Fosillere Ait Resimler FOSİLLER Fosil milyonlarca yıl önce jeolojik zamanların çeşitli dönemlerinde birbirinden farklı ortamlarda yaşamış canlıların öldükten sonra geçirdileri fosilleşme süreci sonrasında bulundukları ortamın çökelleri içindeki taşlaşmış kalıntılarıdır. Fosil kelimesi Alman doktor ve maden mühendisi Georgius Agricola'nın 1546 da yayınladığı de Natura Fossilium adlı eserindetopraktan çıkarılan nesneanlamında ilk defa kullanılmıştır. Canlıların öldükten sonra fosilleşinceye/taşlaşıncaya kadar geçen süreç fosilleşmedir. Bunun için canlının ölümünden sonra olduğunca çabuk bulunduğu ortamın içine gömülmesi ve dış etkenlerden süratle korunması ile zaman faktörü, fosil olabilmenin diğer bir deyişle fosilleşmenin önemli koşullarıdır. Fosilleşme ortamları: bataklık, buz, çam reçinesi, asfalt ile deniz ve göller gibi sulu ortamlar bu olayın en iyi gerçekleştiği yerlerdir. Ölen her canlı fosilleşir diye bir doğa kuralı yoktur. Fosil olma bir şans olduğu gibi, onu bulmak da bilgiye ve şansa bağlıdır. Karakteristik fosil Kitlesel biyolojik yokoluşlar ya da yaşamlarının son noktasına gelip de Dünya hayatından tüm soyları ile çekilen canlıların diğer bir deyişle artık yaşamayanların kalıntılarıdır. Diğerlerine göre bilimsel değerleri çok fazladır. Canlının yaşamı ne kadar kısa olursa fosilinin değeride o kadar fazla olur. Örneğin Trilobit denilen eklem bacaklıların Birinci zamanın (Paleozoik) başlangıcı Kambriyen'de denizlerin sığ kesimlerinde kısa süre ile yaşamış bir çok türü vardır. Dinozorlar 65 milyon yıl önce yok olmuşlardır. Bu nedenle bu fosiller artık karakteristik fosillerdir. Fosiller sadece çökel kayaların içinde bulunur ve içinde bulunduğu kayanın oluşum ortamı ve yaşını belirlememize yardım eder. Magmatik ve Metamorfik kayalarında fosil bulunmaz. Omurgasız hayvan fosilleri tek hücreliler PROTİATA (Protozoa) ve çok hücreliler METAZOA olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Tek hücreliler: Vücutları bir veya birkaç basit hücreden yapılmış olan en ilkel canlılardır. Bunlar çoğunlukla gözle görülemez mikroskopla incelenebilirler. Hayvansal kökeli olan tek hücrelilerin en önemlileri; Diyatomeler, Dinoflagellatlar, Foraminiferler ve Radiolaria'lardır. Bunların arasında Foraminifera en önemli gruptur. Çok hücreliler: Mollusca/Yumuşakçalar: Kambriyen'den (540my.) beri yaşayan metazoanlar çok hücrelilerin en geniş grubudur. Yanal simetri gösteren vücutları yumuşak halkasız/segmentsiz olup kalkerli bir kabuk ile örtülüdür. denizlerde, göllerde, bataklıklarda, nehirlerde pek azı da karada yaşar. Bu büyük grubun içinde Bivalvia (iki kabuklu), Gastropoda (karından bacaklılar) ve Cephalopoda (kafadan bacaklılar) bulunur. Örneğin; Mytilus (midye), Ostrea (istiridye) Bivalvia'nın, Octopus (ahtapot), Sepia (mürekkep balığı) Cephalopoda'nın, Helix (kara salyangozu) ise Gastropoda'nın bugün yaşayan temsilcileridir. Resim ve fotoğraf konularında uygulanan kurallar şöyledir:
|
YAŞAYAN FOSİLLER EVRİMİ REDDEDİYOR Evrimci New Scientist dergisi, yaşayan fosiller gerçeği karşısında evrimcilerin çelişkilerini şu şekilde açıklamıştır: Bazı biyologlar, muhtemel değişikliklerdeki tehlikeleri göz önüne alarak, hiçbir şekilde evrim gerçekleşmemesinden dolayı şaşırıyorlar. 'Gerçek şu; organizmalar öylesine kompleks ki, her şeyi bir enkaza çevirmeden tek bir şeyi değiştirmek oldukça zor' diyor (Yale Üniversitesi'nden evrimci paleontolog Elizabeth) Vrba. Ancak bizim mükemmel şekilde sağ kalan canlılarımızın neden milyonlarca yıl boyunca değişmeden kaldıklarını anlatmak oldukça zor
Bu somut gerçeğin açıklanması elbette evrimciler açısından zordur. Çünkü onlar, buna evrim teorisinin içinde bir açıklama ararlar. Oysa yaşayan fosiller, canlıların aşamalarla birbirlerinden türemediklerini, hiçbir şekilde evrimleşmediklerini gözler önüne sermektedir. Fosil kayıtları, ara geçiş formlarının hiçbir örneğini vermemektedir. Canlılar, milyonlarca yıl boyunca değişmeden kalmışlar, şu anki anatomik yapıları nasılsa, o dönemde de aynı anatomik yapılarıyla var olmuşlardır. Fosil kayıtları, bunu gösteren hayvan ve bitki örnekleriyle neredeyse tamamlanmış durumdadır ve evrimi kesin ve bilimsel olarak yalanlamaktadır. Evrimci Niles Eldredge, evrimin çözemediği sayısız sırdan bir tanesini oluşturan yaşayan fosiller konusuyla ilgili hiçbir açıklamalarının olmadığını şöyle itiraf eder: Yaşayan bir organizma ile onun uzak jeolojik geçmişteki fosilleşmiş ataları arasında karşılaştırabileceğimiz herhangi bir parça üzerinde neredeyse hiçbir değişiklik yok gibi görünmektedir. Yaşayan fosiller, evrimsel durağanlık fikrinin uç derecede somut örnekleridir... Yaşayan fosillerin sırrını tam anlamıyla çözemedik.
Fransa'nın en ünlü zoologlarından, 35 ciltlik Traité de Zoologie (Zoolojinin Anlaşması) ansiklopedisinin editörü ve Fransız Bilimler Akademisi'nin (Académie des Sciences) eski başkanı Pierre-Paul Grassé ise, Evolution of Living Organisms (Canlı Organizmaların Evrimi) adlı kitabının "Evrim ve Doğal Seleksiyon" bölümünü şöyle bitirir: J. Huxley ve diğer biyologların, evrimin, doğal seleksiyon mekanizması aracılığıyla işlediği teorisi, demografik gerçeklerin, genotiplerin bölgesel dalgalanması ve coğrafi dağılımların bir gözleminden başka bir şey değildir. Çoğunlukla ele alınan türler, on binlerce sene hiç değişmeden kalmaktadır. Koşullara bağlı olarak meydana gelen dalgalanmalar, genlerin önceden değişmesiyle beraber ele alındığında, evrime delil olarak kullanılamaz; ve bunun en güzel delili de milyonlarca yıldır hiçbir değişikliğe uğramayan yaşayan fosillerdir. Yaşayan fosiller ve fosil kayıtlarındaki durağanlık, ne Darwin döneminde açıklanabilmiştir ne de bundan sonra açıklanabilir durumdadır. Darwin'in evrim teorisini, şekilden şekle sokarak günümüz bilimsel bulugularına uyarlamaya çalışan evrimci bilim adamları da bu gerçeği, artık istemeseler de kabul etmiş durumdadırlar. Bilimsel verilerin ve fosil kayıtlarının ortaya çıkardıkları gerçekler, tıpkı 150 yıl önce Darwin'in itiraf ettiği gibi, günümüzde de evrim teorisinin her türlü versiyonu ile çelişmektedir: Bu kitapta, gerçeklerin delil gösterilemeyeceği bir nokta olduğunu biliyorum. Bu nokta, genellikle benim vardığım sonuçlardan tamamen ters sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Adil bir sonuç, ancak her problemin her iki yönünün gerçeklerini tam olarak açıklamak ve tartmak ile sağlanabilir. Ama burada bunu yapmak mümkün değildir. Darwin bu sözlerle, iddiasının gerçeklerle bağdaşmadığını ve bu nedenle de gerçekleri görmezden geldiğini, çekinmeden dile getirmektedir. Günümüzde, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu gerçeğe rağmen evrim teorisini savunanların içinde bulunduğu durum da budur. Körü körüne Darwin'in izinden gitmeye devam etmekte ve gerçeklere yüz çevirmektedirler. Ancak bu yalnızca kısa süreli bir aldatmacadır. Gerçekler, artık Darwin dönemindekinden daha açık ve daha fazla saptanabilir durumdadır. Gerçekleri gören ve gerçekleri tercih eden insanların sayısı artmakta, hikayelere inanıp bunları sorgulamayan insanların sayısı oldukça azalmaktadır. Gerçekler, artık Darwin döneminde olduğu gibi gizlenebilir ve ihmal edilebilir durumda değildir. Genetik, mikrobiyoloji, paleontoloji, jeoloji ve diğer tüm bilim dalları, Darwin'in ve Darwin destekçilerinin hiç istemediği ve belki de hiç beklemedikleri bir gerçeği sürekli olarak ortaya çıkarmaktadır. Ve bu gerçek, Yaratılış Gerçeğidir. İşte böyle; çünkü Allah, hakkın ta Kendisi'dir. O'nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah, yücedir, büyüktür. Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lütfedicidir, herşeyden haberdardır. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan (Gani)dır, övülmeye layık olandır. Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde O'nun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir. Sizi diri tutan, sonra öldürecek, sonra da diriltecek olan O'dur. Gerçekten insan pek nankördür. (Hac Suresi, 62-66) |
YAŞAYAN FOSİLLERDEN ÖRNEKLER Jeolojik dönemlere ait örneklerinin fosil katmanlarında bulunduğu, yaşayan örneklerinin de günümüzde ele geçtiği canlılara "yaşayan fosiller" adı veriyoruz. Bu canlılar, milyonlarca yıllık örneklerinden hiçbir fark ortaya koymamakta, fosil formlarının canlı örneklerini oluşturmaktadırlar. Bunların kuşkusuz en önemli örneği, evrimcilerin yıllarca en önemli sözde ara geçiş canlısı olarak tanıtıp üzerinde sayısız spekülasyon yaptıkları Coelacanth'dır. Sahte Ara Geçiş Örneği: Coelacanth Güney Afrika kıyılarında, 1938 kışında, The Nerina adı verilen bir balıkçı teknesi, Hint Okyanusu'nda Chalumna nehrine yakın bir yerlerde 70 milyon yıl önce soyunun tükenmiş olduğu düşünülen bir balık yakaladı. Bu balık, dinozorlarla aynı zamanda yetişip büyümüş olan Coelacanth idi. http://www.yasayanfosiller.com/res/30.jpg Oxford Üniversitesi, Doğal Bilimler Akademisi başkanı evrimci Keith S. Thomson'un bu sözleri, bir evrim efsanesinin nasıl yok olduğunun açık bir ifadesidir. Çünkü Coelacanth'ın canlı bir örneğinin yakalanması, evrimin en büyük sahte dayanaklarından birini ortadan kaldırmıştır.410 milyon yıllık Cœlacanth fosili Evrimci paleontolog J. L. B. Smith ve Comores adalarında canlı halde bulunan Cœlacanth. Bulunan bu ilk örnek ile Cœlacanth'ın tam bir balık olduğu, evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir ara geçiş canlısı olmadığı ortaya çıktı. Bundan sonra bulunan 200 canlı örnek, bu önemli gerçeği pekiştirmişti. Fosil kayıtlarına göre 410 milyon yıl öncesine (Devonian Dönemi) dayanan Coelacanth, evrimciler tarafından, balıklar ile amfibiyenler arasında yer alan çok güçlü bir ara form delili sayılıyordu. 70 milyon yıl önce (Kretase Dönemi) fosil kayıtlarından gizemli bir şekilde silinmiş ve o dönemde soyunun tükendiğine inanılmıştı.20 Evrimci biyologlar, bu canlının fosillerinden yola çıkarak, canlının vücudunda tam olarak işlev görmeyen, yani evrimcilerin tabiriyle "ilkel" bir akciğer bulunduğunu ileri sürmüşlerdi. Coelacanth üzerindeki spekülasyonlar o kadar yaygınlaştırıldı ki, bu canlı, pek çok bilimsel kaynağa en önemli evrim delili olarak girdi ve hatta bu canlının denizden karaya çıkarken çizilmiş resimleri bilimsel kaynaklarda büyük bir hızla yayınlanmaya başladı. Elbette bütün bu varsayımların, sahte çizimlerin, sahte iddiaların dayanağı, bu canlının soyu tükenmiş olmasına dair kesin inançtı. Fakat durum farklıydı. İlki 1938 yılında Güney Afrika'da, ikincisi 1952 yılında Madagaskar'ın Kuzeybatısındaki Comores adalarında ve diğeri ise 1998 yılında Endonezya Sulawesi'de olmak üzere Coelacanth, 200'den fazla kere günümüz okyanuslarında yakalandı. Ele geçirilen ilk Coelacanth karşısında şaşkınlığını açıkça ifade etmekten kendini alamayan evrimci paleontolog J. L. B. Smith, "Yolda dinozora rastlasaydım, daha çok şaşırmazdım," diyordu. Coelacanth'ın canlı örneklerinin bulunmasıyla bu canlı hakkındaki iddiaların bir aldatmacadan başka bir şey olmadığı da ortaya çıkmış oldu. Evrimci araştırmacıların ilkel akciğer olduğunu öne sürdükleri yapı, balığın vücudunda bulunan bir yağ kesesinden başka bir şey değildi. Ayrıca evrimciler bu canlıyı hep sığ sularda yaşayan ve sudan çıkmaya hazırlanan bir sürüngen adayı olarak tanıtmışlardı. Oysa Coelacanth'ın gerçekte okyanusun en derin sularında yaşayan ve 180 m derinliğin üzerine hemen hiç çıkmayan bir dip balığı olduğu anlaşıldı. http://www.yasayanfosiller.com/res/coelacanth.jpghttp://www.yasayanfosiller.com/res/33.jpg Bulunan canlı Cœlacanth örneklerinden bir diğeri. 1987 yılında Alman doğabilimci Hans Fricke'nin yaptığı araştırmalar da bu sonuçları doğruladı. Fricke, Grand Comoro adalarında Coelacanth'ları gözlemlemiş ve fotoğraflandırmıştı. Bu canlıların, öne, arkaya, hatta baş aşağı yüzdüklerini görmüş ama hiçbir şekilde deniz dibinde yüzgeçleriyle hareket etme gibi "yürümeyi" andıracak bir hareket şekli göstermediklerini tespit etmiştir. http://www.yasayanfosiller.com/res/32.jpg Canlı Cœlacanth balığının kuyruğu ile 140 milyon yıllık fosil hali birbirlerinden tamamen farksızdır. Coelacanth'ın bir yaşayan fosil örneği olması, evrimcilerin sudan karaya çıkış gibi hayali bir senaryo için gururla sunup sergiledikleri tek sözde delili de ortadan kaldırıyordu. 1938 yılında günümüz denizlerinde karşılaşılan bu canlı, öylesine önemli bir balıktı ki, evrimcilerin çok uzun zamandır anlamazlıktan geldikleri "sudan karaya geçiş sahtekarlığını" bir anda ortaya çıkarmıştı. Evrimciler, bu canlı gerçek karşısında kimseyi suçlayamadılar, kimseyi "bunun aksi oldu" diye iknaya kalkışmadılar. Coelacanth ve onun sudan karaya çıkış hikayesi ile ilgili hiçbir yeni iddia ortaya atamadılar. Fosil kayıtlarındaki durağanlık, evrimi, en büyük dayanaklarından bir tanesini ortadan kaldırarak yıkmıştı. Politik bilim profesörü Robert G. Wesson, bu gerçeği şu sözlerle açıklamıştı: Soyunun tükenmiş olduğu sanılan ama 1938 yılında tekrar keşfedilen sağlıklı yüzgeçlere sahip Coelacanth, yaklaşık 450 milyon yıldır durağan durumdadır. Bu neredeyse zamansız türler, tüm canlılarda söz konusu olan protein değişikliklerinden muaf değildirler. Ve bunlar adaptasyon eksikliği olmadan çeşitli şekillerde çeşitlenmiş olmalıdırlar. Ama bunların örnekleri her nasılsa adeta donmuştur... Geleneksel evrim teorisinin görüşüne göre, uzun süreli durağanlığın açıklanması zordur. Türler yeni şartlara ve fırsatlara adapte oldukları için hızlı evrim daha kapsamlı olmalıdır. Ama milyonlarca yıl boyunca değişen koşullar altında değişmeden kalan türlerle bağdaşmamaktadır.Atnalı Yengeci İlk fosil kayıtları 425 milyon yıl öncesine dayanan atnalı yengeci, günümüz sahillerinde aynı şekli ile varlığını sürdüren önemli bir yaşayan fosil örneğidir. Kumsalda rahat yürümesini sağlayan ve bir dümen gibi hareket eden kuyruğu, son derece kompleks birleşik yapıdaki iki gözü ve tüm diğer özel yapıları ile günümüzden 425 milyon yıl önce, bugünkü şekliyle varlığını sürdürmüştür. Hamam Böceği Hamam böceği, bugüne kadar yaşamış olan en eski kanatlı böcektir. Fosil formu bundan tam 350 milyon yıl önce Karbonifer Dönemi'nde ortaya çıkmıştır. Bu canlı, en küçük bir harekete, hatta bir hava akımına karşı bile oldukça hassas olan çeşitli uzantılarıyla, mükemmel kanatlarıyla, nükleer radyasyona bile karşı koyabilecek dayanıklı yapısıyla, 350 milyon yıl önceki halinden farksızdır. Okapi Evrim teorisinin en büyük sahte delillerinden birini çürüten, hatta evrim adına yapılmış önemli bir sahtekarlığı ortaya çıkaran yaşayan fosillerden biri de sayfanın altında resmi görülen Okapi'dir. Bu canlının bulunan fosilleri Miocene devrine aitti. 1901 yılında ilk defa canlı olarak ele geçirilene kadar, Okapi'nin soyunun tükenmiş olduğu sanılıyordu. Ve bu nedenle de evrimciler tarafından alınıp tamamen sahte bir iddia olan atın evrimi senaryosuna bir ara geçiş canlısı olarak dahil edildi. Ancak Okapi'nin canlı örneğinin ele geçirilmesiyle, atın evrimi senaryosu da ortadan kalkmış oluyordu. Memelilerin hayali kökeni konusunda "atın evrimi", uzun bir süre boyunca evrimcilerin baş tacı ettikleri bir konuydu. Çeşitli boy sırasına göre canlılar arka arkaya dizilmiş ve aralarındaki anatomik farklılıklar hiç dikkate bile alınmadan bunların atın evrimsel aşamaları olduğu öne sürülmüştü. Yıllar boyunca doğal tarih müzelerinde sergilenen bu seri, evrime bir delilmiş gibi ders kitaplarında bile anlatıldı. Ancak bugün pek çok evrimci, atın evrimi senaryosunun geçersizliğini açıkça kabul etmekte ve bunun tümüyle göz boyamaya dayanan bir sahtekarlık örneği olduğunu itiraf etmektedir. Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun, fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştır: Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan, bugünün daha büyük tek tırnaklı atına, bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren, ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu, uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir. Rensberger'in bulguları doğrudur, atın evrimi adı verilen bir sürecin yaşandığına dair hiçbir kanıt yoktur. At serisi iddiası, tamamen spekülatiftir, gerçeklere dayanmamaktadır ve bu canlıların aralarında anatomik ve fiziksel oldukça büyük farklar bulunmaktadır. Ancak Rensberger'in ihmal ettiği nokta, söz konusu canlıların tümünün soylarının tükenmiş olmadığıdır. 1901 yılında canlı örneği ile karşılaşılan Okapi, evrimcilerin ara geçiş formu olarak sergiledikleri bir canlının günümüzde halen yaşamakta olduğunu göstermiştir. At ile hiçbir ilgisi olmayan, daha çok zebraya benzeyen bu canlı, Miosen Dönemi'nde de (23 - 5.3 milyon yıl önce), şu anda sahip olduğu kompleks özelliklerle yaşamıştır. Bir yaşayan fosil olan Okapi, evrimin en büyük iddialarından bir tanesini bir kez daha çürütmüştür. Her yönden tutarsızlıklarla dolu olan atın evrimi senaryosu, tamamen ortadan kalkmış, evrimin bir başka utancı olarak rafa kaldırılmıştır. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden Dr. Niles Eldredge, hala müzenin alt katında duran bu şema hakkında şunları söyler: Hayatın doğası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örneğiyse, belki 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak şimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları tahminlerin, yalnızca spekülasyon olduklarını düşünüyorum.Diğer Yaşayan Fosiller http://www.yasayanfosiller.com/res/38.jpg 146-65 milyon yıllık Nautilus fosili ve altında günümüzde yaşayan Nautiluslar. Gazetelerde sık sık, "20 milyon yıllık örümcek fosili bulundu", "35 milyon yıllık kertenkele fosili bulundu" gibi haberler dikkatinizi çekmiştir. Bu haberlerin her biri aslında evrim süreci gibi bir senaryonun hiçbir şekilde gerçekleşmediğinin açık birer delilidir. Yaşayan fosillere verilebilecek çok fazla örnek vardır. Üstelik bu örnekler, yüzlerce milyon yıl geriye kadar gitmektedir. Timsah, 200 milyon yıl önce yaşamış olan bir canlıdır ve fosil kayıtları bunu doğrular. Ama günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Ginko ağaçları, 125 milyon yıl önce de yaşamışlardır, günümüzde de canlı örnekleri bulunmuştur. Neopilina yumuşakçaları 500 milyon yıl, tuatara kertenkelesi 200 milyon yıl, hatta arkeabakteriler 3.5 milyar yıl önce yaşamış varlıklardır. Ve aynı mükemmel sistemleri ve kompleks yapılarıyla günümüzde de yaşamlarını sürdürmektedirler. Nautilus'lar bir grup yumuşakçadır ve 300 milyon yıl önceki denizlerde yaşamaktadırlar. Bu canlılar, günümüz denizlerinde de aynı şekilde varlıklarını sürdürmekte, aynı şekilde beslenip, aynı şekilde çoğalmaktadırlar. http://www.yasayanfosiller.com/res/39.jpg 125 milyon yıl önce yaşayan Ginko ağacı yaprağı fosili ve günümüzdeki hali. Avustralya ve Afrika akciğerli balığı da 400 milyon yıl öncesinde varlığını sürdüren ve şu anda da yaşamakta olan bir yaşayan fosil örneğidir. Charles Darwin, bu balıkların günümüzdeki varlıkları hakkında şaşkınlığa düşmüş, Türlerin Kökeni kitabında söz konusu türleri bu nedenle "anormal formlar" olarak nitelendirmiş ve bunların "neredeyse yaşayan fosil olarak adlandırılabileceklerini" belirtmiştir. Değişmeden günümüzde varlıklarını milyonlarca yıl önceki halleriyle aynen devam ettiren canlılar bunlarla sınırlı değildir. Mersinbalığı, zargana, ıstakoz, kerevit ve Devonian dönemine ait köpek balıkları, yaşayan fosillere birer örnektirler. Uskumru, tatlı su levreği, ringa balığı, denizanası, süngerler, kurbağalar, arılar, karıncalar, kelebekler ve termitler, yine değişmeden kalan bu canlılara örnektirler. 230 milyon yıllık yusufçuk, 100 milyon yıl öncesine ait asker karıncalar, 150 milyon yıllık semender günümüzde de yaşamaktadır. Bu durum örümcek gibi araknidler ve kırkayak gibi miriapodlarda da aynıdır. Son olarak kendi kanı ile birlikte bir amber içinde bulunan ve 20 milyon yıllık olduğu tespit edilen örümcek fosili de 2000'li yılların en önemli keşiflerindendir. Manchester Üniversitesi'nden yapılan açıklamada 4 cm uzunluğunda ve 2 cm eninde olan canlının 20 milyon yıl önceki halinin, günümüz örümceklerinden hiçbir fark göstermeden reçine içinde saklanmış olduğu bildirilmiştir. Örümceğin kendi kalıntısı ile birlikte kan örneğinin de, bu canlının DNA yapısının tespit edilmesini sağlaması umulmaktadır. Ancak şu bir gerçektir ki, söz konusu örümcek fosili, bulunan tek örnek değildir. Yapılan kazılarla ortaya çıkarılmış ve yüz milyonlarca yıl öncesine ait örümcek fosilleri mevcuttur ve bunlar dünyanın çeşitli ülkelerinde müzelerde sergilenmektedir. Bilinen en eski ve en eksiksiz su örümceği fosili, günümüzden 425 milyon yıl öncesine aittir ve bu canlıların milyonlarca yıldan beri değişmeden kaldıklarının önemli bir delilidir. Yeryüzü, örümcek gibi milyonlarca yıl öncesinden kalan, günümüz canlılarının ve soyu tükenmiş diğerlerinin sayısız fosil örneğini barındırmaktadır. Bu kitapla gözler önüne serilen fosiller, çeşitli müzelerde saklanan milyonlarca örnekten sadece birkaçıdır.
|
Kuzeyin 150 milyon yıllık 'canavarı' Norveçli bilim insanları, Kuzey Buz Denizi'nde 150 milyon yıl önce yaşamış deniz sürüngenlerinin fosillerini buldu. Bunlar arasında en çok dikkat çeken yunus benzeri 8 metre boyundaki yırtıcı pliosaur. Ichthyosaur türü bugünkü yunuslara benzerliğiyle dikkat çekiyor, ancak bu türün fazla bir üst yüzgeci yön bulmalarını sağlıyordu. |
|
|
|
|
|
|
Saat: 12:24 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık