Arama


Master Blue - avatarı
Master Blue
Ziyaretçi
7 Eylül 2008       Mesaj #5
Master Blue - avatarı
Ziyaretçi
Allah’ın Kullarına Karşı Büyülenmekten Sakının
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) anlatıyor:[3]
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kalbinde hardal tanesi ağırlığınca kibir bulunan kimseyi Allah yüzüstü cehenneme atar.”
İmam Ahmed
Sevgili gençler...
Kibir: Kendini beğenmek ve başkalarından üstün görmektir.
Hardalı biliyor musunuz?!
Hardalı baharatçıya sorunuz. Çok küçük tanecikler olduğunu göreceksiniz. O kadar küçük ve hafif ki, bir hardal tanesinin ağırlık ve hacmi, kum tanesinden fazla değildir!
Kalbinde ve duygularında hardal tanesinin büyüklüğüne denk bir kibir duygusu taşıyan insanı, Allah yüzüstü cehenneme atar.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hadis-i şerîfinde “Kimin kalbinde...” buyuruyor. “Kimin aklında...” dememiştir. Çünkü duygunun kaynağı öncelikle kalptir. Kibir aslında bir boşluktur.
Adamın biri küçük oğluyla birlikte buğday ekili tarlalardan birine gitti. Başaklar henüz yeni olgunlaşıyordu. Boyu diğerlerinden daha uzun bir başak, çocuğun çok hoşuna gitti. Başağa yaklaştı ve onu kopardı.
Babası oğluna başağı neden kopardığını sordu.
Çocuk, başaktan çok hoşlandığını, ayrıca içinde pek çok buğday tanesinin bulunduğunu söyledi.
Baba gülümsedi... Başağı eline aldı ve eliyle kırarak içini açtı. Başak bomboştu, içinde bir tek buğday tanesi dahi yoktu.
Ardından baba oğluna şöyle söyledi:
–Ey çocuğum...
Buğday dolu başaklar tevazu ile baş eğer
Ancak içi boşların başları yüksekmiş meğer.
Sevgili gençler...
İşte kibirli insanın boşluğu da böyledir.
Kibirli insan, sırf bu yüzden dolayı mı yüzüstü cehenneme atılıyor? diye sorabilirsiniz.
Bu sorunuza kısaca cevap verelim:
Bildiğiniz gibi kibir; kendini beğenmek, gururlanmak ve büyüklenmektir. Bu ise insanın kendini mahlukattan üstün görmesine yol açar. Halbuki üstünlük yanlızca Allah-u Teâlâ’ya mahsustur!
Kibirli insan, Allah’ın güzel isimlerinden (esmaü’l hüsnâ) birinde adeta O’nunla çekişmekte, O’na benzemeye kalkışmaktadır. Bu ise apaçık küfürdür.[4] Bundan dolayı kibirli insan hakkında Kur’an’ın şu sözü hak ve gerçek olmuştur.
“Kibirlenenler için cehennemde barınacak bir yer mi yoktur.”[5]
Kibir ya da kendini büyük görmek, zenginlik ve güzellik gibi dünya değerlerinden ileri gelmektedir. Halbuki zenginlik de güzellik de yok olmaya mahkumdur.
Zenginlik, ticaretten dolayı ise; ticaret kâr getirebileceği gibi zarar da getirebilir. Eğer zenginlik sahip olunan akardan[6] dolayı ise; akar da doğanın ani hareketlerine hedeftir.
Güzellik, geçen seneler ve ilerleyen ömürle birlikte kurumakta, solmaktadır. Tabi daha önce bir âfete ya da musibete kurban gitmezse.
Hz. Süleyman (s.a.v.) servet ve zenginlik hakkında şöyle demişti: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabb’imin lütfundandır.”[7]
Güzellik ve endam... Hz. Yusuf’u (s.a.v.) aldatamamış, onu gurura sevkedememişti. Bilakis onun dillere destan güzelliği, kendisi için hem bir fitne ve imtihan hem de bir sabır ve kurtuluş vesilesi olmuştu.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de kalbinde hardal tanesi ağırlığınca kibir bulunan insan hakkında “Allah onu yüzüstü cehenneme atar” buyurmaktadır.
Hz. Peygamber kibirli insan için neden ‘Allah onu yüzüstü haşr eder’ dememiştir.
Cehenneme yüzüstü atılmak niçin?!
Halkın, kibirli kimse için “Burnu havada...” dediğini zaman zaman işitiyorsundur. Onlar bu sözle kibirli insanın, yüzdeki en belirgin organı olan burnuyla kibirlendiğini, büyüklük tasladığını anlatmak istemektedirler. Dolayısıyla cehenneme yüzüstü atılmak, ceza olarak kibire çok uygun düşmektedir. Allah’ın Resûlü (s.a.v.) gerçekten sözünde isabet etmiş ve doğru söylemiştir.



Ömür, Gençlik, Mal ve Bilgimizden Sorumluyuz
Ebû Berze b. Ubeyd el-Eslemi anlatıyor:[1]
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü insanlar şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe yerlerinden ayrılamazlar: ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede harcadığında, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ilmi ile ne amel işlediğinden.”
Tirmizî
Sevgili gençler...
Şu dört şey hayâtın özetidir:
1-2. Gençlikle ihtiyarlık arasındaki ömür.
3. Çalışıp kazanma, elde etme.
4. İlim, tecrübe, bilgi.
Hz Peygamber (s.a.v.) bu nasihatinde iş işten geçmeden, henüz elde fırsat varken uyarıp ikaz ediyor.
Bugün; dünya hayâtında çalışmak ama hesaba çekilmek, yarın; ahirette ise hesaba çekilmek ama çalışmamak var!
Bu uyarı ve ikazların anlam ve hedeflerini kavrayıp, ardından da yaşantılarını bu uyarı ve ikazlar doğrultusunda düzenleyenleriniz, hem dünya hem de ahiret mutluluğunu kazanırlar. Ama kim de öğüt almayıp bu uyarı ve ikazları dikkate almazsa, hem dünya hem de ahiret mutluluğunu kaybeder. Çünkü dünya yok olmaya, ömür son bulup tükenmeye doğru hızla yol almaktadır. Allah katında olanlar ise elbet sürekli ve kalıcıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) nasihatinde “Kıyamet günü insanlar şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe yerlerinden ayrılamazlar...” buyurmaktadır.
Yerlerinden ayrılamazlar. Ne sağa ne de sola hareket edip kımıldayamazlar. Çünkü bu hesap duruşudur.
1) İnsan ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede harcadığından sorguya çekilecektir.
Hayât kitabından ve orada geçirdiği gün sayfalarından hesaba çekilecektir.
“İşte alın kitabımı okuyun!”[2] diyecek ve kendisine şöyle cevap verilecektir:
“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter!”[3]
O gün insan, dünya hayâtındaki yaşantısını, halini ve yaşadığı olayları diliyle anlatmaya başlayacaktır. Sonra, gizlediği bir halden ya da bir kusurdan dolayı dili duraklamaya başlayınca, bu kez elleri ve ayakları söz alacaktır. İnsan, el ve ayaklarının bu konuşması karşısında hayret edip şaşıracaktır. Onun bu hayret ve şaşkınlığını gören elleri ve ayakları kendisine şu cevabı verecektir:
“Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu!”[4]
İnsan niçin sorguya çekilecektir?
Çünkü hayât, Allah’ın bize bir lütfu ve karşılıksız bağışıdır. Sayıya ve istatiklere sığmaz nimetlerinden sadece bir tanesidir. İnsan bu emaneti keyfince, arzuları doğrultusunda kullanma ya da şehevi arzularına tâbi kılarak yok etme hakkına asla sahip değildir.
Ayrıca sorgu, özellikle ömrün ilk yarısı üzerinde yoğunlaşacaktır. Çünkü bu dönem kişide canlılık, güç ve dinamizmin zirvede olduğu bir dönemdir. İnsan ömrünün bu zaman dilimi üretim ve verim çağıdır.
Çocukluktan gençliğe doğru olan yaşam süreci; olgunlaşma merhalesi, gençlikten ihtiyarlığa doğru olan yaşam süreci ise eksilme merhalesidir.
Çocuk, bir haramdan ya da kötü bir işten uzak kalabilir. Çünkü, henüz ya o haram eylemi ya da kötü işi bilmiyordur ya da kendisini ona ulaştıracak olan araçlar bunu gerçekleştirmemişlerdir.
İnsan, ihtiyarlığında da, bedenî veya ekonomik yetersizliklerden ve yahut da ölüme yakın olmanın verdiği korkudan -ki bu korkuya, âcizin tevbesi denir- dolayı birtakım kötülüklerden uzak kalabilir.
Ne var ki çocukluk ile ihtiyarlık arasındaki gençlik dönemi, adeta yaşam, güç ve canlılık fışkırır. Gençlik, hayât kasidesinin seçilmiş en güzel beyitidir.
Çünkü gençlik, yaşamın zirvesidir. İnsan bu dönemde kendini koruyabilirse dünya ve ahiretini kazanır.
Hem ne ahiret!
Kendisinden daha büyük nimetin, konforun ve mutluluğun olmadığı bir ahiret. Bu, arşın gölgesinde bulunma nimeti, konforu ve mutluluğudur.
Sevgili gençler...
Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) şu hadisini iyi ezberleyiniz:
“Yedi grup insan vardır ki Allah-u Teâlâ onları kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı o günde gölgelendirir. Bu insanlar şunlardır: Gençliğini Allah’a ibadetle geçiren genç...”[5]
2) İnsan malını nereden kazandığından sorguya çekilecektir.
Mal: yaşamı saran kol, yaşam savaşının yörüngesi. Biz elbet malın önem ve değerini küçük görmüyoruz. Ancak her şeyi maldan ibaret kabul eden bir anlayışı da kabul etmiyoruz.
Mal elde etme, çalışıp kazanma ancak ihtiyaç ve gereksinimlerin giderilmesi için bir çözüm ve çare olabilir. Mal, insanın yaşantısında zahmet, ter ve gözyaşının ardından mutluluk, rahatlık ve afiyette olma arzusunun doyuma ulaşmasını sağlar.
Aynı şekilde kazanç mal sahibi olma, çalışmak ve ticaret yapmak gibi helâl yollardan olmalıdır. Gasb, hırsızlık, rüşvet ya da bunlara benzer bir şekilde elde edilmiş olmamalıdır.
En güzel, en temiz kazanç, kişinin kendi emeği ile çalışıp kazanmasıdır.
Bazı zamanlar insan şart ve imkanlara bağlı olarak çalışıp kazanmasına rağmen temel ihtiyaçlarını dahi temin edemez... veya ancak ihtiyaçlarını karşılar... ya da kat kat fazlasıyla kâr ederek büyük servet sahibi olur. Zulüm ve hile karışmadığı sürece bu çalışma çeşitlerinin hepsi de makbul ve övülmüştür.
Kazanmanın ardından tüketim ve harcama safhası gelir.
Bu aşamada üçüncü sorunun ikinci maddesi gündeme gelmektedir:
3) İnsan malını nereye harcadığından sorguya çekilecektir.
Helâlinden kazanma prensip ve anlayışı aynı şekilde kazanılan malı harcarken de geçerlidir.
Kaldı ki ihtiyaç sahibi fakir insanlara ve Allah yolunda, Allah’ın rahmet ve lütfunu umarak, cömertçe harcanmalı, infak edilmelidir.
Rivayet edilmektedir ki;
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün Allah yolunda, İslam daveti uğrunda harcamak için bir miktar mala ihtiyaç duydu. O sırada Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer huzurunda bulunuyorlardı. Çıkmak için izin istediler. Sonra Hz. Ömer, getirdiği bir miktar parayı Allah Resûlü’nün (s.a.v.) önüne bıraktı. Hz. Peygamber (s.a.v.) :
–Ey Ömer, bu da nedir? diye sordu. Hz. Ömer (r.a.):
–Ey Allah’ın Resûlü (s.a.v.) , malımın yarısı! diye karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) :
–Geride ailene ne bıraktın? diye yeniden sordu. Hz. Ömer:
–Diğer yarısını! cevabını verdi. Ardından Hz. Peygamber (s.a.v.) Ömer’e (r.a.)hayırla dua etti... Biraz sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.)huzura girdi. Beraberinde getirdiği paraları Hz. Peygamber’in (s.a.v.) önüne bıraktı. Hz. Peygamber (s.a.v.) aynı soruyu ona da sordu:
–Ey Ebû Bekir, bu da nedir?! Hz. Ebû Bekir (r.a.):
–Ey Allah’ın Resûlü (s.a.v.) , bütün mal varlığım! cevabını verdi. Hz. Peygamber tekrar sordu:
–Geride ailene ne bıraktın? Hz. Ebû Bekir (r.a.):
–Onlara Allah’ı ve Peygamberini bıraktım! yanıtını verdi.
Hz. Peygamber bu cevabı duyunca tebessüm etti, gözleri yaşardı ve ona hayır dualar etti...
Sevgili gençler...
“Yarışanlar ancak bunda yarışsınlar!”[6]
Kişinin kendisine ve ailesine yapacağı harcamanın sınırları aşağıdaki âyet-i kerîme ile çizilmiştir:
“Onlar, harcadıkları zaman ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”[7]
İsraf ve kibire kaçmaksızın, cimrilik ve eli sıkılık da yapmaksızın rahat bir yaşam... Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) bir başka hadis-i şerîfinde bize şunu öğütlemektedir:
“Allah verdiği nimetinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır.”[8]
Kıyamet günü insanlar şu dördüncü sorudan sorguya çekilmedikçe yerlerinden ayrılamazlar:
4) İnsanlar ilmi ile ne amel işlediklerinden sorguya çekileceklerdir.
İlmini, insanları sömürmek ve istismar etmek için mi kullandı?!
Onu gizledi mi?! Ya da ilke ve değerlerini bilmezlikten mi geldi?!
Kendisine âlim (bilgili insan) densin diye beyinsiz insanlarla tartışma ve münakaşalara mı girdi?!
Yahut kendini korumak, seviyesini yükseltmek ve halkına, ülkesine daha hayırlı ve verimli olabilmek için mi ilim öğrendi? İşte arzulanan ilim talebi budur.
Sevgili gençler...
Sizler mukaddes ilim okullarında, ilmî atmosfer içinde, ders sıralarında bulunduğunuz zaman diliminde yüce gayeler ve hedefler için ilim öğrenmeye aşırı istekli olunuz. Size hayır, istikâmet ve şeref; halkınıza da ileri bir seviye ve medeniyet kazandıracak bilgiler öğrenin.
Son olarak, sevgili gençler...
İnsanı bu dört temel husustan sorguya çeken, ona hesap soran kim?! Hiç şüphesiz O, şanı yüce, saltanatı güçlü, isim ve sıfatları mukaddes ve karşılıksız veren, cömert olan Allah’tır. Sorguya çekmek O’nun hakkı; bize düşen de ancak cevap vermektir.
Sevgili gençler...
Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz!
Sorgulanmadan önce kendinizi sorgulayınız!
Ahirette ayağınız kayıp da cehennem ateşine yuvarlanmadan önce, dünya hayâtında dosdoğru yol üzere olunuz. Allah hepimizi cehennemden muhafaza etsin, şerrinden bizi korusun.
Hiç şüphesiz Allah ne güzel yâr ve yardımcıdır. Kudret ve kuvvet ancak Allah’ın yardımı iledir.


Şükür, Allah’ın Hakkıdır
Ebû Büreyde (r.a.) anlatıyor:
Allah Resûlü’nü dinledim, şöyle diyordu:
“İnsanda üçyüz altmış eklem yeri vardır. Her bir eklem yeri için bir sadaka vermesi gerekir.
Bunu işiten sahâbe:
–Ey Allah’ın Peygamberi, buna kimin gücü yeter? dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):
–Mescitte üstünü örteceğin bir tükürük, yoldan kaldıracağın eza verici bir engel. Bunları da bulamazsan kuşluk vakti kılacağın iki rekat namaz sana kâfi gelir, buyurdular.”
Ebû Davud
Hikaye olunur ki:
Bir adam işine gitmekteydi. Bu esnada karşısına halinden fakir ve aç olduğu anlaşılan bir dilenci çıkıverdi. Açlığını gidermesi için bir miktar para vermesini kendisinden istedi.
Dilenci, saçı sakalı dağınık, kirli ve yırtık, eski elbiseli yaşlı bir adamcağızdı. Dilencinin haline adamın kalbi yumuşadı ve durumuna çok üzüldü. Elini cebine attı, para bulamadı. Sonra diğer cebine... ama orada da para yoktu. Pantolonunun bütün ceplerine baktı, karıştırdı, altını üstüne getirdi. Ama nafile; cepler bomboştu. Dilencinin karşısındaki bu arayışından ve bir şey bulamamanın utancından yüzü kızardı. Herhalde parasını diğer elbisesinin cebinde unutmuş olmalıydı. Titremekli bir hal ve utanç içinde, dilencinin uzanmış eline elini uzattı, onunla tokalaştı. Bu manzara karşısında dilenci gülümsedi, gözleri yaşardı, ardından ekledi:
–Bakın, beyefendi bu da bir sadakadır.
Herkes ayrılıp kendi yoluna gitti.
Evet, sevgili gençler...
Kaldı ki Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dediği gibi “Hiç şüphesiz kardeşinin yüzüne gülümsemen de bir sadakadır.”
Zira sadakalar sadece mala endeksli değildirler. Sadakanın pek çok çeşidi ve biçimi vardır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) sahâbesine bu hadisi bildirip üç yüz altmış eklem yerine karşılık sadaka vermelerini tavsiye ettiği zaman onlar şaşkınlık içinde şu yanıtı vermişlerdi:
–Ey Allah’ın Peygamberi, buna kimin gücü yeter?
Zira onlar meselenin sadece mal ile verilen sadakadan ibaret olduğunu zannederek işin dayanılmaz ağırlık ve meşakkatini anlamışlardı. Bu yüzden, değil kendilerinin, zenginlerinin bile buna güç yetiremeyeceğini düşünmüşlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara sadakanın geniş ve kapsamlı anlamını şöyle açıkladı:
“Mescitte üstünü örteceğin bir tükürük, yoldan kaldıracağın eza verici bir engel...” buyurdular.
Ardından Hz. Peygamber (s.a.v.) ekledi:
“Bunları da bulamazsan kuşluk vakti kılacağın iki rekat namaz sana kâfi gelir!”
Yâni yol üzerinde gelip geçene eza veren bir engelin bulunmaması ya da bulunup da o engeli yoldan kaldıracak güce sahip olunamaması gibi sebeplerle sevabını kaçırmışsan, iki rekat kılacağını Duha namazı bunlara denk sadaka olarak sana kafi gelir.
İki rekat Duha namazı,[1] müslümanın nafile olarak kıldığı iki rekat namaz. Allah Resûlü (s.a.v.) bu namazın kılınma zamanını ve kılınış şeklini amcası Hz. Abbas’a (r.a.)öğretmişti. İki rekatlık Duha namazına ilişkin rivayet kendisinden nakledilmektedir.
Eklem Yerleri İçin Sadaka Niye?!
Allah doğrusunu daha iyi bilir ya, biz şu düşüncedeyiz: İnsanın bedensel iskelet yapısında eklem yerleri, insanın hareketinin kaynağı ve sebebidir. Hareket ise yaşamın var olduğunun delilidir. Çünkü hareket; koşmak, yürümek, ayağa kalkmak, oturmak... vs. demektir.
Şayet insan, kendisine hareket etme imkanı veren eklem yerleri olmaksızın tek bir parça halinde yaratılmış olsaydı, elbette ruhsuz, cansız, sert, katı bir madde olurdu.
Allah’ın insana bahşettiği yaşam nimeti, kesinlikle Allah’ın insana verdiği en büyük ve en muazzam nimettir. Bundan dolayıdır ki bu nimete karşılık, yaşamı en belirgin biçimde ortaya koyan eklem yerleri aracığılıyla sadaka vermek kaçınılmaz olmuştur.
İnsanı en güzel biçimde yaratan Zat-ı ilahi ne yüce, ne münezzehtir!
Sevgili gençler...
Sizler imkan, yetenek, kabiliyet ve gücünüz ölçüsünde Hz. Peygamberin (s.a.v.) eklem yerleri için sadaka vermeyi öğütlediği tavsiyesine uymakla yükümlüsünüz.
Sözü bitirmeden önce, hadis-i şerîfte geçen önemli bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Hz. Peygamberin (s.a.v.) insan bedenindeki eklem yerlerinin sayısına ilişkin verdiği rakam önemlidir. Sorabilirsiniz:
–Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sayıyı nereden biliyordu?! Bu sayı doğru mudur?
Allah Resûlü’nün (s.a.v.) bilgisi, kendi katından olan, kendi çabası ile elde ettiği bir bilgi değildir. Sevgili gençler, işte bu bilgi onun peygamber oluşunun delillerinden bir tanesidir.
Pek çok kereler söyledik ve arzettik. Şimdi bir kez daha hatırlatmakta bir sakınca görmüyoruz:
“O keyfine göre konuşmaz. O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu, kuvvetlinin kuvvetlisi (Cebrail) öğretti...”[2]
Sayının doğruluğuna ve üç yüz altmış olarak sabit oluşuna gelince. Anatomi biliminin kesinlikle bu sayıya itiraz ettiğini sanmıyorum. İstediğiniz doktora sorabilirsiniz.
Son olarak...
Sizlere ve kendime Hz. Peygamberin (s.a.v.) tavsiyesini öğütlüyorum. Hiç şüphesiz onun nasihatı, yaşamakta olduğumuz an ve geleceğimiz için bize ne güzel azıktır!
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.


Gençler Büyüyünceye Kadar Yeriniz Burası
Ebû Malik el-Eş’ari (r.a.) anlatıyor:
“Size Hz. Peygamberin namazını anlatayım mı? O şöyle namaz kılardı: Namaz için kâmet getirirdi. Adamları düzgünce saf yapar, onların arkasına gençleri düzgünce saf yapar ve sonra onlara imam olurdu.”
Ebû Davud
İslam’da gördüğüm –ve hâlâ görmekte olduğum– insani edep ve ahlâkı, hak ya da bâtıl hiçbir dinde, hiçbir beşeri hukuk sisteminde veya herhangi bir sosyal rejimde görmedim!
Hiç kuşkusuz İslam; küçük ya da büyük hiçbir hususu ihmal etmeyen ve mutlaka onu ele alan, insanlık için konulmuş mükemmel bir hukuk sistemidir.
Yukarıda verdiğimiz peygamberî nasihat, cami ve cemaatle namaz âdâbına ve gençlerin namazdaki yerlerine ilişkin çok ayrıntı bir konuda olacaktır.
Sevgili gençler...
Günümüzde ister günlük namazlarda isterse cuma namazlarında olsun, camilerimizde gördüğümüz pek çok tutum ve görüntüyü yeniden gözden geçirmeye şiddetle ihtiyacımız var. Bu konuda sözü fazla uzatarak hadisin genel çerçevesininin ve içeriğinin dışına çıkmak istemiyorum.
Sahâbe Ebû Malik el-Eş’ari (r.a.), Hz. Peygamber’le (s.a.v.) görüşüp konuşma imkanı bulamamış birtakım insanlara (tabiuna):
–Size Hz. Peygamberin (s.a.v.) namazını anlatayım mı? diye sesleniyor. Ardından anlatmaya başlıyor:
“Namaz için kâmet getirirdi... Adamları düzgünce saf yapardı.” Başka bir hadiste de belirttiği gibi “Safları sıkı ve düzgün yapmak, namazın tamam olmasındandır.” Aynı şekilde “Allah eğri safa rahmet nazarı ile bakmaz” buyurarak “Saflar arasındaki boşlukları doldurunuz” ikazını yapmıştır. Çünkü “Saflardaki boşluklar şeytanın giriş kapılarıdır.” Bundan dolayı bizler cemaatle namaz kılarken saflar arasında hiçbir boşluk ya da aralık bırakmayız. Bilakis yanlarımız birbirine yapışır, saflarımız kurşun gibi kenetlenir.
Safların, bir hizada dümdüz yapılması esnasında ayakların dikkate alınması çok yaygın görülen bir hatadır. Halbuki biliyoruz ki Hz. Peygamber (s.a.v.) bize omuz ve kürek kemiklerimizi aynı hizada dümdüz yapmamızı emretmiştir!
“...Adamların arkasına gençleri düzgünce saf yapardı...”
Öyleyse... Gençlerin saftaki yerleri arka saflardır, ön saflar değildir. Bu durum kesinlikle onların haklarını eksiltme ya da gençlerin değerini düşürme değildir. Bu ancak işi gediğine koymaktır. Bir gün gelecek sizler de büyüyüp yetişkin insanlar olacaksınız. Ön saflarda yerinizi alacaksınız.
Sevgili gençler...
Cemaatle namaz kılmak ya da cuma namazlarını kılmak için yalnız başınıza camilere koştuğunuz zaman, biliniz ki ön saflar büyüklerin hakkıdır. Şayet babalarınız ya da ağabeyleriniz eşliğinde camiye gelirseniz, onlar sizi ön saflara almak isterlerse bu konuda sakın onlara itaat etmeyiniz. Yahut sizi gençlerin safına yerleştirirlerse onlarla aynı safta kılmak için sakın onları zorlamayınız.
Biliniz ki Allah-u Teâlâ, hak ettiğiniz sevap ve ecri sizin için amel defterinize yazmıştır. Cami disiplin ve âdâbına uymaya son derece özen gösteriniz ki itaatkar, felâha eren kullardan olasınız. Allah iyi iş yapan kulların ücret ve sevabını zâyî edecek değildir.



Her Türlü Şefkatin Kaynağı: İslâm
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor:[3]
Allah Resûlü (s.a.v.) buyurdu ki:
“Bir kadın bağlayıp hapsettiği bir kedi yüzünden cehennem ateşine girdi. Kediyi bağlayıp hapsettiği zaman ona hiçbir şey yedirmemiş ve yerin haşerelerini yemesi için de salıvermemişti.”
Buhârî
Cehenneme girmesini gerektirecek nispette günahı olan bir adamı Allah affetmiştir. Allah onu, sıcağı çok şiddetli bir günde, çölde susuzluktan kavrulmuş bir köpeğe olan şefkatinden dolayı affetmişti.
Adam çölde giderken aşırı derecede susamış, bitkin düşmüştü. Bir kuyuya rast geldi. Kuyuya indi, suyundan kana kana içti ve Allah’a hamd etti.
Biraz ilerisinde, aşırı susuzluktan dolayı dilini çıkarmış bitkin bir köpeğin hızlı hızlı soluduğunu gördü. Kendi kendine: ‘Benim başıma gelen hal, bu köpeğin de başına gelmiş’ diye düşündü. Hemen yeniden kuyuya indi. Ayakkabısının tekini çıkardı, suyla doldurdu, kuyudan çıktı ve köpeği suladı. Allah da bu davranışından ötürü o adamı bağışladı.
Hayvanlara şefkat gösterip acımak, kişinin insaniyetliğinin ve ileri seviyesinin göstergelerinden biridir.
Tabi ki her hayvan değil. Kimi hayvanlar vardır ki sıcak kanlıdırlar ve insanlarla birlikte yaşamaya alışkındırlar. İnsanlara besin, yiyecek ve elbise türleri sunarlar veya onları eğlendirirler yahut da onları korurlar.
Kimi hayvanlar da, aynı şekilde, insanlara pek çok işlerinde hizmet ederler; onları yüklerini hafifletir, onlara yardımcı olurlar.
Boşlukta iki kanadıyla uçan, ağaçları ya da dağ oyuklarını yuva ve mesken edinenleri vardır. Bunlardan bazıları insanların besin elde etmesinde ya da ağaçların aşılanma işleminde faydalı olurlar. Diğer bazıları da güzel, şen şakrak sesleriyle insanları coştururlar.
Kibir ve edâyla ormanda serbestçe dolaşanları vardır. Bunların bazılarının eti iyi, besin değeri yüksek olup hapis kalmaya alışkın değillerdir. Ceylan ve geyik böyledir.
Zararlı ve vahşi olanları vardır... İnsan hayâtı için tehlikeden başka bir şey değildirler. Bunları evcilleştirmek, beslemek mümkün değildir. Ya bunlardan uzak durulacak ya da bunlarla mücadele edilecektir.
İnsanlığın ilerlemesi ve yükselmesiyle birlikte dünyanın çeşitli bölgelerinde, hayvanlara şefkat sorumluluğunu omuzlarına alan dernekler kurulmuştur. Bu dernekler, maddi imkanları dahilinde, çeşitli beyan ve yayınlarda bulunmakta, elde edilen bilgileri dağıtmakta ve her alanda yardımcı olmaktadırlar.
Son asırlarda bu derneklerin ilke ve esasları, hedefleri İslam dünyasına sıçradı. Müslümanlar bunlardan etkilendiler. İslam ülkelerinde de aynı ilke ve esasları gaye edinen dernekler kuruldu.
Sevgili gençler...
Ancak bu sıçrama ve etkileşim öyle bir zamanda gerçekleşti ki o sırada İslam’ın öğreti ve talimatlarını terketmiş, bütün yaşantımızı tahakküm altına alan bir câhiliyye içinde yitip kaybolmuştuk.
Halbuki biz kesinlikle, dinimizin gerçeklerini bize hatırlatacak ve gönüllerimize hayvanlara şefkat gösterme prensibini üfleyecek insanlara muhtaç değiliz.
Sevgili gençler...
Bu derneklerin ortaya koydukları ilke ve prensipler, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) öğretisinin içeriğine kıyasla çok kısır bir yapıdadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) hayvanlara şefkat edip acımaya o kadar değer vermiştir ki nihayet onu cennet ya da cehennem, sevap ya da azap nedeni yapmıştır.
Öyleyse... Allah’ın yarattığı bir varlık olan hayvanlara şefkat göstermekle inanç ve iman arasında güçlü bir bağ vardır!
Hatta Allah’ın hizmetimize sunduğu hayvanların etinden yararlanmak amacıyla yaptığımız boğazlama işleminde bile şefkatli olmak zorundayız. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
“Hayvanı keserken güzel kesin!”
Bir başka hadisinde ise şöyle buyurmaktadır:
“Her biriniz bıçağını iyice bilesin de, kestiği hayvanı rahatlatsın, fazla eziyet vermesin.”
Sevgili gençler...
Hz. Peygamberin (s.a.v.) kadın ve kedi hakkındaki hadisinde çok önemli bir meseleye dikkatimizi çektiğini unutmuyoruz. Bu önemli mesele: Hayvanın hapsedilmesidir. Bu takdirde ya onu doyuracak, şefkatli davranacak ve ona acıyacaksın ya da salıverip kendi haline bırakacaksın.
Sevgili gençler...
Mahlukata eziyet etmekten sakının. Eziyet etmek şöyle dursun; bilakis onlara son derece iyi davranın, koruyup kollayın. Şefkatinizi elinizden geldiğince sağanak halinde üzerlerine boşaltın. Elbette bu işte sizin için sevap ve ecir vardır.
Allah’ın selâmı üzerinize olsun...


Müslümanın Malı ve Canı Korunmuştur
Ebû Hüreyre (r.a.)anlatıyor:[1]
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kim insanların mallarını, geri iade etmek niyetiyle alırsa, Allah o kimseyi aldığını geri iade etmeye muvaffak kılar. Kim de insanların mallarını geri vermemek, telef etmek niyetiyle alırsa, Allah da onu telef eder.”
Buhârî
İnsanların mallarını almak nasıl olur?
Burada almaktan maksat, insanların malını şiddet kullanarak zorla ya da aldatarak almak değildir. Aksine yaşamın günlük olağan işlerinde ödünç ve borç kabilinden ve kararlaştırılan zamanda geri iade etmek üzere almaktır.
Sevgili gençler...
Bu uygulama, ticaret alanında sık görülen bildik bir durumdur. Diğer alanlarda ise bu tür bir uygulamaya pek rastlanılmamaktadır.
Öyleyse... İçinizden: ‘Bu bizi ilgilendirmez. Çünkü henüz ticaretle doğrudan uğraşmayacak bir yaştayız. İnsanların mallarıyla da hiçbir işimiz olmamaktadır!’ diyenleriniz çıkabilir.
Sevgili gençler...
Hz. Peygamberin (s.a.v.) hadislerinden sizin için derlediğim bu öğütlerin, anlık bir zaman dilimiyle sınırlandırılmasını istemiyorum. Zira bu öğütler genel ve kapsamlıdır. Gelecekte olması beklenen olayları açıkça gözlerinizin önüne sermektedir. Siz de bunlara dayanarak tedbirinizi alır, işinizde adımlarınızı sağlam basar, apaçık bir delil ile hareket edersiniz.
Sizden biriniz ağır bir mâlî (parasal) sıkıntıya düşebilir ve sıkıntısını giderip işlerini yoluna koymak için borç para istemek durumunda kalabilir. Bundan dolayıdır ki böyle durumlar başa gelmeden önce nasihat almak gereklidir. Zira korunmak, tedavi olmaktan iyidir.
Sevgili gençler...
Günümüzde alışılagelmiş borç anlayışı ‘kâr’ prensibi üzerine kuruludur. Bu sözcük Fransızca’dan motomot bir tercümeyle dilimize aktarılmıştır.[2] Bu kelimeyi dilimize aktaranlar, insanın ruhunda bıraktığı çağrışımdan dolayı onun, mâlî ilişkilerde ‘fâiz’ sözcüğünün hafifletilmiş şekli olmasına son derece dikkat etmişlerdir. Öyle ya, ‘kâr’ denildiği sürece insan nefsi onu belli bir sınıra kadar rahatlıkla kabul edebilmektedir!
Banka fikrini ilk defa ortaya atıp da bankaları mâlî–fâizsel ilişkilerin merkezi yapanların yahudilerin ta kendileri olduklarını elbet biliyorsun.
Bütün çeşit ve renkleriyle fâiz zulümdür... Çünkü fâiz insanın emeğinin ve alın terinin kanına girmekte, bunları sömürmektedir. Bundan dolayıdır ki Allah fâizi haram kılmış, yasaklamıştır. Allah-u Teâlâ fâiz hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Oysa ki Allah, ticareti helâl; fâizi haram kılmıştır.”[3]
Fâize mukabil olarak da, müslümanların mâlî ilişkileri kolay yürüsün ve karşılıklı dayanışma sağlıklı bir toplum binasının temelini oluştursun diye bizim için ‘Karz-ı Hasen’[4] prensibini koymuştur. Allah-u Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için kim Allah’a karz-ı hasen verir?”[5]
Biliyoruz ki sadakalar, Allah’a verilen karz-ı hasen çeşitlerinin ilkini oluşturmaktadır.
Sevgili gençler...
Karz-ı hasenin şartlarından bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
1) Malı/borcu zamanında geri iade etmek, ödemek.
2) Vadeyi uzatmamak.
3) Borçlunun aldığı karz-ı haseni helâl yollarda kullanması... vs.
Kimileri sorabilir:
– Bazen borçlu insan, isteği dışında gelişen birtakım sebeblerden dolayı borcunu kararlaştıralan zamanda ödeyememektedir. Böyle bir durumda ne yapmalı?
Bu sorunun cevabını Allah-u Teâlâ şu şekilde vermektedir:
“Eğer borçlu, darlık içinde ise, rahatlığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek gerekir.”[6]
Yâni borçlu kişi, mâlî bir sıkıntı çekip darlık yaşıyorsa ve ödeyemeyecek durumda ise alacaklı, onun vâdeyi uzatma isteğini dikkate almalıdır. Sert ve kırıcı olmaması gerekir. Bilakis hali düzelip işleri de yoluna girinceye kadar borçluya süre tanımalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) aynı zamanda çok önemli bir konuda borçluyu da uyarıp ikaz etmektedir. Bu da şudur:
• Borçlu borcunu ödeyebilecek durumda olduğu halde bolluğa ulaşıncaya kadar süre istemeye kalkışmamalıdır.
• Vicdanının derinliklerinde, malı telef etmek ya da yok etmek gibi kötü bir niyet taşımamalıdır.
Karz-ı hasen alıp da onu helâl yerlerde kullanmayan ya da içinde bir kötülük gizleyen insan iyi bilsin ki, Allah sürekli olarak onu görüyor. Ve onu çok şiddetli bir biçimde cezalandıracaktır.
Sevgili gençler...
Sizin yaşlarınızda bu tür olaylar pek nâdir meydana gelir. Fakat şayet böyle bir olayla karşılaşırsanız biliniz ki, bu sizin için farkına varamadığınız bir tecrübedir. Kendinizi erken yaşlardan itibaren bilinçlendirmeye gayret ediniz. Güvenilir, dürüst insanlarla birlikte olunuz.
Allah’ın selâmı üzerinize olsun...
Son düzenleyen nötrino; 10 Şubat 2014 10:29 Sebep: Kırık link!