MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Türkiye Cumhuriyeti (https://www.msxlabs.org/forum/turkiye-cumhuriyeti/)
-   -   Türk Süsleme Sanatları - Çinicilik (https://www.msxlabs.org/forum/turkiye-cumhuriyeti/9277-turk-susleme-sanatlari-cinicilik.html)

Misafir 1 Aralık 2005 18:56

Türk Süsleme Sanatları - Çinicilik
 
3 ek

ÇİNİ

Alıntıdaki Ek 66033

pişmiş topraktan yapılan, levha biçiminde, bir yüzü renkli ve sırlı duvar kaplama malzemesi.

Sözcük geniş anlamda, aynı biçimde yapılan tabak, kâse, testi gibi çanak çömlek için de kullanılır. Osmanlılar levha halindeki çini için “kâşî”, çanak çömlek için de “çinî” sözcüklerini kullanarak bu iki türü birbirinden ayırmışlardır. Bu kullanımın köklerinde çini levhanın Anadolu’ya İran’dan (Kâşan kenti önemli bir çini merkeziydi), çini çanak çömleğin de OsmanlIlara Çin’den gelmesi yatmaktadır. Çini çanak çömlek için bak. çanak çömlek.

Hazırlanması.


Çini hamurunun ana malzemesi temiz ve iyi cins kildir. İçine belirli oranlarda kuvars ve kireç de katılır. Kil önce içindeki yabancı maddelerden temizlenip havuzda suyla karıştırılır; bu çamur bekletilip süzülerek çeşitli havuzlardan geçirilir. Boza kıvamına geldikten sonra kalıba dökülür. Kalıptan çıkarılıp güneşte kurutulan çini levha, üstündeki pürüzler zımparalanıp temizlendikten sonra fırına yerleştirilir; fırının ağzı örülerek kapatılır. Pişirme ısısı amaca ve ulaşılmış teknolojiye göre değişiktir. Örneğin Anadolu Selçuklu çinileri 700°C-800°C’de, Osmanlı çinileriyse 900°C-1.000°C’de fırınlanmıştır. Fırın söndükten sonra, içindekilerin birden bire soğuyup çatlamaması için hemen açılmadan birkaç gün soğumaya bırakılır.

Bezenmesi.


Bundan sonra çininin renklendirilme aşaması gelir. Hamuru sert, ince taneli ve açık renkli olan çini astarlanmaz, böyle değilse boyamadan önce astarlanması gerekir. Ardından üstüne silkmeyle deseni çizilir ve boyanır. Sonra desenin korunması için sırlanır. Sırlama çininin bir anlamda cam bir katmanla kaplanması demektir. Sır sıvı haldedir, fırçayla ya da püskürtülerek sürülür. Bazen çininin sıra daldırıldığı da olur. Çini bundan sonra tekrar fırınlanır, böylece sır sertleşerek camsı hale gelir.
Tek renkli olacak çinilerin boyanmasında renkli astardan yararlanılabilirse de, daha çok renkli sır kullanılır. Bunun için sıra çeşitli maden oksitleri katılır. Çinilerin desenlerinin yapılmasında çeşitli yöntemler kullanılır. Sır altı tekniğinde, üstüne desen yapılmış çini sırlanıp fırınlanır. Fırınlamayla saydamlaşan sırın altında desen ortaya çıkar. Sır üstü tekniğinde desen, önce sırlanıp fırınlanmış çininin üstüne yapılır. Çininin bundan sonra yeniden fırınlanması sırasında boyalar sırın altına geçer. Minai tekniğinde bu iki teknik bir arada kullanılır. Sır altı tekniği daha çok OsmanlIlarda, sır üstü tekniği Anadolu Selçuklularında, minai ise .İranda kullanılmıştır. Lüster tekniği de (lüster sırlı seramik) çinide madeni bir pırıltı elde etmek için yararlanılan bir sır üstü uygulamasıdır. Desenin renkli sırlarla yapılması durumunda, çeşitli sırların birbiri içine akmaması için cuerda seca, lakabi (Kâşan seramiği) gibi teknikler uygulanır.

Yapılarda kullanılması.


Yapılarda en çok kullanılan sırlı pişmiş toprak malzemelerin başında sırlı tuğla gelir. Sırlı tuğla, tuğlanın genellikle dar ve uzun olan bir yüzeyinin renkli sırla kaplanmasıyla elde edilir ve bu nedenle de tam anlamıyla bir çini türü sayılmaz. Sırlı yüzü dışta kalacak gibi işlenir. En çok rastlanan renkleri turkuvaz, lacivert ve patlıcan morudur. Yapıda kırmızımsı renkli sırsız tuğlayla birlikte dikey, yatay ve çapraz yerleştirilerek örülür. Böylece çok çeşitli geometrik desenler, hatta harfleri köşeli olduğu için bu tekniğe çok uygun düşen kûfi yazı kuşakları bile oluşturulabilir. Böyle düzenlemelerde en çok kullanılan örgeler baklavalar, kancalar, yatay ve düşey yönde uzanan zikzaklar, çapraz çizgiler, yivlerdir. Sırlı tuğlayla yapılan bezemeler, yapının dışında daha çok cami ve medrese minareleriyle türbe duvarlarında, yapının içindeyse kemerlerde, tonozlarda, kubbelerde, tromp ve pandantif gibi kubbeye geçiş öğelerinde uygulanmıştır. Karahanlılar, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklularının önemli yapılarının vazgeçilmez bir bezeme malzemesi olan sırlı tuğla, OsmanlIlarda erken dönemin bazı yapılarından sonra kullanılmamıştır.
Alıntıdaki Ek 66034

Yapılarda düz levha çiniler daha çok iç duvarların kaplanmasında kullanılır. Bunlar ya tek renkli ya da çok renkli (desenli) olur. Tek renkli çinilerin birkaç ayrı renginin bir arada kullanılarak geometrik düzenlemeler oluşturulmasına Anadolu Selçuklu ve erken Osmanlı yapılarında çok rastlanır. Tek renkli çini levhalar daha çok üçgen, kare, altıgen, sekiz köşeli yıldız ve uçları sivri haç biçimlerinde olur. Selçuklularda bu biçimlerin hemen hepsinde desenin kullanıldığı örnekler de vardır. Ama OsmanlIlarda desenli çini levhalar hemen bütünüyle kare (kenar boyu 20-30 cm) ve dikdörtgen biçimli yapılmıştır. Yazıtlarda, yapıların iç duvarlarındaki yazı kuşaklarında ve lahitlerde karşılaşılan bir uygulama da kabartma çinidir. Daha çok OsmanlIlarda kullanılan kabartma çini, hamur yumuşakken üstüne kalıp bastırılarak elde edilir. Kalıptaki desenin çukur yerlerine dolan hamur, çininin kabarık yerlerini oluşturur. Kabartma çinide en çok turkuvaz, lacivert, yeşil, mor ve beyaz renkler kullanılmıştır. Lacivert zemin üstüne beyaz yazılı kabartma çinilerle daha çok yazı kuşaklarında karşılaşılır. Bunlar, çininin tümüne beyaz astar çekildikten sonra, yazılı yerler renksiz saydam sırla, çukur zemin ise lacivert sırla kaplanıp fırınlanarak hazırlanmıştır. Tek renkli kabartma çinilerse en çok lahitlerde görülür.

Özellikle Anadolu Selçuklularında yaygın olan bir çini duvar kaplaması tekniği de mozaik çinidir. Yapımı zor, ama görünümü çok zengindir. Küçük parçalardan oluştuğu için, kemer, tonoz, Lubbe gibi eğrisel yüzeylerin, mihrap gibi girintili çıkıntılı yapı öğelerinin kaplanmasına çok uygundur. Belirli bir desenin her parçası, tek tek daha büyük levhalardan kesilir, renklendirilir ve fırınlanır. Fler parça rengine en uygun ısıda fırınlanabildiği için, çok canlı ve nitelikli renkler elde edilir. Mozaik çini parçaların arkası hafif konik yapılır. Kaplanacak yüzey düzse, parçalar desene göre, sırlı yüzleri alta gelecek gibi dizildikten sonra üstlerine harç dökülerek birleştirilir. Böylece ortaya çıkan levha daha sonra yapıdaki yerine yerleştirilir. Eğrisel bir yüzeyin kaplanmasında da yöntem aynıdır; yalnız mozaik parçaların üstüne dizilmesi için, kaplanacak yüzeyin alçıdan negatif bir kalıbı çıkartılır.

Mozaik görünümü, tek renkli çininin üstündeki, desenin dışında kalan yerlerin, yani zemindeki sırların kazınmasıyla da elde edilir. Böylece çini levhanın gri beyaz rengi ortaya çıkar ve motif bunun içinde sınn renginde, sanki tek tek parçalardan yapılmış bir mozaik gibi belirir. Sahte mozaik diye anılan bu teknik oldukça az kullanılmıştır.

Tarihsel gelişimi


Sırlı pişmiş toprak malzeme tarihte daha çok Asya, Ortadoğu ve Akdeniz çevresinde üretilmiş ve kullanılmıştır. Ama Mezopotamya ye Mısır sırlı tuğlalarıyla Orta Asya ve İslam çinileri arasında eldeki bilgiler bakımından büyük bir zaman boşluğu vardır. Sırlı malzeme üretiminin Orta Asya Türkleri’ne, zengin bir seramik geleneği olan Çin’den geçtiği sanılır. Uygur tapmak ve evlerinde döşeme çinileri bulunmuştur. İslam sanatında Eme viler döneminde Rakka ve Bağdat çiniciliği gelişmiştir. Günümüze örneği ulaşmış ilk İslam çinileri Tunus’ta Keyrevan Camisi’nde 8. yüzyılda yapılmış olanlardır. Bu çinilerdeki bitki ve hayvan desenleri maden oksitleriyle sır üstüne uygulanmıştır. Araplar bu tekniği ve İslam desen anlayışını İspanya ve Akdeniz adalarına taşımışlardır. Bu kültür çevresinde lüster, cuerda seca ve mozaik çini uygulamaları yapılmış, ortaçağ ve sonrasında da Avrupada majolika) üretimi yaygınlaşmıştır. Ortaçağda Ispanyol (azulejo) ve İtalyan çiniciliğinde Doğu ve İslam’a özgü soyut desen anlayışı yaygınken, yavaş yavaş bunun dışına çıkılmış, anlatımcı bir tutum ağırlık kazanmıştır. Erken Rönesans sanatçısı Andrea della Robia, Meryem ve İsa’nın yaşamlarından sahneleri işlemiş, 17. yüzyılda Çin kaynaklı mavi beyaz Delft seramiği) ortaya çıkmıştır. Daha sonra rokoko döneminde bazı Avrupa saraylarında rastlanan porselen odalar da sırlı pişmiş toprak malzemenin ilginç uygulamalarındandır.

Türklerin İslam dinini kabul etmelerinden sonraki ilk çini örnekleriyle Horasan ve İran’da karşılaşılır. Gazneli Mahmud’un (hd 998-1030) Leşker-i Bazar Sarayı’nda gri yeşil, açık kahverengi ve sarı sırlı, Doğu mitolojisinden kaynaklanan hayvan figürlü kabartma çiniler vardır. Ürgenç’teki Fahreddin Razi ve Harezm hükümdarı Alaeddin Tekiş (ö. 1200) kümbetlerinde, Meraga’daki Kümbet-i Kırmız’da, Damgan Mescid-i Cuması’nın minaresinde, Kazvin Mescid-i Cuması’nda, Merv’deki Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in türbesinde (ö. 1157) kullanılmış olan turkuvaz sırlı tuğlalar, Karahanlı ve Büyük Selçuklu çini sanatının örneklerini oluşturur. Anadolu Selçuklularından da etkilenen İlhanlı ve Timuriu çini sanatı, 13. yüzyılda mozaik çini uygulamasına yönelmiştir. Çini yapımı Sultaniye ve Semerkant gibi merkezlerde gelişmiştir. Bu kentlerden birincisindeki Olcaytu, İkincisindeki Şah Zinde türbelerinde mozaik çininin bütün yapı yüzeyini kaplamaya yöneldiği görülür. İran çiniciliği zamanla kendini tekrarlar duruma düşerek Safeviler dönemi sonrasında giderek tükenmiştir.
Alıntıdaki Ek 66035

Anadolu Selçuklu çini sanatı, Büyük Selçuklu çiniciliğinden kaynaklanır. Yapılarda çini genellikle tuğla örgünün yanında az miktarda, ama dengeli olarak kullanılmıştır. Dış ve iç mekânlarda sırlı tuğla, kabartma ya da mozaik çini uygulamaları görülür. Selçuklu çinisi, kırmızı hamurlu ve astarsız bir çinidir. Saraylardan başka yapılardaki çinilerde hayvan ve insan figürü yoktur; bezeme programı yazı, bitkisel örgeler ve geometrik geçmelerden oluşur. Yazı, Kuran âyetlerini içeren kuşaklarla yazıtlarda kullanılmıştır. En çok nesih ve sülüs yazıya rastlanır. Bazen de yazıya geometrik ya da bitkisel bir düzenlemeyle iyice bezemesel bir ağırlık kazandırıldığı olur. Bitkisel bezemede en çok kullanılan örgeler rumiler, palmet ve lotuslar, kıvrıkdallardır.

Anadolu Selçuklularında çini simgesel ve bezemesel bir malzeme olmaya Konya’daki Alaeddin Camisi’nin mihrap ve kubbesindeki örneklerle başlamış, Sırçalı Medrese ile tartışmasız tek duvar kaplama malzemesi haline gelmiş, Karatay Medresesi’nin kubbesindeyse doruğa ulaşmıştır. Beyşehir’deki Kubadâbad Sarayı kazılarında ele geçen sır altı ve lüster teknikleriyle yapılmış çinilerin niteliği, daha sonraki Osmanlı çinilerininkine yakındır. Sekiz köşeli yıldız biçimindeki levhaların uçları sivri haçlarla bağlanmasından oluşan Kubadâbad Sarayı’ndala çini panolarda renk olarak mor, lacivert, siyah ve turkuvaz; desen olarak bağdaş kurmuş figürler, çift başlı kartallar, hayat ağaçları, yırtıcı hayvanlar ve bitkisel örgeler kullanılmıştır.

Erken Osmanlı döneminde sırlı tuğla, renkli sır, mozaik çini uygulamaları sürmüştür. İznik’teki Yeşil Cami, Bursa’daki Yeşil Külliyesi’nin camisi ve türbesi ile Muradiye Külliyesi’nin camisi, Edirne’deki Muradiye Camisi, İstanbul’daki Çinili Köşk gibi örnekler bir ölçüde Osmanlı öncesi çini sanatının bir devamıdır.
Erken Osmanlı dönemi sonlannda mozaik çini uygulaması da, tek renkli mavi ve turkuvaz çiniler de yok olmuştur. Bu dönemin başka bir önemli olayı, İznik’in giderek en önemli çini üretim merkezi durumuna gelmesidir.

16. yüzyıl başlarında, İstanbul’daki Şehzade Mehmed ve I. Selim (Yavuz) türbelerinde olduğu gibi, çinilerin geleneksel renkli sır uygulamasıyla ve Selçuklu izleri taşıyan desenlerle oluşturulduğu görülür. Yüzyılın ortasındaysa, özellikle Mimar Sinan’ın camilerinde kullanılan çinilerde, bu sanatta yeni bir atılımın gerçekleştiği izlenir. Süleymaniye Camisi’nde sır altı tekniğiyle çok renkli uygulamalar yapılmıştır. Mihrap yanlarındaki panolarla pencerelerdeki yazılarda, bilinen mavi ve beyaz renklerin yanına, sır altı terniğinin en zor elde edilen rengi olan kırmızı da katılmıştır. Gene Sinan’ın Rüstem Paşa Camisi’nde Osmanlı çiniciliği doruğa ulaşmıştır. Bu çinilerin hamuru sert, beyaz ve gözeneksizdir; genellikle astarsız kullanılmıştır. Sırları saydam, parlak ve çok niteliklidir. Zümrüt yeşili ve parlak mavi, mercan kırmızısından yakut kırmızısına kadar kırmızının çeşitli tonları, bu dönem çinilerinin temel renkleridir.

Yazı ve az miktardaki geometrik geçmelerin dışında, bezemede ağırlık bitkisel örgelerdedir. Lale, karanfil, gül, sümbül, narçiçeği şakayık gibi çiçekler (hatayi), sivri yapraklar, kıvrıkdallar, rumiler, palmetler bunların bazılarıdır. Çini artık bir anlamda duvar resminin yerini almıştır. Desenler tek levhadan taşarak birçok levhadan oluşan ponaları kaplamaya başlamıştır (ulama çini). Desen olarak en çok bahar açmış ağacın kullanıldığı bu tür panoların Topkapı Sarayı Harem Dairesi’nde çarpıcı örnekleri bulunur. Bütün bu çiniler İznik’te, ama İstanbul’daki saray nakkaşlarının hazırladığı örneklere göre üretilmiştir.

17. yüzyıl çinileri aynı desen zenginliğini sürdürürse de, daha katı, simetrik ve tekdüze bir görünüm almıştır. Sırları donuk, kumlu ve çatlaklıdır. Geçen yüzyılın ikinci yarısında beliren ünlü domates kırmızısı, bir daha görünmemek üzere kaybolmuştur. Bu yüzyılın temel rengi hafif maviye kaçan yeşildir. Çiçek örgeleri hâlâ kullanılmaktaysa da, servi ağacı gibi yeni bir motif ortaya çıkmıştır. Yalnız dinsel yapılardaki çinilerde görülen minyatür üslubunda yapılmış Kâbe desenli panolar da ilginçtir. Bu dönemin en önemli çinileri İstanbul’da Sultan Ahmed Külliyesi camisindedir. Gene İstanbul’da Yeni Cami’nin hünkâr köşkünde, Topkapı Sarayı’ndaki, Bağdat ve Revan köşklerinde de önemli örnekler bulunur.

17. yüzyılın sonunda çinicilik duraklamıştır. İznik atölyelerinin üretimi iyice azalmış, yeni bir merkez olarak gelişen Kütahya’nın çinileri de niteliğin düzelmesini sağlayamamıştır. 18. yüzyılın başlarında Lale Devri’nde, İstanbul’da Edirnekapı yakınlarındaki Tekfur Sarayı’nda bir çini atölyesi kurulmuştur. Burada yapılan üretimin örnekleri Hekimoğlu Ali Paşa Camisi’nde görülebilir. Sırlar çatlak, gözenekli ve mattır. Renkler akmış ve bulanıklaşmıştır. 18. yüzyılda İtalya, Avusturya, Felemenk gibi ülkelerden gelen ithal çinilerin rekabeti de eklenince, Osmanlı çiniciliği iyice çökmüştür. 19. yüzyıl sonlarında başlayan I. Ulusal Mimarlık akımında yeni-klasikçi bir anlayışla yapılarda yeniden çini kaplamanın kullanılması, Kütahya çiniciliğine kısa süreli bir canlanma getirmiştir. Bugün Kütahya, geleneksel niteliğe ulaşmak için denemelerin yapıldığı bir çini merkezi durumundadır.

kaynak: Ana Britannica


venüsün_kızı 23 Mart 2006 12:11

1 ek
Çini Sanatı
M.Ö. 3000 yılının ilk yarısında mimari ile tanışan çiniler, İslam mimarisinde M.S. 9. Yüzyılda kullanılmaya başlamıştır.
Selçuklular'ın 1071'de Bizanslılar`ı yenmesinden sonra Anadolu, hem Selçuklular hem de çiniler için yeni bir vatan olmuştur.
Bu topraklardaki çini sanatı, 13. Yüzyılda Selçuk mimarisinin doruğa ulaştığı dönemde gelişmiş ve buna bağlı olarak da pek çok camii, medrese, türbe ve saray duvarları çinilerle bezenmiştir.
Başlıca turkuaz, kobalt ve mor renklerin kullanıldığı geometrik desenli çini ve çini mozaikler iç mekanlarda tercih edilirken dışta da sırlı veya sırsız tuğlalar kullanılmıştır. 14. yüzyılda Anadolu Çini sanatı Osmanlılar ile birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Türkler iç ve dış mimari süslemenin en renkli kolu olan çini sanatını, asıl büyük ve sürekli gelişmesini Anadolu Türk mimarisinde göstermiştir.

Çini yapımında önemli bir aşama sayılan mozaik çini tekniğinin ilk örneklerine Karahanlılar ve Büyük Selçuklular döneminde İran'da rastlanır. Anadolu Selçukluları döneminde bu usul daha da geliştirilir. Çeşitli renklerde sırlanmış levhaların alçı zemin üzerinde bir araya getirilmesiyle oluşturulan bu yüksek seviyeli teknik, XIII. yüzyılda Anadolu'da geniş bir kullanım alanı bulur. Gerek yapıların duvar, kemer, eyvan, kubbe, mihrap, kapı ve pencere alınlıklarını süsleyen mozaiklerde gerekse saraylarda zengin motiflerle bezenen lüster ve sıraltı teknikleriyle elde edilen çinilerde hâkim renk hep firuze olmuştur. Hatta Anadolu Selçuklu devrinde en yaygın kullanılan renkli sır, firuze sırdır. Firuze rengin tonlarına ulaşmanın ise ancak bazı terkipler yoluyla sağlandığını görüyoruz. Meselâ, firuze sırı renklendiren bakır oksidin kurşunla karıştırılması ya da çininin hamurunda bağlantı maddesi olan alümin miktarının silise oranla artırılması halinde, firuze mavisi yeşile dönüyor. Sodyum ve potasyum iyonlarının nispetinin değişmesi de mavi ve yeşil tonların sağlanmasında önemli bir rol oynuyor. Konya, Ankara, Sivas ve Kayseri başta olmak üzere Anadolu'nun pek çok şehrinde hem beylikler hem de Selçuklular dönemine ait mimarî eserlerin firuze çinilerle renklendirilmiştir. Özellikle Konya Karatay Medresesi, Sivas Gök Medrese Mescidi ve I. İzzettin Keykavus Şifahanesi'ndeki türbe, ağırlıklı olarak firuzeden oluşan ve mozaik tekniğinde yapılan çinilerle süslüdür. Özellikle türbe cephelerinde, medrese, mescit, cami ve minarelerde tercih edilen bakır oksit karışımlı firuze tuğlalar, adeta Selçuklu mimarî yapılarının sembolü olur. XIII. yüzyılın ikinci yarısında renk olarak kobalt mavisinin kullanımı artsa da firuzenin hâkimiyetini gölgeleyemez.

Kütahya Çini Sanatı
Kütahyanin simgesi ve onu bütün dünyaya tanıtan "Çinicilik" Kütahya 'da önemli bir sanat olmanın yanında bir geçim koludur da.
Kütahya 'da Friglerle başlayan seramik yapımı Bizans Devri sonuna kadar sürekli gelişme göstermiştir. Kütahya 100 yılı aşkın bir süre Selçuklularla Bizanslılar arasında tampon bölge olarak kalmıştır. Bu devirde çinicilik Bizans ve Selçuklu Sanatının özelliklerini birlikte kullanmıştır. Daha sonra Beylikler Devrine giren Kütahya 'da Osmanlı etkisi görülmeye başlamıştır.
1314 tarihli Vacidiye Medresesindeki Abdülvacit Efendinin Sandukasında 1428 tarihli Yakup Bey Türbesi 'nde ilk Osmanlı Devri renkli sırlı çini tuğlalar kullanıldığı görülmektedir. 15. yy. Osmanlı seramik ve çini sanatı mavi beyaz grubu çinileri ile dikkati çeker. Bu orijinal mavi beyazlar Hisarbey Camii (1487), Kükürt Köyü Camiin (1697) de görülmüştür. 15. yy mavi beyaz çiniler Kütahya 'nın bazı yapıları yanında İstanbul ve Kudüs mimari eserlerinde de kullanılmıştır. 16.yy da Kütahya Çini ve Seramik sanatı faaliyetlerinin yavaşladığı görülmekle beraber İstanbul ve diğer önemli merkezlerde yapılan mimari eserlerde Kütahya çinilerinin kullanıldığı görülür. 1528 - 1529 tarihli Gebze - Çoban Mustafa Paşa Türbesinde, 1522 tarihli Manisa Valide Sultan Camiinde, Topkapı Sarayının çeşitli ünitelerinde Kütahya mavi beyaz çinileri kullanılmıştır.
Günümüzde ihraç malları arasına giren desen ve renk zenginliği kazanan Kütahya Çiniciliği olumlu bir yoldadır. 30 kadar irili ufaklı atölyede yapılan çalışmalar sonucu yapılan çiniler Türkiye ve Dünyanın pek çok eserini süslemektedir.

Kütahya 'da Çinicilik Yöntemleri
Çinicilikte kullanılan hammaddeler, Kütahya ve komşu illerden sağlanmaktadır. Bu hammaddeler, plastik ve plastik olmayanlar diye ikiye ayrılır. Plastik hammaddeler grubuna "Kırklar Toprağı", "Gri Bilecik Kili", "Maya" ve "Çamaşır Kili", Plastik olmayan hammaddeler grubuna "Çakmak Taşı", "Beyaz Bilecik Kili" ve "Tebeşir" girmektedir.
Bu hammaddelerin belli oranlarda karıştırılmalarıyla "Çark", "Döküm" ve "Pres" diye adlandırılan üç tür harman hazırlanır. Çark harmanında; düz duvar tabağı, vazo, saksı ve şekerlik, döküm harmanında; biblo, bardak, tabak ve küllük, pres harmanında; düz yada desenli duvar plakaları yapılır. Ocaklardan gelen hammaddeler önce öğütülür, çakmak taşı ile bir değirmende kuru olarak karıştırılır. Plastik hammaddeler harman yapılarak, havuzlarda 1-2 gün bekletildikten sonra elek ya da bezden geçirilerek 20-25 gün dinlendirilir. Plastik olmayan hammaddeler de kaynatılarak süzülür ve harmana eklenir. Dinlendirilmiş harman, kapalı suyu alındıktan sonra alçı kalıplara dökülür yada eski fırın plakaları üzerine yayılır. Böylece, harmanın bileşimindeki su oranı ile plastik maddelerin bileşimindeki su oranı eşitlenir. Döküm harmanı, çoğunlukla imalathanelerdeki çark harmanında hazırlanır. Kimi imalathanelerde, çark harmanına belli oranlarda çakmak taşı eklenir. Pres harmanı ise, kuru olarak hazırlanır.
Alıntıdaki Ek 66032

Harmana "Çark", "Torna", "Döküm" ya da "Pres" ile biçim verilir. Çarkların çoğu ayak ile işletilir. Pres kalıplarının çoğu ahşaptır. Alçı kalıplarında kullanılan alçının niteliği çok düşük ve teknoloji ilkeldir.
Kurutma, kışın kapalı yerlerdeki raflarda, yazın ise açık havada yapılır. Plakalar püskürtme, diğer ürünler daldırma yoluyla sırlanır.
Değişik büyüklükte tuğlaların dizilmesi ile silindir biçiminde yapılan fırınlar, ateş hane ve pişirme bölümlerinden oluşur. Pişirme bölümünde raflar kurutulmuştur. Ateş hane bölümünün her iki yanında, sırçanın pişirildiği, pişirme bölümünün "Göz" penceresinden kontrol edilir. Pişirme sıcaklığı 11-14 saatte 800 - 950 dereceye ulaşır. İlki daha düşük ısıda olmak üzere "Çift Pişirme" uygulanır. Çini yapımında kullanılan boyalar yerli ve yabancı kaynaklardan sağlanır.

Yerli boyalar, genellikle oksitlerden yapılan açık yeşil, turkuaz, kırmızı ve siyah, yabancı boyalar ise sarı, koyu yeşil ve laciverttir. Boyama, sulama ve pişirme ilkel yöntemlerle yapıldığından zayıf türdeş olmayan ve birbirine karışan değişik renkler oluşturulur.

Sır Altı Tekniği
Kapların fırınlanmadan önce bezenmesine dayanan teknik. Bu teknikte bezeme, yüksek ısıya dayanıklı boyalarla doğrudan kabın üzerine yapılır. Daha sonra üzerine sır çekilen kap, yüksek ısıda fırınlanır. Fırınlama sırasında sır saydamlaşır ve altındaki bezeme ortaya çıkar. Kobalt mavisi, yüksek ısıya en dayanıklı renk olduğu için sır altı bezemede en çok kullanılan renk olmuştur. Bu teknik daha çok Osmanlılar’ca kullanılmıştır.

Sır Üstü Tekniği

Kapların fırınlandıktan sonra bezenmesine dayalı tekniktir. Genellikle saydam olmayan sırlar kullanılır. Sırın üzerine bezeme yapıldıktan sonra kap, düşük ısıda bir kez daha fırınlanır. Fırınlama sırasında desenler ısıyla yumuşayan sırın altına geçer. Bu teknik daha çok Selçuklular’ca kullanılmıştır.

Minai tekniği
Sır altı ve sır üstü tekniklerinin birlikte kullanılmasıdır ve daha çok İran’da yaygındır.

Çini Müzesi
Avukat S.Sadık ATAKAN 'ın babası Hacı Bahattin ATAKAN 'dan kalma, Kütahya 'nın ilk Defterdarının oturduğu elli yıllık ev "S.Sadık ATAKAN Özel Çini Müzesi" olarak ziyarete açıldı. Müzede son ikiyüzelli yılın en güzel çini örneklerini görmek mümkün. En iyi çini ustalarının eserlerinden oluşan binlerce eser, uzun yılların sonunda toplanmış. Ayrıca müzede bir çok antika eşyayı da görmek mümkün. Mutfak eşyaları, Kütahya 'ya gelen ilk radyo, ilk daktilo, dikiş makinası ve mutfak gereçlerini izleyenler nostaljik bir ortamın içinde buluyor kendisini. Ücret ödemeden gezilebilen ve geçmiş ile gelecek arasında bir köprü olan bu ilk özel çini müzesi yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline gelmiştir.


Bia 30 Haziran 2008 19:37

Çini Sanatı
 
3 ek
Alıntıdaki Ek 66039
Çini Sanatı


Türklerde iç ve dış mimari süslemenin en renkli kolu olan çini sanatı, asıl büyük ve sürekli gelişmesini Anadolu Türk mimarisinde göstermiştir. Çeşitli tekniklerle zenginleşen bu süsleme sanatı, hep mimariye bağlı kalmış, onun üstünlüğünü ezmemiş, ama renkli bir atmosfer yaratarak mekan etkisini arttırmıştır. Türk mimarisinde çini süslemenin kullanımını çok eski tarihlere kadar indirebiliriz. Uygurların, Karahanlıların, Gaznelilerin, Harzemşahların ve özellikle İran’da Büyük Selçukluların mimarisinde çininin az da olsa kullanıldığı bilinmektedir. Bu sanat dalı, Anadolu Selçukluları ile çok yaygın ve çeşitli tipteki mimari yapıtlar üzerinde büyük bir gelişme göstererek varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Her dönemin çini süslemesi, daha önceki dönemin teknik üstünlüğünü sürdürmekle birlikte yeni teknik buluş ve renklerle bu sanatı zenginleştirmiştir.

Anadolu Selçuklu mimarisinde dini yapılar mozaik çini tekniği ile süslenmiştir. Bu teknikte firuze, mor, yeşil, lacivert renkte sırlanmış çinilerden istenen örneğe göre kesilmiş parçalar alçı zemin üzerinde bir araya getiriliyordu. Selçuklu köık ve sarayları ise, yıldız, haçvari, altıgen, kare, dikdörtgen gibi geometrik çini levhalarla kaplanmıştır. Selçuklular ayrıca, sır üstüne uygulandığında metalik bir parıltı veren Perdah tekniğini geliştirmişlerdir. Dini yapılarında ise geometrik kompozisyonların yanında, rumi ve palmet gibi soyut bitkisel motifli kıvrık dallara da yer vermişlerdir. Ayrıca, çok etkili iri kufî ve sülüs yazılarla yapılan süsleme de önemli bir yer tutar. Anadolu saraylarındaki çini süslemeler ise çeşitli duruşlarda insan, av hayvanları, kuşlar, çift başlı kartal, ejder, sfenks gibi aralarında efsanevi yaratıkların da bulunduğu zengin bir figür koleksiyonunu gözler önüne sermektedir. Selçuklu döneminde çini süslemenin merkezi Konya olmuştur. ılk örneklerde tuğla ve sırlı tuğla kullanılmıştır. Ama, kısa bir süre içinde kesme mozaik çininin bütün yüzeyleri kaplaması ile üstün bir düzeye varılmıştır.
Anadolu’da çini süslemeyi içeren erken tarihli önemli yapılardan biri, Sivas Keykavus Şifahanesi’ndeki türbedir. Selçuklu sultanı I. İzzeddin Keykavus’un yattığı bu türbenin cephesi, Sultan’ın ölümünü bildiren yazılı levha çinileri ve mozaik çini süslemeleri ile görkemli bir görüntüye sahiptir. Geometrik kompozisyonların ağırlıkta olduğu bu yapıda, kazıma tekniği ile yapılmış iki küçük kartuş içinde ustanın Marendli olduğu belirtilmiştir.

13. yüzyıldan kalma Eski Malatya Ulu Camii’nin kubbeli mekanı ile eyvan ve avlu revahındaki çiniler, mimariye bağlı olan bu süslemenin başarılı ve görkemli birer örneğidir. Kazıma tekniğinde yapılmış çini kitabelerde belirtildiği gibi, ustaların Malatyalı oluşu, bu sanatın artık Anadolulu sanatçılarca da başarı ile uygulandığını ortaya koymaktadır.

Anadolu Selçukluların en önemli merkezi olan Konya’daki mimari yapıları süsleyen çiniler, kentin bu sanat dalında da seçkin bir merkez olduğunu göstermektedir. Alaaddin Cami’nin mihrabında ve kubbeye geçiş bölgesinde çini süslemeler bulunmaktadır. Ayrıca Sırçalı Medrese’nin (1243) eyvanındaki mozaik çini süslemeler, kitabede Tuslu bir sanatçının isminin olması açısından önemlidir. Iran’ın Tus kentinden gelmiş bir aileden olan bu sanatçının Anadolu’da Konya ve çevresinde etkinlik gösterdiği, öteki yapıtlarda görülen benzerliklerden anlaşılmaktadır.

Konya Karatay Medresesi (1251), Selçuklu döneminde mozaik çini sanatının ulaştığı üstün düzeyi, özellikle kubbede olmak üzere, yapının hemen her bölümünü kaplayan mozaik çini süslemeleri ile gözler önüne serer. Kompozisyonlara dikkatle bakıldığında, bu yapıdaki mozaik çinilerin ciddi ve bilinçli bir biçimde yerleştirilmiş olduğu anlaşılır.

Yine Konya’daki Sahip Ata Camii ve Külliyesi’nin (1258-1283) çini süslemeleri, Selçuklu dönemindeki gelişimi vemimarideki yaygın kullanımı gözler önüne sermektedir. Caminin mihrabı, minarenin gövdesi, türbenin içindeki lahitler, kemerler, ajurlu pencere şebekeleri hep Selçuklu çini sanatının seçkin örnekleri ile kaplıdır. Bu örneklerde bitkisel motiflerin daha geniş alanları kapladığı görülmektedir.

Sivas’taki Gök Medrese (1272) ise, Selçuklu çini sanatının 13. yüzyılın sonuna doğru vardığı noktayı gösterir. Eyvan tonozunun içi, mozaik çininin kabartma olarak da uygulandığını ortaya koyar. Ayrıca eyvanın arka duvarının süslemesi, daha önce İran’da Selçuklu yapılarında görülen sade tuğla süsleme yerine, Anadolu’da tümüyle mozaik çini kullanıldığını göstermesi açısından ilginçtir. Tokat’taki Gök Medrese’nin eyvan cephesindeki çiniler ise, Selçuklu dönemi mozaik çinilerinde kullanılan motiflerin bir özetini vermektedir. Çay kasabasındaki Taş Medrese’nin (1278) giriş eyvanında kırmızı tuğla ve firuze çiniden kesilmiş, lotus-palmetli bir friz vardır. Mihrabındaki çiniler ise, Türk çini sanatında ilk ve son kez uygulanmış olan bir süsleme biçimini sunar. Firuze ve mor renkli çinilerle oluşturulan ve Bizans sanatında görülen bir düğüm motifi, içinde Allah ve Ali yazılı sekiz köşeli yıldızlarla birleştirilerek orijinal bir düzenleme yaratılmıştır.

Ankara’daki Arslanhane Camii’nin görkemli mihrabı ise, 13. yüzyıl sonunda varılan zenginliği ve teknik gelişmeyi belirtir. Firuze ve lacivert renkli mozaik çininin kullanıldığı mihrapta, alçı süsleme de önemli bir yer tutar.
Selçuklu dönemi saray ve köıkleri, ne yazık ki, günümüze sağlam olarak gelememiştir. Ama yapılan kazılar sonucunda bu yapıların zengin çini süsleme ile kaplı oldukları anlaşılmıştır. Konya’da Alaeddin Köıkü denilen, fakat IŞ. Kılıçarslan zamanında inşasına başlanan yapının kalıntılarında, Anadolu Selçuklu sanatında yalnız burada kullanılan Minaî adı verilen teknikle yapılmış çiniler bulunmuştur. Bu çinilerin hamuru sarımtırak renktedir, hamurun içinde ise bağlayıcı olarak, alkalili kireç kullanılmıştır. Çok iyi yoğrulan hamur, levha haline getirilir ve astarlanmadan sırlanırdı. Yedi rengin kullanıldığı bu çinilerde, yüksek ısıya dayanan yeşil, koyu mavi, mor ve firuze renkler sır altına boyanarak daha sonra desen yapılırdı. Ardından siyah, kiremit kırmızısı, beyaz ve altın yaldızla sır üstüne yeniden boyanarak daha hafif bir ısıda tekrar fırınlanırdı. Uygulanması çok zor olan bu teknikle ortaya kaliteli ürünler çıkıyordu. Bu teknikle yapılmış yıldız, haç biçimli baklava ve kare çini levhalarda, Selçuklu dönemi saray yaşamını yansıtan taht ve av sahnelerinin yanında çeşitli hayvan ve stilize bitkiler de görülmektedir.

Sultan I. Alaaddin Keykubad tarafından yaptırılmış Kayseri Keykubadiye (1224-26) ve Beyşehir Kubad Abad (1226-37) saraylarında ise kare, sekiz köşeli yıldız ve haçvarı çini levhalar, sır altına boyama ve sır üstüne madeni parıltı veren perdah tekniği ile yapılmışlardır. Keykubadiye Sarayı’nda geometrik motiflerin yanında, firuze sır altına siyahla helezonlar yapan kıvrık dallı süslemelerin bulunduğu kare çiniler de kullanılmıştır. Beyşehir’deki Kubad Abad Sarayı ise çok sayıda figürlü çini içeriyordu. Perdah tekniği bu yapıda da kullanılmıştır. Bu teknikte desen, mat beyaz ya da mor ve firuze sırlı çininin üstüne gümüş ya da bakır oksitli bir karışımla işleniyor, çini alçak bir ısıda yeniden fırınlanıyordu. Böylece, oksitlerdeki maden karışımı ince bir tabaka halinde çini yüzeyindeki süslemeyi kaplıyordu. Haçvari çiniler arasına yerleştirilen sekiz köşeli yıldız biçimli levhalar, çok çeşitli insan ve hayvan figürlerini içeriyordu. Bu örnekler, Selçukluların dünyasal ve sembolik anlamlarla zenginleşen bir tasvir anlayışını sergilemektedir.

Beylikler döneminde çininin kullanımı, Selçuklulardaki kadar görkemli değildir. Ama bazı örneklerde, bu sanatın yine de başarısını sürdürdüğü görülür. Özellikle Eşrefoğlu Beyliği’nin Beyşehir’deki Camii (1299) ve bitişiğindeki türbe (1301), bu dönemin en görkemli çini süslemelerine sahiptir. Camiye girişi sağlayan ve kitabeyi taşıyan iç kapı, tümüyle mozaik çini kaplaması ile çini sanatının zaferini vurgulayan bir tak gibidir. Türbenin kubbesini kaplayan mozaik çinilerde artık, grift bitkisel motiflerin egemenliği başlamıştır. Burada mozaik çininin beşgen levhalar halinde uygulanmış oluşu da teknik bir özelliği gözler önüne serer.
Mozaik çini süsleme, Aydınoğlu Beyliği’nin Birgi Ulu Camii’ndeki (1313) mihrap ve mihrap önü kubbesini taşıyan kemer alındığında da sürer. Aynı beyliğin Selçuk’taki ısa Bey Camii’nde (1374) ise, mihrap eksenindeki birinci kubbeye geçiş bölgesi, tuğla ve yıldız biçimli çinilerle kaplıdır.

Mozaik çini süsleme, Selçuklu sanatının en yakın izleyicisi olan Karamanlı Beyliği’nde de vardır. Ama bu kez, alçı süsleme içine kakılmış olarak kullanılmıştır. Konya’daki Hasbey Darülhıffazı’nın (1421) mihrabı ve kubbeye geçiş bölgesindeki mozaik çiniler, Selçuklu dönemi özelliklerini sürdürür. Ancak Karaman’daki İbrahim Bey İmareti’nin (1433) bugün İstanbul Çinili Köşk’te sergilenen renkli sırla boyama tekniğinde yapılmış gösterişli mihrabında ise Osmanlı çini sanatının etkilerini buluruz. Aynı etkilere, Germiyanoğlu Beyliği’nin Kütahya’daki ımaret’ine bitişik II. Yakup Bey Türbesi’nin (1429) yer aldığı setin bordürlerindeki, renkli sır boyama tekniği ile yapılmış dikdörtgen levha çinilerde de rastlıyoruz.
Osmanlılarda çini sanatı başlangıcından beri çeşitli tekniklerin uygulanması ile büyük bir aşama ve zenginlik göstermiştir. Bursa Yeşil Cami (1419-22) ve külliyesinin çini süslemeleri, ilk dönem Osmanlı sanatında çininin ulaştığı düzeyi sergiler. Bu yapıda kullanılmış olan renkli sır tekniğinde desenin konturları kırmızı hamur üzerine derin kazılarak ya da baskı ile basılmak suretiyle işlenir, sonra renkli sırlarla boyanarak fırınlanır. Bir başka şeklinde ise kırmızı hamurlu levha, beyaz bir astarla astarlandıktan sonra desenin konturları krom, mangan karışımı şekerli bir madde ile çizilir. Sonra renkli sırlarla boyanarak fırınlanır. Fırınlanma sonucunda eriyen renkli sırların, kabaran konturlar sayesinde birbiri içine akması önlenir.
Alıntıdaki Ek 66040
Beyaz, sarı, fıstık yeşili ve eflatunun katılmasıyla renklerde de bir zenginlik olmuştur. Ayrıca, hatayili kompozisyonlar ve şakayık gibi Uzak Doğu kökenli desenler çini sanatına katılmıştır. Bu yeniliklerin çini sanatına katılmasında Ali bin ılyas Ali’nin büyük payı vardır. Aslında Bursalı olan usta 1402’de Timur tarafından Semerkant’a götürülmüş, orada yeni teknik ve üslubu öğrenerek, dönüşünde de beraberinde getirdiği Tebrizli ustalarla Bursa’daki ürünleri gerçekleştirmiştir. Ayrıca Yeşil Cami’nin tümüyle çini kaplı hünkar mahfilinde, yine çini ile yazılmış Muhammed el Mecnun ismi, bu bölümü yapan ustanın iftaharla atılmış bir imzası gibidir.

Yeşil Türbe’nin mihrabındaki iki şamdan arasından çiçeklerin fışkırdığı vazo ve tepede asılı olan kandil kompozisyonu, değişmekte olan süsleme üslubunu gözler önüne serer. Çelebi Sultan Mehmed’in tümüyle renkli sır tekniğindeki çinilerle kaplı lahdi ise, çinili lahitlerin en görkemlilerinden biridir.
Bursa’daki Muradiye Camii ve Medresesi’nde (1425) ise daha kısıtlı olan süslemeler, mozaik ve renkli sırla boyama tekniği ile çeşitli biçimde tek renk sırlı levha çinilerden oluşmuştur.

Edirne Muradiye Camii’nin (1436) çinileri ise, ilk dönem Osmanlı çini sanatında çininin gelişimini sergiler. Caminin mihrabı, saydam renksiz sır altına mavi-beyaz teknikli çinilerin renkli sır tekniği ile birlikte kullanımıyla oluşan teknik bir aşamayı göstermektedir. Mihrap içindeki düğümlü şeritlerle çevrelenmiş zengin rumili kıvrımlarda dönemin tezhip ve kalem işi süslemeleri ile bütünleşen bir üslup birliği sezilir. Bunun yanında, çoğu Uzak Doğu kökenli çeşitli bitkisel süslemeler, kompozisyonlara zenginlik katar. Sır altına mavi-beyaz süslemeli altıgen çini levhalar, aralarına yerleştirilmiş olan üçgen biçiminde firuze renkli çini levhalarla birleşerek duvarları kaplar.

Edirne Üç şerefeli Cami’nin (1437-47) avlusunda yer alan iki çini alınlıktaki levhalarda şeffaf sır altına uygulanmış mavi-beyaza firuze ve eflatunun da katıldığı görülmektedir. Küçük çiçekler, lehezonlar yapan kıvrık dallar ve yazılı kitabeler, bu yapıdaki süslemenin ana desenleridir.

15. yüzyılın renkli sırla boyama tekniği, 16. yüzyılda, özellikle de İstanbul’da sürer. Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi’nin (1522) çinilerinde, renkli sırla boyama tekniğinde sırsız bırakılan boı alanların fırınlandıktan sonra kırmızı boya ile boyanarak renklendirildiği anlaşılmaktadır. şehzade Mehmed Türbesi’nin (1548) içini kaplayan çini süslemelerde ise sütunlar, başlık ve kaidesini içeren mimari formlar görülür. Burada sütunların taşıdığı bir revak fikri tasvir edilmiştir. Bu örnekler renkli sır tekniğinin mimari ile bağdaşan en yaygın kullanımını gözler önüne sermektedir.

16. yüzyılın ikinci yarısından sonra tüm teknikler terk edilir. Yalnızca sıratlı diye adlandırılan teknik kullanılmaya başlanır. Bu teknikte çini levhalara önce bir astar çekilir, sonra istenen örnek dış çizgileri ile çizilir ve içleri arzulanan renklere boyanır. Hazırlanan çini levha, sır içine daldırılıp kurutulduktan sonra fırına verilir. Fırında ince bir cam tabakası halini alan saydam sırın altında tüm renkler parlak bir biçimde ortaya çıkar. Bu dönemde ayrıca renklere ancak yarım yüzyıl kadar sürecek olan orijinal bir mercan kırmızısı da katılır. Çok kaliteli bir teknik ve zarif bir desen anlayışı ile yapılanbu çinilerde, artık natüralist bir anlayışla çizilmiş lale, sümbül, karanfil, gül ve gül goncası, süsen ve nergis gibi çeşitli çiçekler, üzüm salkımları, bahar açmış ağaçlar, servi hatta elma ağaçları, üstün bir yaratıcı güçle kompozisyonları zenginleştirir. Ayrıca, hançer biçiminde kıvrılmış sivri dişli yapraklar ve bunların arasında çeşitli duruşlarda kuş figürleri, kimi zaman dabazı efsane hayvanları yer alır. Bu zenginleşmede hiç kuşku yok ki, Osmanlı sarayına bağlı nakkaşların yaratıcı gücü etken olmuştur. Özellikle şahkulu ve Karamemi gibi nakkaşbaşıların idaresinde çalüşan nakkaşlar, çini ustaları için çeşitli desenler yaratmışlardır. Bu gür kaynağın oluşturduğu Osmanlı saray üslubu, bu dönemde çeşitli sanat yapıtlarıyla birlikte çini sanatında da bir üslup bütünlüğü sağlamıştır.
İstanbul Süleymaniye Camii’nin (1550-57) mihrap duvarı, kırmızı rengin ilk kez kullanıldığı, bahar açmış dallar ve diplerinden fışkıran lale, karanfil gibi natüralist çiçeklerin yer aldığı çiniler ile yeni üslubu açıkça ortaya koyar. Mihrabın iki yanındaki yazılı madalyonlar ise, dönemin büyük hattatı Karahisari ve öğrencisi Hasan Çelebi’nin ürünleridir.

Rüstem Paşa Camii (1561), 16. yüzyılın ikinci yarısında çini sanatına kaynak olacak bütün desenlerin sergilendiği, mihrapların, duvarların, payelerin tümüyle çinilerle kaplandığı gösterişli bir yapıdır.

İstanbul Kadırga’da Sokullu Mehmet Paşa Camii (1571), çini süslemelerin kubbenin pandantifli geçiş kısmında, pencere alınlıklarında, mermer mihrabın çevresinde duvarda ve minberin külahında yer alması ile mimariyi ezmeyen başarılı bir düzenlemeye sahiptir. Bunun yanında, İstanbul Piyale Paşa Camii’nin (1573) çinili mihrabının süslemeleri, dönemin kumaş desenleri ile olan benzerliği sergiler.

Edirne Selimiye Camii’nin (1569-75) çinileri, 1572 tarihli fermanlardan anlaşıldığı gibi, ıznik’e özel olarak sipariş edilmiştir. Bu yapı, çini süslemenin mimari ile bağdaşan, mimari üstünlüğü ezmeyen bilinçli yerleştirilişini en başarılı bir biçimde ortaya koyar. Mihrap duvarı, minber köıkü duvarı, galerileri taşıyan kemerlerin köşelikleri, pencere alınlıkları ve özellikle de hünkar mahfili, dönemin en kaliteli çinileri ile kaplıdır. Hünkar mahfilinde ki çiniler, 16. yüzyılın ikinci yarısında varılan üstünlüğü, bahar açmış ağaçlar ve elma ağaçları ile taçlandırır.
Üsküdar’da Atik Valide Camii (1583) mihrap duvarının iki yanında yükselen çini panolar, vazodan taşan çeşitli çiçekler ve bahar açmış ağaçları ile 17. yüzyıl çini sanatına kaynak olacak güçtedir.

Çini sanatında, 17. yüzyılın ilk yarısından itibaren teknik açıdan bir duraklama ve gerileme başlar. Mercan kırmızısı kahverengiye dönüşür, öteki renkler solar, sır altında akmalar görülür. Sır parlaklığını yitirir, çatlaklar belirir, beyaz zemin de kirli ve benekli bir görünüm kazanır. Desenler ise bir süre daha eski güçlerini korumakla birlikte, gittikçe inceliklerini yitirir ve donuklaşırlar. Sağlam siyah dış çizgilerin yerini de ince mavi bir renk alır.
Alıntıdaki Ek 66041
İstanbul Sultan Ahmed Camii (1609-17), Türk çini sanatının en parlak dönemine ait örneklerin toplandığı son büyük yapıdır. Bu yapıda kayıtlara göre, 21043 çini kullanılmıştır. Özellikle üst kat mahfillerinin duvarlarını kaplayan çini panolardan görülen bahar açmış ağaçlar, asma dalları sarılmış servi ağaçları, üzüm salkımları, lale, sümbül, karanfil demetleri, Çin bulutları ile kuşatılmış iri şakayıklar ve sembolik üç top desenleri, yıldızlı geometri geçmeler gibi çok farklı motiflerin ayrı ayrı panolar halinde bir araya getirilmiş olması, bunların toplanmış çiniler olduğu kanısını uyandırmaktadır. Bu yapıda, 16. yüzyıl ikinci yarısı ve 17. yüzyıl başı ıznik ve Kütahya çinileri bir arada kullanılmıştır.

Topkapı Sarayı’nın çinileri, Osmanlı çini sanatının tüm dönemlerini toplu olarak gözler önüne serer. Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan, ıimdi Arkeoloji Müzeleri bahçesinde yer alan Çinili Köık (1472), mozaik çini sanatının ilk Osmanlı dönemindeki üslup gelişimini yeni kompozisyon ve renklerle gözler önüne seren anıtsal bir yapıdır. Gösterişli bir eyvan biçiminde dışarıya açılan giriş kısmında, geometrik kompozisyonlar, iri kufî ve sülüs yazılar, etkiyi arttırmaktadır. Topkapı Sarayı Arz Odası’Dnın cephesindeki renkli sır tekniğinde yapılmış çiniler ise, 16. yüzyıl başındaki örneklerin özelliğini taşır.

Topkapı Sarayı’nda, 16. yüzyıl ikinci yarısının en kaliteli çinilerinin bulunduğu bölümlerden biri de Hırka-i Saadet Dairesi’dir. Bahar açmış ağaçlar üzerinde çifte kuşlu panolar, parlak kırmızı rengin geniş bir zeminde kullanılmış olduğunu göstermesi açısınan önemlidir. Sultan IŞI. Murad Dairesi’ndeki (1578) çiniler, kubbe eteğine kadar tüm duvarları kaplar. 16. yüzyıl ikinci yarısının bu kaliteli çinilerinde, beyaz zemin üzerine kırmızı, yeşil renklerin bulunduğu Çin bulutları, nar çiçekleri ve kıvrık dişli yapraklar görülür. Ocak külahının iki yanında yer alan bahar dallı kompozisyon ise, bulunduğu yere uygun bir biçimde yerleştirilmiştir.
1640 tarihli Sünnet Odası’nın cephesini ise çeşitli dönemlere ait çiniler süslemektedir. Artık kaliteli çinilerin yapılamadığı dönemde, bu yapıda, saray depolarındaki çiniler ya da başka yerlerden sökülerek getirilenler kullanılmıştır. 1.20 x 0.34 m. boyutundaki yekpare çini panolarda, beyaz bir zemin üzerinde firuze ve mavinin tonlarıyla kıvrık iri yaprak ve şakayıklı bir dal üzerinde çeşitli duruşta kuş figürleri, alt kısmında ise Uzak Doğu kökenli iki efsanevi geyik figürü bulunmaktadır. Saray nakkaşlarının desenlerine göre biçimlendiği belli olan bu panolara benzeyen daha küçük boyuttaki bir panoda ise, bir vazodan çıkan kıvrık yapraklı ve çiçekli bir dal üzerinde kuş figürleri bulunmaktadır. ılginç olan, bu panoların benzerlerinin 1639 tarihli Bağdat Köıkü içinde de yer almasıdır. Ancak burada kompozisyon yekpare bir pano olarak değil, yedi ayrı levhanın birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu çiniler, biraz kabalaşmış üsluplarına ve teknik aksaklıklarına rağmen, Sünnet Odası’ndaki 16. yüzyılı ait orijinallerine bakılarak yapılmış oldukça başarılı kopyalardır.

17. yüzyıl çini sanatının desen açısından henüz yaratıcı gücünü sürdürdüğü Harem kısmında, Valide Sultan ve şehzadeler Dairesi’ndeki çini kaplamalar, vazolardan taşan çeşitli çiçekler ve bahar ağaçları ile mekana bir cennet bahçesi görünümü kazandırır. 17. yüzyılın bu alandaki bir katkısı da Mekke ve Medine tasvirlerinin Türk çini sanatında yer almasıdır. Böyle bir pano, Valide Sultan ıbadet Odası’nda da bulunmaktadır. Bu tür panoların kitabeli olmaları, bunlara belge niteliği de kazandırmaktadır.

Bu dönemde ıznik’in gittikçe azalan etkinliğinin yerini, Kütahya almaya başlamıştır. Üsküdar Çinili Cami (1640) mihrabı, minberin külahı ve nişli duvarları ile Kütahya çinilerinin ıznik ürünlerini anımsatan başarısını gözler önüne serer. İstanbul Yeni Cami ve Külliyesi’nin (1663) çinileri ise, 17. yüzyılın ikinci yarısındaki teknik gerilemeye rağmen, çok çeşitli desenlerin hâlâ kullanıldığını göstermektedir. Yapının hemen her bölgesinde yeşil, firuze ve lacivert renklerin egemen olduğu çinilere rastlanır.

18. yüzyıl başlarında ıznik çiniciliği bir daha canlanamayarak son bulur. Sultan IŞI. Ahmed ve Sadrazam Damat ıbrahim Paşa, Türk çini sanatını yeniden canlandırmak için girişimlerde bulunurlar. İstanbul Tekfur Sarayı’nda, ıznik’ten getirilen ustabaşı ve fırın malzemeleriyle yeni bir imalathane kurulur. Başlangıçta ıznik çinilerinin benzerleri yapılır. Ama, bu deneme de çok kısa sürer ve 25 yıl sonra Tekfur çiniciliği son bulur. Tekfur Sarayı çinileri adı altında toplanan bu ürünlerin en ilginç örnekleri, Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde (1734) ve Sultan IŞI. Ahmet Çeşmesi’nin (1732) saçağı altında bulunmaktadır. Desen açısından ıznik çinilerine benzemekle birlikte, Tekfur Sarayı çinilerinin yapım tekniği başarılı değildir. Sırlar mavi bir ton almış, çatlaklar belirmiş, renklerde de solma ve akmalar başlamıştır. Sıraltı tekniğindeki bu çinilere o zamana kadar çini sanatında görülmeyen sarı ve turuncu da katılmıştır.

Kısa ömürlü bu çabanın yanında, Kütahya 18. yüzyıl boyunca tek çini merkezi olarak etkinliğini sürdürmüştür. Ama, saray sanatının görkeminden uzak, daha çok halk sanatının şematik üslubuna göre oluşturulmuş çiçek buketleri ve rozetler ortaya çıkmıştır. Üsküdar Yeni Valide Camii (1708), Kütahya Hisar Bey Camii’nin 1750 yılındaki tamiri sırasında konulan çinileri, Antalya Müsellim Camii (1796) ve Topkapı Sarayı’nın çeşitli yerlerinde bulunan çiniler, bu dönemin özelliklerini yansıtırlar.

Bu özellikler, Neo-Klasik üslubun egemen olduğu 20. yüzyıl başlarında yeni bir canlanmaya değişir. ıznik çinilerinin klasik desenlerine dönülerek, başarılı örnekler verilir. Eyüp’teki Sultan Mehmed Reşad Türbesi’nin (1918) içini kaplayan çini panolar, asma yapraklı servi ağaçları, vazodan taşan çiçekler, bahar ağaçları, kırmızı renginde katıldığı renk çeşitlemesi ile bu yeniden canlanışı gözler önüne sermektedir.

Osmanlı çini sanatının görkemli örnekleri, küçük çapta da olsa, 20. yüzyıl başında yeniden yaşatılmaya çalışılmıştır. Kütahya çiniciliği ise günümüzde, zaman zaman Türk çini sanatının parlak geçmişini anımsatan örneklerle varlığını sürdürmektedir.

Bu yazı bugün aramızda olmayan Çini Tarihi Araştırmalarına büyük emek vermiş sayın Prof. Dr. Şerare Yetkin tarafından kaleme alınmıştır.


ener 3 Haziran 2011 21:29

1 ek
Çini
Alıntıdaki Ek 66042

Bir çeşit beyaz topraktan yapılan, genellikle bir yüzü motifle süslendikten sonra sırlanan balçık levha.

Balçık, beyaz balçık ve kaolin karıştırıldıktan sonra süzülür ve eleklerden geçirilerek günlerce havuzlarda bekletilir. Böylece çininin yapılması için gerekli olan çamur sağlanmış olur. Çamura istenilen biçim verildikten sonra kurutulur ve fırınlanır. Piştikten sonra üzeri çeşitli boyalarla motiflenip sırla kaplanan bardak, vazo, çömlek vb. şeyler son olarak yeniden fırınlanır ve çini elde edilmiş olur. Anayurdu Asya olan çininin ilk örneklerine Çin'de rastlandığı için bu ad verilmiştir. Güzel sanatlarda çok önemli bir yeri olan çinicilik Türk ve İslâm sanatında da gelişmiş bir sanat kolu durumundadır.

Karahanlılar ve Gaznelilerin de bezemelerinde çiniye büyük önem verdikleri bilinmektedir. Çini, tabak, vazo, bardak, süs eşyaları yapımında olduğu gibi, duvar kaplaması olarak mimarîde de geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Anadolu Selçukluları çiniyi genellikle asıl çini denilen büyük levha olarak ya da mozaik çini denilen küçük parçalar olarak kullanmışlardır. Mozaik çiniler eğrisel yüzeyleri kaplamada, asıl çinilerse düz yüzeyleri kaplamada kullanılmaktadır. 16. yüzyıl başlarında İstanbul'da çinilerin gelişmiş ve çok çeşitli örneklerine rastlanmıştır. Bu dönemde İznik'te kurulan çini yapımevlerinin, çiniciliğin gelişmesine büyük katkılarda bulunduğu bilinmektedir. Günümüzde Kütahya'da çini atölyeleri bulunmaktadır.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs


Sinem12 5 Kasım 2012 18:08

3 ek
Çini Nedir?
Bir tür killi topraktan yapılan ve fırında pişirilen, bit yüzeyi sırlanmış, çeşitli renk ve motiflerle süslenmiş , seramik parçasına çini denir. Çini yapma sanatı da Çinicilik olarak adlandırılır.

Seramik ve çini arasındaki ayrıma kısaca değinmek gerekirse;
Seramik genel bir addır ve daha çok seramik çamurundan (yapımda kullanılan hamur kıvamındaki özel çamura verilen ad) üretilen eşyalar bu terimle adlandırılır. Tane büyüklüklerine göre seramik başlıca iki türe ayrılır:
1- Kaba seramik
2- İnce seramik
Alıntıdaki Ek 66043

Daha özel bir seramik hamurundan üretilen, geleneksel renk ve motiflerle süslenmiş, bir yüzü sırlanmış süsleyici ürünlereyse çini denir.

Çiniler de genelde iki türe ayrılır:
1- Büyük levhalar halinde olan çiniler
2- Küçük parçalardan (mozaik)

Çini yapımında kullanılan teknikler:
A-
Teknolojik Çini hamuru: Yaklaşık %40 kaolin (arıkil), %40kuvars ve %20 kireçten meydana gelir. Pişirme 1000 ºC de yapılır.Sır tabakası ise feldispatlı kumla bileşiminde %20 kalay bulunan bir kalay-kurşun alaşımının hacada oksitlenmesiyle hazırlanmış bir ciladır.

B- Feldispatlı ince çini porselen gibi beyaz ve parlaksa da sır geçirmez ve saydam değildir. Bu çini dört maddenin karışımından meydana gelir:
1. piştikçe beyzalaşan ve çamura esneklik veren kil %20-30
2. beyazlığı sağlayan kaolin %25-30
3. çakmaktaşı gibi yağ emici silisli bir madde%25-35
4. feldispatlı bir madde%15-20
Bu karışıma göre hazırlanan çini hamurunda %75 silis, %20 alumin ve %5 alkaliler bulunur.1200-1300 ºC de yapılan birinci pişirmeden sonra genellikle ikinci bir pişirilmiş çini, püskürtme ile sırlanır; sırın pişirilmesi ile harmanlama fırınlarında veya sürekli fırınlarda 1000 ºC de yapılır. Sır kaplamadan önce ince çini üzerine zengin süslemeler işlenir.

C- Kalkerli ince çini: Günden güne daha az uygulanan bir çini çeşididir.

Çini yapımında 5 ayrı safha uygulanır.
1- Şekillendirme: Plastik hamurun döndürülmesi veya sıvı haldeki hamurun alçı kalıplara dökülmesi suretiyle parçalrın şekillendirilmesi.
2- İlk Pişirme: Sırlanmamış parçaların 1200 ile 1300 ºC arasında pişirilmesi.
3- Sırlama: Daldırma, sulama, püskürtme yoluyla veya fırça ile parçaların sırlanması.
4- Süsleme: Sır tabakasının bir fırça yardımı ile canlı ve parlak renklerle süslenmesi.
5- Son Pişirme: Sırlanmış ve süslenmiş çininin 950 - 980 ºC de pişirilmesi. Böyle süslemelere, yüksek sıcaklıkta piştiği için “yüksek sıcaklık süslemesi” denir.

Başka bir yapım şekli de ince çini beyaz sırla kaplanıp süslenmeden pişirilir ve sonradan üzeri mat renklerle boyanır; ikinci pişirme “döner alevli izabe fırınlarında” ve daha düşük bir sıcaklıkta yapılır. Bu daha çok Marsilya ve Strasburg’da uygulanır.
Kalaylı sır genellikle, kurşun ve kalay çift oksidi, kuvarslı kum, kaolin ve feldispat, kırmızı kurşun oksit, sodyum karbonat ve deniz kumunun özel fırınlarda ergitilmesiyle elde edilir. Kurşun kalay çift oksidi yerine, miktarları iyice hesaplanarak kırmızı kurşun oksit ve kalay oksit de koyulabilir.

Çini desenlerinin yapılamsında kullanılan teknikler:
1- Sıraltı tekniği
2- Sırüstü tekniği
3- Minai tekniği
4- Lüster tekniği
5- Lacvardina tekniği

1- Sıraltı tekniği: Pişmiş toprağın üstüne çekilen ince astar tabakasına süslemeler yapılır, süslerin üstüne sır sürüldükten sonra parça yeniden fırınlanır.Selçuklu ve Osmanlılarda en çok görülen yöntemdir.

2- Sırüstü tekniği: Pişmiş toprak önce mat bir sırla kaplanır; fırınlanmadan önce, parçanın üstüne boyayla süsler yapılır ve bir kez daha pişirilir (perdah işlemi).Selçuklu da çok kullanılmıştır ancan Osmanlı da yetkinliğe ulaşmıştır.

3- Minai tekniği: Anadolu’ da tek renkli desensiz saydam olmayan sırlı çiniler de üretilir. Sıraltı ve sırüsüt tekniklerinin bir arada kullanılmasıyla çok renkli bir yüzey elde edilmesine minai tekniği denir. Bu teknik daha çok İran’da kullanılmıştır.
Perdah, sırın içine maden tozu karıştırılarak yapılır; perdahta en iyi sonuçları veren metaller, sırasıyla altın, gümüş ve bakırdır. Perdahlanan çiniler, madeni parıltılarını yitirmemeleri için, düşük ısılarda fırnlanırlar. Perdah türleri ikiye ayrılır:
A- Minai: ısıya dayanıklı olan renkler sır altında, az dayanıklı olanlarsa sır üstünde kullanılır. Mavi,mor,firuze ve yeşil renkler sır alrında, kiremit kırmızısı, beyaz, kahverengi ve siyah renkler de sır üstüne konularak boyanır ve düşük ısıda fırınlama işlemine sokulur.
B- Sahte Minai: Lacivert sır üstüne renkler işlendikten sonra, düşük ısı altında fırınlama yapılır.

4- Lüster Tekniği: çinide madeni bir pırıltı elde etmek için yaralanılan bir sır üstü uygulamasıdır. Hazır çini plaka genellikle şeffaf olmayan beyaz sırla kaplanıp fırınlandıktan sonra üzeri lüsterle desenlendirilir ve tekrar alçak ısıda fırınlanır.Lüster; gümüş ve bakır oksidin kırmızı veya sarı toprak boyayla birlikte sülfür karışımı ve sirkeyle halledilmesiyle hazırlanır. Fırınlanmadan sonra toprak boya ve maden oksitlerinin çökeleği, çini üzerinde, yeşilimsi sarıdan, kırmızımsı kahverengiye kadar çeşitli tonlarda madeni parıltılı bir desen bırakır. Farklı maden oksit bileşimleri ve lüster tabakasının kalınlığı, değişik renk tonları ve parlaklıklaala çininin yüzeyinde değişik etkiler yaratır. (9-10.yy tekniği Mozopotamya ve Suriyede Abbasi Çinileri)

5- Lacvardina tekniği: Minai tekniğiyle benzerdir ancak tek farkı sadece sır üstü boyama ile desenlendirilir.
Çiniler büyük parçalardan oluşabileceği gibi küçük parçalardan oluşan çini mozaik adını verdiğimiz çiniler , çini levhanın pişirilmeden önce küçük parçalara bölünmesiyle hazırlanır.Selçuklular daha çok mozaik çini yaptılar.Mozaik kaplamalar çok defa geometrik bir süsleme meydana getiriyordu.Bunun en iyi örneklerinde biri Konya Karatay Medresesi ve Alaaddin Camii’dir.
Alıntıdaki Ek 66044

Çinicilikte kullanılan sırrın ana maddesi, kuvars denilen kum, cam, biraz buğday unu ve sudur. Bu maddelerin bir araya getirilip, öğütüldükten sonra eritililerek, içine kurşun katılmasıyla, saydam sır elde edilir; çinko katılmasıyla mat, çeşitli maden oksitlerinin katılmasıyla da renkli sırlar yapılır. Renkli sır tekniğindeki çinilerde, bezemeler, hamur üstüne kazılarak gerçekleştirilir. Hamurun oyulan kesimlerine balmumu ya da bitkisel yağ ile manganez karışımından oluşan bileşim, ayırcı olarak sürülür. Sonra her parça ayrı ayrı, istenilen renkte sırlanarak fırınlanır. Kabartma tekniğiyle hazırlanan çiniler daha çok yazıların yapımında kullanılır. Sır altına kabartma olarak hazırlanan yazı örnekleri (şablon), perdah ya da normal sırla sırlanarak üstü yazılı çini elde edilir.
Mozaik biçimindeki çiniyse, sıraltı tekniğiyle hazırlanır; renkli sıra batırılan parçalar, istenen biçimlerde kesildikten sonra birleştirilerek mozaik desenli çini elde edilir.

Çininin Kısa Tarihi
Çini ilkin Asya’da yapıldı. Önceleri toprak sırsız ve cilasızdı. içindeki sıvının sızmasını önlemek için ve daha temiz olmasını ağlamak amacıyla cam gibi bir madde ile sıvanması düşünüldü. Bu kaplar maden oksiti ve cam gibi maddelerle sıvanarak pişirilince sırlı kaplar, dayanıklı ve cilalı tuğlalar elde edildi. Tuğlayı dış etkilerden korumak için veya süslemek için ilk olarak Sümerler sırlamışlardır. Sümer ve Asur anıtları cilalı (sırlı) tuğlalalrla kaplıdır. Mısırlılar duvarları,İran’da Dara Sarayı’ndaki duvarlarda bu tuğlalardan kullanılmıştır.Babil Srayalarını süslemede yine bu kalaylı sır tabakası kullanılıyordu. Tuğla da alınan verim sonucunda teknik iyi sonuç verince İran’a sıçradı

Türklerde Çinicilik
Abbasiler döneminde canlanan teknik 12.yy. da sonra Türklerin egemen olduğu topraklarda daha da gelişmiştir.Orta Asya Türkleri de çiniyi süsleme unsuru olarak kullandılar. İran’ın 1255’te Moğol istilasına uğraması üzerine birçok sanatçı .Selçuklular’a sığındı ve çiniciliğin Selçuk Türkleri’nde gelişmesinde etkili olmuşlardır..
Beyşehir Kubadabad Sarayı
Sivas Gökmedrese
Erzurum Çifte Minare
Yakutiye Medresesi
12 ve 15 .yy. arası yapılmış en iyi örneklerdir.
Ünlü Arap coğrafyacısı Yakut Hamavi (13.yy.da) en güzel çinilerin Türkistan’da Kaşan şehrinde yapıldığını söyler.
Osmanlılar döneminde yeni çini merkezleri kurulunca (İznik ve Kütahya); Selçuklu çini merkezi Konya önemini yitirdi.
Osmanlı çini sanatı 16.yy. da en yüksek düzeyine erişti: İznik çini ocaklarında kırmızının en parlak tonu elde edildi.
Yapımı 1561 de tamamlanan Mimar Sinan’ın yapıtı Rüstem Paşa Camii’nde kubbeye kadar bütün yüzeyler çini kaplanmıştır. Dönemin en görkemli örneğidir.
Türk çinicilk sanatı 16.yy da Osmanlılarda mozaik çini yerine levha çinileri tercih ettiler. Bu dönemde Bursa, Kütahya ve İznik’te taklidi imkansız çiniler yapıldı.
Daha sonraları hem sanat hem de teknik açıdan gerilemeye yüz tutan çinicilik gün geçtikçe önemini yitirmeye başladı. 1716 da İznik atölyeleri kapandı ve ertesi yıl Damat İbrahim Paşa İznik’teki çini ustalarını İstanbul’da Tekfur Sarayı çevresinde kurulan imalathanelerde görevlendirmesi çini sanatının eski parlak günlerine dönmesini sağlayamadı.
Abdülmecid zamanında Beykoz’da, II.Abdülhamid zamanında Yıldız’da çini atölyeleri kuruldu
İznik atelyelerinin kapanmasıyla eski usuller büsbütün unutuldu, teknik bozuldu. Yapılan döşemeler fırında eğriliyor ve pişirme sırasında renkler şeffaflığını kaybediyordu.
Evliya Çelebi (1611-1682) İznikte 9 çini atelyesi bulunduğunu yazar. Oysa I.Murat (1360-1389) devrinde atelye sayısı 300 ü bulmuştu.
İlk Bursa çinileri ince bir kaolin tabakasıyla kaplıydı. Kullanılan toprak iyi çini yapmak için gerekli özelliklere sahipti. Sonradan bölmeli denen çiniler yapıldı. Bu metoda göre çini levhalar üstüne bir cila ile çizgi ve işaretler çizilir, pişirilir. Bölmeler renkle doldurularak tekrar pişirilirdi. Çini yapımında gerekli kaolin Kütahya’da bol olduğu için çinileriyle tanınmıştır.
Sultan 3.Murat (1574-1595) döneminde bütün yapılarda İznik çinileri kullanıldığı için ihtiyaç çok fazlalaşmış, saray baş mimarı Davut Ağa, özel kişilere çini satılmasını asaklamak zorunda kalmıştır.Çinicilik en yüksek seviyesine Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde ulaşmıştır.
16.yy.’ın sonu ile 17.yy.’ın başkalarında üretilen çini ve seramiklerde, renk sayısının arttığı gözlenir. En belirgin özellikleri de, sırlatında hafif kabarık mercan kırmızısı kullanılmış olmasıdır. Osmanlı süsleme sanatının en üstün yaratıcılığına örnek sayılan üst düzeyde bir çiçek üsluplaştırılması gelişmiştir. Lale, karanfil, sümbül, menekşe, nar çiçekleri, bahar dalları, üzüm salkımları ve asma yapraklarının desen olarak kullanıldığı çini ve seramikler, doğadan bir kesit yansıtırlar. Ayrıca hayvan figürlü çiniler de bu dönemde üretilmiştir. Bezemeler çoğunlukla siyah kenar çizgileriyle çevrilidir. Ayrıca bu dönemde tabak, kase, vazo, kandil, kupa, sürahi, ibrik gibi değişik türden eşyalar da aynı özelliklerde üretilmişlerdir.
Alıntıdaki Ek 66045

Bu dönem çinilerinin yer aldığı Rüstem Paşa Camii (1561) çini bezemelerinde , ilgi çekici bir uygulama görülür. Bizans yapılarında çini mozaikler yalnızca bütün bir yüzeyi kaplarken, bu camide kaplama kubbeye kadar sürdürlmüş böylece Osmanlı mimarisinde çininin, bütün bir yapıyı bir renk cümbüşü içinde kuşattığı yeni bir süsleme oluşturmuşturulmuştur. Bu türde bir uygulama hiçbir dinsel yapıda yenilenmemiştir.
17.yy. da egemen olan renk hafif maviye çalan bir yeşildir. Dönemin sonuna doğru belirginlik kazanan motifse servidir.
Avrupa’ya gönderilen, Türk çinileri batının seramik sanatını büyük çapta etkilemiştir. Çinilerin rengi solgun sarı-badem yeşili iken bu ihraç döneminde çimen yeşili ile Türk kırmızısı denilen domates kırmızısına dönüşmeye başlamıştır. Süleymaniye ve Rüstempaşa Camii Türk çiniciliğinin en güzel örneklerini sergiler.

Osmanlılarda seramik iki kısma ayrılırdı.
1. Pişmiş topraktan yapılmış sırsız veya cilasız seramik (çömlek)
2. Kaşi veya çini denilen sırlı, cilalı çini.
Türk çiniciliğinin uzantısı sayılan Kütahya’da iç ve dış pazara yönelik üretim yapılmaktadır.

Yüzyıllara Göre Çininin Önemi:
15..yy ın ikinci yarısında büyük gelişme gösteren Kütahya çiniciliği kendine özgü motifleriyle İznik’ten ayrılmıştır.
17.yy ın en iyi örneği Sultan Ahmet Camii’dir. Mercan kırmızısı renk yerini tatlı yeşile bırakmıştır.
17.yy daki mimarlık alanındaki durgunluk çiniciliğinde gerilemesine neden olmuştur. İznik ve Kütahya’da kurulmuş olan çini atelyelerinin üretimi azaldı, çinilerin niteliği bozuldu
18.yy da yapılmış olan çeşme ve camilerin bazılarında solgun renkli, bozuk sırlı çinilerden gerileme farkedilmektedir.
18.yy ın başında İstanbul Tekfur Sarayı’nda kurulan çini atelyesinin çiniciliğe bir katkısı olmamıştır. Çinicilikteki bu gerileme çeşitli Avrupa ülkelerinden getirtilen yabancı çinilerin rekabetinin de etkisi olmuştur.
19.yy. ın başlarında gerileme sürmüştür. Haliç’te kurulan çini fabrikasının üretimi buna engel olamamıştır.19.yy ın sonlarında I.Ulusal Mimari dönemi ile mimarideki eskiye dönüş nedeniyle yeniden çininin kullanıması çiniciliğe kısa süren bir canlılık getirmiştir.
Günümüzde çini sanatı eski renk ve desenleri yeniden ele almakta, bu yolda arayışlarını sürdürmektedir. Türkiye’de Kütahya çiniciliğin tek merkezidir.


Safi 6 Şubat 2018 02:50

3 ek

ÇİNİ

Alıntıdaki Ek 66036

a (öz. a. Çin'den).
1. Duvar kaplaması olarak kullanılan renkli ve genellikle geleneksel motiflerle bezeli, beyaz kilden yapılıp pişirilen, bir yüzü sırlı levha.
2. Banyo ve mutfaklara döşenen fayans.
3. Kara mozaik, çini taşı.
4. Çini mavisi, maviyle yeşil arası renk.

—Seram.
  • Çini çamuru, seramik yapımında kullanılan hamur. (Kütahya çiniciliğinde, 100 birim kaolen, 50 birim tebeşir, 25 birim kil ve 5 birim Mihalıççık kilini suyla karıştırıp asıltı haline getirdikten sonra, sık bez ya da bakır tel eleklerde süzmeyle elde edilir; çamur tornada biçimlendirilecekse, alçı kaplarda içindeki su, soğurtulur.)
  • Çini kesme, çini çamurunu tahta ya da madeni kaplar içinde sıkıştırarak plaka çiniler elde etme; bisküvi yapılmamış çini plakaları belirli ölçülerde kesme.
  • Pahlı çini, sırsız çini levhaların kenarlarının içe ya da dışa doğru eğimli kesilmesiyle elde edilen çini.
  • Paf pat çini, Kütahya çiniciliğinde, çini çamurunu tahta kalıplarda sıkıştırarak elde edilen çini.
  • Pekişmiş çini, çini hamuruna % 20-30 oranında sır katarak elde edilen gözeneksiz çini.
  • Plaka çini, duvar ya da yer kaplamasında kullanmak üzere hazırlanan kare ya da dikdörtgen biçiminde çini levha.
  • Taş çini, 3 birim öğütülmüş kuvars, 1 birim maya kiliyle hazırlanan seramik hamuru ve bu hamurdan yapılan çini ve seramik.
  • Ulama çini, birbirine geçme motiflerle süslü çini.
♦ sıf. Çini tekniğiyle yapılmış ya da çiniyle kaplanmış olan: Çini duvar. Çini vazo.

—Güz. sant. Çini mürekkebi, is, jelatin ve kâfurudan oluşan katı ya da sıvı karışım. Desen ve lavi için kullanılır.

—Seram. Çini mozaik, tek renkle sırlanmış küçük çini parçacıklarını, sıva üzerine yan yana dizerek elde edilen mimari süsleme. (Özellikle Selçuklu yapılarında başarıyla uygulanan bu teknikte çini parçacıkları ya pişirilmeden önce biçimlendirilir ya da levha halinde fırınlandıktan sonra kesilirdi.)

İslam sanatında çoğunlukla duvar kaplaması olarak değerlendirilen, renkli ve motifli, sırlı seramik levhalar için çini terimi kullanılmaktadır.Batı'da bunlara fayans denilmektedir Çini levhalar kare, dikdörtgen, çok köşeli ya da haç biçiminde olabilir. Çini levhanın pişmeden önce küçük parçalara bölünmesiyle elde edilen çini mozaik daha çok kubbe, tonoz gibi eğimli yüzeylerde uygulanır. Türk çinilerinde çeşitli sırlama ve renklendirme teknikleri vardır. Özellikle Anadolu’da sıraltı ve sırüstü teknikleri yaygındır, Sırüstü tekniği, daha çok Anadolu Selçuklu döneminde kullanılmış, sıraltı tekniğiyse osmanlı çinilerinde olağanüstü yetkinliğe ulaşmıştır. Bunlardan başka tek renkli, şeffaf olmayan, sırlı ve desensiz çinilere de rastlanır. Sıraltı ve sırüstü tekniklerinin yanı sıra, bunların birlikte kullanıldığı minai tekniğiyle çok renkli yüzeyler elde edilmiştir. Bu teknik, özellikle İran'da uygulama alanı bulmuştur. Osmanlı dönemindeyse, "renkli sır" denilen yeni bir teknikle karşılaşılmaktadır.

Çini sanatının çok eski bir geçmişi vardır. Sırlanmış toprakla yapılan ilk duvar süslemesi sırlı tuğladır. Sırlı tuğlanın kullanımının en eski örneklerine Mısır'da ve Mezopotamya'da rastlanmıştır. Mısır'da Ramses II (I.Ö. XIII yy.) ve Ramses III (İ.Ö. XII. yy.) dönemlerinde yapılan saray ve tapınakların duvarları, renkli sırlı levhalarla kaplanıyordu. Mezopotamya'da Ur ve Sus kentlerindeki kazılarda da sırlı tuğla bulunmuştur. Asur anıtlarında sırlı tuğla kullanımı, İ.Ö. XII. yy.'da başlamış, İ.Ö. VI. yy.’a değin sürmüştür. Babıl sanatında doğrudan doğruya tuğla üzerine kabartma olarak ve sırlanarak yapılan duvar süslemelerinin en güzel örneği, iştar kapısı’dır. Ahemeniler’de de renkli, sırlı tuğla kullanılıyordu. Anadolu'da Gordion, Pazarlı ve Sardeis'te yapılan kazılar, Phrygialılar ve Lydialılar dönemlerinde duvarların figürlü, renkli, pişmiş topraktan levhalarla süslendiğini ortaya koymuştur.

İslam çiniciliği, özellikle Sasaniler’de görülen sırlı tuğla ve stuko süslemenin etkisiyle oluşmuştur. Abbasi halifeleri döneminde, İran ve Irak'ta gelişen çini sanatı, K. Afrika'ya, Mısır'a ve ispanya'ya (Elhamra, Granada) değin yayılmıştır. IX.-XI. yy.'lar arasındaki İslam çini sanatına ilişkin örnekler azdır. Samerra kazılarında bulunmuş, kare biçimli, yeşil ve sarımtırak renkli sırlı, perdahlı çini levhalar IX. yy.’dandır Bunların benzerleri Kayrevan'daki Sidi Ukbacamisi'nin mihrabında görülmektedir. Bunların dışında kaynaklarda adı geçen Merve kentindeki Sultan Sencer türbesi (1157) ve Barçınkent'teki Barçınhatun türbesi sayılabilir. İran'da Kâşan ve Rey önemli çinicilik merkezleriydi; Ibni Batuta seyahatnamesinde çinili anıt-, lardan söz ederken "kâşi” ve "kâşanî" sözcüklerini kullandığı dikkati çeker. Daha sonraları Semerkand ve Buhara'daki çini atölyeleri gelişti. Tebriz, Erdebil ve İsfahan yapılarında çini sanatının yetkin örnekleriyle karşılaşılmaktadır.

İslamlıktan önceki türk yapılarında da sırlı tuğlanın kullanıldığı, uygur kentlerinde yapılan kazılarla ortaya çıkmıştır (idi- kut, Karahoto). Tûrkler'in İslamlığı kabul etmelerinden sonra Karahanlılar dönemi yapılarında da çini kullanılmıştır (Özkent' teki Celalettin Hüseyin türbesi, Talas'taki Ayşebibi türbesi, Buhara Kalan minare ve Mugakh-ı Attari camisi).
Alıntıdaki Ek 66037

İran'da Büyük Selçuklular döneminden en eski çinili örnek, Damgan'daki Mescidi Cuma'nın minaresindeki kûfi yazılı frizdir (1058). Horasan'ın Sencan kentindeki Türbei Haydariye (1100), Kazvin'deki Mescidi Cuma (1115) ve Mescidi Haydariye, İsfahan'daki Sin camisi'nin minaresi (1131) ilk çinili yapılardır. İsfahan'daki minarelerde çini süslemenin yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir (Mescidi Ali, Saraban, Ziar, Rehrevan). Çininin mimari süsleme öğesi olarak önem kazandığı S merkezlerden biri de Meraga'dır (Kümbet-i Surkh) [1147], Karagan küm beti (1093), Yuvarlak kule (1167). Meraga’nın inde Nahçıvan'dakı Müminehatun kümbeti de (1186), çinili yapıların önemli örneklerindendir.

Moğol istilası sırasında (1220-1270) Selçuklu yapıları yerle bir edildiği gibi, mimari alanda eser de verilmemiştir. İlhanlIlar döneminde hızlanan yapılaşma, çini süslemede de yeni gelişmelere ve tekniklere yol açmış, Safeviler döneminde bu sanat doruk noktasına ulaşmıştır.

Afganistan bölgesinde çininin mimarlıkta kullanıldığını gösteren önemli bir yapı, Cam minaresi’dir(XII. yy ). Gazne kazılarındaysa, killi bir hamur üzerine kalıpla basılarak yapılmış kabartma motifli çiniler ortaya çıkarılmıştır. (XII. yy. sonu - XIII. yy. başı). Harizmşahlar döneminden önemli bir örnek, Ürgenç’teki Sultantekeş türbesi'dir. Çatısı firuze renkli sırlı tuğlayla kaplı bu yapının yanı sıra,büyük eyvanındaki firuze ve lacivert renkli sırlı çinileriyle dikkati çeken Zevzen camisi (1219/1220) ve Fahrettinrazi türbesi sayılabilir.

Anadolu türk mimarlığında çini süsleme.


Anadolu'da XIII. yy.'dan başlayarak türk yapılarında taş ve tuğla süslemenin yanı sıra, sırlı tuğla ve çini de kullanılmıştır. Bu süslemenin, başlangıçta İran’daki büyük Selçuklu dönemi örnekleriyle yakın benzerliği ve bu benzerliğin özellikle ilk yapılarda belirgin oluşu, çini sanatının Türkler ile birlikte İran'dan Anadolu'ya geldiğini kanıtlamaktadır. Anadolu Selçuklularında, cami, medrese, türbe gibi dinsel yapılarda çini mozaik tekniği uygulanmış; böylece tonoz, kubbe gibi eğimli yüzeyler küçük çini parçacıklarıyla kolaylıkla kaplanabilmiştir. Çini mozaiklerde firuze, lacivert, mor ve beyaz renklerin yanı sıra, sırlı ve sırsız tuğla kullanılmıştır. Anadolu'daki çinili yapıların ilk örneklerinden biri Divriği'deki Kale camisi’dir (1180/1181). Kayseri'de Külük camisi'nin çini mozaik süslemeli mihrabı, bu türün en gösterişli örneğidir. Yapı, daha erken tarihli olmakla birlikte mihrap, tekniğiyle XIII.yy. sonlarına tarihlenir. Sivas'taki izzettin Keykavus darüşşifası ve türbesi (1217), çini mozaiğin tuğla ile birlikte kullanıldığı zengin bir yapıdır. Türbedeki lahitler de sırattı tekniğinde geometrik bezemeli çinilerle kaplıdır.

Konya'da çinileriyle ünlü yapılar arasında Alaettin camisi, Sırçalı medrese, Sahipata külliyesi, Karatay medresesi sayılabilir. Alaettin camisi’nin mihrap ve kubbeye geçiş bölümlerindeki geometrik B motifli, rumili ve yazılı çiniler, Anadolu çini sanatının seçkin örnekleridir. Sırçalı medrese, ana eyvanındaki sırlı tuğla ve çini bezemeleriyle dikkati çeker. Karatay medresesi’nin kubbesini kaplayan geometrik bezemelerin yanında, çeşitli yerlerde lotus, palmet motifleri ve rumili kuşaklarda firuze, patlıcan moru ve lacivert renkler gözalıcıdır. Cephesi ve minareleri çinili Sahipata külliyesi'nde, özellikle mihrap dikkati çeker. Burada, lacivert sırlı çinilerin zeminlerindeki sır kazınarak elde edilmiş bitkisel motifler değişik bir tekniğin ürünüdür. Bu külliyenin çinileri, bitkisel motiflerin çokça kullanılmış olması açısından da önemlidir. Sivas'taki Gök medrese'nin yan eyvanlarındaki beşik tonozlarda, sekiz kollu yıldızların ve sekizgen motiflerin arası çini mozaik tekniğinde palmetlerle doldurulmuştur. Ankara'daki Aslanhane camisi’nin mihrabıysa çini mozaikle alçı süslemenin birlikte uygulandığı değişik bir örnektir. Mihraplardaki yaygın çini mozaik süsleme geleneği Beylikler döneminde de sürmüştür. Anadolu Selçukluları'nın saray ve köşklerindeyse figürlü çini levhalar kullanılmıştır. Bunların özgün örnekleri arasında, Konya'daki Alaettin ya'daki Aspendos tiyatrosu'nun sahne bölümüne Alaettin Keykubat I döneminde eklenen köşk, Beyşehir gölü kıyısındaki Kubadabad sarayı ve Kayseri'deki Keykubadiye sarayları belirtilebilir. Daha çok sekizgen ve haç biçimi levhalardan oluşan bu çiniler, çoğunlukla sırattı tekniğinde ve perdahlıdır. Bunlarda geometrik ve bitkisel motiflerin yanı sıra, kuş, efsanevi yaratıklar ye insan figürünün bulunuşu önemlidir. Özellikle insan figürleri. dönemin yaşama biçimini, giyim kuşamını ve oturuş biçimini yansıtması açısından ilginçtir.

Anadolu Selçuklularından Osmanlılar'a geçişi sağlayan Beylikler dönemi çini sanatı, önceki dönem ölçüsünde zengin değildir. Beyşehir'deki Eşrefoğlu camisi' nin mihrabı (XIII. yy. sonu), mihrabını, mihrap önü kubbesini ve caminin bitişiğindeki türbenin kubbesini süsleyen çinileriyle bu dönemin en önemli örneğidir. Aydınoğulları döneminden Birgi Ulu camisi’nin mihrabı da geometrik motifleriyle dikkati çeken başarılı bir çalışmadır. Bir başka örnek, Selçuk isabey camisi'nin küresel bingilerini süsleyen çinilerdir. Anadolu Selçuklu geleneğini sürdüren Karamanoğulları dönemi çinileri Ermenek Ulu camisi, Konya Darülhüffazı, Kâzımkarabekir bucağındaki Ulu cami'nin mihraplarında izlenebilir.

OsmanlIlar ile birlikte yeni teknikler ve üsluplar geliştirilmiştir. Bu dönemin önemli çini merkezleri Bursa, İznik, Kütahya ve İstanbul'dur. Özellikle İznik çinileri XVI. yy.'da büyük bir gelişme göstermiş, XVII. yy. sonlarında zayıflamıştır. OsmanlI çini sanatının ilk örneği olan İznik Yeşil cami’nin (1378) minaresinde çini mozaik tekniği uygulanmakla birlikte, renk zenginliğiyle önceki yapıtlardan ayrılır. Bursa'daki Yeşil cami ve türbede (1421-1424) değişik teknikler bir arada kullanılmıştır. Bu yapılarda, çini mozaik süslemenin yanında, Osmanlılar'a özgü renkli sır tekniğinin ilk örnekleriyle karşılaşılır. Anadolu Selçuklularının firuze ve mor renkleri, sarı, yeşil ve beyazla zenginleştirilmiştir. Motifler arasındaki boşluklar da sert bir macundan elde edilen parlak bir kırmızıyla kaplanmıştır. Sarı çiniler ise altın yaldızla süslenmiştir. Renklerin yanı sıra motifler de çeşitlilik kazanmıştır. Geometrik motiflerin yanında zemin bitkisel süslemeler ve ramilerle doldurulmuştur. İri ve beyaz hatayiler de XV. yy.’ın özelliğidir, ilkosmanlı çinilerindeki bir yenilik de, sırattı tekniğiyle yapılan mavi-beyaz çinilerdir (Bursa Muradiye türbeleri). Edirne’deki Muradiye camisi'nin mihrabı (1436), erken dönem osmanlı çinilerinin zengin örneklerinden biridir.
Alıntıdaki Ek 66038

İstanbul'daki Çinili köşk'ün (1472) giriş eyvanındaki süslemeler, çini mozaik tekniğinin son ürünlerinden biridir. Bu çiniler Selçuklu geleneğine bağlanmakla birlikte, natüralist çiçekler, rumiler, beyaz ve yeşil renkler Bursa üslubundadır. XVI. yy.’da renkli sır tekniğinin uygulandığı önemli yapılar arasında İstanbul’daki Sultan selim külliyesi'nin camisi, türbesi, Şehzadeler türbesi, Şehzade Mehmet türbesi, Topkapı sarayı’nın Arzodası ve Bozüyük'teki Kasımpaşa camisi sayılabilir. Bu çinilerin ortak özelliği, çok stilize çiçek, palmet ve rumi motiflerle, açık sarı, açık yeşil, firuze, lacivert ve beyaz renklerin kullanılmasıdır. XVI. yy. ortalarında renkli sır tekniğinin yerini, sırattı tekniği almıştır. Bu çinilerde lale, sümbül, gül vb. çiçekler natüralist bir üslupla işlenmiş, aralar türk süsleme sanatının klasik motifleri olan hatayi ve rumilerle doldurulmuştur. Renkler lacivert, koyu yeşil, firuze ye mercan kırmızısıdır. Mercan kırmızısı İznik çinilerinde bir süre uygulandıktan sonra, XVI. yy. sonları, XVII. yy. başlarında kullanılmaz olmuştur. Sıraltı tekniğindeki çinilerin en erken örnekleri arasında İstanbul’daki Süleymaniye camisi’nin mihrabının yanlarındaki iki büyük madalyon, Rüstempaşa camisi, Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesi, Sokullumehmet paşa camisi, Piyalepaşa camisi, Atikvalide sultan camisi süslemeleri gösterilebilir. Edirne’deki Selimiye camisi'nde, mihrabın yanlarındaki duvarları kaplayan çini panolar, hünkâr mahfilinin çinileri İstanbul dışındaki en zengin ürünlerdir. XVII. yy. başında klasik osmanlı çiniciliğinin nitelik ve üslubu sürmüştür. Büyük panolar halindeki kompozisyonlarda vazodan fışkıran çiçekler, iri yapraklar, hatayiler ve rumiler işlenmiştir. İstanbul'daki Sultanahmet külliyesi’nin camisini süsleyen çiniler bu dönemin özgün örnekleridir. Camide 20 143 parça çini levhada yaklş. yetmiş tür kompozisyon işlenmiştir. Topkapı sarayı ise tüm osmanlı çinilerinin sergilendiği bir müze görünümündedir (Çinili köşk, Bağdat köşkü, Revan köşkü, Sultan İbrahim’in yaptırdığı sünnet odası, Ahmet I kütüphanesi, harem daireleri, vb.).

XVII. yy. sonlarında osmanlı çiniciliği özellikle teknik açısından bozulmaya başlamıştır. Bu bozulma hem teknik hem de renk açısından Yenicami’de ve türbelerinde izlenebilir. Çini sanatının canlandırılması amacıyla Tekfur sarayı'nda açılan (1725) atölye de kısa sürede kapanmıştır. Ahmet III çeşmesi'nde ve Hekimoğlu- alipaşa camisi'nde örnekleri görülebilen bu çiniler, kirli mavi zemin üzerine yeşil, sarı, mavi, soluk kırmızı renklidir. Tekfur sarayı atölyelerinin kapanmasından sonra osmanlı çini sanatı, Kütahya atölyelerinde günümüze değin sürdürülmüştür.

Kaynak: Büyük Larousse



Saat: 13:23

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık