Arama

Terapötik Yaklaşımlar

Güncelleme: 11 Kasım 2010 Gösterim: 12.895 Cevap: 1
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
11 Kasım 2010       Mesaj #1
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Terapötik Yaklaşımlar

Sponsorlu Bağlantılar
Yaklaşımlar dört ana grupta incelenecektir.Bunlar;
1. Psikodinamik yaklaşım
2. Yedi sosyal psikolojik kuramcı ve ego psikologları denen grup (bunlara neo-freudianlar ya da neo-analitik uygulamacılar diyoruz)
3. Varoluşçu yaklaşım, kişi merkezli yaklaşım ve Gestalt terapiyi kapsayan, insancıl psikoloji üzerinde temellenmiş deneysel ilişki yönelimli terapiler (hümanistik psikoloji)
4. Bilişsel ve davranışsal yönelimli, hareket yönelimli tedaviler (T.A., RET, Davranış Tedavisi, Gerçek Tedavisi)

1.PSİKODİNAMİK YAKLAŞIM: İçgörü, bilinçdışı, güdülenme, kişiliğin yeniden yapılandırılması temeline dayanır. Psikanalitik modelin, danışma kuramlarında ilk ele alınmasının nedeni, bütün psikoterapi yöntemleri içinde hepsini etkileyen bir sistem olmasındandır. Terapatik modellerin bazıları temelde psikanalizin genişletilmiş şekliyken, diğer bazıları analitik kavramını ve süreçlerin değiştirilip geliştirilmesiyle, diğer bazıları da ona tepki olarak ortaya çıkmışlardır. Danışma kuramlarının pekçoğu analitik yaklaşımın teknik ve prensiplerini bütünleştirip kullanmışlardır. Bu model çağdaş psikoterapide tarihi yönden olan üstünlüğü kadar pratik yönden olan üstünlüğünü de sürdürmektedir.

2.PSİKANALİTİK TERAPİNİN UYARLAMALARI VE EVRİMLEŞMİŞ ŞEKİLLERİ: Bunların çoğu kişiliğin biyolojik belirleyicilerinden daha fazla, sosyo-kültürel belirleyicilerinin üzerinde durmuşlardır. Hepsi de Freud’un bilinçdışının temel öneminin olduğu yaşamın ilk 5 yılını, daha sonraki gelişimin belirleyicisi olduğu cinsellik ve saldırganlığın önemli rol oynadığı tarzındaki deterministik görüşüne tepki göstermişlerdir. Bu kuramların hepsi psikanalizin uzantısı ve uyarlaması olup, bireyin bütün yaşama sürecinin önemli olduğu konusuna vurgu yaparlar. Ayrıca günlük yaşama da önem verirler. Bu tür yaklaşımlar özellikle Jungien analiz, Adlerien danışma ve terapi, Ericson’un ego psikolojisi ve gelişimsel yaklaşımı Rich’in beden yönelikli psikoterapileridir.

3.Varoluşçu yaklaşım insan olmanın anlamı üzerine odaklaşır. Bu kuram insana ilişkin durumların bir parçası olan özgürlük, sorumluluk, anksiyete, suçluluk, sonun farkında olma, yaşamın anlamı, dünyada bir anlam yaratma, kişinin geleceğini biçimlendirmesi gibi kavramlar ortaya koyarlar. Bu yaklaşım açık bir kuramı ve sistematik teknikler seti olan tek bir terapide olumlu teğildir. Daha çok kişinin öznel dünyasını anlamaya yönelik farklı yöntemleri vurgulayan danışma felsefesidir. Kişi merkezli yaklaşım kökenini varoluşçu felsefeden alıp, terapistin temel tutumları üzerine vurgu yapar. Danışan, danışman ikilisi terapatik sürecin belirleyicisidir. Bu kuramın felsefesine göre birey, terapistin üstünde kendini yönetme, güç ve kapasitesine sahiptir. Terapistel olan ilişkisi bu gücü arttırır. Gestalt terapi, uyguladığı özel tekniklerle danışanın şu anı yaşayabilmesini mümkün kılan yardımlar yapar. Yaşamın her bir anında kişinin duyguları üzerinde odaklaşabilmesi yeteneğini arttırır. Duyguların açık hale gelmesi için bireye yardımcı olur.

4.T.A.(Transaksiyonel Analiz) yaşamda, ebeveynsel yaşamların nasıl çocuksu tepkiler vererek, düşünmeden kararlar alabildiğimizi ortaya koyar. Bu kuram, yaşam planının yeni kararlar almadaki belirleyiciliğini vurgular. Davranışın tedavisi somut adımlar belirleyerek yeni davranışların yerleştirilmesi esasına dayanır.

Davranışı tedavi eden yeni bir eğilim bilişsel farkındalığın arttırılmasıyla, davranışın belirlenmesinin sağlanmasıdır.Bu gibi yaklaşım, davranışın daha önemli olarak bilişi öne koyar. Eğer biliş değişirse davranış da değiştirilebilir. Bu sistem RET’i ( Rasyonel Emotif Terapi ) etkilemiştir. RET kişinin hatalı inanç sisteminin, nasıl bozuk davranışlara neden olabileceğini ortaya koymuştur.

Bu sistem bilişsel, duygusal ve davranışsal birçok tekniği diğer terapi sistemlerinden ödünç almıştır. Bireye olumsuz duyguların nedeni olan hatalı inanç sistemleri farkettirilerek daha gerçekçi yaşam felsefesi oluşturulmaya çalışılır. Gerçek tedavisi çok popüler uygulama alanına sahiptir. Birçok ruhsal tedavi için bu terapi kullanılır. Danışanın davranışı ve kendisini değiştirmek ve geliştirmek için öncelikle kişisel sorumluluk alması gerektiğini vurgular. Bütün danışman ve terapistler şunlara dikkat etmelidir: “Danışanın duyguları, düşünceleri ve davranışları problemi ne ölçüde etkilemektedir?” Genelde hiçbiri tek başına problemi yaratmaz. Bir kombinasyon söz konusudur. Bu kombinasyonun ağırlık dağılımına göre uygun danışma ve terapi yöntemlerinin gerektiğinde eklektik olarak kullanılması gerekebilir. Danışana, bilgi düzeyinize, koşullarınıza göre yöntem seçmelisiniz. Davranış üzerinde duran yöntemler davranışçı ve bilişsel ağırlıklı hareket tedavileridir. Düşünceler üzerinde ağırlıklı olan bilişsel tedavilerdir. Duygular üzerinde ağırlıklı olan psikanalitik tedavilerdir. Bazı tedavi teknikleri ise eklektiktir. Örnek; Gestalt, RET.

PSİKANALİTİK TERAPİ

Anahtar Kavramlar

1.Kişiliğin Yapısı: Bunlar süreç isimleri olup birbirinden bağımsız işlev görmezler. Sadece kişiliğin anlaşılmasını sağlamak için belirlenmiş hipotetik yapılardır. İd, biyolojik; ego, psikolojik; süperego, sosyal yönleridir.

İD ? İnsan doğduğu zaman tamamıyla id’dir. Psişik enerjinin kaynağıdır. İç güdülerin merkezidir. Organizasyon yoktur. İsteyicidir ve kararlıdır. Birinci süreç düşünceye göre işlev görür. Bunun anlamı zaman, mekan ve mantık kavramının olmamasıdır. Rüyalarda görülür. İd gerilimi kaldıramaz. Böylece hemen “homeostazis”i sağlamaya çalışır. Zevk psensibine göre hareket eder. Zevke yönelir, acıdan kaçar. Mantıksız ahlaksız ve düşüncesizdir. Düşünmez, ister ve yapar. İd bilinçdışıdır. Fakat bilinç öncesi e bilinçte de işlev görür.

EGO ? Gerçek ve dış dünya ile bağlantıyı sağlar. 2.cil süreç düşünceye göre işlev görür. Mantık esastır. Yer ve durum, zaman gözetilir. Kişiliğin hükümeti, yürütme organı, kontrol edici ve düzenleyicidir. İd, süper ego ve dış dünyadan gelen mesajları yöneten trafik lambası gibidir. Sansür ederek bilinci kontrol eder. Gerçeklik prensibine göre çalışır. Gereksinimlerini doyurmak için planlar düzenler ve uygular. İd’ in impluslarını mantık süzgecinden geçirerek kontrol eder. İd sadece öznel gerçekliği bilir. Ego ise öznel gerçekliği dış gerçekliğe uydurmaya çalışır.

SÜPER EGO ? Ahlaklı, kuralcı ve yargılayıcıdır. Kişinin davranışlarını iyi mi ya da kötü mü, doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu görevlendirir. Yasama organı gibi görev yürütür. İdeali belirler, gerçeği değil. Sadece zevk için değil mükemmel olmak için hareket işler. Geleneksel değerleri, toplum ideallerini içerir. Anne-baba-toplum etkisi ile oluşur. İd güdülerini bastırır, egoyu ahlaklı davranmak için iknaya çalışır ve mükemmeli arar. Anne-baba-toplum değerlerinin içrerleştirilmesi ile oluşur. Bu da ödül veya ceza yöntemiyle yapılmıştır. İçrerleştirilen ödül ve gurur duygusuna ve benlik sevgisine, ceza ise suçluluk ve aşağılık duygusuna neden olur.
2.İnsan doğasına Bakış : (Nedene Dayalı) Deterministiktir. Freud’a göre insanlar mantık dışı güçler, güdüler ve yaşamın ilk beş yılı içerisindeki psiko-seksüel olaylar sonucuda oluşan kişilik çerçevesinde davranırlar. Ortodoks Freudian görüş, her davranışın bir nedeni olduğuna inanır. İnsan bir enerji sisteminden ibarettir.

Bu enerjinin id, ego ve süper ego arasındaki dağılımı, kişiliğin işleyişini belirler. Bu enerjiye libido adını vermiştir. Başlangıçta sadece cinsel enerji denen libido, kuramın evrimleşmesi ile yaşam enerjisi anlamına dönüşmüştür. Ortodoks Freudian bakış açısı, insanları enerji sistemleri olarak görür. Enerji miktarı sınırlıdır. İd, ego ve süper ego gibi sistemlerden bir tanesi, diğer iki sistem arasında kontrol kurar. Böylelikle kişinin davranış yönelimi belirlenir. İd psişik enerjinin deposudur. Ego ve süper egonun çalışması için güç sağlar. İd aynı zamanda libido ile bağlantılıdır. Libido insan ırkının ve bireyin yaşamını devam ettirmeyi hedefler. Büyüme, gelişme ve yaratıcılığı sağlar. Bunun tam karşıtı ölüm korkusudur(Destrudo). Saldırganlık dürtüleri destrudonun ürünüdür. Freud’un insan ırkına karşı kötü bakış açısı, daha sonraları çok eleştirilmiştir. Saldırganlığın doğuştan olduğu düşüncesi en fazla eleştiri alan görüşüdür.

3.Bilinçdışı ve Bilinç : Bilinçdışı kaavramı Freud’un psikolojiye getirdiği en büyük katkısıdır. Daavranış problemlerinin anlaşılmasında ana kavram olmuştur. Bilinçdışı üzerinde direkt olarak çalışılamaz. Ancak bazı klinik yöntemler ve gözlemlerle fark edilebilir. Bunlar;
a.Rüyalar,
b.Dil sürçmeleri ve unutmalar,
c.Hipnoz esnasında yapılan telkinlerin daha sonra davranışa dönüşümü
d.Serbest çaağrışım tekniklerinden çıkarılan materyaller ile,
e.Projektif tekniklerden çıkarılan materyaller ile,
Freud’a göre bilinçlilik, toplam zihnin çok az bir bölümünü işgal eder. Bilinç dışı ile bilinç arasında istendiği zaman fark edilebilir bir alan vardır. Buraya bilinç öncesi denir. Kabul edilemeyen gereksinim ve istekler bilinçdışına bastırılır. Psikanalitik terapide amaç, gerçek psikolojik fonksiyonların içinde geçtiği bilinçdışını, bilinçli kılmaktır. Bilinçdışını fark etmiyor olsak bile, davranışlarımızı etkileyicidir. Bilinçdışı süreçler, bütün nevrotik tipteki davranışların kökenini teşkil eder. Bilinçdışının fark ettirilmesi durumuna “içgörü” denir. İki türlüdür:

1. Bilişsel İçgörü 2. Duygusal İçgörü
Bilişsel içgörü tek başına davranışı değiştirici değildir. Semptomun anlamını keşfetme, bilinçdışı bastırılmış materyalin açığa çıkmasını sağlar.

ANKSİYETE (Freud)

Psikanalitik görüşte, insan doğasını anlamanın bir yolu da, bu kavramda kapsamlı olarak ele alınan anksiyete kavramıdır. Anksiyete, bizi birşeyler yapmaya iten bir gerilim durumudur. İd-ego-süper ego arasındaki çatışmalar sonucu ortaya çıkar. Bunun işlevi, egoyu bilinç dışı dürtülerrin ortaya çıkması tehdidine karşı uyarmaktırr. Eğer ego akılcı ve direkt yöntemlerle anksiyeteyi kontrol edemezse, gerçek dışı yöntemlere yani savunma mekanizmalarına başvurur. 3 tür anksiyete vardır:

1.Gerçeklik Anksiyetesi ?Dış dünyadan gelen tehditlerre karşı duyulan korkudur. Anksiyatenin düzeyi tehdit düzeyi ile gerçekçi olarak bağlantılıdır.

2.Nevrotik Anksiyete ?İç güdülerinin elden gideceği korkusudur. Cezalandırılma korkusu esastır.

3.Törel Anksiyete ?Kişinin kendi vicdanından korkmasıdır.
Bilinci iyi gelişmiş bir insan bu son iki anksiyeteyi fazla yaşamaz. Vicdanı çok fazla gelişmiş bir insan, ahlaki değerlerine ters hareket ettiği zaman rahatsızlık duyuyor.

SAVUNMA MEKANİZMALARI

Bireyin anksiyete ile başa çıkmasında ve egonun hasar görmemesinde yardımcıdır. Patolojik olmaları gerekmez. Gerçek ile yüzleşmekten kaçınma ve bir yaşam stili olma sözkonusu değilse, uyumsaal değere ssahiptritr. Savunmalar kişinin gelişim düzeyine ve anksiyatenin derecesine göre kullanılır. Genelde 2 özellikleri vardır:

a. Gerçeği bozar veya inkar ederler b. Bilinçdışı düzeyde işlev görürler
Freud’un kuramına göre gerilimi azaltarak denge sağlamada (homestatiste) yardımcıdır.

1.Represyon (Bastırma) : En önemli savunma mekanizmasıdır. Freudian süreçte, diğer ego savunma mekanizmalarının ve nevrotik bozuklukların temeli olarak bilinir. Toplum istekleri için bastırıldığından nevrotik olurlar. Freud’a göre depresyon, herhangi bir şeyin istemsiz, bilinçsiz olarak, olacak hale getirmesidir. Yaşamın ilk 5 yılı içerisinde acı veren olayların, çocuğun represe edilerek daha sonraki davranışları etkilediği varsayılır.

2.Denial (İnkar) : Cameron’a göre denial, represyona benzer. Fakat hem bilinç öncesini hem de bilinç düzeyini etkiler. Gerçeğin inkarı bütün savunma mekanizmalarının en basitidir. Travma yaratan koşulda bireyin düşünce, duygu ve algılarının saptırılması esasına dayanır. Kişinin, anksiyeteye karşı gözlerini kapatma yolu ile gerçeği görmeze gelmesiyle, mücadelesidir. Savaş ve diğer felaketlerde bazı insanlar acı veren durumu kabul etmemek için kendi kendilerini kör etme eğilimi taşırlar.

3.Reaksiyon Formasyon (Tepki Oluşturma) : Tehdit edici iç dürtüye karşı bir dürtüyle mücadele etmektedir. Böylelikle kişi, bu dürtünün yaratacağı anksiyeteden tersi yönde tutum ve davranışlar geliştirerek kurtulur. Çok sevdiğimiz birinden nefret etmemiz ve ya tersi veya kabalığı aşırı nezaketle örtmemiz buna örnektir.

4.Projeksiyon (Yansıtma) : Kabul edilmeyen istek ve dürtülerin bir başka kişiye atfedilmesidir. Saldırganlık gibi impluslar bende yok onda var kaydında düşünülerek rahatlama sağlanır. Buna örnek olarak kızına cinsel ilgi duyan bir adam onu baştan çıkarıcı olmakla suçlayabilir. Böylece kendi isteklerini görmeze gelir.

5.Deplasman (Yön Değiştirme) : Anksiyete ile başa çıkmanın bir diğer yolu, tehdit edici uyarandan emin bir uyarana içgüdünün boşalımının yönlendirilmesidir. Tehdit edilen uyarandan çekilen enerji diğer emin uyarana aktarılır. Örnek; patronuna kızan kişinin çocuğuna bağırması.

6.Rasyonalizasyon (Akla Uydurma) : Bazı kişiler egolarını kandırmak için iyi nedenler bulurlar. Kişi başarısızlığa uğradığı zaman bunu gerçekte istemediğini söyleyebilir. Böylelikle becerememe ve kayıp duygusundan kurtulunulur.

7.Süblimasyon (Yüceltme) : Freudian bakış açısına göre yaratıcı özellik, cinsel enerjinin yön değiştirerek yaratıcı davranışlara yüceltilmesi esasına dayanır. Böylelikle cinsel enerji kabul edilebilir ya da hayran olunabilir hale gelir. Örnek; saldırganlık dürtüleri sportif aktivitelerle yüceltilebilir. Böylelikle kişi saldırganlık dürtülerine karşı ödül alır.

8.Regresyon (Gerileme) : Geçmiş dönemlere dönülerek stresin yarattığı gerilimden kurtulmaya, olgunlaşmamış ve uygunsuz davranışlar yapılarak anksiyete ile başa çıkmaya kalkışılır. Örnek; okulda korkmuş olan çocuklar ağlayarak, aşırı bağımlılık göstererek, parmak emerek, saklanarak, öğretmene meydan okuyarak regrese olurlar. Kendilerini güvende hissettikleri dönemde genelde regrese olurlar.

9.Intrejeksiyon (İçe Alma) : Diğer insanların değer ve standartlarının yutulmasıdır. Örnek; esir kamplarında mahkumlar düşmanın değer yargılarını kabul ederek, saldırganla özdeşleşerek anksiyeteden korunmaya çalışırlar. Çok yiyen çocukların çok kavga etmeleri buna örnektir. İçe almanın anne-baba değerlerini, tutumlarını, terapistin tutumlarını içe almada olduğu gibi olumlu şekilleri de vardır.

10.Idertifikasyon (Özdeşleşme) : Çocuklukta cinsel rol, davranışların öğrenildiği gelişimsel bir süreçtir. Aynı zamanda bir savunma tepkisidir. Başarısız olma duygusunun ortaya çıkmasını engeller. Bu nedenle aşağılık duygusu olan insanlar, bazı örgütler, fikirler veya kişilerle özdeşleşerek kendilerini değerli hissetmeye çalışırlar.

11.Kompensasyon (Telafi Etme) : Kişinin sınırlılıklarını kapatmak için olumlu özellikler göstermesidir. Aşağılık duygusu olan insanlar bedensel olarak kendini güzelleştirmeye çalışırlar. Sosyal olarak yetersiz, yalnız kişiler, zihinsseel olarak kendini geliştiren zeki insanlardır. Bu mekanizma direkt olarak uyum sağlama değeri taşır. Beni yetersizliklerimle değil başarımla değerlendirsinler düşüncesini yansıtır.

12.Ritüel Undoing (Yapboz veya İptal) : Suçluluk duygusu taşıyan insanlar, yap boz eylemleri ile ayrıntılı ritüellerle(tören) bu duygularını yok etmeye çalışırlar. Olumsuz düşünce ve davranışın iptalini temsil eder. Sıkıntı bu yöntemle bir miktar azaltılabilir. Çocuğunu reddetme düşüncelerine sahip bir baba ona aşırı ilgi gösterebilir.

Psiko-Terapi Süreci
Amaçları
Freudian psikanalitik terapinin iki amacı vardır:
1.Bilinçdışını bilinçli kılarak bireyin kişilik yapısını iyileştirmek,
2.Davranışları iç güdüsel yönelimli olmaktan çıkartıp daha gerçek yönelimli yapmak için egoyu güçlendirmek.
Bu amaçlar doğrultusunda kullanılan yöntemler, bilinçdışını açığa çıkarmaya yönelik bir özellik taşır. Terapi süreci çocukluk yaşantılarının üzerinde odaklaşır. Bu yaşantılar tartışılır, yorumlanır, analiz edilir ve böylelikle kişilik yeniden yapılandırılır. Psikanalitik terapi kişiliği oluşturan yapı taşlarının tek tek tanımı kişiyi rahatsız etmeden çıkartılıp yeniden inşa edilmesi esasındadır. Amaç sadece problemleri çözmek ve yeni davranışlar kazanmak değildir. Kişilik değişimini sağlayabilmek için, geçmişin derinliklerine inmek yolu ile benlik anlayışının arttırılması esastır. Analitik terapi iç görüyü sağlamak esasına dayanır. Bu entelektüel olarak kişiliği anlamaktan farklı bir anlamdadır. Geçmişle bağlantılı duygu ve anıların anımsanması esastır.

TERAPİSTİN İŞLEV ve ROLLERİ

Klasik analiz, beyaz bir perde gibidir. Kendi kişiliğine ilişkin hiçbir mesaj vermemeye çalışır, nötr olmak zorundadır. Hastayla beraber üzülüp sevinmemelidir. Çünkü bu tür tutumlar transferans ilişkisini kuvvetlendirir. Eğer terapistler kendilerine ait mesajlar vermezlerse, inanç ve tutum ortaya koymazlarsa, hastanın ona yönelik duyguları, tam anlamıyla onun geçmişinden getirdiği materyaller olur. Bu tür projeksiyonlar, kişinin geçmişinde bastırdığı duygu ve yaşantılara ait bilgi edinilmesini kolaylaştırır. Ancak kısa psikanalitik terapilerde bu yöntemin kullanılması mümkün olmaz. Çünkü transferans analizi zaman alıcıdır. Analistin temel görevlerinden bir tanesi, onun sevmesi ve çalışması için yeterince özgür olabileceği ortamlar yaratmasına yardımcı olmaktır. Terapistin diğer işlevleri, danışanın benlik farkındalığını arttırmak, dürüst ve etkili kişiler arası ilişkiler kurmasına yardımcı olmak, sıkıntı ile baş etmede gerçekçi yollar bulmasını sağlatmak, içgüdüleri ve mantıksız davranışları üzerinde kontrol kurmasına yardımcı olmaktır. Bunları yapabilmek için öncelikle hastayla çok iyi diyalog kurmalıdır. Bundan sonra dinleme ve yorumlamaya başlayabilir. Hastanın direncinin üzerinde durulması önemli bir sorundur. Öncelikle hastanın konuşmalarını çok iyi dinlemeli, terapinin ileri safhalarında yorum yapılmalıdır. Erken yorum hastanın kaçmasına neden olur. Terapist, danışanın anlattıklarındaki yetersizlik ve boşlukları, unutulan ve eksik bırakılan şeyleri çok iyi analiz etmelidir. Terapi seanslarını çok dikkatli gözlemlemelidir ve danışanı ona yönelik duyguları ile ilgili ipuçlarına çok dikkat etmelidir. Kişilik yapısının ve psiko-dinamiklerin anlaşılması, danışanın problemlerinin gerçek doğasının anlaşılmasını sağlar. Danışmanın temel işlevlerinden biride, danışanın problemlerine iç görü sağlayabilmesi için kendi kendisini gözlemleyebilmesini öğretmektir. Kişi iç görü sağlamayı başardıkça yaşamı üzerinde de gerçekçi kontroller kurabilmeyi başarır.

DANIŞANIN TERAPİDE YAŞADIKLARI
Danışanlar yoğun ve uzun süreli bir terapiye geldiklerinin bilincinde olmalı ve istemli olmalıdırlar. Genel olarak terapi haftada birkaç kez, bir saat olmak üzere 3-5 yıl sürer. Yüz yüze konuşulan seanstan sonra, terapist danışanı serbest çağrışım başlatmak üzere divana yatırır. Serbest çağrışım esnasında danışan duygularını, yaşantılarını, çağrışımlarını, anı ve fantezilerini anlatır. Bir divan üzerinde uzanıyor olmak, çevre uyaranlardan kişinin en üst düzeyde yalıtılması için gereklidir. Klasik psikanaliz divan konusunda ısrarcı olmakla birlikte, bir çok psikanalitik terapi yüz yüze konuşma esaslı yapılmaktadır. Bu terapiler serbest çağrışım yöntemini kullanmazlar. Direkt olarak transferans, rüyalar ve diğer bilinç dışı ip ucu veren yöntemleri kullanırlar. Danışan analize gelmeye karar verdikten sonra ücret konusu mutlaka ödenmek üzere anlaşılmış olunmalıdır. Kesinlikle her şeyin konuşulması konusunda anlaşılmış olunmalıdır. Terapi seansları boyunca danışan değişik dönemlerden geçer. Bu dönemler şunlardır:
1.Analistle iyi bir ilişkinin sağlanması,
2.Tedavi konusundaki çatışmaları yansıtma,
3.Geçmişe ve bilinç dışına iç görü sağlama,
4.Kendisi hakkında daha fazla öğrenmemek için direnç geliştirme,
5.Analistle transferans ilişkisi kurma,
6.Tedavinin derinleştirilerek dirençlerinin giderilmesi, örtülü materyallerin açığa çıkmasına izin verme,
7.Tedavinin sonlandırılması.

TERAPİST-HASTA İLİŞKİLERİ
Danışanın analistle ilişkileri transferans kavramı içinde yer alır. Transferans süreci psikanalitik yaklaşımın odak noktasıdır. Transferans hastanın geçmişindeki önemli kişilerin hasta üzerinde yarattığı etkiye ilişkin bilgi sağlamaktır. Terapi ilerledikçe çocukluktaki duygu ve çatışmalar derinden yüzeye çıkar. Danışan duygusal olarak represe olur.
Güvenip güvenmeme, sevmeye karşılık nefret, bağımlılığa karşı bağımsızlık, otoriteye karşı utanç ve suçluluk ... gibi çatışmalar ve bunlara ilişkin duygular yüzeye çıkar. Hastanın geçmişinde sevgi, cinsellik, saldırganlık, sıkıntı ... gibi çatışmalar transferansta ifade edilir. Bunları yeniden yaşayarak ve bunları analistle bağlantılayarak kişi, bu eski materyalleri gündeme getirmiş olur. Danışan analisti cezalandırıcı, kontrol edici, isteyici, otorite figürü olarak görebilir. Örnek; sevmediği babasını analiste transfer edebilir. Bu negatif transferanstır. Ya da pozitif transferans yaparak analiste aşık olabilir. Böylelikle ihtiyacı olan sevgi, kabul ve onayı terapistin güçlü kişiliğinden sağlamaya çalışarak benliğini iyileştirmeye çalışabilir. Eğer terapide transferans ilişkişi çözülürse hasta iyileşebilir. Buradaki çözülmenin anlamı, danışanın geçimişindeki yaşantıları nasıl bugüne getirdiğini, farkettirilmesidir. Böylelikle danışan günlük yaşamdaki çatışma ve savunmalarını anlayabilir. Transferans analizi terapi sürecinin çok önemli kısmını işgal eder.
Transferansla uğraşma süreci, bilinçdışı materyallerin ve savunmaların keşfedilmesi sürecidir. Bu savunmaların çoğu erken çocuklukta edinilir. Sevgi gereksinimi ve anne baba figürlerini kabul etmesi gibi, bebeklik dönemine ait dürtülerin yol açtığı davranışlar ve bilinçdışı materyaller kişiye farkettirilerek, ruhsal anlamda özgür olması sağlanır. Eğer telepatik ilişki içerisinde, hastanın bu talepte bulunuculuk dönemi anlaşılıp çözümlenmezse, kişi bu bebeksi isteklerine diğer insanlar tarafından sevilme ve kabul edilmek için gereksinim duymak şekline dönüşütürülür. Terapist hasta ilişkisi, çocukluğa ilişkin bu güdülerin görünür hale geldiği bir sahnedir.
“Transferans tam anlamıyla çözülebilir mi?”
Çocukluğa ait bütün gereksinim ve travmalar tek bir terapiste yansıtılamayacağı için çözülemez. Terapide bizim üzerinde durduğumuz günlük yaşamımızdaki diğer insanlara yansıttığımız, yönelttiğimiz bilinçdışı duygular ve gerçekçi olmayan isteklerin farkettirilmesidir. Terapist de bin insan olduğuna göre terapistin geçmişi de, çözmemiş olduğu çalışmalarda danışana yansıyabilir. Terapistin kendisi bu yoğun ilişki içerisinde bilinçdışı çatışmalar yaşayabilir. Hatta terapistin kendisi terapiden geçmiş olsa bile bu durum olabilir. Kontrtransferans dediğimiz bu durum terapistin gereksinimlerini, çözemediği çalışmalarını, mantıklı olmayan tepkilerini danışana yansıtmasıdır. Örnek; aşırı bağımlı bir hasta koruyucu anne ya da babavari tutumuyla hastayı aşırı şekilde yönlendirerek ona nasıl yaşayacağını, nasıl seveceğini, annesine nasıl güvenmesi gerektiğini söyleyerek onu yönlendirebilir. Böylelikle hastanın bağımlılık derecesini arttırırı. Kendisi bu durumu yaşayarak kendisini önemli hissetme gereksinimini karşılayacak, kendi kendisinie terapi yapmaya çalışacaktır. Bu türdeki tutumlar terapinin ilerlemesini engeller.
Analist ne tür hastaların ve ne tür problemlerin kendisinde duygusal tepkiler uyandırdığının farkında olmalıdır. Kendi çatışmalarını farkederek, bunların çözümü ve iyileştirilmesi yoluna gitmeli, en azından kendisini bu gibi durumlarda frenleyebilmelidir. Objektif olmalı, öfke, sevgi, eleştiri gibi yoğun duyguları danışana yöneltmemelidir. Terapist insan olsa bile mesleği gereği problemlerini çözmek zorunda olan bir insandır. Çözülmemiş problemlerini terapiye yansıtmamaya özen gösterilmelidir.
Hastanın terapiste yönelttiği bütün bu duygular transferans değildir. Bunların birçoğu gerçekten terapiste karşı hissedilen duygularda olabilir. Terapiste yönelik her olumlu duygu (+) transferans olmayabilir; olumsuz duygu da (-) transferans değildir. Aynı şekilde terapistin hastaya duyduğu her duygu da kontrtransferans değildir. Gerçekle bağlantılı olabilir. Diğer terapilerden daha fazla psikanalitik terapide hasta terapist ilişkisine önem verilir. Çünkü transferan üzerinde çalışılarak, bilinçdışı psikodinamiklere içgörü sağlanar.
Psikanalitik yaklaşım tam bir kişilik değişimi veya yüzeysel çatışmaların giderilmesine yönelik değildir. Dinamik anlamda benlik anlayışının kazanılması esastır.

Uygulama :

TERAPİ TEKNİKLERİ VE SÜREÇ
Psikanalitik terapi teknikleri hastanın davranış ve semptomlarına, entelektüel içgörü sağlamasına yöneliktir. Terapi ilerledikçe hastanın kendisini anlatmasıyla sağlanan kotorsisin (boşalma), tedavi edici etkisinin yanı sıra bilinçdışı materyali içgörünün sağlanması yoluyla yeniden eğitim ve kişilikte kalıcı değişiklik sağlanması mümkün olur. Psikanalitik terapinin 5 temel tekniği vardır.:

1.Serbest Çağrışım : Temel bir tekniktir. Analist hiçbir sansür yapmaksızın hastanın zihnine gelen düşüncelere,i ona acı ve ızdırap verse bile durmaksızın söylemesini ister. Böylelikle gerçekte danışan kendi düşünce ve duygularını izleme olanağı bulur. Divan üzerine uzanmış hastanın serbest çağrışımları hiç kesilmeksizin dinlenir. Serbest çağrışın bilinçdışı istek, fantezi, çatışma ve güdülere bir kapı açılmasına yardımcı olur. Güçlü ve yoğun duygular açığa çıkar. Geçmişle bağlantısı anlaşılır. Analistin görevi bu materyalin içinden represe materyalleri çıkarmak, bilinçdışının kilitlerini araştırmaktır. Serbest çağrışımdaki sıralanım, analiste, danışanın olarlar arasında bağlantı kurma tarzını anlamasına olanak sağlar. Çağrışımdaki engellemeler, kesilmeler, anksiyete yaratan materyalin açığa çıkmasını engellemek içindir. Analist hastaya içgörü kazandırmak amacıyla bu materyalden yola çıkarak yorum yapar.

2.Yorum : Serbest çağrışımların, rüyaların, dirençlerin ve transferansın analizi ile yapılır. Analist hastanın rüyalarında, serbest çağrışımında, direncinde ve terapatik ilişkisindeki davranışlarının anlamlarını danışana açıklar, hatta öğretir. Yorumun işlevi egonun bilindışından gelen bu eni materyallerin özümletmesini sağlatmak, bilinçdışı materyalin üzerindeki örtüyü biraz olsun kaldırabilmektir. Çok iyi zamanlanmalıdır. Eğer erken yapılırsa danışan yorumu reddeder. Hasta kendi bilinçdışı materyalleri tolere edecek haldeyken (kabul edecek) yorum yapılmalıdır. Bir diğer kural yorumun yüzeyden derine doğru kademe kademe yapılmasıdır. Yorumdan önce mutlaka savunma ve dirençlerin çözülmüş olması gerekir; yoksa duygusal içgörü sağlanamaz.

3.Rüya Analizi : Rüyalar bilinçdışı materyallerin anlaşılmasına olanak sağlar. Çözülmemiş sorun alanlarına içgörü sağlar. Uyku sırasında savunmalar azalmıştır. Bu nedenle represse edilmiş materyal yüzeye çıkar, bilinçdışı istek ve gereksinim ve korkular ifade edilir. Bazı materyaller direkt olarak değil sembolik olarak sunulmuştur. Rüya analizi yapabilmek için sembollerin anlamını çok iyi bilmek gerekir, Rüyalar iki düzeyde içeriğe sahiptir:

a. Gizli içerik b. Görünürdeki içerik
Gizli içerik sembolik ve bilinçdışı güdüleri kapsar. Bunlar bilinçdışı saldırganlık ve cinselik içgüdülerinin kişiyi rahatsız etmesi, dolayısıyla şekil değiştirerek daha kabul edilir görünürdeki içeriğe dönüşmesiyle kişi tarafından kabul edilebilir hale gelir. Rüya analiste, rüyayı analiz yaparken serbest çağrışım da yaptırabilir. Böylece görünürdeki içeriğin altındaki gizli içerik anlaşılabilir.

4. Direncin Analiz ve Yorumu : Direnç terapinin ilerlemesini engelleyen her türlü şeydir. Bilinçdışı materyalin anlaşılmasını hedefler. Hasta rüya ve serbest çağrışım analizleri esnasında, bazı duygu, düşünce ve yaşantıları konuşmak istemeyebilir. Freud’a göre bunun nedeni, bilinçdışı bastırılmış materyalin açığa çıkmasıyla ortaya çıkabilecek anksiyeteyi önlemektir.

Analist, direnç yorumu esnasında danışana direncinin nedenlerinin farkına varmasını sağlatmayı hedefler. Direnç genellikle danışanın yorumu reddetmesi olasılığını azaltır ve direnç davranışını anlayabilmesine olanak sağlar. Direnç, günlük yaşamdaki savunma mekanizmalarının işlevine sahiptir. Hastayı anksiyeteden korur. Fakat günlük yaşamında dirençli bir kişi, yaşamını yaşayamaz. Direnç, anlamı bilinçdışı materyalin bilince seçmesini engellemektir. Transferansın gelişimi esnasında direnç oluşumu psikanalitik terapinin normal bir gelişim olayıdır. Terapi ilişkisi esnasında danışanın kaçındığı her hangi bir durum bilinçdışı materyalin açıldığını gösteren fakat kapatılmaya çalışıldığının bilgisini veren terapist tarafından yorumlanması gereken önemli bir ipucudur.

5.Transferans Yorum ve Analizi : Danışan analistle ilişkisinde, geçmişinde anne-baba veya başkalarına yönelik reddettiği duyguları ve saldırganlığı yeniden yaşar. Klasik analizde transferans istenilen bir şeydir. Ve analist mümkün olduğu kadar nötr, ayna gibi olarak bunu güçlendirir. Ancak bir çok analitik terapist bu kadar önem vermeksizin, diğer tekniklerle beraber kullanırlar. Transferans analizi ile hastanın fiksasyonları, yoksunlukları, geçmişinin bugüne etkisi anlaşılır. Hasta transferans analizi ile duygusal olarak gelişmesini geciktiren geçmiş fiksasyonlarının bugün ki yansımalarını görür.


PSİKANALİTİK TERAPİNİN ETKİLİ OLDUĞU DURUMLAR

Psikanalizde, birinci düzeyde etkili olduğu durumlar, semptom yaratan psikolojik çatışmalardır. Psikanalizin fobi, obsesif-kompülsif bozukluk, bazı anksiyete bozuklukları, hafif depresyon ( distimik bozukluk), bazı kişilik bozuklukları ve bazı implus kontrol bozuklukları (aşırı yeme, saldırganlık, kumarbazlık...)’ nda etkili bir tedavi şeklidir. Ancak tanıdan daha önemlisi, hastanın kendisini derinliğine analizde işbirliği sağlanması ve benlik farkındalığını içrel değişime dönüştürebilme yeteneğidir. Eğer terapiste yönelik transferans gerçekleşmezse analiz mümkün olmaz. Psikotikler gerçekçi ve duygusal bağlar kuramamaları nedeni ile dışta bırakılırlar. Transferansın bu gibi kişilerle geliştirilmesi ve çözülmesi mümkün değildir. Analiz olan hastanın früstrasyon toleransı bir patolojik tarzdan dönüşmeyecek ve kontrolünü kaybetmeyecek derecede güçlü olmalıdır. İlaç bağımlılarında, egolarının früstrasyona karşı güçlü olmaması nedeni ile dışta bırakılırlar. Früstrasyon, egonun gücünün direk göstergesidir. Früstrasyon toleransı güçlü ise kişilik güçlü, zayıf ise kişilik zayıftır.

TERAPİNİN ETKİLİ OLMADIĞI DURUMLAR

Genelde 40 yaşın üzerindekilerde önemli kişilik değişimi için esnekliğin olmadığı düşünülür. Ancak önemli olan yaş değil, kişinin değişme isteği ve iç gözlem yapabilme kapasitesidir. En verimli yaş genç yetişkinliktir (25-35 yaş).Çocuklarda serbest çağrışım yerine oyun terapisi uygulanarak analiz yapılabilir.Zeka faktörü, süreci anlama ve işbirliği yapması mümkün olabilecek kadar zaki olmalıdır. Yaşam koşulları, terapiye gelmesini engelleyici koşullar olmamalıdır. Zaman, hastanın değişmek için beklemesi ve zamanının olması gereklidir. Acil semptomları olan (örnek; intahara yatkınlığı olan) hastalar psikanalize alınmamalıdır. İlişkinin doğası, arkadaşlar, akrabalar analiz edilmemelidir. Çünkü transferans gelişemez ve objektiflik mümkün olmaz. bazı hastalar bazı terapistlerle çalışamazlar. Bu birkaç seansta anlaşılır. Bazıları kadın, bazıları da erkek terapistten hoşlanırlar.

PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİ

Psikanalizin kavramsal ve teknik olarak değişmiş şeklidir. Psikanalizde transferans ve bunun altındaki bebeklikteki çatışmalara ulaşmak yatar. Psikanalitik psikoterapide ise şu andaki çatışmalar, hastanın şu andaki psikodinamik örüntüleri önem taşır. Psikanaliz, transferans analizi ve serbest çağrışım tekniklerini kullanarak; psikanalitik psikoterapi ise görüşme ve tartışma ile çok az serbest çağrışım kullanır. Psikiyatriste yönelik tepkilerin psikanalizdeki kadar büyük önemi yoktur. Ancak terapiste yönelik tutum ve tepkileri zaman zaman ortaya çıkar ve faydalı tarzda kullanılır. Tedavi tekniği olarak divan kullanılmaz. Psikanalitik psikoterapi tek bir destekleyici görüşme şeklinde olabileceği gibi, haftada 1-3 defa yapılacak, birkaç yıl sürecek tedavi şeklinde de olabilir. psİkanalitik psikoterapinin 2 önemli tipi vardır:

1.İç Görü Yönelimli Terapi : Varolan duygu, tepki, davranış özelliklerine, ilişkilerine ait dinamikleri anlamak önemlidir. İç görü hastanın kendi kişiliğini anlamasıdır. Ego gücü, yeterli kişilere yapılabilir. Terapilerin ikiliği, sadece geliştirilen iç görüye bağlı değildir. Terapistle özdeşleşme yargılamayan, sınır koymayan bir ortamda duyguların açığa çıkarılması ve diğer insan ilişkisi etkenlerine bağlıdır. Hastanın zayıf egosuna destek olunarak uyumsuz davranışlarına gerçekçi sınırlandırmalar yapılarak, terapist müdahalelerde bulunur. Terapist, hastanın çocukluğundaki önemli figürlerle kendisi arasında, hastanın bulduğu farklılıklar üzerinde tartışır. Böylelikle hasta ebeveynlerine ilişkin tutumlarını genellediğinin, tepkilerini genellediğinin farkına varır. Böylelikle otorite figürlerine otomatik tepkiler gösterdiğini farkeder.

2.Destekleyici veya İlişki Yönelimli Terapi : Amaç, savunmaların onarılması veya güçlendirilmesi, bozulan kapasitenin arttırılması. Hastanın suçluluk, utanç ve sıkıntılarını ele alması çok zor olan dış baskı ve früstrasyonlarla karşılaştığında, gereksinim duyduğu kabul bağımsızlık sürecini kapsar. Destekleyici terapi birçok yöntem kullanır. Bunlar;

a)Sıcak, dostça, güçlü ilişki,
b)Bağlanma gereksinimlerinin doyurulması,
c)Uygun ve bağımsızlık tarzı sağlamak için destek verme,
d)Hoşlanacağı uğraşılar geliştirmesine yardımcı olma,
e)Yeterli dinlenme ve eğlenme,
f)Eğer mümkünse aşırı zorlanmaların kaldırılması,
g)Gerektiği zaman hastaneye yatırılması,
h)Semptomları hafifletmek için ilaç tedavisi,
i)Varolan konular üzerinde rehberlik.

Bu teknik hastanın kendisini daha güvenli, emin, kabul gören, az sıkıntı hissetmesine yardımcı olur. En büyük tehlike aşırı bağlanmasıdır. Bunun için terapist hastayı gittikçe daha bağımsız kılmaya çalışmalıdır. Hasta ile terapist arasındaki ilişkiler, hastayı yıkıcı veya hatalı ebeveyn tutumlarından farklı tutumlar olduğunu öğrenir. Sanki ebeveynlerinin hatalarını nötralize eder. Hasta böylelikle yeni anne-baba modeli ile özdeşleşme olanağı sağlar. Alexander buna “destekleyici duygusal yaşantılar” adını vermiştir. Bir çok hastalık için faydalıdır. Daha çok ego zayıflığı olan hastalarda kullanılır ve sağlıklı kişilerde aşırı kriz durumlarında kullanılır.

PSİKANALİTİK KURAMIN GELİŞTİRİLMİŞ-UYARLANMIŞ ŞEKİLLERİ

Alfred ADLER bireysel psikoloji, Carl G.JUNG analitik psikoloji, Karen HORNEY-Harry STACK-Sullivan kişiler arası kuram, Eric ERİCSON gelişim kuramı, Wilhelm RİCH beden yönelimli terapiler.
Bu kuramların hepsinin ortak yanı, sosyal ve kültürel etkenlere büyük önem vermeleridir. Bir tür sosyal psikolojik bakış açısı geliştirmişlerdir. Freud’un kişiliği açıklamaktaki dar biyolojik belirleyicilerine verdiği önemi geliştirmiş ve genişletmişlerdir. Toplam bazında kişiliği belirleyici faktörler üzerinde durmuşlardır. Kişiliğin sadece çocuklukta oluştuğu görüşünü reddetmişlerdir. Horney, fromm, Sullivan’ın kuramları sosyal psikolojik kuramlar olarak bilinir. Ericson; ego psikologu olarak bilinir. Freud’un düşüncelerini esas almakla birlikte geliştirmiştir. İnsan kişiliğinin oluşumunun, çocuklukla sınırlı olmadığını ortaya koymuştur. Rich; çağdaş beden yönelimli psikoterapilerin öncüsüdür. Rich’in katkıları karakter kavramı üzerindedir.

Jung ve Analitik Kuram : Diğer analitik psikolojidir. Jung’un analitik psikolojisi şu anda Amerika’da yeniden gündeme gelmiştir. Özellikle varoluşçu gençler arasında ilgi duyulmaktadır. Din, mistizm üzerine olan görüşleri en çok bilinenlerdir. Jung’un insana bakışında amaçların rolü önem taşır. Geçmiş değil geleceğe bakış önemlidir. İnsanın ne olmak istediği önemlidir. Jung’a göre insanlar sadece çocuklukta yaşadıklarından değil gelecekte ne beklediklerinden de etkilenirler. Geçmiş yaşantılar şu anda, etkisinde önem taşır. İnsan büyüyen ve evrimleşen bir varlıktır. Benlik gerçekleştirmeyi anlamak, insan gelişimini anlamak için esastır. Freud iç güdü ve implusları vurgularken cinsellik, saldırganlık ve ölüm içgüdülerinde; Jung insanı bilişsel ve yaratıcı yönleri ile, kişilik bütünlüğü ile, gelecek için yaşamın anlamı ile ilgilenir. Jung, Freud kadar hatta ondan da bilinç dışına vurgu yapar. Ona göre bilinç dışı sürekli hissedilmeli, geliştirilmeli ve kullanılmalıdır. Bilinçdışı sadece kişisel değildir. Aynı zamanda kollektif bir bilinçdışımızda vardır. Bu, insanın bir tür olarak yaşadığı deneyimleri içerir.

Bunun varlığını tarih, mitoloji, ilkel kavimlerdeki rituller(tören), din ve evrensel sembollerle görüyoruz. Jung, bilinçdışı güçleri yaratıcı ve yıkıcı olarak ikiye ayırır. Bunlar sadece çocuklukta bastırılmış yaşantılar değil, yaratıcılığı yaşamın kaynağı olan duyguları da içerir.

Kişiliğin Dinamikleri ve Yapıları
Jungien psikoloji birçok kişilik yapısı üzerine temellenmiştir. Bunların her biri diğeriyle bağlantılıdır. Bu önemli kişilik yapıları ego, kişisel bilinçdışı, kollektif bilinçdışı, persona, anima, animus, gölge ve benliktir. Ayrıca içe ve dışa dönük olmak üzere kişiliğin iki temel tutumu vardır. Bunlar:

Ego ?Bilincin merkezidir. Düşünme, duygu, algı, anımsama ... egonun fonksiyonlarıdır. Kendimizi ve dış dünyayı algılamamızı sağlatır.

Kişisel bilinçdışı ?Yaşantılar sonucu oluşan materyalleri içerir. Bunlar bilinçli olarak yaşanmış ve bastırılmış deneyimlerdir. Unutulmuş ve görmezden gelinmiştir. Acı veren düşünce ve fikirler daha bilince bile gelmeden bastırılıp görmeze gelinirler. Birey yaşantılarını unutmaya çalıştıkça bunlar kümelenerek Jung’un kompleks adını verdiği duygusal olarak rahatsız edici fikir ve davranış güdüleri tarzındaki yaşantılara dönüşürler. Davranış, güç, mükemmel olma, başarı, prestij, kontrol gibi temalar etrafındaki komplekslere, zihin uğraşısı içinde olunduğu için kompülsif bir nitelik kazanır. Oluşmuş olan kompleksler bilincin kontrolünden çıkarak doyumlu yaşama engel olurlar.

Kolektif bilinçdışı ?Birey ötesi bilinçdışı kavramı kişiliğin değerlendirilmesi en zor olan,en derin kısmıdır. Atalarımızdan bize geçen kalıtımsal benliği içerir. Nesilden nesile geçen önemli anıları(arşetip) ırksal bir yapıdadır. İnsanın evrimleşmesi sürecindeki yaşantıların katoloğunu kapsar. Arşetipler imajlarda ve anılarda ifade bulur. Rüyaların, fantezilerin, mitlerin (mitoloji) ve inançların sembolik olarak yorumlanması ile anlaşılabilir. Arşetiplerden bazıları büyükanne, büyü sihiri, kahraman, ermiş, ölüm, güç, Allah, bütünlük...aşağıdaki arşetiplerin kişiliğin gelişiminde oynadığı rolden dolayı özel bir anlamı vardır: Persona, anima, animus, gölge ve benlik.

Persona ? Kişinin içrel arşetipal gereksinimlere, sosyal durum ve geleneklerin getirdikleri ile topluma gösterdiği yüzü taktığı maskedir. Bireyin dünyaya kendini uydurma düzenidir. İnsanın kendi personası ile özdeşleşmesi tehlikelidir. Profesör okuduğu kitapla, tenor kendi sesi ile özdeşleşebilir. İnsanın olduğunu sanıpta olmadığı şeydir ya da başkalarının onun olduğunu sandığı şeydir diyebiliriz. Danışanlar çoğunlukla dışa rolleriyle yaşamdan anlam bulmaya çalışıp bir süre sonra bundan sıkılarak yaşamlarının anlamsızlaşmasından yakınırlar. Kişi kendini ortaya koymaksızın maskeleri ile yaşam içinde varolamaz. Dışta sergilediği roller ile kişiliği uyuşmazsa kendilerini kısıtlanmış ve rahatsız hissederler.
Anima-Anismus ? İnsanlar her iki cinsiyet özelliklerine sahiptirler. Erkekteki kadınsı yön anima, kadındaki erkeksi yön animustur. Erkekler animaları ile kadınları anlayabilirler, kadınlarda animusları ile erkekleri anlayabilirler. Jung’a göre kişinin tam bir insan olabilmesi için her iki arşetipinide ifade etmesi gerekir. Her iki cinsiyette kişiliğin bu her iki yönünü sergileyebilmelidir. Eğer erkek, içindeki kadınsı yönünü sınırlarsa yaşamını sınırlamış demektir. Kadın içinde aynı durum geçerlidir. Psikolojik danışmanlıkta bazı erkeklerin kendi kadınsı yönlerini inkar ettikleri görülür. Bu kendi duygularını inkar eden erkekler duygularından kendilerini uzaklaştırırlar. Yaşamlarını düşünce ile kısırlaştırırlar.
Psikolojik danışmanın amacı danışana her iki yönüde geliştirmesine izin vermeyi sağlatmaktır. Ne tür bir erkek ne tür bir kadın olduğunu bilmelerine karar vermelidirler. Böylelikle ikinci bir cinsiyet yönü bastırılmayan insan bilinç dışına ittiği malzemeleri artırmayacak, cinsiyet ifadesini bilincin kontrolünde tutabilecektir. Jung’a göre psikopatoloji bilinç dışına itilen istenmeyen yönlerin patlamasının sonucudur.


Gölge ?Arşetiplerin en alt kısmındaki, en derinde yer alan bölümüdür. Genellikle gölge konusunda bilgi sahibi değilizdir. Olduğunun bile farkında değilizdir. İlkel, hayvansal içgüdüleri içerir. Gölgeyle ilgili bilgiye sahip olmak istemeyiz. Çünkü toplum buna izin vermez. Kendimizde göremediğimiz bu yönü, başka insanların tutumlarında görebiliriz. Daha doğrusu onlara projekte ederiz. Gölge, içimizdeki şeytan yönümüzden daha fazla bir şey olmalıdır.
Aynı zamanda yaratıcılığın kendi olma (kendiliğindeliğinde) kaynağıdır. Gölge insanın mükemmel olmasına yardımcı olur.

Jung’a göre egonun işlevi iki yönlüdür:
1.Sosyal etkileşimlere girebilmek için, hayvansal özellikleri kontrol etmek ve gölgenin güçlerini yönetmek.
2.Gölgenin daha doyumlu bir yaşam sağlayabilmek için uygun ifadesine izin vermek.
Eğer gölge tamamı ile dışlanırsa kişinin yaşam heyecanı kaybolur. Gölgeyi kişiliğimizin içerisinde kabul etme ve onu kişiliğimizle zor olsa bile varoluşumuzu gerçekleştirebilmek için buna mahkumuz.
3 En önemli arşetip benliktir. Çünkü kişiliğin bütünleşmesini sağlar, kişiliğin merkezidir. Diğer bütün sistemler onun etrafında sıralanırlar. Kişiliğe bütünlük ve denge getirir. Diğer kişilik sistemleri tam olarak gelişmeden benlik gelişmez. Benliğin tam anlamıyla gelişebilmesi, belirli bir yaşam aralığını gerektirir. Bu genellikle orta yaş civarındadır. Benliğin gelişimi geleceğe yönelik planlar, amaçlar, benlik gerçekleştirme için hedefleri kapsar. Her kişinin yaşamının temel amacı benliği gerçekleştirmektir. Şimdiye kadar yapamadıklarını yapabilme dürtüsüdür. Kişi benliği ile yeganeliğini keşfeder. Yaşamın anlamını bulmak için onu merkez almak zorundadır. Benliğin işlevleri kişiliği geleceğe güdülemektir. Geçmişten kaynaklanarak itelemek değildir.

Dışa dönüklük – İçe dönüklük ? Dışa yönelik tutum kişiyi dış dünyaya yönlendirir. Dışa dönük kişilik, açık, sosyal ve ileriye dönüktür. İçe yönelik tutum yönelimli kişiler ise öznel dünyalarına yönelirler. Bu kişiliğin bazı özellikleri şunlardır: Utangaçlık, benlik üzerine yoğunlaşma, sessiz olma eğilimi, iç yaşamla zihin uğraşısı. Hiçbir insanda bu boyutlar tek başına var değildir. Ancak birinin boşalttığı kişinin kişiliğinin bu yönde ortaya koymasını sağlatır.

İŞLEV :
Jung insanları sade dışa içe dönük olarak değil, gösterdikleri psikolojik işlevler bakımından da sınıflandırdı. Bu işlevler düşünme, hissetme, duyma ve sezmedir. Her kes bu dört işlevi değişik derecelerde kullanmakla birlikte genellikle bir tanesinin hakimiyeti söz konusudur.
1.Düşünen Tip: Mantıklı, serin kanlı, objektif ve akılcı tarza sahip.
2.Duygusal Tip: Düşünceden çok öznel yönlere, değerlere önem veren kişi.
3.Duyusal Tip: Her şeyi algılama eğiliminde olan, duyguları açık olan insan.
4.Sezgisel Tip: Bir durumdaki olasılıkların hemen hepsini yoğun biçimde dikkate alma.
Bu tür kişiler gerçeklerin, duygu ve fikirlerin ötesine geçerek gerçeğin özünü yakalamaya çalışırlar. Jung’a göre kişilik öğrenilebilen bir şeydir. Çünkü yukarda belirttiğimiz tutum ve işlevler öğrenebilme özelliğindedir.



"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
11 Kasım 2010       Mesaj #2
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
PSİKOLOJİK DANIŞMA YAKLAŞIMLARI

Sponsorlu Bağlantılar
Jungien psikolojide, danışmanın en önemli amaçlarından birisi kişinin kişisel ve kollektif bilinçdışı materyallerinin farkına varmasına yardımcı olmaktır. Eğer insanlar varlıklarını tam anlamıyla yaşamak isterlerse kendi içindeki zıt kutupları ele alıp uzaklaştırma gereksinimindedirler. Kendi güçlerinin, kendi zayıflıklarından kaynaklandığını bilmeye gereksinim duyarlar. Tersi de geçerlidir. Danışanlar içindeki gölgeyi tanımalıdır. O içlerindeki yaratıcılığın ve yırtıcılığın boyutlarını taşır. Belki de bütün bunların hepsinden daha da önemli olanı kişinin felsefesindeki iki temel elementin bütünleşmeyi öğrenmeleridir.

Yıng (Kadınsı prensipler veya anima)
Yang (Erkeksi prensipler veya animus)

Psikolojik danışmada öğrenilmesi gereken şey, bu yönlerin birbirine zıt olmadığı ve dolayısıyla bastırılmaması gerektiğidir. Bunların birbirini tamamlayıcı olduğunun öğrenilmesidir. Jungien psikolojinin temel kavramlarından birisi psikolojik danışmanlık, çok önemlidir. Bu değişik boyutları olan BENLİKTİR. Benliğin boyutlarını tanımak ve ifadesine izin vermek gerekir. Eğer içimizdeki bir boyutu bastırırsak, ifadesine izin vermezsek, o bir yerlerden sızarak, öngörülmez garip bir şekilde ortaya çıkma yolu bulur. Kişiliğimizin çeşitli boyutlarını tanır ve geliştirirsek bu boyutlar gerçek anlamda işlevsel olurlar. Son olarak Jungien psikoloji rüyaların analiz yolu ile bilinçdışının anlaşılmasında ilginç bir yöne sahiptir. Jung rüyadaki semboller üzerinde durarak rüyaların anlamını bulmaya çalışır. Ona göre rüyalar bilinçdışı isteklerin gerçekleştirilmesini sağlayan bir araç olmaktan çok bunların ifadelerini bize fark ettiren, gerçeklerini ortaya koyan bir özelliktir. Bu sayede dürtülerimiz sergilenebilir. Ona göre rüyalar kişiyi gerçek içinde hazırlayabilir. Kişiliğin içindeki zıt kutupları dengeleme gibi bir fonksiyonu da vardı. Rüyalar terapi sürecinin önemli bir kısmı olarak kullanılırlar.

HOLL ve NORDBY (1923)’e göre Jung rüyaların seri halde önemini ortaya koyan ilk kişidir. Freudyenlere zıt olarak Jung tek bir rüyanın hiçbir önemi olmadığını ileri sürer. Hastalarına anımsadıkları rüyalarını anlattırır. Ona göre bu rüyalar bir kitabın bölümleri gibidir. Her bölüm bir hikayeyi içerir. Aynı zamanda bilmecenin parçalarından bir tanesidir. Uygun parçalar bir araya getirildiğinde kişinin tablosu ortaya çıkar. Özellikle birim takip eden türdeki rüyalar terapide özellikle üzerinde durulması gerekenlerdir.

ADLER ve BİREYSEL PSİKOLOJİ
(Aşağılık Kompleksi)

İnsan Doğasına Bakış ? İnsanlar birincil olarak sosyal dürtüler tarafından güdülenirler. Kadınlar ve erkekler sosyal varlıklar olarak yaşamın içerisinde birbirleriyle ilişki kurarak, kendilerine özgü bir tarz, yegane olmayı hedeflerler. Kişiliğin cinsel değil sosyal belirleyicileri üzerinde durur, ona göre davranış, amaç yönelimlidir. İnsan güdülenmesinin temeli güven kazanma ve aşağılık duygusunun üstesinden gelmektir.
Temel aşağılık duygusu bizi yeterlilik, üstünlük, güç ve mükemmel olmak için güdüler. Danışmada 4 temel amaç vardır. Bu amaçlar aynı zamanda terapi sürecinin 4 dönemidirler :

1.Danışan - danışman ilişkisinin sağlanması, empati aracılığı ile danışanın kendini kabul edilmiş ve anlaşılır olması,
2.Danışanların inançlarını, duygularını, güdü ve amaçlarını anlayarak yaşam tarzlarının belirlenmesi,
3.Yaşam tarzlarına içgörü sağlatılarak hatalı amaçların ve benliğe zarar verici davranışların farkına vardırtma,
4.Danışanlara amaçlarını ve seçeneklerini geliştirme, fark ettirmek için yardım ve değişmesi gereken konularına yönelik eylem programları düzenlemek.

İlişki ( Danışan – Danışman ) : Adleriyen danışma, danışanına hem güven verir hem de güvenir. Bir üstünün ve bir aşağının olmadığı eşit ilişkiler söz konusudur. Danışma bir işbirliği sürecidir. Danışan ve danışman aynı sürede aktiftirler ve ulaşılacak amaçlar konusunda hemfikir olmalıdırlar. Terapi sürecinde eğer amaçlar net olarak belirlenirse ve terapistle danışan aynı hedeflerde uzlaşırlarsa verimli olabilir. Danışan ne istemektedir? Bu amaçlara nasıl ulaşabilir? Bunlara ulaşmasını neler engelleyebilir? Amacına ulaşmak için sahip olduğu avantajları nasıl kullanabilir? Terapi planı bunları formüle eder. Danışman danışanın eksiklik ve yetersizliklerinden çok gücünü ve avantajlarını fark ettirmelidir. Danışanlar ancak kişisel güçlerini ve değişmek için olan kapasitelerini fark edebilirlerse değişebilir. Adleriyen danışman olumlu boyutlara vurgu yapan, destekleyici kişidir.

Analiz ve Değerlendirme : Danışan, yaşam tarzını farkedebilmek için duyguları, güdüleri, inançları ve amaçları üzerinde dikkatini yoğunlaştırmalıdır. Güdüleri anlamak için duyguları keşfetmek gerekir. Duyguların anlaşılması aynı zamanda empatiyi ve terapi ilişkisinin kalitesini de arttırır.
Adleriyen terapist duyguların ötesindeki inançları keşfetmeye çalışır. Hatalı inançlarla yüzleşme, danışanın kendisini rahat hissetmesini sağlatır. Danışman şu anda varolan yaşam koşullarıyla işe başlar. Danışanın işe karşı sorumluluğu, sosyal ilişkileri, kendilerine ilişkin duyguları üzerinde odaklaşır. Bireyin analiz ve değerlendirilmesinde, aile ilişkilerinin de keşfedilmesi gerekir. Çünkü bunlar kişinin yaşam tarzı oluşturumunu etkilemiştir. Açık uçlu sorular sorularak danışanın benlik algısını, kardeş ilişkilerini, yaşamdaki önem verdiği durumlara yönelik tepkilerini ve anahtar yaşam kararlarını anlamaya çalışmak esastır. Adleiryen danışman yaşamın en erken dönemlerine ilişkin olayları anlattığı kadar şimdiki yaşamına ve kendisini bakış açısını keşfetmeye çalışır. Kişinin aile yapısının ve yaşam öyküsünün keşfedilmesi, onun yaşamındaki temel hataların üstündeki örtüyü kaldırtır. Böylece danışanın şimdiki yaşantısını bu hataların nasıl etkilediği yorumlanır.

İçgörü Sağlamak : Adleriyen terapist destekleyici olduğu kadar da yüzleştiricidir. Hatalı amaçlara, benliğe zarar veren davranışlara iç görü geliştirmek yoluyla danışanı tehdit etmek durumundadır. Danışanın davranışlarını, amaçlarını anlamasına yardım eder. Gizli amaçlar açığa çıkar. Böylece danışanın önüne, kendisiyle ilgili doğrulanması gereken bir varsayım konulmuştur. İçgörü, davranış değişimini sağlatıcı önemli bir güç olmakla birlikte, har zaman davranış değişiminde bu durum gerçekleşmeyebilir. İçgörü değişmek için bir adımdır. Fakat bu benlik anlayışını, yapıcı eylemlere dökme yapılmazsa hiçbir işe yaramaz. İnsanlar içgörü kazanmaksızın da önemli davranış değişiklikleri yapabilirler.

Yorum : İçgörü kazanma sürecini kolaylaştıran bir tekniktir. Yorum burada ve şimdi olan davranışlar üzerinde yapılmalı, kişinin amaçlarından kaynaklanan beklentileri üzerinden yapılmalıdır.
Adleriyen yorum yaşam tarzıyla bağlantılı olarak yapılır. Danışanlar yorumları kabullenmeye zorlanmazlar. Çünkü bunlar deneysel olarak açık uçlu biçimde ortaya konmuş, keşfedilmesi gereken davranışlardır. Yorumla, danışanın problem yaratmada kendi rolünü keşfetmesi ve niçin bu hatalı tarzların hala devam ettirildiğini fark ederek yaşam koşullarında bu davranışlarını değiştirmesi istenir.

Yeniden Yönlendirme : Terapinin son safhasıdır. İçgörünün eyleme dökülmesi anlamına gelir. Adleriyen danışmanın amacı, danışanı daha etkin kılarak yapıcı davranışlar geliştirmesini hedefler. Kişi, yeni ve daha fazla işe yarar seçenekler bulmalıdır. Tutumlarına, inançlarına, amaçlarına ve davranışlarına alternatifler getirmelidir. Risk almaya, yaşamını değiştirmeyi göze aldırmaya, kendi gücünü iç kaynaklarını ve yaşamını yönetebileceğine cesaretlendirmelidir. Danışma esnasında danışan kararlar alır, amaçlarını değiştirir. Olmak istediği kişiymiş gibi hareket etmeye cesaretlendirilir. Böylece kendi kendisine ilişkin zincirleri kırılmaya çalışılır. Tekrarlayıp durduğu eski tarzlar yerine, etkisiz davranışlar yerine ortak olmayı öğrenir. Anlaşma terapinin esasıdır. Eğer kendi kendisiyle yaptığı bu anlaşmayı gerçekleştirebilirse terapi gerçekleşmiş demektir.

Danışmanın Özellikleri : Farklı popülasyonlar üzerinde etkili olabilmektir. Çocuklara, ergenlere, üniversite öğrencilerine yönelik yaygın uygulamalar yapılmıştır. Adleriyen düşünce, grup terapisine elverişlidir. Anne-baba eğitim grupları düzenlenerek aile eğitim merkezleri açılmıştır. Adleriyen kavramları eşlerle ve eş grupları ile yapılan evlilik danışmanlığı içinde uygundur.


"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

21 Kasım 2008 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
2 Ekim 2006 / GusinapsE Akademik
10 Nisan 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
9 Ekim 2009 / ThinkerBeLL Ekonomi
29 Eylül 2008 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri