Arama

Yörük Kültürü

Güncelleme: 31 Mayıs 2011 Gösterim: 27.599 Cevap: 4
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yörük

Sponsorlu Bağlantılar
Yörük, göçebe yaşam tarzını seçmiş insandır. Türkçe yürümek kelimesinden türetilmiştir. Anadolu'da yaylak-kışlak hayatı yaşayan Türkmen aşiretleri için de kullanılır. 1990'lara kadar azalarak devam eden yörüklük geleneği günümüzde orta ve batı Toroslar'da yaşayan 500 den fazla aile tarafından hala devam ettirilmektedir. Bu geleneğin gelecekte alternatif bir turizm anlayışı içinde değerlendirilerek yaşatılabilmesi için çalışmalar yapılmaktadır.
Karagöl derki: Yörüklük sadece yazın yaylak alanda kışın şehirde geçirilen bir hayat tarzı değildir. Maddiyatçılığı ve aidiyetliği reddeden, insanın ve doğanın birbiriyle uyum içinde yaşayabileceğini kanıtlayan, şehirde yaşayan insanların rahatlığına ve sıradanlığına nazire yaparcasına zor ama bir o kadar zevklidir.
Not: Yörük Türkmenlerin aşireti olmaz, "oba"ları olur.
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Yörükler kimdir?
Yörükler, atlı - göçebe Türk kültürüne uygun yaşantılarını diğer bir çok Türk topluluğuna göre daha uzun süre devam ettiren ve yerleşik düzene nispeten yakın zamanlarda geçen Türk topluluklarından birisidir. Bu hayat tarzı onların karakterlerine yansıyan ve onların temel özellikleri haline gelmiş bir takım hasletleri vardır.
Mesela Yörükler hoşgörülü insanlardır. Sürekli olarak yer değiştirirler ve farklı anlayışa sahip bambaşka yaşantı tarzları olan insanlarla sürekli olarak karşılaşırlar. Bu durum onların daha hoşgörülü insanlar olmasını sağlar, çünkü onlarla barış içinde yaşamanın tek yolu hoşgörüden geçer. Kendi hayat tarzlarını korumanın başkalarının hayat tarzına saygı duymakla mümkün olduğunu görmüşlerdir.
Yörükler yardımsever insanlardır, yüksek yaylalarda çarşı pazardan uzak yaşadıkları için ihtiyaç duydukları şeyleri yine başka yörüklerden karşılamak zorundadırlar. Bu mecburiyet onlara imece sistemini ve paylaşmayı çok iyi öğretmiştir.
Çalışkandırlar, hayatlarını yaylalarda sürdürmek ve daha rahat yaşamak için ihtiyaç duydukları şeyleri kendileri üretmek zorundadırlar. Bu yüzden her yörük obası aslında bir tür entegre fabrika gibi çalışır. Peynir, yağ, yoğurt yaparlar, koyunlarından yün elde ederler, bu yün ile kilim, halı, çadır çulu, pantolonluk kumaş dokurlar, kazak, eldiven, çorap gibi giysiler örerler, deriyi işler, post, çarık, çanta, peynir tuluğu yaparlar. Kısacası her yörük obası bağımsız bir ekonomik birimdir.
Yörükler temiz insanlardır, Bir kere hep su kenarında konaklarlar. Bu sadece kendileri ve hayvanları için içme suyu teminine yönelik bir şey değildir. Temizlik de bu seçimin en önemli sebeplerinden birisidir. Hijyen şartları göz önüne alındığında o zamanların en sağlıklı ortamları mikropların yayılma riskinin en az olduğu yüksek dağ başlarıydı. Çadırında kaynatılmış temiz bezler ve kaynatılmış sıcak su kullanılarak doğum yaptırılan bir yörük gelini (geçmişin gelişmemiş sağlık şartları göz önüne alındığında) acaba gerçekten kötü şartlarda mı doğum yapıyordu.
Yörükler özgürlüklerine de düşkündürler, Özgürlükleri için tehlike olarak gördükleri ev-bark, tarla-bahçe sahibi olma işine hiç meyletmemişler, Anadolu'nun uçsuz bucaksız yaylalarında o pınar başı senin bu pınar başı benim dolaşıp durmuşlardır. yerleşmeleri için yapılan baskılara uzun süre direnmişlerdir. Yörükler bir süreliğine de olsa yerleştirilseler dahi bir fırsatını bulup yine eski yaşantılarına dönmüşlerdir. Çabalarının özeti şu dizededir:
Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir..
Kurtuluş savaşında ülkemizi işgale yeltenen düşmana karşı Anadolu'da başlayan direniş hareketlerine hemen katılmışlar, bir çok şehitler vermişler ama Türk vatanseverliğinin en güzel örneklerini göstermişlerdir.

