Arama

Sanat Akımları

Güncelleme: 7 Ocak 2012 Gösterim: 191.925 Cevap: 5
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
14 Nisan 2006       Mesaj #1
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Sanat Akımları

Sponsorlu Bağlantılar
Sanatta görüş,duyuş,anlayış bakımından yenilikler ortaya koyan,farklılık gösteren harekete "sanat akımı" denir. Bir başka deyişle belli bir tarihsel süreçte aynı sanat anlayışına sahip sanatçıların oluşturduğu topluluktur akım.
Hemen her sanat akımı ortaya çıktığı dönemden itibaren belli bir süre edebiyat ortamında kendine yer edinmiş, bu akımın temsilcileri ortaya koyduğu yapıtlarla toplumda yankı uyandırmışlardır.
Sanat akımları,yepyeni bir düşünce ortaya atarak toplumların günlük yaşamında,özellikle de kültürel yaşamında önemli değişiklikler meydana getirmiştir.
Sanat akımlarının çoğu,varlıklarını kendinden önceki akımın varlığına borçludur. Çünkü birçok sanat akımı,kendinden önceki sanat akımına tepki olarak ortaya çıkmıştır.


Art Nouveau
Art Nouveau zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımıdır.Köklerinin Britanya merkezli Arts&Crafts hareketine dek gittiği söylenebilir. Avrupa ve Amerika’yı etkilemiştir.
19.YY sonu ve 20. YY başında etkili olmuş bu akım ülkemizde 1900 Sanatı ya da Yeni Sanat adlarıyla anılmakla birlikte birçok Avrupa ülkesinde bölgesel olarak değişik adlarla anılmış , adlara uygun olarak ta uygulamaların niteliklerinde değişiklikler görülmüştür.
Modern Style, Yellow Book Style, Fin de Siecle Style, Jügenstil, Secession Stil bölgesel olarak kullanılan adlara örnektir. Stilin ilk aşamalarındaki mimarlıkta aşamalar daha belirgindir; kullanılan abartılı barok stili benzeri dekoratif bezeme ve süslemeler sebebiyle Floral Style, Style Coup De Fouet(Kamçı Vuruşu Stili) ve Style Angouille (Yılanbalığı Stili) olarak da anılmıştır.
Ortaçağ gotik sanatını savunan İngiliz estetikçi ve tarihçi John Ruskin’den etkilenen; Praeraphaelit grubu üyesi William Morris, mutlulugun el emeğiyle elde edilebileceği, işçi kesiminin yasama sevincine bu tür çalışma ile ulaşabileceği inancındaydı . İnsan ile maddenin arasına giren makinenin , dolayısıyla endüstriyel gelişimin güzelliği yok ettiği görüşündeydi.Yalnız ve yalnız insan elinin maddeye can verebileceği , ortaçağ sanatçılarının eserlerinin mükemmelliğinden aldıkları zevkle özgür ve mutlu olduklarını savunuyordu.
Sosyalist fikirlere sahip W. Morris, sanatı ,el emeği niteliğiyle geniş halk topluluklarına mal etmek suretiyle demokratlaştırmak istemiş,sanat kurumları açmış ayrıca imal ve satışın bir arada gerçekleştiği atölye-mağazası Morris Company’i açmıştır(günümüz meslek okulları niteliğinde).
Doğruluğu tartışıladursun W.Morris’in bakış açısı birçok sanatçı tarafından benimsenmiş,desteklenmiş ;bu yolla el sanatlarına dayalı bir sanat akımı oluşmuştur.Endüstriyel gelişmelerle ev yapımı ürünlerin pahalı kalmasıyla fakir işçi kesim yerine zengin koleksiyonculardan rağbet görmüştür.Kısaca endüstriye yenilmiştir.
Art Nouveau ismi 1896 yılında Paris’te açılmış olan ,dekoratif mobilya ve aksesuar satan bir mağazadan gelmektedir.Devlet salonuna kabul edilmeyen sanatçıların da bu tur eşyaların alım satımıyla ilgilenmeye başlamasıyla akım güçlenmiş ve anti akademik bir nitelik kazanmıştır.
Art Nouveau zamanla klasizmi reddetmiştir. Bu toplumsal değişimi de yansıtan bir durumdur. Darwin sonrası bir toplumda, Tanrının varlığının ancak sorgulanabildiği bir zamanda, insan ruhunun karanlık yanları ortaya çıkmaya başlamıştı. ”Fin de siecle” yani “yüzyılın sonu” sanatçıları ve yazarları sis ve loşluğu parlak gün ışığına yeğlerler. Paris gece hayatından,dansçılar ve hayat kadınlarından ilham alan grafik çalımsalar,mimaride Victor Horta’nın Loie Fuller’e tasarladığı tiyatro binası bunu kanıtlar niteliktedir.
Klasizme sırtını dönen Art Nouveau sanatçıları ilhamı öncelikle doğada aramışlardır.Bitkisel motifler,kadın figürleri kıvrılan bükülen çizgiler akımın etkilediği her alanda kullanıldı.Bitkileri ve hayvanları düzenli kompozisyonlarda statik bir formda kullanan eskilerin aksine doğanın dinamik kuvvetleri dile getirilmeye çalışılmıştır.
Demirin yapı malzemesi olarak kullanılması (1889 Paris Fuarı için yaptırılan Eiffel Kulesi) mimari için önemli bir devrim hareketi olmuştur. Demir; metro girişlerinde, yapıların değişik bölümlerinde, günlük yaşam araç ve objelerindehem fonksiyonel hem de süs olarak (fer forge) değerlendirilmiştir.
Demirin kullanımının yanı sıra Art Nouveau’nun karakteristikleri : camın (vitray) yoğun kullanımı bunun bir sonucu olarak ışık ve aydınlatma çözümleridir. Aydınlatmanın önem kazanmasıyla cam pencerelerle aydınlatılan(misterious light) merdiven yada hollerin merkez olarak yerleştirildigi yeni bir plan düzenine gidilmiştir.

Art Nouveau mimarlık sanatı 3 aşamada incelenebilir:
  • 1896-1900yılları arasında başka stillerin yansımalarının net olarak görüldüğü bu dönemde Neo-Barok denilebilecek motifler ve bitkisel bezemeler ön plandadır.
  • “Gotik’i taklit ya da tekrar etmemeli sadece (ona) devam etmeliyiz” diyen Anton Gaudi yapıtlarında renkli yüzeyler, dalgalı formlar bol dekorasyon ve organik motifler kullanarak bu akımın ilk örneklerini yaratmıştır. Gotik mimari ve Catalan mimarisinin bir sentezi de sayılan yapıtların her yerinde süsleme öğeleri olarak bükük, kıvrık çizgili hacimler kullanılmıştır.
  • 1905-1914 yılları arası geçiş aşamasıdır.Bu dönemde dekoratif süsler sadeleşmiş ,çizgiler stilize edilmiş,eğri çizgiler çokgen ve küpler oluşturmaya başlamıştır.
1925’te uluslararası stil uygulamaya geçmiş; eğriler-geometrik figürler, yoğun dekor-sistematik sadelik, fantezi-fonksiyon paralellikleri vardır.
Art Nouveau'nun el sanatlarını yayma ilkesi 20 y.y.da endüstriyel tasarım ekonomik ilkesini oluşturmuş ,el sanatlarının fonksiyonel olması gerekliliği vurgulanmıştır.Mimarlıkta da form fonksiyonu izler. Style Internationale aynı zamanda kübik hacimler oluşturur,düz yüzeyler teras nitelikli katlar bu formları tamamlar; yalınlaşan tasarımda yüzeyler dik açılarla birleşir.Bu mimari stilinin tanınmış temsilcileri arasında Le Corbusier,Walter Gropius,Mies Van Der Rohe, Avlar Aalto sayılabilir.


Ashcan Ekolü
New York'lu 20.yüzyıl başında aktif bir realist sanatçı grubu. Akademi tarafından kabul gören konuları reddetmiş; hayatın (ve şehir hayatının) tekdüze hatta bazen rahatsız edici ve çirkin yanlarına yoğunlaşmışlardır.


Barbizon Ekolü
Barbizon ekolü, 19. yüzyılda Fransız bir ressam grubu tarafından uygulanan manzara resmi tarzını tanımlamak için kullanılır. Daha önceki idealize manzara resmi reddedilmiş, çoğunlukla açık havada doğrudan gözlem yoluyla daha serbest ve gerçekçi eserler meydana getirilmiştir.


Barok
Avrupa'da yaygınlaşan Barok sanatta bir anlatım biçimidir. Aslında başlangıcı ve bitişi için kesin bir tarih verilemez ama 16. ve 18. yüzyılları arasında oluşup şeklini almış bir dönemdir. Mimarlık, müzik, resim ve heykelin etkileyici temalar altında birleştirilmesi amacını güder. Abartılı hareket duygusu ve net gözüken detayları ile dönemin müzik ve edebiyatında da kendini gösterir. Yoğun bir etki bırakan bu anlatım biçimi kendi alanında fazla eser verildiğinden bir dönem adı olarak anılmaya başlanmıştır. 1600'lerde Roma'da kilise etkisinde doğmuşsa da tüm Avrupa'ya yayılmıştır.
Mimaride Mimar Louis Le Vau ve bahçeci Andre Le Notre tarafından yapılan Versailles Sarayı , Barok Mimarisinin en tipik örneklerindendir. Bunun yanında resimde Caravaggio, Rembrandt, Rubens, Vermeer; heykelde Gianlorenzo Bernini; müzikte Johan Sebastian Bach, Antonio Vivaldi, L'Estro Armonico, Domenico Scarlatti, Georg Friedrich Handel, Georg Philipp Telemann Barok tarzında eser vermiş kişilere örnek teşkil edebilir.


Dışavurumculuk
Doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl Avrupa sanat akımı. Bozunmuş çizgi ve şekiller, abartı renkleri ile duygusal bir iz bırakmayı hedefler. V,ncent van Gogh bu hareketin öncüsü kabul edilir.


Erotik Edebiyat
Erotik edebiyat, birey ya da topluluk olarak insanın erotik yaşamını gözlemci, itirafçı, eleştirel, dadaist ve benzeri şekillerde ortaya koyan edebiyat türüdür. İlk ve en başarılı örneklerini Pierre Louys, Sappho, Marquis de Sade gibi isimler vermiştir.
Fransız edebiyatında asıl yerini bulan bu tür, Geç Amerikan döneminde de büyük ilgi görmüştür. Dünya genelinde, bu türdeki eserlerin büyük çoğunluğu başta sansürlemeye, yasaklamaya uğramıştır.


Fotorealizm
Fotorealizm, fotoğraf, özelliklerinin ve kalitesinin resmedildiği, 1960 ve 1970'lerde yaygın bir akımdır.


Happening
Happening, teyatral doğası olup senaryo dahilinde olmadan, doğaçlama yoluyla yapılan bir çeşit sanatsal etkinliktir. Terim olarak ilk defa Allan Kaprow'un "6 Bölümlük 18 Happening" (18 Happenings in 6 Parts) isimli eserinde kullanılmış ve yaygınlaşmıştır. Slayt gösterileri, dans, koku ve tad gibi hislere hitap eden etkinliklerin sahnelenmesi ve tecrübe edilmesi ön plana çıkar. Birçok örneğinde izleyici katılımı önemlidir ve ortaya çıkan estetik etki, tecrübe edilen etkinliklerin bileşimidir.
Claes Oldenburg'un "Dükkan" (Store) (1961), "Oto-bedenler" (Autobodies) (1963), ve "Yıkamalar" (Washes) (1965); Robert Rauschenberg'ün "Harita Odası II" (Map Room II) (1965); Robert Whitman'ın "Amerikan Ayı" (The American Moon) (1960); and Kaprow'un "Çağrı" (Calling) (1965) isimli eserleri önemli happening'ler arasında sayılabilir.


Minimalizm
Minimalizm, modern sanat ve müzikte, kökeni 1960'lara giden, sadelik ve nesnelliği ön plana çıkaran bir akımdır. ABC sanatı, minimal sanat gibi tabirlerle de anılır.

Görsel Sanatlarda Minimalizm
Soyut dışavurumculuğun biçime ve duyguya verdiği aşırı öneme karşı bir tepki olarak, nesnenin nesne olma özelliğine dikkat çekmek ve ifade, tarihsel, sembolik anlamlarını minimuma indirmek amacıyla hareket eden minimalist sanatçılar, nesnelere ve nesnelliğe olan bu ilgi nedeniyle genellikle heykel üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu alandaki önemli isimler arasında Carl Andre, Sol LeWitt, Robert Morris, Richard Serra, Donald Judd, Dan Flavin sayılabilir. Süreç Sanatı, arazi sanatı, performans sanatı ve enstalasyon sanatı minimalizmden etkilenerek ortaya çıkmıştır.

Müzikte Minimalizm
Görsel sanatlara benzer şekilde, müzikte de minimalizm, biçimciliğe tepki olarak çıkmış, müzikteki duygusal sterilliği, entellektüel karmaşıklığı ve diğer biçimleri ortadan kaldırma amacı gütmüştür. Tarihi veya duygusal izlenimleri en aza indirgemek için melodi ve harmonide basitlik ön plana çıkarılır, tekrarlara önem verilir. Elektronik enstrümanların kullanımı da bu amaca uygun olduğundan yaygındır. Minimalist besteciler arasında Philip Glass, Steve Reich, Terry Riley, La Monte Young ve John Adams sayılabilir.


Modernizm
Kültürel anlamda modernizm, 19. yüzyılda geleneksel anlamdaki edebi, sanatsal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır.

ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #2
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
BAROK SANAT
17. yüzyılın başında Avrupa da yepyeni bir sanat üslubunun doğduğuna tanık olunur. Bu yeni üslup, Rönesans üslubundan ayrı, hatta ona tümüyle karışt bir sanat üslubudur. Sanat tarihçileri, yalnız resim, heykel ve mimarlığı değil, öteki sanat dallarını da kapsayan, temelde Rönesans tan farklı, yeni bir dünya görüşüne dayanan bu üsluba Barok Sanat adını vermişlerdir. Barok sözcüğü, Portekizce Barucca sözünden gelir. Portekizce de garip biçimli, eğri-büğrü incilere verilen bu küçültücü ad, aradan yüzyıl geçtiği halde Rönesans ilkelerine bağlılıkta direnen tutucu kişilerce konulmuştu. Batı sanatında her büyük akım, başlangıçta sert tepkilerle karışlaşmış, adlarını da çok kez böyle aşağılatıcı tanımlardan almıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
16. yüzyılın ikinci yarısına ortaya çıkan Maniyerizm, 250 yıllık Rönesans sanatına karış uyanan bir tepkinin sonucuydu. Maniyerizm, Rönesans ın insanı ön plana alan, sıkı bir geometriye dayanan akılcı tutumuna karış çıkış, katılaşmaya yüz tutmuş kalıpları yıkmak eylemiydi. Barok sanatın oluşumunda Maniyerist tepkinin katkıları da yadsınamaz. Rönesans gibi bir Yeniçağ sanatı olan Barok sanatın da temel amacı görüneni gerçekte olduğu gibi inandırıcı bir biçimde vermekti. Natüralizm denilen bu tutumda amaç aynıydı, ama Barok sanatçı bu amacına Rönesans sanatçısından çok ayrı yollardan varmayı başarmıştır.
Rönesans mimarlığı ile Barok mimarlık arasındaki farları daha iyi kavrayabilmek için bir karışlaştırma yapmak yerinde olur. rönesans döneminin ünlü yapılarından Ruccelai Sarayı (Floransa) ile Barok saray mimarisinin tanınmış örneklerinden biri olan Viyana daki Schönbrun Sarayı, iki üslubun farklarını belirgin bir biçimde göz önüne seren örneklerdir. Üç katlı bir yapı olan Ruccelai Sarayı nın cephesinde ilk bakışta kavranabilen bir yatay-dikey düzeni söz konusudur. Saçağın ve katları ayıran silmelerin yatay düzenlenişi ile pencerelerin arasında yer alan ve yerden çatıya kadar uzanan yalancı sütunların dikey oluşu, yapının cephesinde bir yatay-dikey karıştlığı meydana getirmiştir. Alt katta kare, üst katlarda dikdörtgen biçimli pencereler ve yuvarlak kemerli alınlıklar birbirinin tekrarıdır. Avusturyalı mimar Fischer von Erlach ın 17. yüzyılın ikinci yarısında yaptığı Viyana daki Schönbrun Sarayı nın cephesi simetrik bir düzen göstermekle birlikte, yan kanatların kademeli olarak öne alınışı ile cepheye Rönesans saraylarında görülmeyen bir hareket ve derinlik kazandırılmıştır.
Aynı mimarın Salzburg da yaptığı bir başka kilisede ise içbükey bir cephe tasarlanmış, iki yana kabarık yatay silmeli kuleler eklenmiştir. ıtalyan mimarı Borromini nin iki yanı revaklarla çevrili bir avluya bakan San Ivo Kilisesi (Roma) de bu konuda bir başka ilginç örnektir. Cephenin ilk iki katı içbükey, üst katı ise yapının oval planına uygun olarak dışbükey tasarlanmıştır. Böylece Rönesans ın dörtgen plan şemasının yerini oval mekan şeması almış olmaktadır. Yine Borromini nin Roma da Dört Çeşme Kavşağı nda bulunan oval planlı San Carlo Kilisesi nin iki katlı cephesi ise günün her saatinde değişik gölge-ışık oyunlarına olanak verecek biçimde hareketli bir düzene sahiptir. Mimar bununla yetinmeyerek, yapının sol köşesini dar bir cephe haline getirmiş, alt kısma bir çeşme, üste ise yine hareketli bir kule yerleştirmiştir. Bu asimetrik dış görünümden yapının oval iç mekanını anlamak olanaksızdır.
Barok yapıların ceplerinde tanık olunan çabuk kavranamayan hareketli düzenlemeler, yapıların iç mekanlarında da görülür. Bohemyalı mimar Neumann ın Würzburg Piskoposluk Sarayı nın tören merdivenleri bunun en karakteristik örneklerinden biridir. Dörtgen iç mekan iki yandan diyagonal olarak yükselen merdivenlerle tavan ise boılukta yüzen figürlerin oluşturduğu bir dekorla farkedilmez hale getirilmiştir.
Rönesans ın tek kubbeli, merkezi planlı yapı tipi de Barok dönemde önemli bir değişime uğramıştır. Dört cepheli, haç planlı Rönesans formu, Venedik in ünlü kilisesi Santa Maria della Salute de çok cepheli bir görünüm kazanmış, Barok mimar Longhena bu cephelerin her birini bir başka biçimde düzenlerken, kubbeye geçişteki spiral volütlerle Rönesans ın sert çizgilerini kırmayı amaçlamıştır.
Borromini nin Roma daki San Agnese Kilisesi tipik bir Barok kilisedir. Önündeki kalabalık heykel grubundan oluşan çeşme ise ünlü heykelci Berninin nin yapıtıdır. Sanatçı Dört Nehir Çeşmesi adını taşıyan bu yapıtını küçük kaya parçalarının ortasına yerleştirilmiş eski bir Mısır obeliskinin çevresinde geliştirmiştir. Kaya yarıklarından dünyanın dört kıtasını simgeleyen dört nehrin, Tuna (Avrupa), Nil (Afrika), Ganj (Asya) ve Rio nun (Amerika) suları fışkırır. Her nehrin alegorik figürlerle temsil edildiğini yapıtı kavramak için seyircinin dört bir yanı dolaşması gerekir. Barok sanatçılar kendi üsluplarını yalnız görkemli yapılarla değil, Roma kentinin çeşitli meydanlarına serpiştirdikleri bu tip çeşmelerle de yaygınlaştırmışlardır.
Barok çağın en ünlü heykelcisi Bernini dir. Roma meydanlarını süsleyen çeşmelerinde hareketli figür gruplarını etkili biçimde düzenlemekte üstüne yoktur. Ama yalnız çeşme yapımında değil, kiliselerin mihrap kompozisyonlarında olduğu gibi, tek ve ikili heykel yapımında da başarılı bir ustaydı. Sanatçı Roma daki Santa Maria della Vittoria Kilisesi nin mihrap nişinde yer alan ünlü kompozisyonunda Azize Theresa nın dinsel duygular içinde kendinden geçişi konusunu işlemiştir. Azize ve melek figürleri bulutlar üzerinde durmaktadırlar. Melek elindeki oku azizenin göğsüne saplamak üzereyken yukarıdan üzerlerine tanrısal ışık demeti bir altın yağmuru gibi dökülmektedir. Burada tanrısal bir aşkın, azizenin Tanrı ile bütünleştiği mutlu anın o zamana kadar görülmedik canlı ve etkileyici bir sahne halinde verilişine tanık olunur. Zengin giysi kıvrımları göz alıcı bir dekor oluşturur ama bu ayrıntılar, figürlerin yüzlerindeki çarpıcı ifadenin ön plana geçmesine engel değildir.
Berrini 1616 tarihli Daphne ve Apollon Heykeli nde (Galleria Borghese, Roma) ise Yunan mitolojisindeki ilginç bir konuyu ele almıştır. Bu yapıtta Daphne ile Apollon arasındaki serüvenin en dramatik anı verilmiştir. Efsaneye göre Daphne dayanılmaz güzellikte bir bakireydi. Kendisini Tanrıça Gaia ya adadığı için erkeklerden kaçan kızla karışlaşan Apollon, ona bir anda vurulmuş ve peşine düşmüştür. Ama kızı yakaladığı sırada Daphne bir ağaça dönüşmüştür. Bu, bilinen defne ağacıdır. Çaresiz kalan Apollon defne ağacından dallar koparıp bir çelenk yapmış ve onu başından hiç çıkarmamıştır. Bu grup kompozisyonu Barok heykel sanatının en başarılı ürünlerinden biridir. Figürler arası bağlantılar, hareketlerdeki incelik ve uyum, heyecanlara eşlik eden soldan sağa yükseliş, heykelin başarısın sağlayan özelliklerdir. Bernini kırılgan taşı, süt beyaz mermeri inanılmaz bir beceriyle dantel gibi işlemiştir. Ama bu sadece el hünerine dayanan cansız bir tasvir değildir, mermer figürler sanki soluk alıp vermekte, olayın en heyecanlı anını seyirciye paylaşarak yaşamaktadırlar. Bu yapıtta Barok heykelin bir başka özelliği görülür: Artık heykel tek noktadan bakılarak değil, çevresinde dönüp dolaşılarak kavranan bir çok yönlülük de kazanmıştır.
Bernini grup kompozisyonlarında olduğu kadar büst yapımında da ustaydı. 1651 yılında yaptığı I. Francesco nun Portre Büstü nde bu soylu kişiyi zengin dökümlü giysisi ve lüleli peruğuyla görkemli bir biçimde betimlemiştir. Öte yandan Francesco nun yüzünün onun kişiliğini yansıtan bir gerçekçilikle işlendiği görülür. Bu yapıtta ince işçilik ile ifade gücünün tam bir uyumu söz konusudur. Bernini nin büyüklüğü de buradadır.
Barok heykel sanatına bir başka örnek de Alman heykelci Andreas Schlüter in atlı anıtıdır. Bu yapıt, Berlin Krallık Sarayı nın önüne konulmak için yapılan, ama ıimdi Charlottenburg Sarayı nda bulunan Büyük Elektör Anıtı dır. Anıt, Rönesans sanatçıları Donatello ve Verrocchio nun atlı heykelleri ile karışlaştırılırsa bazı önemli ayrılıklar gösterir. Hepsi de görkemli yapıtlardır ama Rönesans ın statik anıtsallığı burada dinamik bir görünüme dönüşmüştür. Atın yeleleri ve elektörün bol giysileri rüzgarla uçuşmakta, daha canlı bir görünüm yaratmaktadır. Anıtın kaidesine de Rönesans ın sade anlatımından farklı olarak hareketli figür grupları yerleştirilmiş, dinamik etki bir kat daha güçlendirilmiştir.
Barok resim sanatı da gerek duvar gerek tuval resminde Rönesans üslubundan önemli farklarla ayrılır. Yüksek Rönesans döneminde Michelangelo nun Sistine şapeli tavanına yaptığı zengin kompozisyonda tavanın düz tonozu, gerçek mimari organlar etkisi uyandıran bölmelere ayrılmış ve bunların içine sayısız figürler yerleştirilmişti. Bunlar devingen figürler olmasına karışn, tavan yüzeyi açıkça algılanabiliyordu. Barok üsluptaki tavan resimlerinde de mimari çizimler söz konusudur. Ancak bunlar derinlik etkisi uyandıracak biçimde eğrilip bükülerek kaçış noktasına doğru yükselmekte, ortadaki hareketli figürler ise sanki gök boıluğunda uçuşmaktadır. Seyirci artık tavan yüzeyini farketmemekte, kapalı bir mekan içinde bulunduğunu unutmaktadır. Barok resmin duvar yüzeyini görünmez kılan, onları gökyüzünün sonsuzluğuna açan bu dönüştürümüne örnek olarak Roma daki San Ignazio Kilisesi nin orta mekanının tavanı gösterilebilir. Mimari çizimlerdeki kuvvetli perspektifle oluşan orta bölüm, kenarlarda uçuşan figürlerle birlikte bakışımızı derinliklere çekip götürmektedir.
Barok resmin doğuşunda Maniyerizm in katkısını açıklayan bir örnek de Maniyerist sanatçı Tintoretto nun Venedik teki Son Akşam Yemeği (San Giorgio Maggiore) adlı resmidir. Leonardo da Vinci nin Milano daki aynı konulu yapıtından farklı özellikler taşır. Vinci nin yapıtında yemek masası duvar düzlemine paralel olarak konulmuş, figürler ortada ısa, iki yanında eşit sayıda azizle sıkı bir simetri içine alınmıştı. Tintoretto nun resminde ise diyagonal bir düzenleme söz konusudur. Gözümüz bu diyagonali izleyerek gerilere, ısa nın ışıldayan haleli başına doğru kaymaktadır. Güçlü gölge-ışık karıştlığı içinde figürlerin konturları eriyip hareket bağıntılarıyla sağlanan dinamik bir bütünlük oluşmakta, güçlü bir dramatik etki seyirciyi bir anda kavramaktadır. Bütün bu özellikler Barok resmin de başlıca özellikleridir.
Sanat tarihçileri 16. yüzyılın sonunda ün kazanan Caravaggio yu Barok resmin babası sayarlar. Caravaggio kısa yaşamına sığdırdığı birbirinden başarılı yapıtlarla bu tanımı hak etmiştir. ısa nın Mezara Konuluşu (Vatikan) adlı yapıtında sağda ellerini acıyla kaldırmış azizeden başlayarak sola doğru kademeli olarak sıralanıp eğilen figürlerin hareketi, ısa nın sarkan koluyla mezar taşına ulaşmaktadır. Hareket hem acıyı hem mezara konuluşu ifade etmekte, gerek ortadaki kırmızı şal gerek ustalıklı gölge-ışık kullanımı dramatik bir etki oluşturmaktadır. Caravaggio gerçekçi bir ressamdır. Çoğu birer işçi olan azizleri nasırlı ellerle ve çamurlu ayaklarla resimlemekten çekinmemiştir. Bu yüzden kiliseyle sık sık anlaşmazlığa düştüğü bilinir. Sanatçı Golyat ın Başını Kesen Genç Davud (Gallerie Borghese, Roma) adlı resminde ise uyumlu hareketler, etkileyici yüz ifadeleri ve başarılı gölge-ışık kullanımıyla seyirciyi ürperten güçlü bir dramatik görünüm yaratmayı başarmıştır.
Caravaggio nun etkisi kısa zamanda tüm Avrupa ya yayılmıştı. ıtalya da eğitim gören pek çok sanatçı onun yolunu seçmiştir. Bunlara Caravaggistler denir. Avrupalı sanatçılar, ustanın az sayıda yapıtını göremese de dört bir yana yayılan Caravaggistler onun üslubunu tanıtıyorlardı. Fransız sanatçısı Georges de la Tour da bunlardan biridir. Aziz Sebastion a Yas Tutan Azize Irene (Staatliches Museum, Berlin) adlı yapıtında Caravaggio nun etkileri kolayca görülür. Tüm sahne azizenin tuttuğu çırayla aydınlatılmış bu yolla güçlü bir gölge-ışık karıştlığı yaratılmıştır. Figürlerin sağdan sola doğru kademeli olarak alçalışı da Caravaggio nun ısa nın Mezara Konuluşu adlı resmini anımsatmaktadır. Ne var ki, her güçlü sanatçı gibi Georges de la Tour da bu etkileri kendi ulusal ve kişisel sanat dünyası içinde eritip özümsemeyi bilmiş ve çok özgün yapıtlar ortaya koymuştur. De la Tour bir taşra sanatçısıydı, oyya yurttaşı Poussin ıtalya da eğitim görmüş, Paris te yaşamıştır. Sanatçı Aziz Erasmus un şehit Edilişi (Vatikan Pinakothek) adlı yapıtında daha kalabalık bir kompozisyon içinde Caravaggio nun bir başka özelliğinden, dramatik anlatım gücünden yararlanmıştır. Olayın en trajik anını işlemiş, ama bunu yüzde yüz kendine özgü bir üslupla yapmıştır.
17. yüzyıl ıspanyol Baroğu nun en ünlü ustası ise bir saray ressamı olan Velazquez dir. Çağdaşları tarafından büyücü diye adlandırılan sanatçının tablolarına yakından bakınca kalın renk lekelerinden başka bir şey görülmüyordu. Ama tablodan üç adım uzaklaşıldığında her şey belirginlik kazanıyor, figür bu teknikle sağlanan büyüleyici bir renk ve ışık titreşimiyle canlanıyor, sanki soluk almaya başlıyordu. Bu özelliği en iyi gösteren örneklerden biri de Kralişe Mariana nın Portresi dir (Louvre, Paris).
Rubens de Barok çağın uluslararası üne sahip ressamlarının başında gelir. Yaşamı boyunca oradan oraya çağrılmış, ıspanya sarayından Anvers sarayına, oradan Fransa sarayına koımuş durmuştur. Binlerce yapıt vermiş verimli bir sanatçı olan Rubens, atölyesinde zamanın ünlü ustalarını çalıştırırdı. Taslakları kendi hazırlayıp gerisini onlara bırakır, sonunda bir kaç düzeltme yapıp imzasını atmaktan çekinmezdi. Anvers Katedrali için hazırladığı ısa nın Çarmıhtan ındirilişi en tanınmış yapıtlarından biridir. ısa nın aşağı doğru kayan vücudu onun anatomi bilgisini açıkça gösterir. Kalabalık kompozisyon, ışığın ustalıklı kullanımı ve başarılı hareket bağlantılarıyla organik bir bütünlüğe ulaşmakta, amaçlanan dramatik etki sağlanmaktadır. ıbrahim Peygamber in Oğlunu Kurban Edişi adlı yapıtında ise figürlerin aşağıdan görünüşü seyircide şaşırtıcı bir etki uyandırır. Figürler sanki yanlardan ortaya doğru hızla dönen bir burgaç hareketinin içinde dönüp savrulmaktadır. Yine Rubens in bir başka görkemli yapıtı ise Lanetlilerin Cehenneme Düşüşü dür (Alte Pinakothek, Munich). Büyük kompozisyonların ressamı olan Rubens, ustalığını ve hayal gücünün zenginliğini en çok bu tip kompozisyonlarında dile getiriyordu. Bu yapıtında alevlerin kızıllaştırdığı ürpertici bir ortamda sayısız figürün salkım salkım cehennem kuyusuna yuvarlanışına tanık olunur. Değişik durumdaki her bir figür, ustanın insan anatomisini resmetmekteki başarısının bir başka belgesi gibidir.
17. yüzyıl Hollandası nda resim sanatı altın çağını yaşamaktaydı. Deniz ticareti ile zenginleşen Protestan Hollanda da sanat koruyuculuğu saray ve kilisenin egemenliğinden çıkmış, burjuva sınıfına kaymıştı. Aşırı zenginleşen tüccarlar soylulara özenip konaklarını tablolarla süslüyorlardı. Ama sanat eğitimleri düşük olduğu için daha çok konularla ilgileniyorlardı. Kimi çiçek resmi, kimi meyva resmi istiyordu. Toprak sahipleri köy manzaralarından, deniz tacirleri deniz manzaralarından hoılanıyorlardı. Sakin aile yaşamını yansıtan sahneler de en çok aranan konulardandı. Böylece değişik istekleri karışlayan, her konuda ayrı ayrı uzmanlaşan pekçok ressam ortaya çıkmıştı. Bu uzmanlık dallarının arasında portreciliğin özel bir yeri vardı. Burjuva insanı da soylular gibi portrelerini yaptırarak geleceğe kalmak hevesine kapılmıştı. Frans Hals bu dalda çalüşan ressamların başında gelir. Sanatçı Velazquez gibi kalın fırça vuruşlarıyla çalışır. Böylece resimlediği portreler sanki canlışmış gibi kıpırdanıp titreşirler. Bu dönemde bazı dernek yöneticileri de grup portreleri yaptırıyorlardı. Frans Hals bu konuda da uzmandı. Öksüzler Yurdu Kadın Yöneticileri (Frans Hals Museum, Haarlem) adlı yapıtı, onun grup portreciliğindeki başarısını gözler önüne serer.
17. yüzyıl Hollanda resim sanatının en ünlü sanatçısı olan Rembrandt ın herkesçe bilinen Anatomi Dersi (Mauritshuis, The Hague) adlı yapıtı da aslında bir dersi değil, Amsterdam ın Cerrahlar Loncası üyelerini göstermektedir. Sanatçının Gece Devriyesi (Rijksmuseum, Amsterdam) adlı yapıtı da yanlış tanımlanmış, tablo zamanla karardığı için bir gece resmi sanılmıştır. Oysa yapıt kenti koruyan milis birliği üyelerini gündüz gözüyle betimleyen bir grup portresidir. Rembrandt yaşadığı burjuva çevresinin beğenisine kendini kaptırmamış, belli bir uzmanlık dalıyla kendini sınırlamaya razı olmamıştır. Son yıllarını yoksulluk içinde geçirmek pahasına piyasa ressamı olmaya yanaşmamıştır. Az sayıdaki dostları da daha çok açık görüşlü din adamlarıyla klasik kültürü özümsemiş hümanistlerdi. Sanatçının yapıtlarında dini konular ağır basar. Tevrat tan ve ıncil den alınmış sahneleri derin bir dini duyarlık, insancıl bir sıcaklık ve şefkatle işlemiştir. Sevgi konusunu da kutsal bağlılık inancıyla ele almıştır. Peygamber Yakub un Yusuf un Oğullarını Kutsayışı (Staatliche Kunstsammlungen, Kassel) adlı yapıtında da aynı inanç sıcaklığını duyurmak istemiştir.
Rembrandt renkten çok bir ışık ressamıdır. Birkaç rengin, kırmızı, sarı ve kahverenginin değişik tonlarıyla yetinmiştir. Kutsal Kitap ta yer alan parasını har vurup harman savuran Müsrif Oğulun Baba Ocağına Dönüşü nü (Hermitage, Leningrad) gösteren resminde, ailenin şefkatlı havası daha çok ışığın ve hareketin ifadeci kullanımıyla sağlanmıştır. Rembrandt ın bir başka özelliği de dramatik olayları Caravaggio gibi en ıiddetli anında ele alıp ani bir etki sağlamaktan kaçınmasıdır. Peygamber Musa nın Tanrı dan aldığı on emri taşıyan tabletleri yere çalmak için kaldırışını gösteren resmi (Gemaldegalerie, Berlin) bu özelliği açıkça vurgular. ınançla dönen Musa nın kavmini altın buzağıya tapınırken buluşu, onu büyük bir öfkeye ve umutsuzluğa düşürmüştü. Sanatçı burada öfkenin ıiddetinden çok umutsuzluğun içe işleyen acısını vermek istemiş, kalıcı etkiyi yeğlemiştir.
Rembrandt aynı zamanda, belki de öncelikle erişilmez bir portre ressamıydı. Ünlü yapıtı Miğferli Adam da* (Dahlem Gallery, Berlin) model olarak kardeşini resmetmişti. Ama bu sıradan bir asker portresinden öte, türlü deneyimlerle iç dünyasını zenginleştirmiş bir kişinin düşünceli anlatımı düzeyine ulaşmış bir portredir. Çelik yakalık ve miğferdeki altın yaldızın ışıltıları bu iç anlatıma daha bir güç katmaktadır. Rembrandt gençliğinden beri sık sık kendi portresini de yapmıştır. Bunların sayısı elli kadardır. Kendisini neden bu kadar çok betimlediği ve neyi amaçladığı sorularının yanıtı yanılmıyorsak ıudur: kendini arıyordu Rembrandt. Yıl yıl, dönem dönem kendi iç dünyasını tanımaya, iç yaşamının bir çeşit günlüğünü tutmaya çalışıyordu anlaşılan...
Son düzenleyen Daisy-BT; 1 Ağustos 2011 17:37 Sebep: Sayfa düzeni.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
MANiERiSM
Ronesans anlayisini takip eden surecte ve daha sonrasinda Avrupa'ya ve Avrupa ulkelerinin deniz asiri somurgelerine uzun sure hakim olan barok sanattan once kisa bir sure icin etkin olan akima manierism denir.

Bu sanatin gercek oncusu Michalengelo Buonarroti olarak gosterilir.Butunuyle kopmus gorunmesede Ronesans anlayis ve kurumlarina karsit bir tavri vardir. Bu surecte avrupanin tum dini ve sosyal kurumlarinin kokten sarsildigi ve reform hareketlerinin guc kazandigi bir zamani kaplar. Kiliseye ve sosyal otoriteyle birlikte tam anlamiyla bir yenilenmeye giren sanat cevreleri bu belirsiz ve degisken ortam icerisinde eskiden tam anlamiyla kopmamis gibi gorunsede ona karsi cikan bir tavir icindedir. Ronesansin dengeli ve uyumlu formlari bozulmus hareketlenme ve uzama egilimiyle geometrik belirlilik ve cizgisel butunluk kaybolmustur. Bu akim kurallara karsi cikan tavriyla belirsizlikler ortaminin kaosunuda yansitmaktadir.

Michalengelo Buonorroti(1475-1564)
Jacopo Carucci da pantormo(1494-1556)
Francesco Parmiagianino(1503-1540)
Pieter Veronese(1525-1569)
El Greco(1541-1614)


BAROK
17. y.y. basindan 18. y.y. son ceyregine kadar uzanan Avrupa sanatina hakim olan bu akima barok ismi bir yakistirmadir. Barok sanati herseyden once karsit reform hareketiyle dogmustur. Bu sebeplede ana kaynagi Roma ve Papalik cevresinde sekillenen anlayistan beslenmistir. Ronesans anlayisina ve reform hareketlerinin getirdigi yeni anlayislara karsi bir propogandayi hedefler. Kaybedilen hristiyan ruhun yeniden kazanilmasi ve ruhsal kurtulus icin seslenmeye donusmustur. Bu sebeple yogun bir psikoloji birikimi ve duyarliligi bunyesinde toparlamaktadir. Merhamet ve acima, ihtiras ve heyecan gorkem ve sasirtici bir taskinlikla yogrulan barok eserler; dini ve din disi konularda buyuk bir tesir gucune sahiptir. Ronesansa hakim olan geometrik ve sinirli formlar ve cizgisel renkler ve isiklarla dagitilmis olan formlarin psikolojik etkinlik kaynagi olarak renk anlayisi hakim olmustur. Kullanilan renklerde isik ve golge kullaniminin denetimi altinda derin bir duyarliliga yonelmistir. Barok sanat mimari alanda muhtesem eserler vermistir.

Barok anlayisinin en son sureci icerisinde duyarlilik ust duzeye cikmis ve bu surec barok sanattan farkli ozellikler gostermeye baslamistir. Bu surece ROKOKO adi verilir.

Caravaggio(1573-1610)
Annibale Carracci(1560-1609)
Giovanni Battista Tiepolo(1696-1870)
Antonio Canaletto(1697-1768)
Francesco Guardi(1712-1793)
Adam Elsheimer(1578-1610)
Pierre Paul Rubens(1577-1640)
Jacop Jordaens(1593-1678)
Antony Van Dyck(1599-1641)
Vermeer Van Delf(1632-1675)
Jan Van Goyen(1596-1656)
Jacop Van Ruisdael(1628-1682)
Diego Velazquez(1599-1660)
Claude Gellee Lorraine(1600-1682)
Antoine Watteau(1684-1721)


NEO KLASiSiZM
18. y.y. in ilk yarisindan itibaren Avrupa sanatinda belirgin bir degisim gozlenir. barok anlayisa ve rokoko sanatin asiri taskin suslemeleri ile sembolik tavrina tepki olarak dogan bu sanat anlayisinin amaci barok oncesi donemin saf kabul ettikleri sanat anlayisina donmektir. Antik devir hayranliginin sonucu olarak ortaya cikmistir.

Bu akima mensup sanatcilar icin onemli olan cizgi ve form olup renkler ve isik etkileri butunuyle bir cizgi ve form bileskesine baglidir. Antik form anlayisi her seye hakimdir. Neo-klasik anlayisi fransiz ihtilali ile cakisan bir olcudede Napoleon devrinin sanat anlayisi olmustur.

Antonio Cannova(1757-1822)
Johan Gottfri Schadow(1764-1860)
Jacques Louis David(1748-1825)
Jean Pomuste Dominique Ingres(1780-1867)


ROMANTiZiM
Neo klasizme tepki olarak dogan romantizmin kokleri 1780 yilina kadar uzanir. 19. y.y. baslarinda Germen nazarenleri adli gurup 1809da viyanada kurulusu ve akabinde 1810 da romada toplanmasiyla resmiyet kazanir. Bu akimin olusumunda Fransiz ihtilali sonrasi olusan hareketliligin ve ozgurlukcu ve3 milliyetci akimlarinda etkisi buyuktur. Din ve mistik anlayisin temelinde yatan duyum ve duygusallik donemin hareketli yasamindan konu almakta ve degisen bir orta sinif anlayisinin yansimasi olarak hareketlilik kazanmaktadir. Gizem ve yapayliktan arinmisligin temelini olusturdugu romantik hareket icinde bilinmeyene, tarihe, tarihi olaylara, yigitliklere, doga ve egzotik uzak ulkelere karsi buyuk bir alaka vardir.

Duraganligin yerine hareket ve enerji gecerken devamli degisen ve esrarengiz bir kaynak olan doga goruntuleri buyuk onem kazanmistir. Bunun sonucu renklere ve doganin isigina karsi bir yonelme olmus ve Neo-klasik anlayistaki dengeli kompozisyon semasi kirilarak yerine asimetrik bir enerji tesekkulu gecmistir.

Ludwig Adrian Richter(1803-1884)
Caspar David Friedrich(1774-1840)
Alfred Rethel(1816-1859)
Philipp Otto Runge(1877-1810)
Eugene Delacroix(1798-1863)
Francisco De Goya(1746-1828)
William Blake(1757-1827)
John Constable(1776-1837)
Joseph Mallord William Turner(1775-1851)
Dante Gabriel Rossetti(1828-1882)


EMPRESYONiZM (iZLENiMCiLiK)
Akimin en onemli ozelligi bir izlenimin uyardigi duygularin duyuldugu gibi uretilmesidir. Resimlerin acik havada yapilmakta olmasindan dolayi cabuk calismanin geregiyle detaya onem verilmemistir. Perspektif renk tonlariyla uygulanmaktadir. acik yani prizmatik renkler kullanılmakta tablolarda firca darbeleri rahatlikla izlenebilmektedir. genellikle su, gokyuzu gibi doga konularinda calismalar yapilmistir.

Daha sonralar ise Neo empresyonizm ortaya cikmakta bu akimda ise firca vuruslari noktalar halinda uygulanmaktadir.

Empresyonizm 19. y.y. in ilk ceyregine kadar olan donemde gorulmektedir.

Edouard Manet(1832-1883)
Claude Monet(1840-1926)
Camille Pissaro(1830-1903)
Alfred Sisley(1839-1899)
Auguste Renoir(1841-1919)
Edgar Degas(1834-1917)


POST-EMPRESYONiZM
Empresyonizm ile yakin temaslari olmasina ragmen resim tarihinin bazi buyuk sanatcilari gerek izlenimci cizginin disinda kalarak, kendi ozel tarzlari veya tekniklerini gelistirmistir. Bunlar arasinda bazilari kisisel tavirlari ve bireyci ozellikleriyle Ekspreyonizm icin oncu ozellikler gostermektedir. Bazilariysa bilimsel optik arayislara agirlik vererek daha farkli bir tutum gelistirmistir.

Paul Cezzanne(1839-1906)
Paul Gauguin(1848-1903)
Vincent Van Gogh(1853-1890)


DE STIJL (NEO PLASTiK HAREKET)
1917-1931 yillari arasinda etkinlik gosteren bu hareket matematiksel bir cikisla sanata yeni bir yon vermeyi hedeflemisti. Son derece yalin bir bicim alan sanat yapiti sadece dikey veya yatay cizgilerden ibaret bir gorunum icindeyken renk dizgeside uc ana renge yani sari, kirmizi ve maviye bagli kalinmistir. Bu harekete bagli sanatcilar icin evrenin temeli tamamen yatay ve dikey cizgilere dayanmaktadir.

De Stijl hareketi uc safhali bir gelisim gostermis olup 1916-1921 arasindaki "formalist safha" Hollanda'da 1921-1925 arasindaki "olgun safha" Uluslararasi bir boyutta gorunurken 1935-1931 arasi "donusum safhasi" dagilim asamasi olara genis bir alanda kendini gostermistir.

Piet Mondrian(1872-1944)


KONSTRUKTUVIZM (YAPICILIK)
20. y.y. ikinci on yillik suresi icinde aktif olan onemli bir sanat hareketidir. Hareket rusyada dogmus ve 1917 devrimini muteakiben etkinlik gostermistir. Yeni dogan bu dunya duzeni icerisinde sanatcinin bir muhendis ve bir bilim adami oldugunu kabul eden bu harekete bagli sanatcilar yeni kurulmakta olan bir duzenin yeni kurallara ihtiyac duyduguna inanmaktadir. Burjuva on yargilarina siddetle kersi cikan konstruktivistler sanat icin sanat fikri ve gercegin yorumu ve tasviri anlayisinada tepki gostermektedirler Materyalist tavri yeni bilimsel ve materyal bicimlerde belirlemeye calisarak toplumsal olarak faydali ve kullanilabilir seylerin yeni bicimlerin kaynagi oldugunu kabul ederlerdi. Toplumu ve sanati butunlestirme cabasinda makine ve insan bilinci zamanlarini yansitacak gucte olup 20. y.y. in degisen sartlarina uygun bir estetik yaratmak istiyorlardi. En onemli sanatcilari endustriyel desen, ahsap, metal ve seramikle birlikte film ve tiyatro ile ugrasan Vladimir Tatlin, tipografi, poster, fotograf ve film ile ugrasan Alexander Rodchenko mimari ve ic dekorasyonla ugrasan El Lissitzky ve insan duygularini sekillendiren psikolojik fenomen ve ic fenomenlere egilen Naum Gabo olmustur. Sanat tarihi icerisinde bu akima bagli olarak sekillenen en ilginc eser bir proje olarak kalan 3.Enternasyonale anitidir. Gelecege donuk eser olarakta unlenen bu eser uzay cagi dinanizmine uygun bir dusuncenin urunu olup masif bir spiral olarak teskilatlandirilmisti. icinde bir silindir, bir kup, bir kure asili olup, cesitli mimari mahalleri ihtiva edecekti.Bugun ayakta kalan en onemli konstruktivist eser ise moskovadak, Leninin mozolesidir.

Vladimir Tatlin(1885-1953)
Alexander Rodchenko(1891-1977)
El Lissitzky(1890-1941)
Naum Gabo(1890-1977)


SUPREMATIZM (YüCELEYiCiLiK)
1913 de bir tavir olarak Rusya'da dogan akim; cagin mekanik dogasina uygun bir karaktere sahiptir. Doga goruntulerinin taklitini reddederek, geometrik formlarin temelini teskil ettigi bir ifadeselligi yeglemekteydi. Geleneksellesmis anlatim bicimlerini reddederek, yeni gercekleri yakalmaya calisiyordu. bu geometrize gercekler doganin kaosu icerisinde insanin yucelisini sembolize eden temel elemanlar olarak dogal olgular icinde bulunmayan goruntulerle uygulandi. Temel geometrik eleman kareydi. Konstruktivistler gibi sanatin faydaciligi savunmalarina ragmen onlardan ayrilan ferdiyetci bir tavri benimsemislerdi. sanatcinin muhendis ve bilim adami olmasi fikrine karsi cikarak, hur bir sanatci tipi olusturmayi hedeflediler. Sanat eserinin bilinc alti zihnin tezahuru oldugunu savunarak, insan yapisi meteryal ozunu degil, ama evrenin aciklanamaz bilinmezligini ifade icin bir arzu oldugunu ilke edinmislerdi.

Kasimir Malevich(1878-1935)


ABSTRE EKSPRESYONIZM (SOYUT DIŞAVURUMCULUK)
Ekspresyonizmin uzantisi olarak 1940 yillarin sonunda dogan bu akim 1950 yillari icinde gelismis olup, 1960 ve 1970 yillarinda etkisini yogun bir bicimde gostermistir. Dogmatik olmaktan cok arastirmaci bir tutum sergileyan bu hareketin metafizik sanrilara duydugu alaka belirgindir. bilnc ve bilincsizlik arasindaki karsitliga onem vererek derin seviyelere inmeyi hedeflemislerdir. zitliklarin butunlugu icinde otomatik yaratima onem vermesi surrealist akimlardan aldigi etkilerle baglantilidir. Bu akim icindeki sanatcilarin ilgi odagi junf felsefesidir. Arketipler ve bunlarin uretilmesi onem tasir. Soyut bir uretimin egemen oldugu bu akimda dogaclamaya onem veren sanatcilar ic birikimin tumuyle disa vurumuna agirlik vermislerdir. Derinligi olmayan yeni mekanlarda kurulan sanat eserleri seyirci icin ima edilen bir ozumseme ortami yaratmayi hedefleyerek bosluk icinde sartlanmisliktan onu kurtarmayi hedeflemektedirler..

Jean Dubuffet(1901-1985)
Francis Bacon(1909-1992)
Arshile Gorky(1905-1948)
Willem De Kooning(1904-)
Franz Kline(1910-1962)
Philip Guston(1913-1980)


KINETIC ART (DEViNiMSEL SANAT)
Hareketin tasviri anlayisindan yola cikarak ortaya cikan bu harekete konstruktivizmin etkisi buyuk olmustur. Eserleri hareketin kendisiyle degil hareket etkisi yapmasiyla ilgilidir. kinetic sanat icin ozgun etki eserin karsisinda hareket eden seyirciden kaynaklanmaktadir. Seyirciler eseri elleyebilecegi gibi onu harekette ettirebilir. Gelecege yonelik tavri ile futurizmdende etkilenen bu akim farkli olan hareketi bicimsel bir sekilde degil de bizzat hareketli bir nesne biciminde ifade etmesidir.

1950 yillarinda gelisim gosteren bu sanat akimi dort tip olarak ele alinir 1. gercekten hareketli 2. izleyicinin hareketiyle hareketlenen 3. isik yansimasi yapanlar 4. izleyenin katilimini gerektirenler.

Naum Gabo(1890-1977)
Alexander Calder(1898-1976)
Josef Albers(1888-1976)


POP ART
İlk defa 1954 te kullanilan pop-art terimi populer bir sanati hedef alan bir akima isarettir. 1962 de alani genisleyerek farkli bir boyut kazanmislardir. Tamamen konu sitil ve temleri bir tarafa koyarak gunumuz dunyasi icinde yasayan siradan insanin ruhunu yansitmayi hedeflemislerdir. populer ve elit sanat ayrimina karsi cikan entellektuellikten cok fiziki bir etkilenmeyi amaclayan bu akim daha cok dekoratif anlayisa yonelmistir. Kent kulturunun odagini teskil ettigi ana anlatim temleri fotograflar, cizimler ve reklamlardan alinma ve siradan insanin bellegine ter etmis imgelem bicimlerini kullanir

Richard Hamilton(1922-)
Eduardo Paolozzi(1924-)
David Hockney(1937-)


OP ART
1962 den sonra kinetic sanattan etkilenerek ortaya cikmistir. gozun yanilabilirligi ustune arastirmalardan yola cikarak 2. ve 3. boyutu incelemeye yonelmistir. konstruktivist anlayistan yola cikarak uyumlu goz olgusunu irdelemislerdir. Bunun icinde beyin veya gode fiziki etkilenmeye neden olan ve izleyiciyi hayret ve aldanmaya yoneltecek imajlar yaratmayi hedeflemislerdir. Psijik etki ve fiziki gercekler arasindaki zitligi vurgulayarak cok boyutlu bir goruntu uzerine yerlesen sanatsal bicimi olusturmak ister.

Josef Albers (1888-1976)
Victor Vaserley ( 1908 )
Yaacov Agam ( 1928 )


MINIMALIZM (BASiTLEŞTiRiCiLiK)
1960 li yillarin basinda ortaya cikan bu harekette gercek mekan ve gercek meteryal anlayisi cikis noktasini temsil ediyordu. sembollere onem vermeyen ve sanatsizliga dogru yonelen bu hareket notr bir zevki gelistirmeye yonelmistir. geometrik formlarin onemine paralel olarak olagan bicimi basite indirgemede madde ve renk olgusuna onem vermektedir.

Renk ve bicim kullanmada saflasmayi hedefleyen sanatcilar basit hacimler ve geometrik bicimlerle endustriyel materyaller kullanmaya agirlik vermislerdir. Galvenize ve haddelenmis celik, floresans tupleri, ates tuglasi sunni kopuk bakir levhalar basit geometrik bicimde ele alinmistir.

Josef Albers (1888-1976)
Barnert Newman (1905-1970)
Don Judd ( 1928 )


KAVRAMSAL SANAT (CONCEPTUAL ART)
1960 li yillarin ortalarinda gelisen bu akim dusunceyi maddesel olgulardan ustun tutan tavriyla belirlenmektedir. herseyden bagimsiz olarak kavramsal fikirlere agirlik veren bir bilgisel sanat hareketidir. sanatin kesin bir taniminin yapilmasi ve sanatin diger dusun alanlari icindeki yerinin tanimlanmasi esastir. fikirler uzerinde yeni bir vurgulama yapilarak fikirlerin tek bir nesne icnde degilde uygun bicimlerde yazili onemli onermeler, afisler filmler ve videolar araciligi ile yansitilmasi iletisimselbir nitelik kazanmasina onem verilmistir.

Joseph Kosuth (1945-)
Edward Kienholz (1927-)


KUBiZM
20. y.y. icinde dogan ve onemli bir etkinlik kazanan bu akim cezanne'nin dogadaki herseyin geometrik bir bicimle ifade edilebilecegi fikrinden kaynaklanmaktadir. klasik form anlayisina tamamen arkalarini donen kubistler; gorunen nesnelerin direk bir tasvirini degil onlarin degisik gorunum ve goruntulerinin bir araya getirilipte olusturulmus butunu eserlerine aktarmislardir. Cesitli goruntuleri biraraya getirerek cisime gecerli yeni koseler yuzey ve geometrik formlar eklenerek yeni bir gorunum olusturmuslardir.

Pablo Picasso (1881-1973)
Georges Braque (1882-1963)
Juan De Gris (1887-1927)


METAFIZIK RESiM
1910 yilinda faaliyet gosteren bu anlayis insanin icinde yer almadigi yasananin otesinde mevcut hissini veren bir alemin yasamini konu alan eserler uretilmistir. mankenler binalar korkuluklar ve butun cansiz nesnelerin dogurdugu sahneler icinde gecen zaman ve insanin otesinde bir alemin varligi ve ozellikle keskin bir yalnizlik duyumu hakimdir.

Giorgio De Chirico (1888-1978)


PURIZM
1920 lerde Kubizm sonrasinda ona tepki olarak dogmus bir sanat anlayisidir. Hareket icinde durgun bir yalinlikla ele alinan goruntulerin aciklik ve nesnellikle ifadesi temellerini olusturur. icgudusel bir reddetmeyle sekillenen tutkular ana belirleyici olarak ele alinmis olup sevinc ve haz duyumlari arasinda kesin bir ayrim ortaya koyarak degismez seyleri ifadeye yonelmistir. olculer ve sayisal uyuma buyuk onem veren bu sanatcilarmuhendislikten yogun etkiler almis olup tamamen fonksiyonel bir tarz uretme hedefindedirler. Mutlak uyumun gorsel sanatin temeli oldugunu savunmuslardir.

Le Carbusier (1887-1965)
Amedee Ozenfant (1886-1966)
Giorgio Morandi (1890-1964)


ORFIZIM
1911-1914 yillarinda yogun faaliyet gostermistir. Renk ogesi herseye hakimdir. Taninabilir ve kanitlanabilir gercek temalardan kacisin ana egilimi belirttigi bu akimda yapilan eserlerde yapit dogal yapitsal aygitlardan bagimsiz olup kendi esas ic yapisina ait netlik kazanmistir. Dengeli ve statik bir sekillenmeden cok cagin ic dinanizmine uyan cok hareketli bir dinanizme sahip bu eserler dis dunyadan cok kendi ic dunyalarinin dinanizmini yansitmaktadir. Senkronizmde bu akimdan turemistir.

Frank Kupka (1871-1957)
Robert Delaunay (1885-1941)
Francis Picabia(1879-1953)


FUTURIZM (GELECEKÇiLiK)
1909 da olusan bu akim Cagdas yasamin hareketliligi ve sanayi toplumunun gucune tutkun olan futuristler gelecege geciste mekanik yasam ve teknolojinin yucelmesi icin caba sarfetmekteydiler bu amacla kubizmden etkiler alan bir tarzda yeni bir bolunmus gorsel olgular butunu olusturmuslardir. Anlatilan hareketin es zamanli degisik goruntulerini bir araya getirmeyi amaclamislardir.

Giacomo Balla (1871-1958)
Umberto Boccioni(1882-1916)
Carlo Carra(1881-1966)
Luigi Russolo(1885-1947)
Gino Severini(1883-1965)


DADAIZM VE SURREALIZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK)
1916 da kurulan bu akima sair Tzara tarafindan alayci bir ifade kullanilarak dada ismi verilmistir. gercegi bulmak icin her seyi reddeden bu akim taraftarlari geleneksel anlayislari ve eski sanati tamamen reddetmekteydiler. Bu red eylemiyle yeni bir sanat dusun ve kultur ortami yaratmayi hedeflediler. 2. dunya savasi sirasinda toplumsal belirsizlik icinde kok salan bu akim en sonunda sanati da reddederek yok olmustur.

Dadaizm icinden surrealizm dogmustur. sanatsal yaraticiligin bilinc alti sureclerden kaynaklandigini savunan surrealistler kendiliginden yaratma eylemi biciminde bilinc altinin disa aktaerim araci olarak ortaya koydugu otomatik yaratim eylemiyle birlestirerek surrealizmin temelini atmistir. Freud tarafindan gelistirilen psikanaliz yonteminin etkisinde kalmislardir.

Yves Tanguy(1900-1955)
Max Ernest(1881-1976)
Rene Magrite(1898-1967)
Salvador Dali(1904-1989)
Joan Miro(1893-1983)
Paul Klee(1879-1940)
Frida Kahlo(1910-1954)


SEMBOLIZM
19. y.y. da gelisen materyalist ve sanayi asigi anlayisa tepki olarak ortaya cikmistir. icinde bulundugu cetin ve zor sartlara bir tepki oldugu kadar bu cagin gerceklerinden bir tur kacisi da beraberinde getirmistir. 1886 da ortaya cikan bu akim empresyonizmin izlenimci gercekciligi kadar diger anlayislarin maddeci tavrina karsilik duygu ve hayalci bir ic duyarliligin onem tasidigi ifadeci ve anlatimci bir tavirla belirginlesti. Hayatin karanlik ve carpik yonlerini hayalci bir dusunceyle yenileyen sembolistler romantik sanata yaklasan bir konu secimine sahipti.

Odilon Redon(1840-1916)
Pierre Puvis de Chavannes(1824-1898)
Gustave Moreau(1826-1898)
Giovanni segantini(1858-1899)


ART NOUVEAU (YENi SANAT)
19. y.y. Ortalarindan itibaren mimari ve susleme sanatinda onemli bir uretim alani bulan bu akim en onemli eserlerini mimari ve ic mimari alanlarda vermesine ragmen ressamlar tarafindanda uygulanmistir. Gelisen teknolojinin durtusuyle ortaya cikan modern yasamin ic arayislarini ve daha cok sanayinin gucu karsisinda insanlarin icine dustugu saskinligi yansitmaktadir. geleneksel sanata karsi cikan art nouveau Cok yumusak kivrak cizgilerin yogun oldugu suslemeyi on plana cikararak sanayiye bagli bir tarzi benimsemislerdir.

Victor Horta(1861-1947)
Hector Guimard(1867-1942)
Antonio Gaudi Y Corret(1852-1926)


REALIZM / GERÇEKCİLİK
Romantizmin guclu oldugu donemde romantizmden dogan gurup calisma yaptiklari koyun adiyla manzara ressamlari barbizon ekolu olarak adlandirilmistir. Dogaya bagli, ucsuz bucaksiz kirlar su birikintileri, agaclar eserlerine konu yapilmistir. Yumusak bir duyumun hakim oldugu doga tum sukunetiyle yansitilmistir. Barbizon ekolu icinde yer alan Jean Francois Millet dogaya oldugu kadar insanada agirlik vermistir. bu anlayis gercekcilik icin temel teskil etmistir. Gustave Courbet; barbizon ekolu uzerindeki romantizm etkisinden tamamen siyrilarak son derece basit ve olagan temalarin bile nasil bir esere temel teskil edecegini ve sanat degerini kazanacagi gosterilmistir.

Wislow Homer(1836-1910)
Max Liebermann(1847-1935)
Wilhelm Leibl(1844-1916)


FAUVIZM
20. y.y. in ilk sanat akimi olan fovizm Gustave Moreau'nun atolyesinden ayrilan bir gurup ressamin meydana getirdigi harekettir. Pariste 1905 te sonbahar sergisinde sergilenen Henri Matisse ve bir kac arkadasinin yapitlari fransiz elestirmen Louis Vauxcelles tarafindan vahsi hayvanlar, yirtici kuslar anlamina gelen fauve sozcuguyle ifade edilmistir.

Onlara gore; gerk isik gerek uzaklık resimde yalnizca renkle gosterilir. Temiz ve duz renklerle resim saf ve arinmis sadelikte olamlidir. Cunku; seyirci boyali bir yuzeyden etkilenecek ve bu yuzeyde herseyi bir bakista kavratacak acik etkili ve duygulari saracak bicimde duzenlenecektir.

Fovistler carpici ve yogunlastirilmis renk tonlari ve nesnelerin deformasyonlari ile ugrasmislar; derinlik isik golge ve kontur resimden atilmistir. Bunun yerine renk siddetine onem vermislerdir. fovizm cok kisa surmesine ragmen etkisi buyuk olmustur.

Henri Matisse(1869-1954)


NABILER
Renklere dayali resim yapma egilimi nabiler ve fauvistleri ileriye goturmustur. nabiler ince renk tabakalariyla donuk solgun renkleri tercih etmislerdir. tamamen renklerle yapilan bicimlendirme anlayisina sahip olan nabiler fauvistlere benzemesine ragmen fauvistlerin guclu anlatimna temkinli yaklasmislardir.

Pierre Bonnard(1867-1947)
Eduard Vuillard(1868-1940)


EKSPRESYONIZM (DIŞAVURUMCULUK)
Fransizca "Expressionizme" sozcugunden alinmistir. 20. y.y. in ilk yirmi yili icerisinde ozellikle Almanyada gelisen bir modern sanat akimidir.

Sanatcinin ruhsal yapisinin bir kesitini, fiziksel heyecani, zihnin rahatsizligini umutsuzlugunu resme yansitan ve bu duygularinida renk duzeninde olusturduklari keskin zitliklarla vermeye calisan bir akimdir.

Bu akim resim sanatinda dis gercekligi sadakatle yansitmayi yadsiyarak, sanatcinin ruhsal durumlarina, amaclarina, hatta dusunce tarzina gore istedigi betileri deformasyona ugratmasina olanak vermistir.

Vincent Van Gogh(1853-1890)
Fredinand Hodler(1853-1918)
Eduard Munch(1863-1944)
Son düzenleyen Daisy-BT; 1 Ağustos 2011 17:41 Sebep: Sayfa düzeni.
Noyan - avatarı
Noyan
Ziyaretçi
26 Kasım 2008       Mesaj #4
Noyan - avatarı
Ziyaretçi
SANAT AKIMLARI
=>Dışavurumculuk ( Ekspresyonizm )
Dışavurumculuk (ekspresyonizm), doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımı. Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının duygusal dünyasını aktarmayı hedefler.
Dışavurumcu sanatın amacı, sanatçının duyguları ve iç dünyasını renk, çizgi, düzlem ve kütle aracılığıyla dışavurmasıdır. Bu duyguları daha iyi yansıtabilmek için sanatçı geleneksel kuralların dışına çıkarak biçim bozma yöntemini kullanır. Edward Munch'un Çığlık adlı tablosu, bunun belirgin bir örneğidir.
Ekspresyonist bir sanat eserini yorumlarken çizgilerin, renklerin kullanımına dikkat edilmelidir. Sivri keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi ön plana çıkarırken, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok sakinliği vurgular. Diğer önemli sanatçılar: Gustav Klimt,James Ensur,Oscar Kokoschka.
=>Alman Dışavurumculuğu
Almanya'nın 1920'li yılların başında I. Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmaya çalıştığı dönemde, Alman sinemacılığı hızla gelişmekteydi. Ancak ekonomik zorluklar yüzünden Alman sinemacılarının Hollywood'un gösterişli ve pahalı yapımlarıyla yarışmaları çok zordu. UFA stüdyosunun sinemacıları sembolizm ve mizansenin olanaklarını kullanarak kendi özgün stillerini yarattılar.
İlk dışavurumcu filmler, Golem (1915), Dr. Caligari'nin Muayenehanesi (1920), Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi (1922), Fantom (1922)'dur. Bu filmler gerçek-dışı ve çoğunlukla absürd dekorlarıyla, çarpıtılmış perspektifleriyle, ışığın ve gölgelerin abartılı kullanımıyla akıma uygun biçimsel özellikler taşıyordu.
Dışavurumculuğun aşırı gerçek dışılığı kısa ömürlüydü. Bir kaç yıl içinde gelip geçti ancak temaları ve dekorun, ışığın ve gölgenin anlam yaratmak amacıyla abartılı kullanımı 1920 ve 1930'ların daha sonraki filmlerinde sıkça kullanıldı.
Bu karanlık ve karamsar akım, Almanya'da Nazilerin iktidara gelmesi ve bir çok Alman sinemacının Hollywood'a göç etmesiyle Amerika'ya taşındı. Özellikle iki tür, dışavurumculuk akımından bariz biçimde etkilenmiştir: Korku sineması ve film noir.

=>Chaïm Soutine
(1893 – 9 Ağustos, 1943), Beyaz Rusya'da doğmuş, Yahudi, dışavurumcu ressam. Soyut dışavurumculuğun selefi olarak kabul edilir. Ayrıca, Rembrandt ve Chardin'in örnek olduğu Avrupa'nın geleneksel resimlerinin de yandaşı ve destekçisi olarak tanınır.[
Soutine, Minsk yakınlarındaki Smilavichy köyünde dünyaya geldi. Onbir çocuklu bir terzisinin onuncu evladıydı.
1910'dan 1813'e kadar Vilnius'ta Vilna Güzel Sanatlar Akademisi'nde okudu. 1913'te arkadaşları Pinchus Kremegne ve Michel Kikoine ile birlikte Fransa'ya göç etti. Paris'te Fernand Cormon'un eğitmenliğinde Güzel Sanatlar Okulu'na (École des Beaux-Arts) devam etti. Eğitimi sırasında kişisel bir bakış açısı ve resim tekniği geliştirdi.
Bir süreliğine, arkadaşları ile genelde çok çalışan ressamların yaşadığı Montparnasse bölgesindeki La Ruche'de kaldı. Burada Amedeo Modigliani ile arkadaş oldu. Modigliani, ressamın çok sayıda portresini yaptı. Bu portreler arasında en meşhuru 1917'de sanat tüccarları Léopold Zborowski'nin dairesinin kapısına yaptığıdır.[2] Zoborowski, Soutine'i 1. Dünya Savaşı sırasınca desteklemeye devam etti. Almanların Paris'i bombalaması sırasında Soutine'i de alarak Nice'e kaçtı.
1923 yılında, ABD'li koleksiyoncu Albert C. Barnes, ressamı stüdyosunda ziyaret etti ve altmış adet resmini o gün satın aldı.
Soutine, bir keresinde stüdyosuna bir hayvan cesedinin gövdesini getirerek bütün komşularını korkuttu. Daha sonra bu gövdenin resmini yapacaktı (Sığırın Gövdesi). Komşular pis koku sebebiyle polise gittiler. Bu yüzden Soutine'e hijyenin önemine dair bir ders bile verildi. Şubat 2006'da, Soutine'in "Sığırın Gövdesi" isimli tablosu Londra'dan ismi açıklanmayan bir alıcıya 7.8 milyon sterline satıldı.
Soutine, 1920'dan 1929'a kadar en önemli olarak kabul edilen eserlerini üretti. Resimlerini çok nadir olarak sergiledi. Fakat 1937'de Paris'te düzenlenen Bağımsız Sanat Sergisi'nde yer aldı. Bu serginin sonunda büyük bir ressam olarak çağrılmaya başlandı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Fransa, Almanlar tarafından işgal edildi. Bir Yahudi olarak, Soutine, Fransa'nın başkentinden Gestapo'ya yakalanmamak için kaçtı. Oradan oraya savrularak, kimi zaman dışarıda, ormanda yatarak günlerini geçirdi. Ülser rahatsızlığı vardı ve kanamaları çok artmıştı. Bu yüzden bulduğu emniyetli yeri terk edip tekrar Paris'e kendisine acil müdahale yapılabilecek olan yere döndü. 9 Ağustos1943'te, Chaim Soutine ülserden öldü. Paris'teki Montparnasse Mezarlığı'na gömüldü.
=>Dr. Caligari'nin Muayenehanesi

Dr. Caligari'nin Muayenehanesi (Almanca orijinal adı: Das Cabinet des Dr. Caligari), Robert Wiene'nin yönettiği 1920 yapımı Alman dışavurumcu film. Sessiz sinema döneminden çekilmesine ve siyah beyaz olmasına karşın tarihte sanatsal olarak en çok etki uyandıran filmlerden birisidir. Alman dışavurumcu sinemasının ilk örneklerindendir.
Oyuncular

  • Werner Krauss, Dr. Caligari olarak
  • Conrad Veidt, Cesare olarak
  • Friedrich Fehér, Francis olarak
  • Lil Dagover, Jane olarak
  • Hans Heinrich von Twardowski, Alan olarak
  • Rudolf Lettinger, Dr. Olson olarak
  • Hans Lanser-Rudolf
  • Henri Peters-Arnolds
  • Rudolf Klein-Rogge, suçlu
  • Ludwig Rex, katil
  • Elsa Wagner, toprak sahibi
=>Egon Schiele

Egon Schiele (12 Haziran1890 – 31 Ekim1918), desen çalışmalarıyla ünlü Avusturyalıdışavurumcuressam.
Grafit, kurşun kalem ve suluboyayı kağıt üzerine kullandığı çalışmalarında, genelde portreler üzerine çalışır. Figürler kırılgan, çoğu zaman hastalıklı, çoğu zaman fakir ve hüzünlüdürler. Buna rağmen çizgilerinde yüzen güçlü bir enerji, yer yer erotizme dönüşerek, yer yer yaşama sevgisi olarak karşımıza çıkar. Figürlerini gerek teknik sebeplerle, gerek sembolik olarak fondan, beyaz, suluboya bir çizgiyle ayırır. Gustav Klimt'ten yoğun olarak etkilenmiş olsa da, özellikle figür tekniğini önün ötesine götürebilmiştir. Hayatı ve kişiliği tartışmalı olsa da yeteneği ve desen tekniğine getirdiği enerji tartışılmazdır.
12 Haziran 1890'de Viyana, Avusturya'da doğdu. Annesi, zengin bir banker ailenin kızı, babası ise bir demiryolu istasyonunun yöneticisiydi. Yaşadıkları küçük kasabada (Tulin) ilkokul bulunmadığı için, ilkokulu dayısının ve teyzelerinin yanında; önce Krems, sonra Klosterneuburg kentlerinde okudu. Yazları ziyaret ettiği ailesi arasında kızkardeşi ile (bazı biyografilerde ensest ilişki olarak yorumlanan) büyük bir yakınlık bulunmaktaydı. Egon 14 yaşındayken babası aklı dengesini kaybetti ve ertesi yıl öldü. Ekonomik bir kriz yaşayan annesi, oğlunu Viyana'da yaşayan ağabisinin yanına, bankerlik öğrenmesi için gönderdi.
Yıllardır annesinin desteği ile resim yapmaya alışmış ve bunu seven Egon, dayısının tüm itirazlarına rağmen Gustav Klimt'in devam etmiş olduğu Vienna Güzel Sanatlar ve Zanaat Okuluna başvurdu; buradan reddedilerek, daha geleneksel bir sanat eğitimi veren Güzel Sanatlar Akademisine refere edildi. Akademinin giriş sınavlarını büyük başarıyla kazandı ve 1906 yılında, 16 yaşında, akademi öğrencisi oldu. Hemen ertesi yıl hayranı olduğu Klimt'i ziyaret ederek yaptığı eserleri gösterdi. Klimt, genç sanatçıdaki büyük yeteneği görerek onu desteklemeye başladı. Desenlerini satın aldı, sponsorlarla tanıştırdı, evindeki toplantılara davet etti ve Sezession grubuna bağlı sanat atölyesi olan Wiener Werkstütte ile tanıştırdı. Schiele, kıyafet ve ayakkabı tasarımından kartpostala kadar çok çeşitte ürün çıkardıktan sonra 1908 yılında; Klosterneuberg'de ilk grup sergisini açtı.
1909 yılında 3. sınıfı bitirdikten sonra Akademi'yi bıraktı ve kendi stüdyosunu açtı. Bazı biyografilere göre bu dönemde pornografi kolleksiyoncuları için ürünler yaratarak geçimini sağladı. Atölyesine sık sık ve serbestçe gelen küçük çocukların erotik olan ve olmayan resimlerini yaptı. Bu nedenle 1912 yılında tutuklandı ve bir ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı.1915 yılında Viyana'nın Galerie Arnot galerisinde açtığı ilk kişisel sergisi için hazırladığı posterde kendini St. Sebastian olarak göstermiş olması ve gösteriş şekli; narsizm, teşhircilik ve kınanma duygularıyla savaştığının; bu savaşı kaybetmeye başladığının işareti olarak gösterilir. Gene 1915 yılında stüdyosunun karşısındaki evde oturan Edith ve Adele isimli iki kardeşle tanıştı. İkisi ile de yaşanan bir flört döneminden sonra, Edith ile (ailelerinin itirazına rağmen) evlendi. Evlendikten 4 gün sonra askere çağırıldı.Savaş alanından ve savaşın yarattığı yokluklardan uzak geçen bir askerlik dönemi yaşayan sanatçı, savaşa rağmen, Avusturya'nin önemli ressamlarından biri olarak ün yapmaya devam etti. Avusturya'nin, savaştaki tarafsızlıklarını koruyan İskandinav ülkeleri önündeki imajını geliştirmek için devlet tarafından düzenlenen resim sergisinde eserlerini sergilemesi istendi. 1918 yılında gerçekleşen Sezession'un 49. sergisinde baş ressam olması önerildi. Duyuru posterinde kendisini son akşam yemeğini yiyen İsa olarak resmettiği sergi, savaşa rağmen büyük başarı kazandı. Shiele'nin desenlerinin fiyatı kat kat arttı ve sayısız portre komisyonu aldı. Edith ile birlikte daha lüks bir atölyeye taşındılar, ancak mutluluk kısa sürdü. 19 Ekim 1918'de Edith, karnında taşıdığı bebek ile birlikte hayata veda etti. Karısının ve çocuğunun ölümüne sebep olan İspanyol gribine yenik düşen Schiele de 31 Ekim 1918'de vefat etti.Birçok eleştirmene göre kendi özgün stilini tam olarak geliştiremeden, henüz 28 yaşındayken ölmüştür.
=>Philip Guston
Philip Guston, (d. Montreal, Kanada, 27 Haziran1913 – ö. Woodstock, New York, ABD, 7 Haziran1980) ABD'li ressam. Önceleri New York ekolü etkisiyle soyut dışavurumcu bir tarz benimsedi. Daha sonra, 1960'larda yeni dışavurumculuğa yöneldi, karikatürümsü resimlerinde kişisel simgeler ve nesneleri konu edindi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Eylül 2009       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
XIX. YÜZYIL SONRASI SANAT AKIMLARI

1.NEOKLASİZM

Sanatta yeniden ilkçağ unsurlarının ön plana çıkması anlamına gelir. Bu dönemde, eski Yunan ve Roma tarzı tekrar canlandırılmıştır. Bu akım özellikle Barok Sanatı'nın aşırı süslemeciliğine duyulan bir tepkidir. Neoklasik resim: Yeni tarzın teknik özellikleri, ışığın getirdiği etkilerden uzak, perspektif ve derinlik aramayan, arka plana ağırlık veren -keskinleşen- çizgilerdir. Bu akımın en büyük ustası Jacques Louis David'dir.

2.ROMANTİZM

Romantizm'de sanatçı doğrudan kendisine yönelmiştir. Duyguları, iç dünyası, kendi gücü onun tek kaynağıdır. Bu akımda sanatçının bireysel olarak kendini yorumlaması, kişiliğinin duygusal yanını en iyi biçimde anlatabilmesi onun başarısıdır. Bu akımın en önemli sanatçıları Fransisko Goya, Teodore Gericault, Eugene Delacroix'tir.

3.REALİZM

En önemli özelliği, gerçek olanı, gözle görülüp elle tutulanı tıpkı bir ayna gibi ifade etmesidir. Realist sanatçı Courbert "Ben hiç melek resmi yapmadım, çünkü hiç melek görmedim" demektedir. Realist akımın izleyicileri, bir sanatçının zengin ve görkemli dünyasını tasvir etmek yerine dünya gerçeklerini gözler önüne sermişlerdir. Bu akımın öncüleri Courbert, Corot, Millet ve Honore Daumier'dir.

4.EMPRESYONİZM

İzlenimcilik anlamına gelen empresyonizmde sanatçılar dış dünyaya ait olanı; ışığı, renkleri, tepkileri, hüzünleri işlemekte ve yakalanan anlık konuları resmetmektedir. Bu akım ışık ile resim yapma olarak tanımlanmaktadır. İzledikleri temel kaynak güneştir. Konu ışık yansımaları arasında kaybolmuştur. En önemli temsilcileri Manet, Monet ve Renoir'dir.

5.POST EMPRESYONİZM

Empresyonizme tepki olarak doğmuştur. Bu akımın temsilcileri ışık oyunlarıyla oluşan gelişigüzel kompozisyonları tekrar düzene koyarlar. Van Gogh, Paul Gaugin, Cezanne ve Seruat bu akımın önemli sanatçılarındandır.

6.FOVİZM

19. yy ikinci yarısında sanata bakış açısı tamamen değişmiştir. Artık sanatçının eserine özgürce sahip olma düşüncesi egemen olmaya başlamıştır. Fovizm'de çiğ ve sert renkler kullanılması bu akımın başlıca özelliğidir. Resim elden geldiğince sade ve temiz boyalıdır. Önemli sanatçıları Henri Matisse, Brague ve Derain'dir.

7.KÜBİZM

Fovizm'den kopan sanatçıların oluşturduğu bir akımdır. Üçüncü boyutu tuvalin üzerine perspektif olmadan getirebilmesi temel özelliğidir. Cisimler parçalanır, öne arkaya katlanır, açılır. Pablo Picasso bu akımın en önemli öncüsü olmuştur.

8.FÜTÜRİZM

20. yy başlarında, Kübizm'e tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu akım çok az sayıda ressam tarafından benimsenmiştir. Dış dünyayı bir tarafa bırakarak tamamen iç dünyayı tuvale aktarır. Savaşların, hızlı makineleşmenin insanın iç dünyasını, duygularını nasıl etkilediği bu resimlerde rahatlıkla izlenebilir. Umberto Boccioni bu akımın öncülüğünü yapmıştır.

9.EKSPRESYONİZM

Dışavurumculuk anlamına gelen bu akım empresyonizme tepki olarak doğmuştur. Ekonomik sorunlar, siyasi karışıklıklar, sosyal dengesizlikler sanatçiları ekspresyonizme doğru itmiştir. Bu akımın en ünlü sanatçısı Edward Munch'tır.

10.SOYUT RESİM SANATI

Non-figüratif, Abstre, Non-objektif gibi isimlerle de bilinir. Doğuş yeri Fransa'dır. Soyut resimde, ışık ve rengi kullanarak kompozisyon oluşturma esası vardır. Sanatçılar iç dünyalarını ya da herhengi bir objeyi tuvale aktarırlar. Jackson Pollock, Joseph Albers soyut resim sanatının önemli sanatçılarındandır.

11.METAFİZİK

Varlığın, en genel prensipleriyle, temelindeki ilk nedenleri araştıran bir disiplin anlayışıdır. Fütürizm'in hareketlilik anlayışına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Resim sanatında hareketliliği reddeder. Sanatçı, akılcılıktan ve mantıktan uzak, tamamen düşlerden oluşan kompozisyonlar oluşturur. Öncüsü Georgia da Chirica olmuştur.

12.DADAİZM

İsmini Fransızca "tahta at" sözcüğünden almıştır. Bu akım sanatçıları alışılagelmiş resim tekniklerini bırakarak gündelik kullanılan kağıt,ağaç gibi eşyaları birbirleri ile birleştirerek ilginç eserler ortaya koymuşlardır. İnsanlığı karamsarlığa, karmaşıklığa, ümitsizliğe iten I. ve II. Dünya şavaşları akımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Akım, çocuksu heyecanlarla akılcılığı reddeder. dadaistler için mantık sorularının sorulmadığı anlık duyguları yakalamak önemlidir. Hans Arp ve Marcel Duchamp önemli temsilcilerindendir.

13.SÜRREALİZM

II. Dünya savaşından sonra ortaya çıkan bu akım gerçeküstücülük olarak ta adlandırılabilir. Sürrealistler, Freud kuramını sanatla birleştiren ve ilk uygulayanlar olmuşlardır. İnsanın bir anlamda anlık ruhsal çelişkileri, karşı çıkmaları ve buna benzer tepkileri sanata yansımış, sonuçta bu akım doğmuştur. En güçlü temsilcisi Salvadore Dali'dir.

14.POP ART

II. Dünya savaşından sonra meydana gelen köklü değişimlerin bir getirisidir. Tüketimi çekici hale getirmek için reklamlar, renkli afişler, hatta resimli dergi ve romanlar kullanılmaya başlanır. Pop Art Sanatı tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak doğar, gelişir. Claes Oldenburg bu sanatın öncüsü olmuştur.

KAYNAKÇA:

Semra Deniz, Selim Aydos, Sanat Tarihi, Ankara 1993
Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1983
Son düzenleyen asla_asla_deme; 17 Eylül 2010 23:27
HANDSOME - avatarı
HANDSOME
VIP ☪ ɴє мυтŁυ тürĸüм đἶყєɴє
7 Ocak 2012       Mesaj #6
HANDSOME - avatarı
VIP ☪ ɴє мυтŁυ тürĸüм đἶყєɴє
EMPRESYONİZM
I9.yüzyılın sonlarında Fransa’da doğmuştur. önce resimde, sonra da edebiyatla etkisini göstermiştir. Dış dünyanın sanatçıda bıraktığı izlenimleri anlamayı amaçlamıştır. Onlara göre sanatçı, dünyayı olduğu gibi anlatamaz. Ancak hayallerle süslenmiş izlenimler yardımıyla anlatıiabilir. Sembolizmin uzantısı sayabileceğimiz empreyonizm, “sanat için sanat” anlayışını benim­semiştir. Sanatçılar, ölçü ve uyağa önem verme­miştir. Onlara göre gerçek, kişisel izlenimlere göre değişir. Bu izlenimler de göreceli, yani sanatçıdan sanatçıya değişebilen niteliktedir.
Marie Rilke { Önemli yapıtları: Christop Rilke’nin Aşk ve Ölüm Şarkısı. Duino Mersiyeri..,) ve James Joyce (. Önemli yapıtları : Sürgünler. Bir Delikanlının Sanatçı olarak portresi ) empresyonizm temsilcileridir.
————————————————————————————————————————————————————————–
19. yüzyılın sonlarında Fransa’da ortaya çıkan, oradan diğer ülkelere yayılan, dış dünyanın sanatçıda bıraktığı izlenimleri yansıtmayı amaçlayan akıma Empresyonizm akımı (izlenimcilik) denir.
Empresyonizm, önce resimde, sonra edebiyatta etkili olmuş bir akımdır. Empresyonist sanatçılar dış dünyayı olduğu gibi değil de algıladıkları biçimde anlatmayı amaçlamışlar, öznelliği benimsemişlerdir. Onlara göre, bu dünya sanatçılara heyecan ve ruhi dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Sanatçının görevi, duyduğu heyecanı, ruhi dalgalanmaları dile getirmek olmalıdır.
Edebiyat eleştirmeni K. Haedens’e göre, empresyonist şiirlerde sözcükler, yepyeni biçimlerde birleşir, bir “fosfor ışığı” içinde yıkanırlar.
Empresyonist şairler, şiirde biçime, kafiyeye önem vermezler. “Sanat için sanat” anlayışını benimseyerek, edebiyatın toplumsal bir görevi üstlenmesine karşı çıkarlar.
Empresyonizm, Sembolizm akımının özelliklerini taşıyan bir akım olarak değerlendirilebilir. Sembolizm akımı içinde yer alan bazı şairler, Emprosyonizmin de temsilcileri olmuşlardır.
Bu akım en çok resimde etkili olmuştur. Edebiyatta geliştiği başlıca türler şiir ve tiyatrodur.
Empresyonizmin Önemli Sanatçıları
Arthur Rimbaud
R. Marie Rilke
Paul Verlaine

Empresyonizmin Türk Edebiyatındaki Temsilcileri:
Türk edebiyatında bütün şiirleriyle izlenimci diyebileceğimiz şairler yok sayılır. Ahmet Muhip Dranas, Cahit Sıtkı Tarancı gibi sanatçıların kimi şiirlerinde bu akımın etkileri görülür.
Empresyonizm Örnek Metinleri

OFELYA
Yıldızların uyuduğu, sessiz, kara Dalgalarda Ofelya iri bir zambak, Yüzüyor tül gibi, uzanmış sulara… Avcı borularının ezgisinde bak.
Bin yıl geçti Ofelya yine üzgün Uzun sularda kefen gibi akıyor Bin yıldır, gündüz, gece deli gönlünün Hüznünü meltem yellerine döküyor
Yöresinde üzgün nilüferler bazen Dağıtıyor kızcağızın uykusunu Bir kanat vuruşuyla dallar yuvadan Salıyor yıldızların altın şarkısını
(Arthur Rimbaud, Çev. Erdoğan Alkan)
GEÇMİŞ OLA
Hâtıralar, ne istersiniz benden?… Sonbahar… Durgun gökte ardıç kuşları uçuşmadalar Güneşten ölgün ve soluk bir ışık vurmada İçinde poyrazlar esen sararmış ormana.
Yapayalnızdık, yürüyorduk, türlü hülyalarda, Saçlarımız ve düşüncelerimiz rüzgârda. Çevirip güzel gözlerini bana: “Hangisi? En güzel günün” diye sordu o billur sesi.
Bir melek sesi kadar tatlı, o kadar derin Hafif bir gülümseyiş cevap verdi sesine öptüm ellerini, ibadet edercesine.
— Ah! İlk çiçekler! Ne güzel kokuları vardır! Ne kadar sevimli bir mırıltıları vardır! Sevilen dudaklardan çıkan ilk evet’lerin!
(Paul Verlaine‘den Çev. Orhan Veli Kanık )


Kaynak

---------- Mesaj tarihi 22:55 ---------- Önceki mesaj tarihi 22:51 ----------

Kübizm


Kübizm, 20. yüzyılın başında Empresyonizme tepki olarak doğan, önceleri resim ve heykel sanatlarında etkili olan, daha sonra edebiyata yansıyan bir akımdır.
Kübizm, dış dünyadaki nesnelerin yalnız görünen değil, görünmeyen taraflarını da göstermeye, anlatmaya çalışan bir akımdır. Sözgelimi “Ressam, balkonda bulunan bir adamın resmini yapmak istediği zaman, yalnızca adamın dış görünüşünü çizmekle yetinmeyecek, balkondaki adamın sokağa ait bütün duyumlarını aynı tablonun içerisine yerleştirecektir.”
Kübizm akımına göre yaşam, çok boyutludur. İnsan yaşam denilen olay içinde birçok şeyi hep birden görmektedir. Öyleyse insanı bütün düşüncelerinden soyutlayarak anlatamayız. İyi bir sanatçı, insanın hem dış görünüşünü hem de düşündüklerini eserine yansıtabilmelidir. Kübizmin sanatçıları, insanı dış görünüşü ve duyumlarıyla birlikte anlatırken düşüncelerini geometrik şekillerle dile getirir. Kübizmde insan, doğa ve eşya bambaşka bir açıdan yorumlanır.
Kübizmin Önemli Temsilcileri:
Picasso resim
G. Apollinaire şiir
M. Jacop şiir
Türk edebiyatında bütün şiirleriyle Kübizmi temsil eden bir edebiyat sanatçısı yoktur.
ŞAPKA
Güvercinler uçtu, üstünde bir elma ağacının
Avcılar koştu ardından, pek güvercin kalmadı ağaçta
Hırsızların işi tıkır, tek elma kalmadı ağaçta
Bir sarhoşun şapkasından başka
Asılı en alt dalda
İyi iş bu şapka satıcılığı
Sarhoş şapkası satıcılığı
Bulunur her yerde şapka
Üstünde çayırların, dalların
Çukurlarda

Yenilerini ararsan Kermarec’de bulursun her vakit Lamnion’da şapka satıcısı Kermarec Onun için çalışır rüzgar
Bense küçük bir terzi Şapka satıcısı olacağım ben de Elma şarabı benim için çalışacak Zengin olduğum vakit Kermarec kadar Bir elma bahçesi alacağım, elma-şaraplık Ve evcil güvercinler Bordeaux’daysam şarap içeceğim Ve dolaşacağım güneşte baş-açık
(Max Jacop, Çev. Ergin Ertem)


Kaynak
Adam Olmak; Cinsiyet Meselesi DeğiL.! Şahsiyet Meselesidir!..

Benzer Konular

10 Kasım 2012 / Misafir Sanat
9 Mayıs 2012 / ThinkerBeLL Sanat
15 Eylül 2007 / Misafir Sanat
28 Ekim 2009 / ThinkerBeLL Sanat
15 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Sanat