Arama


Master Blue - avatarı
Master Blue
Ziyaretçi
7 Eylül 2008       Mesaj #4
Master Blue - avatarı
Ziyaretçi
İnsanlardan Hiçbir Şey İstememek
Hadiste geçen nasihatlerin sonuncusu...
Ne kadar doğru söylemiş: “İnsanların elindekilerden ümidini kes, insanların en zengini olursun.” İzzet, onur, ululuk gerçek müslümanın özellikleridir.
İnsanın, başkalarına yaptırabilecek durumda iken özel ve genel işlerini kendisinin yapmasını; yâni kendisine hizmet etmesini bir ayıp ve kusur zanneden kimseler, büyük bir cehalet ve gurur içindedirler.
Rivayet edildiğine göre;
Hz. Peygamber bir gün çarşıya çıktı. Ailesinin ihtiyacı olan birtakım şeyler satın aldı. Satın aldıklarını kendisi taşıyordu. Çarşıda kendisine yoldaşlık eden sahâbeden biri Allah Resûlü’nün (s.a.v.) pazar yükünü taşımak istedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun bu isteğini redderek şöyle buyurdu: “İhtiyaç sahibi ihtiyacını taşımaya daha layıktır.”
İşte sevgili gençler...
Bu şekilde sizler, kendisiyle hayâtınızı düzenleyeceğiniz bilgiler öğreniyorsunuz.
Allah’ın selâmı üzerinize olsun.


Kıskançlık Yapmayın
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:[1]
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıskançlık yapmaktan sakınınız. Zira kıskançlık, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.”
Ebû Davud
“...ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi...”
Bu söz beni duraklattı ve bana bir olayı hatırlattı.
Günlerden bir gün fırındaydım. Fırın sahibi yakıt olarak hâlâ odun kullanıyordu. Durdum, ateşin tutuşmasını, alev ve ısısını korumak için fırıncının ateşi odunla nasıl da beslediğini seyretmeye başladım. Farkında olmaksızın uzun bir süre ayakta öylece dikildim.
Sonra fırıncıya.
–Yıllık ne kadar oduna ihtiyaç duyuyorsunuz?! diye sordum
Fırıncı gülerek tebessüm etti, ardından da bir kahkaha attı.
Sonra şöyle dedi:
–Bu veya herhangi bir fırın, yeryüzünde bulunan bütün odunları içine atsan, muhakkak hepsini yer bitirir!
Durdu, sonra konuşmasına şöyle devam etti.
–Bir zamanlar işçi olarak çalıştım. Sonra Allah-u Teâlâ bana bu fırını ikram etti. Fırın için düşündüğüm ilk şey yakıt oldu. Geri kalan bütün paramla odun aldım. Kendi kendime: Bu yıl artık başka oduna ihtiyacım olmaz; çünkü yetecek kadar odunum var, diye düşünüyordum. Ne var ki senenin yarısına geldiğimizde odunun tamamı çoktan bitmişti. Beyefendi... Ateş, tutuştuğu alan ile ölçülmez. Ateş ancak yanma gücüyle ölçülebilir. Sözü gediğine koydum:
–Öyleyse Allah; “O gün cehenneme ‘doldun mu?’ deriz. O da ‘daha var mı?’ der” buyururken çok doğru söylemiş.
Bu hatırayı sana iki sebepten dolayı anlattım:
• Genişlik, derinlik... vb. bakımlardan cehennemin hacmi ile alakalı olarak akla gelebilecek soruya cevap olması.
Şurası kesindir ki cehennem ateşi, hacimlerle kıyaslanamaz; ancak yanma/tutuşma gücüyle kıyaslanabilir.
• Kıskançlığın ateşe benzetilmesi.
Hiç şüphesiz kıskançlık, öyle bir hastalıklı huydur ki, insanın kalbine girdi mi, tutuşmuş alevi ve ateşiyle oradaki bütün güzel huyları ve faziletleri yer bitirir. O insan şahsiyetini, hastalıktan bitkin düşmüş bir et parçası haline getirir.
Sevgili gençler...
Sizler de kendi yaş ve sosyal statünüz düzleminde bu tehlikeli olgu ile karşılaşabilirsiniz. Aman, ona teslim olmaktan sakının. O insanlarda gördüğünüz üstünlüğe ilişkin kimi zaman içinizde duyduğunuz kıskançlık hastalığını, onlarla beraber olarak, onlara benzeme ve onları geçerek üstünlüğe ulaşma azminizle tedavi ediniz.
Kıskançlık, kin doğurur. Kin; başkalarında gördüğünüz nimetin varlığını çekememek ve yitirmesi için elinden geleni yapmaktır. Hırs ise, o insanın sahip olduğu nimete gıpta etmek ve var gücüyle, bütün enerjisiyle o nimetin aynısına sahip olmaya, o kişiye benzemeye ve bu konuda onu geçmeye çalışmaktır.
Sevgili gençler...
İşte insan toplumları, böyle bir verimli hareketlilik içinde karşılıklı olarak birbirinden etkilenirler ve kıskançlık ateşinden kurtulurlar.


Öfkelenmeyin
Ebû Said el-Hudri (r.a.)anlatıyor:[2]
Allah Resûlü şöyle buyurdu:
“Dikkat edin! Öfke, Ademoğlunun kalbinde yanan bir ateş parçasıdır. Onun şah damarının şişmesini ve gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz?! Kendisine bu hal gelen kimse hemen alnını yere koysun.”
Tirmizî
Bir başka konuşmasında ise Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Öfke, Ademoğlunun iki gözü arasında yanan cehennem ateşlerinden bir ateş parçasıdır. Öfkelendiğinde gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz?!”
Allah Resûlü (s.a.v.) bir diğer konuşmasında bu şeytani dürtüyü yenmenin yolunu ve çarelerini şöyle açıklamıştır:
“Ayakta ise otursun; oturuyorsa ayağa kalksın.”
Öyleyse... Öfke, gözlerin kızarmasına ve ışıl ışıl yanmasına neden olmakta, şah damarlarının şişmesine ve ardından da kanın kalpten başa doğru hızla akmasına neden olmaktadır. Halk dilinde buna ‘kan beynine sıçradı’ denmektedir. Tıp sözlüğünde ise bu hal ‘tansiyon yükselmesi’ biçiminde tanımlanmaktadır. Hiç kuşkusuz bu hal, bedensel bir olgu olup hiç de hayra alamet değildir.
Biraz önce aktardığımız hadis-i şerîfler bizi şu soruları sormaya yöneltmektedir:
• Allah’ın Peygamberi, Abdullah oğlu Hz. Muhammed bir sağlık doktoru ya da bir uzman psikolog mudur?!
• Hangi üniversiteden mezun olmuştur?! Bütün bu bilgiyi ve ilmi nereden elde emiştir?!
Bu sorular karşısında uzun süre suskun kalamıyoruz. Zira derhal Kitap’tan, hikmet ve hamd sahibi Allah’ın peyderpey indirdiği, ne önünden ne de arkasından bâtılın kendisine asla yaklaşamadığı Kur’an-ı Kerîm’den bize cevap geliyor. Allah-u Teâlâ şöyle cevaplıyor bu soruları:
“O hevasından (keyfinden) konuşmaz. O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu kuvvetlinin kuvvetlisi (Cebrail) öğretti.”[3]
Öfkenin çeşitli pek çok sebebi vardır.
İnsan yaşayan bir canlı olup çalıştığı, çaba sarfettiği ve insanlarla ilişkilere girdiği sürece çarpmalara ve sıçramalara hedef olmaya devam edecektir. Bu da onun psikolojisine sevinç, mutluluk ve üzüntü, keder ya da öfke olarak yansıyacaktır.
Bu ruh halleri, öncelikle kişinin iç dinamik güçlerine ve ikinci olarak da olay ve kişilere bağlı olarak sertlik-şiddet veya nitelik-nicelik bakımlarından farklılık arzeder.
Sevgili gençler...
Sizler iş, okul ve aile hayâtınızın henüz başlangıcında bulunuyorsunuz. Gelecekte sizi öfkelendirecek durumlarla karşılaşacak ve tabi ister istemez mutlaka öfkeleneceksiniz. Bu durumda ne yapacaksınız?! Aman sakın, öfkeyi kendi haline bırakıp da içinizde tepkimesine, hareket ve davranışlarınıza tahakküm etmesine izin vermeyin. Zira öfke, insanı hüsran ve helaka götürür.
Kalplerinizi yumuşak huyluluk azığıyla besleyin. Hiç şüphe yok ki yumuşak huyluluk, ahlâkın efendisidir.
Öfkelendiğinizde öfkenizi nasıl dindireceğinizi size öğreten Peygamberinizin nasihatine kulak verin.
Hz. Peygamber (s.a.v.) öfkelenen kimse için “hemen alnını yere koysun” buyurmaktadır. Doğrusu bu sözle, gerçekten alnını yere koyması kastedilmemiştir. Bilakis bu sözle, kendini dizginlemek, sinirlerine hakim olmak ve dengeyi yitirmemek kastedilmiştir.
Ya da bu sözle, oturuyorsanız ayakta dikilmeniz yahut ayakta dikiliyorsanız oturmanız kastedilmiş değildir. Aksine sizden istenen, konumunuzu değiştirmenizdir. Çünkü hareket etmek, insanın ruhsal etkileşimini değiştirmektedir.
Son olarak...
Sevgili gençler...
Allah’tan niyazım odur ki, size ilmin iyisini ve yumuşak huyluluğun da güzelini versin.
Sizi Allah’ın, kendi katında mübarek olan güzel selâmı ile selâmlıyorum.


Abdest Almak
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Allah Resûlü (s.a.v.) kabirleri ziyaret ederek şöyle dedi:
“Mü’min toplulukların diyarı! Size selâm olsun. İnşaallah çok yakın zamanda biz de arkanızdan geleceğiz. Kardeşlerimizi görmeyi arzu ettim.” buyurdu. Sahâbe:
–Ya Resûlallah, biz senin kardeşlerin değil miyiz?! dediler. Allah Resûlü (s.a.v.) :
–Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerimiz henüz dünyaya gelmediler, diye karşılık verdi. Ashab:
–Ümmetinden henüz dünyaya gelmeyen kimseleri nasıl tanırsın, dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) :
–Bir insanın, hepsi baştan aşağı siyah renkli atlar arasında alnı ve üç ayağı beyaz bir atı olsa hiç onu tanımaz mı? diye cevap verdi. Ashab:
–Evet ya Resûlallah, elbette onu tanır, dediler. Allah Resûlü (s.a.v.) :
–Onlar abdest âzâları parlak bir şekilde geleceklerdir, buyurdu.”
Müslim
Evet, ya Rasulallah... Çok doğru söylüyorsun.
Yüzlerinde nişanları vardır: alında ışıl ışıl yanan bir parıltı, bir beyazlık ve dalga dalga yayılan bir nur...
“Alnı ve üç ayağı beyaz olan ata” gelince; bu, derisindeki beyazlık, siyahlığından daha fazla olan yağız attır. Kulaklarının arkasından ve gözlerinin üstünden bir tutam beyaz saç salınır. Güzelliğine güzellik, değerine değer katar.
Bu at, diğer atlar arasında hemen fark edilir. Yüzündeki nişanından tanınır.
İnsanlar haşr günü renk renk, sınıf sınıf ayrılırlar. Kimilerinin, işledikleri küfür ve şirkten dolayı yüzleri kapkaradır. Kimilerinin ise imanları, güzel kullukları ve Rabblerine içten yönelmeleri nedeniyle yüzleri pırıl pırıldır. Bu yüzden Allah Resûlü’nün (s.a.v.) o günde kardeşlerini tanıması hiç de zor değildir.
Yüzlerdeki abdest izi, namaza ve uzun tutulan rükû ve secdelere delalet eder. Namaz; ibadetlerin zirvesi, kullukların en yücesidir.
Sevgili genç...
Geçen sayfalarda Allah Resûlü’nün (s.a.v.) seni namaza teşvik eden öğütlerinden birkaç tanesini okudun. Ancak o öğütlerden bir tanesi ile şimdi anlattığımız öğüt arasında derin ve sağlam bir ilişki vardır. Bu yüzden o öğütün de hatırlanıp üzerinde uzun uzun düşünülmesi gerekmektedir.
Allah Resûlü (s.a.v.) o nasihatında şöyle buyuruyordu:
–Ne dersiniz; birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve günde beş defa o nehirden yıkansa, onda kirden eser kalır mı?! Sahâbîler:
–Hayır, onda kirden eser kalmaz, dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) :
–Beş vakit namaz da işte bu nehir gibidir. Allah, beş vakit namazla günahları yıkar, yok eder, buyurdu.”[1]
Nehirin, kirlerden arınmadaki önem ve değerini kavramışsan, abdestin yüzde bıraktığı izin önem ve değerini de kavramışsın demektir.
Allah sana velilik etsin ve seni Sevgili Peygamberiyle (s.a.v.) Kevser’in başında buluşan kardeşlerinden eylesin..



İslam İnsanın Dış Görünümüne de Önem Verir
İSLAM İNSANIN İÇ ÂLEMİNE ÖNEM VERDİĞİ KADAR DIŞ GÖRÜNÜMÜNE DE ÖNEM VERİR
Ata b. Yesar (r.a.) anlatıyor:
“Allah Resûlü (s.a.v.) mescidde idi. Saçı sakalı birbirine karışmış, dağınık bir adam içeri girdi. Allah Resûlü (s.a.v.) saçını sakalını düzeltmesini emreder gibi eliyle adama çıkmasını işaret etti. Adam çıktı, saç ve sakalını düzeltip geri geldi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) buyurdu ki:
‘Bu durum sizden herhangi birinizin şeytan gibi saçı başı dağınık bir halde gelmesinden daha iyi değil mi?!’
İmam Malik
Sevgili gençler...
Nasihatın amacı ve hedefi gayet açıktır. Şıklık, zerafet, temizlik ve düzenli, derli toplu olma konularında dış görünümün güzelliğine dair söylenmiştir.
Yine dış görünümün güzel olması gerektiği konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şöyle dediği de anlatılmaktadır:
“İnsanlar arasında al bir benek gibi olunuz.”
Yâni: İnsanlar arasında iç âleminiz ve dış görünümünüzle seçkin, saygın insanlar olunuz. Zira biçim ve endam güzelliği, kişinin vicdanının derinliklerinde gizli bulunan anlamın asâletine delildir. Dış görünümü derli toplu olan insanın, hiç şüphesiz düşünce ve duyguları da derli topludur. Bedeni ve kılık kıyafeti temiz olan insanın elbette gönüllü ve aklı da temizdir.
Fakat bu asla övünmek, büyüklenmek ve israf anlamına gelmez. Gerçekte bu, kişinin iç dünyası ile dış görünümü arasındaki denge ve paralellikten başkası değildir.
Aynı şekilde bu, bir ziynet, kusurları örterek güzel görünme çabası, reddedilmiş bir tüketim ya da istenmeyen bir savurganlık da değildir.
İnsan eğer küçük yaşlardan itibaren alışkanlık ve adet haline getirmemiş ise kolay kolay güzel görünümlü, derli toplu, temiz, dahası seçkin bir insan olamaz.
Sevgili gençler...
Sizler de zaman zaman davranışlarınızda, oyunlarınızda, çabuk hareketlerinizde ve hızlı cevaplarınızda gereken titizlik ve dikkati göstermiyor olabilirsiniz. Aman, buna çok dikkat edin ve şeytan gibi bir görünüşe sahip olmaktan son derece sakının.
Top... pijama... sokak... vs.
Bütün bunlar, temiz olmamaya bir davetiye ve pejmürde olmaya bir sebeptir. Tam bir kararlılık ve ciddiyet içinde, düşüncesizce davranışlardan, hoppalıktan ve hafif meşreplikten uzak durunuz ki medeniyetin adresi ve insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin evlatları olasınız


Yoldan Önce Yoldaş
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:[2]
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse herbiriniz kiminle dostluk yaptığına dikkat etsin.”
Müslim ve Ebû Davud
Sevgili gençler...
Okul arkadaşlığının, en uzun süre devam eden ve insanın ahlâk ve ilişkilerine en çok etki eden arkadaşlıklardan olduğu söylenmektedir. Bu sözde, gerçeklik ve doğruluk payı oldukça fazladır. Çünkü çocukluk çağı, insan hayâtındaki en tehlikeli ve en önemli çağdır. Zira insanın gelecekteki şahsiyetinin temel taşları bu çağda konur.
Çocuk; toprak, hava, güneş gibi gelişmenin zorunlu ihtiyaçlarından olan doğal faktörlerin etkisinde kalan taze, nazik bir dal gibidir.
Toprak iyi ve verimli, güneş ısı ve ışığıyla cömert, hava yumuşak ve hoş, çiftçinin eli şefkatli ve bilinçli olduğunda dalın çiçek açması ve meyve vermesi için gereken tüm şartlar yerine gelmiş demektir.
Bunlar yerine gelmediği takdirde arzulanan netice elde edilemeyecek ve ümitler yok olup gidecektir.
Temyiz[3] çağındaki çocuk, çok âşikâr ve basit bir biçimde iyiyi kötüden ayırma yetenek ve kabiliyete sahiptir. Nitekim her akıl sağlığı yerinde olan kişinin tereddütsüz tasdik edeceği birtakım hususlarda da, sağlamı çürük olandan ayırdedebilmektedir. Bununla birlikte bu ayırım işleminde zaman zaman anne-babanın veya eğitimcinin yardımına da gereksinim duyabilmektedir.
Bunları söylerken her ne kadar çocuğun aklı, kalbi ve vicdanı sağlam ölçü ve kriterlerle beslenmiş olsa bile, sürekli bir gözetimin faydasını hafife almıyoruz.
Sevgili gençler...
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) size yaptığı bu öğüt, dost ve arkadaş seçiminde öncelikli temel prensibinizdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘...dini üzeredir...’ derken arkadaş seçiminde konuyu en geniş çerçevede yâni inanç çerçevesinde ele alıp aydınlatmaktadır.
İnsan, ciddiyet ve şaka zamanlarında bile arkadaş veya dostundan –iyi ya da kötü yönde– etkilenmektedir. Muhakkak bu, sürekli bir ilişki içinde bulunmak ve etki altında kalmaktan dolayı olmaktadır. Devamlı ilişkiler sonucunda dostta bulunan iyi ya da kötü birtakım huylar karşı taraftaki insanın karakterine işler. Hatta düşüncesinin en derin noktalarına kadar girip onun dizginlerini eline alır. Artık o huylar onu ya doğruya ulaştırır ya da saptırır!
Sevgili gençler...
Kendisinde bir sapıklık ve aykırılık gördüğünüz; yoldan çıkmış, bozuk tabiatlı her arkadaştan elinizden geldiğince uzak durun!
Sizi ancak Hakk’a teşvik eden, dosdoğru yola (sırat-ı müstakime) ileten güzel, iyi insanlarla oturup kalkın.
Hikaye edilmektedir ki;
Bir gün adamın biri oğluna, oğluna kötü arkadaşın zararlarını anlatmak istedi. Bunun için içi elma dolu bir sandık getirdi. Elindeki çürük elmayı oğluna göstererek:
–Birkaç gün geçince, sandıktaki elmalar ne haldeler bak!
Ardından o çürük elmayı diğer sağlam elmaların arasına koydu. Aradan birkaç gün geçmişti ki sandıktan çürük kokusu etrafa yayılmaya başladı. Baba oğlunu yanına alarak çocuğun gözleri önünde sandığın kapağını açtı. Elmaların çoğu bozulmuştu. Çocuğuna dönerek şöyle dedi:
–Sevgili yavrum, işte kötü kimselerle arkadaşlık eden insanın hali budur!.


Allah İçin Sevmek
ALLAH İÇİN SEVEN VELİ KULLAR
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor:
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Allah-u Teâlâ’nın kullarından öyleleri vardır ki –onlar ne peygamberlerdir ne de şehidler– kıyamet günü Allah katındaki makamlarından dolayı hem peygamberler hem de şehitler o kullara imrenirler. Sahâbe:
–Ey Allah’ın Resûlü (s.a.v.) onlar kimdir, bize anlat?! dediler.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
–Onlar, aralarında herhangi bir akrabalık ya da ticari bir ilişkisi olmadığı halde, sırf Allah’ın rızası için birbirlerini seven bir topluluktur. Vallahi onların yüzleri nur gibidir. Nurdan tahtlar, koltuklar üzerine kurulup otururlar. İnsanlar korkuya kapılırlarken onlar asla korkuya kapılmayacak; insanlar hüzünlenirlerken onlar kesinlikle hüzünlenmeyeceklerdir. (Ardından şu ayeti okudu :
“İyi bilin ki Allah’ın veli kullarına asla korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.”[1]
İnsanlar arasındaki ilişkiler iki temel üzerine kurulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bize böyle haber vermiştir.
Akrabalık.. “...aralarında bir akrabalık olmadığı halde...”
Maddi çıkar.. “...ya da aralarında ticari bir ilişki olmadığı halde...”
İnsanlar arasındaki ilişkileri iyiden iyiye inceleyenler, bu peygamberî sözün bütünüyle doğru olduğunu hiç şüphesiz görecektir. İnsani ilişkilerin temeli, akrabalık ve maddi çıkar olarak belirecektir.
Bu iki esas, insanların hayâtında doğru konumlarına oturur, olmaları gereken yerde olurlarsa düzen, emniyet ve güvenin gerçekleşmesini sağlarlar.
Fakat...
Akrabalık ve maddi çıkar üzerine kurulu ilişkilerden çok daha yüce, çok daha üstün olan ve insanı hayâtın, maddenin kir ve pisliğinden çekip alarak vicdani temizliğe ulaştıran bir ilişki türü daha vardır.
Bu dereceye, ancak Allah için seven mü’min kullar ulaşabilir.
Sevgili gençler...
Sizler peygamberlerin Allah katındaki derece, makam ve saygınlıklarını hiç şüphesiz biliyorsunuz. Dünya hayâtını çok ucuz bularak canlarını Allah yolunda satan şehidlerin makam ve mevkilerini de biliyorsunuz.
İşte o peygamberler ve şehidler, ahirette Allah katında sahip oldukları makam ve mevkilerinden dolayı Allah’ın birtakım kullarına imrenir, onlara gıbta ederler. O makam, Allah’ın veli kullarını bütün hücrelerine varıncaya kadar dörtbir yandan kuşatıp bürüyen nur makamıdır...
İşte o insanlar Allah’ın veli kullarıdır!
Allah’ın kendileri hakkında “İyi bilin ki Allah’ın veli kullarına asla korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de”[2] dediği veli kullardır.
Çünkü gönüllerini, yüzlerini ve ruhlarını engin bir nur okyanusu kaplamıştır. Onlar burada emniyet, güven ve iç huzuru bulmuşlardır. Onlara artık ne korku ulaşabilir ne de hüzün.
Sevgili gençler...
Peki niçin?!
Çünkü insan kalbi gerçekten Allah’a olan sevgisinde samimi olur ve hareket halindeyken, durgun, uyanıkken ve uykuda, uzanmış yatarken ve ayakta iken, görmesinde, işitmesinde ve çalışmasında sürekli olarak bu sevgiyi iç dünyasında hissederse bu sevginin ışınları ondan bütün kainata, mahlukata ve mevcudata doğru yayılır. Böylece her şeyi, bu içten ilahi sevgi terazisiyle ölçüp tartar. Bütün varlığını bu sevginin üzerine kurar.
Sizler çocukça, masum ve temiz halinizle gerçekten büyüklerden daha çok o veli kullardan olabilirsiniz. Çünkü -canlarım- sizler, henüz halkın örf ve gelenekleri içinde kaybolup gitmediniz. Maddi çıkar sebepleri ve neticeleri sizi etkisi altına almadı. Çıkarcı ilişkiler size baskın gelmedi.
Büyük sahâbî Süheyb b. Sinan el-Rûmi’nin (r.a.)yaşam hikayesini, Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında gösterdiği tavrı bilmelisiniz?!
Gerçekten Süheyb, Mekke’de çok büyük bir servetin sahibiydi. Son derece zengin idi. Hicret edip Medine’de Hz. Peygamber’e (s.a.v.) katılmak istediğinde Kureyşliler yolunu kestiler. İçlerindeki akılsızlar, onun geçmişteki fakirliğini ve köleliğini yüzüne vurdular. Onlar bu sözleriyle, sahip olduğu serveti ima ediyorlardı.
Süheyb, anlamlı anlamlı Kureyşlilere baktı. Sonra bütün servetini onlara terketti. Onlar da Süheyb’i bırakarak yoluna devam etmesine izin verdiler.
Süheyb, Allah’ı ve O’nun sevgisini bütün dünya servetlerine tercih etti; bu uğurda ne ailesini önemsedi ne de başkalarını. Acaba, Hz. Peygamber (s.a.v.) onu Medine’de karşıladığında ona ne söyledi?!
Hz. Peygamber (s.a.v.) onu görünce tebessüm etti ve dudaklarından şu sözler döküldü:
“Ey Ebû Yahya! Kârlı bir alışveriş oldu!.. Ey Ebû Yahya! Kârlı bir alışveriş oldu!..”
Sevgili gençler...
Faziletli dostlar...
Evet... faziletli, felâha ermiş, kâr eden insanları örnek almanızı ve Allah’ın rızası uğrunda sevenler makamına yükselmenizi istiyoruz. Hiç şüphesiz bu, kendilerine peygamberlerin ve şehidlerin bile imrendiği veli kulların makamıdır.
Görüşmek üzere...
Son düzenleyen nötrino; 10 Şubat 2014 10:33 Sebep: Kırık link!