Kaynak: karagoz.net

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ekim 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Göçebeliğin Mirasçıları Yörükler
Oba, oymak, yurt yeri, hatta çadır ve göç gibi kavramlar artık unutmaya başladığımız kelimeler. Aslında hepimizin aşina olduğu ya da başka türlü anlamlarda kullandığı bu sözcükler, daha çok geçmişimizdeki yaşam tarzımızla ilgili. Zira, kültürümüzün temelinde göçebelik olunca bunlar da onun bir parçası oluyor haliyle. Bizler göçebeliği terk edeli uzun yıllar oldu ama, içimizden birileri zamana inat bu geleneği sürdürüyorlar: Yörükler.
Sponsorlu Bağlantılar
Onlar göçebeliğin günümüzdeki temsilcileri. Hayvanlarına daha iyi otlaklar bulmak amacıyla mevsimler boyu göç edip duran topluluklar.. “Yörük” kavramının ortaya çıkıdı ve kaynağı konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmekle birlikte, 12-13. yüzyıllardan sonra Türklerin hızla göçebelikten yerleşik hayata geçtikleri süreçte, göçebeliği devam ettirenlere Yörük denildiği ve o zamanlardan beri bu adın kullanıldığı görüşü dahaçok kabul görüyor. Yakın tarihlere kadar tamamen göçebe veya yarı göçebe bir hayat süren Yörüklerin bugün ekseriyeti yerleşik hayata geçmişler.
Fakat, günümüzde Anadolu’nun çeşitli yörelerinde, hala göçebe olarak yaşayan Yörüklere de rastlanmakta. Ne var ki, şimdilerde onların kervanı da bir tükenişe doğru yol alıyor.. Yörükleri, belki her yönüyle böyle bir yazıda ele almak mümkün olmayacağı için, onların sadece sanatından ve Türk sanatına katkılarından söz edeyim istedim bu yazımda. Ta ki son kervan göçüp gitmeden..
Yürüklerde sanat, onların yaşam biçimine, yani göçebeliğe bağlı olarak gelişmiştir. Bu yüzden ortaya koydukları ve geliştirdikleri sanat unsurları taşınabilir niteliklidir. Bunun da en başında dokuma gelir. Dokumanın Anadolu’da ve Orta Asya’da binlerce yıldır yapıldığı biliniyor. Fakat, halının ilk mucitlerinin Altaylar’da yaşayan göçebe Türkler olduğu bir gerçektir.
Altay Dağları’nda Pazırık Vadisi’ndeki 5 Nolu Hun Kurganı’nda yapılan kazılardan ele geçirilen ve bulunduğu yerden dolayı Pazırık Halısı olarak adlandırılan bir halı bunu ispatlamaktadır. Tarihi tam olarak tespit edilemeyen eser, bulunduktan sonra uzun yıllar tartışmalara konu olmuş, başka kültürlere mal edilmek istenmiş; ancak sonunda kesin biçimde Türk eseri olduğu bilim dünyasında kabul edilmiştir.
Tarihi tam olarak tespit edilemeyen; fakat M.Ö. 5.-3. yüzyıllar arasındaki bir tarihte dokunduğu dokunduğu var sayılan bu halı. hem teknik hem de motif ve kompozisyon açısından bir sanat şaheseridir. Üzerindeki süslemeler Türklerin binlerce yıldır süregelen yaşam biçimine, geleneklerine ve inanışlarına ilişkin önemli ipuçları sunmaktadır. Türk halı sanatının ortaya çıkışında ve gelişmesinde çok önemli katkıları olmakla birlikte Yörükler Anadolu’da genelde kendi ihtiyaçları doğrultusunda düz dokuma çeşitleri üretmişlerdir.
Bugün de küçük yerleşim birimlerinde onların ürettiği kilim, zili, sumak, heybe, torba, çul. çuval gibi dokumalarda yüzyılların dokuma gelenekleri ve motifleri yaşatılmaktadır.
Soğuk kış mevsimlerini arazide geçiren Yörükler için keçenin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Günlük hayatta birçok amaçla kullanılan keçe. özellikle çadırların iç döşemelerinde ve binek hayvanlarının teçhizatında yaygın şekilde kullanılmıştır. Ayrıca çobanların soğuğa karşı korunmak için sırtlarında taşıdıkları kepenekler de keçeden yapılmıştır.
Türklerde göçebelik kültürünün bir ürünü olan keçeciliğin çok eski bir geçmişi vardır. Yine Orta Asya’da Altaylar’daki Pazırık kurganından elde edilen aplike keçeler bunların ilk örnekleridir. Ancak hem Orta Asya’da hem de Anadolu’da o dönemlerden beri keçecilik geleneksel bir sanat haline dönüşerek varlığını sürdürmüştür. Hatta bugün Anadolu’da kimi keçe sanatçıları yaptıkları keçeleri dünyaya tanıtmaya çalışmakta ve eserleri dış ülkelerde çok büyük ilgi görmektedir. Bilindiği gibi, Türklerde çadır kültürü de doğrudan göçebeliğe dayanmakladır. Başka bir deyişle göçeb enin evi olan çadır, Türklerde başlı başına bir sanat eseri olarak gelişme göstermiştir.
Dolayısıyla Yürüklerin kullandıkları çadırlar ve onların döşemeleri Türk sanatının gelişmesinde ve birçok mimari yapının şekillenmesinde de ilham kaynağı olmuştur. Diğer bir ifadeyle, tarihi süreç içerisinde göçebe Yörüklerin tamamen yerleşik hayata geçmeleri ile onların taşınabilir nitelikli sanat unsurları mimaride de etkisini göstermiştir. Bunu ayrıntıya girmeden iki tür yapı ile örneklendirmek mümkündür.
Birincisi Türk türbe ve kümbetlerinin çadırlardan kaynaklanan bir yapı türü olduğu tartışması bir gerçektir. Gerek Orta Asya’da, gerekse Anadolu’daki Türk türbe ve kümbetleri incelendiğinde böyle bir ilişki mimarı görünüş itibariyle hemen anlaşılmaktadır. Diğer yandan, öbür dünya inancına ilişkin olarak çadır formunun seçilmesi daha başka anlamlar da taşımaktadır; ki, dünya evi olan çadır böylece ahiret evi olan kabre biçimini vermesiyle sonsuzluğa yol alacaktır. Nitekim, ünlü Selçuklu Sultanı Sancar’ın sağlığında Merv’de kendisi için çadır formunda bir türbe yaptırırken, onu “ahiret evi” olarak adlandırmasının bu görüşümüzü teyid ettiğini belirtmek isterim.
Çadırların bir de dünya evine yansıması vardır. Pek az dile getirilmiş olsa da, Türk evinin mekân organizasyonu ve oluşumunda göçebe çadırlarının doğrudan etkisi görülmektedir. Türk evinde, evin ana mekânını oluşturan sofa ile odalar arasındaki ilişki, Yörüklerin yaylalarda kurduğu grup halindeki aşiret çadırlarıyla, onların aralarındaki orta atan arasındaki düzenlemeye benzemektedir.
Burada sofa, çadırlar arasındaki orta alanı, odalar da çadırları ifade etmektedir. Sözünü ettiğimiz mekanların iç düzenlemesine baktığımızda da bu durum açıkça kendim göstermektedir. Şöyle ki; eskiden sofaların bir yüzü dışa açık olarak yapılmıştı. Böylece ev doğayla oldukça yakın bir ilişki içindeydi. Hatta bazı durumlarda adeta onun bir parçası halini alırdı. Odalar dış dünyayla böylesine iç içe olan bu sofaya açılırdı. Onların iç düzenlemesi de tam anlamıyla göçebe anlayışının etkilerinde şekillenmişti. Tıpkı çadırlarda olduğu gibi, bu odalar çok işlevli olarak kullanılırdı.
Geleneksel Türk evinde sofaya açılın odalar, günümüzde olduğu gibi yatak, yemek, çocuk odası şeklinde bölümlendirilmemişti. Onun yerine hemen her odanın içinde oturulabilir, yatılabilir, yemek pişirilebilir, yemek yenilebilir ve hatta yıkanılabilirdi. Bir oda için bu çok işlevli durum oda içindeki çoğu eşyanın taşınabilir nitelikli olmasıyla sağlanmıştır.
Tıpkı Türk evlerinin bu kendine özgü biçimlenişinde olduğu gibi,Türk sanatının bütününe de Yürüklerin katkısı olmuş; göçebeliğin çok renkli, hareketli ve sürekli yenilenen yaşam biçimleri bir ölçüde adeta Türk sanatının ana karakteristiği halini almıştır.
Nitekim. Türklerin yaşam biçimlerinin zamanla değişimi ile sanatta da özünden uzaklaşan yozlaşmalar görülmeye başlamıştır. Halbuki, göçebeliğin zamanla değişimi kaçınılmaz bir olgu iken, sanatımıza esas kimliğini veren sanat geleneğimizin sürdürülmesi bir esastır ve bütün olumsuzluklara rağmen çok önemlidir. Kuşkusuz bu, kervanları yola koyup göçebeliğe yeniden dönüş demek de değildir. Açık ifadesiyle, kültür kimliğimizin temelindeki değerleri sahiplenme ve onları gelecek kuşaklara sağlıklı bir biçimde taşıma sorumluluğudur.

Doç. Dr. Yüksel SAYAN
Kaynak: ekolojimagazin.com


bi quan - avatarı
bi quan
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #3
bi quan - avatarı
Ziyaretçi
yoruk13b8f42183b809eacby

yorC3BCk2

folklor1
HipHopRocK - avatarı
HipHopRocK
Ziyaretçi
28 Mart 2009       Mesaj #4
HipHopRocK - avatarı
Ziyaretçi
Yörüklerin Yaşamı

Yörük boylarının, konar göçerlerin; yükseklere çıkmak, uçsuz bucaksız bozkırlara, yeşil ovalara, kıvrım kıvrım akan derelere, yemyeşil çayırlara, alçak tepelere, pıynarlı yakalara dağlardan bakmak, burcu kokulu bitkilerin arasında kabardıcın, koyu gölgesine yaslanmak, çayıra uzanmak, keçilerin çanlarını, erekteki koyunların melemelerini, develerin hataplarındaki havan çanlarını dinlemek, öküzlerin böğürmelerini, sıyırtmacın düdüğüyle beraber duymak, danaların tozu dumana katışını görürken, hergelecinin ıslığını duymak, atların kişnemesini, horozların ötmesini, köpeklerin havlamasını, kuşların cıvıltısını duymak, kaval sesiyle geçmişe dalıp sevdayı hatırlamak, tekenin kayadan kayaya sekmesi, bögelek tutmuş dananın koşuşturması, kısrakların kişneyerek suya dört nala gitmesini görmek ne zevklidir yörük için.
Yaslandığınız yerden doğrulur, dengilerek etrafa iyice bakarsanız; öbek öbek çadırları, önünde koşanları, cıngırak oynayan çoçukları, elinde bakraç koyun sağmaya gidenleri görür, göz kapaklarını hafif kaldırır daha uzaklara bakınca; daha yüksek dağları görür "kimbilir orası nasıldır" der ve özlem duyarsınız, karşı yamaçlara serpilmiş; obalar oymaklar, yeşillikler içerisine" küme küme yerleşmiştir. Doğa cömert, yeşillere bezenmiş yeryüzü, gökyüzündeki mavilikler arasına serpilmiş pamuk yığınları gibi bulutları hep birarada görünce geçmişi ve geleceği birarada hayal edersiniz. Hele ilk defa bütün bu güzellikleri görürseniz dünyayı yeniden keşfettiğinizi sanırsınız. Oysa yörük obasının insanları o güzelliği sanki içlerindeymiş gibi hergün görüyorlar, uzak kalınca da yayla hasretiyle yanıp tutuşuyorlar.
Yüce dağlarda dolaşmak yiğitliktir,vatanı kuran, kurtaran ve savunan yiğitler, efeler, zeybekler, kızanlar çıkmıştır, Yörük obalarından tarih boyunca. Yörükler her zaman asker sayılırlardı, Türk milletinin özünde varlardı. Asker doğup asker ölmeleri de doğaldı. Tarih incelenirse savaştığımız milletler hep yerleşim birimlerini,savunma ve korunma amacıyla kalelerini dağlara, yüksek tepelere kurmuşlardı. Yüksek tepelere yapılmış düşman kalelerine ilk atağı yapan akıncılar, neferler yörüklerdi. Yörükler dağlara, yükseklere ulaşma sevdasını vatan sevgisi ve hürriyet özlemiyle birleştirilince dayanır mı kaleler. Yörükler tepelere bir bir hakim olunca Türk ordusu zaten savaşı kazanmış sayılırdı. Tarih hep böyle yazılmıştı. O nedenledir ki ordunun öncüleri, akıncıları, uç askerleri, atlıları, neferleri, Alperenleri, yörüklerin gözü pek yağız delikanlılardan seçilirdi.
Gaza ve cihat yapan yörüklere fatihlerin çocukları denirdi. Zeybeklik, efelik isimleri de kolay alınmamıştır. böyle olmasaydı Hazar Denizi, Aral Gölü etrafında ve Orta Asyanın bozkırlarında oturan Oğuz Boyları'nın kolları; Ata yurttan Ana yurda, Anadolu'nun bereketli topraklarına kavuşabilirler miydi, bin yıllık ana yurdu koruyabilirler miydi?
Teke yöresinin kepenek altında yatan aslanları için, güngörmüş Türkmen dedeleri, Aş-elek görmüş eli kınalı, ak dastarı altında kepezli ebeleri dua etmişler; Atadan oğula hep söylene gelmiştir yörük ellerinde: "Güneş batarken ay doğsun, ay batarken güneş doğsun üzerinizden aydınlık hiç eksik olmasın" diye.
Yörük obasının insanları çileye sevdalıdır. Zoru aşmak, uzağa kavuşmak, yükseklere çıkmak özlemidir. Kuşun tüneğinde korkusuz olduğunu bilir. Dağlara ulaşırsa yörük; turluğunu, alacığını, çadırını kuruverirse ata yurduna, işte o zaman mutludur.
Obanın yağız delikanlıları; dağların yamaçlarından akşama doğru ahenkli çan sesleriyle meleşerek inip gelen Yörüklerin seyretmeye doyamadığı keçilerini koşana toplarlar, koyunları ereğe katarlar, eli bakraçlı genç kızlar hayvanlarını sağmaya giderken, delikanlılar, kızanlar, kopiller Çıngırağa koşarlar, tereyağıyla kömürü katınca ne de ses çıkarır kulakları çınlatır Çıngırak sesleri, sanki için için ağlar, bazen nara olur, bazen feryat olur. Belki'de yurtların acılarını, sevdalarını anlatır. Çıngırakta yer bulamayanlar çelik oynamaya koşarlar, çığlıklar yankılanır, kayalardan, zapırayanlar, seyidenler, koşanlar soluk soluğadır, elinde çalı, gütmek zordur aslında çeliği.
*******
Alacakaranlık olunca çöker sessizlik ortalığa, sessizliği bozar erekti koyunların yayılmaya gidişi. Ama sessizdir usul usul, süzüle süzüle yürür koyunlar. Arada bir köpek havlar, salar korkuyu dağlara. Elbet canavarlarda boşdurmaz bekler zamanı. Bulurlarsa sahipsiz sürüyü sıkar geçer. Derler ki Türkmen kocaları; bir canavar yüz koyunu sıkarsa çatlarda ölürmüş, bilinen şudur; en fazla altmış koyunu, sıkmıştır. Ama yamandır çoban köpekleri vermeyince canlarını, vermezler koyunu.
Gecenin karanlığında koyun gütmeye gitmeden önce kocalar; eli kınalı kadınların hazırladığı yufkayla höşmerimi yerler, kese yoğurdundan yapılmış ayranı içerler. Kurmuşken sofranın başında bağdaşı, kalkmak zordur, ama yörüktür yürüyecektir. Başında çorap şapkası ayağında çarığı, çorabıyla dimisi, belinde kuşağına yerleştirdiği kavalı, sırtında kepeneği, elinde değneği, omzunda tüfeği ile koyunun arkasından karanlığa dalınca yörük kocası, kaybolunca karanlıktan her tepeden, her çayırdan ıslıklar duyulmaya başlanır. Her ıslığın anlamı ve manası vardır. Bu yörüklerin haberleşmesidir.
Sağılan sütler kazanlarda kaynatılmış, yoğurtlar çalınmıştır. Yörük için sabah erken olur. Kadını, erkeği için gün gökyüzünden yıldızlar kaybolunca başlar. Zaten keçiler, koyunlar melemeye, horozlar ötmeye, köpekler havlamaya başlar zamanı gelince. Erken yatmak erken kalkmak gerektir. Yerdeki kızıl kilimlerin, karaçulların üzerine, keçeler ve postlar serilir. Koyun yününden yorganlarla yatılır. Dağlar soğuktur ama yazın gözenekleri açılan serin tutan keçi kılından yapılmış çadırın kışın soğukta yağmurlu havalarda gözenekleri kapanır bu defa sıcak tutar.
Erkenden kalkan Yörük; Oğlakların keçilerin yanına koşana katarlar ve emdirirler sonra ayırırlar bir bir anasından oğlağı, kuzuyu. Koşanın çırkık kapısını açarlar. Koşarlar özlediği dağlara çan sesleri ortalığı kaplar bir an. Belki'de çobanın müziği, yüzünün gülümseyişi çanlardan çıkan ahenkli seslerdir. Eli kınalı kadınların saçta pişirdiği gatmarları sütle, ayranla, yeni saçtan indirilmiş hamurlu ekmeğin üzerine halis tereyağını sürerek yiyen kızanlar oğlak gütmeye, yağız gençlerde keçileri pıynarlı dağlara ağdırmaya giderler. İşi biten gençler çeşme başlarında buluşurlar, duymak isterler sevda seslerini. Sevdalar sözle söylenmez yörük obalarında. Bir tepede elinde kemençe erkekler, diğer tepede eli boğazında kızlar söyler müziğini. Her nefesin bir anlamı vardır boğaz çalınırken. Sevdalılar adeta konuşurlar müzikle, belki güneşin ilk ışıklarıyla sessizlikte ovalar, dağlar ortak olurlar, dinlerler tıpkı sevdalı insanlar gibi müziği. Sırma, çitme, çift, tek melikli, alyanaklı, eli kınalı kızlar oya, nakış işlemeye, ıstarlarında karaçul, kızıl kilim, alara kilim, heybe, çuval dokumaya başlarlar. Maniler söylerler: Öbür yandan yakınlar bir birlerine eklenir. Öyküler anlatır hiç durmadan, çadırlarında işlerini bitiren analar da ellerinde tengerek eğirirken, halaç bükerken, golan örerken halleşirler konu komşularla. Gece boyunca yayılan koyunlar güneşin yukarlara çıkmasıyla, sıcağın bastırmasıyla ağaç gölgesine yatırılır. Yörük kocası da ya çadırında, ya da ardıç gölgesinde yaslanır gidermeye çalışır gecenin uykuzuzluğunu Köşenden şişene, goduktan guline hayvanlar alemi dosttur yörük obalarında insanların. Sevdalarıyla bir tutuşmuşlardır söylemişlerdir türkülerini, manilerini. Belki'de dünyada hayvanları, doğadaki bitkileri, ağaçları yücelterek sevdalarıyla bir tutan, doğayı kendisinde gören yörüklerdir. Bu nedenledir ki bırakmamışlardır dağları, sevgilerini, dertlerini hep dağlara söylemişlerdir. Düşünmüşlerki dertlerine yalnız dağlar ortak olabilir. Herkes bilir ki halk müziğinde hayvanlar vardır, hep yaylalar hep dağlar vardır.
Çok kazanamaz insanlar, eğirdiğini yüne değişir de kazançları için bir türlü ses çıkaramaz, şükreder haline isyan nedir bilmez. Devletine sadakatlıdır, kanında vardır ulül emre itaat, Vatan sevgisi ecdadtan yadigar kalmadır kendisine. Bilir ki Vatan varsa kendi de vardır. Vatan yoksa kendi de yoktur. Olgundur, kabül etmesini bilir, yiğittir, merttir, mücadele etmesini bilir, cömerttir vermesini bilir, inançlıdır hakkı hukuku bilir.


Yörüklerin bakmayın toplu hareket etmediklerine. Yörükler kendi işlerinde bile özgür olmak isterler. Dünya ile tek başlarına mücadele edebileceklerine inanırlar, o gücü kendilerinde görürler. İstemezler kimse karışmasın işlerine, dokunmasın özgürlüklerine, zaten özgürlüğe güce sevdalanmasaydı çıkarmıydı dağlara? Katlanır mıydı zorluklara?

Yolunuz düşerse Yörük obalarına, uğrarsanız çoban yanına; tadarsanız höşmerimi, yerseniz kese yoğurdunu, çökeleği, dağarcıkta saklanan dürgelerle, yufkalarla ayrılasınız gelmez, bir de buz gibi soğuk suyu gözünden avuç avuç, ya da küyner kokulu susakla içince. Keçilerle teke, o da ister pıynarlı bir tepe, koyunlarla koç o da ister mevsiminde göç. Güzün sahile inen çoban mutlu değildir. Daha ilk gün başlar yayla özlemi. Bitince kış, otlar cücüklemeye, ağaçlar pürçüklemeye başlayınca sahilde; çok zaman geçmeden ak sakallı yörük dedesi toplar ihtiyar heyetini, büyük çadırın baş köşesinde bağdaş kuran güngörmüş yörük dedesi elini kuşağından çıkarır, ihtiyar heyetini bir bir süzer ve derki"ak geçi kara geçi yine geldi yaz göçü". Artık karar verilmiştir.
Genç kızlar, yağız delikanlılar, kızanlar, kopiller heyecan içinde koşuşturmaya başlamıştır. Muhtar hemen deştimene ve tellala görev verir, haber salınır civar obalara, oymaklara göç tarihi duyurulur. Başka obanın aynı tarihte yola çıkması atalardan gelen tecrübelerle pek uygun görülmez. Göçün de kaide ve kuralları vardır. Sürdürüle gelmiştir. Göç hazırlıkları tamamlanmıştır, gök yüzünün doğusunda gecenin karanlığının arkasından deveci yıldızı görününce, "göç yolda düzelir" denir. Önde en değerli kızıl kilimler yüklü hataplarında havan çanlı develer, arkasında yozlar, tülüler, mayalar, köşekler, atlar, ırafanlar, kısraklar, taylar, gulinler, semerinde çar çapıt yüklü eşşekler, sıpalar, goduklar, öküzler sığırlar, düveler, tosunlar, danalar, bızalar, keçiler, tekeler, çepiçler, oğlaklar, koçlar, koyunlar, şişekler, kuzular velhasıl yörüğün evcilleştirdiği dost saydığı hayvanlar sıralanmıştır bir bir. Muhtar, ihtiyar heyetleri önde giderken, tecrübeli atlılar pervane dönerler göçün çevresinde.

Yörük göçte geçit vermeyen koca dağlara tırmanmaya başlayınca, göç zorlaşır. Kalsa da atının nalları yolda, yırtılsa da ayağındaki çarığı, yüklü deve dinlenmez der yürür Yörük insanı.

Göç devam ederken gece olup, konaklama yerine gelince develerdeki, atlardaki, eşşeklerdeki yükler çözülür. Dinlenmeye çekilir, hemen ateş yakılır, tarnalar pişirilir, dağarcıklardaki ekmekler çıkarılır, taze sütler sağılıp ısıtılır, hep birlikde yenilir. Bir taraftan ateş çoğaltılır, curalar çalınır, önünde oynanılır, uyuma zamanı gelince; nöbetçiler dikilir, dağlar tekin değildir, hele göç yollarında, yataklar serilir uyunur, yine gecenin karanlığının ötesinden deveci yıldızı görününce yola çıkılır. Çünkü yörük obalarında göçerlere deveci yıldızının yol gösterdiğine inanılır.

Yaylaya yaklaşınca, Yörük kabaardıcın kokusunu almaya başlar. Bilseniz ne kadar ferahlatır, huzur verir, güven verir insana. Yayla denince akla kabardıç gelir. Yörük Kabardıcın gölgesine bakar hemen oraya kuru verir alacağını, çadırını. Kabaardıç hayvanları da unutmaz elbette; bazen erek olur. Bazen ağıl olur, bazen de koşan olur kuzucuklara. Atalar demiş ki; armut ağlatır, kavak kavlatır, söğüt söyletir, kaba ardıç gölgesi başyayladır.

Yörüklerin bir diğer ismi de konar göçerlerdir. Göç, yörükler için vazgeçilmezdir. Varınca yaylaya; ulaşmıştır insanlar özlediği ata yurtlarına. Bu sevinci kutlamak yarenlik yapmak isterler. Göçün ve çevre obalarının insanlarını alacak kadar geniş, yeşile bezenmiş çayır ve gürül akan suyu olan yerde toplanırlar, buraya genellikle yaren yeri, yaren beleni, yaren tepesi derler. Oğuz Boylarının, Türkmenlerin yörüklerin toplandığı yaren yerine; yiğidin harman olduğu yer denir. Türklerin tarih boyunca oynadığı oyunlar bir kez daha oynanır. Gücün, sevdanın, birliğin gösterisi yapılır. Yüce dağ başlarındaki yaren yerlerinde.
Obanın bütün insanları oyuna iştirak ederler.

Sevinci beraber paylaşırlar, hünerlerini gösterirler. Yörüklerde öyle güç parayla, yada kolay kazanılan payelerle gösterilmez. Güç bilekle, yürekle, akılla gösterilir. Yörüğün ata binişi, yürüyüşü, zeybek oyunu, konuşması, oturması, kalkması hepsi bir yiğitlik sembolüdür. Çünkü ata öyle yapmış, oğullar devam etmiş, devam etmekte gerektir.
Yörüğün oyunlarında fazla silaha raslanılmaz, çünkü gücü silahta değil kendilerinde görürler de kendilerini ortaya koyarlar.

Oyunlara at yarışıyla başlanır, cirit, çelik çomak, güreş, cıngırak, an daşı, arap, yanık oynarken erkekler, kadınlarda boş durmazler; kaya, göçek oynarlar. Sıra ezgilere ve oyunlara gelince; cura, bağlama, saz, düdük, sipsi, kaval, kemençe çalınır. Türküler söylenir.
Orta yerde görürsünüz ağır zeybek, kıvrak zeybek, Teke Zortlaması, çömlek kırdıran oynayanları. Oyun deyip geçmemek gerektir. Alıcı gözle bakınca görürsünüz develerin yürüyüşünü, tekenin kayadan kayaya sekmesini, kabaardıcın arasında yürüyen insanı, çayırda usul usul yayılan sonra da suya koşan koyunları.

Her oyunun bir anlamı, bir ifade ediş biçimi vardır. Bütün bunlardan sonra dağılır öbek öbek ata yurtlarına yörükler. Zaten gezilmiş yurdun konması da kolay olur.
Hayat devam ederken yörük obalarında, insanları dosttur, açık sözlüdür, sevda yüklüdür, yiğittir, merttir, cömerttir, olgundur. Türk'ün mayasıdır, saygılıdır büyüğüne, sadakatlıdır devletine, zorlukları aşınca mutlu olur, şükreder haline, soğuk günlerde kepenek yeter, bilir yaşamın zorluklarını, ama kopamaz dağlardan bir türlü; şahsiyetli insandır, aşk ile tutkuludur dağlara ve özgürlüğe.

_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
31 Mayıs 2011       Mesaj #5
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
YÜRÜKLER ya da YÖRÜKLER

Oğuz soyundan gelen göçebe Türklere verilen ad.

Yürük kelimesi gezgin, yürüyücü anlamında kullanılmıştır. 12. yüzyıldan itibaren Anadolu, Irak, Azerbaycan dolaylarına gelen Türkmenlerin bir kısmı bu bölgelere yerleşti; bir kısmı da Osmanlılar tarafından Rumeli'ye yerleştirildi. Anadolu'da kalanlar Halep, Maraş, Adana, Mersin dolaylarına yerleşti, bir bölümü daha sonra Ege'ye geçti. Rumeli'ye geçirilenler, Vize, Tekirdağ, Selânik, Ofcabolu, Kocacık, Naldöken dolaylarında göçebe bir yaşam sürdüler. Yürükler kendi aralarında "Yürük" ve "Müsellime" diye iki boya ayrılmışlardı.

Yürükler için, hükümet tarafından sık sık kanunlar ve hükümler çıkarıldı. Osmanlı idaresi, Yürüklerden otuz kişilik gruplar düzenleyerek, her 3 kişilik gruba "Ocak" adını verdi. Ocaklar içinde de "nöbetli", "eşkinci", "yamaklı" gibi görevliler belirlendi. Savaş sırasında, Yürüklerden geri hizmet kişileri olarak yararlanıldı. Bunların görevleri topları çekmek, top döküm işlerinde işçilik yapmak, kale duvarları inşa etmek, cami, vakıf gibi devlet tarafından yaptırılan binalarda çalışmak, donanmada kürek çekmekti. Ayrıca kalelerde muhafızlık yaparlardı.

Osmanlı Devleti, Rumeli'de yaşayan Yürükleri hükümete bağlamak için, kendilerine "Rumeli Fatihlerinin Çocukları" unvanını verdi. Rumeli Yürükleri, 19. yüzyılın sonlarında tamamen göçebelikten uzaklaşarak, halkla kaynaştılar ve köyler kurdular. Anadolu Yürükleri 16 ve 17. yüzyıllarda Mersin'e yerleştiler. Yazları yaylalara çıkıp hayvancılık ve odunculuk yaptılar. Kışları İçel, Teke, Alaiye dolaylarında oturan Yürükler, hırsızlık ve soygunculuk yaptıkları gerekçesiyle Kıbrıs'a sürüldüler. Daha sonra geri dönmelerine izin verildi ve bir bölümü Aydın, Manisa, Kütahya dolaylarına yerleşti; bir bölümü de Çukurova'da Tahtacı aşiretlerine karıştılar.

Yürükler genellikle Sünnî Müslümandır. İçlerinde Alevî olanlar da vardır. Arı ve duru bir Türkçe konuşurlar. Zengin bir folklora sahip olan Yürükler, koyun, keçi, sığır, deve ve at beslerler; buğday, arpa, mısır ve bazı sebzeler


MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

26 Nisan 2018 / The Unique Asker tr
27 Haziran 2015 / Kral_Aslan X-Sözlük
6 Mart 2010 / Misafir Taslak Konular
28 Kasım 2009 / Misafir Soru-Cevap
30 Ağustos 2012 / _AERYU_ Taslak Konular