Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mayıs 2006       Mesaj #35
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yeniden siyasî üslubun sertleştiği, diyalog ve uzlaşmanın neredeyse unutulduğu bir çatışma dönemine girdik. Beklentiler, hesaplaşmalar, hazımsızlıklar, kündeye getirme hırsları, burundan solumalar her yanı sarmak üzere.

Böyle dönemlerin içinden daha önce de geçtik ve hep birlikte acılar yaşadık.
Asıl acı veren ise bu yaşadıklarımıza rağmen çıkış yolunu hâlâ bulamayışımız. Halbuki çıkış yolu belli: Özgürlükçü, katılımcı, eşitlikçi ve çoğulcu yapısıyla hukukun üstünlüğüne yaslanan demokrasi... Bunun için de gerekli olan, demokrasi kültürü. İşte o da bizde yok.
Demokrasi kültürünün mayası da, hoşgörüyü, diyaloğu ve uzlaşmayı esas almak.
Yani tartışmayı ve paylaşmayı bilmek. Tartışma, ileri demokrasilerde vardır, başkalarıyla birlikte çalışma ve paylaşma da demokrat insanların işidir.
Özgürce tartışabilirseniz fikir üretebilir, toplumsal dinamiklere lazım olan enerjiyi sağlayabilirsiniz. Tartışma ise “öteki”ni kabullenmek, dinlemek, onun konumuna saygılı olabilmek ile mümkündür. Bunun için farklılıklara tahammül değil, farklılıkları zenginlik kabul etmek gerekir. Bu bir anlayış, felsefe, mantalite ve demokrasi terbiyesi, tutarlılığı meselesidir. Birinci şartı da samimiyettir. Gıllıgışsız olmayı gerektirir. (Yeni nesiller bilmeyebilir, gizli kin, gizli amaç gütmeme demek.) Bu manada demokrasiyi özümsemiş gerçekten demokrat insanlar ancak özlenen toplumsal mutabakatı sağlayabilirler.
Sayın Sezer’in ve Sayın Demirel’in körüklediği tartışmalar elbette bu mutabakatı zorlaştırıyor. Onlara cevap sadedinde söylenenler meseleyi kördüğüm haline getiriyor. Buradan arzuladığımız sonuç çıkmaz ki. Kördüğümün nasıl çözüldüğü de belli... Demokrat kimliğin en bariz vasfı, başkalarını suçlama yerine dönüp aynaya bakabilmektir. Kendini sorgulayabilmektir, kendini aşabilmektir. Demokrat ruhlu aktörlerden oluşmayan bir siyasî yapıda, bütün kurumlar ve kurallar mevcut olsa da sadece bir “oyun” seyredilebilir.
İhtiyacımız olan demokrasi kültürüdür. Bu kültür evvel emirde halkın talep ve değerlerinin kaale alınmasını kabule dayanır. Halkın inancı, değerleri, tarihten tevarüs ettiği dinamikleri, hiçbir zaman potansiyel bir “rejim” tehlikesi kabul edilemez. Edenler ya bir oyunun parçasıdır ya da “bürokratik oligarşi”nin devamına çalışan “görevliler”dir. Çağı okuyamayan, Türkiye’nin ve dünyanın gerçeklerini göremeyen, “doğru”nun sadece kendi anlayış ve yorumundan ibaret olduğunu zanneden ve dayatmayı, kaba kuvveti, terörü, şiddeti yegâne yol bilen fanatikler ise bu görevlilere malzeme taşımaktan başka bir işe yaramazlar.
İhtiyacımız olan demokrasi kültürüdür. Bu sadece yönetenler için değil, özellikle ve bilhassa toplumun fertleri için böyledir. Demokrasi katledilirken kös dinleyen bir toplum, başına geleceklere de rıza gösteriyor demektir. Eğitim, insanımıza sorumluluklarını yerine getirme ahlâkı verirken, kendi haklarına sahip çıkma cesaretini de vermelidir. Demokrasiyi hiç hazmedememişlerin, değişik bahanelerle hadlerini aşıp demokrasinin başına darbe indirdikleri toplumlarda, bu kaba kuvvet temsilcilerine karşı, demokrasi kültüründen mahrum yetiştirilen nesillerin yapabileceği hiçbir şey yoktur. Yaşadıklarımız gösteriyor ki, milletimiz “demokrasi yokuşu”nu, hem de hiç beklemediği tepelerle karşılaşarak tırmanmaya devam ediyor. Sorumlu mevkilerde bulunanlardan siyasetçilere, düşünce ve fikir adamlarından köşe yazarlarına kadar herkesin tavır, üslûp ve davranışlarını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Ama önce hırs, kin ve nefretlerimizi terk etmeliyiz...