Arama

Psikoloji ile ilgili Makaleler       - Sayfa 18

Güncelleme: 23 Temmuz 2018 Gösterim: 227.856 Cevap: 185
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Eylül 2015       Mesaj #171
Avatarı yok
Yasaklı

Ölümlü Olunduğunu Bilmek, Sağlığı Olumsuz Yönde Etkiliyor Olabilir mi?


Yeni bir araştırmaya göre düşük özsaygı sahibi insanlar kendi ölümlülükleri hakkında düşünmekten kaçınmak adına çeşitli kaçış mekanizmaları geliştiriyor.Kent Üniversitesi Psikoloji Okulu’ndan Dr. Arnaud Wisman önderliğinde bir grup araştırmacı; yaptıkları beş çalışmaya göre düşük özsaygısı olan insanların kendilerine ölümlülükleri çağrıştıracak durumlardan kaçınmak için, odaklarını benlik algısından uzaklaştırdıklarını belirledi. Araştırma, düşük özsaygı ile ölümlülük hakkında bilinçsizce kaygıları olan insanlar arasında nedensel ve ampirik bir bağlantı buldu, bu bulgular hem laboratuvar ortamında, hem de laboratuvardan bağımsız doğal ortamlarda kanıtlandı.
Sponsorlu Bağlantılar

Özfarkındalıktan kaçış olarak belirlenen bu durum, kişinin’ kendisi’ ile ilgili yazılar yazmaktan kaçınma, alkol tüketimini artırma ve benlik algısı ile ilişkili düşüncelerden bağımsız hareket etmede artış olarak gözlemlendi.Aşırı alkol tüketimi, sigara ve uyuşturucu kullanımı, aşırı yemek yeme gibi sağlık açısından risk teşkil eden tutumlara daha eğilimli oldukları belirlenen özsaygısı düşük bireylerin bu noktadaki gerekçesinin, benlik algısından uzaklaşmak olduğu tespit edildi. Bu durum, en azından kısa vadede kendi olumsuz bilinç algılarından uzaklaşmalarını sağlıyor.Çalışmanın, gelecek dönemlerde toplum sağlığı hakkında verilecek kararlarda önemli etkileri olacağı ise şüphesiz.

Kaynak: Sciencedaily (26 Ağustos 2015)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 04:15
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
25 Kasım 2015       Mesaj #172
Avatarı yok
Yasaklı

Zeka Oyunları Yaşlıların Hayatını Kolaylaştırıyor


İngiliz bilim insanlarının yaptığı araştırma, internet üzerinden oynanan zeka geliştirici oyunların yaşlılar üzerinde olumlu etkilerini ortaya çıkardı. BBC'nin verdiği bilgiye göre, King's College Üniversitesi'nde 6 ay süreyle 50 yaş üstü 7 bin kişinin 2 ayrı grupta incelendiği araştırma, internette hafıza becerisi ve akıl yürütme gerektiren oyunların yaşlıların günlük yaşamlarına katkı sağladığını gösterdi.Katılımcıların bazılarından diledikleri sıklıkta 10 dakika süreyle, tahterevalli üzerindeki ağırlıkları dengeleme gibi akıl yürütme oyunlar oynaması istenilirken, kontrol grubuna da basit internet araştırmaları yapmaları söylendi.
Sponsorlu Bağlantılar

Araştırmacılar, katılımcılara çalışma başladığında ve daha sonra da üçer aylık dilimlerde dilbilgisel düşünce ve hafıza değerlendirmeyi kapsayan tıbben onaylanmış bilişsel testleri uyguladı. Katılımcılardan zeka geliştirici oyunları oynayanların bilişsel becerilerinde ilerleme kaydedildi. Katılımcılardan 60 yaş üstü olanların günlük işlerinde de kayda değer gelişmeler olduğu belirtildi.Telefon kullanma, alışveriş yapma gibi günlük becerileri de gözlemlenen 60 yaş üstü insanların oyunları haftada en az 5 kere oynadığında olumlu etkinin arttığı ifade edildi.

Alzheimer Derneği'nden Dr. Doug Brown, internet üzerinde hızla büyüyen zeka geliştirici oyunların etkilerinin görülmesi açısından bu araştırmanın önemli olduğunu belirtti. Psikiyatri, Psikoloji ve Nöroloji Enstitüsü'nden araştırmacıların, bu yaklaşımın bunamayı önlemedeki etkisiyle ilgili yeni bir araştırmaya başladıkları bildirildi. Karmaşık uğraşıları olan veya beyinlerini bulmaca gibi etkinliklerle uyaran ve yeni yetenekler öğrenme eğilimleri olan insanların bunama risklerinin az olduğunu açıklayan bilim insanları, çalışmanın yaşlıların zihinsel işlevlerini koruması ve ilerleyen yaşlarda bilişsel işlevlerin bozulma riskini azaltması açısından önem taşıdığına inanıyor.Daha önce yapılan bir araştırmada internet üzerinden oynanan zeka geliştirici oyunların 50 yaşın altındaki kişiler için etkisinin olmadığı ifade edilmişti.

Kaynak: AA / BBC (3 Kasım 2015)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Haziran 2016 04:15
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
25 Kasım 2016       Mesaj #173
Avatarı yok
Yasaklı

Saatleri Geri Almak 'Depresyona' Yol Açıyor!


Danimarka ve ABD'li araştırmacılar, yaz saatinden kış saatine geçişin depresyon vakalarını artırdığını belirtiyor. Danimarka'daki Aarhus ile Kopenhag ve ABD'deki Stanford üniversitelerinden oluşan bir araştırma ekibi, saat değişimleri ile depresyon arasındaki ilişkiyi araştırdı. Washington Post'tun verdiği bilgiye göre, uzmanlar Ekim ayında yaz saati uygulamasından çıkışın, sonbahar aylarında teşhisi konan depresyon vakalarıyla yakından ilişkili olduğunu buldu. Araştırmada Danimarka'da 1995 - 2012 yılları arasında depresyon teşhisi konan 185 bin 419 vaka incelendi. Uzmanlar saat değişimi öncesi ve sonrasında, depresyon teşhislerinin oranlarını karşılaştırdı. İncelemeler sonucunda, yaz saati uygulamasından çıkışın depresyon vakalarında yüzde 11'lik artışa sebep olduğu tespit edildi.

Buna karşılık, yaz saati uygulamasına geçildiği ilkbahar aylarında depresyon teşhislerinde bir değişiklik gözlenmedi. Araştırmanın yöneticilerinden Soren D. Ostergaard, "Elbette veriler tam olarak kış saati uygulamasının insanları depresyona ittiğini söylemiyor. Fakat araştırmacıların buna yönelik bazı tespitleri var" dedi.

"Gün Işığından 1 Saatlik Kayıp!"


Gün ışığından daha fazla faydalanmak için kullanılan bu uygulama ile saatler ilkbahar başlangıcında bir saat ileri, sonbaharda ise bir saat geri alınıyor. Standart zaman uygulamasına geçiş, bir saatlik gün ışığının öğlenden alınarak sabahın erken saatlerine eklenmesi demek. Böylelikle gün ışığından bir saat kaybediliyor.
Ad:  _92304494_thinkstockphotos-469675796.jpg
Gösterim: 382
Boyut:  20.6 KB

Araştırmaya göre, baharda depresyon teşhislerinde azalmanın olmaması depresyonun sadece saat uygulamasından kaynaklanmadığı izlenimini veriyor. Depresyon vakalarındaki artış, sonbaharda saatin geriye alınması ile ilgili bir durum. Güneşin bir anda bir saat daha erken batmaya başlamasının, depresyona eğilimli bireylerde negatif psikolojik etkiye sebep olabileceği ifade ediliyor. Uzun günlerin depresyona karşı koruyucu etkisi ise biliniyor. Ostergaard, eğer bu geçiş ile birlikte olumsuz bir psikolojik etki hissediliyorsa, 'yapılabilecek en iyi şeylerden birisi, kış aylarında bile dışarıda geçirilen zamanı artırmaya çalışmak' tavsiyesinde bulunuyor.

Kaynak: BBC (7 Kasım 2016)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 7 Aralık 2016 18:40
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Kasım 2016       Mesaj #174
Avatarı yok
Yasaklı

Düşük Özsaygı, Sık “Selfie Görüntüleme” ile Bağdaştırıldı!


Kitle iletişimi üzerine yapılan bir çalışmada, Facebook gibi sosyal medya hesaplarında çok fazla “selfie” görmenin yaşam doyumu ve özsaygıda düşüklük ile bağıntılı olduğu belirlendi. Araştırmacılardan Ruoxu Wang, bugüne kadar yapılan çoğu çalışmanın fotoğraf paylaşımı / içerik beğenisi gibi noktaları baz aldığını; ancak bu çalışmanın gözlemleme davranışı üzerindeki etkisini incelemede bir başlangıç olduğunu belirtti. Görme /gözlemleme davranışı, aynı zamanda, bireyin fotoğraf paylaşımı ya da içerik beğenisinde katılımcı olmadığı, yalnızca gözlemci olduğu “gizlice dinleme” durumu olarak da adlandırılıyor.

Wang ve Yang yaptıkları bu çalışma ile, sosyal medya kullanımında bilinçlilik düzeyini artırmayı umuyor. Bireylerin çoğunlukla herhangi bir paylaşım yaparken etraflarındaki insanların bundan nasıl etkileneceğini düşünmediğini belirten Yang, bu çalışma ile beraber paylaşımların oluşturabileceği potansiyel sonuçları anlamak konusunda bir adım daha ileri geçilebileceğini belirtiyor.
Kitle iletişimi bölümü yüksek lisans öğrencileri Wang and Fan Yang, selfie ve grup çekimlerinin psikolojik etkileri üzerine online bir anket oluşturarak verileri topladılar.

Fotoğraf paylaşma davranışının katılımcılar üzerinde herhangi belirgin bir psikolojik etkisi olmadığını; ancak tam aksine gözlemleme davranışının olduğunu belirlediler. Buna göre keşfettikleri şuydu; kendilerinin ve diğer bireylerin selfilerini en çok görünteleyen insanlar, en az özsaygı ve yaşam doyumuna sahip olanlardı. Çalışmada kategorize edilen katılımcılardan popüler görünmek için güçlü bir istek duyanların ise aynı zamanda selfie ve grup fotoğraflarına karşı çok daha duyarlı oldukları belirlendi.

Kaynak: ScienceDaily / Journal of Telematics and Informatics
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 7 Aralık 2016 18:40
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
22 Aralık 2016       Mesaj #175
Avatarı yok
Yasaklı

Dahiler ve Deliler Diğerlerinin Gözardı Ettiği Şeyleri Önemser!


Nobel ödüllü matematikçi, şizofren ve paranoid delüzyonlu John Forbes Nash, uzaylıların kendisini dünyayı kurtarmak için görevlendirdiğine nasıl inandığı sorulduğunda, basit bir yanıt verir. “Çünkü doğaüstü varlıkların gelmesine dair olan düşüncelerim matematiksel fikirlerimle aynı şekilde doğuyor. Bu sebeple onları ciddiye alıyorum.” Nash, tarihte deli dahi olarak adlandırılabilecek tek kişi değil. Ressam Vincent Van Gogh ve Mark Rothko, roman yazarı Virginia Woolf ve Ernest Hemingway, şair Anne Sexton ve Sylvia Plath gibi intihar kurbanlarının hepsi buna başlıca örneklerdir. Derin bir depresyon anında kendi canına kıymamış büyük sanatçı ve düşünürleri gözardı ettiğimizde bile, besteci Robert Schumann, şair Emily Dickinson ve Nash dahil olmak üzere belgelenmiş psikolojik rahatsızlık çeken kimseleri listelemek kolay olacaktır. Alkole ya da diğer bağımlılıklara yenik düşen yaratıcı dâhiler grubu da oldukça kalabalıktır.

Bu türden örnekler, çoğu kimseyi, yaratıcılık ve psikopatolojinin derinlemesine ilişkili olduğunu zannetmeye sevk edebilir. Aslında, yaratıcı dâhilerin delilikten el almış olabileceği düşüncesi Platon ve Arsitoteles’e kadar gider. Fakat bazı günümüz psikologları bu fikrin tümüyle masum bir latife olduğunu düşünürler. Netice itibariyle, zihinsel hastalığa dair hiçbir belirti ya da semptom sergilemiyor olarak gözüken yaratıcı dâhilerin isimlerini ortaya atmak kesinlikle hiçbir sorun teşkil etmez.

Yaratıcı dahiyane bir fikrin altını çizen en önemli süreç, normalde önemsenmeyecek ya da dikkatten kaçabilecek şeylere dikkatini verme eğilimidir. Deli-dahi fikrinin karşıtları iki sağlam olguya işaret ederler. İlki, tüm insan uygarlığı tarihinde yaratıcı dâhilerin sayısı çok fazladır. Bu sebeple, bu kimseler vasat bir insana kıyasla psikopatolojiye gerçekten daha az yatkın olsalardı bile, zihinsel hastalıklı sayısı hala daha fazla olurdu. İkincisi, akıl hastanelerinin kalıcı sakinleri genellikle yaratıcı başyapıtlar üretmezler. Tahmin edersiniz ki en bilinen istisna, kötü nam salmış olan Marquis de Sade’dir. Onun vakasında bile, en büyük (ya da aslında en sadistçe) çalışmaları, akıl hastası olarak hastaneye yatırıldığı zamandan ziyade bir suçlu olarak hapse konulduğunda yazılmıştı.

Öyleyse, yaratıcı dahiliğin delilikle ilişkili olup olmadığına inanmalı mıyız? Modern deneysel araştırmalar öyle olduğuna inanmamız gerektiğini öne sürüyor. Çünkü delilik ve yaratıcılık arasındaki bağlantıya açıkça nokta atışı yapıyorlar. Yaratıcı dahiyane bir fikrin altını çizen en önemli süreç bilişsel disinhibisyondur. Yani, ilgisiz gözüktüğü için normalde önemsenmeyecek ya da dikkatten kaçacak şeylere dikkatini verme eğilimidir.

Alexander Fleming, petri kabı (bakteri üreme tabağı)’nda bir mavi küfün bakteri kültürünü öldürmekte olduğunu farkedince, herhangi bir meslektaşı gibi bunu otoklava (basınçlı kap) atabilirdi. Bunun yerine, Penicillium notatum küfünden elde edilen antibakteriyel madde olan penisilini bularak Nobel Ödülü’nü kazandı.

Bilişsel disinhibisyon, sanat alanında da bilimde olduğundan daha az tespit edilmemiştir. Sanatçı dâhiler, bir başyapıt projesinin tohumunun, gündelik bir konuşmanın minicik bir parçasını işitmekle ya da bir günlük yürüyüş esnasında biricik fakat ehemmiyeti olmayan bir olayı görmekle atıldığını aktarırlar. Örneğin, Henry James The Spoils of Poynton’ın önsözünde, hikayenin filizinin Noel Arefesi yemeğinde yanına oturan bir kadının yaptığı kinayeden geldiğini söyler.

İstisnai zeka tek başına, faydalı fakat orijinal olmayan ve şaşırtmayan fikirler sağlar!


Bilişsel disinhibisyonun karanlık bir yanı vardır: psikopatolojiyle pozitif yönde ilişkilidir. Örneğin, şizofrenler kendilerini halüsinasyon ve hayallerin bombardımanına uğramış bulurlar ki yalnızca bunları ortadan kaldırarak daha iyi durumda olacaklardır. Öyleyse, iki grup da neden aynı grup olmasın? Harvard Ünivesitesi’nden psikolog Shelly Carson’a göre, yaratıcı dahilik üstün genel zekanın varlığından feyz alır. Bu zeka, kişinin buğdayı samandan ayırmasını mümkün kılan gerekli bilişsel kontrolü sunar. Tuhaf hayaller gerçekçi ihtimallerden ayrılır.

Bu düşünceye göre, yüksek zeka yaratıcı dahilik için ehemmiyetli; fakat sadece bilişsel disinhibisyon ile işbirliği yaptığı müddetçe. İstisnai zeka tek başına olduğu zaman faydalı fakat orijinal olmayan ve şaşırtmayan fikirler sağlar. Marilyn vos Savant dünyanın kaydedilen en yüksek IQ’suna sahip insan olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi; fakat kanserin tedavisini bulabilmiş değil.

Yaratıcılığın bazı kısımları, orijinallik ve şaşırtıcılıktan çok faydalılık üzerinde duruyor. Bu gibi vakalarda, dahi ve deli arasında paylaştırılan hassaslık daha az önemli hale geliyor. Örneğin, pozitif bilimlerde, psikopatoloji yaratıcı dahilikle negatif biçimde ilişkilidir. İlginç olan istisna ise hüküm süren paradigmalara karşı çıkan bilimsel devrimcilerdir. Onlar için, bu ilişki hemen hemen sanatçı ve yazarlarda olduğu kadar pozitiftir.

Çocukluk, ergenlik ve yetişkinliğin ilk yıllarındaki dönemlerde belli olaylar ve durumların, zihinsel bir hastalığa ilişkin belirtilere başvurmaksızın, kişinin yaratıcılık potansiyelini artırması mümkündür. Bu çeşitleri artırılabilir belli olay ve durumlar çok-kültürlülüğe maruz kalmak, çift dil ve bunlara ek olarak ebeveyn kaybı, ekonomik sorunlar, azınlık olma durumu gibi gelişim esnasında yaşanan çeşitli sıkıntı biçimlerini kapsar. Esasında, bu gibi bir çevrede yetişmiş yaratıcı dâhiler psikopatolojinin özellik ve belirtilerini sergilemeye daha az meyilli olacaklardır.

Fakat pek çok dahi normal ve anormallik arasındaki çizgide yürür. Onlar için, algıladıkları dürtü ve fikirlerin barajı yaratıcılığın kaynağıdır. Nash’in dediği gibi, geniş bir kurgusal düşünme sonrasında daha rasyonel bir aşamaya geçmek “hiç de eğlenceli bir şey değil”dir. Nedenini açıklamak için Nash, başka bir basit cevap verir: “Düşüncenin rasyonelliği, kişinin evrenle ilişkisine dair anlayışına bir sınır dayatır”.

Kaynak: Nautılus
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
12 Ocak 2017       Mesaj #176
Avatarı yok
Yasaklı

Çalışanların İzne Çıkmaktan Kaçış Nedenleri!


Başta ABD olmak üzere birçok ülkede çalışanlar izin almaktan kaçınıyor. 2015'te yapılan bir araştırma, özellikle yönetici kademede çalışan kişilerin yüzde 67'sinin iş nedeniyle tatil planlarını ertelediğini ya da iptal ettiğini gösteriyordu. Yüzde 57'si ise tatillerinin tamamını kullanmayı düşünmediklerini söylüyordu. Oysa Avusturya, Almanya ve Fransa'da çalışanlar her yıl en az 30 gün tatil hakkını kullanır.

İzin kullanmanın insanın kendisini yenilemesi ve sağlığı açısından önemli olduğunu herkes bilir. Ama işini kaybetme korkusu ya da kimsenin iznini kullanmadığı bir yerde tatile çıkmanın uygun görülmemesi gibi nedenlerle hayata geçirilmez bu. Fakat işin önemli bir yanı da biz olmazsak işyerindeki çalışmanın aksayacağı kaygısıdır.

Kontrol Yanılsaması!


İşyerinde biz yokken işlerin normal şekilde devam edeceğini düşünmek istemeyiz. İşlerimizi kime ve nasıl devredeceğimizi bilemeyince tatile çıkmak da istemeyiz. Yapılan araştırmalar bu işi iyi yapan yöneticilerin oranını üçte bir olarak gösteriyor. Stanford İşletme Okulu'nda Organizasyonel Davranış Profesörü Jeffrey Pfeffer buna "kontrol yanılsaması" diyor. Bu yanılsama nedeniyle "Yaptığımız her şeyin bizim sayemizde daha iyi olacağına inanırız". Bu özellikle ABD'de böyledir. Amerikalılar ve Amerikan şirketleri bireysel çabaya daha fazla önem verir. Sosyal demokrat olarak görülen Avrupa ve Kanada'da ise başarıda bireyden daha çok kolektife vurgu yapılır.

Avrupalılarda daha farklı bir değerler sistemi vardır. Kimileri bunu "yaşamak için çalışmak" şeklinde ifade eder. Oysa Amerikalılar "çalışmak için yaşıyor" gibidir. ABD'de küçük yaştan itibaren bireysel başarılara vurgu yapılır ve yaşam boyunca bunlardan söz edilir. Fakat işler başkasına devredilmediğinde izne çıkmak da mümkün olmayabilir.

Görev Devri!


New York merkezli bir danışmanlık firmasının yöneticisi Erika Anderson daha önce kendisinin de yaşadığı bu tür sorunları çözmek için bir sistem geliştirmiş. İşleri devredeceği kişilere kendi başına işin hangi kısımlarını halledebileceği ve hangi konularda desteğe ihtiyaç duyacakları soruluyor. Sonra o konularda ona yardımcı olacak başka biri belirlenerek iki kişilik bir ekip kuruluyor. İşin hangi aşamada olduğuna dair bilgi veriliyor.

Bunları yapabilmek için kendi işinin dışındaki işlerle ilgilenecek bir personel donanımı ve ekstra iş yapma isteği de olması gerekir. Bu görevi üstlenenlerin izne çıkacağı ve kendi işlerini devredeceği bir dönem de gelecektir ne de olsa. Fakat işleri devretmek için son günü beklemek doğru olmaz. Önceden bir liste çıkarıp yapılacak işleri sıralamak ve her birinin ne kadar zaman alacağını, ne kadar sıklıkta kontrol etmek gerektiğini yazmak işi kolaylaştıracaktır.

Ekonomik gidişat ve işini kaybetme konusunda kaygıların ve bireyciliğin arttığı bir dönemde izne ayrılma eğiliminin daha da azalması bekleniyor. Pfeffer izin kullanma ve işlerini başkalarına devretme konusunda çalışanların kendisinin adım atması gerektiğini söylüyor. Bu konudaki sorunlarını çözen Anderson ise artık daha kolay izin yaptığına inanıyor. "İzin sonrasında dinlenmiş bir beyin ve bedenle, taptaze fikirlerle işe dönüyorum" diyor.

Kaynak: BBC Capital (5 Ocak 2017)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
21 Ocak 2017       Mesaj #177
Avatarı yok
Yasaklı

Mükemmeliyetçilik Uykusuzluğa Yol Açıyor!


Northumbria ve Oxford üniversiteleri tarafından yapılan araştırmaya göre, mükemmeliyetçilik yüksek kaygıya yol açarak uyku bozukluğuna neden oluyor. Bilim insanları, kaygı seviyesi yüksek olanlar ve mükemmeliyetçi insanların daha çok uykusuzluk çektiğini ortaya koydu. Araştırmacılar, uyku kalitesi, mükemmeliyetçilik, kaygı bozukluğu ve depresyon arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla 18-27 yaşlarında 78 katılımcının yer aldığı bir çalışma yaptı.

Çalışmada, katılımcıların 39'u uyku problemi olmayan, diğer 39'u ise 3 ay ila 10 yıldır geceleri uyuyamayan kişiler olmak üzere iki gruba ayrıldı. Gruplara uyku bozukluğu, mükemmeliyetçilik seviyesi ile kaygı bozukluğu ve depresyon oranlarını gösteren bir takım testler uygulandı. Test sonuçlarına göre, kişilerin, özellikle kişisel davranışlardan şüphe duyma, hata yapma korkusu gibi mükemmeliyetçilik durumunda uyku bozukluğu çektiği görüldü.

Ayrıca uykusuzluktan muzdarip olan mükemmeliyetçi kişilerin bir takım kaygı bozuklukları sergilediği ve böylece de bir kısır döngünün oluştuğu gözlemlendi. Uzmanlar kaygı bozukluğu ile uykusuzluk arasındaki ilişkinin çözülmesinin, uykusuzlukla mücadele için yeni tedaviler geliştirilmesine yardımcı olabileceğini belirtti. Öte yandan araştırmaya göre, depresyonun uyku bozukluğu üzerinde ciddi bir etkisinin olmadığı da saptandı.

Kaynak: AA / Personality and Individual Differences (20 Ocak 2017)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
23 Ocak 2017       Mesaj #178
Avatarı yok
Yasaklı

İngiltere'de Yalan Haberlere Karşı 'Aşı' Çalışması!


Cambridge Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada, psikolojik yöntemlerle internet ve sosyal medyadaki yalan haberlere karşı bağışıklık geliştirilmesi ele alındı. ABD'deki başkanlık seçimleri ve Suriye'deki savaş hakkında çıkan ve giderek artan yalan haberlerin oluşturduğu etki kaygıya yol açmıştı.

Araştırma ekibinin Başkanı Dr. Sander van der Linden, "Dezenformasyon oldukça bulaşıcıdır, bir virüs gibi yayılıp çoğabilir" diyor. Ancak araştırmacılar, öncelikle ufak bir doz dezenformasyona maruz kalmanın, sahte haberlere karşı bağışıklık kazandırabileceğine inanıyor. Bu teoriye göre, 'bilişsel repertuvar' oluşturularak, kişilerin gerçek olmayan bilgilere karşı dirençli hale gelmesi hedefleniyor.

Gizli Deney!


Yapılan araştırma, gizli bir deneyle gerçekleştirildi. Deneyde 2 binden fazla ABD vatandaşına küresel ısınma hakkında iki iddia sunuldu. Araştırmacılar küresel ısınma hakkında iyi bilinen gerçeklerin, denekler art arda gerçek olmayan bilgilerle karşılaştıkça silindiğini söyledi. Ancak, gerçek bilgiler, sahte bilgilerle birlikte uyarı şeklinde sunulduğunda, yalan haberlerin etkisi daha az oldu. Dr. Sander van der Linden, "İnsanlar bu sayede gerçek olmayan bilgilerle karşılaştıklarında daha az etkileniyorlar" diyerek, bu yöntemin sorgulamayı tetiklediğine dikkat çekiyor.

Kaynak: Global Challenges / BBC (23 Ocak 2017)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Ocak 2017       Mesaj #179
Avatarı yok
Yasaklı

Beyin Şekli Kişilik Farklarını Belirliyor!


Bilim adamları, insan beyninin fiziksel özelliklerinin bireylerin kişilik özelliklerini etkilediğini ileri sürdü. ABD'nin Florida State Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Doçent Doktor Antonio Terracciano öncülüğünde ABD, İngiltere ve İtalya'dan bilim adamları tarafından yürütülen yeni bir araştırma, insan beyninin şekliyle kişilik özellikleri ve ruhsal bozukluklara yatkınlık arasında belirgin bağlantılar olduğunu tespit etti.

Beynin dış zarının anatomik özelliklerini kalınlık, kapladığı alan ve alın-şakak bölgelerindeki kıvrılma miktarı bakımından ele alan araştırmacılar, bunların beş ayrı kategoride tasnif edilen kişilik özellikleriyle ilişkisini inceledi. Çalışmada, ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri Kurumu tarafından yürütülen İnsan Konektom Projesi kapsamında verileri toplanan 22-36 yaşlarındaki 500 bireye ait beyin diyagramları incelendi.

İnceleme sonucunda araştırmacılar, insanları nöro-psikiyatrik rahatsızlıklara daha açık hale getiren nevrotiklik özelliği yüksek bireylerde beyin zarının kalınlığı artarken, kapladığı alanın ve alın-şakak bölgelerindeki kıvrılma miktarının azaldığını belirledi. Öte yandan keşifçilik, merak duygusu, yeniliğe ve farklılığa açıklık gibi kişilik özellikleri belirgin olan bireylerde ise tersine bir durum gözlendi. Bu bireylerin beyinlerinde dış zarın daha ince, yayılma ve kıvrılma bölgelerinin ise daha geniş olduğu görüldü.

Kaynak: AA / Social Cognitive and Affective Neuroscience (27 Ocak 2017)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
2 Şubat 2017       Mesaj #180
Avatarı yok
Yasaklı

Yaşanılan Coğrafya ile Düşünce Tarzı Arasındaki Bağlantı!


Psikologlar coğrafyanın mantık, davranış ve benlik duygusu üzerindeki şaşırtıcı etkilerini ortaya koydular. Bilim insanları bir süre öncesine kadar düşünme tarzlarının coğrafi konuma göre ne kadar farklı olabileceği üzerinde durmamıştı. Fakat 2010'da yayımlanan bir makaleye göre, psikolojik araştırmalarda kullanılan deneklerin çoğu başta Amerikalı olmak üzere Batılı gençler, biraz para kazanmak için bu işlere giren üniversite öğrencileriydi.

Bu deneklerden varılan sonuçların insanın doğasına dair evrensel gerçekleri temsil ettiği, bütün insanların aynı olduğu sanılıyordu. Bu yüzden deneklerin çoğunun Batılı olmasında bir sakınca görülmüyor, sonuçların farklı çıkacağı tahmin edilmiyordu. Oysa diğer kültürler içinde yapılan az sayıdaki araştırmalar, farklı davranış özelliklerine ve düşünce biçimlerine işaret ediyordu.

Bireyci mi Kolektivist mi?


Bunların başında "bireycilik" ve "kolektivizm" ayrımı geliyor. Genel olarak Batılılar daha bireyci, Hindistan, Japonya, Çin gibi Asya ülkelerinde yaşayan insanlar ise daha kolektivist oluyor. Bireyciliğin gelişkin olduğu Batı toplumlarında bireysel başarıya, bireysel mutluluğa grup başarısından daha fazla önem atfedilir. Fakat bu durum kişinin kendisine aşırı güven duyması sonucunu da getirir. Örneğin, bir araştırmada Amerikalı profesörlerin yüzde 94'ü "ortalamadan daha iyi" olduklarını iddia ediyordu. Oysa Doğu Asya'da böyle bir eğilime rastlanmadığı gibi, insanlar yeteneklerini olduğundan az gösterebiliyor.

Bireyci toplumlarda yaşayanlar ayrıca kişisel tercih ve özgürlüğe daha fazla önem veriyor. Bu fark başka alanlarda mantık yürütme konularında da karşımıza çıkıyor. Kolektivist toplumlarda yaşayan insanlar sorunlara daha "bütünsel" bir açıdan bakıyor, olaylar arasındaki ilişkiler üzerinde daha fazla yoğunlaşıyor. Oysa bireyci toplumlarda insanlar tek tek unsurlar üzerinde daha fazla duruyor, olguları daha sabit ve değişmez bir tarzda değerlendirmeye çalışıyor.

Bütünsel Yaklaşım!


Uzun boylu birinin daha kısa boylu bir başka insanı korkuttuğunu gösteren bir fotoğrafa başka hiçbir ek bilgi olmadan bakan iki farklı kültürden insanı ele alalım. Batılılar muhtemelen daha uzun adamın kötü bir kişiliğe sahip olduğunu düşünecektir. "Oysa bütünsel düşünen bir insan, iki kişi arasındaki ilişki üzerinde odaklanacak, uzun boylu adamın belki diğerinin patronu ya da babası olduğu sonucunu çıkaracaktır" diyor, dergideki makaleyi kaleme alan British Columbia Üniversitesi'nden Joseph Henrich.

Bu farklı düşünme tarzları, cansız nesneleri sınıflandırma konusunda da devreye girer. Örneğin "tren, otobüs, ray" kelimelerinin olduğu bir listeden birbiriyle ilintili iki nesneyi seçmeniz isteniyor. Batılılar genellikle ikisinin de birer taşıt olduğunu düşünerek "otobüs" ve "tren"i seçecektir. Oysa olaylara bütünsel yaklaşan insanlar "tren" ile "ray" arasında işlevsel bir bağ olduğunu düşünüp bu iki nesneyi seçecektir.

Bu farklı yaklaşım ve düşünme tarzı görmemizi bile etkiler. Michigan Üniversitesi'nden Richard Nisbett'in yaptığı bir göz takibi araştırmasında, Doğu Asyalıların bir imgede arka planda yer alan şeyleri incelemek için daha fazla zaman harcadığını, Amerikalıların ise fotoğrafın odaklandığı nesneyi incelediği görüldü. Bu bakış açısı daha ileri bir tarihte hatırlanacak şeyleri de belirliyor. Japonya ve Kanadalı çocukların yaptıkları resimler karşılaştırıldığında bu ayrımların küçük yaşta ortaya çıktığı görülüyor.

Felsefi Farklılıklar!


Sosyal eğilimleri genetik unsurun belirlediğini iddia edenler olsa da veriler bunun başkalarından öğrenildiğini gösteriyor.Düşünme ve yaklaşım tarzlarındaki bu farklılık doğuda ve batıda farklı felsefelerin hakim olmasından kaynaklanıyor. Batılı filozoflar özgürlük ve bağımsızlık üzerinde dururken, doğuda Taoizm gibi gelenekler birliğe, Konfüçyüs ise "imparator ile tebası, ebeveyn ile çocuk, koca ile karı, ağabey ile kardeş, arkadaş ile arkadaş arasındaki yükümlülükleri" vurgular.

Bu yaklaşımlar o toplumların kültüründe, edebiyatında, eğitiminde ve siyasi kurumlarında vücut bularak bireyler tarafından içselleştirilir ve temel psikolojik süreçleri etkiler. Fakat tek tek ülkeler arasındaki farklılıklar başka etkenlerin de devrede olduğunu gösteriyor. Örneğin Batılı ülkeler içinde en bireyci olarak bilinen ABD'de bu özelliğin sürekli batıya doğru göç ederek yerleşecek toprak arayan insanların karşılaştığı zorluklar ve hayatta kalma mücadelesinde etkili olduğu söyleniyor. Bazıları ise bu farklı yaklaşımların mikroplara tepki sonucu ortaya çıktığını ileri sürüyor. 2008'de Corey Fincher'in yaptığı bir araştırmada, hastalık ve enfeksiyon riskinin yüksek olduğu yerlerde kolektivist ruhun geliştiği ifade ediliyordu.

Tarımsal Şekillenme!


Chicago Üniversitesi'nden Thomas Talhelm ise Çin'de 28 farklı bölgeyi incelemiş ve düşünce tarzının yerel tarımı yansıttığı sonucuna varmıştı. Ülkenin güneyinde daha çok pirinç yetiştiriliyor ve pirinç üretimi daha kolektif bir çalışmayı gerektirdiğinden bu bölgelerdeki insanlar kolektife önem veren, bütünü dikkate alan bir davranış tarzı sergiliyordu. Kuzeyde buğday yetiştirilen bölgelerde ise herkes kendi ürününü yetiştirdiğinden daha bireyci davranışlar sergileniyordu.

Talhelm bu hipotezini Hindistan'da da uygulamış ve buğday ile pirinç yetiştirilen bölgelerde Çin'deki gibi sonuçlar almıştı. Denekleri doğrudan tarımla ilgili olmasa bile bölgelerin tarihsel gelenekleri onların düşünme şeklini biçimlendirmeye devam ediyordu.

Kaleydoskop!


Bunların farklı halklar arasındaki geniş sınıflandırmalar olduğunu vurgulamak gerekir. Her halkın kendi içinde farklılıkları olduğu gibi, Doğulu ve Batılı ülkeler arasındaki tarihsel bağlar bazı insanların her iki düşünce tarzından da etkilendiğini, yaş ve sınıf gibi faktörlerin de belirleyici olduğu görülüyor. Henrich'in makalesi yayımlandığından bu yana 7 yıl geçti. Talhelm gibi araştırmacıların bu konuyu yeni araştırmalarla daha derinlemesine ele almasından memnun. Farklı toplumların neden farklı psikolojiye sahip olduğunu açıklayacak bir teoriye ihtiyaç var.

Kaynak: BBC Bilim (29 Ocak 2017)

Benzer Konular

12 Ağustos 2018 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
24 Ekim 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
18 Şubat 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Ağustos 2017 / Misafir Cevaplanmış