Arama


The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
21 Mayıs 2008       Mesaj #4
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye
Ad:  izmir3.jpg
Gösterim: 2181
Boyut:  52.7 KB
Sonuç olarak İzmir'in işgali yakın tarihimizin acı dolu sayfalarından birini oluşturmakla birlikte Millî Mücadele açısından millî potansiyeli harekete geçirmiş, milletin heyecanını doruk noktasına çıkarmıştı. Herhalde halka ne denli anlatılırsa anlatılsın, düşmanın çirkin içyüzünü ortaya koyabilecek bunun kadar etkili bir yol bulunamazdı. işgalin Ayrıca Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı ve millî kurtuluş mücadelesine soyunduğu günlere rastlamış olması da millî mücadelemizin talihliliği olarak değerlendirilebilir. Bir taraftan Anadolu'nun Bat kıyılarına çöken bir karanlık, diğer taraftan kuzey kıyılarından doğan bir güneş. Her halde bu tarihin garip cilvelerinden biri olsa gerektir. İzmir'in işgali, işgalci devletler açısından sonuçlarını hesaplayamadıkları bir gaf, Yunanistan açısından ise sonu hüsranla biten Anadolu macerasının başlangıcı olmuştu. İmparatorluğun o günlerdeki iç karartıcı durumunu belirtmek hiç de zor değildir. 1911 yılından beri üç savaş görmüştü bu ülke, üstelik hepsinden de yenik çıkmıştı. Amerikan Başkanı Wilson, ünlü 14 maddesinde her ulus için bağımsız bir devlet kurma ilkesini ortaya atmış olmasına rağmen Osmanlı ordusu dağılmıştı. Yeniden birliği sağlayacak subay bulmak son derece zordu. Üstelik yönetimi ellerinde bulunduranlar, mücadeleden yana değil, İtilaf Devletlerinin şu ya da bu kanadının altına girip varlıklarını sürdürebilmek peşindeydiler.

Osmanlı İmparatorluğu'nun bu çöküntüsü karşısında, her bölgede kurtuluş için çare arayanlar çıkıyordu. Kendi aralarında birleşenler örgütler kuruyorlar, toplantıları ile, yayın yolu ile seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.
Trakya'nın Yunanlılara verilmesini engellemek için Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Umumiyesi adı altında bir dernek kurulmuştu. Doğu Anadolu'nun ermenilere verilmesini önlemek için de Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çalışmalarına başlamıştı. Bu dernek belirli bir programla hareket ediyordu. Hiç bir şekilde bölgeden göç edilmemesi kararını almıştı. Böylece topraklarından çıkmayacklar ve hiç kimsenin buranın sahibi olmasına da izin vermeyeceklerdi. Seslerini duyurmak, propaganda verebilmek için örgütlenmeliydiler. Saldırıya uğrarlarsa doğu illerini bütünü ile savunmaya kararlıydılar. İzmir'in Yunanlılara verilmemesi için İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti kurulmuştu. Bu daha sonra Redd-i İlhak Cemiyeti'ne dönüştü. İstanbul'da da bazı dernekler çalışmalar yapıyorlar, çeşitli yayın araçlarıyla seslerini duyurmaya çaba sarfediyorlardı.

Bu derneklerin kurulmasını, çalışmalarını ve bütün zor şartlar altında varlıklarını sürdürmelerini küçümsemek düşünülemez. Ancak bir bakıma her biri soruna kendi açısından yaklaşıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde birliği sağlayacak bir kuruluş yoktu. Hükümet ve daha yüksek katlarda bu açıdan bir inanç da bulunmadığı için bu derneklerin tutumunu olağan saymak da mümkündür. Trakya da, Doğuanadolu da sadece kendini kurtarma mücadelesine girmişti. Başarılı olurlarsa, mesela Trakya'da, bir Trakya Cumhuriyeti kurulabilecekti. Bunun dışında özellikle İngiliz Muhibleri Cemiyeti'nin büyük çabaları ile bazı kimselerde İngiliz himayesi altına girme fikri uyanmıştı. Himaye altına girme, artık eskisi gibi sömürge olma anlamını taşımıyordu.

Bunlara göre Milletler Cemiyeti gibi, uluslararası bir örgüt bu himayenin denetlemesini yapıyor ve ilerde himaye kaldırılıyordu. Üstelik İngilizler bu konuda çok deney sahibi olmuşlardı. Böyle bir tutum takınılırsa hem başka devletlerin baskısı ortadan kalkar ve hem de sınırlarımızı garanti altına alabilirdik. İstanbul'daki bir takım çevreler ise pek çoğu da iyi niyetli olmak üzere İngiliz himayesi yerine Amerikan mandasını (güdümünü) ülke için daha olumlu bulmaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri özgürlüklerden yanaydı. Başkan Wilson, 14 maddesi ile bunu vurgulamıştı. Üstelik İngilizler bir yere girince onları oradan söküp atmak kolay bir iş olmayacaktı. Sorun Amerikan senatosonu bu konuda uyarabilmekti...

Görüldüğü gibi düşünülen kurtuluş yolları birbirinden farklıydı. Kimine göre bölgeler kurtarılmalı, kimine göre İngiliz himayesini benimsemeli, kimine göre de Amerika'nın güdümü altına girilmeliydi. Mustafa Kemal Paşa bu yolların hiç birini yerinde bulmamıştır. Ona göre gerçek olan şuydu ki, Osmanlı İmparatorluğu çökmüş ve ömrü tükenmişti. Ama Türklerin barındığı Anadolu'yu parçalamaktan kurtarma çabasına girişebilirdi. Ulusal egemenliğe dayalı bağımsız bir Türk devleti kurmaktan başka çare yoktu. Girişilecek mücadelede başarılı olunmazsa ne olacaktı? Yabancı devletlerin yönetimi altına girecektik.Öyleyse daha başta bunu benimseyip onurlu bir mücadeleye girişerek bağımsızlığımızı elde etmekten kaçınacaktık. Bunun için ta baştan beri kafasına ve gönlüne yerleştirdiği ya bağımsızlık ya da ölüm ilkesine uyarak bu ulusun başına geçmeyi ve kurtuluş hareketini gerçekleştirme çabasını sürdürmeliydi.

1919 yılının Şubat ayında Tevfik Paşa Hükümeti değiştirilmiş, Damat Ferit Paşa sadrazam olmuştu. Yeni sadrazamın kafasında İngilizlerle iyi geçinmek ve onların gözüne girerek bazı ödünler koparmaktan başka düşünce yoktu. Bu yüzden pek çok kimseyi tutuklatmış ve Malta'ya sürgüne göndermişti. İstanbul'da bulunan bütün yurtseverler endişe ile başlarına gelecekleri beklemekteydiler.
Mustafa Kemal, Şişli'de kiraladığı evde yakın arkadaşları ile görüşmeler yaparak ilerisi için planlar hazırlıyordu. Anadolu'ya geçmeli ve Anadolu halkını örgütlemeliydi. Bu sırada Adana'dan gelen okul arkadaşı Ali Fuat Paşa'dan Anadolu'nun durumu hakkında bilgi aldı. Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal'e Damat Ferit Paşa hükümetinin üyelerinden Mehmet Ali Bey'i tanıştırmıştı. Bu tanışmanın ileride çok yararları olacaktır. Ayrıca Trakya'da bulunan Kâzım Karabekir Paşa da 15'inci Kolordu Kumandanlığını devralmak için doğuya giderken İstanbul'da Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştü. Böylece Anadolu'da girişilecek harekette bu iki eski dostla belirli dayanaklar sağlanmış oluyordu. Mesele artık Anadolu'ya geçebilmekti.
Samsun'da bulunan İngiliz komutanı Georges Milne, o günlerde İstanbul'daki Yüksek Komisyon'a gönderdiği raporda Samsun ve civarında karışıklıklar bulunduğunu bildirmişti. Yüksek komiserlik de bu raporu hemen Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya göndererek bu bölgede Rumlara saldırılan yapıldığını ve bölgede sükûnetin sağlanamadığını bildirmiş ve gerekli önlemler alınmızsa işgal kuvvetlerinin işe el koyacağını duyurmuştu.

Damat Ferit Paşa, İngilizleri kızdıran bu duruma bir çare bulma telaşına kapıldı. Dâhiliye Nâzırı Vekili Mehmet Ali Bey'i çağırarak bu durumda ne yapmak gerektiğini sordu. Mehmet Ali Bey daha önce Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştü ve onun Anadolu'ya geçmek istediğini biliyordu. Samsun'daki duruma İstanbul'dan bir çare düşünülmesinin mümkün olmadığını, oraya yetkili bir kimsenin gönderilmesinin uygun olacağını sadrazama söyledi. Bu işin yapılabilmesi için de en uygun kimsenin Mustafa Kemal Paşa olduğunu da sözlerine ekledi.
Son düzenleyen Safi; 9 Eylül 2016 15:38
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (: