Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 2

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 597.684 Cevap: 719
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #11
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Kedi alırken dikkat!

Sponsorlu Bağlantılar
Kediler köpeklere nazaran daha az ilgi ister. Zamanlarının çoğunu uyuyarak geçirirler. Yine de unutmamalısınız ki kedinizle ne kadar çok zaman geçirirseniz size o kadar bağlanacak ve bu ilginize o kadar kolay cevap verebilecektir. Onların köpekler gibi her istediğiniz zaman isteklerinize boyun eğeceğini düşünmeyin. Kediler çok kendilerine özgün hayvanlardır. Çağırdığınız zaman çoğunlukla gelmese de, siz ilginizi kestiğiniz an yanınızda bitiverirler.
Evinize bir kedi almaya karar verdiğinizde bazı şeyleri göz önünde bulundurmanız gerekmektedir.
Sadece dış görüntüsü, güzelliğine bakarak hayvan seçmeyin. Hayvan hakkında uzmandan, veteriner hekimlerden veya çeşitli kaynaklardan bilgi edinin. Sadece çocuğunuza hediye almak için hayvan almayın. Aldığınız hayvanın istediğiniz zaman atabileceğiniz bir mal değil, zaman içinde size ve yeni yaşamına alışacak duygusal bir canlı olduğunu unutmayın.
Kediler köpeklere nazaran daha az ilgi isterler. Bebek kedi 2 haftalıktan itibaren tuvalet ihtiyacını kumuna yapmayı öğrenebilir. Çoğu zaman bu konuda eğitimini sizin vermeniz bile gerekmeyebilir. Kediler genelde özgürlüğü sever, kendini oyalar bu nedenle köpek kadar çok ilgi istemez. Köpek gibi sokağa çıkarılması da gerekmez.

Aşısı olmayan kediyi sokaktan ve diğer hayvanlardan uzak tutmanız gerekir.
Kısırlaşmayan erkek kediler devamlı kızgınlıkta kalır. Çiftleşmek ister. Dişi kediler ise ise 6 ayda bir 2 haftalık bir süreçte kızgınlık geçirir, sadece o zaman çiftleşmek ister. Eğer hayvanınızı çiftleştirmeyi düşünmüyorsanız onun psikolojik ve fiziksel sağlığı için mutlaka kısırlaştırmanız gerekir.

Cins kedilerin cinslerine göre kalıtsal hastalıkları olabilmektedir. Alırken bunlara dikkat edilmelidir. Van kedisi gibi bazı kediler doğuştan sağır olabilir. İran, Chinchilla gibi kediler çok güzel ve uysal görünseler de hastalıklara çok yatkındırlar. Özellikle 1 yaşına kadar bir çok hastalığa çok kolay yakalanırlar. Sokak hayvanları ve kırma olan hayvanlar hep daha güçlü ve dirençlidirler.
Tüylerden çok yakınacaksanız ilerde tüy problemi yaşamamak için kısa tüylü kedileri seçebilirsiniz.
Sakın kediniz sağı solu tırmalıyor diye ona büyük bir işkence olan tırnak söktürme ameliyatı yaptırmayın! Bu hayvanınız için kesinlikle çok acı verici, sakatlayıcı ve psikolojik olarak da zarar verici bir operasyondur. Eğer kediniz sokağa çıkmıyorsa veterinerinizden zaman zaman tırnaklarını kısaltmasını isteyebilirsiniz. Kediler için olan tırnak törpüleme oyuncakları da çok faydalı olacaktır.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:55
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #12
arwen - avatarı
Ziyaretçi
AYAK TEMİZLİĞİ
Ayaklar her gün çorap ve ayakkabı içerisinde terlediğinden düzenli olarak yıkanmalıdırlar. Yıkanma işlemi yapılmaz ise çevreyi rahatsız edecek kokular, daha sonra da ayak sağlığını bozabilecek nasır gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Ayaklar düzenli olarak yıkanmalı, her yıkamadan sonra parmak araları havlu hatta saç kurutma aracı ile iyice kurutularak mantar enfeksiyonları için ortam oluşması önlenmelidir. Ayak havluları ellerin kurulanmasında kullanılmamalıdır.
Sponsorlu Bağlantılar
Ayak sağlığı ve temizliği için kullanılan çorap ve ayakkabı da önemlidir. Özellikle çorapların pamuklu olması ayak sağlığı için tercih nedenidir. Çorapların temiz olması ve günlük olarak değiştirilmesi gerekmektedir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:55
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #13
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Yumurtalık Kanseri



Yumurtalık kanseri, kadın üreme organları kanserleri içinde en zor tedavi edilenidir. Yaklaşık 1000 kadından 12'sinde bu kansere rastlanabilir. Hastalar genelde 40 yaşından daha yaşlıdırlar. Yumurtalık kanserinin bir kötü özelliği başladığında pek bir şikayete neden olmamasıdır.
Her yaşta görülebilmesine rağmen en fazla 45 yaşından sonra rastlanır. 75-79 yaşlar arasında pik yapar.
İngiltere de her yıl 6.800 civarındaki kadına yumurtalık kanseri teşhisi konur. Bu herhangi bir yaşta meydana gelebilir fakat en çok görülen dönem menopoz sonrasıdır ve teşhisinin zor olduğu söylenmektedir.

Yumurtalık kanseri nedir?

Yumurtalık kanserinin birçok türü vardır fakat %90 EPİTELYAL yumurtalık kanseri yada yumurta üst yüzey tabakası kanseri oluşturur.
Yumurtalık kanseri teşhisi konmuş kadınların %40 50 si beş yıl sonra dahi hala hayattadır. Erken teşhis durumunda hayatta kalanların oranı oldukça yüksektir.

Nedenleri

Yumurtalık kanserine neden olan etkenler tam olarak bilinmezken yakalanma riskini arttıran etmenler aşağıdaki gibi ifade edilebilir:
Hatalı genler yumurtalık kanseri taşıma riskini arttırır.
Diğer muhtemel risk faktörleri kısırlık tedavisi, ağır diyetler ve genital alanda talk pudrası kullanmaktır.
Kaynağı hakkında bir takım ipuçları olmasına rağmen, bilim adamları yumurtalık kanserinin nedenleri hakkında henüz yeterli bilgiye sahip değillerdir. Yakın bir akrabada bu hastalığın görülmesi, kanserin oluşma riskini artıran faktörlerden biridir. Uzmanlar, genetik yatkınlığa sahip kadınlara kanserin teşhisi için gerekli olan görüntüleme, kan ya da ultrason gibi testleri hayatlarının belli dönemlerinde rutin olarak yaptırılması gerekliliğini vurguluyorlar. Hiç çocuğu olmamış kadınların doğum yapmış kadınlara oranla daha fazla yumurtalık kanseri riski taşıdığı ve yine 50 yaş üzerindeki kadınlarda yumurtalık kanserinin daha sık görüldüğü belirten uzmanlar yaşı ilerlemiş bayanların genç bayanlara oranla yumurtalık kanseri açısında daha fazla risk taşıdıkları belirtiliyor. Yine daha önce meme kanseri geçirmiş kadınların ileride Yumurtalık kanserine de yakalanma olasılıkları, hiç meme kanserine yakalanmamış kadınlara nazaran riskin iki kat daha fazla olduğu belirtiliyor.

Belirtiler

Belirtiler özellikle ilk safhalarda genellikle anlaşılmaz. Bazı kadınlarda hiçbir evrede bir belirtiye rastlanmaz. Fakat ilk belirtiler karnın alt ya da yan kısmında ağrı ve şişkinlik hissidir.
İleriki safhalarda iştahsızlık, mide bulantısı, kilo kaybı, yorgunluk ve kısa soluk alıp verme gözlenebilir.

Teşhis

Yumurtalık kanserinin teşhisi oldukça zordur ve birçok kadın belirtileri için farklı ifadeler kullanırlar.

Tedavi

Yumurtalık kanserine yakalanmış birçok kadın için tümörü uzaklaştırmak amacıyla ameliyat önerilir. Bazıları ise kemoterapi ve/veya radyoterapi görebilmektedir. Önerilen tedavi yumurtalık kanserinin türüne, yayılma hızına ve sağlık durumunuza göre belirlenir.



Son düzenleyen GusinapsE; 6 Nisan 2006 23:15
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #14
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
10 Soruda Göz Hastalıkları

1. Bilgisayar kullanımı, çok televizyon seyretme veya okumak gözümüze zarar verir mi?
Hayır. Günlük hayatımızda sık yer alan bilgisayar kullanma, televizyon seyretme yada kitap okuma gibi aktivitelerin gözlerimize kalıcı zararı yoktur ancak bu gibi dikkat gerektiren aktiviteler sırasında göz kırpma sayısı azalmakta, gözyaşı daha çok buharlaşarak göz yüzeyinde kuruluk oluşturmaktadır. Bunun sonucu olarak yanma, batma, sulanma, kızarıklık gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Bu belirtiler rahatsızlık verdiğinde, oda havasının nemlendirilmesi, her 10-15 dakikada bir, 30 saniye kadar gözlerimizi sık kırpıştırıp pencereden uzaklara bakmak gibi tedbirler faydalı olabilir. Kirpik dibi iltahapları ve kepeklenmeleri, göz kuruluğu, allerji gibi göz hastalıklarında bahsedilen belirtiler çok daha fazla oluşmaktadır, böyle durumlarda bir göz doktoruna kontrol olmakta fayda vardır.

2. Katarakt nedir?
Göz merceğimizin çeşitli sebeplerle saydamlığını kaybederek ışık geçirmez hale gelmesine katarakt denir. En sık sebebi yaşlılıktır, saçlarımızın beyazlanması gibi göz merceğimizde yaşla birlikte saydamlığını kaybeder ve görmede bozulmaya neden olur.

3. Katarakt’ın tedavisi nasıl yapılır?
Kataraktın tedavisi cerrahidir. Gözlük, damla yada ameliyatsız başka yöntemlerle tedavisi söz konusu değildir. Modern katarakt cerrahisinde saydamlığı kaybolmuş olan göz merceği alınarak yerine suni bir mercek yerleştirilir. Fakoemülsifikasyon yada halk arasında bilinen ismiyle lazerle dikişsiz katarakt cerrahisi, günümüzde kullanılan en modern yöntemdir. Bu yöntemde göze açılan 3 milimetrelik bir delikten içeri sokulan cihazla göz merceği eritilerek dışarı emilmekte yerine katlanarak bu boyda bir delikten geçer hale getirilen suni mercek konulmaktadır. Bu ameliyat 15 dakika civarında sürmektedir. Anestezi göz çevresine yapılan bir enjeksiyon ile ya da iğne yapmadan sadece damlalarla sağlanmaktadır. Özel durumlar hariç genel anestezi yani narkoza ihtiyaç yoktur.

4. Dinlendirici gözlük nedir?
Halk arasında yanlış bir inanış olan dinlendirici gözlük kavramı sadece ülkemize özgü gözlük satışı arttırmaya yönelik bir tür kandırmacadır. Gözlük kırma kusuru (miyopi, hipermetropi, astigmat) olan gözlerde bu kırma kusurunu düzelten bir yardımcı cihazdır. Kırma kusuru olmayan gözlerde daha iyi görme sağlamayacağı gibi, göz yorgunluğunu da önlemez. Kırma kusuru olmayan hastalarda gözlüğün psikolojik bir rahatlamadan başka faydası yoktur, hatta başağrısı ve göz yorgunluğuna sebep olabilir.

5. Miyopisi olan hastalarda gözlük kullanmak, miyopiyi azaltır mı? Arttırır mı?
Kullandığımız gözlükler sadece taktığımız sürece görüntüyü ağ tabakası üzerine odaklayan yardımcı cihazlardır. Özellikle miyopik hastalarda kullanılan gözlüğün tedavi edici yada miyopiyi ilerletici bir etkisi yoktur. Bir diğer söyleyişle gözlük kullanmakla, göz numaramızın değişimini etkileyemeyiz.

6. Astigmat nedir?
Astigmat gözümüzdeki kırma kusurunu tüm eksenlerde aynı olmayıp bazı eksenlerin daha kırıcı bazı eksenlerin de daha az kırıcı olması durumudur. Bir göz hastalığı olmayıp bir tür kırma kusurudur. Astigmatı olan hastaların gözlük kullanmaya daha zor alışması, astigmatik kırma kusuruna oluşan uyumun gözlükle bu kusur ortadan kaldırıldığında bir süre daha devam etmesidir. Bu nedenle astigmatlı camlara alışmak daha zordur ve eğer doktorunuz bu tür bir gözlük önermişse sürekli kullanarak alışmak, bir gün takıp, bir gün takmayarak rahatsızlık çekmeye göre çok daha kolaydır. Genellikle hastalar gözlüklerine 1-2 haftada alışmaktadırlar.

7. Lazer nedir?
Lazer doğrusal olarak dağılmadan iletilebilen bu nedenle de yoğun bir enerji taşıyan bir tür ışıktır. Lazere en yakın benzetme, mercek kullanarak güneş ışığı yardımı ile kağıt yakılmasıdır. Laser sayesinde ışık geçiren dokulardan enerji iletilebilmekte ve hedef dokuyu yakma, parçalama gibi işlemler yapılabilmektedir. Gözde laser en sık şeker hastalarında göz dibi kanamalarının tedavisin de, göz tansiyonunun tedavisinde ve kırma kusurlarının düzeltilmesinde kullanılmaktadır.

8. Lazerle kırma kusuru (miyopi, hipermetropi ,astigmat) tedavisi nasıl yapılır ve kimlere uygulanır?
Son yıllarda moda olan bu tedavi yönteminde gözün önünde yer alıp bir mercek görevi gören saydam kornea tabakası traşlanarak bu dokunun kırma gücü değiştirilmekte ve kırma kusuru düzeltilmektedir. Laserin bu işlemde kullanılması bu traşlamayı çok düzgün ve kısa sürede yapabilmesi nedeniyledir. Kırma kusurları bir hastalık olmayıp bir tür estetik kusur sayılabileceğinden bu yöntem bir tedavi, değil bir düzeltmedir. Gözlük ve kontakt lens kullanmak istemeyen hastalara önerilir. En başarılı olduğu grup miyoplardır. Her cerrahi işlemde olduğu gibi düşükte olsa komplikasyon ortaya çıkması ihtimali vardır bu nedenle bu yöntemi uygulatmak isteyen hastaların konunun uzmanı bir merkezde işlem konusunda iyice bilgilenmeleri avantaj ve dezavantajlarını öğrenmeleri gerekir.

9. Çocuklarda göz muayenesi ilk kaç yaşında yapılmalıdır?
Yanlış bir inanış çocuklardaki göz sorunlarının büyüdükçe geçeceğidir. Çocuklardaki bir çok göz sorunu çok acildir ve hemen tedavi gerektirir. Yeni doğan döneminden itibaren uzman göz doktoru çocukların gözlerini muayene edebilir. Özellikle dıştan görünen, göz bebeğinde beyazlık, kayma, şaşılık, çapaklanma, gözlerde şekil bozukluğu, kapaklarda düşüklük gibi belirtiler genellikle acil tedavi gerektirir. Örneğin, tek taraflı doğuştan kataraktlar ilk 1-2 hafta arasında ameliyat edilmedikleri takdirde bu gözler görme yeteneğini kalıcı olarak kaybetmektedirler. Bu nedenle yukarıda bahsedilen ya da ailelerin normal olmadığını düşündüğü bir belirti varsa bebek hemen göz doktoruna götürülmelidir. Hiçbir sorunu olmayan çocuklarda ise 3-4 yaşlarında yapılacak bir muayene göz tembelliğine yol açabilecek kırma kusurlarının tedavisi için çok önemlidir. Birçok göz problemi eğer çocuklukta başlamışlar ise 8 yaşından sonra tedavileri zorlaşmakta ve göz tembelliği gibi tedavisi çok zor durumların ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar.

10. Neden 45 yaş sonrasında yakını iyi göremeyiz?
İnsan gözü yakını görebilmek için odaklama yapmak zorundadır. Bu odaklama gücü göz merceğinin şeklini değiştirmesi ile mümkündür. 45 yaştan itibaren sertleşen göz merceği eskisi kadar iyi odaklama yapamadığından yakın görme zorlaşır ve odaklamaya yardımcı gözlük kullanımı gerekir. Yaygın inanışın aksine yakın gözlükleri odaklamadaki bozulmayı hızlandırmazlar. Hastaların gözlük takmalarına rağmen gözlük numaralarının ortalama her iki yılda bir 0.25 artması gözlüğün gözü bozmasından değil yaşın ilerlemesinden kaynaklanan doğal bir durumdur.
Son düzenleyen GusinapsE; 22 Nisan 2006 03:22
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #15
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Göz Tansiyonu (Glokom)

Göz ve beyindeki görme merkezi arasındaki bağlantıyı bir elektrik kablosu gibi Görme Siniri sağlar. Bu kabloda ortalama 1.2 milyon tel (sinir lifi) bulunmaktadır. Göz içinde basınç arttığında görme sinirindeki bu sinir uçları hasarlanmaya başlamaktadır. Bu hasarlanma ne kadar fazla sinir lifini etkilerse gözdeki etkilenme de o kadar fazla olur. Tam hasarlanmada tüm liflerin kaybı ve dolayısıyla da görmenin kaybı sözkonusu olur. Göz içindeki basınç 10-20 mm Hg arasında normal kabul edilir. 20 mm Hg ve üzerindeki değerler glokom şüphesi olarak değerlendirilir. Glokom hastalığında, göz içindeki mevcut sıvının, devir daimde bozukluk sonucunda, birikmesi nedeniyle artmaktadır. Bazı hastalarda göz içindeki basınç sınır değerlerin üzerine çıkmamasına rağmen görme sinirinde hasarlanma oluşabilmektedir ki buna Normal Tansiyonlu Glokom denmektedir. Bazen de göz içindeki basınç sınır değerlerin üzerinde olmasına rağmen, görme sinirinde etkilenme tespit edilememektedir. Bu hastalara Oküler Hipertansiyon’lu veya Şüpheli Glokom’lu hastalar denmektedir.

Glokom Hastalarının Belirti ve Bulguları:
Hastalığın başlangıç dönemlerinde herhangi bit beliritisi yoktur. Hastalık başlangıç dönemlerinde görme kaybı veya bir ağrı yapmamaktadır. Ancak görme alanı kayıpları yapmaktadır.

Glokom Hastalığı Tipleri:

1-Doğumsal Glokom: Oldukça nadir olan bu durum doğumdan itinaren göz sıvısının dışa aktığı kanalda mevcut bir anormallik nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Eğer bir yenidoğanda ışıklı ortamda gözlerde sulanma ve gözü kapatma isteği varsa, gözlerden biri veya her ikisi normalden daha büyükse, ve kornea tabakasında beyazlanma varsa mutlaka bir göz doktoruna muayene ettirilmesi gereklidir.

2-Kronik açık açılı Glokom: Glokom hastalığının %91-95’ini bu tip oluşturmaktadır. Son dönemlerine kadar hastalık belirtisiz seyretmektedir.

3-Açı Kapanması Glokomu: Nadirdir. Bu tip glokom oldukça gürültülü bir seyir izler. Burada bir gözün boşaltım kanalının tamamen tıkanması sonucunda basınç ani olarak yükselmektedir. Buna bağlı olarak:Gözde kızarıklık, görmede bulanma, şiddetli baş ve göz ağrısı, ışıkların etrafında renkli hareler görme, bulantı ve kusma ortaya çıkmaktadır. Bu durumda acil olarak göz doktoruna baş vurulması gerekmektedir.

4-İkincil Glokom: Göz travmaları, bazı ilaçlar (kortizon), göz iltihaplanmaları (üveit), anormal damarlanmalar (şeker hastalığı, retina toplar damar tıkanıkları) sonucunda gelişir.

Glokom Hastalığının Teşhisi

Genellikle belirti göstermediği için glokom hastalığının teşhisi herhangi bir nedenle göz doktoruna başvurmuş kişilerin tam muayenelerinin yapılması ile konulur. Bu muayenede once ailede glokomlu bir fert olup olmadığı sorulur. Çünkü aile öyküsü varlığında muayene edilen kişide glokom hastalığı olma riski normalden biraz daha fazla olmaktadır. Görme muayenesi yapıldıktan sonra göz tansiyonu ölçülür. Bu günümüzde en çok iki yöntemle yapılmaktadır. Applanasyon yöntemi ve Non kontakt tonometre.
Oftalmoskopi yapılarak görme sinirinin mevcut basınç yüksekliği nedeniyle tahrip olup olmadığı değerlendirilir. Son olarak da Bilgisayarlı Görme Alanı testi ile görme alanının durumu değerlendirilir.
Bu testlerin tamamı her hastaya uygulanmak zorunda değildir. Gerekli hallerde doktorunuz size uygun olan testleri yapacaktır. Bazı durumlarda bu testlere ilave olarak başka incelemeler de istenebilir.

Glokom Hastalığının Tedavisi:
Bu hastalığın tam olarak ortadan kaldırılması mümkün olamamaktadır. Teşhis edildiğinde ömür boyu sizinle beraber olacak bir hastalık olarak değerlendirmelisiniz. Bir antibiyotik tedavisi gibi tek bir kür ilaçla bu hastalığın sonu getirlememekte. Ancak kontrol altına alınabilmektedir. Bu, göz tansiyonunu belirli seviyelerin altına düşererek yapılır. Bu amaçla çeşitli ilaçlar mevcuttur. Bunlar çoğu zaman göz damlaları şeklinde kullanılmakta bazen ağızdan alınacak haplar da tedaviye ilave edilebilmektedir. Bazen bir kaç damla birlikte veya damlalarla haplarla birlikte kullanılabilmektedir. Ilaç tedavinizi hekiminiz düzenleyecektir. Hekiminizin bilgisi dışında ilaçlarınızı kesmemeli veya düzenini değiştirmemelisiniz. Doktorunuz düzenli aralıklarla göz muayenenizi ve bilgisayarlı görme alanı değerlendirmesini yaparak hastalığın gidişini takip eder. Genellikle başarılı giden bir tedavi şemasında 3-6 aylık aralıklarla göz muayenesi ve 6-12 aylık aralıklarla görme alanı değerlendirilmesi gereklidir. Ilaç tedavisine rağmen görme alanındaki bozulmalar devam ediyor, yani görme sinirindeki hasar devam ediyorsa, laser yapılarak göz içindeki sıvının dışarı aktığı bölge açılmaya çalışılır. Bununla başarılı olunamazsa cerrahi uygulanır. Bazen ilaç tedavisinden faydalanılamadığında laser yapılmadan doğrudan cerrahide uygulanabilir. Cerrahi sonrasında bazı durumlarda ilaç tedavisi kullanılmaya devam edilebilmektedir. Akut açı kapanması glokomun ise, acil olarak tedavisi hastane şartlarında yapılmaktadır.
Son düzenleyen GusinapsE; 22 Nisan 2006 03:23
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #16
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ağız kokusu, insanı olumsuz etkileyen bir durum olarak bilinir.Erişkinler veya küçüklerin, yaşamlarında mutlaka ağız kokusundan şikayetçi oldukları zamanlar olmuştur. Bazılarının ise, bu durumdan şikâyeti kroniktir.Ağız kokusu; etkilediği bireyler için sosyal ve psikolojik yönden olumsuz bir durum haline gelmiştir.

Kötü ağız hijyeni , dişler üzerindeki gıda birikimi, ağızdaki çürük kaviteleri , çekim yaraları , ülserler , dental ve tonsiller, apseler (diş ve bademcikle ilgili apseler) ; gingivitis, periodontitis ve stomatitis gibi diş eti hastalıkları , ağız kuruluğu , kıllı dil gibi ağız içindeki problemlerden oluştuğu gibi, üremi , diabetik ketoasidoz , karaciğer rahatsızlıkları , kronik pulmoner hastalıklar , mide rahatsızlıkları gibi sistemik nedenlerle de görülebilir.

Diş hekimleri ağız kokusunun, lokal mi, yoksa sistemik faktörlere mi bağlı olduğunu tespit etmeli ve doğru teşhisi koyup ona göre tedavi yöntemini belirlemelidir.
Solunum sisteminden gelen hava , ağızdan dışarı yayılırken oral kavitedeki (ağız boşluğu) kötü kokulu uçucu karışımla birleşerek dışarı çıkar ve kişilerin kendisini de, çevresini de rahatsız eden hoş olmayan kokular oluşur.
Bu konuda yapılan araştırmalar sonucunda ağız kokusu vakalarının çoğunluğunun oral kaviteden kaynaklandığı tespit edilmiştir.Kötü ağız kokusunun oluşmasına etki eden faktörler arasında, tükürüğün önemli rol oynadığı kabul edilmektedir.Sağlıklı ağızdan alınan tükürüğe göre , periodontitisli ağızlardan alınan tükürüğün daha hızlı kokuştuğu belirtilmiştir.

Aktif periodontitisli hastalardan alınan tükürükte çok parçalanmış epitel hücresi vardır . Ve bu hücreler önemli ölçüde bakterilerle kaplıdır. Ayrıca tükürükte zarar görmüş lökositler de mevcuttur. Lökositler, çok miktarda kükürt taşıyan aminoasitlere sahiptir ve bunlar uçucu sülfür bileşiği üretiminde kullanılırlar. Lökositler, periodontal hastalıklar sırasında göç ederek , periodontal hastalıklı bireylerin tükürüklerinda artarlar.
Hem oral mukazadan serbest epitelyal hücreler , hem mikroorganizmalar, hem de lökositler bakteri plağına dahil olup dilin arka yüzüyle , dişlerin fizyolojik ve mekanik temizlemeye uygun olmayan bölgelerinde toplanır. Periodontitisli hastalarda bu duruma bir de dişetlerinden oluşan kanamanın eklenmesi ile tablo daha da ağırlaşır.

Ağız kokusu oluşumu tükürük akımının azalması , uzun süre besin ve sıvıların alınmamasına da bağlıdır.
Uyku hali buna iyi bir örnektir. Sabah kalkınca hissedilen ağız kokusu bu durumla ilgilidir.
Aşırı tütün içimi, özellikle sigara tüketimi yalnızca kötü kokulu nefes oluşturmakla kalmayıp , bir de kıllı dil durumuna yol açar ki bu da besin artıklarının ve tütün kokusunun tutulmasına neden olur. Ayrıca tükürük salgısında azalma ve hastalık durumunun şiddetle artışına neden olur. Dilin arka bölümü mekanik olarak temizlenemediği için birikimler orada oluşur. Çoğu ağız kokusu durumlarının tedavisine dilin fırçalanması ile başlanır.

Protez dişler, uygun yapılmamış kuron ve köprüler, ağız dokusuna uygun olamayan materyaller de ağız kokusunu oluşturan faktörlerdendir.
Halitozis oluşturabilecek diğer durumlarsa postnatal sızmayla karakterize kronik sinüzitis , faranjitis, tonsillitis, sifilitik ülserler, burun tümörleri , ağız tümörleri , kronik bronşitis ve orofarengial kavitelerin habis neoplazmalarıdır.
Nefesteki kokunun yoğunluğu yaşla birlikte artar. Ayrıca farklı yaş grupların spesifik ağız kokuları tespit edilmiştir.
Buna göre yaşları 2-5 yıl arasında değişen küçük çocuklar, tonsillerinde barınan besin ve bakterilerden ötürü oluşan bir ağız kokusuna sahiptir.Orta yaş grubundaki kişilerde çok şiddetli biçimde sabah nefes kokusu oluşur.
İleri yaş grubundakilerde ise ağız kokusu temiz olmayan protez ve akışkanlığını yitiren tükürüğün kokuşmasından kaynaklanır.
Sistemik hastalıklar sonucunda da ağız kokusu oluşur. Bu durumun en iyi bilinen örneği diabettir. Bu hastalarda ağızdan aseton , tatlı, meyva kokusu duyulur.Nefesteki amonyak ve idrar kokusu , üremi ve böbrek yetmezliğini akla getirmektedir.Ciddi karaciğer yetmezliğinde nefes tatlımsı bir amin kokusu , taze kadavra kokusuna benzemektedir.Tatlı bir asit kokusu, akut romatizmal ateşi çağrıştırır. Kötü kokuşmuş nefes , çürümüş et kokusuna benzer , bu da akciğerin apseleşmesine ya da bronş iltihabının yayılmasıyla oluşan bronşiyektaziye işaret eder.
Gastrointestinal bozukluklarda da nefes kokusu kötüdür. Duygusal yıkımlar da sindirimi etkiler ve vücut kimyası bazen nefesi etkileyebilir.
C vitamini yetersizliği ile oluşan Kronik skorbüt hastalığı olan kişilerde de kötü kokulu nefese rastlanır.
Yenilen yiyecekler de ağız kokusunda önemli rol oynar. Bir vejeteryan, çok fazla et yiyen bir kişiden daha az halitozise sahiptir. Çünkü sebzelerde protein maddelerin yıkım ürünleri çok azdır.

Et genellikle yağ içerir ve gastrointestinal sistemde oluşan uçucu yağ asitleri kana absorbe edilip nefesle salgılanır. Sarımsak, soğan , pırasa, alkol vb. maddelerin dolaşım sisteminde önce absorbe edilip sonra da akciğerlerce hava olarak dışarıya verilmesiyle kötü koku oluşur. Aşırı alkol içimi mikrobiyal floranın değişiminde başlıca rol oynar ve halitozis oluşturan koku fermente edici organizmaların poliferasyonuna neden olur.

Açlıkta oluşan ağız kokusu; pankreatik sıvının midede açlık periyodunda bozuşmasından kaynaklanır. Bu kokunun giderilmesi kolaydır. Hatta diş fırçalamasıyla bile ortadan kaldırılabilir.
İlaçların sistemik etkisine bağlı olarak da halitozis oluşabilir. Bazı antineoplastik ajanlar, antihistaminler, amphetaminler, trankilizanlar, diüretikler, fenotiaminler , atropin benzeri ilaçlar tükürük üretimini azaltırlar ve böylece oral kavitenin kendi kendini temizleme yeteneği azalmış olur ve buna bağlı halitozis oluşur.
Yaşlanma, çok sigara içimi , tükürük bezi aplazisi, 800 raddan fazla radyasyon tedavisi, kadında menopoz, yüksek ateş, dehidratasyonlu sistemik ve metabolik rahatsızlıklar, aşırı baharat kullanımı ağız kuruluğuna neden olur ve bu yüzden de halitozis oluşur.
Diş hekimi ağız kokusunun tanımını yapmak için önce iyi bir muayene yapmalı, aldığı anamnezleri dikkâtlice incelemeli , basit yöntemlerle koku ayrımını yapmalıdır.

Sistemik hastalıklarda oluşan kokular için medikal konsültasyona gidilmelidir. Kokuların lokal ya da sistemik faktörlerden oluştuğunun belirlenmesi oral kaviteden veya akciğerlerden kaynaklandığının belirlenmesi için hastaya basit bir yöntem uygulanır.
Diş hekimi hastadan dudaklarını sıkıca kapatmasını ve nefesini burun deliklerinden bırakmasını ister. Bu durumda koku on cm. uzakta duran başka bir kişi tarafından değerlendirildiğinde, koku varsa sistemik faktörlerden kaynaklanıyor demektir.
Hasta parmakları ile burnunu tıkayıp , dudaklarını da kapatıp soluk vermeyi bir an için durdurduktan sonra açıp soluk verdiğinde koku ağız yoluyla ortaya çıkıyorsa kokunun oral kavitedeki lokal faktörlerden kaynaklandığı söylenebilir.
Koku bu şekilde basit bir yöntemle değerlendirilebileceği gibi, denemesi ve tekrarı kolay olan gaz ölçen monitörlerle de ölçülebilir. Yapılan klinik çalışmalarla lokal faktörlerin neden olduğu ağız kokusu olgularının %90’nın başarı ile tedavi edileceği tespit edilmiştir.
Patolojik ve nonpatolojik orijinli halitozis genellikle patolojik durumun tedavi edilmesi ve oral hijyenin iyi derece de yerine getirilmesi ile düzelir.
Periodontal ceplerin yok edilmesi , oral hijyenin geliştirilmesi gıda birikimine sebep olan yerlerin düzeltilmesi, çürük dişlerin tedavisi , restorasyonun mümkün olmadığı durumlarda diş çekimi , diş eti hastalıklarının tedavisi ile ağız kokusu ortadan kaldırılır.
Yemek sonrası dil ve dişlerin fırçalanmasıyla da ağız kokusu etkili oranda azaltılabilir.

Ağız kokusunu oluşturan bileşenlerin birincil alanı dildir. Sabah şiddetli ağız kokusundan şikayet eden kişilerde dişlerin ve dilin yemek sonrası fırçalaması ve ağzın bir gargara ile çalkalanması ile sorun kontrol altına alınabilir.
Protez kullananlar protezlerini fırçalayarak ve dezenfektan solüsyonlarda tutarak temizlemelidirler.
Ağız kokusunu önlemek için doğal kaynaklardan da yararlanılabilir. Nane bunlardan biridir. Naneli sakızlar, şekerler kullanılabilir. Nanenin tükürük üzerinde de etkisi vardır. Naneli ürünlerin emilmesi tükürük oranını artıracak, tükürüğün alışkanlığını düzenleyecek , yiyecek artıklarının böylelikle uzaklaşması bir ölçüde sağlanacaktır.
Sakız çiğnemek, çiğneme kasları , yanak ve dilin çiğneme hareketleri ile yakından ilgilidir. Sakız besin artıklarının taşınması ve uzaklaştırılması ile oral kavitenin temizlenmesini sağlar.
Ağız suları, kokulu ürünler, naneli ağız spreyleri nefesteki kokuyu geçici olarak önlemeye yarayacaktır.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:56
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #17
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Bahar yorgunluğuna dikkat
Uzmanlar, bahar mevsiminde havadaki elektrik yükünün arttığına dikkat çekerek, bu yüklerden pozitif olanların vücutta zindelik, negatif olanların ise yorgunluk, halsizlik ve gerginliklere sebep olduğunu belirtiyor.

Taşıtların havayı kirletmesi, sanayi atıkları, trafik keşmekeşi sebebiyle şehirlerdeki elektrik yükünün daha fazla olduğunu vurgulayan uzmanlar, bahar aylarında hava sıcaklıklarına bağlı olarak insan metabolizmasında oluşan değişikliklerin yorgunluğu artırdığını ve bahar yorgunluklarının bir hastalık olarak tanımlanmamasına rağmen önlem alınmadığı takdirde kronikleşebileceğini belirtiyor.
.... sitesinden derlenen bilgilere göre, bahar aylarında özellikle romatizma, astım, kalp, mide ülseri ve hipertansiyonu bulunanların dikkatli olmaları gerektiği ifade ediliyor. Astım, saman nezlesi ve ürtiker, bahar mevsiminde en çok şikayetçi olunan rahatsızlıkların başında geliyor. Bu hastalıkların en sık gözlenen belirtileri ise burun akıntısı, hapşırma, öksürme ve nefeste tıkanma olarak tanımlanıyor. Uzmanlar, astım ve alerjik hastalıkların bahar aylarında daha sık görüldüğüne işaret ediyor. Bu hastalıklara bahar aylarında daha sık rastlanmasının başlıca sebebi olarak ise havaların ısınmasıyla birlikte atmosfer basıncındaki değişiklikler ve artık neredeyse bir kabus haline gelen havada uçuşan polenler gösteriliyor. Solunan havadaki nem miktarının faklılığı ve yine bu mevsimde soluduğumuz havaya karışan bitkilere ait polenlerin hastalıkta önemli rol oynadığı vurgulanıyor.





Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:57
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #18
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Göz Tembelliği
Göz tembelliği erken çocukluk çağında ortaya çıkan ve bir gözün yeterince görememesi şeklinde tanımlanabilecek bir durumdur. Göz temebelliğine her 100 kişiden 3’ünde rastlanmaktadır. Göz tembelliği ancak küçük yaşlarda tespit edilebilirse tedavi edilebileceğinden ebeveynlerin bu konuda son derece hassasiyet göstererek erken yaşlarda çocuklarının göz muayenesi olmalarını sağlamaları gerekir.


Normal Görme Nasıl Gelişir?

Bebekler doğduklarında ancak belirli oranlarda görebilmektedirler. Gözlerini kullandıkça görme potansiyelleri artmaktadır. İlk 9 yaş içinde görme sistemi tam olarak gelişmekte ve daha sonra belirgin bir değişiklik olmamaktadır. Eğer bir göz tüm düzeltmelere rağmen tam kapasiteli göremiyorsa bu durum kişinin hayatında olumsuz bazı etkilere yol açar. Mesela bazı mesleklerde (askerlik, pilotluk gibi) göz tembelliği olanlar yer alamazlar.

Göz Muayenesi Ne Zaman Yapılmalıdır?

Tüm çocukların 4 yaşına gelmeden önce herhangi bir sorun olmasa da mutlaka bir göz doktoru tarafından muayene edilmiş olması gerekmektedr. Bu arada doğumdan itibaren hem ailenin gözlemleri hem de çocuk doktorlarının bazı tespitleri ile gerekli hallerde çok erken dönemlerde de göz muayenesi yapılır.


Neler Göz Tembelliğine Yol Açabilir?

Göz tembelliği gözlerin normal kullanılmasını engelleyen her türlü durumda ortaya çıkabilir. Çoğu vakada göz tembelliğine yol açan durumlar kalıtsal olabilir. Özellikle ailesinde göz tembelliği olan çocuklar göz doktoru tarafından mutlaka muayene edilmelidir.


Göz tembelliğinin 3 temel sebebi bulunmaktadır:

Şaşılık: Kayan gözde genellikle tembellik oluşmaktadır.

Kırma Kusurları: Mevcut olan yüksek kırma kusuru nedeni ile bir göz diğerinden çok bulanık görmekte ise bu göz görsel gelişimini tamamlayamayarak tembel hale gelmektedir. Görünüşte gözlerde herhangi bir problem olmadığı için tespit edilmesi en zor olan göz tembelliği tipi budur. Aileler çocuklarının gözünde bir kayma tespit ettiklerinde hemen muayenesini sağlamakta ancak diğer durumlarda genellikle göz muayenesi okul dönemine kadar gecimekte ve bu durumda da çoğu kez geç kalınmış olmaktadır. Bu nedenle 4 yaş öncesinde tüm çocukların şikayet olsun almasın, mutlak surette göz muayenesi olmaları gerekmektedir.

Saydam olması gerekli göz dokularında bulanıklık: Bu durumun başında katarakt gelmektedir. Bu tip göz tembelliği en erken gelişen göz tembelliğidir. Dolayısı ile her yeni doğanın mutlak bir çocuk doktoru tarafından son derece kolay bir test olan kırmızı yansıma testine tabi tutulması ve bir anormallik halinde acilen göz doktoruna muayenesi gereklidir. Çünkü bu tip göz tembelliği çok erken ve çok derin olarak gelişmektedir. Doğumsal katarakt mümkün olan en kısa zamanda cerrahi olarak tedavi edilmelidir.


Göz Tembelliği Nasıl Teşhis Edilir?
Bu çoğu kez oldukça zor bir durumdur. Çünkü çocukların görme muayeneleri 3,5-4 yaş öncesinde oldukça güçlük arzetmektedir. Daha küçük çocuklarda ve bebeklerde sağlam gözün doktor tarafından elle kapatılması haline tepkiyi değerlendirmek gibi bir takım yöntemlerle göz tembelliği olan göz tespit edilmeye çalışılır. 4 yaş öncesi muayenede göz doktoru temel olarak şunları yapar:
· Gözlerde herhangi bir kayma olup olmadığını muayene eder.
· Saydam ortamlarda herhangi bir bulanıklık olup olmadığına bakar, göz bebeği bir damla ile genişletilerek, her iki gözün refraksiyon (kırma) değerleri ölçülür. Burada önemli olan nokta özellikle bir gözde, diğerinin çok üzerinde bir kırma kusuru olup olmadığıdır.
· Her iki gözdeki yüksek kırma kusurları da dikkate alınır.
· Retina (görme zarı) ve optik sinir (görme siniri) muayenesi de yapılarak muayene tamamlanır.


Göz tembelliği nasıl tedavi edilir?
Göz tembelliğinde tedavinin esası zayıf gözün kullandırılmasına dayanır. Bu, sağlam gözün özel bir bandajla haftalar bazen aylar boyunca kapatılması ile yapılır. Önce gerekli olan gözlük reçete edilir. Çocuk bunu kullanmaya başlar ve kapama tedavisi yapılır. Şaşılıkta eğer bir cerrahi müdahale yapılacaksa genellikle önce göz tembelliği giderilmeye çalışılmaktadır. Ameliyat öncesi belli bir dönem kapama tedavisi yapılır, ameliyat uygulanır, daha sonra bir müddet daha kapama yapılmaya devam edilir. Aileler ne yazık ki kayma ameliyatlarından sonra herşeyin yoluna girdiği düşüncesi ile kapama yapmayı bırakabilmektedirler. Tek başına cerrahi müdahale, oluşmuş göz tembelliğini gideremez. Göz doktorunuz kapamanın nasıl yapılması gerektiği ve kapama sırasında ne gibi şeyler yapılması gerektiğini size açıklar. Bundan sonrası ise tamamen sizin sabrınıza kalmıştır. Çocuklar kapama yapılmasından hiç hoşlanmazlar ve bunu reddederler. Ancak ebeveyn olarak bu dönem, sizin ilgi ve sabrınızla, başarılı bir şekilde yaşanabilir. Yaşamları boyunca göz tembelliklerinin mevcudiyeti nedeniyle yaşayacakları sıkıntıları düşünerek bu günlere sabırla yaklaşmalısınız.


Az görme önlenebilir bir problemdir
Başarıda en önemli nokta göz tembelliğinin teşhiş zamanıdır. Eğer erken teşhis ve düzenli tedavi yapılırsa çoğu kez normal görmeye ulaşılabilmektedir. 9 yaş sonrasında yapılacak kapamanın herhangi bir faydası olmamaktadır. Katarakt gibi sebeplerle ortaya çıkan göz tembelliklerinde çok seri davranmak gereklidir. Erken bebeklik dönemlerinde cerrahi ve kapama tedavileri ile müdahale yapılmalıdır.
Son düzenleyen GusinapsE; 22 Nisan 2006 03:23
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #19
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Polenlere dikkat

Uzmanlar, astıma ve alerjik hastalıklara, özellikle saman nezlesi denilen hastalığa yol açan alerjilerin başında polenlerin geldiğini belirterek, "Çiçeklerin üremesine yarayan küçük tanecikler, duyarlı insanlarda hem saman nezlesine hem de astıma yol açabiliyor. Türkiye bitki örtüsü bakımından çok geniş bir ülke ve polen konusunda da çok zengin. Alerjik hastalıklar için asıl tehlike oluşturan havaya karışan ve boyutları çok küçük olan polenler. Özellikle çayır polenleri, hububat polenleri ve yöreye göre çeşitli ağaç polenlerinin alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında rolü büyük" diyor.

Konuyla ilgili yapılan bir araştırmada ise, gelişmiş ülkelerde hem hava tahmin raporlarında hem de gazetelerde o dönemde havada uçuşan polen miktarlarının belirtildiği ve insanların uyarıldığı açıklandı. Türkiye de ise henüz böyle bir çalışma yok. Havada uçuşan polenler, insan sağlığı için ciddi tehlike oluşturmaya devam ediyor.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:57
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #20
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Miyop, Hipermetropi, Astigmat, Presbiyopi


Kırma kusuru ne demektir?

Gözlerimizin net görebilmesi için gelen ışınların kırılması (refraksiyona uğraması) ve retina adı verilen gözün arka tarafındaki ağ tabakada odaklaşması gereklidir. Kornea (gözün en dışındaki saydam tabaka) ve lens (göz merceği) bu gelen ışınları kırarlar. Eğer göz kendisine değişik uzaklıklardan gelen ışınları retinada odaklayabiliyorsa, gözün kırma fonksiyonu normal olur ve bu duruma emmetropi denir. Kırma kusuru olan gözlerde ışınlar retinada odaklaşamaz ve bulanık ya da çarpık bir görüntü oluşur.


Bunun iki ana sebebi vardır:

1. Gözün ön-arka uzunluğunun normalden fazla veya az olması
2. Kornea veya lensin kırıcılığının normalden farklı olmasıdır.
Miyopi, hipermetropi, astigmatizma ve presbiyopi temel kırma kusurlarına verilen isimlerdir.


Miyopi nedir ?

Miyopi, yakındaki cisimlerin net, uzaktakilerin bulanık görüldüğü bir kırma kusurudur. Ya gözün ön-arka uzunluğu ya da kornea veya lensin kırıcılığı normalden fazla olduğu için gelen ışınlar retinanın üzerinde değil, önünde odaklaşırlar. Miyopi kalıtsaldır ve genellikle 8-12 yaşında ortaya çıkar. Ergenlik döneminde vücudun hızlı gelişmesi gözleri de etkilediği için miyopi hızlı bir şekilde artar. Genellikle 20 yaş civarında sabitleşir.


Hipermetropi nedir ?

Hipermetropi, ya gözün ön-arka uzunluğu ya da kornea veya lensin kırıcılığı normalden az olduğu için gelen ışınların retinanın üzerinde değil, arkasında odaklaştığı bir kırma kusurudur. Görüntüyü retina üzerine düşürmek için gözün uyum yapması gerekmektedir. Bu uyum sayesinde genç hipermetroplar uzağı da yakını da net görebilirler. Fakat uyum için göz kaslarını zorladıklarından başağrısı ve gözlerde yorgunluk gibi şikayetleri olabilir. Miyopi gibi hipermetropi de kalıtsaldır. Bebekler ve küçük çocuklar genellikle hafif hipermetropturlar. aşla birlikte göz büyüdükçe hipermetropi azalır.



Astigmatizma nedir ?

Astigmatizma genellikle korneanın doğal yuvarlak yapısının yumurta gibi oval bir şekle dönüşmesinden kaynaklanan bir kırma kusurudur. Göze gelen ışınlar her açıda eşit kırılmazlar. Bu nedenle cisimler çarpık ve/veya bulanık gözükür. Astigmatizma tek başına veya miyop ya da hipermetropla birlikte olabilir.


Presbiyopi nedir ?

Presbiyopi yaşla birlikte ortaya çıkan yakını görme güçlüğüdür. Gençken göz merceği elastiktir ve kolayca uyum yaparak yakındaki cisimlerin net görülmesini sağlar. Yaşla birlikte bu elastikiyet azalır ve yakını görme zorlaşır. Dolayısıyla hipermetropidekine benzer bir şekilde yakındaki cisimlerden gelen ışınlar retinanın arkasında odaklaşırlar.
Son düzenleyen GusinapsE; 22 Nisan 2006 03:24

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış