Mısır Medeniyeti 1 ek Eski MısırAntik Mısır, Antik Çağ'daki en büyük medeniyetlerdendir. MÖ 3050 yılları civarında kuruluşundan önce, güney Mısır ve kuzey Mısır olarak ikiye ayrılmaktaydı. Güney Mısır, Nil nehri boyunca uzanan verimli vadi, Mısır tarihinde Yukarı Mısır olarak, kuzey Mısır, delta ise Aşağı Mısır olarak geçer. Yukarı Mısır'ın tarihine değin bulunan en eski bilgiler MÖ 5000'li yılları göstermektedir; ancak kurucusu Tiu'nun doğum tarihi ya da yaşadığı dönem hala sırdır. Aşağı Mısır'a gelince, bilinen kurucusu Ro en ünlü kralı da Scorpion King - Akrep Kral filminde de ilham alınan Scorpion of Egypt (Mısır Akrebi), Zekhen'dir. Yukarı Mısır'ı kendi yönetimi altında birleştiren Zekhen'den sonra kral olan Narmer, Delta bataklıklarına doğru yayılmayı sürdürmüştür. Narmer'in kuzey Mısır'daki; Wazner'in guney Mısır'daki egemenliği sonrasında Hor-Aha (ya da Menes olarak bilinir) birleşik Mısır İmparatorluğu'nun ilk firavunuydu. Antik Mısır, Augustus Caesar'in liderliğindeki Roma İmparatorluğu tarafından MÖ 30 yılında ele geçirilmiştir. MS 7. yüzyılda Araplar burada egemen olmuş, 1517 yılında ise Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. 1882 yılında da Mısır, İngiltere'nin bir kolonisi olmuştur. Zaman Çizelgesi
Geliştirdikleri mumyalama teknikleri onların öbür dünya inancına sahip ilk uygarlıklardan biri olduğunu gösteriyor. Günümüze dek dayanmış, tarihin yıkıcı etkisine karşın ayakta kalmış görkemli yapıları onların mimarlık alanında da ne denli ileri olduğunun bir göstergesidir. Fransız araştırmacı Jacques Champollion Mısır yazısını çözdüğünde binlerce yaşında olan bu uygarlık, yeniden konuşmaya başladı. Hiyeroglifler,hayranlık uyandıran öykülerini anlatmayı günümüzde de sürdürüyor. Bu haliyle Mısır Uygarlığı binlerce yıl daha insanlığın zihnindeki yerini koruyacak. "Mısır, Nil’in armağanı". Herodot’un bu ünlü deyimi bugün de geçerli. Çöllerin arasında sıkışmış, ekilebilir bereketli topraklar.. Bu topraklara bereket getiren, görkemli Nil nehri. Eskiler nehrin kaynaklarınıda, tropikal iklimini de bilmiyorlar ve bu nedenle amansız kuraklıktan sonra hazirandan ekime kadar suları kabartıp bereketli bir mil yayan taşkın karşisında hayran kalıyorlardı. Onlara bakılırsa böyle bir mucizeyi ancak tanrılar gerçekleştirebilirdi. Taşkınlardan sonra oluşan gölcükler ve bataklıklar da balık ve av hayvanı kaynağıydı. Bunun için tarih öncesinden başlayarak vadiye göçebe avcılar yerleştiler. Neolitik çağda yerleşik hayata geçen göçebeler, bu topraklar üzerinde unutulmayacak bir uygarlık başlattılar. Paleolitik çağda, gelecekte çöl olacak arazilerin kuruması, henüz nehrin sağ ve solunda, yani Arap ve Libya Çölü yakınlarında yerli halkın var olması için gerekli koşulları ortaya koyacak kadar ilerlemiş değildi. Adım adım gelişen ve bu arazilerin önce step, sonra da kuru çöle dönüşmesiyle sonuçlanan kuruma şekli, burada yaşayan insanları, arazilerini bırakıp zamanla Nil vadisine çekilmeye zorlamıştı. Bu aşamaya neolitik çağın başlarında ulaşildığı sanılıyor. Böylece Nil vadisinde yaşayan halkların kökeni üç grupta aranabilir: ilk başlardan beri burada yaşayan yerli halklar; yaşam alanlarının çölleşmesi nedeniyle doğu çölünden göç eden halklar; ve aynı nedenle batı çölünden göç eden halklar. Doğa bir yandan insanın elinden yaşanacak bölgeleri alırken, bir yandan da yenisini sunuyordu. Doğanın sunduğu yeni bölge, Nil nehrinin taşidığı ve Delta olarak anılan topraklardı. Mısır, birbirinden kolaylıkla ayrılabilen iki kısma bölünür: nehrin sağında ve solunda, dar ama verimli topraklardan oluşan "Vadi" ve tarımla uğraşanlar için gerekli her koşulun bulunduğu sulak, bereketli "Delta". Mısır’ın bu ikiye bölünmüşlüğü ülkenin siyasi ve ekonomik yaşamında etkili olmuştur. Eski İmparatorluk dönemine ait efsaneler, merkezi Heliopolis'te bulunan tek devletin bölünmesinin ardından birbiriyle mücadele halinde bulunan ve ancak kral Menes zamanında yeniden birleşebilen iki ayrı devletten söz eder. Efsane şöyle der: Delta’nın doğusunda, Busiris’te, adil bir kral olan Osiris hüküm sürüyordu. Yukarı Mısır’da Ombos kenti tanrısı Set onun hasmıydı; onu öldürdü ve hakimiyeti ele aldı. Fakat Osiris’le İsis’in oğlu olan Horus, giriştiği mücadele sonunda Set’i öldürdü ve babasının intikamını aldı. Bunun üzerine Heliopolis’teki tapınakta toplanan tanrılar ona, kral sıfatıyla tüm Mısır üzerinde hakimiyet bağışladılar. Bu efsanede ayrıca bir süre sonra Yukarı Mısır ve Aşağı Mısır olarak adlandırılan bölgeler arasında anlaşmazlıkların arttığını ve ülkenin yeniden ikiye bölündüğünü görüyoruz. İkinci birleşmeyse, tam tersi olarak güneyden geldi ve Delta’yı egemenliği altına aldı. Taşkınları dizginlemek, bataklıkları kurutmak, kanallar açmak, köyleri bentlerle korumak gerekmektedir. Bu nedenle yerleşik duruma geçmiş kabileler bir araya gelip daha geniş birimler oluştururlar. Birleşen kabileler bir süre sonra iki krallık görünümüne kavuşacaktır: Tanrı Set’e bağlanan Güney Ülkesi ya da Yukarı Mısır, tanrı Horus’a tapan Kuzey Ülkesi ya da Aşağı Mısır. Kuzey ülkesi günümüz haritalarında kuzeye yakın olmasına; yani yukarıda görünmesine karşın adı Aşağı Ülke’dir; bunun nedeni bu iki ülkeye Nil Nehri’nin akışı yönünde isim verilmiş olması. MÖ 4. bin yılın sonlarına doğru "akrep kral" olarak anılan Güney hükümdarı, Kuzey’i kendi ülkesine katar. Ondan sonra tahta çıktığı sanılan Narmer adındaki bir başka kral, Güney hükümdarının başlattığı birleştirme işini tamamlar. Güney’in hükümdarlık sembolü olan ak başlığın yanına Kuzey’in kırmızı tacını takar ve böylece iki ülkenin birleştiğini anlatır. Bu birleşme eski Mısır tarihinin başlangıcı kabul edilir. Narmer belki de efsanelerin sözünü ettiği ilk firavun Menes’tir. Böylece MÖ 3000 yıllarında Thinis Çağı (Narmer’in doğum yeri olduğu varsayılan Thinis adından) başlar ve o zamandan sonra hiyeroglif yazıtların yardımıyla Mısır tarihi belirginlik kazanır. Narmer, ya da Menes, MÖ 3000’e doğru iki ülkenin efendisi olarak başkent seçtiği Thinis kentinde hüküm sürmeye başlar. Bununla birlikte karşısına birçok sorun çıkmaktadır. Soylular arasında firavunu tanımayanlar vardır ve sık sık çıkan isyanları bastırmak gerekir. Ülkenin ikinci başkenti, 2. sulale zamanında Güneş’e tapınılan kutsal kent Heliopolis yakınlarındaki Memfis’tir. MÖ 2800 yıllarında firavun Kasekemui (bu ad "iki güçlü" anlamına gelir, Horus ve Set’e gönderme yapar) bazı kentlerin ayaklanmalarını bastırır ve yerel hükümdarlar yerine kentlere valiler atamaya karar verir. Onun zamanında devlet yapısı ortaya konur ve bir de nüfus sayımı yapılır. Mirasa dayalı soylu sınıf karşısında devlet işlerinde çalışanların ve Firavunun gücü yükseltilir. Bu dönem, yazının da evrimini tamamladığı bir dönemdir. Belirtilmek istenen nesneyi gösteren birer resim olan ideogramlar yanında seslere karşılık gelen ve Champollion’un çözmeyi başardığı hecesel göstergeler de belirir. Arşivler yazıcılar tarafından deriler üzerine ya da uç uca eklenen papirüs yaprakları üzerine yazılmaktadır. Mısır tarihinin bilinen en eski anıtı, Kral Aha’nın mezarıdır. 3. bin yılın başlarında yapılan bu mezarın bir kayaya oyulmuş beş odası vardır.İki ülkenin tam olarak birleşmesi ve tek Mısır olması kolay kabul edilmiş ve hemen gerçekleşmiş bir olay değildi. Bunun en önemli göstergesi 1. sulale döneminin sonlarında başlayan ve 2. sulale boyunca süren ayaklanmalar. İki ülkenin kaynaşması tam olarak 3. sulale döneminin başlarında oldu. Bu dönemde hükümet merkezi de yer değiştirmiş, ne kuzey ne de güney kenti olan Memfis başkent olarak belirlenmişti. Kral Zoser’in başkent yaptığı kent, bu tarihten sonra "iki ülkenin terazisi" lakabını taşımaya başlamıştı. Beyaz surlarla çevrili olduğu için Memfis kentine verilen adlardan biri de Beyaz-duvarlar Kenti’ydi. Kasekemui’nin oğlu Zoser, burada 3. Sülaleyi kurmuştur. Heliopolis kentinin baş rahibi İmhotep onun "tatisi", yani başbakanıdır. İmhotep, çağının en büyük dehalarından biridir; bilimsel bilgileri yenileyip zenginleştiren bazı hekimlik ve astronomi incelemelerinin yer aldığı "ahlak ilgileri"nin yazarıdır. Bu dönemde Güneş’in hareketi incelenmiş, gece ve gündüz on ikişer saate bölünmüş, ilk aritmetik işlemleri uygulanmaya başlanmış, yüzey ve hacim hesapları için formüller geliştirilmiştir. Hekimlik, büyüyle yakınlığını sürdürmektedir. Mumyalar üzerinde yapılan incelemeler daha o zamanlar çürük dişlerin doldurulduğunu, iltihapları geçirmek için çenenin delindiğini gösteriyor. İmhotep’in, bütün bu bilgiler yanında mimarlık bilgisi de vardır. Sakkara’da bulunan ve basamaklı piramit olarak bilinen Zoser piramidini o yapmıştır.60 metre yüksekliğindeki bu piramit, ölmüş hükümdarı, Helipolis’in ışıklar saçan tanrısı Ra’ya götürecek bir merdiven oluşturmaktaydı. El emeğini böylesine seferber etmeyi, ancak Thinislilerin sağlamlaştırdığı mutlakiyetçi bir krallık göze alabilirdi. Bu piramit, sonraki sülalelerin hükümdarlarına örnek olacak, ve firavunlar öldüklerinde benzer dev piramitlerde yatmak isteyeceklerdi. Zoser’den sonra gelenler, iktidarı 4.sulalenin kurucusu Snefru’ya bırakırlar. Bu hanedan MÖ 2720’den 2560’a kadar sürer. Bu dönem "piramitler dönemi" olarak anılacaktır. Snefru iyi bir kral olarak bilinse de oğlu Keops, kendisinden nefret edilen, zorba bir hükümdardır. Memfis din adamları onu, halkı vergilerle ezmekle suçlamışlardır. Oğlu Kefren, daha yaşarken insanların kendisine bir tanrı gibi tapmalarını sağlar; piramidi de neredeyse babasınınki kadar büyüktür. Buna karşılık Mikerinos, daha alçakgönüllü bir yapıyla yetinecektir. |
Mısır Uygarlığı Kuzey Afrika'da Nil Nehri ve etrafında kurulmuş olan bir medeniyettir. Etrafının çöl ve denizlerle kaplı olması, diğer medeniyetlerle etkileşiminin daha az olmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Mısır Medeniyeti, kendine özgü bir medeniyettir. Önceleri "nom" adı verilen şehir devletleri varken, M.Ö. 4,000'de Kral Menes'in başa geçmesiyle merkezi krallık haline gelmiştir. Kral Menes'le firavunlar devri başlar. Mısır krallarına "firavun" denirdi. Firavunlar, dini ve siyasi otoriteyi kendilerinde toplamışlardı. Kendilerini Tanrı olarak ilan etmişlerdi. Mısır'daki tanrı kral anlayışı, Mezopotamya'da ise rahip kral anlayışının egemen oluşu, hem Mısır hem de Mezopotamya'da laik olmayan yönetim anlayışını yansıtmaktadır. Dinleri çok tanrılıdır. Tanrılarını, insan veya hayvan şeklinde tasfir etmişlerdir. Firavunlar için piramitler yapmışlar, ölülerini mumyalamışlardır. Bu durum, öldükten sonra dirilme inancının olduğunu göstermektedir. Halk mezarlarına ise labirent denilirdi. M.Ö. 525'te Persler ve M.Ö. 333'te de Büyük İskender tarafından işgal edilmiştir. Büyük İskender'in istilası ile Yunan ve Mısır Medeniyetleri birbirini etkilemişlerdir. M.Ö. 1280'de Hititlerle Kadeş Antlaşması'nı imzaladılar. Kendilerine özgü hiyeroglif (kutsal resim yazısı) yazısını kullanmışlardır. Yazılarını "papirüs" adı verilen bitki yapraklarına yazmışlardır. Eczacılık, kimya ve tıpta gelişmişlerdir. Matematikte "pi" sayısını bulmuş ve astronomide gelişmişlerdir. Rasathaneler kurmuşlar ve Nil Nehri'nin taşma sürelerini hesaplamışlardı. Güneş yılı esasına dayalı ilk takvimi Mısırlılar yapmışlardır. Romalılar, Mısır'dan aldıkları bu takvimi geliştirerek bugün kullandığımız Miladi takvimi oluşturdular. Mısır ekonomisi tarım, ticaret ve madenciliğe dayanıyordu. Uygar toplum biçimlerinin İ.Ö. 2500 dolaylarından önceki dönemde yayılması son derece özel coğrafya koşullarını gerektirdi. Uygar zanaat ve bilgi düzeylerine ulaşmak için gerekli olan uzmanlar ordusu, yalnızca sulama yapılabilen ırmak vadilerinde, o tarihlerde bilinen tekniklerle beslenebilirdi. Sümer'e oldukça yakın çevrelerde bulunan birkaç küçük ırmak, bu özel koşulları yerine getirdi. Örneğin Ürdün Irmağı ve bugün denize yakın bir yerde Dicle'ye karışan, ama eski zamanlarda doğrudan Basra Körfezi'ne akan Karun Irmağı kıyıları boyunca çok eski kentlerin doğduğu görüldü. Arkeologların ilerde başka yerlerde bunlara benzeyen öteki kentleri de gün ışığına çıkarmaları olasılığı var. Ancak bu ırmak vadileri, büyük toplumların ülkeleri haline gelme yolunda, Sümer'le ya da Nil ve İndüs vadilerinde birbiri ardı sıra ortaya çıkmakta olan öteki eski uygarlıklarla karşılaştırılamayacak kadar küçük yerlerdi. 1930'lara kadar Mısır'ın yeryüzünün en eski uygarlığı olduğuna inanıldı. Fakat günümüzün Mısırbilimcileri, eskiliği ilk olarak 1920'lerde ortaya çıkarılan Sümer'in Mısır uygarlığından önce doğduğu konusunda görüş birliği içindeler. Yukarı Mısır'la Aşağı Mısır'ın Kral Menes yönetiminde birleştirilmesi, Mısır tarihinin geleneksel başlangıç noktası olarak alınır. Bu birleşmenin gerçekleştiği İ.Ö. 2850 dolaylarında, Sümer kentleri birkaç yüz yıllık gelişme dönemlerini geride bırakmıştı bile. Sümer'in Mısır uygarlığının gelişmesinin ilk evreleri üzerindeki etkilerinin, küçük, fakat şaşmaz izleri saptanmıştır. Bu nedenle, Basra Körfezi'nin başından yola çıkan denizcilerin, Arabistan kıyılarını dolaşıp Kızıldeniz'e ulaşmaları ve burada dar Nil Vadisi'nde oturan halklarla karşılaşmaları olası görünüyor. Sümerlilerin o tarihlerde bildikleri tekniklerin ve düşüncelerin, aşağı Dicle-Fırat bölgesindeki çevreye benzer bir çevre içinde yaşayan eski Mısırlılar için özel bir önemi vardı. Menes'in yaşadığı tarihlerde Mezopotamya'da sulama, metalürji, yazı, saban, tekerlekli araçlar ve anıtsal yapılar ortaya çıkmış bulunuyordu. Bunların hepsi, son derece hızlı bir öykünme ve uyarlanma süreciyle, Mısırlıların yararlanacakları biçime sokuldu. Mısır'ın siyasal birliğinin gerçekleşmesi, Sümer araç takımının içindeki öğelerden Mısır yerel gelenekleriyle ya da coğrafya koşullarıyla uyuşmayanların bir yana bırakılarak, Mısır'a uygun görülenlerin hızla benimsenmesi sürecini daha ileri noktalara taşıdı. Bir başka deyişle, Mısır uygarlığı, kendine özgü biçem (üslup) birliğiyle ve kurumsal yapısıyla, hızla ortaya çıktı. Mısırlıların Sümer deneyiminden yararlanabilmelerinin sağladığı üstünlükle, Mezopotamya'da bin yıl ya da daha uzun bir sürede olanların Mısır'da gerçekleştirilebilmesi için bunun yarısı kadar az bir süre yetti. Mısır ve Sümer toplumsal yapıları arasındaki önemli farklılıklar, Mısır uygarlığını hem daha yetkin hem daha dayanıksız kılan farklılıklardı. Mısır'da her şey tanrı-kralın yani Firavun'un sarayı çevresinde odaklaştı. Sümer'de, tanrıların, gereksinimleri, karakter özellikleri ve davranışları bakımından insanlara benzedikleri sanılmakla birlikte, göze görünmez olduklarına inanılmıştı. Mısırlılar ise, krallarının bir tanrı olduğunu ilan ettiler. Kendisi ölümsüz olduğu gibi, öteki insanlara da ölümsüzlük bağışlayabilirdi. Bu inancın altında Firavun'a boyun eğilmesini sağlayacak güçlü bir güdüleme yatar. Çünkü değerbilir bir tanrı-kraldan, bu dünyada kendisine iyi hizmet etmiş olanları, kendi tanrısal ölümsüzlüğü sırasında sadık hizmetçileri olarak yanında bulunmalarına izin vererek ödüllendirmesi umulabilir. Öte yandan Firavun'a karşı çıkmanın cezası öteki dünya yaşamına ilişkin tüm umutların yitirilmesi anlamına gelecektir. Kısa bilgiler...
Mısır'ın Ölüler KitabıÖlüler Kitabı ve ötesi... Eski Mısır’da ölüm ve ötesiyle ilgili kaynaklar Piramit ve Tabut yazıtlarıdır, bütün bunlar "Ölüler Kitabı" denen ölüm, ölüme geçiş ve ölümden sonra yasamla ilgili kuralları ve düzeni anlatan bütün bir bilgi veya inanç sisteminin parçalarıdırlar. Mısırlılar ölümden sonra yeniden dirileceklerine inanırlardı, Osiris'in yeniden doğması ve onun kişiliğinde simgelenen KIŞ ve BAHAR örneklerindeki gibi. İnsan beden ve ruhtan oluşuyordu, her ikisi de ölümden sonra ebedi olarak kalabilirdi, yeter ki ölümden sonra insan Osiris'in önünde günahlarını bağışlatsın ve saf olarak cennette kalabilsin. Osiris, insanin kalbini bir tüy ile tartarak samimiyetini ölçerdi, eğer ölü insan bu ölçümde başarısız olursa aç, susuz ve güneşsiz olarak ebediyen mezarında kalırdı. Osiris'in sınavlarından başarıyla geçebilmek için bazı yöntemler uygulanırdı, örneğin mezarlara yiyecek ve tanrıları sevindirecek tılsımlar konurdu. Ayrıca, balık, yılan, hamamböceği gibi böcekler rahipler tarafından kutsanarak ölüye yardımcı olurlardı. Ama en önemlisi, "Ölüler Kitabı"nın satın alınıp mezara konmasıydı. "Ölüler Kitabı" ölüm rahiplerinin yazdıkları dua ve yöntemlerle, Osiris'i sakinleştirecek ve hatta aldatacak önerilerle doluydu. "Ölüler Kitabı" örneklerinden yüzlercesi papirüs rulolar halinde mezarlardan çıkarılmıştır ve en eskileri Piramitler Dönemi'ne aittir, yani M.Ö. 2500'lere. Mısır inançlarına göre tüm bilgiler veya bilim bilge tanrı ve yazman Toth tarafından yazılmıştır. Bugün dahi bazı mistik pagan çevreler Tarot Kartları’nın kökeninin Toth kültünden kaynaklandığına inanırlar. |
MISIR MİTOLOJİSİEski Mısır tarihi boyunca tanrılarla ilgili inançlar birçok kez değişti. Her köyde ayrı bir yerel tanrıya inanılır, bazen bu tanrılardan birinin adı değiştirilerek başka bir köy ona tapmaya başlardı. Tanrıların görevlerinin değiştiği de olurdu. Mısır tarihi boyunca en ünlü tanrılar Osiris, karısı İsis ve oğulları Horus'tur Büyük İskender Mısır'ı ele geçirdikten sonra, bu tanrılara Yunanistan'da da tapılmaya başlandı. Mısırlılar Osiris'in öldükten sonra yeniden dirildiği inancındaydı. Bu nedenle insanların da öldükten sonra dirileceklerine inanırlar, ölüleri için görkemli mezarlar yaparlardı. Büyük piramitler güçlü kralları için yaptıkları mezarlardır. Her mezarın içinde yiyecek, ev eşyası, giysi ve araç-gereç gibi, bir insanın ölümden sonraki yaşamda gereksinim duyacağına inanılan şeyler olurdu. Mezarlara sonradan canlanıp kralların hizmetini görecek ufak insan heykelcikleri koymayı da unutmuyorlardı. Eski Mısırlılar büyüye ve büyücülere çok inanırlardı. Bazen büyücüleri tanrılarla bir tuttukları da oluyordu. Büyüler onlara göre son derece doğal olaylardı. Mitolojide de büyüler kendi yerlerini almıştı. Mısır Mitolojisi'nde geçen öyküye göre, babası Güneş tanrısı Osiris'i öldüren Seth'den öç almak isteyen Horus'un gözü, kavga sırasında aynı zamanda amcası olan karanlıklar ve kötülükler tanrısı Seth tarafından parçalanır. Bilimlerin ve tıbbın kurucusu olan Toth parçaları toplar ve gözü eski haline getirir. Ancak 1/64'lük parçası eks iktir ve bu parça Toth'un büyü ve sihir gücü tarafından tamamlanır. Daha sonra Horus'un bu gözünü simgeleyen hiyeroglif resim, uzak görüşlülüğün, beden dokunulmazlığının ve sonsuz doğurganlığın simgesi olarak, gemi, araba mumya, vazo gibi nazardan korunması gereken gereçlerin üzerine çizilmeye başlanmıştır. Mısır'da Kral (Firavun), bir Tanrıdır ve ülkenin diğer tanrıları ile arkadaşlık edebilir. Mısır firavunları çoğunlukla zorba, baskıcı, savaşçı ve acımasız kişilerdir. MÖ 14. yüzyılda başa geçmiş olan IV. Amenofis tek bir yaratıcıya inanılması gerektiğini savunmuş ve bu yüzden Amen rahipleri tarafından öldürülmüştür. Mısır'ın ilahi hükümetleri daimi ve değişmez niteliktedir. Bu bağlamda en üstün Mısır tanrısının Güneş Tanrısı Ra olduğu düşünülür. Mısır'ın arkaik dönemine baktığımızda farklı yerlerde farklı tanrıların önem kazanmış oldukları görülmektedir. Heliopolis'de Ra, Memfis'de Ptah , Busiris'de Osiris önemli tanrılar arasındadır. Mısırlılar için ölüm diye bir şey yoktur. Devamlı olarak Osiris'ten (yarı-ölüm) Horus'a (yarı-yaşam) ve sonra tekrar Osiris'e bir geçiş yaşanır. Bu yüzden Mısırlılar öldüklerinde tanrı-krallarını mumyalarlar ve onlara günlük hayatta lazım olacak gıda ve içecek sağlarlar. ESKİ MISIR TANRILARI
|
ESKİ MISIRİlk yazılı kayıtlar, Mısır topraklarının Kral Menes'in yönetiminde birleştirildiği İÖ 3100'e kadar uzanır. (Menes, Yunanca yazan eski tarihçilerin kullandığı addır. Bu kralın Mısır yazmalarında Narmer adıyla geçtiği sanılmaktadır.) Menes, Nil'e bir kanalla bağlanıp tarıma elverişli duruma getirilen başkent Menfis'i kurmuştur. "Beyaz duvarlı Menfis" 1.000 yıl boyunca başkent olarak kaldı. Kalıntıları bugünkü Kahire kenti yakınlarındadır. KrallıklarArkeologlar, 1. ve 2. hanedan krallarının Menfis yakınlarındaki Sakkara'da mı, yoksa Nil'in kaynağına daha yakın olan Abydos'da mı gömülü olduklarını kesin olarak saptayamamışlardır. Her iki yerde de benzer mezarlar bulunmuştur. Yağmalandıkları ve yakıldıkları için kral mezarlarının hangi bölgede yer aldığını saptamak çok güçtür. Mastaba denilen kenarları eğimli bu ilk kral mezarları, kayalarda açılan çukurların üstü çamurdan tuğlalarla örtülerek yapılırdı. Asıl mezar odası, zeytinyağı, şarap, bira ve çeşitli yiyecekler, ev eşyaları, bakır araçlar, taş ve çömlek vazolarla donatılmış odalarla çevrelenmişti. Bunlardan geriye pek bir şey kalmamış olsa da, Eski Mısırlılar'ın ileri bir uygarlığa ulaştıklarını gösteren yeteri kadar kalıntı vardır. Bir soylunun Sakkara'daki mezarında arpa lapası, bıldırcın, böbrek, güvercin yahnisi, balık, sığır eti, ekmek ve incirlerle dolu zengin bir sofra bulunmuştur. 3. hanedanın ikinci kralı Zoser, Sakkara' da ilk kez tümü taştan, basamaklı bir piramit yaptırdı. Planını veziri İmhotep'in yaptığı altı basamaklı piramit başlangıçta mastaba olarak düşünülmüştü. Piramitin altında Assuan graniti ile kaplı bir mezar odası vardı. Burası da, Zoser'in ailesinden kişilerin gömüldüğü mezar odaları ve galerilerle çevriliydi. Duvarları mavi çinilerle kaplı bu galerilerde çok sayıda taştan vazo bulundu. Mısır'daki en ünlü kalıntılar, Gize'de 4. hanedan döneminden kalma Keops, Kefren ve Mikerinos'un piramitleridir. Bu piramitler Dünyanın Yedi Harikası arasında yer alır. İkinci piramidin yakınlarında, kayadan oyma, yüzü Kral Kefren'in yüzüne benzeyen aslan gövdeli sfenks bulunmaktadır. İlk Mısır yazısı, hiyeroglif denen bir tür resimyazıydı. Hiyeroglif sözcüğü kutsal oymalar anlamına gelir. Mezarların ve tapınakların duvarlarına oyulan bu yazılar özenle kırmızı, sarı, yeşil, siyah ve maviye boyanırdı. Yazarken çok zaman almasına karşın, Mısırlılar bu yazıyı resmi belgelerinde kullanmayı sürdürdüler. Eski Kralhk'ta hiyerogliften türetilen ama daha akıcı bir yazı biçimi olan hiyeratik kullanılmaya başlandı. Akıcı olması nedeniyle, hiyeratik papirüs üzerine kamış kalem ve mürekkeple yazılabiliyordu. Orta ve Yeni krallıklar döneminde geliştirilen bu yazıyı daha çok rahipler dinsel yazılarda kullandı. Demotik (halka ait) adı verilen bir başka yazı biçimi de, İÖ 7. yüzyılın başında 25. hanedan döneminde ortaya çıktı. Ptolemaioslar ve Romalılar dönemi boyunca Mısır yazısını 19. yüzyılın başlarında, İngiliz Thomas Young ile Fransız Jean François Champollion çözdü. Aynı metnin hiyeroglif, demotik ve Yunan alfabesiyle yazılmış olduğu Rosetta Taşı bu gizin çözülmesini sağladı. (Bu taş günümüzde British Museum'da bulunUktadır. 6. hanedanın son yıllarında, II. Pepi (Neferkare) döneminin ardından Mısır yabancıların istilaları ve iç savaşlar sonucu yaklaşık İÖ 2200'lerde tam bir çöküş devri yaşadı.İÖ 2040'ta başlayan Orta Krallık'la birlikte yeniden canlanan Mısır, topraklarını Nübye (bugünkü Sudan), Suriye ve Filistin'i de içine alacak biçimde genişletti. Artık, başkent yukarı Mısır'da Nil Irmağı'nın kıyısındaki Teb kentiydi. Sanat ve mimarlığın en ileri örneklerinin yaratıldığı bu dönemden günümüze çok az sayıda yapıt kalmıştır. 12. hanedan krallarından III. Amenemhet'in gömüldüğü tapınak olan Labirent, Eski Yunanlılar'ca bir dünya harikası olarak nitelendirilmişti.İmparatorluğun Çöküşü 19. hanedan dönemi boyunca da güçlü krallar imparatorluğu korudular. II. Ramses büyük bir yapım programını gerçekleştirdi. İÖ 1200'lerde Deniz Kavimleri'nin akınları imparatorluğun çöküşünü hazırladı. III. Ramses yönetimindeki Mısırlılar, Deniz Kavimleri'ne karşı verdikleri üç büyük deniz savaşını kazandılarsa da, bir daha kendilerini toparlayamadılar. Asya'daki egemenliklerini yitirdiler. O sıralarda daha yeni kullanılmaya başlanan bir metal olan demirin elde edildiği kaynakların denetimini ellerinden kaçırdılar. Teb yakınlarındaki Ramses Tapınağı'nın duvarlarında, tarihte ilk kez resmi yapılan bu deniz savaşından sahneler yer almaktadır. III. Ramses öldürüldükten sonra yerine geçen krallar Mısır'ı yönetmekte başarılı olamadılar. Sonunda Mısır kuzey ve güney olarak ikiye bölündü, ayaklanmalar ve kargaşa tüm ülkeye yayıldı. Başkent, Teb'den Nil deltası üzerinde kurulu olan Tanis'e, daha sonra da Sais'e taşındı.Mısır'a saldıran Asurlular Menfis kentini ele geçirdiler. Menfis'i ve Teb'i yağmaladılar (İÖ 671-663). Sonunda Mısır İÖ 525'te Pers İmparatorluğu'nun bir eyaleti oldu. Bu dönemde Mısır'ın başında bir Persli bulunuyordu ve Pers parası kullanılıyordu. İÖ 332'de III. Darius komutasındaki Pers ordusunu bozguna uğratan Makedonyalı Büyük İskender Mısır'ı işgal etti ve genarallerinden Ptole-maios'u vali olarak atadı. Büyük İskender İÖ 323'te öldüğünde, Mısır'ı aldıktan sonra kurduğu İskenderiye kentine gömüldü. PtolemaioslarPtolemaioslar döneminde Dünyanın Yedi Harikası arasında sayılan İskenderiye Feneri yapıldı. Yunanca konuşulan tüm ülkelerden araştırma için gelen bilim adamları ile filozofların çalıştıkları görkemli bir kitaplığı olan Mouseion ya da akademi yine bu dönemde İskenderiye'de kuruldu. Bugün Eski Yunan düşüncesi üstüne bildiklerimizin çoğunu bu araştırmacılara ve tüm Mısır'ın her yanına yayılmış Yunan papirüslerine borçluyuz.Ptolemaioslar'ın sonuncusu, Augustus Caesar'a karşı Marcus Antonius'u destekleyen ve Aktium deniz savaşında donanmasının bozguna uğratılmasından sonra intihar eden Kleopatra'ydı İÖ 30'da Mısır bağımsızlığını yitirdi ve Roma İmparatorluğu' nun bir parçası oldu Mısır UygarlığıKuru bir iklimi olan Mısır'da, başka bir yerde kısa sürede bozulacak olan giyecek, deri, kereste, yiyecek gibi şeyler özelliklerini koruyarak günümüze kadar geldiler. Bu kalıntılar ve mezar duvarlarına çizilmiş günlük yaşama ilişkin resimler bize Eski Mısırlılar'ın yaşam biçimini kapsamlı olarak açıklar. Mısırlılar ölülerini tuz ya da bir soda türü olan hidratlı sodyum karbonatla mumyalayarak yüzyıllarca saklamayı başardılar. Mumyalama işlemi hekimlerin insan bedenini ve iç organlarını yakından tanıyarak kapsamlı bir anatomi bilgisine sahip olmalarını sağladı. Mısır'da tarihin en eski tedavi ve ameliyat kayıtlarına rastlandı. Mısır sanatının geçmişi ilk hanedanlara kadar uzanır. Ne var ki, bu güzel resimleri, heykelleri ve takıları yapanlar zanaatçı olarak nitelendirildiği için hiçbirinin adları bugün bilinmemektedir. DinMısır'da siyasal ve ekonomik olarak hangi kent güçlenir ve zenginleşirse, o kentin tanrıları da ülke çapında önem kazanır ve ünlenirdi. Örneğin Yeni Krallık'ta, Teb tanrısı Amon Teb'in başkent olmasıyla önem kazandı. Çok geçmeden de güçlü tanrı Ra ile birleştirilerek Amon-Ra adını aldı. Mısırlılar için ölümden sonraki yaşam çok önemliydi. Böylece, ölüler tanrısı Osiris de başlıca tanrılar arasına girdi. Osiris'le birlikte, eşi İsis'e ve oğlu Horus'a da tapıyorlardı. Bu üç tanrıya tapınma Roma İmparatorluğu'nda da yaygınlık kazandı. Mısırlılar tanrılarını çoğunlukla hayvan, bazen de insan biçiminde düşünürler, onlara barınmaları için tapınaklar yaparlardı. Bu tapınaklarda rahipler totemlerin, tanrı heykellerinin ya da tanrının göründüğü biçimlerden biri olarak düşünülen Apis öküzü, şahin, keçi, timsah gibi hayvanların hizmetinde çalışırlardı. İnsanların öldükten sonra, kayığıyla cennette dolaşan Güneş tanrısı Ra'ya eşlik ettiğine inanılırdı. Mısırlılar için bu cennet Nil'den başka bir yer olamazdı. İnanışlarına göre, öteki dünya, tıpkı gecenin 12 saati gibi, 12 bölüme ayrılmıştı ve altıncı bölümde yargıç Osiris oturuyordu. Burada, ölen kişinin yüreği ile Gerçeğin Tüyü tartılarak karşılaştırılırdı. Yürek çok ağır ya da çok hafifse ölü korkunç canavarlara atılırdı. Uygun ağırlıktaysa, kişi sonsuza kadar cennette yaşardı. Mısırlılar ölümden sonra yaşamın tıpkı dünyadaki gibi süreceğine inandıkları için, öte dünyada kendilerine gerekecek hemen her şeyi mezarlarına koydurturlardı. Önceleri mezarlara evlerin, tahıl ambarlarının, kayıkların, sığırların, ekmek ve şarap hazırlayan hizmetçilerin yapay örneklerini koydular. Daha sonraları aynı amaçla, gereksinim duyacakları şeylerin resimlerini mezar duvarlarına çizdiler. Kaynak: Msxlabs.org & Temel Britannica |
3 ek ANTİK MISIR MİMARİSİBir zamanlar Mısır'da yaşananlarla ilgili bir diğer sırlar yumağı da, mimari yapılarında kendisini gizlemektedir. Amerika Kıtası'ndan Asya Kıtası'na kadar Dünya'nın birçok bölgesinde rastlanan piramitlerin içinde en fazla ilgi uyandıranları Mısır'daki piramitler olmuştur. Bu nedenle de, Mısır deyince kuşkusuz ki, ilk akla gelen konuların başında, o devasa piramitler gelir... Bu gizemli yapıları gerçekten de alnından ter damlayan ve kırbaç altında zorla çalıştırılan binlerce köle mi inşa etmiştir? Tek parça tonlarca ağırlığındaki dev taş blokları sadece kas kuvvetiyle mi üst üste yerleştirildiler?!... Bu nasıl bir kas kuvvetıydi?!... İşte akılları karıştırmaya başlayan ilk sorular bunlardı... Ancak konu üzerinde araştınnalar sürdürüldükçe kafaları karıştıracak daha pekçok sorunun daha ortaya çıkmakta gecikmediği görüldü... Öncelikle, bilinen insanlık tarihinin bize sunduğu verilerle, Mısırlılar'ın bu devasa yapıları hangi teknolojiyle yaptıkları sorusuna mantıklı bir cevap verilemeyeceği kesin olarak anlaşılmıştı... Cevap: "İnsanlığın Ezoterik Tarihi"nde gizliydi... Keops, Kefren ve Mikerinos... Gerçekte bu üç büyük piramit Tufan Öncesi teknolojisi kullanılarak Osiris Rahipleri'nin gözetiminde inşa edilmiştir. Bir zamanlar Büyük Piramid de dahil olmak üzere, Mısır'daki tüm piramitlerin anıt mezar olarak ya|Jildığı görüşü günümüzde geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Tufan Oncesi'nde yapılmış olan ilk üçüne (Keops, Kelven ve Mikerinos) kıyasla çok daha küçük ve basit, adeta birer taklit niteliğinde olan ve Tufan'dan çok daha sonraki dönemlere ait diğer piramitlerin yegane işlevi firavun mezarı olmalarıdır. Anak diğerleri için durum çok farklıydı... ,, BÜYÜK PİRAMİT (KEOPS)İlk önce, bu ünlü piramidin boyutlarıyla ilgili verileri hatırlayalım... Keops'la ilgili bulgular, bu piramidin çok özel bir yapı olduğunu ve bulunduğu noktaya özellikle yerleştirilmiş olduğunu gösteriyor. Temelinin her bir köşesi 51 derece, 51 dakika, 14 saniyedir. Pi Sayısı Temel çevresinin yüksekliğine oranı Pi sayısının iki katma eşittir: 2 X 3.1415. , Piramit Kübiti Bu eserin yapımmda kullanılan temel ölçüm birimi 636.66 ram'ye denk gelen "Piramit Kübiti"dir. Dünyanın merkezinden Kutba uzatılan yarı çap Dünyanın merkezinden Kutba uzatılan yarıçap 6357 km'dİr Bu da "Piramit Kübiti"nin 10 milyon katına eşittir. Dünya ile Güneş arasnıdaki mesafe Dünya ile Güneş arasındaki mesafe ortalama 149.5 milyon kilometredir. Piramidin yüksekliğinin ise tahmini olarak 147- 149 metredir. Tahmin ediliyor dememizin sebebi (epe noktasının zaman içinde erozyano uğramış olmasından dolayı bu gün için kırık olmasıdır. Bu oranlara baktığımızda, piramidin yüksekliğinin I milyarla çarpımının dünyamızın Güneşe olan uzaklığını vermekte olduğu görülmektedir. Güneş Yılı'nın Günleri Piramidin temel kenarının uzunluğu 365.25 "Piramit Kiihiti"dir. Bu da, Dünya'nın Güneş Yılı'nın gün sayışma eşittir. Az sonra Mısır Takvimi'yle ilgili konuyu işlerken göreceğiniz gibi, bu aynı zamanda bir kehanet niteliği de taşır. Biz elimizdeki verileri hatırlamaya devam edelim... Dunya Gezegeni'nin Simgesi Peter Lemesurier "The Great Pyramid Decoded" (Büyük Pramit'in Şifresi Çözüldü) İsimli kitabmda şöyle diyordu: "Dünya gezegenini simgeleyecek bir mimari bir yapı aranacak olsa, Gize Büyük Piramiti'nden daha iyisi bulunamaz." Depremlere dayanıklılığı Büyük Piramit çok sağlam bir kaya yatağının üzerine inşa edilmiştir. Hem bu nedenle, hem de geometrik şeklinden dolayı, çok şiddetli depremlerden bile etkilenmesi mümkün değildir. Binleree yıldır ayakta kalması da zaten bunun en büyük kanıtıdır, Tonlarca ağırlığındaki Piramit ve Kireç Taşı blokları Yapımında yaklaşık 2.600.000 blok granit ve kireçtaşı kullanılmıştır. Bu taş bloklarının her birinin ağırlığı 2 tondan 70 lona kadar değişmektedir. Milimetrelik bir orandaki titizlikle özel boyutlarda kesilen tüm bu bloklar, birbirleri ile o denli hassa bir şekilde birleştirilmişlerdir ki, bloklar arasından saç teli bile geçemeyecek derecede, hiçbir boşluk bırakılmamıştır. Bu birleştirilme işleminde harç kullanılmamıştır. Yüzeylerindeki çıkıntıları basamak gibi kullanarak yaklaşık yarım saatte piramidin tepesine tırmanmak mümkün olabilmektedir İlk yapıldığında üzeri cilalanmış kireçtaşı levhaları ile kaplıydı. Dolayısıyla yüzeyi bugünkü gibi basamaklı değil, dümdüzdü. Hem depremler, hem de insanoğlunun tahripkâr davranışları nedeniyle, bu tabaka artık tümüyle yok olmuştur. Tabii yaşanılan büyük Tufan'ın etkilerini de buna ilâve etmek gerekir. Kireçtaşı levhalarının ne yazık ki çoğu, daha sonraları Kahire'deki inşaatlarda kullanılmıştır!... Keops'un Yapılış tarihi için "Tarihi Kayıtlar" ne diyor? Günümüze kadar gelebilen Tarihi Kayıtlar'da piramitlerle ilgili çok önemli bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler aynı zamanda "Mısır'ın Bilinmeyen Geçmişi" ile ilgili önemli ipuçlarını da içlerinde barındırır... Bunlardan bir kısmını alt alta sıralayalım: Arap Tarihçisi Abu Zeyd el Balkhy Abu Zeyd el Balkhy, eski bir yazılı kaynağa dayanarak, "Büyük Piramid'in Çalgı Takımyıldızı Yengeç Burcu'ndayken yani Hicret'ten 2 kere 36.000 yıl önce inşa edildiğini" yazar. Muhyiddin-i Arabi Mısır Ülkesi'ndeki piramitlerden sözederken, "Bu piramitler Nesr, Esed Burcu'ndayken bina edilmiştir. Nesr, şu anda Cedi Burcu'ndadır." demektedir. Nesr Çalgı Takımyıldızı'nın en parlak yıldızı Vega'dır. Esed Burcu günümüzde Aslan Burcu; Cedi Burcu ise, Oğlak Burcu olarak isimlendirilmektedir. Dünyamızın astrolojik çağlan ile ilgili arka sayfadaki tabloyla bu verileri karşılaştırdığımızda, Aslan Burcu'nun bizim devremizin başlangıcını ve aynı zamanda da yaşanılan son "Tufan"ı gösterdiği çok açık olarak ortaya çıkmaktadır. Bir başka Arap Tarihçi İbn-i Abd-Hükm Arap Tarihçisi İbn-i Abd-Hükm de Piramitler'in yapılış tarihi olarak "Tufan Öncesi"ni gösterir. Arap tarihçiye göre piramitlerin yapılış tarihi: "Tufan'dan 300 yıl öncesine dayanmaktadır." ibn-i Abd-Hükm piramitlerin yapılış nedenlerini ise özetle şöyle anlatır: Mısır Kralı Surid İbn-i Salhuk rüyasında dünyanın ekseninden oynadığını, yıldızların o yana bu yana kaçıştığını ve insanların tüm bu olgulara eşlik eden korkunç sesin etkisiyle korku içinde olduklarını görür. Uyanınca bütün rahiplerini toplar. Onlara gördüğü korkunç rüyayı anlatır. Rahipler astrolojik ve astronomik hesapları da inceleyerek yaklaşmakta olan Tufan'ı haber verirler ve krallığı yok edecek iklim değişikliklerini anlatırlar. Önlerinde birkaç yıllık vakit vardır. Bu süre zarfında kral, danışmanları.. yardımıyla içlerinde kubbeler bulunan piramitler yaptırır. Piramitlere muskalar, esrarlı hazineler, paralar, kıymetli taşlardan yapılmış muhafaza kutuları, çeşitli aletler, çatlamayan tekneler ve bükülebilen ama kırılmayan cam eşya yerleştirilir. İbn-i Abd-Hükm'ün piramitlerin yapılış nedenleri ile ilgili bu aktardıkları birçok bakımdan önemli bilgiler içermektedir. Bunları maddeler halinde sıralayacak olursak şöyle özetleyebiliriz: 1- Tufan'ın dünya eksenindeki kayma ile bağlantılı olması. 2- Bu yaklaşan büyük doğal afetin hem rüya kanalıyla hem de rahiplerin astrolojik ve astronomik hesaplamalanyla önceden anlaşıhnası. Hatta zamanının belirlenmiş olması. 3- Piramidin yapılış nedenlerinin başında Tufan'ın yaklaşmakla olması. Görüldüğü gibi bu tarihi kayıtta da piramitlerin yapılış tarihi olarak Tufan öncesi gösterilmektedir Bu anlatılanlara baktığımızda piramitlerin yapılış nedeni olarak, Tufan'dan korunma amacı da güdüldüğü anlaşılmaktadır. Çünkü pekçok değerli eşya bu yapıların içlerine muhafaza edilmişti. Piramitlerin Tufan'dan korunmak için yapıldığı ile ilgili başka tarihi kayıtlar da vardır: İbn-i Batuta 14. Yüzyıl'ın ünlü Arap alimi İbn-i Batuta: "Piramitlerin Tufan boyunca sanat ve bilimi ve diğer bilginleri korumak için inşa edildiğini" yazar. Aynı anlatıma yine 14. Yüzyıl'a ait Firazabadi Lügati'nda da rastlanır. ünlü Tarihçi Heredot Yunanlı Tarihçi Heredot da ilk üç piramidin ve Sfenks'in Tufan Oncesi'nde yapıldığını doğrulamaktadır. Mısırlı rahipler Heredot'a, bu piramitlerin Tufan'dan önce Mısır'ı yöneten firavun Surid döneminde, Hermes (Thot) rahiplerinin "Kutsal Sırlar"nı daha sonraki nesillere ulaştırmak amacıyla inşa ettiklerini ve aradan 341 nesil geçtiğini söylemişlerdir. Mısır Kıpti Tarihçisi Mesudi Orta Çağ'da yaşamış Mısır Kıpti tarihçisi Mesudi de, Arap Tarihçisi İbn-i Abd-Hükm'ün aktardıklarını doğrularcasına Büyük Piramid'in Surid isimli bir kral tarafından yaptırıldığını aktarmıştır. Bu kayıtlara göre Surid, Tufan'dan 300 yıl önce yaşamıştır. Nasıl olduğu bilinmeyen bir biçimde kral, Aslan Takım-yıldızı'yla ilgili bir felâket hakkında önceden uyarılır. Piramidi yaptırma nedeni de buna dayanın Yaklaşan büyük felâketten eskinin anısını koruyabilecek bir anıt yapmak... İşte bu düşünceyle Büyük Piramidi inşa ettirir. Piramidin dış cephesi, duvar ve tavanları astronomi, matematik ve tıp alanında bilgilerle donatılır. Bu bilgilerin arasında gizemli varlıklarla ilgili bilgilerin de kaydedildiği ifade edilmektedir. Eskinin anısı ile ilgili tarihi bilgiler de, bu piramidin gizli bölümlerine yerleştirilir. (Edgar Cayce'nin Atiantisle ilgili gelecekte bulunacağını iddia ettiği önemli bilgiler işte bunlardır.) Ancak ne yazık ki. Piramidin dış cephesi ve duvarlarındaki bu yazıtların büyük bir bölümü günümüze kadar gelememiş ve gizli tarihe ilişkin bilgiler de şu ana kadar bulunamamıştır. Bu kayıtları doğrulayan başka tarihi belgeler de vardır. Örneğin Herodot kendi devrinde piramitlerin üzerinde bazı yazmalara rastladığını kaydetmiştir. 12. Yüzyıl tarihçilerinden Abd-Ül-Latif, piramitlerin dışındaki yazıtların 10.000 sayfa dolduracak kadar çok olduğundan söz eder. Bunun haricinde o dönemden kalan bir papirüste yazılanlar da, tüm bu tarihi kayıtları destekler niteliktedir. Abu Hormenies mabedinde bulunan Kıpti Papirüsü'nde şöyle bir pasaj vardır: "Piramitler işte böyle yapıldı. Duvarlara astronomi, fizik ve diğer yararlı bilgilerin sırları yazıldı. Dilimizi okuyabilen herkes bunları anlayabilsin diye." Doğu Ezoterizmi'nde de Mısır Piramitleriyle ilgili benzer bilgilerle karşılaşmaktayız. 1900'lü yılların ilk çeyreğinde Tibet'e giderek, Himalayaların gizli mabetlerinde inisiye edilen İngiliz Teozofist A.P. Sinnett, daha sonra burada edindiği sırların bir kısmını Batı dünyasına duyurmuştur. Himalayalı bir Üstad'ın müridi olduğu bilinen İngiliz Teozofist A.P. Sinnett, 1920 yılında Londra'da yayınladığı "Okült Öğretinin Derlenmiş Meyvaları" isimli kitabında Büyük Piramit hakkında yukarıda aktardığımız belgelere benzer bilgilere yer vermiştir: Keşfedilen üç oda haricinde kesinlikle başka odaları da bulunan Büyük Piramit , başlangıçtan beri muhakkak ki, bir inisiyasyon mabedi ya da mekânı olarak tasarlanmış ve kullanılmış olmasına rağmen, Okült Gizemlerle ilgili olan ve büyük bir önem taşıyan bazı fiziki objelerin korunnasına yönelik bir amaca da hizmet ediyordu. Denildiğine göre bu objeler kayalık zeminin içine gömülmüş ve Piramit de bunların üzerine inşa edilmiştir. Piramit'in formu ve büyüklüğü, onu deprem felaketlerinden ve hatta yeryüzünde periyodik olarak meydana gelen büyük hareketler sırasında sular altına kalmaktan koruyacak şekilde; düşünülmüşlür. Piramidin içini keyfetmek için yapılan ilk araştırmalar Büyük Piramit yüzyıllarca kapalı bir kulu olarak kalmış ve bu devasa yapının içine açılan giriş kapılarına bir türlü ulaşılamamıştı... Bu nedenle piramidi sadece dışarıdan seyretmekle yetinilebilmişti. Tarihi kayıtlara göre Piramide girmeye çalışan ilk kişiye M.S 820 yılında rastlıyoruz. Harun-u Reşid'in oğlu olan Halife Abdullah Al-Mamun, piramidin içinde muazzam hazinelerin saklı olduğunu duyduğunda, bu gizemli yapıya girmeyi kafasma koymuştu. Yanına aldığı dönemin mühendis, mimar ve inşaatçılarıyla birlikte, günlerce bir giriş aradı durdu... Bulamayınca da, doğrudan yapının taş kütlesi üzerinde bir delik açmaya karar verdi. Ne var ki, çekiç ve balyozlarla bu işin yapılamayacağını kısa bir süre içinde anladı. Ellerindeki malzemeler piramidin dış yüzeyinde bir delik açmaya müsait değildi... Mücadeleyi bırakmamaya kararlı olan halife, adamlarına taşları kızgınlaşana kadar ısıtmaları ve sonra da üzerlerine soğuk sirke dökerek çatlatmaları için emir verdi. Çok uzun ve yorucu çalışmalar sonucunda, bu yöntemle ancak 30 metrelik ufak bir tünel açabilmişlerdi. Ancak piramidin duvarları bitecek gibi görünmüyordu!... Bu yorucu ve verimsiz çabadan tam vazgeçiyordu ki, adamlarından biri, kayalardan birinden kopan küçük bir taş parçanın aşağıya düşüp çıkarttığı sesi işitti. Demek ki taşın düştüğü yerde bir boşluk vardı, lekrar gayretlendiler, sonunda 1 metre yüksekliğinde 90 cm genişliğinde olan bir geçide vardılar. Burası 26 derecelik bir eğimle önce Piramid'in taş yapısı içinden, sonra da altındaki kaya zeminin içinden aşağıya doğru inen bir geçitti. Araplar aşağıya doğru eğimli olan bu geçidin ters istikametinde yukarıya doğru zorlukla ilerleyerek, sonunda "Gizli Girişi" keşfettiler. Daha sonra da aynı tünelden aşağıya doğru inip, piramidin en dibindeki "Yeraltı Odası"na ulaştılar. Bu odada hiçbir şeye rastlamadılar. Oda boştu!... Odanın en dibinde daracık bir tünel bulunuyordu. Tünele girdiler ama burası 15 metre ileride kör bir duvarla bitiyordu. "Yeraltı 0Odası"nın zemininde bir de dimdik aşağıya inen bir kuyu bulunmaktaydı. Ancak kuyu 9 metre derinliğe kadar inip burada bitiyordu... Al-Mamun'un adamları daha sonra geriye döndüler ve "Geçit"e düşen taşı buldular. Bu taşın, kırmızı granitten olan bir başka taşın önünü örttüğünü farkettiier. Bu iri granit yukarıya doğru çıkan ikinci bir geçidin önünde tıkaç vazifesi görüyordu. Uzun çabalardan sonra bu tünele girmeyi başardılar Tünelin içinde ilerlemeye başladılar Bir süre sonra yolları yine granitten yapılmış iki tıkaçla kesildi. Granitten yapılma bu tıkaçları aşmak oldukça zor oluyordu... Günler süren yoğun uğraştan sonra granit tıkaçlardan birini bulunduğu yerden sökmeyi başardılar Karşılarına çıkan tünelden ilerleyip basık tavanlı ve yine 26 derecelik bir eğim yapan bir başka "Çıkış Geçidi"ne vardılar. Dizleri üzerinde süranerek 45 metrelik bir mesafe boyunca kaygan taşların üzerinde ilerleyip yatay bir tünele girdiler. Bu tünelin sonunda ise yine bomboş bir odada kendilerini buldular. Burası her bir kenarı 5.5 metre olan kare biçiminde bir odaydı. Araplar kadınları eğik tavanlı mezarlara gömdükleri için, buraya "Kraliçe Odası" adını verdiler. Kraliçe Odası ismini verdikleri bu mekân piramidin tepe noktasının tam altında yer almaktaydı. Düzgün döşeme taşlarından yoksun kaba bir zemine sahipti. Arapların yine elleri boş kalmıştı!... Aradıkları hazine ortalarda görünmüyordu!... Geriye dönmek için meşalelerini yola doğru uzattıklarında başlarının üzerinde bir boşluğun yer aklığını farkettiler. Birbirlerine omuz vererek buraya tırmandılar. Dar ama yüksek tavanlı olan bir odaya çıkmışlardı. Odanın hemen yanında aynen "Çıkış Geçidi"ne benzer bir eğimde yukarıya doğru devam eden bir tünel bulunuyordu. Tünelin tavanı oldukça yüksekti. Diğer tünellerden farklı olan bu geçidin uzunluğu 47 metre, yüksekliği ise 8.5 metreydi. Galerinin sonunda yüksek bir basamaktan geçilerek alçak tavanlı bir "Ön Odaya" oradan da duvarları, tavanı ve tabanı cilalanmış kırmızı granitten yapılmış büyük bir odaya girdiler. Bir önceki odaya "Kraliçe Odası" adını verdikleri için buraya da "Kral Odası" adını verdiler. Odanın uzunluğu 10 metre, genişliği 5 metre ve yüksekliği de 5.5 metreydi. Al-Mamun'un ve adamlarının aradıkları paha biçilmez hazinelerdi ama bula bula bu odada hazine yerine iyi cilalanmış, koyu kahverenginde granitten yapılma boş bir "Lahit" buldular!... Daha doğrusu bunu lahit zannettikleri için böyle isimlendirmişlerdi... Görünüşü gerçekten de bir lahiti andırıyordu ama bu lahit, ölen birisi için değil, inisiyelerin ölüm ötesi deneyimlerini gerçekleştirirken kullanmaları için yapılmıştı. Al-Mamun, rüyalarını süsleyen hazinesine kavuşamamıştı ama kararlılığı ve becerikliliği sayesinde Piramide girilmiş ve geçitleriyle bazı odalarına ulaşılabilmişti. Görüldüğü gibi piramidin içindeki odalara verilen isimler Araplar'a aittir ve bugün de bu isimler kullanılmaktadır. Kullanılan isimlerin bu odaların işlevleriyle ilgili hiç bir dayanağı yoktur. Arapkir'in o anki kendi anlayışları çerçevesinde verdikleri isimlerden ibarettir. 450 yıl sonra... 1270 yılı civarında Büyük Piramit büyük depremlere maruz kaldı. Tutulan tarihi kayıtlardan öğrendiğimiz kadarıyla, Al-Mamun'dan sonra yüzyıllarca Piramide girme teşebbüsünde bulunan herhangi bir kimse çıkmamıştır... Bunun en önemli nedeni. Büyük Piramid'in pek tekin bir yer olmadığına dair bir inancın yayılmış olmasıydı. Bu yıllarda Abdul Latif isimli Bağdatlı bir bilim adamı Piramide girmeye karar vermiş ancak tam buna teşebbüs edeceği sırada bayılıp kalmıştı. Bu bayılma olayı Büyük Piramit'in üzerindeki tekinsizlik inancının daha da artmasına neden olmuştu. Sonuç olarak 1638 yılına kadar Piramit'in bilinen başka bir ziyaretçisinin olmadığı görülmektedir. İlk Bilim Âdâmı, 1638'de Piramide Adım Attı... Bu tarihte İngiliz Astronom ve Metamatikçisi John Greaves, Büyük Piramit'e ilk adım atan bilimadamı oldu. Amacı, Piramidin içinde olabileceğini düşündüğü bir takım astronomik kayıtlara ulaşmaktı. "Kral Odası"na vardığında o da bir zamanlar Al-Mamun'un adamlarının olduğu gibi, sadece boş bir lahitle karşılaştı. Böylesine devasa bir yapı sadece bu lahidi örtmek üzere inşa edilmiş olamazdı... Ama görünüşte bundan başka bir açıklama da getirilemiyordu... Bu çelişki onu bir hayli düşündürmüştü... Aradığını o da bulamamıştı ama araştırması sırasında Piramit'in içinde Al-Mamun'un adamlarının bulamadığı yeni bir bölüm keşfetti. "Büyük Galeri"nin rampası üzerinde rastladığı bir taş bloğu kaldırınca, doğrudan Piramit'in derinliklerine inen kuyuya benzeyen dik bir tünel buldu. 90 cm genişliğindeki bu tünelin duvarlarına, basamak gibi kullanılabilecek küçük çıkıntılar yapılmıştı. Bunlara basa basa 18 metre derinliğe kadar indi. Burada tünel küçük bir oda şeklinde genişliyordu. Bugün buraya "Mağara" denilmektedir. John Greaves Piramit'in boyutlarını da tespit etmeye çalıştı ve bunun bir matematik mucizesi olduğunu ilk o farketti. Elde ettiği ölçümlerle o devrin ünlü bilim adamı Sir Isaac Newton da yakından ilgilendi ve bu konuda Newton, bu yapının sıradan bir yapı olmadığıyla ilgili bir de tez hazırladı. Sonraki yıllarda bilim adamlarının Büyük Piramit'e daha fazla ilgi göstermeye başladığını görüyoruz. Her yapılan araştırma yeni bulguları beraberinde getiriyordu. Böylelikle Piramitle ilgili mevcut bilgilere sürekli yenileri eklenmeye başlanmıştı. Ama bütün bu araştırmalar samanlıkta iğne aramaktan öteye geçemiyordu. Çünkü Piramit sırrını kolay kolay ele verecek gibi görünmüyordu!... Piramidin Sırrı Çözülemiyor!... İngiliz Naıhaniel Davison, "Kral Odası"mn tam üzerinde, odanın büyüklüğünde ancak ayakta durulamayacak kadar basık tavanlı bir mekân keşfetti. Burası "'Kral Odası "nın tavanını oluşturan yekpare bir granit bloğun üst kısmında kalan bir boşluktan ibaretti. Bu yerin tavanınım da gene granit bir blok kaplıyordu. Bu mekâna "Davison'un Odası" denildi. Napolyon'un Mısır Seferi sırasında aralarında matematikçilerin de bulunduğu bir grup Fransız bilim adamı, Piramit'in o zamana kadar yapılmış olan en hassas ölçümlerini tespit ettiler. Piramit'in üzerinde durduğu platformu ve köşe taşlarının yerleştirilmesi için zemindeki kayaya oyulmuş yuvaları buldular. Kral Odası'nın ayrıntıları ortaya çıkıyor... 19. Yüzyı'lın başında Kaptan Caviglia, Piramit'in içine yerleşip orada yıllar süren uzun araştırmalar yaptı. Kaptan Caviglia daha önce John Greaves'in bulduğu "Kuyu"nun 18 metreden de daha aşağılara doğru devam edip "İniş Geçidi"yle birleştiğini tespit etti. 1836 yılında kendisine katılan Albay Howard-Vyse ile birlikte "Davimon'ın Odası"nın üzerinde üç benzer mekân daha buldu. Bunlar, "Kral 0dası"nın üzerine kat kat yerleştirilmiş olan granit boşlukların aralarında kalan mekânlardı. En üstteki boşluğun tavanı iri kireç taşı bloğuyla eğimli bir şekilde kapatılmıştı. Albay Howard-Vyse, bu üst üste bindirilmiş granitlerle elde edilen boşlukların, "Kral 0dası" üzerinde duran 60 metrelik taş yığınının basıncından korumak amacıyla inşa edilmiş olabileceğini ileri sürdü. Albay Howard-Vyse ayrıca Piramit'i belirli bir eğimle dıştan içe kat ederek "Kral Odası"nın açılan iki adet "Hava Kanalı"nı ortaya çıkarttı. Bu kanalları temizleyince, oda sürekli olarak temiz hava almaya başladı ve 20"'lik sabit bir ısıda kaldığmı gördü. Bu kanallardan Piramit'in Kuzey yüzüne açılanı 31"'lik. Güney'deki ise 45"'lik bir eğimle uzanıyordu. "Kraliçe Odası"ndan da havalandırma kanalları uzanmaktadır. Bunların tıkalı olan bölümlerini 1872 yılında Mühendis Waynman Dixon açmıştır. Uzaylılar değil ama bizim uygarlığımız da değil... 20. Yüzyıl'da en sansasyonel bulguları, dünyaca ünlü araştırmacı yazar Eric Von Daniken yayınladığı "Tanrılar'ın Arabaları" isimli kitabıyla duyurmuş ve Büyük Piramit'in normal yollarla inşa edilebilecek bir yapı olamayacağını olsa olsa bunun uzaylılarca yapılmış olabileceğini ileri sürmüştü. Günümüzde Keops'un uzaylılar değil ama bizim devremize ait uygarlıkların teknolojisiyle de yapılmadığı artık kesin olarak biliniyor. Ancak bu gizemli piramitle ilgili her sorunun cevaplanabildiği sanılmasın. Ortada hâlâ cevap bekleyen pekçok soru varlığını korumaktadır. Özellikle de konuya hâlâ klâsik yöntemlerle yaklaşan arkeolog ve tarihçilerin zihinleri cevaplayamadıkları sorularla doludur. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki, günümüzde Büyük Piramit'in girilemeyen daha pekçok bölümü vardır. Modern bilgisayarlar ve robotlarla sürdürülen bu çalışmalar halen devam etmektetir. Ve aradan geçen bunca zamana kadar şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, piramit sırrını henüz tam anlamıyla bizlere sunmamıştır. Klasik Tarih Bilimcileri'nin zihninde bu yapıyı inşa eden teknoloji hâlâ büyük bir muammadır. |
Maddelerle Tarih Mısırlılar :
b- Rahipler c- Askerler d- Şehirliler ve köylüler e- Köleler olmak üzere sınıflara ayrılmıştır.
|
1 ek Metalurji Metalurji en genel anlamıyla, gerekli hammaddeler kullanılarak metal ve alıaşımlarının üretilmesi, saflaştırılması, şekillendirilmesi ve korunmasını içeren bilim ve teknoloji dalıdır. Eski Mısır medeniyeti incelendiğinde, bundan yaklaşık 3000 - 3500 yıl önce, Mısırlıların başta altın, bakır, demir olmak üzere çeşitli maden ve metallerin çıkarılması ve işlenmesi konusunda uzman oldukları görülmektedir. Metalurjinin gelişmiş olması, Antik Mısırlıların, cevherlerin bulunması, çıkarılması, işlenmesi alanlarında ileri bir teknolojiye ve aynı zamanda gelişmiş bir kimya bilgisine sahip oldukları anlamına da gelmektedir. Tutankhamun mumyasının boynunda bulunan bu kolyenin üzerinde çok ince altın işçiliği vardır. Bunun yanı sıra firavunun mumyasında, 150 tane mücevher ve kolye daha bulunmaktaydı.Yapılan arkeolojik çalışmalar MÖ 3400 yıllarında Mısırlıların bakır cevherleri hakkında detaylı çalışmalar yaptıklarını ve metal alaşımları meydana getirdiklerini ortaya koymuştur. Dördüncü Hanedanlık döneminde (MÖ 2900 yılları), madenlerin araştırma ve işletmesinin en yüksek düzey yetkililer tarafından takip edildiği ve Firavunların oğulları tarafından denetlendiği bilinmektedir. Mücevherlerdeki ince işçilik, profesyonel altın işleme malzemelerinin kullanıldığını göstermektedir. Gerekli araç gereç olmadan bu derece ince işlemecilik yapılamaz. Mısırlıların altın işçiliğinin kalitesinin ve inceliğinin, günümüz işlemeceliğinden hiçbir farkı yoktur. Bakırın yanı sıra, eski Mısırlıların sıkça kullandıkları madenler ve metaller arasında demir de vardı. Bronzun üretimi için tin, camların renklendirilmesinde de kobalt kullanılıyordu. Mısır'da bulunmayan metaller ise başta İran olmak üzere diğer bölgelerden getirtiliyordu. Antik Mısırlıların en çok kullandıkları ve değer verdikleri maden ise altındı. Mısır'da ve Antik Mısır'ın sınırları içinde olan bugünkü Sudan'ın belli bölgelerinde, eski Mısırlılara ait olduğu tahmin edilen yüzlerce altın maden yatağı bulunmuştur. Apollinopolis yakınlarındaki bir altın madeninin planının bulunduğu MÖ 14. yüzyıla ait bir papirüs, eski Mısırlıların altın madenleri konusundaki profesyonelliklerini ortaya koymuştur. Papirüste yer alan bilgilere göre, maden çevresinde sayısı 1300'den fazla evin yalnızca madende çalışanların konaklaması için inşa edildiği anlatılmaktadır. Antik Mısır'da altın işlemeciliği ve mücevher sanatının önemi, bu bilgilerden anlaşılmaktadır. Nitekim arkeolojik kazılarda bulunan, yüzlerce altından yapılmış, kullanım ve süs eşyası da, eski Mısırlıların altın madenciliği ve işlemeciliği konusundaki uzmanlıklarının bir göstergesidir. Tüm bu bilgiler eski Mısırlıların maden yataklarını tespit edebilecek, bu yataklardan madeni çıkarabilecek, çıkan madeni işleyebilecek, ayrıştırabilecek ve yeni metaller oluşturabilecek bilimsel bilgiye ve teknolojiye sahip olduklarını göstermektedir. |
TARIH ÖNCESI MISIR Yontma taş devrinde Sahra Çölü ve Nil Nehri vadisi şu an bildiğimiz halinden oldukça farklıydı. Sahra çölü kumdan değil de engebeli çimle kaplı, bitki ve besin yönünden zengin tepelerden oluşmaktaydı. Bu çağda, bol miktardaki sebze ve yağışlar yaklaşık M.Ö. 30.000 yılına dek sürmüştür. Sonraları iklim kurumaya ve bu çimle kaplı tepeler azalmaya ve besin kaynağı yok olmaya başladı. Böyle olunca, insanlar Nil Vadisi’ne doğru yol almaya başladılar. Bu zaman ise avcılık ve toplamadan tarımcılığa doğru kaymaya neden olmuştur. Ek olarak bu çağın, günümüz Nil Vadisi’nden daha ılıman bir iklime sahip olduğu ve daha çok yağış aldığı bilinmektedir. Neolitik çağda, Yukarı ve Aşağı Mısır’da birçok birbirinden bağımsız hanedan öncesi medeniyet ortaya çıkmıştır. ESKI MISIR Sonraki 3000 yıl sürecek hanedanlar soyunun başlamasına sebep olacak olan birleşmiş bir krallık Kral Menes tarafından M.Ö.1350 yılında kurulmuştur. Mısırlılar, kendi birleşmiş krallıklarına sonradan tawy yani ‘iki ülke’ adını, daha sonra da Nil Nehrinin zengin siyah topraklarına ithafen kemet yani kara toprak demişlerdir. Mısır kültürü bu uzun dönem içersinde gelişti ve din, sanat, dil ve gelenekler açısından diğer kültürlerden ayrılan Mısır olarak kalmıştır. Bu birleşmiş Mısır’ın hüküm süren ilk iki hanedanı Eski Krallık dönemini (M.Ö.3100-M.Ö.2181) başlatmışlardır. Bu dönemin muhtemelen en öne çıkan eserleri meşhur piramitler 3.hanedan zamanının Coser piramidi ve 4. hanedandan Gize Piramitleridir.
İlk Orta Dönem 150 yıl sürecek olan bir politik kargaşa döneminin başlamasına öncü olmuştur. Kuvvetli Nil taşkınları ve hükümetin katı tutumuna rağmen Orta Krallık zamanında firavun 3.Amenemhat hükümdarlığında doruk noktasına ulaşılmıştır. İkinci bir kargaşa dönemi ilk yabancı hükümdarlık olan Semitik Hiksoslar’ın gelişinden sonra meydana gelmiştir. Hiksos’lu istilacılar M.Ö. 1650 civarında Aşağı Mısır’ın kontrolünü ele alarak yeni başkent olan Avaris’i kurmuşlardır. Ancak Hiksoslar, 18.hanedan’ın kurucusu 1.Ahmose’nin önderliğinde Yukarı Mısır kuvvetleri tarafından sürülmüşler ve başkent Memfis’ten Teb’e taşınmıştır. Yeni Krallık 18.Hanedan ile başlar ve ülke sınırlarının en geniş olduğu dönem olarak en güneyde Nübye Çölü ve doğusunda Levant ile sınırlanmıştır. Bu dönem içinde Hatşepsut, 3.Tutmosis, Akhenaton ve eşi Nefertiti, Tutankamon ve 2.Ramses’in de içinde bulunduğu ünlü firavunları ile dikkat çekmektedir. Tarihteki ilk tek tanrıcılık deyimi Yeni Krallık döneminde Atenizmşeklinde ortaya çıkmıştır. Diğer ülkelerle olan ilişkiler Yeni Krallık’a yeni fikirleri de sokmuştur. Ülke daha sonra Libyalılar, Nübyeliler ve Asurlular tarafından istila edilmiştir fakat yerli Mısırlılar bu güçleri def edip tekrar ülke kontrolünü ele geçirmişlerdir.
RA Eski Mısır dininde en önemli tanrılardan biriydi. Her şeyin başlangıcıydı, ölümsüzlük tanrısı, yeryüzü ve gökyüzünün yaratıcısı. Ra aynı zamanda kendi kendisini yaratan ilk canlı varlıktı.Ra ya da Re, bütün Mısır tanrılarının içinde en önemlisiydi. Başlangıçta sadece engin okyanus 'Nun' vardı. Onun sularından ve kendi iradesinin gücüyle Ra, Yaradılış Tepesi’ne doğru ayağa kalktı. Heliopolis’teki güneş tapınağının ibadet mihrakı olan benden taşının, Ra’nın bu ilk yaradılışını temsil ettiği sayılmaktaydı ve bendenin kendisi dikilitaşşeklinin bir örneğiydi.Ra yaradılışla ilişkilendirilmiştir. Kendisi hem asıl yaradılış (yeryüzünün yaratılması) hem de yıllık yaradılış (baharda doğanın canlanması)tan sorumluydu. Ham yaradan hem de koruyan olarak sayılırdı. Ra mevsimlerin efendisiydi ve ayrıca hem fani hem de ahir dünyanın yargıcıydı. Ra’nın AlametleriRa’nın betimlemeleri şehirden şehre, bir dönemden diğerine ve günün bir saatinden diğerine farklılık göstermekteydi.Gün boyunca Ra, başına güneş çemberi takan bir adam olarak – Uraeus Disk – görülebilirdi. Ayrıca bir aslan, çakal ve şahin olabilirdi. Şafakta yükselen güneş olarak tasvir edilirdi ve küçük bir çocuk ya da siyah benekleri olan beyaz bir buzağı şekline girebilirdi.Ra’nın geceye ait olan yüzü ona bir koç ya da koç başına sahip bir adam özelliği vermekteydi. Ayrıca yılanları öldüren kedi ya da firavun faresi şeklinde de olabilirdi. Gün boyunca bütün bu şekillerin her biri farklı bir isme karşılık gelmekteydi: öğle saatinde Ra, şafakta Khepri-Ra ve günbatımında Amon-Ra.Eski Mısırlılar, tıpkı güneşin aynı gün içinde doğuşu, parlayışı ve batışı olduğu gibi Ra’nın da bütün bu şekillerde olabileceğine inanırlardı.Güneş gibi, Ra yeryüzünün var olmasını ve sürekliliğini sağlardı. Güneş olmadan hayat olamazdı ve Ra olmadan da hayat olamazdı. Ra bütün tanrıların babası ve ek olarak ta bütün insanlığın yaratıcısıydı. OSİRİS Aslında bolluk tanrısı olarak bilinen Osiris’in aslında yeryüzüyle ve Mısır’ı bu kadar verimli yapan zengin alüvyonları taşıyan yıllık taşma ile çok kuvvetli bağlantıları vardı. Ağabeyi Seth tarafından öldürüldükten sonra dirilince, yer altı tanrısı olarak ‘Ölüler Krallığına’ hükmetmiştir. Osiris’in ölülerin kralı olarak tekrar doğması büyük ölçüde kutsanmış tanrı olması anlamına gelmekteydi. Kız kardeşi ve kutsal eşi olan Isis’in sevgisi sayesinde, Osiris hayata tekrar dönmüştür. Hayatın yenilenmesini kendisine dahil etmiş ve eğer son yargılanmayı geçebilirse herkesin tekrar yaşayacağına dair söz vermiştir. Bu ‘doğru ses’ ( günahsız) diye tabir edilen yargılananların isimleri ‘Osiris’ kelimesiyle birlikte yer alabilecekti. OSİRİS'İN TASVİRLERİ Osiris bir antropomorfik, diğer bir deyişle insan formunda, bir tanrıydı. Vücudu, ona bir mumya görünümü vermesi için beyaz bir kefene sarılmıştı. Bu, yönetiminde olan dünyaya bir göndermeydi, yani ‘Ölüler Krallığına’. Osiris her zaman hareketsiz, otururken ya da ayakta dururken resmedilirdi, asla yürürken resmedilmezdi. Bazen de kardeşleri İsis ve Neptis, nadiren de tanrıça Hathor tarafından kuşatılmış olarak tasvir edilirdi. Osiris en sık ayakta dururken, atef tacını takmış ve elinde harman aleti ve kanca şeklindeki asa tutarken, mumya biçiminde resmedilirdi. Ayrıca sık sık tahtına oturmuş önünde Horus’un dört oglunun figürü ile de tasvir edilirdi. Bazen bir imiut, eskiden ibadetlerde kullanılan bir saksıya oturtulmuş bir sopaya tutturulmuş başsız bir hayvan postu, ile gösterilirdi. Teninin rengi bazen beyaz fakat genellikle yeşil ya da siyahtı. Siyah renk tanrılar için yer altı dünyasında pek kullanılmazdı. Ayrıca yesil renk, her yıl hasat zamanı Nil’den gelen zengin alüvyon artıklarıyla da ilişkilendirilmiştir. Yeşil, bitki örtüsünün rengiydi ve her iki tonu da bolluğu ve yeniden doğuşu simgelemekteydi. ANUBİS Anubis en çok bilinen Mısır tanrılarından biriydi. Osiris, Dogruluk tüyüne karsı ölünün yüregini tartarken, Anubis ahrete kimin gideceğinin kararını verme konusunda ona yardım ederdi. Anubis’in rolü, ölüye yeraltında rehberlik etmekti ve bu ona Eski Mısırlılarda özel bir önem vermekteydi. Yeryüzündeki hayattan çok, onları ilgilendiren yer altı tanrısı olan Osiris’in diyarındaki ölümden sonraki yaşamdı. Anubis’e, bütün bu ölümlerinde ‘temiz’ olarak yargılanmak isteyenlerden dolayı saygı duyulurdu ki diğer dünyaya rahatça gidebilsinlerdi. Kalbi doğruluk tüyünden daha hafif ya da tüye eşit olarak tartılan kişi yer altı dünyasında Osiris’e sunulurdu. Ek olarak, Anubis bedenin çürümesini engelleyen mumyalamanın mucidi olarak bilinirdi. Mumyalanarak, bir Mısırlı yargılanır yargılanmaz ruhu daha önceden içinde bulunduğu bedene tekrar girebilirdi. Anubis eğer orda vücudu korumazsa, kurtuluş ve dolayısıyla ahret olmazdı. ANUBİS'İN TASVİRLERİ Anubis çoğunlukla bir çakalın ya da kurdun siyah başı ile insan formunda tasvir edilirdi. Bu özellik mezarlık çevrelerinde dolaşan bir çok vahşi köpeğin temsili olmalıydı. Bunlar mezarlıkların resmi olmayan gardiyanları olarak belirmişlerdir, daha sonrasında ise köpek-başlı Anubis’le bağlantıları kurulmuştur. Anubis genellikle uzun adım atmış ya da ayakta durmuşşekilde canlandırılırdı fakat bazen ise yere uzanmış ya da çömelmiş tam bir hayvan formunda gösterilirdi. Yine siyah renkte olarak, Mısır tapınaklarında bulunan tanrıların heykellerini içeren tapınak olan naos şeklinde bir tabutun üzerine eğilmiş vaziyette olabilirdi. HORUS Eski Mısır dininde, bir gözü güneş, bir gözü ay olan şahin biçimli tanrı. Başlangıçta Aşağı Mısır’ın tanrısıydı. Sonradan Nehen hükümdarının Horus’u bedenleştirmesi olduğu anlayışı doğdu. Her Mısır kralının beş adından ilki, onu Horus’la özdeşleştiren adıydı. “Horus” adı, bu tanrının Yunancadaki adıdır, Mısır dilindeki asıl adı “Hor”dur. HORUS MİTİ Mısır mitolojisine göre, Aşağı Mısır’ı temsil eden tanrı Horus ve Yukarı Mısır’ı temsil eden Set birlikte barış içinde yaşıyorlardı. İ.Ö. 2400 dolayında Mısır’da Osiris kültü yayıldığında Horus, Osiris’in oğlu olarak görülmeye başladı. Böylece, Osiris’i öldüren ve Mısır tahtına göz koyan Set’in düşmanı oldu. Efsaneye göre, amcası Set’i yenerek babasının (Osiris) öcünü aldı ve Mısır tahtına geçti. Bu savaş sırasında yaralanan sol gözünü tanrı Tot iyileştirmişti; bu inanış Ay’ın değişik dönemlerinde mitolojik bir açıklama getiriyordu. Horus’un iyileşmiş gözü zamanla güçlü bir tılsım olarak kabul edildi. HORUS'A İBADET Ptolemaios döneminde, belli başlı Horus tapınakları Mısır’ın simgesi oldu. Ayaklanmaların tapınağın yapım çalışmalarını sık sık kesintiye uğrattığı İdfu’da belirli aralıklarla sahnelenen törensel bir oyunda Horus, su aygırı kılığındaki Set’i mızraklayan firavun olarak canlandırılırdı. Kutsal ibadet yerleri, Edfu, Heliopolis ve Boto'dadır. HORUS'UN TASVİRLERİ Eski Mısır eserlerinde Horus, sık sık bir gözle, şahin kafasıyla veya atmaca kanatlı bir yıldız diskiyle tasvir edilir. Çocuk başıyla ya da genç bir insan başıyla temsil edildiğinde parmağı kelam organı olan ağzında ya da ağzını işaret eder tarzda tasvir edilir. Şahin başlı Horus’un yırtıcı kuşların keskin bakışıyla tasvir edilmesi, kişinin hiçbir hareketini gözünden kaçırmayan bir tanrı oluşunu, yani vicdanın gözünden hiçbirşeyin kaçmayacağını simgeler. Güneş ve Ay, Horus’un gözleri olarak ifade edilir.Çünkü Güneş ve Ay’ın her ikisi nöbetleşe, gece ve gündüz insanın üzerinden eksik olmaz, Horus’un 24 saat açık kalan gözleri gibi. |
Thot (29 Ağustos-27 Eylül)Zeka ve edebiyat tanrısı Osiris'in danışmanı ve Horus'un koruyucusudur. Kelimelerin ve matematiğin tanrısı olarak kabul edilir ayrıca tüm yazarları koruduğuna inanılır hiyeroglif ustasıdır ve ayrıca büyücüler üzerinde büyük bir etkiye sahiptir gökbilimcileri savaşçıları ve matematikçileri korur. Karakter Meraklı ve girişimci bir yapınız var; mükemmel bir organizasyon yeteneğine sahipsiniz. Esrarengiz olaylara çok ilgi duyuyorsunuz bir savaşçı ruhuna sahipsiniz ve bu ruh sizi sınırlarınızı aşmaya itiyor hayatın size neşe ve mutluluk veren temel öğeleri sizin için önemlidir hem cömert hem de dürüstsünüz. Doğal bir otoriteye sahipsiniz parmağınızı oynatmadan insanları kolayca yanınıza çekebiliyorsunuz sizi destekliyorlar. Sözünüze sadıksınızbenzersiz niteliklerinizi duygusal hayatınıza ve ailenize de yansıtıyorsunuz doğuştan bir öğretmen veya araştırmacısınız sizinle her şey mümkündür bilinmeyen bir konuda öğretmen veya değişik bir konuda araştırmacı olabilirsiniz. Kusurunuz sabırsızlıktır. Gazeteci aktör öğretmen ve avukatlar bu burçtan çıkar. Horus (28 Eylül-27 Ekim)Yıldızların ve aşkın parlayan güneşin tanrısı firavunların koruyucusudur. En eski Mısır tanrılarından biridir; güneş tacı giyen şahin başlı bir erkek olarak resmedilir. Keskin gözlerinin karanlıkta bile görebildiği söylenir. Karakter Çok nazik ve cömert bir karakteriniz var ve bu yüzden çok sevilirsiniz hayatta başarmak istediğiniz şeyler konusunda çok net görüşlere sahipsiniz. Savaşçı bir ruhunuz var; gözünüzü kırpmadan en büyük projelere atılırsınız. Risk almayı seversiniz uzun vadeli sorumlulukları üstlenirsiniz verdiğiniz tüm sözleri yerine getirmeye yetecek kendine güveniniz vardır. Kontrolün hep sizde olmasını istersiniz ama bazen sabrınız taşınca bu özelliğiniz yüzünden sevilmeyebilirsiniz siyaset felsefe ve sosyal konular size göredir diplomatça davranmayı iyi bilirsiniz. Adalet duygunuz gelişmiştir öksüz birinin haklarını sonuna kadar savunursunuz.İlk görüşte aşık olabilirsiniz yaşınız ilerledikçe olgunlaşırsınız. Cesursunuz. Politikacı ve medya mensupları bu burçtan çıkar. Zayıf yanınız inatçılığınızdır. Bastet (28 Ekim-26 Kasım)Kedi tanrısıdır ve bilgelik sembolüdür. Karakter Mantıklı temkinli hırslı vicdanlısınız. Aile bağlarına çok önem veriyorsunuz. Kusurlarınız kötümser ve biraz kendinizi beğenmiş olmanız. Öğrenmeye çok tutkulusunuz kitaplar sizin için en büyük hazinenizdir; evinizde en çok kütüphaneye önem verirsiniz. Kendinize güveniniz var ama bazen karamsarlığa kapıldığınız olur. Dost bildiklerinizin arkanızdan iş çevirmeleri en kızdığınız ve katlanamadığınız şeydir; öyle bir şeyle karşılaştığınızda asla affetmez ve hesap sorarsınız. Bazen müsrif olursunuz. Ayrıntılara önem verirsiniz gözünüzden hiçbir şey kaçmaz. Komşuluk ilişkileri sizin için önem taşır; 'ev almakomşu al' diyenlerdensiniz. Doğayı çok seversiniz şehirde yaşamaktan çok kırlarda olma özlemi taşırsınız. Hayvanları çok seversiniz merhametlisiniz. Mimar mühendis müteahhit ve editör olmaya yatkınsınız. Sekhmet (27 Kasım-26 Aralık)Savaş tanrısıdır ve kelime anlamı "güç"tür. Seller kıtlıklar salgın hastalıklar gibi insanların mutsuzlukları onun yüzünden olur ama aynı zamanda iyileştirici güçleri vardır: Doktorlarla büyücülerin koruyucusudur. Genellikle aslan başlı kadın veya dişi aslan olarak resmedilir. Karakter Sert tutkulu hırslı ve gururlu bir karakteriniz var bu yüzden her zaman dost kazanmazsınız. Nadiren hata yaparsınız. Başkaları sizi zor bir insan olarak görür kontrollü birisinizdir. Gururlu dış görünüşünüz altında hassas dikkatli bir insan yatar. İhaneti asla affetmezsiniz. Gözlem yeteneğiniz kuvvetlidir; sağlıklı kararlar verirsiniz bu özelliğinizle yasalarla ilgili meslekler size cazip gelir. Baştan aşağı mükemmeliyetçi birisiniz asla tatmin olmazsınız; biraz daha esnek olur biraz daha yaratıcı olur ve kendinizi daha az eleştirirseniz kendinizi bu kadar baskı altında hissetmekten kurtulursunuz. Kendinizi biraz özgür bırakın ve derinlerdeki arzularınızın farkına varın. Burcunuz ayrıca ünlü sporcuların şampiyonların burcudur. Kusurunuz ise sabırsız ve kavgacı oluşunuzdur. Sfenks (27 Aralık-25 Ocak)Her yaratığın şekline girebilir ve hazinelerin koruyucusudur. Aslan vücutlu olarak resmedilirler. Bu burçta doğanlar kendilerini her koşula uydurabilirler; hırçındırlar; çok disiplinlidirler ve son derece hassastırlar. Karakter Çok nazik kibar birisiniz; her zaman çevrenizdeki kişileri dinliyorsunuz karakterleri iyi tahlil ediyorsunuz. Kolay adapte oluyor ve iyi tavsiyelerde bulunuyorsunuz. Karşılık beklemeden veren bir kişiliğiniz var; çok hoşgörülüsünüz. Her zaman başkalarına yardım ediyorsunuz bu yüzden insanlar bazen sizi suistimal ediyorlar; onlar samimi içten oldukları müddetçe sorun yok ama ihanete uğradığınızı hissederseniz intikamınızı almaktan çekinmiyorsunuz. Gazabınızdan korkulur. Büyük çaba gereken işlere girişmekten kaçınmıyorsunuz bu enerjiniz başkalarına cazip geliyor. Tutkulu yapınızla sert kararlar alıyorsunuz. Duygusal olarak ailenize büyük destek oluyorsunuz çok iyi bir baba ve eşsiniz. Meslek olarak kendi işinizde çalışmayı seviyorsunuz. Shu (26 Ocak-24 Şubat)Mısır mitolojisine göre Atum'un nefesinden yaratılan Shu çok sakin etkileyici karakteri temsil eder. Çevresindekilere adil davranmasıyla tanınır; Mısır resimlerinde bir devekuşu tüyü takmış şekilde resmedilir. Karakter Güneş ışığı ve rüzgarın tanrısıdır. bunlar inanılmaz derece yaratıcı güce sahip insanlardır Bu burç insanları yeteneklerini gösterebilirlerse başarıya ulaşmaları kaçınılmaz olur. Prensip sahibi mizah gücü yüksek insanlardır; kusurları tereddüt etmeleri ve bu yüzden büyük fırsatları kaçırmalarıdır. Sosyal alanlarda çalışmayı severler; ayrıca ziraat danışmanlık ve hayvanlara zulmü önlemek gibi konularda da aktif olmayı severler. Bu burçtan sanatçılar çok çıkar. İsis (25 Şubat- 26 Mart)Osiris'in karısı ve ana tanrıçadır; doğum yapan kadınları yolcuları ve devleti korur. Başında iki boğa boynuzunun üzerinde duran bir güneş figürü taşıyan bir kadın olarak resmedilir. Karakter Kendinizi hep öne atan daima uyanık başkalarına açık bir kişiliğiniz var. Hayat dolu enerjiksiniz. Önyargılarınız yok tutkulu içgüdüleriniz sizi yepyeni ve zengin tecrübeler yaşamanız için rehberlik eder. İhanete uğrasanız bile insanlığa sarsılmaz bir güveniniz vardır çünkü çok olumlu düşünen ve iyimser bir insansınız. Sakin kendine güvenli bir karaktere sahipsiniz. Cömertsiniz bu yüzden aşık olunca bu derin bir aşk olur ve aşkınızı nasıl taze tutacağınızı bilirsürprizler yaparsınız. Kararlısınız yıkılan köprüleri nasıl onaracağınızı iyi bilirsiniz fakat bazen fazla idealist olur ve yüksek standartlarınızı karşılayacak mükemmel kişiyi bulana dek beklersiniz. Çok iyi aile babası veya anne olursunuz; çocuklarınız sizin göz bebeğinizdir. İnsan kaynakları alanında çalışabilirsiniz. Osiris (27 Mart- 25 Nisan)Mısır'ın en büyük tanrılarından biridir; üretkenlik ve büyümeyi temsil eder. Aynı zamanda öbür dünyanın tanrısıdır; ölülerin tanrısıdır sonsuz hayatın sembolüdür. Karakter Çok meraklı bir kişiliğiniz var. Sıradan biri değilsiniz hayata bağlı ve öz güveniniz yüksek. Hayatın her anını yoğun yaşarsınız; başarısız olmaktan korkmazsınız. Hayatınızda hiçbir şey durağan değildir; daima yeni maceralara yelken açarsınız ama tüm bu iyimserliğinize rağmen bazen hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Sözlüğünüzde "ilgisiz" kelimesi bulunmaz arkadaşlığınız sağlam olur tutkulusunuz. Aile akrabalık ilişkilerine çok önem verirsiniz önemli günlerde mutlaka aile üyeleriyle bir araya gelmek istersiniz. Çocuklarınızı disiplinli bir şekilde büyütürsünüz Amun (26 Nisan-25 Mayıs)Mısır inanışlarına göre Amun dünyayı yaratan tanrıdır. Karakter Bu burçta doğanlar güçlü zinde ve önderlik etmeyi seven kişilerdir; iradeleri de güçlüdür. Mükemmel lider olurlar ama biraz hoşgörüden yoksundurlar. Duygusal bir yapınız var bu yüzden bazen kendinize olan güveninizi kaybeder ve melankoli ile neşe arasında gidip gelmeye başlarsınız. Hassas yapınız hayal gücünüzün çok zengin olduğunu gösterir; başkaları sizi gizemli biri olarak görebilirler. Sizi yatıştırmak için sabırlı olmaları gerekir. Bazen korunmak amacıyla kendinizi başkalarından izole eder kabuğunuza çekilirsiniz. Sosyal konulara eğiliminiz vardır. Adil dürüst bir insansınız ve vicdanlısınız; bu özellikleriniz sayesinde insanlar size hayranlık duyarlar. Korkularınıza rağmen aşk hayatınızın önemli bir parçasını teşkil eder ve aşkınız için dağları yerinden oynatabilirsiniz! Eşinizde ileri görüşlülük otoriterlik ve nezaket ararsınız. Finans alanındaki mesleklerde başarılı olursunuz. Hathur (26 Mayıs-24 Haziran)Dünya ve gökyüzü tanrısıdır. Duygusalsınız aşk sizin için çok önemlidir çekici ve romantik insanlardır. Karakter Aşk hayatınızın temel yapıtaşını oluşturur.Yalnız kalmak tahammül göstermeyeceğiniz bir duygudur.İnsanlara güvenirsiniz ancak herkese güvenmenin kötü sonuçlarını görerek üzülürsünüz.Bazen insanlar sizin cömertliğinizi fedakarlığınızı suistimal ederler böyle durumlarda ihanete uğradığınızı hisseder ve asla unutmazsınız. İyiliği unutmadığınız gibi kötülüğü de unutmazsınız. Çocuklarınız için her fedakarlığı yaparsınız. Anka (25 Haziran-24 Temmuz)Sihirli anka kuşuyla resmedilir. Risk almayı severler kusurları inatçı ve hayalci olmalarıdır. Karakter Çok karizmatik bir insansınız; insanları çabuk ikna eder kendinize bağlarsınız. Çok sevilirsiniz ve her zaman çevrenizde sizinle birlikte vakit geçirmekten hoşlanan dostlarınız olur. Cesur ve açık görüşlüsünüz, aldığınız kararlar çok doğru olur ve bu yüzden herkes size hayranlık duyar. İnsanlara cesaret verir kendine güven duymalarını sağlarsınız. Diktatör olmadan doğuştan lider birisiniz. Çok uzak görüşlüsünüz fakat ilişkilerinizde kendinizden fazla vermezsiniz. Ama bir kere eşinizi seçtikten sonra çok cömert olursunuz ve güçlü bağlar kurarsınız. Çocuklarınızın derslerine yardım eder onları mümkün olduğunca iyi yetiştirmeye çalışırsınız. Aileye çok önem verirsiniz. Anubis (25 Temmuz-28 Ağustos)Bu ölüm ve öteki dünyanın tanrısıdır mumyalama törenlerinde rastlarız. Ölünün öbür dünyaya geçişini gözetler ruhlarını yargılar ve onları korur. İsmi çakal anlamına gelir. Genellikle dik kulaklı bir çakal veya köpek biçiminde resmedilir. Karakter Biraz çelişkiler içindesiniz; hem yalnızlığı seviyor hem de başkaları olmadan yapamıyorsunuz. Gizemli ve sırlarla dolusunuz. Gölgeyi ışığa tercih ediyorsunuz. Popüler olmaktansa gizlenmeyi yeğliyorsunuz. Olağanüstü hassassınız ve çok sadık birisiniz. Hem kendinize hem de başkalarına karşı çok dürüstsünüz. İdealist birisiniz; bu yüzden hayatınızda büyük hayal kırıklıkları yaşayabilirsiniz ama bunlar uzun sürmeyecektir ve sonunda mutlaka üstesinden geleceksiniz. Öğretmen doktor psikoloji insan kaynakları konusuna çok yatkınsınız çünkü bilinçaltı dünyasını derinden anlıyorsunuz; yapınız bazen duygusal anlamda kendinizi zayıf hissetmenize karar verememenize yol açabiliyor. Ruh eşinizi bulmak zor geliyor; bu yüzden eş seçerken çok dikkatlisiniz eşinizde karşılıklı saygı ve güven bekliyorsunuz. |
Mısır Mitolojisi - Ayrıntılı Bilgi Yaratılış, Var Oluş ve Başlangıç Mısırlılar başlangıçta evrenin kaosun kara sularıyla dolu olduğuna inanırlardı. İlk tanrı, Re-Atum, aynı Mısır karasının Nil'in taşan sularından her sene ortaya çıkışı gibi sudan (yükseldi ve) ortaya çıktı. Re-Atum'dan Şu (hava)ve Tefnut (nem) ortaya çıktı. Şu ve Tefnut'un iki çocuğu olduğu zaman dünya yaratıldı: Nut (gök) ve Geb (yer). Şu ve Tefnut karanlıklarda gezerken kaybolunca insanlar yaratıldı. Zira Re-Atum gözünü onları aramaya gönderdi ve onlara kavuştuğunda döktüğü sevinç gözyaşları insanlara dönüştü. Osiris Re-Atum'un oğlu ve Mısır'ın kralıydı. Erkek kardeşi Seth ise evrendeki kötülüğü temsil etmekteydi. Osiris'i öldürdü ve kendisi kral oldu. Osiris'i öldürdükten sonra vücudunu parçalara ayırdı, fakat İsis bu parçalardan çoğunu kurtardı. Seth kendisini kral yapmış olsa da Osiris'in oğlu Horus tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Yenilen Set çöle sürülür ve fırtınaların tanrısı olur. Osiris Anubis tarafından mumyalanmış ve ölülerin tanrısı olmuştur. Horus kral ve firavunların atası oldu. Ölüm ve Mumyalama Antik Mısır'da çok kompleks ve gelişmiş bir ahiret inancı ile birlikte ölü bedeni ve ruhu huzurlu bir ahiret hayatına hazırlamak için yapılan birçok ayin ve uygulama vardı. Ruh ve ahirete dair inanç özellikle vücudun korunmasında yoğunlaşmıştı. Buna göre tahnit ve mumyalama, kişinin kişiliğini ve kimliğini ahirette koruyabilmesi için uygulanmaktaydı. Mumyalama işlemi ölüyü öbür dünyadaki yaşamına hazırlamak için yapılan bir dizi törenden sadece başlangıç olanıdır.Bu işlem insanların yanı sıra boğa,timsah,kedi gibi hayvanlar içinde yapılmaktaydı.Arapça ve Farsça'da "Mumiya" doğada bulunan katran ve bunun karışımlarına denilir,ilaç olarak da kullanılırdı.Gerçekte ölünün bedenini konserve edercesine korumak için yapılan "Tahnit" işleminde katranın kullanılması,onu mumya ile eş anlamlı yapmıştır. Mumyalama işlevi şöyle gerçekleştirilirdi: Önce ölü yıkanir. Burnundan sokulan aletlerle beyin boşaltılır. Göz ve ağız boşukları,yağlı keten tamponlarla doldurulup göz kapakları kapatılırdı. Rahip habeş denilen keskin bir opsidyenle vücudun sol tarafını açarak,içindekileri tamamen boşaltır ve bunları "Kanopik" denilen çömlek ve vazoların içine koyardı.Boşalan karın kısmı ve kadınların göğüs içleri,hurma şarabı ve kokulu bitkilerle temizlendikten sonra, reçine, tarçın,soğan ve kokulu mir ile karıştırılmış ağaç talaşı,yerleştirilirdi. Açılan yerler dikildikten sonra Mısırlılar'ın "Net-jeryt" denilen ve kahire yakınlarındaki bir vadide bulunan "Natron" tozu sodyum karbonat veya Sodyum Klorit (tuz) ile karıştırılan madde içinde 40 veya 70 gün (soylular için 272gün) bekletilirdi.Böylece vücuttaki nem absorbe edilir,organik yapı antiseptik korumaya alınırdı. Bir çeşit insan salamurası olan bu işlemin sonunda eller göğüste veya karın üzerinde birleştirilerek vücut yatar durumuna getirilir ve kurutulurdu. Son dönemlerdeki inanca göre, ölünün ruhu Duat'taki bir mahkeme salonuna Anubis (mumyalama tanrısı) tarafından götürülür ve ölünün kalbi, ki kalbin kişinin ahlaki durumunun kayıdı olduğuna inanılırdı, Ma'at'ı (Hakikat ve Adalet) temsil eden bir tek tüye karşı tartılır. Eğer sonuç olumlu ise, ruh Osiris tarafından Aaru'ya götürülür, yok eğer sonuç olumsuzsa iblis Ammit (Kalp Yiyici) - yarı timsah, yarı aslan ve yarı hippopotam - tartılmış olan kalbi yer (ve böylece yok eder) ve ruh Duat'ta kalmaya mahkûm edilir... Monoteistik Dönem Aten'e tapınan kraliyet ailesi Antik Mısır tarihinde, kısa bir dönem için, Akhenaten hükümdarlığında güneş tanrı Aten'e odaklanmış bir monoteizm (atenizm) yaşanmıştır. Akhenaten Aten dışındaki bir tanrıya tapılmasını yasadışı kıldı ve Aten için tapınakların bulunacağı yeni bir başkent inşaa ettirdi (Amarna). Akhenaten'in bu din devrimi sadece onun ölümüne kadar devam edebildi, zira ne halk ne de aristokrat ve ruhban kesimler bu yeni dini inancı benimsememişti. Akhenaten öldükten sonra tahta geçen Tutankhamun'un zamanında eski din yine resmi din haline geldi. İlginç bir şekilde, Tutankhamun ve sonraki bazı firavunlar daha sonra hazırlanacak krallar listesinde, Akhenaten ve Smenkhare ile birlikte anılmayacaklar; listede yer almayacaklardır. Her ne kadar tarihçilerin çoğu bu dönemi monoteistik olarak tanımlasa da bazı araştırmacılar Atenizm'i monoteistik olarak tanımlamaz. Bu araştırmacılar gerekçe olarak, Atenizm döneminde insanların direkt olarak Aten'e değil, kraliyet ailesine ilahi gücünü Aten'den almış bir tanrılar panteonu gibi tapıldığını belirtirler. Yine de bu nokta tarihçiler tarafından çoğunlukla kabul görmemiştir. Amarna hanedanlığının çöküşünden sonra, Kıptik Hristiyanlık ve daha sonra İslam'ın yükselişine kadar, orijinal Mısır panteonu ana inanç olarak devam etmiştir. Tapınaklar Antik Mısır'da yapılmış çoğu tapınak bugün varlığını sürdürmektedir. Diğerlerinin ise farklı şekillerde harabe ve kalıntıları mevcuttur. Bir kısmı ise tamamen kaybolmuştur. Firavunlardan özellikle II. Ramses birçok tapınak yaptırmasıyla belirginleşmiştir. Bazı ünlü tapınaklar: Ebu Simbel Abidos Ein el-Müftella (Bahariye Vahası) Karnak Beni Hasan el Şurruk Edfu Kom Ombo Tapınağı Luksor Tapınağı Medinet Habu Tapınağı Hatşepsut Tapınağı Philae Ramesseum Dendera Tapınak kompleksi
|
Saat: 17:50 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık