Arama

Burak Sağyaşar - Tek Mesaj #5

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ağustos 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yaz Ekranının Parlayan Yıldızı: Burak Sağyaşar

Son zamanlarda dizilerde, reklam filmlerinde ve dergilerde sıkça karşımıza çıkan bir isim Burak Sağyaşar. Henüz 21 yaşında. Şu sıralar yaz sezonunun en beğenilen dizilerinden biri olan Küçük Kadınlar'da yurt dışında okuyan, şımarık, zengin bir genci canlandırıyor. Gerçek haliyse bu karakterden fazlasıyla uzak. Burak bir yandan oyunculuk yaparken, bir yandan da Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji bölümüne devam ediyor. Oldukça yoğun ve koşuşturmalı bir hayatı olmasına rağmen, son derece enerjik ve pozitif; belki bu kadar kısa sürede böylesine dikkat çekmesinin ve yıldızının parlamasının bir nedeni de bu. İçtenliği ve göze çarpan yeteneği ile yakın zamanda gerek tiyatro sahnesinde, gerekse beyazperdede adını sıkça duyacağımız Burak Sağyaşar'la sizler için keyifli bir sohbet ettik.

Oyunculuk en başında sizin için bir hobiden ibaretti. Hangi noktada bu uğraşı mesleğiniz haline getirmeye karar verdiniz?

Yaklaşık 10 yaşımdan beri istediğim mesleğin bu olduğunu biliyordum zaten. Annem de babam da televizyon sektöründeler, muhtemelen bu da büyük ölçüde etkiledi kararımı. Evde sürekli bu mevzulardan konuşuluyordu sonuçta. Annem TRT'de sırasıyla Drama Programları Müdürlüğü ve Televizyon Dairesi Başkanlığı görevlerine getirildi. Ben doğduğumda yönetmenlik de yapıyordu. O yüzden setlerde doğdum, setlerde büyüdüm diyebilirim. Ailede bu işlerle uğraşan biri varsa, senin de bu işe merak salmaman mümkün olmuyor bence. Hastalık gibi, bir yerinden yakalıyor ve bırakmıyor.
Her çocuk küçüklüğünde avukat, doktor, polis olmak ister ya; ben de oyuncu olmak istiyordum. Bunun nedeni oyunculukta hepsini olabilmenizin mümkün olması. Ben bir gün bir oyunda, dizide ya da filmde bir holding sahibini de oynayabilirim, bir polisi de. Hayatın her anını yaşamak istiyorum, oyunculuk bana bunu sağlıyor bir yerde.

Oyunculuk kariyeriniz resmi olarak nasıl başladı ? İstanbul'a geldiğimde Gaye Sökmen Ajans'a gittim ve onlara oyuncu olmak istediğimi, eğer onlar benimle bir kontrat imzalamazlarsa başka bir ajansa gideceğimi, kararlı olduğumu söyledim. İlk ekran tecrübem bir reklam filmiyle oldu. Orada çok ufak bir rolüm olmasına rağmen insanlar beni fark etti ve çeşitli görüşmeler için çağırılmaya başladım. Bu görüşmelerde annemin de ciddi bir etkisi oldu tabii. Her ne kadar bu mesleği yapmamı desteklemese de, sektörden onu tanıyan insanlar, benim küçüklüğümden beri tanıdığım insanlar bana çok yardımcı oldular. Birkaç reklam filminin ardından dizi projeleri de gelmeye başladı. Önce FOX'taki Yemin adlı dizinin, ardından Kanal D'de yayınlanan Küçük Kadınlar dizisinin kadrosuna girdim.
Beraber çalıştığınız insanlara oranla çok genç olmanıza rağmen hızla yükselen bir başarı grafiğiniz var. Bunun size bir avantaj ya da dezavantaj sağladığını düşünüyor musunuz?
Bana kalsa ben daha da genç bir yaşta bu işe başlamak isterdim, ancak annem hep bana engel oldu. Bu piyasanın hoş bir yer olmadığını söylüyordu koruma içgüdüsüyle. Kendini koruyabilirsen ve karakterin sağlamsa bu söylem geçerli değil bence, bu yüzden yaş belki de sadece kendini koruyabilmek açısından önemli.Bu konuda kendime güvenim tam. Genç olmamın bana avantaj sağladığını düşünüyorum bu nedenle. 30'lu yaşlarındaki, bu işe yeni başlamış oyuncu arkadaşlarım o kadar pişmanlar ki bu kadar geç başladıklarına! Yurtdışındaki workshoplara katılmak için, bu işin eğitimini almak için çok geciktiklerini düşünüyorlar.
Gerçi ben de eğitim meselesine biraz farklı yaklaşıyorum. Tiyatro ve kamera oyunculuğu birbirinden apayrı iki şey çünkü. Sahnede teke tek bir bağ kurabiliyorsun seyircilerle, ancak kamera karşısındayken iş değişiyor. Melis için ağacın dalına, Ahmet için kameramanın ayaklarına, bir diğer izleyici için başka yerlere bakman söyleniyor sana; çok değişik teknikler var. Genel plan çekimi, yakın plan çekimi, daha yakın plan çekimi, amors... Tüm bunları hakkıyla yapabilmek için belirli bir eğitim süreci gerekiyor. Benim yaşım çok genç, o yüzden de tüm bu teknikleri öğrenmek için yeterli zamanı görüyorum önümde. Ayrıca Fransız okulunda okuduğum için üç dil biliyorum, yurtdışına workshoplara gitmeyip bunları kullanmamak büyük aptallık! Yapmak istediklerim çok, ve yaşımın genç olması bunları gerçekleştirmemi olası kılıyor.

Biraz da tiyatro çalışmalarınızdan bahsedelim... Şimdiye dek en ciddi tiyatro tecrübem lise yıllarımdaydı. Fransız bir sahne yönetmeniyle çalıştık ve oyunlar düzenledik. Turnelere çıktık. Kanada'da 800 kişilik bir salonda sahne aldık. Prova ve hazırlık aşamaları şüphesiz daha farklı, daha heyecan verici. Tiyatroyu çok seviyorum, ancak tiyatro yaptım dersem usta oyunculara haksızlık olur. Oyunculuk kariyerimin henüz çok başındayım ve ucundan köşesinden, amatörce tutunmaya çalışıyorum tiyatroya. İyi bir teklif gelirse de, dizi ve film işlerini bırakıp aylarca sırf bunun üzerinde çalışmak isterim.

Ankara'da yetişmiş olmanızın size ve kariyerinize birşeyler kattığını düşünüyor musunuz? İyi ki Ankara'da büyümüşüm diyorum sık sık. Karakterim çok güzel oturdu orada. İstanbul acaip bir metropol. İnsanlar sokakta hızlı hızlı hareket ediyor, herkesin bir işi, telaşı, yetişmesi gereken bir yeri var. Sokakta birisine bir şey soruyorsun, cevap vermeden yürüyüp gidiyor. Ciddi bir kaos. Çok memnunum zamanında eğitimimi Ankara'da aldığım, ilişkilerimi orada kurduğum için. Sahne oyunculuğu ve kamera oyunculuğunun farklarını detaylandırabilir misiniz?
Kamera oyunculuğunda karşında yüz elli kişi oluyor. Biri komut veriyor, biri sufle veriyor, sana sürekli ne yapacağını söylüyorlar. Duygunun içine girmen mümkün olmuyor bu koşullar altında. Tiyatroda yoğun bir şekilde tecrübe ediyorsun o duyguyu. Bunu yapabilmek için de farklı teknikler var. Oyunculuk koçum Uğur Demirpehlivan'la bu teknikler ve sahne oyunculuğu üzerine çok çalıştık. Hamlet'in, Cyrano de Bergerac'ın dahil olduğu bir çok karakteri oynadım bu çalışmalar sırasında. Sinema oyunculuğu bu açıdan dizi oyunculuğundan ayrılıyor, hatta tiyatroya biraz benziyor bile diyebilirim. Sinema oyunculuğu, henüz birebir yaşamasam da, çok yoğun bir tecrübe. Kendini aylarca kapatıyorsun, o role hazırlanıyorsun ve etrafında sana komut veren çok fazla insan olmuyor.

Sahne ve kamera oyunculuğu seyircilerin size olan tepkisi, onlardan bir geri gönüş alma açısından da ciddi değişiklikler gösteriyor, değil mi?

Tabii ki. Kamera oyunculuğunda birinci karar mercii ne kadar doğru bilinmez ama ratingler. Şaşırtıcı olan, ratinglerden sonra internette bulunan forumların gelmesi. Ciddi bir kitle kendilerini o kadar çok kaptırıyor ki, dizi saatini internet başında bekliyor, ve yedi buçuk dakikalık reklam aralarında görüşlerini yazmaya başlıyor. Montajın bu etkiyi kolaylaştırdığını düşünüyorum. Görüntüye slow motion efekt eklemek, arkasına acıklı bir müzik koymak seyircinin gözlerini az da olsa dolduruyorsa, o zaten kapılıp gidiyor izlediği şeye. Klişe olacak ama, sokaktaki tepkiler de belli ediyor seyircinin düşüncelerini.

Gelecekte oyunculuğun yanı sıra şu an eğitimini aldığınız alanla ilgili bir şeyler yapmayı düşünüyor musnuz? Öncelikle şunu söylemeliyim, ben bu bölüme gerçekten isteyerek girdim. İnsan olmadan yapamam, yapım böyle. Tek başıma sinemaya gitmem, yalnız başıma yürümem sokakta. İnsanlarla sürekli bir ilişki içinde olmalıyım. Sosyoloji de insanlarla ilgili bir bölüm. Oyunculukla da bir yerde ilintili olduğuna inanıyorum. İkisi de istatistiklerle ilgileniyor; ratinglerde örneğin. Çalışan kesim, çalışmayan kesim, AB grubu, C grubu, ev hanımları, üniversite öğrencileri... Ancak ileride sosyolog olur muyum bilmiyorum. Benden küçük bir Emre Kongar çıkmayacağına eminim.

Okulu ve oyunculuğu aynı anda yürütmek zor olmuyor mu? Çok zor oluyor. Devamlılık zorunluluğu olan bir üniversitedeyim bir kere. Hocalarımla sürekli diyalog halindeyim, dışarıdan çalışıp iyi notlar getirmeye çalışıyorum. Set hiçbir bahaneni kabul etmiyor senin. Bir programının olup olmadığı, annenin babanın hasta olması hiç önemli değil. Her salı bir program çıkıyor. Şu günler şurada çekimin, şu saatte de dublajın var diye, sen de o saatlerde ne olursa olsun gidiyorsun. Çok ağır gripken bile çalıştığımı biliyorum, bekleyemiyorlar çünkü senin iyileşmeni. Her hafta bir kaset yetişmek zorunda kanala sonuçta. Bu nedenle okulumu aksatmak durumunda kaldığım zamanlar da oluyor. Seneler geçtikçe daha da zorlaşacak gibi görünüyor, ancak ne olursa olsun şunu söylemeliyim, benim için ilk sırada eğitimim geliyor. Önceliğim şu an okuduğum üniversiteyi bitirmek.

Konservatuvar eğitimi almak gibi bir planın var mı? Üniversite sınavına girerken şu anda okuduğum Galatasaray Üniversitesi aklımda olduğu kadar, Mimar Sinan, Dokuz Eylül, İstanbul Devlet Konservatuvarı da aklımdaydı. Tüm sınavlara hazırlandım, ancak sonra Galatasaray Üniversitesi'nde karar kıldım. Tiyatrocu tanıdıklarım da şu an bir durulma olduğunu, tiyatro okunmaması gerektiğini söylediler. Alaylı olmanın daha iyi olduğunu düşünenler bile var! Çok tartıştığımız bir konu bu esasında. Alaylılar hep empati yoluyla canlandırırlar karakterlerini. Kendilerinden yola çıkarlar. Tarzları abartıdan uzaktır. Herkes tabii ki böyle yapmıyor, korkunç mimikler yapıp acaip şeyler ortaya çıkaran oyuncular da var. Ancak çoğunluk böyle.
Duygu kaydırması diye bir egzersiz var mesela tiyatro tekniğinde. Ayna karşısında bir kaşık bal, tuz yiyiyorsun, limon suyu içiyorsun. Mimiklerini inceliyorsun ve sonra boş bir kaşıkla tekrarlıyorsun bunu. Bu teknikler nedeniyle belki biraz abartılı geliyor işin eğitimine çok yoğunlaşmış insanların oyunculuğu. O yüzden çok gerekli görüyorum diyemem konservatuvar eğitimi almayı. Kenan İmirzalıoğlu matematik bölümünden mezun mesela. Neden bu kadar başarılı? Çünkü oyunculuğun ve setin matematiğini çok iyi çözmüş. Aynı şey Halit Ergenç için de geçerli. Öyle ki ikili bir sahnede diğer oyuncunun amorsundan kendi sahnesi çekilirken kamera yanlış açıda dursa bile Halit Ergenç, onun yerini hesaplayıp, doğru noktaya bakarak oynuyor. Tabii benim söylediklerim daha çok kamera oyunculuğu için geçerli, tiyatroya yoğunlaşan oyuncular için eğitim mutlaka gerekli.
Oyunculuğa başlamak isteyenlere tavsiyelerin var mı?
Açıkcası bunu tavsiye eder miyim, bilmiyorum. Yine de herkes kendi sevdiği işi yapmalı diye bir klişe var ya, bu çok doğru. Ancak ünlü olmak, televizyonda görünmek, çok para kazanmak adına başlanmamalı bu işe. Öyle değil çünkü. Yeri geliyor sabah yedide kahvaltı yapıp, sekiz buçukta çekime başlayıp ertesi gün güneş doğana kadar çalışmak zorunda kalıyorum. Üstelik sette çalışan insanlar için bu her gün böyle. İnsanlar bu işe başlayıp bırakmayı kendilerine yedirebiliyorlarsa başlasınlar. Dediğim gibi gerçekten çok zor ve yorucu bir iş oyunculuk. Çok istemek, çok çalışmak, yılmamak ve tabii ki yetenek gerekiyor.
Yine de şunu söyleyebilirim ki, insanın bakış açısı değişiyor ister istemez oyunculukla uğraşmaya başlayınca. Ankara'da yaşadığım yıllarda daha dar görüşlüydüm, herşeye bu kadar açık değildim. Zamanla zihnimdeki kalıpları yıktım, dünyaya daha geniş bir pencereden bakmaya başladım