Arama

Sanat ve Çağdaş Sanat Kavramı

Güncelleme: 15 Ağustos 2008 Gösterim: 15.515 Cevap: 3
Asi-BeL - avatarı
Asi-BeL
Ziyaretçi
17 Aralık 2006       Mesaj #1
Asi-BeL - avatarı
Ziyaretçi
Sanatın tanımı ,bir sanat eserinin hangi özellikleri taşıması gereği konusunda, yapılan tarifler içinde, kavramın hakkını en doğru verenin- Sanat eserinin toplumsal realite geliştirici
özellikte olması - şeklinde ifade bulan tanımlanma olduğu kanısındayım.Tariflerin tanımların gelişen değişen kavramlarla orantılı değişim gereği ,elimizdeki tanımların güncelliğini sürekli kontrol etme zorunluğunu doğurur. Toplumsal realite gelişiminde sanatla beraber görev yapan diğer iki etkinliği -Bilim ve manevi disiplinler olan"felsefe ve din"şeklinde özetliyerek,.bu üçlü sac ayağının beraberliğinin öneminide vurgulamamız gerekir zannederim.
Sponsorlu Bağlantılar
Sanat tarihine yönelik araştırmazlarımızla,sanatta gördüğümüz en temel ve tek değişmez özelliğin,değişimin kendisi olduğudur., Her akımın çerçevesini çizdiği dönemsel değerlerle üretilen eserler, bir sonraki döneme temel teşkil etsede,yeni akımlarda eski anlayış kriterlerini aramak,yeninin doğasına aykırı düşmesinden dolayı bulmayacağımız bir şeyi boşuna arama anlamını taşır..Bu değişim ve farklılaşım aktivasyonu ile gelişen sanat kavramı toplumsal bilincin genişleyen perspektifini oluştururken,dünyaya bakan yeni bir pencere açar hayatlarımıza.
Sanat -bilim ve manevi olguların, sürekli değişim ve gelişiminin ortaya koyduğu yeni ve farklı kriterlerin, eski kriterlerle anlaşılıp değerlendirilememesi ,yeniye duyulan şüphenin kaynağını oluşturur. Bu şüphenin ortadan kalkması ise,öncü değerindeki eserlerin,sahip olduğu farklı bakış açısı ile zamanla ilerleyen toplumsal bilincin gelişen kapsama alanının,bu mahiyetteki eserleri kapsayacak konuma
gelmesi ile gerçekleşir.
Sanat eserinin yaşanılan uzay zaman dönemi üst frekansını taşıyan değerlerle donanmış olması,verilen eserin öncülük vasfını oluştururken çağdaşlık kriterinide yakalamış olduğunu gösterir.Öncü,çağdaş olan eserlerin, ancak öncü karekterdeki ve her dönem çok az sayıdaki seçkin sanatçılar tarafından yaratılmış olmasının sırları acaba nelerdir?Sanatçının doğuştan getirdiği yeteneğinin yanında en az yeteneği kadar hatta ondan önemli olan unsurlar hangileridir.
Cesaret,doğru bildiğini her şeye karşı müdafa yeteneği,gelişmiş bir irade gücü bu unsurların önemlilerindendir.
Cesaret,yeni değerleri sergilenmesi ile karşısına aldığı banazlıklarla,irade bu müdafaların sürdürülebilme gücü açısından sanatçının karekter yapısının olmasa olmazlarıdır.Çağdaş sanatçı eski kurallara uyan değil kuralları koyandır.
Avan gard sanatçıların sanatları ile ortaya koyduğu yenilikler gibi,sosyal hayatlarındada basma kalıplıklardan,klişelerden arınmış özgün bir yaşam sergilemeleri,sanatçının sadece eseri ile değil,en temel eseri olan hayatı,yaşantısı ile kökten bir artis olduğunun göstergesidir.
Öncü değerdeki eserlerin toplum tarafından anlaşılmasının getirdiği zorlukla,üvey evlat muamelesi görmesi,onu yaratan sanatçının dramı olarak öncülüğünün.paradoksal mükafatı olur.Bazı sanatçılar toplumsal değer yargılarının alt kategori basamaklarından kaynaklanan eleştirilere dayanamayarak,onların kolayca beğeneceği kiç olgulara yönelerek yaşadıkları dönemi kurtadıklarını sanarak sonsuzluğu satarlar.
Bu bakış açısından,sanatın tekrar mevzusuna girmesi,kısır döngüyle yaşanması demek olan geçmiş dönem değerleri ile eserler verilmesi,bir otomobil şirketinin sürekli aynı modeli önceki modellerden hiç bir değişim olmadan üretmesinden farklı bir anlam taşımaz.Bu anlamdaki bir eseri belirleyen kelime ise sanat değil zenattır .
Sanat,bilim ve soyut bilimler toplumların sonsuzluk yolculuğunda bindikleri vasıtanın lokomotifi olma durumundadırlar.Bu üç disiplinin ortaya koyduğu öncü eserlerin sahip olduğu sinerji ile sonsuz sınırsızlıktaki ebedi yolculuğun,bilinmeyen ülkelerine gidilme imkanı yaratılmış olur.
.Evrensel var oluşun sürekli değişime,gelişime programlanmış bu kurgusunu idrak edenler,gidilen her yeni ülkenin ötelerinde,bambaşka değerlerle yaşanan ülkeler olduğunu görmesede gelişen sezgileri ile kabul edenlerdir.
Evrensel-Global varoluşta sanatçının aydınlatıcı fonksiyonelliğini en doğru şekilde vurgulaması için,yukarıda belirtilen hasletlerin dışında çağının genel realitesi üstü bilgilerle donanmış olması gerekir.Bir sanatçı,çağının tanığı olarak,bilim felsefesinden, maneviyat denilen ve henüz bilimsel safaya geçmemiş, ama kendi içeriğinde gene bir verite olan değerlerden ,çağı geliştirecek düzeyde olanları içselleştirip, toplumsal bilince eserleri vasıtasıyla katması, onun çağdaş sanatçı kavramının hakkını tam anlamı ile vermesi anlamını taşır.
Çok eski dönemlerde- bilimsel rahip ve rahibeler- şeklinde ifade bulan toplumsal bilinci aydınlatıcı görevliler, yaşadıkları mabetlerde- sanat-bilim ve maneviyatla- yoğun eğitimli yaşamları neticesinde, bu kavramları geliştirerek çok parlak medeniyetlerin kurulmasına hizmet etmişlerdir.
Sanat eseri üretildiği çağa uygun değerleri taşıdığı oranda,duyumsal verilerle, harekete geçirdiği duygularla ve düşündürdüğü kadar,muatap olan bilincin biokompiturunda kapalı olan kodları açan ,anahtar fonksiyonelliğini yerine getirir
Günümüz sanatçısının evrensel var oluştaki rolünü anlaması demek,dünyadaki var oluşunun hakkını vererek, evrensel birliğe ve bütünlüğe hizmet etmesi anlamını taşır.Sahip olduğu biokompitur kodlarını açarak,daldığı sonsuzluktan dünyaya eser olarak getirdikleri ile kendini ceste ceste asli orjinal karekterde yaradan sanatçı,en değerli eserini bu şekilde verirken, eskilerin -kamil insan- dediği. hakiki öz insan prototipininde öncülerinden biri olma hakkını yaratmış olur.
Hakiki öz insan kavramındaki bir insan,bütünsel birliğe hizmet etmedeki en değerli etkinliğin,insanın bilincine yapılan katkı ile gerçekleştiğini bilerek hareket eder.Aydınlan aydınlatma ile gönüllden mükelleftir..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Şubat 2007       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Diğer tüm koleksiyonculuk alanlarında olduğu gibi çağdaş sanat koleksiyonculuğunun da kendine özgü sorunları ve keyifleri var. Bir kere, sonsuz bir çeşitlilik içerisinde sanatın nasıl bir seyir izlediğini ve sizi etkileyen sanat dillerini iyi etüt etmek zorundasınız. Nihayetinde bugünkü anlamıyla sanat, artık klasik anlamda içimize işleyen “güzel” kavramının çok ötesinde, hatta bazı örneklerde bu kavrama karşı. Anlatmak, paylaşmak ve işaret etmek istediği konular kimsenin canını yakmayan, dünyayı sadece bir güzellik sorunu üzerinden anlamaya çalışan bir anlayıştan çok uzak. Alt kültürler, feminist projeler, göç, yer değiştirme, sömürgecilik ve üçüncü dünya sorunları, devlet ve baskıcı mekanizmasına karşı geliştirilen stratejiler gibi bugünün pek çok sorunu, çağdaş sanatın ilgi alanları içerisinde. Kimi çalışma bunu gerçekten sert bir dille aktarıyor, kimisi de bugünün popüler iletişim dillerini bozarak bu tartışmaya ortak oluyor. Hal böyleyken çağdaş sanat eserlerine ilgi duymanın sadece estetik bir dürtünün tatmini ile sonuçlanmayacağını önceden kabul etmek gerek.
Ayrıca özünde görsel olan bir alandan söz ettiğimizi de unutmayalım. Yeri geldiğinde işitsel malzemelerin de dahil edilebildiği işler şüphesiz mevcut ama özünde görselliği sorunsal edinmiş bir alan çağdaş sanat. Bu nokta önemli çünkü nereden bakarsak bakalım sanat ile ilgilenen hemen hemen herkes kendisini çağdaş kültürün bir parçası olarak kabul eder. Sanatı merkezine alan tüm kurumlar, koleksiyoncu olma fikriyle yola koyulan iyi niyetli alıcılar, çağdaş sanatı desteklediğini ileri süren tüm medya ve yayın organları, özünde kendilerini çağdaş görür. Fakat onların aklındaki çağdaşlık ile sanatçıların gösterdikleri çağdaş sanat örnekleri arasında görselliğin anlaşılması açısından müthiş farklılıklar ve yarılmalar söz konusu. Örneğin evsizlere ilişkin bir sorun üzerinde çalışan bir sanatçı, sergi mekânına tek bir nesne yerleştirerek konuya ilişkin bir tartışma ortamı kurmak ister. Tüm fazlalıklarından arındırarak bizi konunun özü ile baş başa bırakmaya çalışır. Oysa biz, ondan konuyu iyice didiklemesini, büyük bir anlatı oluşturmasını talep ederiz. Sanatçı sanki her şeyi göstermeli, bizi o hayatın çaresizliğine, kederine ve politik yanlarına ortak etmelidir. Hatta “başka bir becerisi yok da sergi mekânına sadece bir nesne bırakabilmiş” deriz. Bu yine de iyi niyetli bir tartışma. Kimi durumda evsizlerin yaşamlarını bir sergi mekânında görmek istemeyen izleyiciler dahi çıkabiliyor. İzlediklerinin bir çirkinlik olduğunu, sanatın güzel meselelerle ilgilenmesi gerektiğini söyleyen pek çok İstanbullu izleyici tanıyorum. İşin bu kısmını konuşmaya dahi gerek yok.
Sponsorlu Bağlantılar

Tarihi ileriye taşımak
Bir de bu nesnelerden bir koleksiyon oluşturmaya kalktığınızı düşünsenize? İyi haliyle bir çağdaş sanat koleksiyonu özünde bugünün sanatının aldığı çerçeveyi hem kuramsal hem de görsel olarak iyi etüt etmeli, anlamaya çalışmalı ve sürekli temas halinde olmalıdır. Sonuçta artık bir bilgi nesnesine dönüşen sanat yapıtları kendisini sürekli yenilemekte, farklı ifade olanaklarına açılmaktadır. Önümüzde bir tarih var, ona ortak olmak için kendi tarihinizi ileriye taşımanın yollarını bulmanız gerekir.
Koleksiyonculuk özünde bir görgü, ilgi ve haz işidir. Kişinin zamanla kendisini eğitmesi ve yeni yeni karşılaştığı yapıtlarla başka hazlara ilgi duyması pekâlâ söz konusu. Klasik anlamda resim toplayan bir koleksiyoncunun, bugünün görselliğine giderek ilgi duymaya başlaması, kendi zamanın sorunlarına görsel cevaplar üreten yapıtları takip etmeye başlaması mümkün. Yeter ki sanat yapıtını katı, kapalı, sadece kendinden menkul bir nesne olarak görmesin. Bugünün çağdaş pek çok işi, sizi farklı deneyimlere davet eder, daha önce yaşamadığınız süreçlere ait kılar. Bunu yaşamanın hazzı bile her şeyin tektipleşmeye başladığı günümüz kültürü için çok önemli.
Olayın bir de malzeme yönü var şüphesiz. Nihayetinde kişi sanat eseri satın almaya başladığı zaman bir nesne satın aldığı duygusu yaşar, hatta kaba tabiri ile bu duygu için satın alır. Oysa bugün sanatın tercih ettiği pek çok malzeme ve ifade olanağı bambaşka malzeme ve arayışları ortaya koyuyor. Örneğin bir video sanatçısı size, özenle hazırlanmış bir kutu içerisinde ortalama 6 kopya ile sınırlanmış bir DVD teslim ediyor. Burada satın aldığınız sanat eseri, aslında alelade, sanayi ürünü bir nesne. İçerisindekini izlemek için bir televizyona, çoğunlukla da bir projeksiyon cihazına ihtiyacınız var. Evinizin salonunda sürekli sergileyebileceğiniz bir çalışma değil bu. (Hoş, bunu yapan koleksiyonerler var!) Ancak özel koşullar hazırlamanız ya da bir televizyonunuzu ona tahsis etmeniz gerekir. Ya da diyelim ki bir yerleştirme satın aldınız. Onu ancak ve ancak bir galeri veya bir müzede sergileyebilirsiniz. Sırf bu sergileme biçimi bile sizin sanat eseri olarak satın aldığınız şeyin hacminin göründüğünden çok öte bir şey olduğunu hissetmeniz için yeter de artar bile.
Nihayetinde koleksiyonculuk meta değeri taşıyan bir şeyin satın alınmasıdır, dolayısıyla meselenin bir de bütçe kısmı vardır. Bu konu hayli bir çalışma ve incelik gerektiriyor. Rakamsal istatistikler vermeden tam olarak da anlaşılacağını düşünmüyorum. Zaman içerisinde bu konuya geri dönüp meraklılarını bilgilendirmeye çalışacağım.
arrjin - avatarı
arrjin
Ziyaretçi
15 Eylül 2007       Mesaj #3
arrjin - avatarı
Ziyaretçi
Bienali, çağdaş sanatın meydan okuyuşu olarak düşünebiliriz’

bienal2
Twilight of the Idols (Jesus Christ/Virgin Mary) - Kendel Geers

Dokuzu Türkiye’den 85 sanatçının eserlerini bir araya getirecek 8. Uluslararası İstanbul Bienali’nin küratörü Dan Cameron ilk kez Zaman’a konuştu. Cameron’a göre bienal, çağdaş sanatın meydan okuyuşuna sahne olacak.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği 8. Uluslararası İstanbul Bienali’nin bu yılki teması, “Şiirsel Adalet”. 20 Eylül –16 Kasım tarihleri arasında 42 ülkeden toplam 85 sanatçıyı bir araya getirecek bienalin küratörü Dan Cameron, New York’un en önemli çağdaş müzelerinden New Museum’un baş küratörü. Bienal dört mekana yerleşecek.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği 8. Uluslararası İstanbul Bienali’nin bu yılki teması, “Şiirsel Adalet”. 20 Eylül –16 Kasım tarihleri arasında 42 ülkeden toplam 85 sanatçıyı bir araya getirecek bienalin küratörü Dan Cameron, New York’un en önemli çağdaş müzelerinden New Museum’un baş küratörü. Bienal dört mekana yerleşecek. Bunlar, TC Denizcilik İşletmeleri’ne bağlı Antrepo No.4, MSÜ Tophane–i Amire Kültür ve Sanat Merkezi, Yerebatan Sarnıcı ve Ayasofya Müzesi. Cameron, bienal ile ilgili ilk kez Zaman’a konuştu. Şiirsel adalet kavramı, adaletin ilk zamanlarına gönderme yapıyor. Cameron, bu kavramı açıklarken şu örneği veriyor: “Bir romanda katilin cinayete kurban gitmesi şiirsel adalet değildir. Ancak, katilin başkalarını öldürdüğü silahla öldürülmesi şiirsel adalettir.” Bu kavrama ulaşırken birçok kaynağı tarayan Cameron, kavramın oluşmasını şöyle açıklıyor: “Bu kavramı oluştururken yoğun bir okuma yaptım. Dinlerden ahlak öğretilerine ve felsefecilerin ürünlerine varıncaya kadar geniş bir dağarcığı taradım. Dünya ile maneviyatın birbirinde çok da ayrı olmadığı düşüncesindeyim. Bu bienali, çağdaş sanatın bir meydan okuyuşu olarak düşünebiliriz. Çünkü sanatın bir dalında çalışanlar, diğerinin geçerliliğini pek de tanımıyorlar. Bu anlamda birçok sanatçının yapıtlarında bir karmaşıklığın olduğunu fark ettim. Zıtlıklar ve birbirinden ayrı kavramların artık çok da geçerli olmadığını düşündüm. Bu doğrultuda iki kavram kafamda birleşti ve Şiirsel Adalet ortaya çıktı.”
Sıkça dillendirilen bir şikayettir; “Şiir toplumdan, yaşantıdan soyutlandı, dışlandı. Adalet deseniz, gören haber versin.” diye. Cameron’a, bu yaygın kanının izdüşümünde, iki ölüden bir dirinin nasıl meydana geleceğini soruyorum. Aslında kendisi sorunun içerdiği önermeye katılmıyor ve şunları söylüyor: “Bu kavramların öldüğüne inanmıyorum. Bu daha canlı bir kavram aslında. Şiirin daha az kişiye hitap ettiği söyleniyor; ama bence şiir daha fazla kişiyi ilgilendiriyor. Adalet bugünlerde çok tartışılan bir kavram. Birçok insanın aklında düşünce olarak birbirinden ayrıldığı noktada. Şiirsel Adalet’e kelime olarak baktığınızda anlamsız gibi görünüyor. Ama insanları bu iki kavrama farklı bir biçimde bakmaya zorladı. Ve kültürel yönden de insanların bu iki kavrama farklı bakmalarına yol açtı.”
Reel olanı merak edip şu soruyu yöneltiyoruz Cameron’a “Adil bir dünyada yaşadığımızı ve şiirin insanların yüreklerinde yer ettiğini düşünüyor musunuz?” Cameron’un cevabı yalın ve bir o kadar dürüst: “Hayır ve hayır.” Aslında kendisi bu kavramı ortaya atarken, çağdaş sanatın bu gidişe bir isyanı olsun istiyor. Ve beklentisini şöyle aktarıyor: “Bu iki kavramın beklenen her türden sorunu çözebileceğini tabii ki düşünmüyorum. Ancak katılan sanatçılar arasında bu kavrama daha duyarlı ve derin yaklaşanlar olacaktır. Bienaldeki eserler bu ortamı canlandırıcı bir özellikte olacak. Ve belki de bütün bu önermeler tek çatı altında toplanmış olacak.”
Cameron, bu kavramla bienali ilişkilendirirken, küreselleşme ve akabinde yerel adalet mekanizmalarının belirginleşmesini kıstas alıyor. Ve farklı adalet mekanizmaları arasında bir uzlaşma arıyor: “Şiirsel Adalet, küreselleşmeye karşı üretilen bir kavram. Bu kavramı modern sanatta bir çıkış yolu olsun diye ortaya attım. Adalet kavramına da farklı bir boyut getirmekti maksadım. Tepkinizi protestolarla gösterebilirsiniz. Çağdaş sanat da insana tepkisini dile getirebilme anlayışı getiriyor.”
Adalet ve şiir üzerinde, kurumsal yapıların ağırlığını hissettirdiği bir çağda, Cameron, bir ütopyadan mı bahsediyor? Merakımız buydu. Oysa kendisi ütopyaları tehlikeli buluyor ve şiirsel adaleti, “bir hoşgörü arayışı” olarak tanımlıyor. Adalet kavramına getirdiği “manevi/metafizik” yamaya ise bakışını şöyle özetliyor: “Maneviyat ile dini aynı yere koymuyorum. Din bazı anlamda ceza anlamına da gelebilir. O yüzden ben bunları eşit olarak görmüyorum. Bu bağlamda Şiirsel Adalet, maneviyatın eserlere nasıl yansıdığını ve politik kavramının ne derece yaşadığını gösteriyor.”
Cameron, dünya gerçeklerinin yanı sıra, Türkiye’nin realitesini de gözden uzak tutmamış. Türkiye’de böyle bir bienali gerçekleştiriyor olması, kavrama yaklaşırken önemli bir rol oynamış: “Tabii ki bu kavram oluşurken Türkiye’deki gerçekliğin etkisi oldu. Bir kavram karışıklığı var. İnsanlar artık kolay cevaplar aramıyor. Türkiye’deki insanlar da artık nesnelere daha karmaşık bir açıdan bakıyorlar. Eğer pek kolay cevaplar istemiyorsanız, sanat bunun için ideal bir araç. ”
8. Uluslararası İstanbul Bienali’nden beklentisini şöyle açıklıyor Cameron: “En önemli amaç, insanların çağdaş sanatın anlamını ve önemini anlamaları. Katılan sanatçılar alanlarının en önemli isimleri. Sanatlarını çok iyi bir yerlere getiren isimler. Bazı insanlar provoke olacak, bazıları üzülecek ama insanların sıkılmayacağını sanıyorum.”
Bir ümit ya da temenni ile bitiyor Cameron’la yaptığımız söyleşi: “Filozoflar şairlerin dünyayı yönettiği bir evrenin ideal olduğunu düşünüyorlardı. Belki şimdi de bu düşünceyi tekrar canlandırabilecek düşünce derinliğine sahip filozoflar ve şairler olabilir.”
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
15 Ağustos 2008       Mesaj #4
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Çağdaş Sanat ideolojisi

Türkiye’de son zamanlarda sanatta ciddi kamplaşmalar oluşmakta, yanı sıra ardı arkası yıllardır kesilmeyen ve bir türlü de kurulamayan müze lakırdıları devam etmekte. Yanlışların yapılmaması için, özellikle bir duruşun belirlenmesi de şart. Özellikle ülkemizde bu duruş, dolayısıyla sanat ideolojileri teşkil edilmediği içindir ki, yapay zeminler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Çağdaş Türk Görsel Sanatları üzerine, bugünlerde bazı kimselerce yapılan çok öznel ve o denli de yanlışları beraberinde getiren kategori çalışmaları ölçeğinde dünyada nelerin olduğuna bakmamanın cezası çekilmekte.Bütün bunları neden söyleme gereksinimi duyuyorum; çünkü küreselliği kabullenen bugünün dünyası bizim, kendi sanatçımızı da bu küresel sürece dahil ederek değerlendirmemizi zorunlu kılmaktadır.

Çağdaş Türk Görsel Sanatlar ortamı için hem dünya ölçeğinde bir kıstas, hem de Türkiye'de sanatçının yerini bilmesi açısından “üsluba” dayanan bir kategoriye gitmek en doğrusudur. Bu gidişe dair bazı yaptırımların olduğunu da unutmamalıyız. Bir kere böylesi bir kategoriye hak etmeyenlerin, yani sanata yaklaşamayanların hiç girmemesi gerekmektedir. Bu yönde “dünya standartları” ve “yapıt-sanatçı ölçeğinde” ortaya dört kategori çıkmaktadır.

Öncelikle bu dört kategori ana başlıklarıyla şunlardır:

1.Çağdaş İkonografi ve Analojiyle ilişkide olma
2.Soyut ve soyutlamayla yeni-modern bir ilişkiye girme
3.Yeni figür olgusundan hareket etme
4.Yeni bir dışavurumun savunuculuğunu yapma.

Şimdi bu yazımda konuyu dağıtmamak açısından ve üzerinde tam anlamıyla bir yol kat ettiğime inandığım birinci kategori için açıklamalarda bulunmak istiyorum. Diğer üç kategorinin de farklı üç yazı konusu olduğunu belirtmek istiyorum.çağdaş ikonografi ve analojiyle ilişkide olma<BR>Burada sözünü ettiğim iki kavram da öncelikle yapıta/yapıtlara bir tipolojik süreç yüklemektedir. Bir sanatçı düşünün ki, bu iki özellikten birine yaklaşsın. Her iki yaklaşımda da o sanatçının, yapıtları arasında bir bütünlüğe sürüklenişine tanık olacaksınızdır. Bu kategoriye yaklaşan sanatçılarda genel anlamda “anlambilimsel sorgulamaların özgün bir dil altında gelişmiş olduğuna”, “yapıtı oluşturan plastik elemanlarla girişilmiş bir kombinasyon sürece”, “bazı bilinçli, aynı zamanda ısrarlı, yerli yerinde tekrarlara”, “kendi içinde gelişmiş olan bir sözlüğe” vb. gibi özellikleri göreceksiniz. İkonografi ve analojiyi çağdaş sanat bağlamında yakalayabilmek tabii ki zor bir mesele. Fakat bunlara açılım getirilebildiği takdirde, konuya muhatap sanatçı ve yapıtları, direkt dünya sanatı ölçeğinde ciddi biçimde yerini alacaktır.

Yaratıda deneyselliğe açık bir yapı altında gelişen ve müthiş bir kompozisyon gücü isteyen bu kavramlar, bir bütünlük içindeki ayrıntılarda saklamaktadır kendini. Bunu anlamak, algılayabilmemiz için ise, yakın bulduğumuz sanatçıların yapıtları üzerinde çözümleme süreçleri yaratmalıyız. Bu mantıkta her bir yapıt, sürecin bir parçası olarak var olacaktır. Yani yapıtın bir bölümünde aradığınız ne ise, o yerini alabilecekken, yapıtın genel şeması da olaya el koyabilecektir. Analoji meselesinde de gerçekten yapılabilecek tümel ve tikel analojik çözümlere olanaklı dünya ölçeğinde rahatlıkla bir yere oturabilecek sanatçılarımız var. Bu konu kapsamında tümel analoji meselesinin, ilgili sanatçıların kendi yapıtları çerçevesinde, yapıtlarının birbiriyle olan ilişkileri ve kurdukları diyaloglarının üzerine yapılabilecek isabetli çözümlemelerle sonuca gidebileceğini söyleyebiliriz. Tabii bu uygulamanın gereklerinden biri ciddi bir kompozisyon gücüdür.

Tikel analojik yapılanmalarda ise sanat tarihi devreye sokularak, tarihin her hangi bir katmanında var olan bir sanatçı ve yapıtlarıyla, kendi sanatçımız arasında duygulanım sürecinde bir ilişki koordinatının oluşup oluşmadığına da bakılarak olaya netlik kazandırılabilir. Bütünüyle bu paragrafta söylediklerimi Abdurrahman Öztoprak resimleri çok rahat biçimde doğrulamaktadır. Onun parça-bütün ilişkisi, devreye soktuğu ışık, beraberindeki müthiş kompozisyon ve kombinasyon gücü ile önem noktası teşkil eden bazı renklerle olan ilişkisi, bir süreçte bazı resimlerinin Fra Angelico resimleriyle kurduğu bağlar (Özkan Eroğlu, Abdurrahman Öztoprak-Duygulanım Resimleri, İstanbul, 1999, Bilim Sanat Galerisi Yayınları, ss. 166-196), gibi özelliklerinin hepsi analojik yanları ve değerleri olarak elimizdedir. Öztoprak söz konusu analoji meselesini tam anlamıyla çözmüş bir sanatçımız olarak bu yönde dünya ölçeğinde zirveye oturmuş bir isimdir. Bunu biz değil, yapıtları söylemektedir.

Bir sanatçı düşünün ki tikel analoji platformu çerçevesinde sanat tarihi bilimini de işin içine alarak olayı çözüme kendi yapıt dizisi içinde götürebilsin. Tabii işin bu yönü biraz da tanrının bir insana yüklediği sanatçı kisvesiyle de ilgilidir. Yani bu noktada meydana gelen metafizik yaklaşımlı bir sanatçı ve yapıt sistematiğini de görmemiz gerekmektedir. Yani Öztoprak’ın ulaştığı nokta, zorlu bir yolun sonunda elde edilmiş bir sanatçı zaferine de işaret etmektedir. Özellikle yapıtları bağlamında tümel analoji açısından ve kompozisyon, kombinasyon gücü bağlamında değeri olan bir başka sanatçımız da Zekai Ormancı’dır. Sanatçı, belki de çok az kişinin bildiği ilk yaratılarına neden olan kolajlarıyla dikkat çekmelidir. Kendi bütünlerini meydana getiren parçalarının yine kendi içinde plastik açıdan bir sözlük oluşturduğunu görürüz. Her parçanın biraz daha deforme olduğunu, idealize edildiğini, başkalaştırılarak kullanıldığını hissederiz. Bunlar ana toplamda, yani sonuca doğru giderken kendi içinde bir dil bütünlüğüne de ulaşmaktadır. Belki de Öztoprak’ın yapıtlarına oranla- ortak bir ivmeyi ucundan da olsa yakalamalarına rağmen- daha genç bir sanatçı olan Ormancı’nın yapıtlarında, tikel analoji süreci çözümleyemediğiniz sürece duygulanıma ulaşamayacak, belki de bir ölçüde bu sanatçının daha katı kaldığına da tanıklık edebileceksiniz. Fakat ne olursa olsun orijinal yanlarını görmezlikten gelemeyip, ya da başka deyişle dünya sanatı kapsamında düşündüğünüzde Ormancı’nın haklı yerler işgal ettiği yargısını da bozamayacaksınız.

İkonografik boyutta gösterge kabul edilebilecek işaretlerin değeri çok fazladır. Var olan işaretlere sanatçısı tarafından bir duyarlılık dahilinde yüklenebilecek öznel katkılara, çözümleyici-izleyicinin kattıkları da dahil olduğunda, dikkati çekebilecek mantıklı katmerleşmeler işi sonuca götürmeye yardımcıdır. Çağdaş sanatımızda bunun en güzel örneklerinden birine Özdemir Altan’ın “Soyağaçları” ismi altında topladığı resimlerinde tanık olmaktayız. Bu durumda Altan’ın sadece bu dönemiyle, -hatta diğer dönemleri rafa kalkarak- Çağdaş Türk resminde öne çıktığını söyleyebilir, dünya sanatı bağlamında da bir yer edindiğini rahatlıkla ifade edebiliriz. Resimlerde kullanılan Almanca “İch bin Maler (Türkçesi ressamım)”, ya da “Özdemirrrrrrr” gibisinden uzatmalar tutarlı işaretlerdir ve buna benzer daha bir çok ibare bu dönem resimlerinde birçok bilinçli plastik tekrarlar arasında bir dil olmayı becerdiğinden ve bir sözlük oluşumuna hayır dememekle, ikonografinin çağdaş boyutlarına rahatlıkla hizmet vermektedir. Bu paralelde 90’lı yıllarda çıkışına tanık olduğumuz Deniz Orkuş’un da resimlerindeki “Andy Warhol” isimli pop sanatçısının, yine ismiyle oynayarak yarattığı sözcüksel alımlamaya dair notlamaları, yanı sıra “Paris” ismiyle ilgili yaklaşımları, ya da yerli yerinde gazete kesmelerinden yarattığı dünyası da bir sözlük oluşumunun ta kendisi, sanatçının dünyasına dönük açıklamaları da içinde barındırdığından kanımca önemlidir.

sonuç olarak:Artık çağdaş boyutta, bu dört kategoriden birine uyup, bir bölümüyle de olsa, yeni olana ulaşan çalışmalar kendisini yapıt, onu ortaya koyanı ise sanatçı statülerine ulaştırır. Bu eylemin dışında kalıp, söz konusu ettiğim dört kategoriden birine uygunluk gösterip yeniye ulaşamayan kimse ise, ilgili eğilimde çalışma üretmekle kalır, sadece ustalığını göstermekle yetinir veya yetinmeyebilir de. Söylemek istediğim bir şey de sorunumuz, iyi bir ayrıştırmadan uzak durarak, çağdaş sanatçılarımızı dünya platformuna tanıtacak kimseleri ortaya çıkartamamış olmamızdır. Doğru olanı araştırıp, bulalım, daha sonra bunu kendi ortamımıza nasıl yaklaştırabileceğimizi düşünelim, işte o zaman sorun kendiliğinden çözülecektir.

Benzer Konular

10 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış
15 Ekim 2006 / Misafir Sanat