Arama

Yunan Sanatı - Tek Mesaj #2

Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
31 Mayıs 2008       Mesaj #2
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Yunan Sanatı

Yunanistan farklı bir coğrafyaya ve iklim koşullarına sahip bir ülkedir. Girintili çıkıntılı kıyı şeridindeki koylar bu ülkeyi yarı kara yarı deniz yapar. İklim serttir, kışın soğuk, yazın sıcak ve kurudur.
Doğayla iç içe yaşayan bu toplum doğaya tapar ve bu bir kişileştirmeye dönüşür.
Yunan tanrıları bütün büyüklüklerine ve güçlerine rağmen zaafları da olan insan biçimleri alırlar. Yunan pantheonu’nun on iki tanrı ve tanrıçası vardır, bunların en büyüğü gök tanrısı Zeus’dur.

Yunanistan’a kuzeyden gelen Hind-Avrupa kökenli istilacılar beraberlerinde bir gök tanrısı kavramını da getirmişler ve böylece eski uygarlıkların Paleolitik dönemden beri ibadet ettikleri ana tanrıçanın yerini bir erkek tanrı almıştır.
Zeus’un dışında diğer tanrı ve tanrıçalar Zeus’un eşi gök tanrıçası Hera, deniz tanrısı Poseidon, zeka tanrıçası ve şehirlerin koruyucusu Athena, ışık, şiir ve müzik tanrısı Apollon, avcı, ay tanrıçası Artemis, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit, demirci tanrı Hephaistos, haberci tanrısı Hermes, savaş tanrısı Ares, toprak ve bereket tanrıçası Demeter ve ocak tanrıçası Hestia’dır.
Şarap tanrısı Dionysos’da önemli bir tanrıdır. Bütün bunların dışında Yunan mitolojisinde ikinci derecede tanrılar, yarı tanrılar ya da Herakles gibi tanrılaştırılmış kahramanlar da önemli rol oynar. Yunan tanrılarının insanlardan en büyük farkı ölümsüz olmalarıdır, bu tanrıların yapabilecekleri şeyler sınırsızdır ama yine de hepsinin insanca zaafları da vardır.

Nitekim Yunanlıların tanrılarını insan, insanlarını tanrı yaptıkları söylenir. İnsan herşeyin ölçüsüdür, en mükemmel bireyi yaratmak Yunan ideali olmuştur. Sanatta da insan herşeyin ölçüsüdür, Yunan mimarlığı da sanatı da insanı esas alır.

Yunanlılar ya da kendilerinin dediği gibi “Hellenler” Ege toplumlarıyla Hind-Avrupalı akıncıların karışımıdır. Bu işgalcilerin ilki bölgeye İ.Ö 2000 dolaylarında gelmeye başlamış ve İ.Ö.1600’den sonra Peleponez’deki Miken uygarlığını oluşturmuşlardır. Bunlar Homeros‘un sözünü ettiği Aka’lardır. İ.Ö 1100 dolaylarında Mikenler kuzeyden gelen yeni akıncılar tarafından bozguna uğratılırlar.

Bunlar Dor’lar ve İonya’lılardır. Dorlar Peleponezi merkezleri yapar ve İonyalıları doğuya Ege yoluyla Anadolu kıyılarına iterler. Bu zoraki göç nedeniyle kabile düzenleri bozulan İonyalılar Dorlara oranla çok daha bireyseldir. Düzenli bir kabile yapısına sahip olan Dorların en karakteristik şehirleri geleneklerine bağlı, tutucu Sparta’dır. Anadolu’nun batı kıyısı olan İonya’da ilk kez İ.Ö 8.yüzyılda bireylerin kahramanlıklarının anlatıldığı Homeros’un İliada ve Odisseia destanları gerçekleştirilmiş ve İ.Ö 7. yüzyıldan itibaren yine burada Miletos şehrinde felsefe alanındaki ilk çalışmalar yapılmıştır.

İyonya’da Thales’in başlattığı felsefe bilimini Pythagoras, Heraclitius, Sokrates, Platon ve Aristoteles sürdürmüş ve batı felsefesinin temellerini atmışlardır.

Siyasal gelişme devletten devlete değişmekle birlikte yönetimin ilk kralların, daha sonra soyluların ve daha sonra tiranların eline geçtiği bir model ortaya çıkar. Ve sonunda Atina’da demokrasi adı verilen düzen doğar. Atina birçok bakımdan Yunan kültürünün simgesi olur. Şehir devletleri arasında sürekli savaş vardı. Kendi aralarında çarpışan ve bir birlik kuramayan Yunanlılar en sonunda Makedonya Krallığı’nın ve Romalıların egemenliğine girmiştir.

Yunan siteleri İ.Ö 8. yüzyıl boyunca ticaret yaparak, Akdeniz, Marmara Denizi ve Karadeniz’de koloniler kurarak ülkelerinin yani Hellas’n coğrafi ve kültürel sınırlarını genişletirler. Mısır, Babil, Asur ve Fenike gibi eski uygarlıklarla olan ilişkileri sonunda yeni fikirler, gelenekler ve ustalıklar edinirler. İ.Ö 8-7.yüzyıllarda her biri ayrı bir ünite olan bağımsız şehir devletleri yani “Polis”ler halinde bir düzene kavuşurlar.

Eski Yunanlıların polis dedikleri site bugünkü anlamda bir şehir değildir çünkü çevrelerindeki kırsal kesimi de içerirler dolayısıyla bunlar küçük çaplı birer devlettir. Şehir devletlerinin bağımsızlık ruhu Yunanistan’da siyasal bir birlik kurulmasını engelleyen en büyük nedendir. Bu nedenle aralarında sürekli savaş olmuş, ve bir türlü birlik kuramayan Yunanlılar en sonunda Makedonya Krallığı’nın ve Romalıların egemenliğine girmişlerdir.

Bu şehir devletleri İ.Ö 776’da ilk ortak etkinliklerini gerçekleştirmişlerdir.
Bu her dört yılda bir tanrı Zeus’un onuruna düzenlenen Olimpiyat Oyunlarıdır. Bundan böyle bütün bu devletler aralarındaki rekabete rağmen kendilerini çevrelerindeki Yunanca konuşmayan barbarlardan farklı Hellenler olarak görmüşlerdir.

GEOMETRİK DEVİR VE ŞARKKARİ DEVİR (İ.Ö 900-700)
Yakın Doğu ve Mısır uygarlıklarından çok şey alan ve bunları kendisine göre uyarlayan Yunan sanatı deneye de büyük önem vermiştir. Buna bağlı olarak Yunan sanatında sürekli bir gelişme ve değişim dikkati çeker. Dolayısıyla Yunan sanatı Mısır ve Yakın Doğu sanatlarına oranla birbirinden çok daha kesin bir biçimde ayırd edilebilecek evrelerden oluşur.

İ.Ö 1200’de Miken saraylarının yıkılmasıyla birlikte Bronz Çağının toplumsal düzeni de değişir. Güçlü kralların ve maiyetlerinin yok olmasıyla Yunan’ın Karanlık Çağları başlar, bu dönem nüfusta bir azalma, yoksulluk ve dış dünya ile hemen tüm bağların kopmasıyla karakterize edilir. Ancak İ.Ö 8.yüzyılda ekonomik koşullar düzelmeye başlar, klasik Yunan’ın polisleri biçimlenir, doğu ve batıdaki ülkelerle ticaret başlar, Homer’in epik şiirleri yazıya geçirilir, Olimpiyat Oyunları gerçekleştirilir.

İ.Ö 1100’den 480’e kadar Yunan sanatının gelişiminde iki önemli evre vardır. İ.Ö 1100’den 700’e kadar süren Proto-Geometrik Dönem (Geometrik dönemin başlangıcı) ile Geometrik Dönemin özellikleri keramik ve küçük tunç heykellerde görülür. Bunu Arkaik Dönem izler. Bu dönem İ.Ö 700’den 480 yılına kadar devam eder. Bu dönemde ticaret yolları gelişir, Yunanlılar Güney İtalya’da ve Anadolu’da koloniler kurmaya başlarlar.

Yine bu dönemde Yunanlılar doğal büyüklükte figüratif heykel yapmaya ve mermer tapınaklar inşa etmeye başlamışlardır. İ.Ö 5. yüzyılda Klasik sanat başlar.



Diğer tüm sanat dallarıyla karşılaştırıldığında keramik geç Miken dönemiyle Yunan sanatının arasındaki bağlantının kurulabileceği tek alandır. Bu kaplar Miken’in yıkılmasından sonra tüm Karanlık Çağlar boyunca üretilmiştir. Günümüze gelen bu örnekleri ve bunların üstündeki figüratif dekorasyonu inceleyerek sanatçının ne gibi düşünceler ürettiğini, karşılaştığı sorunları, bu sorunları nasıl yorumladığını ve çözümlediğini izlemek mümkündür.

Miken uygarlığının yıkılmasından sonra başlangıçta keramikte belirgin bir değişiklik göze çarpmaz. Zamanla yeni bir çağın kavramları diğer sanat dallarında olduğu gibi keramik sanatında da görülmeye başlanır. İ.Ö 10. ve 9. yüzyıllara yani Geometrik Döneme gelindiğinde Minos ve Miken sanatında çok sevilen kıvrımlı çizgilerin, bitki ve deniz yaşamından tasvirlerin yerini geometrik, soyut desenler alır. Zigzaglar, üçgenler, damalar, konsantrik daireler, dalgalı çizgiler, rozetler, swastikalar ve daha sonra meandrlar en yaygın motifler olmuştur. Giderek geometrik motifler bütün kabı kaplamış ve İ.Ö 8. yüzyıldan itibaren figürlü dekorasyon başlamıştır.

Örneğin Atina’daki Dipylon Mezarlığı’nda bulunan ve bu nedenle Dipylon Vazosu diye adlandırılan bir amforada vazo yukardan aşağıya soyut geometrik motifler özellikle de meandrlarla kaplıdır. Bunlar değişik genişliklerdeki yatay bandlar içinde yer alırlar. Vazonun en geniş bölümünde ufak bir alan insan figürlerine ayrılmıştır. Bu bir cenaze törenidir. Ölü bir tabut üzerine yatırılmıştır ama cinsiyeti belli değildir. İki yandaki hizmetkarlar kefen örtüsünü kaldırarak cesedi göstermektedirler, kefen soyut dama tahtası gibi bir desene sahiptir. Ölünün yatırıldığı cenaze yatağının ise sadece iki bacağı vardır. Çünkü sanatçının derinliği ya da mekanı verme gibi bir kaygısı yoktur.

İnsan figürleri ve eşyalar amforanın diğer bölümlerindeki geometrik biçimler kadar iki boyutludur. Figürler cepheden verilmiş üçgen biçimli gövdelerden oluşan siluetlerdir. Bu gövdelere profilden verilen kollar, bacaklar ve kafalar eklenmiştir. Ölü yakınları saçlarını yolarak üzüntülerini gösterirler. Arada kalan bütün boş alanlar asteriksler ve M harfi biçimli süslerle kaplanmıştır, bu da figürlerin açık bir mekanda yer aldıklarına ilişkin her türlü izlenimi yok eder. Burada sanatçı için önemli olan aşağı yukarı dört yüz yıldır vazo dekorasyonunda görülmeyen bir konunun, insan figürünün yeniden keşfidir. Dahası figürün yanı sıra son derecede stilize ve geleneksel bir biçimde olsa da öykücülük de yeniden başlamıştır.

Bu vazo aşağı yukarı insan boyunda olup Dipylon mezarlığında İ.Ö 750 dolaylarında gömülen birinin mezarının üstünde bulunmuştur. Bunlar mezar anıtları olarak ve ölüye saygı göstermek için kullanılırlar. Vazoların altı açıktır. Bu ya ziyaretçilerin ölüyü anmak için içine libasyon akıtması içindir, ya da yağmur sularının akması içindir.

Yine aynı mezarlıkta bulunan İ.Ö 740 yıllarına ait bir kraterde ise öyküye gösterilen ilgi daha da artmıştır. Geometrik süsleme ikinci derecededir ve iki yatay figürlü band yüzeye egemendir. Üstteki şeritte bir önceki vazoda gördüğümüz yas sahnesi kulplar arasındaki tüm alanı kaplayacak şekilde genişletilmiştir. Siluet halindeki figürler biraz daha ayrıntılıdır. Başlar profilden verilmiş, göz ise cepheden verilmiştir. En üst bölümde ceset, sergilenmek için açık bir tabutta yatırılmıştır, tabutun iki yanında bir tür yas tutma jesti yapan kollarını kaldırmış figürler vardır. Cinsiyetler ayırd edilebilir. Ölü bir erkektir, penisi sanki kalçasından çıkıyormuş gibi gösterilmiştir. Yas tutan kadınların koltuklarının altına göğüsleri eklenmiştir. Altta atlı arabaların ve kalkanlı savaşçıların katıldığı ölü onuruna yapılan bir tören temsil edilmiştir. Arabalara eşlik eden savaşçılar sanki yürüyen kalkanlar gibi tasvir edilmiştir. Sahne eski geleneksel,kavramsal tarzda tasvir edilmiştir yani arabaların her iki tekerleği de gösterilmiştir, atlar dikkatle belirtilmiştir, ayaklarının tümü gösterilmiştir, savaşçılar kalkanlarının arkasında dururlar, kalkanlar da cepheden verilmiştir. Atların doğru sayıda başı ve bacağı vardır ama sanki hepsinin vücudu tektir ve hiç bir derinlik yoktur. Geometrik süsleme boş alanları doldurmaya devam eder.

Geometrik Dönemi Arkaik Dönemin “Orientalizan” ya da “Şarkkari “ evresi izler. Gerek ticaret, gerek kolonileşme hareketleri Yunanlıları Yakın Doğu uygarlıklarıyla yakın ilişkiler içine sokmuştur. Bu yeni ilişkilerin sonucu olarak Yunan vazolarının üstünde Mezopotamya ve Mısır sanatından tanıdığımız doğu hayvanlar, canavarlar, aslanlar, sfenksler, grifonlar görülmeye başlanmıştır. Ticaret şehri Korint’in çömlekçileri ve ressamları Orientalizan vazoların tüm Akdeniz havzasında satmakta özellikle başarılıydılar. İ.Ö 7.yüzyıla ait bu Korint yapımı pyxis’in (tuvalet malzemesi kabı) üstünde de doğu etkili panterler, aslanlar ve sfenksler yer almaktadır.

Bu vazo Korintliler tarafından keşfedilen ve siyah figür tekniği adını verdiğimiz teknikle resimlenmiştir. Daha sonra Atinalı ressamlar da bu tekniği Korintlilerden kopya etmeye başlamışlardır. Burada kilin doğal kırmızı rengi üstüne figürler siyah boyayla resmedilmiştir. Ancak bu siyah renk boya değildir, bu aslında kabın kendi kiliyle aynı renkte olan ve engobe adı verilen çok iyi elenmiş bir tür sıvı kildir. Yunanlı çömlekçilerin kullandığı üç aşamalı fırınlama yönteminin sonunda kabın daha kaba malzemesi kırmızı kalırken, daha pürüzsüz ve silis yüklü kil siyaha dönüşür. Siyah siluet halindeki desenlerin üstündeki ayrıntılar ince uçlu bir aletle kazıyarak yapılır, ve alttaki kilin kırmızısı ortaya çıkar. Bazen başka renkler de eklenebilir.

Geometrik Dönemde Ege dünyasında değişik çömlekçilik merkezleri gelişmiştir. Kıta Yunanistanı’ndaki en önemli merkezler Attika’da Atina, Peleponez’de Korint’di. İ.Ö 550’den sonra Atina en önemli keramik merkezi ve Akdeniz havzasındaki en büyük vazo ihracatçısı olmuştur. Nitekim keramik terimi de Atina’da çanak çömlek yapımcılarının mahallesinin ismi olan kerameikos kelimesinden kaynaklanır (res.çömlekçi atölyesi). Attikalı çömlekçilerin kullandığı biçimler oldukça sınırlıdır, her tipin birkaç çeşitlemesi vardır. Kaplar kullanılmak için yapıldığından biçimleri işlevlerine uygundur, bunların başlıca türleri arasında Amfora (iki taraftan taşımak anlamına gelir; iki kulpludur, içine şarap, yağ ve bal koyulur, ağzı bir kepçe sığacak kadar geniştir), Krater (Grekçe karıştırmak kelimesinden kaynaklanır; şarapla suyun karıştırıldığı kap) Hydria (su kelimesinden kaynaklanır, üç kulplu su kabı, iki kulpu kaldırmak, üçüncüsü taşımak için kullanılır), Kylix (çevirmek anlamına gelir; içki kadehi) ve Kantharos (içki kabı) sıralanabilir.

İ.Ö 630’dan önce Mısır’da Naukratis Yunan ticaret kolonisinin kurulması Yunanlıların Mısırlıların anıtsal taş mimarisyle tanışmasını sağladı. Bundan kısa bir süre sonra da Miken Krallıklarının yıkılmasından bu yana ilk taş binalar inşa edilmeye başlandı.

Yunanistanda heykel sanatının gelişimindeki eğilimler de vazo resmindeki kadar belirgindir, ancak günümüze çok daha az sayıda heykel gelmiştir. En eski parçalar İ.Ö 9. yüzyıla aittir. Bunlar bakır, tunç, fildişi ve pişmiş toprak gibi değişik malzemelerden yapılmış küçük boyutlu hayvan ve insan heykelleridir. Bunların bazısı vazo, üç ayaklı tunç kaplar gibi daha büyük eşyalar üstündeki süslerdir, bazısı da eski tapınakların yakınında bulunmuştur ve adak heykelleridir.

Övgü KELEŞ