yurtta barış dünyada barış ilkesi ile güncel örnekler |
bu söz , tüm devletlerle barışl içinde yaşamamız gerektiğini anlatıyor. |
ya lütfen acil yurtta barış dünyada barış ile ilgili örnek gönderin |
'dünyanın saygıyla anıldığı nice milleylere ihlam kaynağı olan mustafa kemal atatürk'ün çok güzel bir sözüdür. barışçıl bir toplum barışçıl bir lider oldu çok güzel vurgulanmıştır.yalnız atatürk'ün keskin zekası bu kelimeden söyle bir tehtikar anlam uüklemiştir . kelimeleri kılı kırk yararcasına ırdeleyendünya liderin;eğer bnim yurdumda barış (sulh) olursa dünyada barış da (sulh) olur. bu cümleyi bugün biz anlamasakta türkiye ile ilgili planları olanlar bunu iyi anlıyorlar.' (kendı sözüm) Lise bir örencisiyim sorusu olan sorabılır :) |
bize örnekler lazm arkadaşlar örnek bilenvarsa söylesin |
Yurtta barış ve Dünyada barış politikası, Türk Millî politikasının önemli parçalarından biridir ve Türk Milleti’nin dinamik idealine kavuşmasını öngörmektedir26. Bu bir ilkedir. Bu ilkenin kararlı bir şekilde uygulanmasının Türkiye’ye uluslararası alanda olumlu bir ortam sağladığı ve Türkiye’nin bu sayede güvenilir ve istikrarlı bir devlet olarak daha kolay dostluklar kurduğu bir gerçektir. Yurtta ve Dünyada barış politikası; hem devletin içerisinde birlik ve bütünlüğü sağlamayı, hem de dışarıda saygın ve sözüne güvenilir bir devlet olarak konum elde etmeye çalışmayı amaçlayan bir politikadır. Bir taraftan başka ülkelerin çıkarlarına saygı duymayı amaçlarken, diğer taraftan kendi millî menfaatlerini korumak için istikrarlı ve caydırıcı bir güce sahip olarak dünyada ülkeler ligindeki yerini sağlamlaştırmayı amaçlamaktadır. Kesinlikle, kendi meselelerini geri plana iten ve her hal ve şartta tavizler vermeyi korunmak için bir yol olarak seçen bir politika, Yurtta barış ve Dünya’da barış politikası, dolayısıyla da Atatürk’ün politikası olamaz. Atatürk’ün Konuşmalarında Dış Politika Atatürk’ün dış politikayla ilgili yaklaşımı; tamamen akla, mantığa ve sağduyuya dayanmakla beraber ülke çıkarlarını da temel alan bir yapıya sahipti. Türkiye, o dönemde, dünyada milliyetçi, barışçı, gerçekçi, ittifaklar sistemine dayanan, anti emperyalist ve anti sömürgeci özellikler taşıyan bir dış politikayı benimsemiştir27. Atatürk, 1923 yılında yaptığı bir konuşmada dış politikanın sağlam bir iç bünye ile yakından alakalı olduğunu şu şekilde özetlemektedir: “Dış siyaset bir toplumun iç bünyesi ile sıkı bir şekilde ilgilidir. Çünkü iç bünyeye dayanmayan dış siyasetler daima mahkûm kalırlar. Bir toplumun iç bünyesi ne kadar kuvvetli, metin olursa, dış siyaseti de o oranda sağlam ve dayanıklı olur.” Aynı dönemdeki bir başka beyanında Gazi Mustafa Kemâl, yine en önemli unsurun iç bünye olduğunu şu şekilde dile getirmiştir: “Dış siyaset, iç teşkilât ve iç siyasete dayandırılmak zorunluluğundadır, yani iç teşkilâtın dayanamayacağı genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayali dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kendiliğinden kaybederler.” Ayrıca millî egemenlik konusunun dış politikanın da temeli olacağını şu sözlerle ifade etmiştir: “Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumaktan ibarettir.”28 Ayrıca, dış politikada kuvvetli olmanın iç siyasetle bağlantılı olması ve millî sınırlar içerisinde millî egemenliğin temel olması konusunda şu görüşlere de yer vermiştir: “Dış siyasette kuvvetli olabilmek için kuvvetli bir iç siyaset lâzımdır... Ancak bir siyaset, bir devlet ve bir millet siyaseti olmadıkça yaşayamaz. Takip olunması akla uygun olan siyaset milletin doğal kabiliyet ve ihtiyacına uygun olanıdır. Bizim için ne İslâm Birliği ve ne de Turanizm mantıkî bir siyasî prensip olamaz inancındayım... Artık Türkiye’nin devlet siyaseti millî sınırları içinde egemenliğine dayalı bağımsız yaşamaktır. Bugünkü millî hükümetimizin hareket kuralı budur.”29 Atatürk, uluslararası ilişkilerde esas olanın niyet ve genel çıkarlar adına karşılıklı fedakârlık yapmak olduğunu düşünmektedir: “Milletlerarası anlaşmazlıklar, ancak iyi niyetle ve genel çıkarlar adına karşılıklı fedakârlık yolu ile halledilebilir.” 1921 yılındaki bir konuşmasında Gazi, hakkını savunmak ile başka devletin hukukuna tecavüz etmenin çok farklı olduğundan söz etmektedir: “Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi savunuyoruz ve savunacağız.” 1937’de yaptığı bir konuşmada da politikada gerçekçilik konusunu şu şekilde özetlemiştir: “Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk Milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir.” 1930’daki bir konuşmada da dış ilişkilerin iyi komşuluk ilişkilerine bağlı olduğunu aşağıdaki cümle ile ifade etmiştir: “Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek Türkiye siyasetinin esasıdır.”30 Gazi, saldırgan bir devlete karşı millet ve devletlerin ortak ve kurumlaşmış savunmalarının şart olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini de aşağıdaki gibi açıklamıştır: “Eğer harp bir bombanın patlaması gibi, birden bire çıkarsa, milletler harbe mani olmak için silahlı mukavemetlerini ve malî güçlerini, saldırgana karşı birleştirmekte kararsızlık göstermemelidir. En süratli ve en etkili tedbir; muhtemel bir saldırgana, taarruzunun yanına kâr kalmayacağını açıkça anlatacak, milletlerarası teşkilâtın kurulmasıdır.” 1933’te dış ilişkilerde barışın çok önemli olduğunu, barış ve refah anlayışının bütün diğer toplumlara da gerekli olduğunu şu şekilde dile getirmiştir: “Dış siyasetimiz, başlangıçta kendisine çizdiği hareket şeklinden asla sapmamıştır. Dış siyasetimiz, daima milletlerin refahına sebep olan barış içinde, memleketin gelişmesini amaç edinmiştir. Bu gelişmeyi, tam ve mutlak olarak, bütün milletlere de dileriz.”31 Türk Milletinin uluslararası ilişkilerde iki köklü niteliğe sahip olduğunu; bunlardan birinin saygın bir güce sahip olmak, diğerinin söz ve anlaşmalarına olan bağlılığı olduğunu düşünmektedir: “Türk Ulusu iki köklü nitelikle uluslararası ilişkilerde kendini göstermektedir. Bunlardan biri ulusumuzun kendini savunmak için sarsılmaz bir azim sahibi olarak saygı duyulmaya değer bir güçte olması, diğeri ulusumuzun dostluklarına ve antlaşmalarına, durum ne olursa olsun, değişmez bir bağlılıkla uyacağına inanılmasıdır. Türk vatanı, ulusun bu yüksek niteliklerinin güvenine dayanarak ilerlemektedir.” Dış politikada saygınlığı dürüstlüğün sağladığını ve Türkiye’nin gelişiminin bu şekilde mümkün olabileceğini ise aşağıdaki gibi beyan etmektedir: “Dış siyasetimizde dürüstlük, ülkemizin güvenliğine ve gelişmesinin korunmasına dikkat etmek prensibi hareketimize kılavuz olmaktadır. Köklü yenileşme ve gelişmeler içinde bulunan bir ülkenin hem kendisinde, hem komşularında barış ve huzuru ciddi olarak arzu etmesinden daha kolay açıklanabilecek bir durum olamaz. Bu, samimi arzudan esinlenilen dış siyasetimizde, ülkenin korunmasını, güvenliğini, vatandaşlarının haklarını herhangi bir saldırıya karşı bizzat savunacak güce de, özellikle önem verdiğimiz noktadır. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerimizi bu ülkede barışı ve güvenliği koruyacak bir güçte bulundurmaya bunun için çok önem veriyoruz.”32 Görüldüğü gibi Atatürk, milliyetçi, çağdaş ve güçlü bir Türk Devleti ve bu devleti koruyacak caydırıcı bir Türk Ordusunun mevcudiyetiyle barışın tesis edileceğini ve saldırgan devletlerin tecavüzlerinden uzak kalınabileceğini ifade etmektedir. Atatürk Dönemi Dış Politikasının Dayanakları, Uluslararası Andlaşmalar ve İttifaklar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş diplomasisi, Millî Türk Devleti’ni, milletlerarası alanda tanıtma uğraşı şeklinde olmuştur. Dönemin dış politikasının da temel ilkesi, bağımsızlık üzerine kurulmuştur. Türkiye’nin modern anlamda bir millî devlet olarak uluslararası platformda hukukî statü kazanması ise, Lozan Konferansı ile gerçekleşmiştir.33 Lozan sonrasında dış politikada, uluslararası toplantılara katılma, devlet başkanları seviyesinde ziyaret gibi faaliyetler yerine getirilmiştir. Ayrıca, iki savaş arası dönemde, bağlantısızlık politikası yürütülmüştür. Diğer yandan Türkiye’ye yönelik tehditlere karşı, uluslararası güç dengesi sisteminin kuralları çerçevesinde ittifaklara girişilmiştir. Yine 1923-1930 yılları arasında daha çok “Lozan’da halledilemeyen sorunların çözümü için harcanan çabalar ağırlıklı olarak Türk Dış Politikasını meşgul etmiştir. Bunlar, İngiltere ile Musul Sorunu, Fransa ile Kapitülasyonlar ve diğer sorunlar, Yunanistan ile Ahali Mübadelesidir.”34 Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşın galipleri ile mağlupları arasında kutuplaşma söz konusu oldu. Bir taraf, savaş sonrası oluşturulan uluslararası düzenin devamını isterken, diğer taraf, kendilerine dikte ettirilen ve ağır şartlar taşıyan anlaşmalara tepki göstererek statükoyu değiştirmek üzere, revizyonist bir tutum benimsemişlerdir. Bu dönemde, iki çeşit dış politika dünyada mevcut oluyordu: Revizyonist ve anti-revizyonist politika... Bu kutuplaşmada, Türkiye, yenikler arasında olmasına rağmen, revizyonist bir politika izlememiştir. Türkiye’nin böyle bir politika seçmesinde şüphesiz verdiği anti-emperyalist mücadelenin zaferle sonuçlanması ve Lozan ile Sevr’in hükümlerini geçersiz kılacak bir sonuca ulaşmasının büyük etkisi olmuştur.35 Atatürk Dönemi’nde (1920-1938) yapılan uluslararası siyasî anlaşma sayısı, 70 dolayındadır. Bu kadar yüksek sayı, yeni kurulan cumhuriyetin barışçı politikasını andlaşmalara dayandırmasıyla ilgilidir. Atatürk Dönemi’nde üç tür andlaşmaya imza atılmıştır36: 1.Sınırların temel sorunlarının çözümü ve ilişkilerin düzeni ile ilgili olanlar: 1920 Türkiye-Ermenistan, 1921 Türk-Sovyet, 1921 Türk-Fransız, 1923 Lozan, 1926 Türk-İngiliz (Musul); 1936 Montreux (Boğazlar); 1937-1939 Hatay ile ilgili Türk-Fransız Andlaşmaları. 2.Dostluk, iyi komşuluk, tarafsızlık, uyuşmazlıkların barışçı yoldan çözümüne ilişkin andlaşmalar-ki sayıları en çok olan bunlardır. 3.İttifak ya da dayanışma nitelikli andlaşmalar: 1934 Balkan, 1936 İngiltere ile İtalya’ya karşı yapılan Akdeniz Anlaşması ve 1937 Sadabat Paktı Dış politikanın önemli tarzlarından biri de Dünya barışı ve uluslararası işbirliği için yapılan çok taraflı andlaşmalara ve örgütlere katılmadır. Bu tür anlaşmalara örnek olarak bir çok anlaşma verilebilir: “1928 Briand-Kellogg Paktı ve bunun Doğu Avrupa’da geçerli olmasıyla ilgili 1929 Litvinot Protokolü; Ülkelere saldırının tanımı konusunda beş Doğu Avrupa Devleti, Türkiye, İran ve Afganistan’ın hazırladığı 1933 Londra Sözleşmesi; Türkiye’nin 1932’de Milletler Cemiyeti’ne; 1935’de Adalet Divanı’na katılması; 1933’te savaşın önlenmesi konusunda Rio de Janeiro Anlaşması; 1935’te Habeşistan Savaşı üzerine Türkiye’nin Milletler Cemiyeti çerçevesinde İtalya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlara katılması; 1936’da başlayan İspanya İç Savaşı sırasında, İtalya’nın Akdeniz’de denizaltı saldırılarına karşı Türkiye’nin 1937 Nyon ve Cenevre Anlaşmalarına katılması.”37 Atatürk Dönemi’nde yapılan andlaşmaların özellikleri ise şunlardır38: 1.Yapılan bütün andlaşmalar barışı, dostluk ve işbirliği amacını gütmektedir. İttifaklar da sadece savunma için olmuştur. 2.Türkiye hiçbir gizli andlaşma imzalamamıştır. 3.Türkiye andlaşmaların geçerliliğinin korunmasında elden gelen titizliği göstermiştir. Atatürk, barışa ve insanlığa katkıda bulunmayı ideal haline getirmiştir ve güvence altına almak için, işbirliği ve birlikte hareket edilmesinin esas olacağını ifade etmiştir. Bunları temin etmek için de zamanında, etkin, kalıcı andlaşmalar yapıp, dostluklar kurmayı uygun görmüştür. Atatürk, Dış Türklere savaş döneminde bile ilgisiz kalmamıştır. Dış Türklerle ilgili olarak 1920’de önce Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet, daha sonra Ali Fuat Paşa başkanlığında bir heyet, Moskova’ya gönderilmiştir. Bu heyetten sonra gönderilen ikinci heyet, ilmî araştırma amaçlı olup Türkistan’la ilgilenmeyi de ihmal etmeyen sefaret heyeti niteliğini taşıyordu.39 Ankara’da 1921’e kadar sadece üç devletin temsilciliği bulunuyordu. Bunlar; Afganistan, Azerbaycan ve Sovyet temsilcilikleriydi. Ali Fuat Paşa başkanlığındaki Türk sefaret heyetinin Moskova’ya hareketinden bir müddet sonra, Ankara’ya Buhara Cumhuriyeti heyeti dördüncü sefaret heyeti olarak geldi. Buhara Cumhuriyeti, Bolşevik İhtilâli’nden sonra kurulmuştu ve Sovyet Şuralarına dahil edilmişti. Buhara Cumhuriyeti’nin ileri gelenleri, Anadolu’daki İstiklâl mücadelesiyle yakından ilgilenmekteydi. Ankara’ya iki kişilik bir elçilik heyeti gönderen Buharalılar, dört adet ilginç hediye ile birlikte gelip, Gazi tarafından Çankaya Köşkü’nde kabul edilmişlerdi. Bu hediyeler Timur’un Kur’an-ı Kerim’i, Buharalı kılıçcıların yaptığı üç tane pala şeklindeki kılıçtı. Atatürk, 17 Ocak 1921’de TBMM kürsüsünde, Buhara Heyeti ile ilgili şu sözlere yer veren bir konuşma yapmıştır: “Muhterem arkadaşlar! Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya Zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim göndermişler. Türk Milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes kitabı, Türk Milleti’ne hediye ediyorum. Bu üç muazzezlerden (kılıçlardan) birini ben aldım, ikincisini Batı Cephesi Kumandanı olarak İsmet Paşa’ya verdim, üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. Bu kılıç, İzmir’e giren ilk kumandanın beline takılacaktır.”40 “Atatürk’ün bu sözleri TBMM üyelerince büyük bir tezahüratla karşılanmıştır. Atatürk’e sunulan Kur’an-ı Kerim, Hacı Bayram Camii’ne verilmişti. Şimdi ise, TBMM Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir. Kılıçlardan iki tanesini, Atatürk ile İsmet Paşa, 26 Ağustos 1922 taarruzuna hazırlanırken giydikleri kaputun üzerine takmışlar ve bu halde Akşehir’de fotograf çektirmişlerdi. Bu resim, tarih kitaplarına geçmiş olup herkesin malûmudur. Üçüncü kılıç, İzmir’e ilk giren süvari zabiti Şeref Bey’e bizzat Atatürk tarafından takılmıştır. Türk ve Afgan Andlaşmaları ile Afgan ve Sovyet Andlaşmalarıyla tanındığı belirtilen Buhara Cumhuriyeti’nin elçileri Ankara ziyaretlerinden sonra, Moskova’ya çağrıldılar ve bir müddet sonra öldürüldüler. Bu olay üzerine, Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Rahmi Bey’lerden oluşan ve Buhara’ya gönderilen Türk elçileri, Batum’dan geri dönmek zorunda kalmıştır.”41 Balkan Paktı ile, önceleri sulh ve sükun sağlanmıştır. Çünkü Atatürk’ün düşünce sistemine uygun hükümler geçerliliğini sürdürmekteydi. Ancak daha sonraki gelişmeler, Atatürk’ün düşünce sisteminden sapıldığı için, ülkelerarası işbirliği anlamını yitirmiştir. “1936’dan sonra Avrupa’da buhranlar şiddetlendiği zaman, Balkan Devletleri, Atatürk’ün öngördüğü sıkı bir işbirliği ve barış zihniyetiyle hareket etmiş olsalardı, II.Dünya Savaşı’na giden olaylar ve bundan sonraki gelişmeler, bambaşka bir yön alabilirdi ve daha da önemlisi, kendilerini kurtarabilirlerdi. Atatürk’ün kollektif barış ve güvenlik politikasının ikinci bir eseri de, Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında 1937’de yapılan Sadabat Paktı olmuştur. Atatürk’ün ‘kayda değer sulh eserlerinden biri’ diye nitelendirdiği bu pakt onun başlangıçtan beri Doğu’da izlemiş olduğu dostluk, iyi komşuluk ve yakınlık politikasının bir sonucudur. Sadabat Paktı ile, bu unsurlar, kağıt üzerine de geçirilmek suretiyle, daha güçlü bir duruma getirilmiştir.”42 Sadabat Paktı’na Atatürk, çok önem vermiştir. Bu önemle ilgili ilginç bir yaklaşım örneği olarak, Musul Meselesi bile rafa kaldırılabilmiştir. Atatürk, bir Misak-ı Millî toprağı olmasına rağmen ve Musul’un üzerinde o derece ısrarlı olduğu halde, “güvenlik ve iyi komşuluk” düşüncesiyle, Musul’un Irak sınırlarında kalmasını kabul etmiştir. Irak ile ilişkilerde, özellikle Musul bir mihenk taşı yapılmamıştır. Atatürk, Irak ilişkilerini tam bir barış çerçevesiyle ele almıştır. O, Irak Kralı Faysal’ın 1931’de Ankara’yı ziyareti sırasındaki bir konuşmasında, Türk-Irak münasebetlerinin unsurlarını şu şekilde özetlemiştir: “Bugünkü karşılıklı menfaatleri ve dahili, harici sulh ve sükûn siyasetleri ve münasebetleri, Irak ile Türkiye’yi birbirine yaklaştırmaktadır.” Atatürk, bölge paktlarına özellikle önem vermiş ve bunları genel barışın korunmasında etkili vasıtalar olarak görmüştür. 1935’te bir yabancı gazeteciye verdiği demecinde, savaşın yaklaştığını ve barışın korunması gerektiğini şu ifadelerle beyan etmiştir: “Mamafih halihazırda en müstacel ihtiyaç, komşu memleketlerin birbirlerinin hususi ihtiyaçlarını ve meselelerini görüşmeleridir. Bundan başka mantıkavî misaklar; sulhün muhafazası için kıymetlerini şimdiden ispat etmişlerdir.”43 Balkan ve Sadabat Paktları ile Atatürk, Türkiye’nin etrafına bir barış ve güvenlik çemberi meydana getirdiği ve getirmek istediği kadar, Türkiye’ye doğusunda ve batısında bir üstünlük ve prestij sağlamıştır. Bu, Atatürk dış politikasının kısa bir zamanda almış olduğu büyük mesafeyi de ifade etmektedir.44 Buna göre, Atatürk’ün Dış Politikasının Temel İlkeleri şunlardan oluşmaktadır45: 1. Gerçekçilik 2. Bağımsızlık 3. Barışçılık 4. Güven Politikası ve İttifaklar Sistemi 5. Batıcılık 6. Akılcılık |
abla orta okullar içinde yazarmısın |
yurttta barış ya kısaca olabilirdi ama güzel bir örnek yazıyim:günümüzde suriye de yaşanan olaylar bu ilkenin ne kadar doğru olduğunu gösterir suriyede iç huzur barış olmadığı için bu huzursuzluk çevresindeki ülkeleri de etkilemektedir. |
ya kısaca olabilirdi ama güzel bir örnek yazıyim:günümüzde suriye de yaşanan olaylar bu ilkenin ne kadar doğru olduğunu gösterir suriyede iç huzur barış olmadığı için bu huzursuzluk çevresindeki ülkeleri de etkilemektedir. |
LÜTFEN ACİL VE KISA GÜNCEL ÖRNEKLER VEREBİLİR MİSİNİZ 5. SINIFLAR İÇİN |
Saat: 19:57 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık