyla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. 17 yaşındaki genç Muhyiddin gerçek bilginin sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşf yoluyla elde edilebileceğine inanmıştı.
Bu senelerde 'Şekkaz' isminde bir şeyhle tanıştı. Bu zat küçük yaşlardan itibaren ibadete başlayan, Allah korkusu taşıyan, hayatında bir kerecik olsun ‘ben’ dememiş olan ve uzun uzun secde eden bir kimsedir. Muhyiddin o ölene kadar onunla sohbete devam etti. 1182-1183'de İşbiliyye’ye bağlı Haniyye’de 'Lahmî' isimli bir şeyhden, bu zatın adını taşıyan bir mescidde Kur'an dersi aldı.
1184 - 1185'de Ureynî isimli bir şeyhle tanıştı. Eserlerinde ondan 'ilk hocam' diye bahseder ve çok faydalandığını söyler. Ureynî, Ubudiyet kulluk meselesinde derin bir bilgiye sahipti. Bu yıllarda 'Martili' adlı bir şeyhten de istifade etti. Ureynî ona,
'Sadece Allah’a bak.'
derken Martilî
'Sadece nefsine bak, nefsin hususunda dikkatli ol, ona uyma'
diye öğüt vermişti. Martilî'ye bu zıt önerilerin içyüzünü sordu. Bu zat, kendi nasihatinin doğruluğunda ısrar edecek yerde,
'Oğlum, 'Ureynî'nin gösterdiği yol, doğru yolun ta kendisidir. Ona uyman lazım. Bizim ikimiz de, kendi halimizin gerekli kıldığı yolu sana göstermiştir.'
dedi.
Bu yıllarda İşbiliyye
'de Kordovalı Fatma adında yaşlı bir kadına (tanıştıklarında 96 yaşındadır) 14 sene hizmet etti. Bu kadın, erkek ve kadınlar arasında müttaki ve mütevekkile olarak temayüz etmişti. Çok iyi bir kimseyle evliydi. Yüzü o kadar güzeldi ki, İbn Arabi onun yüzüne bakmaktan utanırdı.
1189'da Ebu Abdullah Muhammed eş-Şerefî adında biriyle tanıştı. Kendisi doğu İşbiliyye
'li olup, Hatve ehlindendi. Beş vakit namazını Addis Camii'nde kılardı. İbadete aşırı düşkünlüğünden namaz kılmaktan ayakları şişerdi.
Arabi, İşbiliyye
'deyken (miladi 1190) hastalandı. Okuma kabiliyyetini kaybetti. İki yıl bu halde kaldıktan sonra 589'da (Hicri) Sebte Şehri'ne giderek orada ahlak makamına erdiğini söylediği İbnu Cübeyr ile tanıştı. Bir süre sonra İşbiliyye’ye döndü. Aynı yıl Tlemsen'e geldi. Burada Ebu Medyen (ö. 594) hakkında gördüğü bir rüyayı anlatacaktır.
1196'da Fas
'a gitti. Orada yaptığı seyahatler sırasında büyük şöhret kazandı. 1198'de tekrar Endülüs'e geçti. Gırnata Şehri dolaylarındaki Bağa kasabasında Şekkaz isimli bir şeyhi ziyaret etti. Onun tasavvuf yolunda karşılaştığı en yüce kimse olduğunu söyler. 1199 - 1200'de ilk defa Hac için Mekke’ye gitti. Orada el-Kassar (Yunus ibnu Ebi'l-Hüseyin el-Haşimi el-Abbasi el-Kassar) isimli bir şahısla sohbet etti. Hac'dan sonra Mağrib'de, oradan da Ebu Medyen'in şehri olan Becaye'de bulundu. Bir süre sonra tekrar Mekke'ye geldi ve "Ruhu'l-Quds", "Tacu'r-Rasul" adlı eserlerini yazdı.
1204'de Medine, Musul ve Bağdad'da bulundu. Musul'da, "et-Tenezzülatu'l-Musuliyye" yi yazdı. Musul
'dan ayrıldıktan sonra Konya'ya geldi. Orada tanıştığı Sadreddin Konevi'nin dul annesi ile evlendi. Konya'da iken "Risaletü'l-Envar"ı yazdı. Selçuk Meliki tarafından hürmet ve ikram gördü. Sonra Mısır'a geçti. Orada Futuhat-ı Mekkiye'deki sözlerinden ötürü Mısır uleması tarafından hakkında verilen idam fetvasıyla yüz yüze gelince gizlice oradan kaçtı. Tekrar Mekke’ye geldi ve burada bir süre kaldı. Mekke'de el-Futuhatu'l-Mekkiyye, Fusus'u rüyada gördüğü Peygamber'in emriyle ve onun istediği şekilde yazdığını, bu eserin önsözünde belirtir.
"Veliler bilgilerini, peygambere vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan almaktadırlar."
Bağdad ve Halep'de bir süre dolaştıktan sonra 612 (miladi 1215)'de tekrar Konya’ya geldi. 617'de Şam'a yerleşti. Zaman zaman civar şehirlere seyahatler yaptı. 638’de 22 R. Evvel'de (1239) Şam'da öldü. Kabri Şam şehri dışında Kasiyun Dağı eteğindedir. 1516 yılında Sultan Selim, Şam'ı Osmanlı toprağı yaptığında oraya türbe, camii ve imaret inşa ettirdi. Medfun bulunduğu türbenin kubbesinde -İbn Arabi'nin kendisine ait olduğu iddia edilen-
'Bütün yüzyıllar yetiştirdikleri büyük insanlarla tanınır, benden sonraki yüzyıllar benimle anılacak.'
mealindeki bir beyit yazılıdır.

Muhyiddin İbn Arabi ve Ekberi Öğretisi
Varlık birliği (Vahdet-i Vücud) öğretisinin baş sözcüsü olmakla birlikte kendisinden sonra Vahdet-i Vücud görüşünü benimseyen sufiler için Muhyiddin İbn Arabi'nin lakaplarından olan Şeyh-i Ekber'e atıfla Ekberî sıfatı kullanılmıştır. Her ne kadar varlığın bir olduğunu kabul etmiş olsalar da Ekberi sufiler kimi görüşlerinde farklılıklar sergilemişlerdir. Örneğin Abdülkerim el-Cili ve Sadreddin Konevî her ikisi de Ekberî olmakla birlikte özgün görüşleri de olan ve başlı başına bir sufi metafiziği ve felsefesine sahip olan düşünürlerdir.


Doktrini

İbn Arabî'nin inançlarının merkezini Vahdet-i Vücud ve dinlerin birliği düşüncesi oluşturur. İlk defa nüve şeklinde Hakim-i Tirmizî'de açığa çıkan Vahdet-i Vücud insanı, İbn Arabî'de zirvesine ulaşır. Bu son duruma göre Yaratan ve yaratılan iki varlık vardır. Ancak bu ayrılık sadece isimdedir. Gerçekte bunlar aynı varlıklardır. Tanrı ile Kâinat bütünleşmiş tek varlık halindedir. Bu nedenle Vahdet-i Vücud'cu için görünen, hissedilen alemden başka varlık yoktur. Buna ise Tabiat veya Tanrı denmek farketmez. Nasıl olsa iki ayrı isim de aynı şeyi ifade eder. İbn Arabî'nin sistemleştirip sunduğu bu inancı daha iyi anlayabilmek için söz konusu inancın sonraki taraftarlarının ifadelerini de dikkate almak yararlı olur. Varlığın birliğine inananlara göre, hulûl düşüncesi çok aptalca bir iddiadır. Zira hulûlun olabilmesi için iki ayrı varlığın olması gerekir. Halbuki bütün varlık birdir ve bir olan şeyde hulûl olmaz, imkânsızdır. Bu düşünce mensuplarından en önemli şahsiyet Arifuddin el-Tilemsânî'dir. O, Kur'ân'ın tamamıyla şirkle dolu olduğunu iddia edecek kadar Vahdet-i Vücud'cudur. İddiasını şöyle savunur: Kur'ân, yaratan-yaratılan ayrımı yapmaktadır ki, Bir'den başkasının varlığını kabul şirktir. "Varlıkta ancak Allah vardır", veya "Varlıkta ancak bir vardır: Suyun rengi kabının rengidir." diyen İbn Arabî, bu sözleriyle inancını ifade ederken Kur'ân âyetlerini de hiçbir kural tanımaz tavırla yorumlamaktan çekinmez. Bazıları safi küfür olan bu itikadı yumuşatmak için şöyle yorumlara bile gittiler ki bunların da ondan hiçbir farkı yoktur:
Muhyiddin İbn Arabi’den önce ifadeleri olsa da onun tarafından sistematik bir şekilde dile getirilip ortaya konulduğu için ona atfedilen Vahdet-i Vücud teorisi varlığın aşkın birliğini ifade eder. Ancak bu anlaşılması zor bir konu olduğu için onun marifet ilmiyle ortaya koyduğu metafizik doktrinleri sıradan bir felsefe gibi ele alınmış salt bu nedenden ötürü geçmiş dönemlerde zındıklıkla suçlandığı gibi maalesef modern dönemlerde de tamamen farklı şekillerde anlaşılıp panteist, monist ve hatta tabiat mistiği olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Oysa ki “Vahdet-i Vücud” düşüncesi şu şekilde belirtilebilir; 'la mevcude illallah' yani varlık bir ve tek olan aynı şeydir. Varlık kendini, en temel beş merhalede açar. Tanrı, evren, akıl ve insan bu varlığın sonsuz tezahürlerindendir. Varlık, Mutlak Gayb merhalesinde ne kendinde ne de diğer tezahürleri için bilinemezdir. Vahdet-i Vücud düşüncesinde; kendinden ibaret olan Zat her ne kadar tasavvur ve idrak edilemez olarak mutlak aşkın ve değişimin dışında olarak nitelendirilse de tasavvuf ıstılahında taayyün denilen kendini belirleme halinde belirli modelleşmelere sahiptir. Yani esasta Mutlak Teklik düzleminde kendinden başkası olmayan bir hiçliğe, Ahadiyete sahipse de bir olma (Vahdaniyet) düzleminde kendinde gördüğü ve bildiği sıfatlar söz konusudur. Ancak bu sıfatlara “O’dur” denilemeyeceği gibi, “O değildir” de denilemez. Bu İbn Arabî’nin şu ifadesinde gözlemlenebilir: “O, birliksiz bir (Vahid) ve tekliksiz tektir (Ahad).”

İbn Arabi'ye Yönelik Eleştiriler
İbn Arabi varlığın birliği dolayısıyla varlığın Tanrı olduğunu söylemesi sebebiyle hem bazı fakihler, kelamcılardan hem de bazı sufilerden bazıları ılımlı bazıları sert eleştiriler almıştır. İbn Arabi'nin bu yaklaşımının yaratıcı ve yaratık arasındaki ikiliği kaldırdığı dolayısıyla dinin gerektirdiği emir ve yasakları ihlal etme veya küçümsemeyle sonuçlanacak etkileri olabileceği düşünülmüş ve kimi eleştirmenler bunun önüne geçebilmek amacıyla insanların İbn Arabi'nin kitaplarını okumalarının yasaklanmasını savunmuş, kimileri de şeyhin kafirliğine hükmetmiştir. İbn Arabi'nin görüşlerine katılmayan ancak onu kafirlikle suçlamayanlar da eserlerinin tevili yani yorumu gerektirdiği ve bu yorumu bilmeyenler tarafından okunmasının doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Akademik, ilmi çevrelerde doğru olmadığı bilinmekle birlikte halk arasında İbn Arabi'nin eserlerinin onun tarafından yazılmadığı dahi söylenebilmiştir.
İbn Arabi'nin en sert eleştirmenlerinin başında gelen kişi Hanbeli mezhebi geleneğinden beslenen alim İbn Teymiyye'dir. Arabi'nin vefatından yirmi sene sonra Harran'da doğan İbn Teymiye Arabi'nin görüşlerini kıyasıya eleştirmiştir.
Hanefiler’den Ali el-Qarî, İbn Teymiyye’yi savunarak İbn Arabi hakkında sert eleştirilerde bulundu. Bu Eleştiriler İsmail Fenni Ertuğrul tarafından göğüslenmeye çalışıldı. Burhaneddin Ebu
'n-Nasr Parsa, Fusus için Can, Fütühat için gönül tabirini kullanır.
'… Şu halde o ezelî olan insan (şekliyle) hadis, zuhur ve neş’eti bakımından ebedî ve daimi'dir.' (Fass-ı Âdem’den)
Alem'in kıdem'i inancını savunan bu sözü zahirî mütekellimlerce küfür sayılmıştır. Eğer Fikirlerinde bir Değişme meydana gelmemişse Futuhat’ta savunduğu tez'in ışığında bu söz'ü anlamak gerekir.
Futuhatta araz olduğunu söylediği Alem’in Fusus’ta insan söz konusu edildiğinde A’yan-i Sabite yani Allah’ın İlmi'nde olan Sureti (Suver-i İlmiye) yönüyle ezeli olduğunun (Feyz-i Akdes) savunulduğu görülür. Çünkü O’nun ilmi kadimdir.
Bu yoruma imkân veren gerekçe, bir Şey'in hem hadis, hem de ezelî olacağının söylenmesinin mantıklı olmamasıdır. Fusus’taki cümleden anlaşılan mana, Alem'in bir itibara göre hadis (Feyz-i Mukades), diğer bir itibara göre de ezelî olması gerektiğidir (Feyz-i Akdes).
Aliyyu’l-Qarî, bu sözün açık bir küfür olduğunu söyler. Çünkü insanın zat ve sıfat'ı ancak, Hulul ve İttihat ve Vucudiyye (Panteizm) Mezhebi'nce Allah’ın aynı ve sıfatı kabul edilir.
İsmail Fenni ise bu metni şu anlamda okuyarak Aliyyu’l-Qarî’ye katılmaz:
Bu sözler'den maksat, Allah ilahî isimlerin suretleriyle bize göründüğünden, biz kendimizi, O’nun bizde Zahir olan Sıfatlar'ı üzerine biliriz. Hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar, kelam gibi, kendimize nisbet ettiğimiz sıfatları, O’na nisbet ederiz. Yani bizde Zahir olan ilahi sıfatlar'la, bizim sıfatlanmamız sebebiyle, biz o sıfatlar'la Hakk’ı vasıflandırıp, kendimize nisbet ettiğmizi, O’na nisbet ederiz demektir. Gerçi bu sıfatları Allah da kendisine nisbet etmiştir. (9/et-Tevbe 104, 56/el-Vakıa 63).
Molla Cami, bir Bağdad Şeyhi'ne dayanarak O’nun 500 kadar eseri olduğunu nakleder. Kendisi dostlarının yardımıyla tasnif ettiğini söylediği firhistinde çoğu tasavvufla ilgili olan 250’yi geçmeyen eserini sayar. En büyük eleştiriyi de ‘Fususu’l-Hikem’ dolayısı ile aldığını söyler. Ona göre onun ıstılahlarını anlamadan, tenkidlerin düşünülmeden veya bir başkasının farkındaki söz ve tenkidleri göz önünde bulundurularak yapılmaktadır bu eleştiriler. O çözümü şu tavsiyelerde arayacaktır:
a) Şeriat'a Aykırı olduğunu zannettiğimiz bir söz nakledilirse, naklin sıhhatli olup olmadığına bakarız. Sıhhatli değilse, bu sözün o kişi tarafından söylendiği iddiasını reddederiz.
b) Te’vil’e imkan buluyorsak te’vil eder, aksi taktirde ‘Tasavvuf Ehli katında belki Te’vil'i vardır’ demeliyiz.
c) Bu sözler sekir halinde söylenenler cümlesindedir diyerek, anlayamadığımızı beyanla o söz ile Amel etmemeliyiz.’

Eserleri
Nefahat'a göre, Bağdad Uleması’ndan birisi Muhyiddin üzerine bir kitap te'lif etmiş ve bu kitapta Musannefat’ının 500’den fazla olduğunu söylemiştir. İbnu'l-Arabî'nin eserlerinin sayısı kendine de malum değildi, denir. Hayatında dostlarının isteği üzerine birkaç defa bunların fihristini yapmak istedi. Bu fihristler birbirinden ayrı 3 yazma halinde bugüne geldi. Bugüne gelenlerin bazıları:


  • Fütûhat-ı Mekkiyye fi Esrâri'l-Mahkiyye ve'l Mülkiye, Kendi el yazısı ile olan nüsha, Türk-İslam Eserleri Müzesi no. 1845-1881'dedir. Bu nüsha 31 cilt halinde tertib edilmiştir.
  • Fusûsu'l-Hikem, Türkçe’ye çevrildi, Molla Cami, Hoca Muhammed Parsa'nın "Füsûs" için, "can", "Fütûhat" için "gönül" dediğini rivayet eder.
  • Kitabu'l-İsra ilâ Makâmi'l-Esrâ,
  • Muhadaratü'l-Ebrâr ve Müsameretü'l-Ahyâr,
  • Kelamu'l-Abâdile,
  • Tacu'r-Resail ve Minhacu'l-Vesâil,
  • Mevaqiu'n-Nucûm ve Metali' Ehilletü'l-Esrar ve'l-Ulûm,
  • Ruhu'l-Quds fi Münasahati'n-Nefs,
  • et-Tenezzülatü'l-Mevsiliyye fi Esrari't-Taharat ve's-Salavat,
  • Kitabu'l-Esfar,
  • el-İsfar an Netaici'l-Esfar,
  • Divan,
  • Tercemanu'l-Eşvak,
  • Kitabu Hidayeti'l-Abdal,
  • Kitabu Taci't-Terâcim fi İşarati'l-İlm ve Lataifi'l-Fehm,
  • Kitabu'ş-Şevâhid,
  • Kitabu İşarati'l-Qur'an fi Âlaimi'l-İnsan,
  • Kitabu'l-Ba'.
  • Nisabü'l-Hiraq,
  • Fazlu Şehâdeti't-Tevhîd ve Vasfu Tevhîdi'l-Mükinîn,
  • Cevâbü's-Sual,
  • Kitabu'l-Celal ve hüve Kitabu'l-Ezel,
İngilizce'ye Çevrilen Eserleri
  • Commentary on Tirmidhi's Hadith Collection (book)
  • The Bezels of Wisdom (Fusus al-Hikam) , often described as his Magnum Opus.
  • The Meccan Illuminations (Al-Futuhat al-Makkiyya), his largest work discussing a wide range of topics from mystical philosophy to Sufi practices and records of his dreams/visions.
  • The Diwan, his collection of poetry spanning five volumes, mostly unedited.
  • The Holy Spirit in the Counselling of the Soul (Ruh al-quds), a treatise on the soul which includes a summary of his experience from different spiritual masters in the Maghrib.
  • Contemplation of the Holy Mysteries (Mashahid al-asrar), probably his first major work consisting of fourteen visions and dialogues with God.
  • Divine Sayings (Mishkat al-anwar), an important collection made by Ibn Arabi of 101 hadith qudsi
  • The Book of Annihilation in Contemplation (K. al-Fana' fi'l-mushahada), a short treatise on the meaning of mystical annihilation (fana).
  • Devotional Prayers (Awrad), a widely read collection of fourteen prayers for each day and night of the week.
Türkçe'de İbn Arabi'nin Eserleri ve Üzerine
  • İbn Arabi'de Sembolizm, Tahir Uluç, İnsan Yayınları
  • İbn Arabi Anısına, ed. İbrahim Medkur, Çev: Tahir Uluç, İnsan Yayınları
  • Fusus'ül-Hikem, çev. Ekrem Demirli, Kabalcı Yayıncılık
  • Fütuhat-ı Mekkiye, çev. Ekrem Demirli, I.-VI. Cilt Litera Yayıncılık
  • Fususu'l - Hikem Tercüme ve Şerhi I, Ahmed Avni Konuk, Hazrılayan: Doç. Dr. Selçuk Eraydın, IV cilt, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı
  • Suad El-Hakim, İbnü'l Arabî Sözlüğü, Çev: Ekrem Demirli, Kabalcı Yayınları
  • Claude Addas, İbn Arabi-Kibriti Ahmer'in Peşinde, Çev: Atila Ataman, Gelenek Yayınları
  • Michel Chodkiewicz, Sahilsiz Bir Umman: Muhyiddin İbn Arabi, Çev: Atila Ataman, Gelenek Yayınları
  • Şeyh Mekki Efendi ve Ahmed Neyli Efendi, Yavuz Sultan Selim'in Emriyle Hazırlanan İbn Arabi Müdafaası, Gelenek Yayınları
  • Seyfullah Sevim, İslam Düşüncesinde Marifet ve İbn-i Arabi, İnsan Yayınları
  • İsmail Fenni Ertuğrul, Vahdeti Vücud Ve İbn Arabi, Hazırlayan: Prof. Dr. Mustafa Kara, İnsan Yayınları
  • Mustafa Fevzi, Vahdet-i Vücud Meselesi, Hece Yayınları
  • Metin Yasa, İbn Arabi ve Spinoza’da Varlık, Elis Yayınları
  • William Chittick, Hayal Âlemleri, İbn Arabi ve Dinlerin Çeşitliliği Meselesi, çev: Mehmet Demirkaya, Kaknüs Yayınları
  • Arzuların Tercümanı, İz Yayıncılık
  • Fenâ Risâlesi, İz Yayıncılık
  • Fenâ Risâlesi - Arzuların Tercümanı, İz Yayıncılık
  • Marifet Kitabı, İz Yayıncılık
  • Marifet ve Hikmet, İz Yayıncılık
  • Nurlar Hazinesi, İz Yayıncılık
  • Tedbirât-ı İlâhiyye -Tercüme ve Şerhi-, İz Yayıncılık


CeLebRindaL 22 Aralık 2011 17:40

Muhyi'ddin Arabi (1165 - 1240)


Muhyi'ddin Arabi 17 Ramazan 560 (1165) tarihinde Endülüs’ün Mürsiye şehrinde doğdu. Sekiz yaşında babasıyla beraber İşbiliye (bugünkü Sevilla)- ya geldi. Henüz çocuk denecek yaşta kendisiyle görüşen İbn Rüşd, onunla görüştüğünden son derece memnun kalmıştı. Birçok şeyhlerden istifade eden İbnu’l-Arabi’nin ilk şeyhi, okuması yazması olmayan fakat maneviyatta çok ileri mertebelere yükselmiş olan Ebu Ca’fer al-‘Uryani’ dir. Bundan başka 55 şeyhten feyiz almıştır.

Arabi 590 (1194) yılında seyahate başlamış, Tunus’a gelmiş 591 (1195) te Fas’a geçmiştir. 595 (1199) da Kurtuba’da İbn Rüşd’ün cenaze merasiminde hazır bulunmuş, 597 (1201) de Mağrib şehirlerinde gezmiş, ertesi yıl hac gayesi ile Mısır’a gelmiş, Kahire’de Takiyyu’d-din Abdurrahman’ın elinden Hızır’ın hırkasını giymişitir. Mısır’dan Kudüs’e geçmiş buradan da yaya olarak Mekke’ye varmış, 598 (1202) yılı hac farizasına yetişmiştir. İki yıl Mekke’de kalmıştır…

601 yılı hac mevsimi sonunda Anadolu hacılarının daveti üzerine onlarla birlikte Bağdad üzerinden Anadolu’ya gelmiştir. Malatya’da hacdan beraber geldiği Mecdu’d-din İshak’ın evinde kalan İbnu’l-Arabi, onunla beraber Konya’ya gitmiştir. Daha sonra Bağdad’a uğrayıp 602 (1205) te Kudüs civarında, 12 Şaban 603 (22 Mart 1207) de Mısır’da, 604 (1208) de Mekke’de bulunmuştur. 606 (1209) da Konya’da Risaletu’l-Envar’ı yazmıştır. İki yıl sonra 608’de Bağdat ve Halep’te bulunmuştur. 612 (1215) de Konya Aksaray’a gelmiş, aynı yılın Ramazan ayında Sivas’ta bulunmuştur. Daha sonra Malatya’ya gelmiştir. Burada dostu Mecdu’d-din İshak’ın oğlu Sadreddin Konevi’yi yetiştirmeye başlamıştır. Oğlu Sadu’d-din Muhammed 618 de burada doğmuştur. Nihayet 627 yılında Şam’a yerleşmiştir.638 (16 Ekim 1240) tarihinde 78 yaşında iken vefat etmiş, Kasiyun Dağı eteğinde bulunan türbesine defnedilmiştir.
Kimkimdir



Saat: 14:35

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık