Arama

Sanat Akımları - Dışavurumculuk (Ekspresyo­nizm)

Güncelleme: 21 Haziran 2011 Gösterim: 54.284 Cevap: 2
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
8 Ağustos 2008       Mesaj #1
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Ekspresyonizm (Dışavurumculuk)

Sponsorlu Bağlantılar
20. yüzyılın ilk yıllarında, izlenimciliğe tepki olarak doğan bir Sanat akımıdır. Romantizmin bir başka şekli olan anlatımcılık, dış dünyanın İnsan üzerindeki etkisini belirtmeyi bir yana bırakır, gerçekçi görüşün yerine, sanatçının kendine özgü görüşü üzerinde durur.
1900-1935 yılları arasında gelişen akım doğayı ve toplumu nesnel bir bakış açısıyla betimlemeye karşı çıkarak, öznel ya da içsel gerçeğin yansıtılmasını savunmuştur. Özellikle Almanya'da sanat dallarının hepsinde etkili olan akım hem sanatta, hem de toplumda kabul edilmiş biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Ekspresyonistler ordu, okul, ataerkil aile ve imparatorluk gibi kurumların yerleşik otoritesine karşı çıkarak, toplum dışına itilmiş yoksulların, ezilmişlerin, akıl hastalarının, sokak kadınlarının ve eziyet edilen gençlerin yanında yer almışlardır.

Akım, özellikle yaratıcı, yetenekli sanatçılara yeni bir düzenin ve yeni bir insanın yaratılmasında öncülük yapma gibi ince bir görev yüklemiştir. Eski dönemlere ait sanat ürünlerinde, nahif ve ilkel sanatta ve çocuk resimlerinde ilk belirtileri görülen, dışavurumculuk; en yetkin ve güçlü anlatıma görsel sanatlarda kavuşmuştur. Çizgi ve renk doğadan bağımsız kılınarak duygusal tepkileri yansıtmak amacıyla olabildiğince özgür bir biçimde kullanılmıştır. Kalın boya hamuru, yoğun renk, karşıt değerler ve biçimleri bozma (deformasyon) dışavurumculuğun en tipik özellikleridir.
Vincent van Gogh'un resimle birlikte duygularını da anlatması nedeniyle bu hareketin öncüsü kabul edilir.

vincentvangogh12iz5

Vincent van Gogh'un kendi odasını resmettiği tablo

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
28 Aralık 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Dışavurumculuk
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Dışavurumculuk, 20. yüzyılın ilk çey­reğinde, Orta Avrupa'da gelişen bir sanat akımıdır. Fransızca karşılığı ile Ekspresyo­nizm diye de anılır. Doğanın ve toplumun nesnel bir yaklaşımla betimlenmesine karşı çıkan Dışavurumcular, öznelliği ve sanatçının iç dünyasının dışavurulmasını yüceltmişlerdir. Özellikle Almanya'da, tüm sanat dallarında etkili olan Dışavurumculuk, yerleşik biçim ve anlayışları yıkmaya çalışmıştır. İmparatorluk, ordu, okul ve ataerkil aile gibi kurumların nüfuzunu kırmayı amaçlayan Dışavurumcu­lar, toplumun dışladığı insanlardan yana çık­mışlar; daha da ileri giderek yeni bir toplum­sal düzenin ve yeni bir insan tipinin oluşturulmasına öncülük etme görevini üstlenmiş­lerdir.
Dışavurumcular'ı, aynı görüşü paylaşmakla birlikte her ülkede, aynı teknikleri kullanan ya da belli bir programı uygulayan bir sanatçı­lar topluluğu olarak düşünmek yanlış, olur. Dışavurumculuk'u benimseyen sanatçıların bu akımı değişik biçimlerde yorumladıkları, değişik ürünler verdikleri bilinmektedir.
Romantizm'den olduğu kadar Simgecilik' ten de etkilenmiş olan Dışavurumcular, İzle­nimcilik ve Doğalcılık'a karşı çıkmışlardır. Özellikle plastik sanatlarda kendini duyuran Dışavurumculuk'un özünü, insan yaşamının ve insanla dünya arasındaki ilişkinin en güç, en kaygılı ve en trajik yanı oluşturur.
Daha 19. yüzyılın sonlarında Van Gogh, Edvard Munch, James Ensor, Toulouse-Lautrec gibi ressamların yapıtlarında belirme­ye başlayan Dışavurumculuk, 20. yüzyılın başlarında Almanya'da, bir düşünce ve sanat hareketi niteliği kazandı. 1905'te Kirchner, Heckel, Schmidt-Rottluff, Pechstein, Mueller ve Nolde adlı ressamlar, Dresden'de "Die Brücke" (Köprü) adlı bir sanatçı topluluğu kurdular. Bu tarih, Dışavurumculuk'un baş­langıcı kabul edilir. Bu topluluk, daha sonra Berlin'de etkinlik gösterdi. Die Brücke sanat­çılarının resimlerinde ve tahta üzerine gravür­lerinde dikkat çeken özellikler, gerçeğe uy­gun düşmeyen renkler, çarpıcı bir biçimde verilmiş insan yüzleri ve görünümlerdir. Lehmbruck ve Barlach'ın heykellerinde de bu özellikler vardır. Herwarth Walden'in 1910'da Berlin'de kurduğu Der Sturm ("Fırtı­na") adlı sanat dergisi ve galerisi, Dışavurum­culuk'un bu kentte iyice yaygınlaşmasına yol açtı. Wassily Kandinsky, Franz Marc, August Macke, Alexey von Jawlensky gibi Münih' te yaşayan ressamların kurduğu Der Blaue Reiter ("Mavi Atlı") adlı topluluk, Die Brücke sanatçılarının kullandığı renklere ben­zer renkler kullandı, ama daha az akılcı ve daha az kötümser bir tutumu benimsedi. Çok geçmeden de soyut araştırmalara yöneldi. Avusturya'da Egon Schiele ve Oskar Kokoschka Dışavurumcu yapıtlar verirken, Fran­sa'da bu akımın başlıca temsilcisi Georges Rouault oldu.
I. Dünya Savaşı sırasında Kirchner, Kokoschka gibi birkaç sanatçının sürdürdüğü Dışavurumculuk'un yerini, bu yıllarda Dada­cılık ile Otto Dix ve George Grosz'un temsil ettikleri Yeni Nesnelcilik aldı. Savaş yılların­da Belçika'da Permeke, Van den Berghe, De Smet gibi bir grup sanatçının geliştirmeye başladığı Flaman Dışavurumculuk'u, savaştan sonra da sürdü. Kübizm'in sağlamlık ve tutar­lılık anlayışından etkilenen bu sanatçılar, savaş öncesinde varlık gösteren Laethem-Saint-Martin grubunun uzantısı gibidirler. Hollanda'da da Le Fauconnier ile Sluyters ve Gestel'in çevresinde, Dışavurumcu bir hare­ket doğdu. Meksika'da Rivera, Siqueiros, Orozco ve Tamayo'nun, Brezilya'da ise Porti-nari ve Segal'ın temsil ettiği 1920-30 Dışavu­rumculuk'u, daha çok duvar resimlerine ağır­lık vererek toplumsal ve devrimci temaları işledi.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra, eski ve yeni birçok eğilim ve anlayışın çeşitli yönleri birle­şerek yeni bir Dışavurumculuk ortaya çıktı. 1940'ların başlarında ABD'de doğan ve 1950'lerde olgunlaşan Soyut Dışavurumculuk Kübizm'in son dönem ürünlerinden olduğu kadar, Gerçeküstücülük'ten de etkilenerek, gereçleri ve teknikleri yeni bir anlayışla ele aldı. Sanatçının için­de birikmiş tüm güçlerin dışavurulmasını ön­gören bu anlayış, resme ve doğuştan yaratıcı­lığa öncelik tanıdı. Bu anlayıştaki ressamların yapıtları, birer Action Painting (Hareketli Soyut) olarak nitelendi. Soyut Dışavurumcu­luk'un başlıca temsilcileri, Gorky başta olmak üzere, De Kooning, Kline, Motherwell, Gus­ton ve Pollock'tur. Bu ressamlar, tuval üzerindeki herhangi bir bölgeyi ya da noktayı merkez sayan anlayışa karşı çıktılar; tuvalin her yanını eşdeğer tutarak, derinliği olmayan yeni bir mekân anlayışı getirdiler.
Dışavurumcu ressamların etkisiyle, dış ger­çekliğin dolaysız olarak yansıtılmasından ka­çınma ve dünyaya, tümüyle kişisel, öznel bir açıdan bakma eğilimi edebiyatçılar arasında da etkili oldu. Bunun sonucu olarak, biçim, imgeler, sözdizimi, noktalama gibi öğeler ikinci plana itildi; öncelik dışavuruma verildi ve her şey ona göre belirlendi. Dışavurumcu yazarlar, biçim kurallarını yıkmaya çalıştılar. Dışavurumculuk, tiyatroda, varlıklı ve kurulu düzen içinde yaşayan kesimleri oldukça sert eleştiren Strindberg ve Wedekind'in yapıtla­rıyla sürdü.
Dışavurumculuk, I. Dünya Savaşı'nın ar­dından sinemada da etkisini göstermeye baş­ladı. Dışavurumcu sinemada, kişilerin ruh durumları, biçimsel simgelerle belirtilmeye çalışıldı. Bu yüzden de dekorlar ve ışık oyunları büyük önem kazandı. Başlıca Dışa­vurumcu yönetmenlerin en önemli filmleri şunlardır: Robert Wiene'in "Das Kabinen des Dr. Caligari" (1919; Dr. Caligari'nin Odası), Paul Wegener'in "Golem" (1920), Fritz Lang'ın "Dr. Mabuse, der Spieler" (1922, Kumarbaz Dr. Mabuse), F. W. Murnau'nun "Nosferatu" (1922) ve Paul Leni'nin "Mumyalar Müzesi" (Das Wachsfigurenkabinette; 1924).
Arnold Schönbcrg. Alban Berg ve Anton von Webern başta olmak üzere, bestecilerden de Dışavurumculuk'a katılanlar oldu. Müzik­te Dışavurumculuk, yoğun biçimde yarım tonluk aralıkların ve hiçbir kural gözetilmek­sizin üst üste bindirilmiş seslerin kullanılma­sıyla kendini belli eder.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
21 Haziran 2011       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Dışavurumculuk

20. yüzyılın başlarında, izlenimciliğe ve doğalcılığa tepki olarak doğan sanat ve edebiyat akımı.

Anlatımcılık ya da ekspresyonizm de denir. Dışavurumculuğun kökenlerini coşumculukta aramak gerekir. Burjuvazinin geliştirdiği bireyci dünya görüşünün sanattaki ilk etkileri Rönesans'ta belirir. Sözgelimi Hieronymus Bosch'un şaşırtıcı evreninde ya da Matthias Grünewald'ın tablolarındaki dramatik ortamda, dışavurumculuğun başlıca özellikleri görülebilir. Sanatçının kendi "ben"ini, kendi kişiliğini algılaması ve kendi iç dünyasına yönelmesi biçiminde tanımlayabileceğimiz bu bireyci tavır, coşumculuğu hazırlar. Sanatı duyguların dile getirilmesi olarak tanımlayan coşumcuların görüşleriyse dışavurumcu kuramın ana düşüncelerini oluşturur.

19. yüzyılda Vincent van Gogh'un ve 20. yüzyılın ilk yıllarında Fransız çiğrenkçi (fovist) ressamların sanatında da dışavurumcu niteliklere rastlanır. Ancak dışavurumculuk dendiğinde asıl akla gelen 1905'e doğru Almanya'da doğan bir akımdır. Dresden'de "Die Brücke" (Köprü) adı altında toplanan ilk dışavurumcu grup, Ernst Ludwig Kirschner, Emil Nolde, Max Pechstein ve Karl Schmidt-Rotluff gibi sanatçılardan oluşuyordu. Bu sanatçılar, gerçekliği soyutlamaktan çok onun biçimini değiştirmeyi yeğlediler. 1911'de Münih'te kurulan "Der Blaue Reiter" (Mavi Süvari) dergisi ve topluluğu içinde yer alan Vasili Kandinski, Franz Marc, Paul Klee gibi sanatçılarsa daha soyut bir anlatımı seçtiler. Dışavurumcu akımın öteki başlıca temsilcileri Norveçli Edvard Munch, Belçikalı James Ensor, Litvanya kökenli Chaim Soutine ve Avusturyalı Oskar Kokoschka'dır. Fransız ressamı Georges Rouault da dışavurumculardan sayılır. I. Dünya Savaşı'ndan sonra yine Almanya'da ortaya çıkan ve "Neue Sachlichkeit" (Yeni Nesnelcilik) diye adlandırılan bir hareket, gerçeğe daha yakın bir dışavurumculuğu geliştirdi. Başlıca temsilcileri George Grosz, Otto Dix ve Max Beckmann'dı.

İlkin resim sanatında ortaya çıkan dışavurumculuk, edebiyatı da etkiledi ve en elverişli ortamı, yazara kendi iç dünyasını dile getirme olanağı tanıyan şiirde buldu. Bu alanda en önemli temsilcileri G. Benn, G. Trakl, F. Werfel, G. Heym, J. R. Becher, E. Lasker-Schüler oldu. Dışavurumculuk, tiyatro oyunlarında alışılagelmiş değerlere ve sosyal düzene karşı acımasız bir yergi (hiciv) biçiminde belirdi ve en çok Almanya'da gelişti. Öncüleri G. Büchner, A. Strindberg ve F. Wedekind olan dışavurumcu tiyatro, R. J. Sorge, E. Barlach, F. von Unruh, W. Hasenclever, G. Kaiser, B. Brecht, E. Toller ve H. Mann gibi yazarların yapıtlarında ifadesini buldu. Dışavurumculuğun daha az önem taşıdığı düzyazı türündeyse özellikle A. Döblin, H. Mann, K. Edschmid, G. Benn ve M. Brod yapıtlar verdiler. Edebiyatta dışavurumculuk bir akımdan çok, bir eğilimi yansıtır. 20. yüzyıl başındaki sanayi toplumuna, savaş tehlikesine, baskıcı toplum düzenine karşı çıkmadır.

Dışavurumculuk öbür sanat dallarını da etkiledi. Marc, Klee ve Kandinski'nin kurduğu "Der Blaue Reiter" dergisinde çalışanlar arasında üç de müzikçi vardı. Bu üç sanatçı; Arnold Schönberg "Pierrot Lunair" (1912), Alban Berg "Wozzeck" (1921) ve Anton von Webern "Orkestra İçin Beş Parça" (1913) yapıtlarıyla, bu akımın müzik alanındaki temsilcileri oldular. Sinemada da, özellikle Alman sineması 1920'lerde dışavurumcu yapıtlar verdi. Bunların başlıcaları Robert Weine'nin "Das Kabinett des Dr. Caligari" (Doktor Caligari'nin Çalışma Odası), Murnau'nun "Nosferatu" ve Fritz Lang'ın "Metropolis" adlı filmleridir.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Benzer Konular

10 Kasım 2012 / Misafir Sanat
9 Mayıs 2012 / ThinkerBeLL Sanat
7 Mart 2017 / ThinkerBeLL Sanat
15 Eylül 2007 / Misafir Sanat
19 Aralık 2011 / ThinkerBeLL Sanat