Arama

Pierre Auguste Renoir

Güncelleme: 9 Nisan 2016 Gösterim: 35.331 Cevap: 17
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  renoir.JPG
Gösterim: 4032
Boyut:  61.1 KB
Pierre Auguste Renoir
(1841 - 1919)

Sponsorlu Bağlantılar
Fransa'da Limoges'de doğdu. Aile daha Renoir küçükken Paris'e taşındı. Ondört yaşında bir porselen ressamının çırağı oldu ve 1858'e kadar bu işle uğraştı. Bu yıllarında ışık ve parlak renk konusunda tecrübe kazandı. Onyedi yaşını yelpazeler, avize ve perdeler üzerine büyük ressamların resimlerini geçirdi.
1862'de Ingres'nin bir öğrencisi olan Marc-Gabriel-Charles Gleyer'in stüdyosuna girdi ve orada Monet, Sisley ve Bazzile'den oluşan ve İzlenimciler olarak sanat tarihinde kendilerine önemli bir yer yapacak olan bir küme ressamla kalıcı dostluk kurdu. Ancak daha o sıralar klasiğin "yüce biçem"leriyle alay eden bu sanatçılardan ayrı olarak, Renoir bu ustalara çok önem veriyor, resimlerini dikkatle inceliyordu.
Renoir yoksul bir hayat sürüyordu. Kendisi gibi parasız olan Monet ile birlikte Seine Irmağı (-izlenimciliğin çıkış yeri) kıyısında ressam sehpalarını kurdular. Bu iki ressamın resimleri öyle benzeşiyordu ki kırk yıl sonra bu dönemin resimlerine baktıklarında Monet hangisinin kendisine ait olduğunu çıkaramayacaktı. Aynı fırça darbelerini ve aynı arı renkleri kullanıyorlardı. Renoir Monet’in ışığı kullanma biçiminden etkilenmişti, ancak o Monet gibi doğa resimleri değil insen betimlemeleri çiziyordu.
Sanatçı’nın etkilendiği diğer bir kişi de Delacroix’du. Renoir özellikle onun renklerinden çok etkileniyordu.
Bu çalışmalar sürerken Renoir biriktirdiği bir miktar parayla Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim ve anatomi dersleri almaya başladı. Fakat hiçbir zaman akademik bakış açısını beğenmedi. Öte yandan da ona bir ressam olması için sunduğu temel bilgi ve disiplini almaktan geri kalmadı. Bu dönemde Raphael, Titian ve Rubens her zaman beğendiği ve dikkatle incelediği ressamlardı.
Yaşadığı yer tipik bir 18. yüzyıl felsefesinin oluşturduğu kültürel bir ortamı yansıtıyordu. Orta sınıfın yaşamın tadını çıkardığı bir dönem ahlaki yapısı Renoir’in tablolarında da göze çarpıyordu. Özellikle sanatçı gençlik yıllarında, bu ruh durumunun sevincini, mutluluğunu ve gevşekliğini yansıttı tablolarına.
Onun ilk başarısı “Ateşin Çevresinde Geyiğiyle Dans Eden Esmeralda” resmiyledir.
1864'’de bu resim Paris'te Fransa'nın resmi sergi sarayı olan Salon'da sergilendi. Ama Renoir bilinmeyen bir nedenle sergiden sonra bu resmi yoketti. Bu da 1866 sergisinde geri çevrilmesine sebep oldu. Ancak izleyen yıllarda resimleri düzenli olarak kabul edilmeye başlandı.

1870'de bir portre ressamı olarak başarılar elde etmeye başladıysa da bu uzunca bir süre ekonomik bir başarıya dönüşemedi. Tersine sanatçı sık sık resimlerini yemek ve erzağa karşılık değiş tokuş etmek zorunda kalıyordu.
1873'lere gelindiğinde Salon, renkleri kullanma yöntemi yüzünden sanatçının resimlerini yine reddetti. Ertesi yıl Renoir, Monet ve başka sanatçılar bu sergiye almaşık yeni bir sergi düzenlemeye giriştiler. Bir yıl sonra, ilkbaharda Salon'un dışında yeni bir sergi açıldı. İzlenimcilerin ilk sergileri olan bu sergi, onları çok tatmin etmese de karamsarlığa da itmedi. Ancak ertesi yıl sergide izleyiciler bir açıkarttırma sırasında o denli saldırganlaştılar ki sonunda araya polisin girmesi gerekti. Bu saldırganlaşma ne yazık ki resimleri önce kim kapar yüzünden olmamıştı. Tersine, bir eleştirmene göre bu resimlere bakabilmek için insanın "onbeş metre ötede durup gözlerini şaşı yapması" gerekiyordu.
İzlenimcilikten ayrılıyor..
Renoir uzlaşmacı bir kişiliğe sahipti. 1878'de yeniden Salon'a başvurduktan sonra kendini İzlenimciler'den uzaklaştırmaya başladı. 1881'de bir tecimcinin resimlerini düzenli olarak satın almaya başlamasıyla parasal kaygılardan büyük ölçüde kurtuldu. Ertesi yıl açık olarak onu korkuttuğunu söylediği devrimci görünüşten uzaklaşmak istediğini söyledi. Bu yıllara geldiğinde Renoir artık kendini 'İzlenimciliğin götürebileceği denli uzağa gelmiş' görüyor ve artık bu akımın yalnızca 'görsel' olan yanının doyurucu bulmuyordu ve onun"bir çıkmaz-sokak" olduğunu düşünüyordu.
Bu uzaklaşma sadece uzlaşmacı kişilikle de açıklanamazdı. Onun İzlenimcilerden uzaklaşmasının en büyük sebebi İtalya yolculuğuydu. Bu yolculuk sırasında büyük İtalyan yağlı boya ustalarını keşfetti. Bu da İzlenimcilik konusundaki eleştirilerini güçlendirdi. Döndüğünde resimlerinde daha büyük bir birliğe ulaşmak için çaba göstermeye karar verdi.
O sıralar beğendiği ressamlar arasında Courbert, Watteau ve Fragonard vardı, ve onu izlenimcilerden ayıran en büyük tavır da “hala müzedeki büyük ustaların resimlerini incelemenin çok yararlı olacağı düşüncesi”ydi. Zira İzlenimciler geçmişi ve klasik olanı reddetme eğilimindeydiler. İzlenimciler klasik 18. yüzyıl ahlakını yansıtıyorlar iyiye doğru bir gidiş olduğunu savunuyorlardı. Ama Renoir kötülüğün de resme girebileceğini ve yaşananın darlık içinde gerçekleştiğine inanıyordu. Yani karamsar bir tutum içine girmişti. Zamanla "Klasiğin dışında hiçbirşey yoktur" vargısına ulaşan sanatçı ne denli usta olursa olsun bir sanatçının her zaman öğrenebileceği yeni pekçok şey olduğuna inanıyordu.
Bu değişikliği gösteren eser de Şemsiyler adlı tablosudur. Sanatçınını değişimi gösterir Şemsiyeler. Yolculuk esnasında başlamıştı esere ve bitirdiğinde eskiden çok farklı bir tarza ulaştığını farketti. İzlenimciliğe şu sözle karşı çıktı: Bu dönemde zamanının temalarından daha kalıcı temalara yöneldi ve çıplak resimlerine ağırlık verdi. 1880'lerde Renoir'in İzlenimciliğin hafif renklerinden git gide uzaklaştığı görülür. Aynı zamanda bu döneminde yoğun olarak belli belirsiz ortamlarda genç kızların tablolarını yapmaya girişti. Biçemi ustalaşıp yalınlaştıkça mitolojik temalara yöneldi ve yeğlediği kadın tipi daha olgunlaşıp büyüdü.
Renoir, zamanın büyük bestecilerinden sayılan Richard Wagner'e karşı Fransız ustalarını yeğliyordu.
1887'de Yıkananlar olarak bilinen bir dizi çıplak resim çalışmasını tamamladı.
Sanatçı romatizmaya yakalandıktan kısa bir süre sonra 1897'de aile Nice yakınlarındaki Cagnes'e taşındı. İlerlerleyen yıllarda Renoir'nın romatizması onu iyice zayıflattı ve 1903'den başlayarak yaşamını güney Fransa'nın sıcağında sürdürmesi gerekti. 1912'de romatizması o denli ilerlemişti ki artık koltuksuz gezemiyordu. Buna karşın yaşamının son günlerine dek resim yapmayı sürdürmeye kararlıydı. Tarihe kattığı her bir parça güzelliğin kar olduğunu düşünüyordu. Son zamanlarda parmaklarının arasına bir fırça bağlıyor, o şekilde resimleri üzerinde çalışıyordu. Bu dönemde ayrıca heykeltışarlığa da el attı ve kendi gücü yetmediğinden yanında bulundurduğu yardımcılarını yönetiyor, onların ellerini kendi elleri gibi kullanıyordu.
1915'te karısı, I. Dünya Savaşı'nda yaralanan oğullarına bakmaktan yorgun düşerek öldü. Kendisi bundan dört yıl sonra öldü. Ölmeden bir gün önce "Henüz ilerliyorum," diyordu ve aynı gün Louvre'a son bir kez beğendiği resimleri görmek için gitti. Ertesi gün bir çiçek çalışmasını tamamladı ve "Bugün yeni birşeyler öğrendiğimi düşünüyorum," dedi.


Son düzenleyen Safi; 9 Nisan 2016 11:40
Biyografi Konusu: Pierre Auguste Renoir nereli hayatı kimdir.
HerHangiBiri - avatarı
HerHangiBiri
Ziyaretçi
12 Aralık 2008       Mesaj #2
HerHangiBiri - avatarı
Ziyaretçi
Auguste Renoir(1841-1919)
Ad:  renoir1.JPG
Gösterim: 1028
Boyut:  19.6 KB
Sponsorlu Bağlantılar

1841 yılında Limoges’da dünyaya gelmiştir. Resme olan yeteneğini gören babası onu 13 yaşında iken bir porselen yapımcısının yanına verir. Orada seramik üzerine resim yapıyordu. Daha sonraları, geçim kaygısıyla stor ve yelpaze de boyamıştır. Bu arada para biriktirmiş ve 1862’de Güzel Sanatlar Okuluna yazılmıştır. Bir yandan Gleyre’in atölyesine devam eden Renoir, orada Monet’ye, Basille’e ve Sisley’e rastlar. 1864’de atölye kapanınca arkadaşları ile birlikte oradan ayrılır. 1864 Devlet Resim Sergisinde Esmeralda adlı eseriyle boy gösterir. Ertesi yılın sergisinde ise Sisley’in Portresi ile Yaz Gecesi tabloları yer alacaktır.

Renoir’ın ilk resimleri Diaz’ın, Courbet’nin etkilerini taşırsa da Renoir 1868’den sonra Monet’nin etkisine girmeye başlar, 1868 ve 1869 da Ville d’Avray’de, ya da Croissy adasının bulunduğu yerdeki Seine kıyılarında Monet ile birlikte çalışır. Burada yaptığı La GrenouiIlère tablosu Monet’nin ayni addaki tablosunun konusunu işler. Ama aynı yıl içinde yaptığı Sisley’in Evi gene Courbet’yi hatırlatır.

1870 Savaşını Bordeaux’ süvari birliğinde geçiren Renoir, savaş bitince gene Paris’e gelir. Ama sık sık Bougivale, Saint-Cloud’ya, Louveciennes’e giderek açık havada çalışır. Renoir, doğadaki ışık ve renk üzerine eğilen Monet’nin yanı sıra günlük hayatı resimlerine konu alan Manet’nin etkisine de kapılır. 1876’de boyadığı Moulin de la Galette bu ikili etkiyi belirli bir biçimde gösterir. 1873’te gene Monet ile aynı konuda birer tablo yaparlar: Marc aux Canards.

İzlenimcilerin ilk sergisini düzenleyen Renoir’dır. Renoir bu yıllarda yaptığı portreler hep açık havada yapılmıştır. Oysa Monet ile Pissarro’nun açık hava çalışmaları, daha çok, manzara resimleridir.

Resim, Auguste Renoir’ın 1876’da yapılmış ve bir açık hava eğlentisini betimleyen tablosunu gösteriyor. Renoir , kalabalığın neşeli devinimini yakalamayı seviyor, coşkulu güzelliğin büyüsüne kendini bırakabiliyor. Ama onun asıl niyeti başkadır. O, parlak renklerin canlı çeşitliliğini çağrıştırmak ve kalabalığın burgacı üstünde güneşin etkisini incelemek istiyor. Bu tablo, Manet’nin yaptığı Monet’nin Kayığı ile karşılaştırılsa bile, bitmemiş gibi, taslak halindeymiş gibi görünüyor. Yalnızca ön düzlemdeki birkaç figürün başı, az çok ayrıntıyla imgeleştirilmiş, ama tablo bir tüm olarak, çok atak ve karşı-gelenekçi. Oturan bayanın gözleri ve alnı gölgede kayboluyor; güneş ise ağzında ve çenesinde oynuyor. Canlı giysisi, Frans Hals veya Velàsquez’in kullandıklarından çok daha korkusuzca, özgür fırça vuruşlarıyla boyanmış. Ama bunlar, dikkatle baktığımız figürlerdir. Arkada ise biçimler, havada ve güneş ışığında giderek daha bir çözülüyor. Hemen ayırdına varıyoruz ki bu tablolar, taslak gibi görünseler de, bir savsaklamanın değil, tersine, derin bir resimsel deney’in ürünüdür. Eğer Renoir her ayrıntıyı çizmiş olsaydı, tablo cansız ve sıkıcı bir şey olurdu. Gördüğümüz gibi, doğayı yansıtma yöntemi bulununca, XV. yüzyıl sanatçıları arasında da böyle bir çatışma çıkmıştı. Aynı şey, figürlere katılık ve sertlik veren perspektifle doğalcılık için de söylenebilir. Anımsanacağı üzere, bu güçlüğü, yalnızca Leonardo’nun dehası, sfumato (giderek erime) yöntemi sayesinde, biçimleri gölgede eriterek aşmıştır. Fakat Leonardo’nun koyu gölgelerini açık havada bulamadığımıza göre, İzlenimciler için bu geleneksel yol da kapanmıştı. Bu nedenle onlar, kenar çizgilerinin bilinçli olarak aşındırılması yolunda, önceki kuşakların başarılarının çok ötesine gitmek zorunda kaldılar.

İnsan gözünün şahane bir araç olduğunu biliyorlardı. Yeter ki ona, doğru uyarıda bulunulsun. Sonra göz, biçimi, nasıl olması gerekirse öyle oluşturur. Ne var. ki-bu resimlere bakmasını bilmek gerekir. İzlenimci serginin ilk ziyaretçileri, o tablolarda, keyfi fırça vuruşlarının oluşturduğu karışıklıktan başka bir şey bulmamışlar ve ressamları da deli sanmışlardı.
Renoir 1874—1877 yıllarında izlenimcilerin bütün sergilerine katılır.

Ama 1879 yılında Devlet Resim sergisine resim vermeyi yeğler. Bu yıldan sonra Renoir devlet sergisini izlenimcilerin sergisinden üstün tutmaya başlar ve az çok arkadaşlarından ayrılmış olur.

1881 martında Cezayir’e gider ve aynı yılın sonbaharında İtalya’ya geçer. Venedik’te, Roma’da, Floransa’da, Napoli’de, Pompei’de, dolaşır. 1882 yılı ocak ayında Palermo’da Richard Wagner’in Portresi’ni boyar. 1883 sonbaharında Renoir, bu kez Monet ile gelir İtalya’ya ve bir süre Cenova’da kaldıktan sonra gene Monet ile birlikte Estaque’e Cézanne’ın yanına gider.

İngresci dönem araştırmalar
1881-1882’de İtalya’da bir süre kalan sanatçı, orada Floransalı ustaları, Raffaello’yu, Pompei’deki freskleri yakından inceleme fırsatını buldu. 1883-1884 yılları arasındaysa izlenimciikten daha da kopmuş olduğunu açıkladı: 1883’e doğru bir kopukluk olduğunu söyleyen sanatçı, izlenimciliğin sonuna kadar gittiğine ve belli bir noktadan sonra ne resim yapmayı, ne de desen çizmeyi bildiği sonucuna vardığına, kısacası çıkmaza girdiğine inanmıştı.

Renoir’ın “kuru ya da “Ingresvari (1889-1890) olarak nitelenen yeni çalışma döneminin başlıca özelliği, desenin daha belirgin olması ve aplalara yer vermesidir (yani renkleri düz olarak sürmesi); daha sonra figürleri belirgin konturlarla çevirmeye ve ışığı tekdüze bir biçimde dağıtmaya başladı.

1885, 1888, 1889 yıllarında Renoir, gene uzun bir süre Cézanne’ın yanında kalır.

“Sedefli''? dönem ve son yapıtlar1890’a doğru Renoir’m yeni bir üslup edindiği görüldü; bunun başlıca özelliği, fırça tuşlarının çok daha yumuşak ve akıcı olmaları ve sanatçının saydamlık etkilerine yer vermesidir. Bu dönem “sedefli''? dönem (1890-1897) olarak adlandırılır. Sedefli üslubun, ellisine yaklaşan Renoir tarafmdan benimsenmesi rastlantısal değildir. Sanatçı, Andr Lhote’a göre bu dönemde gençlik yapıtlarının çatlak çatlak olduğunu, tonlarrının da bozulduğunu fark etmiş ve bundan böyle karıştırdığı boyalara dikkat etmeye başlamıştı. Gerçekten de, Rubens gibi, boyaları karıştırma işini en aza indirdi; Yalnızca ince ve tek bir boya tabakasıyla yetindi.

Piyano Çalan Genç Kızlar (1892) sanatçının devlet tarafından satın alınan tuvali oldu; bu, söz konusu dönemin ünlü bir yapıtıdır. Artık çalışmaları ilgi çekmeye başlamıştı. 1897’den sonra ve yaşamının sonuna kadar Renoir, içinden geldiği gibi ve dolaysız bir biçimde, rötuşlara başvurmadan çalışmaya başladı; bu biçimde pek çok tombul ve çıplak kadın resmini çoğunlukla bir oturuşta ve aşıboyası-kırmızı ağırlıklı renklerle gerçekleştirdi. G.H.

1891’de Tamaris-sur mer’e, 1892’de İspanya’ya gider. Böylece hayatı Paris’teki atelyesi ile yolculukları arasında geçer. 1893 kışını Beaulieu’de geçirir. 1897, 1898 yıllarında ise Dieppe yakınlarındaki Berneval’de kalır.

1898 yılında romatizmaya tutulur. Ama İtalya’da ve Fransa’daki kaplıcalar onu iki yıl içinde bu derdinden kurtarırlar. 1900’de Légion d’honneur nışanını da alan Renoir 1901’de yeniden Cannes yakınındaki Trayas’a gider. Kışı orada geçirir. 1903 de Cagnes’da bir yer satınalıp ev yaptırtır. Hayatının geri kalan bölümünde kışları hep burada geçirir.

1905 yılı Sonbahar Sergisi’nde sergilediği resimlerle tam bir zafer kazanır. Ama romatizma ağrıları yeniden başlamıştır. 1912’de artık fırça tutamayacak bir hale gelir. 1919 ağustosunda Louvre müzesi Bayan Charpentier tablosunu satın alınır.Kendisi de 3 aralık 1919’da Cagnes’da ölür.
Son düzenleyen Safi; 9 Nisan 2016 11:50
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
11 Temmuz 2015       Mesaj #3
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi
Pierre Auguste Renoir, 25 Şubat 1841′de, bir esnaf ailesinin çocuğu olarak, Fransa’nın Limoges Şehri’nde dünyaya geldi. Babası terzilik yapıyordu. Pierre Auguste, ailenin dördüncü çocuğuydu. Ailenin gelirini düzeltmek için babası Paris’e yerleştiği zaman, küçük Pierre henüz dört yaşındaydı. İlkokula giderken babasının dükkanında çalışıyor, ona yardım ediyordu. 13 yaşında iken, ailesinin gelirine yardımı dokunsun diye, bir porselen süslemecisinin yanına çırak olarak verdiler Porselen eşya üzerine resim yapa yapa, ressamlığın teknik yanlarını öğrendi. Öğleye kadar porselen işinde çalışıyor, öğleden sonra Louvre Müzesi’ne giderek hayranı olduğu ustaların eserlerini kopya ediyordu. Sonradan kendisini Tiziano, Vecellio, Tintoretto, Rubens, Fragonard, Delacroix gibi ressamlar zincirine bağlayacak olan zevk, eğitimi böylece kendini gösterdi.

Porselen sanayindeki gelişmeler sonunda ıstampa ve baskı metodları ortaya çıktı. Pierre 1858′de açıkta kaldı. Kendine yeni bir iş aradı. Bir yelpazecinin yanında iş buldu. Artık kumaşlar ve yelpazeler üzerine resim yaparak para kazanıyordu. Bu çalışmaları sırasında büyük bir fırça hakimiyeti ve çabukluğuyle hemen dikkati çekti. Zamanla biraz para biriktirmeyi de başaran Renoir, 1862′de Güzel Sanatlar Okulu’na girdi ve ressam Gleyre’nin atölyesinde çalışmaya başladı. Yakın arkadaşlıklarını hayatının sonuna kadar muhafaza edeceği Bazille, Monet, Sisley gibi genç ressamlarla burada tanıştı. Gelecek yıllarda ortaya çıkacak «İzlenimcilik = Empresyonizm»in tohumları böylece atılmış oluyordu. Renoir’ın henüz Courbet tarzındaki koyu renklerine karşılık, bu gençler daha açık renklerle paletlerini dolduruyorlardı.

Ertesi yıl aralarına yeni arkadaşlar da katıldı. Vakitlerini Louvre Müzesi’nde ve Fontainebleau Ormanı’nda geçiriyorlardı. Ormanda resim yaptığı bir gün Diaz de la Pena adlı bir İspanyol ressamıyla tanıştı. Barbizon Okulu’nun eski öğretmenlerinden olan ressamın Diaz’dan tabiat sevgisini ve renkleri nasıl kullanacağım öğrendi. Diaz, ona gördüğü manzaranın renklerini daha parlak bir şekilde tuvale sürmesini gerektiğini öğretti.

Mali bakımdan sıkıntıya düşmesine rağmen hayatından memnundu ve zevkle çalışmaya devam ediyordu. Eserlerinden biri 1863′teki «Yıllık Resmi Sergi»ye kabul edilmiş, fakat yeni resim akımlarına yakın olan tabloları reddedilmişti. Renoir’in hayran olduğu Courbet (1819 – 1877) bile, o günlerde «ihtilalci» ve resim sanatına zararlı bir ressam sayılıyordu; eserleri resmi sergilere alınmıyordu.

Renoir’in bu döneminde, «Yıllık Sergi»ye kabul edilmeyen bir ressamın eserlerine alıcı bulabilmesi son derece güçtü. 1863 sergisine hiçbir arkadaşının eseri alınmamıştı. 1864′te reddedilen tabloları 1865 «Sergi»sine alındı. Ressam Bazille zengin bir ailenin çocuğuydu, Renoir’e yardım ediyordu. 1867′deki Yıllık Resmi Sergi, Renoir’dan hiçbir resim kabul etmedi. Jüri üyeleri onu «aşırı yeni» buluyorlardı. 1868 yılında «Lise» adlı tablosunun «Sergi»ye alınıp büyük ilgi çekmesi, 29 yaşındaki ressama Paris sanat çevrelerinin kapılarını açtı.

Genç sanatçı bundan sonra, «Guerbois» kahvesinde sık sık toplanan grupla yakın temas kurdu. Buraya devam eden topluluğun önderi ve artık ustalığını sanat çevrelerine kabul ettirmiş olan Manet‘nin yanısıra Degas, Bazille, Sisley, Monet, Pissarro, Cézanne, Fantin-Latour gibi ressamlar; fotoğrafçı Nadar ile Astruc, Duranty, Duret, Zola gibi yazar ve eleştirmenlerle arkadaş oldu. Görüşmeleri sırasında topluluğun özel bir sergi açması gerektiği fikri yavaş yavaş zihinlerinde yeretti.

Fakat «empresyonist» denilen bu gençlerin sergilerini açmak bir türlü mümkün olmuyor, açılış tarihi durmadan erteleniyordu. Buna sebep, önce 1870 yılındaki Alman Savaşı, sonra ressamları ayıran görüş farkları ve nihayet mali dertlerdi. Sonunda Renoir’in gayretiyle sergi, 1874 yılında, fotoğrafçı Nadar’ın stüdyosunda açılabildi.

Olay büyük akisler uyandırdı. Kimisi gülüyor, alay ediyor; kimi de resimde yepyeni bir görüşü temsil eden bu genç ressamların eserlerine tiksintiyle bakıp onları insafsızca yeriyordu. Fakat sergi reklam yönünden su götürmez bir başarı sağlamıştı. Halk o güne kadar üvey evlat muamelesi gören bu sanatçıları artık tanıyordu. Renoir’in bu sergideki tablosu «Luca» adlı eseriydi.

1874 yılı «Sergi»si ve onu takip eden 1876, 1877, 1879, 1882 (Degas ile arasındaki anlaşmazlık yüzünden Renoir, 1880 ve 1886′da Sergi’ye katılmamıştır) yıllarındaki «Sergi»ler belki, ağır, fakat emin adımlarla gelişen empresyonist akımına taraftar çevrelerin genişlemesine yardımcı oldu. Artık resimleri satılıyor, tablo tacirleri onların peşinde koşuyorlardı.

Renoir, 1870 ile 1880 arasında empresyonist döneminin en güzel yapıtlarını verdi. 1880′de, aşık olduğu modeli Aline Charigot ile evlendi. 1881′de İtalya’ya gitti. Bu geziden sonra resim hayatında yeni bir dönem başladı. Zola’nın «aktüaliteci» dediği dönem bitti, «klasik»dönem başladı. İtalya’da Raffaello‘nun resimlerini ve Pompei fresklerini gördükten sonra: «Resmimde bir kırılma oldu. Empresyonizmin en son noktasına ulaştıktan sonra bir de baktım ki ne desen çizmesini, ne de boyamasını bilmiyormuşum. Tek kelimeyle, bir çıkmazdaymışım,» dedi.

1895′den sonra Renoir’in «olgunluk» dönemi başladı. Resim yapmaktan, son yıllarına kadar vazgeçmedi. Ağır bir romatizma, fırça tutmasını bile engelliyordu. Son yıllarında heykel de yaptı. Resim yaparken fırçayı iki parmağının arasına iple bağlatıyordu. En sadık modeli Gabrielle Renard’ın resimleriyle, resim hayatını kapadı. Hem aşçı, hem hizmetçi, hem de çocuklarının dadısı olan bu kadın, Renoir’in resimlerinde görülen canlılığın sebeplerinden biridir.

Güney Fransa’ya, 1901′de bir köşk alıp yerleşmişti. 3 Aralık 1919′da Cagnes’teki evinde, 78 yaşında öldü.

Kaynak:
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
9 Nisan 2016       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Pierre Auguste Renoir

Ad:  Pierre Auguste Renoir1.jpg
Gösterim: 1083
Boyut:  43.4 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
9 Nisan 2016       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Pierre Auguste Renoir

Ad:  Pierre Auguste Renoir2.jpg
Gösterim: 1020
Boyut:  50.8 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
9 Nisan 2016       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Pierre Auguste Renoir

Ad:  Pierre Auguste Renoir3.jpg
Gösterim: 837
Boyut:  47.7 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
9 Nisan 2016       Mesaj #7
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Pierre Auguste Renoir

Ad:  Pierre Auguste Renoir4.jpg
Gösterim: 998
Boyut:  53.7 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
9 Nisan 2016       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Pierre Auguste Renoir

Ad:  Pierre Auguste Renoir5.jpg
Gösterim: 1388
Boyut:  72.4 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
9 Nisan 2016       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Pierre Auguste Renoir

Ad:  Pierre Auguste Renoir6.jpg
Gösterim: 1171
Boyut:  62.3 KB
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
9 Nisan 2016       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Pierre Auguste Renoir

Ad:  Pierre Auguste Renoir7.jpg
Gösterim: 1442
Boyut:  48.6 KB
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

9 Nisan 2016 / Misafir Cevaplanmış
17 Kasım 2015 / ThinkerBeLL Sinema ww
14 Ekim 2015 / Mira Bilim ww
17 Temmuz 2015 / Safi Sanat ww
29 Haziran 2012 / Mira Siyaset ww