Arama

Öğretici Metinler - Tek Mesaj #2

CrasHofCinneT - avatarı
CrasHofCinneT
VIP Pragmatist Çılgın Zat...
23 Eylül 2008       Mesaj #2
CrasHofCinneT - avatarı
VIP Pragmatist Çılgın Zat...
Öğretici Metinlerde (Didaktik) Anlam Bilimi İlişkileri

Haz.: R. Filizok

Öğretici metinler, ispatlama metinleri, açıklama metinleri yazarken en önemli sorun cümleler ve paragraflar arasında anlam ilişkileri kurma işidir. Cümle ve paragrafları birleştiren üç tip anlam ilişkisi vardır: Bunlar, kronolojik ilişkiler, mantık ilişkileri ve adaptasyon ilişkileridir:

1) Kronolojik ilişkiler:
Cümlelerde ve paragraflarda olgulardan kronolojik olarak, zaman sırası içinde söz edebiliriz. Bir olgu, diğer bir olgudan ya önce, ya sonra olmuştur, yahut da iki olgu eş zamanlıdır. Bu olgulardan söz ederken bu oluş ve ortaya çıkış sırasına uyduğumuzda zamansal anlam ilişkileri kurmuş oluruz:

Bu ilişkileri şöyle bir tablo halinde gösterebiliriz:
1 X’ten sonra Y Sonralılık
2 X’ten önce Y Öncelilik
3 X, Y ile birlikte Eşzamanlılık, süredeşlik

Örnekler:
1) Ayşe güldü, selâm verdi.
2) Ayşe selâm vermeden güldü.
3) Ayşe selâm verirken güldü.

2) Mantıkî İlişkiler:
Cümleler ve paragraflar birbirlerine mutlaka mantıkî ilişkilerle bağlanmalıdır. Bu ilişkiler, sebep, sonuç, imtiyaz yani üstünlük, çıkarma, toplama, şart, amaç, alternatif, benzeşme, fark ve karşıtlık ilişkileridir.

Bu ilişkileri şöyle bir tablo ile gösterebiliriz:
1 X ,Y sonuç sebep
2 X ,Y sebep Sonuç
3 X tamam, ama Y imtiyaz
4 X eksi Y çıkarma, azaltma
5 X ve Y toplama, çoğaltma
6 X ise Y şart
7 X için Y amaç
8 X yahut Y alternatif
9 X = Y benzeşme
10 X Y fark
11 X >< Y antitez, karşıt, mukabil (opposition)
Örnekler:

1) Düştüğü için kırıldı.
2) Kırılması düştüğündendir.
3) Yeşil ama açık.
4) Çam hariç diğer ağaçlar.
5) Bitkiler ve hayvanlar.
6) Gelirse uğrar.
7) Öğrenmek için sordu.
8) Bakır yahut demir.
9) Hem demir hem bakır erir.
10) Üzüm, karpuz.
11) Ahmet inerken Mehmet çıkıyordu.


3) Adaptasyon ilişkileri (adaptation yahut modalisation):
Cümlelerin ve paragrafların daha iyi anlaşılabilmesi için eşanlamlılıktan, açıklamalardan, sergilemelerden ve benzerliklerden yararlanılır. Böylece çümleler ve paragraflar arasında benzerlik ilişkisi kurulur.

Bu ilişkileri şöyle bir tablo ile gösterebiliriz:
1 X , Y tarafından genişletilir Yeniden biçimlendirme, eşanlamlılık
2 X, Y aracılığıyla kesinleştirilir Açıklama
3 X , Y örneğiyle göz önünde canlandırılır Sergileme (illustration)
4 X , Y ile karşıyaştırılır, mukayese edilir Benzerlik (analogie)

Örnekler:
1) Önermeler, yani hüküm bildiren cümleler...
2) Sözce, cümle değildir: Cümle, söz dizimi kurallarına uygun soyut bir yapıdır. Buna karşılık kurallı yahut kuralsız bütün sözler sözcedir.
3) Bir atomun yapısı güneş sistemine benzer.
4) Şiir ve müzik sanatlarının malzemesi ses, resim sanatınınki ise renklerdir.

Bir cümlede değişik anlam ilişkileri kurmak için kullanılan başlıca yollar:
• Bir araç-kelime kullanılır (mot-outil )
Ayşe yorgun olduğu için oturdu. (Kırmızılar araç kelimedir)
• Bir sıfat fiil (partisip) kullanılır:
Yorgun olan Ayşe oturdu. (Kırmızlar sıfat fiildir)ı
• Bir bağlaç ( connecteur) kullanılır:
Yorgunluğu Ayşe’yi oturmak zorunda bıraktı. (Kırmızı ile gösterilen ek, bu kullanımda, -dil bilgisinde değil,anlam biliminde- bağlaçtır.)
• Noktalama işaretlerinden yararlanılır:
Ayşe yorgundu urdu.
• Yarım cümlelerden yararlanılır:
Yorgunluk işte. Ayşe oturdu.
• Üstü kapalı ( implicite) bir bağ kurulur:
Ayşe yorulmuştu, oturdu..
• Bir zarf fiilden yararlanılır:
Ayşe yorularak oturdu.
• Düzenleyici bir cümleden yararlanılır:
Oturuyordu: Hak verdim: Ayşe yorulmuştu.

----

1. TARİHÎ METİNLER:
Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim dalına tarih tarih incelemeleri sonucunda yazılan metinlere de tarihi metin denir.

2. FELSEFÎ METİNLER:
Felsefe konularını ele alan, felsefi problemler üzerinde duran metinlere felsefî metin denir. Yunanca seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum anlamına gelen phileo ile bilgi bilgelik anlamına gelen sophia sözcüklerinin birleşmesinden oluşan felsefe kavramı üzerinde herkesin uzlaştığı net bir tanım yoktur. İnsan yaşamının anlamıyla, varlık, bilgi ve değerle ilgili sorulara cevap bulmaya, bu konularda ortaya çıkan problemleri çözümlemeye çalışır. Felsefi düşünce, araştırmaya ve eleştirel bir tavra dayanan bir düşüncedir. Felsefi düşünce, kendisine veri olarak aldığı her türlü malzemeyi aklın eleştirici süzgecinden geçirir. Felsefe insanın yaşamını, değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı genel ilkelerin bilgisidir.

3.BİLİMSEL METİNLER : Bilimsel bilgiyi iletmeyi sağlayan metinlere bilimsel metinler denir. Bu yazılarda açıklık ve kesinlik önemlidir. Alanında gerekli donanıma sahip kişilerce kısa, öz ve hemen anlaşılabilir tarzda yazılır. Bu yazıların en önemli amacı bilimsel iletişimi gerçekleştirmektir. Bilimsel metinler; bilimsel makale, tarama, değerlendirme yazıları, konferans raporları, toplantı özetleri olarak gruplandırılabilir. Bu metinler; başlık, özet, giriş, asıl metin, sonuç ve tartıma bölümlerinden oluşur.

4.GAZETE ÇEVRESİNDE GELİŞEN METİN TÜRLERİ
Deneme

Bir insanın herhangi bir konuda içini dökmek, paylaşmak amaçlı kesin hükümlere varmadan samimi bir üslupla yazdığı yazılara deneme denir
Deneme tür ve üslup olarak pek çok türe yaklaşır. Bu yüzden de yazılması en zor olan türlerdendir. Belki de adı bu yüzden denemedir. Deneme yazarken paylaşımcı ve samimi bir üslup kul1anırken sohbete, düşünmemizi ortaya koyarken fıkraya, duygularımızı ortaya koyarken eleştiriye yaklaşma riski her zaman vardır.

Bu türün en büyük ustası Montaigne kitabının önsözünde özetle şöyle demektedir: "Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılamanızı istemiyorum" buradan da anlaşıldığına göre denemeler iddialı olmayan, ispat kaygısı taşımayan; temel anlamda insan doğallığına dayanan eserlerdir.

Deneme, Avrupa edebiyatında Fransız Montaigne ile başladı. Türk edebiyatında ise Tanzimat sonrasında özellikle de Servet-i Fünûn döneminde karşımıza çıkar. Ancak asıl gelişmesini Cumhuriyet döneminde gerçekleştirir. Günümüzde deneme en sevilen türlerden biridir.

Eskiden denemeye verilen "muhasebe" ismi, onun konusu hakkında bir ipucu vermektedir. Çünkü denemeler toplumsal konulardan daha çok kişisel: konulara, soyut dünyalara ve iç hesaplaşmalara daha yakındır. Bu yönüyle fıkra türünden ayrılır. Fıkralar toplumsal konulara kişisel yaklaşımlar getirirken deneme iç dünyanın samimi itirafı gibidir.

DOSTLUK ÇAĞRISI(DENEME ÖRNEĞİ)

Dostluk kitabının sayfaları da açılır önümüzde....
Fırtınalardan geçmiş, denenmiş, iyi ve kötü günlerin sınavlarını alın aklığıyla vermiş dostluklar....

Günlük alışkanlıkların, sıradanlıkların ötesine ulaşmış birliktelikler...
Maddî ve manevî paylaşmayı içine alan ilişkiler...

Bizi uyaran, yüreklendiren, aşkı, sevdayı, hoşgörüyü, fedakarlığı bir destana çeviren dostluklar...
Dostluklarımız.

Dostlarımız kitaplar olduğu kadar insanlardır da...Her yaştan, her renkten birbirini tamamlayan, zenginleştiren, farklılıkları âhenge çeviren dostluklarımız, dostlarımız...

Bir anıt dostluktu Hz. Ebubekir’in mağara dostluğu...Kutlu çağın çağımıza ulaştırdığı bir yürek serinliği ve genişliği...

O değil miydi bize Erdem Beyazıt’ın mısralarıyla seslenen:

“Bir orman gibi büyür içimde sevmek
İçimde insan, bir mahşer gibi kabarırken
Ay her suça ortak çıkan kalbim....”

Kalbimiz...Önce onu koruyalım. Aklın ve bedenin sağlığı da ona bağlı çünkü..
Kalp, özge bir mekan....
Tecelli orada gerçekleşir.
Orası bir hükümdarlık şehridir ağyâre yer olmayan.
Kalbi olanın dostu vardır.
Dost O’dur ve O’nunla olandır, olanlardır.
Dost isek ve dostumuz varsa yolumuza haramiler de çıkacaktır.
Olsun....
Yeter ki dostumuz, dostlarımız olsun.
Ferhat ki dost diye kazmasını kayalara değil artık kalplere vuruyor.
İçimizdeki şarkı yeniden başlıyor.
Şarkısız yaşayamayız biz.
Şarkımız “Dost”a “dost”la ulaşmak.
Kitabımızda sevmek, yaşamakta ilk deneydir.
Bir selam yeter kâlp denizlerindeki yolculuğumuz için.

“Ay Allah’ın kulları kardeş olunuz...”
Önce bu bilinci taşıyoruz yüreklerimize...Küçüğümüzle, büyüğümüzle, yazarımızla, okurumuzla, yakında ve uzakta olanımızla “kardeş” olmanın bilincini...

Bu bilinçle ve sorumlulukla kalem ele alınınca görülür ki, dostluk, kardeşlik, arkadaşlık salt kalemlerden ibaret kalan şeyler değil.
Bir çiçek gibi ilâhî ölçüler içerisinde birbirine uzanan eller, birbirine seslenen diller, birbirini gözeten gönüller, gönüllere ekilen sevgi tohumları kabuğunu çatlatmak, toprağı yarmak, boyunlarını güneşe uzatmak, sonra da sağlıklı bir biçimde büyümek, çiçek açmak, meyve vermek istiyorlar.

Bunun için uygun hava, uygun su gerekiyor.
Her şey gibi bu da bir iklim meselesi...
Böylece “selâm” kardeşlik sözleşmesine atılan bir imzadır.
Yetmiyor elbet bu kadarı...
Bir’den bine, binlere ulaşmak, sağlıklı bireylerden sağlıklı topluluklara gitmek...

Samimiyet ve güven en temel şart.
Dostluklarımız ki evrensel yapımızın temel taşlarıdır.
Bu bilinçle ele alınıyor kalem. Böylece bir şiir, bir hikaye, bir deneme, bir roman bir mektuptur kardeşler için, dostlar için.
Bir mesajdır, umuttur, cesarettir.

Yazar, okuyucunun; okuyucu da yazarın dostudur.
Yazarı, salt üreten, okuru ise salt tüketen olarak görmek ve kitabı Yasak KelimelerYasak KelimelerYasak KelimelerYasak Kelimelerlaştırmak ne kadar ilkel bir anlayıştır...
Mustafa Özçelik


Fıkra

Hayatın içinden herhangi bir konunun daha çok sosyal, siyasal ve kültürel olayların kişinin penceresinden görüldüğü şekliyle yazılan ve kanıt esasına dayanmayan kısa yazılara fıkra denir. Fıkralar yazanın bakış aşısı ve dünya görüşü doğrultusunda şekillenir. Dil olarak sade bir şekilde yazılmasına rağmen iddialı bir yapısı vardır. Bir kamuoyu oluşturmayı hedefleyen bu yazılar, okuyanlarda etki yaratırlar. Kanıt esası taşımamasından dolayı kısadırlar. Gazete köşelerinde gördüğümüz yazıların hemen hepsi fıkra türünün içine girerler.

Alanla ilgili kaynakların çoğunda fıkra kelimesi iki anlamda kullanılmaktadır. Birincisi gazete fıkraları ikincisi ise küçük öykü niteliğindeki "kıssa'" da denilen nükteli ve güldürücü fıkralardır (Kantemir, 1991, Öner, Kavcar, 1999, Karaalioğlu, 1982)
Pek çok edebiyatçı başka türler yanında fıkra türündeki yazılarıyla da ün yapmışlardır. Ahmet Rasim, Refik Halit Karay, Ahmet Haşim, Halide Edip, Yakup Kadri, Peyami Safa, Falih Rıfkı, Yusuf Ziya, Hasan Ali Yücel, Yaşar Nabi, Burhan Felek, Haldun Taner, Ahmet Kabaklı, Oktay Akbal, Çetin Altan tanınmış fıkra yazarlarımız arasındandır.

Fıkraların başlıca özelliklerini şu şekilde maddeleştirebiliriz:
Fıkrada ele alınan konu: Yazarın ilgisini çeken hemen her konu fıkranın, konusu olmakla beraber daha çok toplumu yakından ilgilendiren günlük olaylar fıkra konusu edilir.

Fıkra konusunun işlenişi: Fıkradaki asıl ustalık buradadır. Konu derinlemesine ele alınmaz, ancak konunun can alıcı noktasına parmak basılır. Konu kısa ve topluca yani yüzeysel ama ustalıkla ele alınıp okuyucuların düşünmeleri sağlanmalıdır. Fıkrada ele alınan konu hakkında bilgi vermek değil, o konu ile ilgili düşündürmek önemlidir. Bu nedenle fıkra okuyucuların belli konularda düşünmelerini sağlayan, tetikleyen bir ateşleyici rolündedir:
Konunun böyle ele alınması fıkra yazısının kültür birikimi ile yakından ilgilidir.

Fıkra konusuna bakış: Fıkrayı makaleden ayıran en önemli özellik fıkra yazarının konuyu görüş açısından ele almasıdır. Fıkrada esas olan kişisel görüş ve düşünüştür. Bu özelliğinden dolayı fıkra yazarı söylediklerini ispatlama gereği duymaz. "Fıkralarda kesinlikten çok güzel, hoş, dokunaklı bir sonuca varmak gayesi güdülür" (Karaalioğlu 1982:209),
Fıkra yazarı her ne kadar konuyu kendi bakış açısı ile ele alırsa alsın, konuyu tarafsızca ele almasını da bilmelidir. "Fıkralarda körü körüne taraf tutmak hoş karşılanmaz. Fıkracı gerçeği olduğu gibi yansıtabilmelidir. Fıkra yazarının taraf tutup tutmaması fıkranın en can alıcı noktasıdır. Bununla beraber gerçek taraf tutmayı gerektiriyorsa gerçeği olduğu gibi yazmalıdır (Karaalioğlu, 1982:210)
Fıkraların dili: Fıkra herkesin rahatça anlayabileceği şekilde yalın olmalı, gereksiz sözlerden uzak durulmalıdır. İnandırıcı, etkileyici bir anlatım kullanılmalıdır.

Fıkraların üslûbundaki bu rahatlık onu makalenin ciddi ve ağırbaşlı üslûbundan ayırır.

Fıkralarda plan: Fıkra da klasik makale planına göre yazılır. Giriş, gelişme ve sonuç. Ancak fıkralar kısa olduğu için bu bölümler makaleye göre daha az yer tutar. Gelişme bölümünde konu makaledeki gibi geniş işlenmez ve ispat1ama yoluna başvurulmaz. Sonuç bölümünde ise bir sonuca bağlamaktan ya da kesin yargıya ulaşmaktan çok dokunaklı bir sonla bitirmek esastır. Bu klasik fıkra türüne özellikle gazete fıkralarında her zaman uyulduğu söylenemez. Yapılan bir araştırmaya göre beş ayrı fıkra planı bulunmaktadır. (Kurudayıoğlu 2000: 12).

Fıkra ile Makale Arasındaki Benzerlikler:
Her ikisi de fikir yazısıdır.
Her ikisi de gazete ve dergilerde yayınlanır.
Her ikisinde de konu zenginliği vardır.
Özellikle gazete makalelerinin toplumu yakından ilgilendiren güncel konuları ele alması ve fıkranın da güncel konular üzerinde yoğunlaşması iki ortak noktalarındandır.
Her iki tür de aynı plana göre yazılır.
Makale ile Fıkra Arasındaki Farklar:
Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.
Makalede yazar fikirlerini kanıtlamak zorundadır. Bunun için sağlam güçlü kanıtlar göstermesi gerekir. Fıkrada ise böyle bir zorunluluk yoktur. Fıkra yazarı isterse ispatlama yoluna gider isterse gitmez, her türlü örneği kul1anabilir.

Makale bilimsel bir yazı olduğu için resmi ve ciddi bir anlatım kul1anılır. Fıkrada ise samimi, rahat ve içten bir anlatım vardır.

(FIKRA ÖRNEĞİ)
Meral Tamer Milliyet Gazetesindeki köşe yazılarında bisiklete destek vermeye devam ediyor. Coca-Cola'dan her çalışana hediye bisiklet Londra'da 2 yıldır işine bisikletle giden Umut Esmer'in, şimdi ne yapacağını bilemediği bir bisikleti daha oldu
Bazen büyük heyecan duyarak yazdığınız bir yazı, okurun ilgisini çekmeyebilir. Bazı yazılarınız, kamuoyunu kıpırdatmak içindir, halkın da yüreğinde hissettiği bir konuysa yoğun destek gelir ve amacına ulaşır. Bazı yazılarınız kamuyu harekete geçirmek içindir; bizi yönetenler duyarsızsa sonuçsuz kalır. Valilerimizin kel başa şimşir tarak misali, makam aracı olarak altlarına 300 bin YTL'lik en lüksünden S350'ler çekmelerinde olduğu gibi...

Ama bu arada bambaşka bir şey oldu. Yurtdışında yaşayan okurlarımın, işlerine bisikletle gidip gelen valiler, belediye başkanları ve üniversite rektörleriyle ilgili verdiği örnekleri yayınlayınca benim köşe, bisikletseverlerin ilgi odağı haline geldi. Meğer ülkemizde bisiklete binmek isteyip de binemeyen ne kadar çok insan varmış? Önceki gün Levent'te balık alırken, yanıma gelen bir hanım, elimi avuçlarının içine alıp gözlerimin içine bakarak "Size çok teşekkür ediyorum" dedi. Acaba bu kadar candan teşekküre mazhar olabilecek ne yapmış olabilirim? Neyse sonunda anladım, bisiklet yazılarından dolayıymış.
40 yıldır görüşmediğim dostlardan telefon geliyor: "Aslan Meral, bisikletlerimizi çatı arasından çıkarıyoruz, lütfen bu işin peşini bırakma!"

Bisiklet lobisi yok
Hayatında 2 tekerlekli bisikleti olmamış, bisiklete binmesini bile bilmeyen bendeniz, topografik yapısı uygun kentlere bisiklet yolları yapılması, AB ülkelerinde olduğu gibi Türk Trafik Yasası'na da bisikletin ulaşım aracı olarak girmesinin bayraktarlığını yapmaya başlarsam şaşmayın.
Çünkü bisiklet neredeyse sıfır maliyetle size hem spor yaptırıyor, hem ulaşım aracı olarak hizmet ediyor, hem sağlığınızı korumanıza yardımcı oluyor, hem de arkadaşlık ediyor. Aydan Çelik adlı okurumun deyimiyle "Kimi zaman siz onu taşıyorsunuz, kimi zaman da o sizi..." Ama bisikletçilerin, otomotivciler gibi bol paraları yok; reklam verme, lobi yapma imkânları da yok. Öte yandan küresel ısınma ciddi bir sorunmuş, kimin umurunda?

Şirketlerin dikkatine
Geçen hafta Londra'dayken küresel ısınmanın İngilizlerin ana gündem maddesi haline geldiğini gözlemiş ve yazmıştım. Coca-Cola'nın Londra ofisinde çalışan Umut Esmer'den gelen e-posta mesajı, bu görüşümü daha da pekiştirdi. Kurumsal sosyal sorumlulukta mangalda kül bırakmayan bizim şirketlerin dikkatine sunuyorum:
"Londra'da 2 senedir yılın yarısından çoğunda işe bisikletle gidiyorum. Birçok sokakta bisiklet şeridi olduğu gibi, bisiklet özel haritalarından tutun da, özendirici programlara kadar her imkân var. Hatta şirketimiz 2 ay önce her çalışana bir bisiklet hediye etti. (Ki şimdi ne yapacağımı bilemediğim ikinci bisikletim oldu!) Bu arada şoförler konusunda da ihtisas sahibi oldum! Ortadoğulu (ya da Türk) şoför, bisikletliyi kesinlikle tanımıyor; ezilmemek tamamen size kalmış. Doğu Avrupalı öne geçmek için uğraşıyor, ama eğer siz dönemece önce geldiyseniz yol veriyor. İngiliz ise yol vermeyi bırakın, yanlışlıkla aynasına çarpanız bile gülümseyip geçiyor."


Makale

İlk olarak çıkışı ve gelişimi gazeteler ile olan makale, bugün varlığını sürdürmektedir. Yazı türlerinin çoğalması ve gelişmesi gazetelerde karşılaştığımız fıkra türüne girmekte, makaleler ise daha çok bilimsel içerikli dergilerde yayınlanmaktadır. Makale tam olarak; bilimsel bir konuya yeni bir açıdan bakan ve bunu kanıtlayan bilimsel yazılardır. İki temel özelliği vardır. Bunlardan birincisi konuya yeni bir açıdan bakıyor olması ikincisi ise ispat kaygısı taşımasıdır. Bu yüzden makalelerin dili akıcı ve ciddidir.

Öğretici metin türlerinin ve düşünce yazılarının en önemlisidir. Yapılan makale tanımlarında iki özellik üzerinde durulur. Birinci özellik herhangi bir konuda bilgi vermek, açıklamak, ikincisi, ise bir düşünceyi savunmak, bir savı kanıtlamaktır.

Makale yazmak uzun bir araştırma ve bilgi toplama aşaması gerektirir. Bu yüzden süre olarak sabır ister. Yazmaya başlamadan önce, makale yazılacak konu ile ilgili olarak geniş bir araştırma yapmak, tüm kaynakları taramak, bilgi fişleri oluşturmak gerekir.
Her yazıda olduğu gibi makalelerin de belli bir plan dâhilinde yazılması gerekir. Doğru planlanmamış bir makale yanlış sonuçlara ulaşacaktır. Kaynaklarda klasik makale planı; giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.

Giriş bölümünde bilgi verilecek, açıklanacak konu veya savunulacak fikir açıklanır. Makalenin en kısa bölümüdür. Makalenin geneline göre bir iki, paragrafı geçmez. İyi bir giriş makalenin oluşmasını sağlayabilir.
Gelişme bölümünde ortaya konulan konu veya savunulacak düşüncenin ayrıntılarına girilir. Konu gerekli görülen yönlerden işlenir, açıklanır. İleri sürülen görüşlerle ilgili belgeler, istatistikler, tarihi gerçekler, özdeyişler, atasözleri, sosyal olaylar ve bilim, teknik alanındaki çalışmalar, buluşlar vb. ortaya konulur. Bu arada kişisel olan ve gerçekliği ispatlanmayan görüş ve iddialardan kaçınmak gerekir. Makalenin en uzun bölümüdür. Ele alınan konuya göre paragraf sayısı değişebilir.
Sonuç bölümünde gelişme bölümünde açıklığa kavuşturulan görüşler doğrultusunda bir sonuca ulaşılır. Ulaşılan sonuç kesin olmalı, hiçbir şüpheye verilmeyecek şekilde ortaya konulmalıdır. Bu bölümde giriş gibi kısadır.

BİR DERGİ VE İKİ TABLO (MAKALE ÖRNEĞİ)
Mathew Hardman’ın suçlanmasında kullanılan delillerden biri, odasında ele geçen "Bizarre" adlı dergilerdi. Birinde, ölü kalbinin nasıl çıkartılacağını anlatan bir röportaj vardı. İnternette ziyaret ettiği sitelerden bazıları vampirlerle, bazıları 50 yıl önce ölen Meksikalı ünlü sürrealist ressam Frida Kahlo ile ilgiliydi. Hele ressamın iki tablosu vardı ki, savcıya göre zanlının vampirliğinin apaçık kanıtıydı. Birinde, yan yana oturmuş, el ele tutuşmuş, şık giyimli iki kadın resmedilmişti. Kadınların kalbi ve damarları gözüküyordu. Diğerinde, yatağa uzanmış çırılçıplak bir kadının başucunda, elinde bıçakla bir erkek durmaktaydı. Adamın beyaz gömleğine kan sıçramıştı, kadının her yanı, çarşaflar, hep kan içindeydi.

Başka deliller de vardı elbette. Bir kere, spor ayakkabısının markası Levi’ydi ve tabanı, bahçede bulunan kırık cam parçası üzerindeki izlere uyuyordu. Tükürük örneğinin DNA profili, pervazdaki kısmi profille eşleşmişti. Paltosunun cebinden çıkan bıçakta ise, hem kendisinin, hem de ölen kadının DNA’sı bulundu. Uyumlu, sakin, çalışkan ve öğretmenleriyle arkadaşlarının örnek öğrenci diye tanımladığı 17 yaşındaki Mathew Hardman, Alman kızla vampir muhabbetine girmeseydi eğer, belki de hiçbir zaman yakalanmayacaktı. Ama daha da önemlisi, avukatı Michael Strain, DNA analizlerinde uzman birine danışsaydı, genç adamı mahkum etmeleri mümkün olamazdı.

Eleştiri (tenkid)

Günümüzde eleştiri eleştirme denilen bu türe eskiden tenkit, eleştiri yazan kimseye de "münekkit" denilirdi. Bugün eleştiri yazan kimseye; eleştirmen, eleştirici denilmektedir.
Tenkid sanat eserlerini konu almasına rağmen kendisi sanat eseri değildir. Ele aldığı her türün bir sistemi ve kuralları olduğundan eleştirmen bunları bilmek zorundadır. Bununla birlikte doğuşları büyük ölçüde edebiyat akımlarına bağlı olan başlıca eleştiri yöntemleri şunlardır.

Tarihi Eleştiri: Bu yöntem; edebi eseri, yazarın hayatına, yetişme şartlarını ve devrin özelliklerine göre inceleme esasına dayanır. Burada eserden çok sanatçı önemlidir. Eser, buna bağlı olarak açıklanmaya çalışılır.

Sosyolojik Eleştiri: Bu görüş, edebiyatın kendi başına var olmadığı toplumla var olduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesinden hareket eder. Buna göre eleştirmen; eseri ve okuyucuyu sosyal koşullardan soyutlamadan değerlendirme yapacaktır.

İzafî Eleştiri: Bu anlayışa göre eleştiriye sınır koymak mümkün değildir. Herkes kişisel zevkine ve düşüncesine göre eseri değerlendirir.

İzlenimci eleştiri: Bu anlayışa göre eleştiri itaplardan zevk almak, onlarla duyguları inceltmek ve zenginleştirmek sanatıdır. Bu anlayışın belli bir yöntemi yoktur. Eserlerin ve türlerin sınıflaması da yoktur. Eseri okurken alınan zevk, eserin tek ölçüsüdür.

Yapısal eleştiri: Bu görüş eserin bağımsız bir ypı, bir bütün olduğu anlayışından hareket eder ve eserin açıklanmasının ancak kendi yapısıyla mümkün olduğu görüşünü benimser. Buna göre her eserin kendine has bir yapısı vardır ve bu yapı çeşitli parçaların organik bir biçimde birleştirilmesiyle oluşur.

Eleştiri en çok makaleye benzer. Her ikisinde de inceleme ve araştırmaya yani belgelere dayanarak değerlendirme yapılır. Makalede yazar bir fikri, bir görüşü açıklar, bildirir veya bir iddiayı kanıtlarken eeştirmen bir eseri veya sanatçıyı inceler, tanıtır, onlar hakkında okuyucuları bilgilendirir ya da eser veya sanatçıyla ilgili görüşler ileri sürer ve kanıtlar. Eleştiri ve makale türlerinin dilleri resmi, anlatım ciddi ve bilimseldir.

Eleştirinin planı da makale gibi giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.
Giriş: Eser tanıtılır ve eserle ilgili kişisel veya ortak görüşler belirtilir. Eserin bağlı bulunduğu alana getirdiği yenilikler, orijinaliteler incelenir, zamana göre açıklaması yapılır. Ayrıntıları göz önüne serilir.

Gelişme: Eserin ortak zevklerine, bağlı bulunduğu ortam ve alana uygun olup olmadığı araştırılır. Bu araştırma yapılırken yavaş yavaş bir değerlendirmeye doğru gidilir. Bu değerlendirmenin ilmî ve tarafsız olması için eserin diğer eserlerle karşılaştırması yapılır, ekoller ve akımlarla ilgisi üzerinde durulur. Bu alanda eserin konusuna uygun belgesel açıklamalara başvurulur.

Sonuç: Eser üzerinde kesin bir yargıya varılır.
Bugünkü anlamda ilk eleştiri örneğine Tanzimat Edebiyatında rastlanır. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa bu türde eser1er vermişlerdir. Daha sonra, Recaizade ile Muallim Naci arasında şiir Üzerine yapılan tartışmalar eleştiri türünün gelişmesine hizmet etmiştir.
Servet-i Fünûn döneminde de eleştiri türünde eserler verilmiştir. Hüseyin Cahit Cenap Şahabettin ve Ahmet Şuayip özellikle dikkat çeken isimlerdir. Millî Edebiyat döneminde milli bir edebiyat ve sade Türkçe üzerinde yoğunlaşan eleştiri yazıları ile Fuat Köprülü, Ali Canip vb. önemli isimlerdir.

Cumhuriyet döneminde ve sonrasında eleştiri türü diğer sanat dallarına da yönelerek gelişmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Refik Ahmet Sevengil, Mehmet Kaplan, Metin And, Rauf Mutluay, Fethi Naci, Doğan Hızlan gibi yazarlar eleştiri türünde örnekler vermişlerdir.

Okuyucumuz Sayın Adil BOZKURT'tan Kitap Eleştirisi: (ELEŞTİRİ ÖRNEĞİ)
“T ü r k ç e Ü z e r i n e – I
Yusuf Çotuksöken yetkin bir dil ve yazın adamıdır. Üretken bir Türk Dili ve Yazını öğretmenidir. Şimdilerde İstanbul Beykent Üniversitesinde öğretim görevlisidir. Çotuksöken’ i yazın dergilerinde, dil dergilerinde günlük gazetelerin sanata ayrılmış eklerinde, ya da sayfalarında yer bulan dil içerikli, özgün yazılarından bilirim. Yazılarının her birinde ele aldığı konular, çoklukla, dilimizin kolay ve de yalın kullanılmasına; Türkçe’nin arılaştırılıp yeteneklerinin geliştirilmesine; insanımızda dil bilincinin oluşmasına değgindir. Bilgi ağırlıklıdır, duru anlatımlıdır bu yazılar. Çotuksöken, konularını nesnel veriler içinde irdeler.

Kendinceliklere tez beri yakın durmaz. Türkçe’ nin özgünleşmesi karşıtı uygulamalara, duyarsızlıklara karşı bilinçli savaşım verir. Bir yandan yazın ve dil öğretmenliği görevini sürdürürken öte yandan, yazınsal üretimleri ile de, dilin toplumsal işlevlerine katkılarını boylandırır.
Çotuksöken’ le İstanbul’ da, Uluslararası Kitap Fuarı’nda görüştüm. Sergievi kocaman, gez gez bitmiyor. Yayıncılar, biri birlerini diklemesine kesen ya da paralel duran caddelerin, sokakların yanlarında dizilmişler. Dağıtım ve taşıma işleri, sergi alanı olarak kullanılan yapının içinde bile, araçlarla sağlanabiliyor. Sergievinde bisikletle gezenleri de gördüm. Ne var, adı uluslararası olsa da başka ülkelerden, başka dillerin üretimlerinin az olduğu daha ilk bakışta kendini belli ediyor. Yayıncılar, sergileme ve satış yapmalarının dışında bir de bildiriler, sunumlar içerikli toplantılar programlamışlar. Kararlaştırmıştım: Konuşmacıları Yusuf Çotuksöken ile Dr. Veysel Kılıç olan Anayurdumuz Türkçe - Dilin İşlevlerikonulu bildiri sunma amaçlı etkinliğe ucu ucuna yetiştim. Konuşmacılar, konularında nice yetkinseler, sunumlarında da o kadar bir ben bilirim ci değiller. Her iki yazın ve dil adamı da özenle seçtikleri sözcükleri ile katılanların, soluklarını tutarak dinlemelerini sağladılar. Konularındaki yeterliliklerinin gücünü, anlatım yetkinlikleri ile birleştirdiler; izleyenlerine yararlı oldular.

Türkçe Üzerine Denemeler ve Eleştiriler -I- (1) Yusuf Çotuksöken’ in yeni yapıtı. Papatya Yayıncılığın satış bölümünde edindim. Türkçe’nin güncelindeki kimi sorunlar, her bir yazıda başka boyutlarıyla ele alınmış; nesnel çözüm önerileri getirilmiş. Denemeler, eleştiriler toplamı yapıt, ilki 1987 yılında yazılmış, sonuncusu 2001 yılı içinde okurlarını bulmuş elli altı yazıyı içeriyor. Yazar, on yılı geçen zaman diliminde, gazetelerde,gazetelerin yazın eklerinde, edebiyat dergilerinde yer bulan yazılarını önce konularına göre kümelendirmiş, her bölüme aldığı yazılarının hangi yazın ürününün hangi sayısında yer aldığını da belirtmiş, seçkisini hazırlamış. Konularına göre oluşturulan bölümler ile her bölümde yer alan metin sayıları şöyledir: Anadili ve Öğretimi(5) ; Sözvarlığı (4) ; Toplum ve Dil (3) ; Türk Dili ve Dil Devrimi (9) ; Sözcükler (11) ; Dil Yanlışlıkları ; Sözlükler ; Yabancı Sözcükler (4) ; Dil ve Yazım olmak üzere (9) bölüm içinde kümelendirilen (56) eleştiri ya da deneme türünden seçme yazı var. Yapıtın sonuna eklenen Dil Üzerine Seçme Kaynakça bölümünde de, saydım, (151) yerli ya da yabancı yapıtın tanıtımına yer verilmiş. Bu sonuncu bölüm de; Dil ile dilin kullanımları konularında ilk elde başvurulabilecek temel kaynaklar özellikli yetkin yapıtları içeriyor.
Yapıtının önsözünde yazar, toplu yazıları konusunda şu açıklamayı yapıyor: Yazılarımı iki cilt olarak kitaplaştırmayı kararlaştırdım. İlk kitaba; Türkçe Üzerine I Denemeler ve Eleştiriler; İkinci kitaba da; Türkçe Üzerine II Eleştiriler ve İncelemeler adını vermeyi uygun buldum. Bu kitapta, dille ( anadili, Türkçe, Türkçe öğretimi, sözlükler,kitaplar, yazım, vd) ilgili bir seçme yaptım. Son yazıyı, dil üzerine bugüne değin yapılan çalışmalara ayırdım; ilk elde başvurulabilecek temel kaynakları derledim. (s.V11) Yapıta alınan yazıların her birisi alanlarında seçkinlikleri ile güvenilirlikleri ile benimsenmiş dergilerde, gazetelerde yayımlanmış. Yazarın bu son yapıtına giren yazılarından biri, Türkçe’nin Zenginleştirilmesi konulu kurultayda yapılan çalışmalar ile bildirilerin değerlendirilmesi amaçlıdır. Bu yazı da, 23-24 eylül 1999 tarihinde gerçekleştirilen bilimsel toplantı sonrasında, İstanbul-Yıldız Teknik Üniversitesince hazırlanan yapıtın 220-227 sayfasında yayımlanmıştır. Orada yer alan değerlendirmesinde yazar, Türkçe’nin zenginleştirilmesine engel olan uygulamalardan Eğitimsel Engelleri şu sözlerle belirtiyor: Ne yazık ki Milli Eğitim Bakanlığı Türkiye’deki toplumsal değişimi izleyip eğitim izlencesini bu değişime (çağın, toplumun, gençliğin beklentilerine) göre planlama ve uygulama konusunda gereken çabayı gösteremiyor. Buna biraz önce değindiğimiz ideolojik yaklaşımları da eklerseniz durum daha iyi anlaşılır. Ders programlarının içeriği çağdaşlaştırılamamıştır. Öğretim yöntem ve teknikleri artık işlevsizleşmeye başlamıştır; kitaplar hala 1940’ların yöntemiyle hazırlanmaktadır; (Biçimlerindeki olumlu değişmeler çok fazla bir anlam taşımıyor.) öğretmenler alışkanlıklarından kurtulamamaktadır; öğretmen merkezli eğitim ve ezberci eğitim, ne kadar karşı çıkarsak çıkalım, bir türlü terk edilememektedir (Kimi umut verici kıpırdanmaların gerek resmi gerek özel kesimden geldiğini söylemeliyim.) (s.91) Çotuksöken, dilimizin geliştirilmesinde olduğu kadar, dil ve yazın eğitimimizin yetkinleştirilmesinde duyarlıdır. Deneyimlerini, birikimlerini, bilimsel verilerin ışığında değerlendiriyor. Aydın olmanın bilinci içinde gerekeni yapıyor: Başvuru nitelikli yazılarının, dergi ya da benzer özellikli sürekli yayınların sayfalarında kalmasına izin vermiyor, yapıtlaştırıyor.
Yusuf Çotuksöken’ in seçilmiş yazılarının odağında ‘Türkçe’ duruyor. Yeri geliyor, dilimizin varsıllıkları; yazın, bilim, ekin dili olarak yeterlilikleri örneklerle kanıtlanıyor. Ayrıca, Türkçe’nin yoksullaştırılmasına neden olan bilinçli / bilinçsiz çabalar; bu bağlamda dil devrimimizin getirileri; dilimizin daha da yetkinleştirilmesine karşı olanların bilimsel olmayan dayatmaları ile bunların neden oldukları kullanım yanlışlıkları konularında eleştirel değerlendirmeler yapılıyor. Kestirmeli anlatımla belirtilmek gerekirse Çotuksöken, yazılarının tümünde; dilin toplumsal boyut ile düşünsel değeri üzerinde yönlendirmelere giriyor.

Bizim dilimizin gelişkinliğini; eğitim dili, bilim dili, sanat dili alanlarında özgünleşerek daha da yetkinleşmesini savunanlar giderek azalıyor. Özellikle 1983 yılında Türk Dil Kurumunun bağımlı ve de güdülenebilir konumda yeniden yapılandırılması sonrasında, en ilkin, dilimizin oturmuş yazım kuralları içinden çıkılmaz bir karmaşa ortamına sürüklendi. Türkçeci olduklarını söyleyenler, dilimizin Yüce Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumunun başlattığı çabalar sonucu kazanımlarını desteklediklerini, yeri olsun olmasın, bir kişilik değerlemesi boyutunda belirtenler, şimdilerde bırakınız dil devrimine karşı olanları eleştirmelerini, kendi yazılarında bile özensiz olabiliyorlar. Giderek, kimseler, kimlerin nasıl yazdıklarının ayırdına varmaz oldular. Türkçe’nin gücünü, yazın dili olarak değerinin tartışılmazlığını bilen eden de azalıyor. Bu konularda bilgilenmek isteyenlerin başvurabilecekleri kaynak nitelikli yapıtlar üretenler de aranır oldu. Yazın adamlarımız, düşün adamlarımız duyarsızlaştıkça, aldırmasızlaştıkça bu kez de dilimizi batı dillerinin boyunduruğuna veremeden yanalıkları belliler, karşı devrimciler, ortalarda cırıt atıyorlar. Meydan, en genel özellikleri dil bilincinden yoksunların elinde kalınca da; Ben yazarım, Türkçe’de üretirim diyenlerin yapıtlarında bile batı dillerinden, doğu dillerinden alınmış sözcükler gittikçe artıyor. İş, yerli sözcük, yabancı sözcük boyutunda kalmıyor. Dilimizin anlatım özellikleri, benimsenmiş kuralları karmakarışıklandırılıyor. Yusuf Çotuksöken’ in yaşanmış gerçeğini; Türkçe’ nin inceliklerini, sorunlarını, gizlerini araştırma yaparken daha çok da öğretirken sezdim, öğrendim.(…) Türkçe sevgim zamanla Türkçe bilincine dönüştü( s.VII ) bilenlerimiz de, bu uğurda araştırma yapanlarımız da iyiden iyiye azalıyor. Benim bir gözlemim var: Türkçe’de, yapıt verenler çoğalıyor da Türkçe üzerine araştırma yapanlarımız, ilkeli tutumları ile yapıtlar verenlerimiz; dil yanlışlıklar üzerinde duranlarımız; özgün dil kullanımlarındaki özensizlikleri karşılarına alanlarımız, eleştirenlerimiz kalmadı ortalarda. Bunların hepsinden önemlisi toplumda dil bilinci de dil sevgisi de, öyle yavaş mavaş değil olabildiğince hızla geriliyor. Yusuf Çotuksöken, son yapıtı ile Türkçe’nin geliştirilmesine engel özellikli bu kötü gidişe karşı çıkamaktadır. Bu bağlamdaki değerlendirmelerini, eleştirilerini, öngörülerini Anadili ve Öğretimi, Toplum ve Dil, Türk Dili ve Dil Devrimi bölümleri içinde yer alan yazılarında ele alıyor, irdeliyor. Dil, göksel - tanrısal bir yaratı değildir. Önermesi şu soruyu gündeme getirir: Peki dilin yaratıcısı kimdir? Hemen yanıtlayayım: Dili yaratan, halktır. Halkın dilini yaratmadaki amacı da doğal,toplumsal ve teknik çevresiyle olan çok yönlü ilişkilerini düzenlemek ve bütün birikimini geleceğe aktarmaktır. Daha kuşatıcı bir tanımla söylemek gerekirse dil, geleneksel bir bellektir. diyor.(s.51)
Her dil, salt o dilin bilenlerinin iletişim aracı değildir. Her dil, o dilde düşünenlerinin duyuşsal, düşünsel kabıdır da.Osmanlıca, kulluğu şart koşan bir ortaçağ imparatorluğunun diliydi; çağdaş Türkçe ise, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan, yurttaşlık bilincine varmış insanların dilidir, ulusal dildir.(s.85) Yazar yaşamsal boyutlu konuya bu ölçekli yaklaşmış. Dil devrimimizin karşısındakiler, başkaca gizil amaçlıları bir yana bırakırsanız, Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşları olma bilincine varamamış olanlardır. İnsanımızın, dil sevgisi bilincini de , hiç mi hiç kuşkunuz olmasın, dil ve yazın eğitimimizin yeterliliği sağlayacaktır. Dil üzerinde düşünenler, Türkçe ve yazın eğitimine de yönelmek gereğini duyacaklardır. Yapıtta, Türkçe eğitim ile ders kitapları üzerinde bu nedenle durulmuş; değerlendirmelere yer verilmiştir
Çotuksöken, dilde kirlenmenin iki boyutu olduğunu benimsiyor; bunlardan birincisinin, yabancı dillerden yoğun biçimde dilsel birimlerin, yani sözcüklerin, kuralların, deyimlerin,terimlerin vb girmesi; ikincisinin de bireylerin dil kullanımında özensiz ve tutarsız davranmalarıdır diyor. Şu tartışılmazı saptıyor: Türkçe’nin gelişme olanaklarını kısıtlayanlar kimlerdir? diye soracak olursak Öncelikle dil bilinci ve sevgisi olmayanlar; yabancı sözcükleri konuşma ve yazılarının arasına serpiştirmeyi marifet sayan aydınlar, yazarlar, gazeteciler; yabancı terimleri Türkçeleştirmeyi savsaklayan bilim adamları; yabancı sözcüklere karşı açılan savaşımda Türkçe sözcük üretiminin yollarını tıkayanlar; yasak sözcükler dizelgesi yayımlayarak halkın iletişim özgürlüğünü kısıtlayanlar (s.109) Araştırmacı yazar yabancı sözcük kullanmayı marifet sayanlar için aydınlar diyor. Bize göre, sanat yapmada, sağlıklı düşünmede ve duyumsamada; toplumsal iletişimde verimli olabilmede özgün dilin değerini göremeyenlerin aydın değil, sözde aydın olduklarıdır. Günümüzün nice yazarlarının -Türkçe’de ürettiklerini söylemelerine karşın- yapıtlarında doğu / batı dillerinden alınmış sözcüklerin bini bir paraya olmasının açıklaması başkaca nasıl yapılabilir?...
Bizce Çotuksöken’ in bu yeni yapıtı, içeriği ile de düzenlenmesi ile de güzel Türkçe’mizin özensiz kullanımlarına; üretim yeteneklerinin yeterince işletilmemesine karşı içeriklidir. Yazınsal üretimler hangi dilde üretilmişlerse, o dilin özgünlüğüne bağlı kalmamalarından kaynaklanan sorunları kapsayan konuları yalınlıkla ama yetkinlik içinde ele alan başucu metinler toplamıdır. Bununla birlikte yapıtın 172-l76. sayfaları arasında yer alan Yazarın Dili , Dilin Yazarı başlıklı metnin, yazın çevrelerinde enine boyuna üstünde durulması; yazarlarımızın da eleştirmenlerin de, deyim yerinde olur, eteklerindeki taşlarını önlerine dökmeleri oylumludur. Yazının bir dil sanatı olduğu ne kadar tartışılmaz ise; yazdım diyenlerin de, yazmalarını sürdürenlerin de, akıllarının ucunda bile olsa yazmayı geçirenlerin de dil bilgilerinin, dil bilinçlerinin, dil sorumlarının olacağı tartışılmazdır.
Okuyunuz bu güzel yazıları; Türkçe üzerine eleştiriler denemeler toplamı yapıtı okuyunuz. Dilimiz bizim ne kadar gelişkin ise düşüncelerimiz aynı oranda durudur, yetkindir. Kimler mi okumalılar: Öğretmenler, dil ve yazın öğretmenleri, Eğitim Fakültelerinin Türk Dili ve Yazını Bölümlerinin öğrencileri gecikmeden okumalıdırlar. Türkçe Üzerine yazılmış bu yazılar toplamı yapıt, okurlarının dil sevgilerinin boylanmasını, dil bilinçlerinin güçlenmesini sağlayacaktır. Yazarın, Türkçe Üzerine II Eleştiriler, İncelemeler adlı yapıtının geciktirmeden çıkarmasını diliyorum.
Adil BOZKURT


Sohbet

Herhangi bir düşünceyi, konuyu; yazarın karşısında biri varmış gibi günlük, sıradan ve rahat bir dille anlattığı fikir yazılarıdır. Herhangi bir kanıt kaygısı yoktur. Yazının çerçevesini yazıyı yazanın fikirleri oluşturur. Bu yönüyle fıkra türüne çok benzerler. Dilindeki sadelik ve rahatlık yönünden de denemeyi andıran söyleşiler daha uzun soluklu yazılardır. Söyleşiler bazen röportaj ile de karıştırılırlar. Ancak aralarında çok temel bir fark vardır. Söyleşiler tek kişilik yazılardır. Oysa röportaj, bir uzmana ve bir de, röportajı yapacak kişiye ihtiyaç duyar.

Sohbet Yazı Türünün Özellikleri:

Sohbet yazılan düşünce yazılarıdır. Sohbetlerde de bir düşünce açıklanır, bilgi verilir. Sohbet yazarı ele aldığı konuda fazla derinleşmez, ileri sürdüğü görüşlerini kanıtlama yoluna gitmez, ancak sezdirmeye çalışır, Bu yönüy1e makaleden ayrılır. Sohbet yazarı kişisel görüşlerini özgürce ifâde edebilme özelliğini taşır. Başkalarının o konuda ne düşündükleri önemli değildir. Herkesin sevdiği bir şeyden berbat bir şey olarak söz edebilir.

Sohbet Yazı Türünün Konusu: Sohbetlerin çoğu günlük sanat olaylarını, genel konuları ele alır.

Sohbet Yazı Türünün Dili ve Anlatımı:

Bu türün dili yalın konuşma dili, anlatımı da konuşma havasında rahat ve samimidir.

Sohbet Yazı Türünün Plânı :


Diğer düşünce yazılarının planı sohbet yazı türü için de kullanılır. Giriş bölümünde ele alınacak konu tanıtılır. Gelişme bölümünde okuyucuyu sıkınadan konu açılır. Bu bölümde tanımlamalar, çözümlemeler, örneklemeler yapılır. Yazar kendi görüşlerini okuyucuya sezdirir. Sonuç bölümünde ise ulaşılan son karar bildirilir.
Sohbet türünün en önemli ismi Ahmet Râsim’dir.


Röportaj

Daha çok gazete ve dergilerde karşılaştığımız bu türün temel amacı ilgi çeken herhangi bir konuda okuyanları aydınlatmaktır. Bu amaçla iki kişi tarafından gerçekleştirilir. Bu kişilerden biri mutlaka o konu ile ilgili bilgi sahibi ya da uzman olmalıdır. Ancak, bu türde röportaj yapılandan çok röportajı yapan önemlidir. Çünkü yazı onun denetiminde şekillenir ve sonuçlanır. Sorulacak soruların tarzı, içeriği yazının başarısını doğrudan etkiler. Bu amaçla röportajı yapan kişi doğru bir planlama yapmak ve yazıyı kendisi şekillendirmek zorundadır.

Röportaj yapılırken farklı yöntemler uygulanabilir: Sorular önceden röportaj yapılacak kişiye ulaştırılır ve kişi bunlara kendince bir yanıt metni hazırlar. Diğer yöntemde ise sorular doğrudan sorulur ve yanıtlar kaydedilerek sonradan yazıya geçirilir. Bu uygulamada bir kayıt cihazına ihtiyaç vardır. Ancak her iki yöntemde de röportajı yapan bir giriş ve sonuç bölümü hazırlamak zorundadır. Ancak, hiçbir şekilde verilen yanıtlar üzerinde tasarruf, hakkına sahip değildir. Onları kısaltamaz, ekleme yapamaz, özetleyemez ya da tümden çıkartamaz. Bu açılardan bakıldığında bir röportaj hazırlamak hiç de kolay değildir. Çünkü amaç bilgi vermek, aydınlatmak ve konuyu her yönüyle ortaya koymaktır. Bu yüzden taraflı olmak, soruları çeldirici sormak etik açıdan doğru olmadığı gibi okuyanları da etkileyecektir.
Röportaj da gerektiğinde resim ve fotoğraf da kullanılabilir.

Prof. Dr. Kaptan ile Söyleşi (RÖPORTAJ ÖRNEĞİ)

Anabilim dalında öğretmen yetiştirmedeki temel felsefeniz nedir?

Anabilim dalımız 1997 yılında YÖK tarafından eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılması kapsamında Fen Bilgisi branş öğretmeni yetiştirmek üzere açılmıştır.1998-1999 öğretim yılında ilk defa öğrenci alarak eğitime başlandı.YÖK tarafından yeniden yapılandırma kapsamında açılan branş öğretmenlikleri bölümleri aynı zamanda zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla aynı zamana denk gelmektedir. Zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla birlikte ilköğretimin II. kademelerindeki branş öğretmenlerine olan ihtiyaç artmıştır. Buna bağlı olarak branş öğretmeni yetiştiren Anabilim dalları açıldı.

Anabilim dalımızda yürüttüğümüz program Fen Bilgisi Öğretmenliği programıdır. Program dahilindeki dersler, kur tanımları ve ders kredileri YÖK tarafından belirlenmiştir. Bu anlamda temel felsefemiz YÖK tarafından belirlenmiş durumdadır ancak bu derslerin içeriğinin ne olacağı Anabilim Dalımız tarafından belirleniyor. Burada bizim temel felsefemiz ve yaklaşımımız devreye giriyor. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Fen Bilimleri Anabilim Dalı olarak şu anda 11 öğretim elemanımız mevcut; bir profesor, iki yardımcı doçent, üç öğretim görevlisi ve beş araştırma görevlisi. Bu öğretim elemanlarımız ve başka bölümlerden aldığımız öğretim elemanı destekleriyle genel olarak; öğrenciyi aktif kılan, öğrenciyi sürecin içine doğrudan katan, bilginin aktarıldığı değil bilgiye ulaşma ve bilgiyi elde etme becerilerinin kazandırıldığı bir yaklaşımı temel felsefe olarak belirliyoruz. Öğretmen adayı öğrencilerimizi yetiştirirken bu felsefeyle yola çıkıyoruz ve onların da ileride meslek yaşantılarında bu felsefeyle hareket etmelerini sağlamaya çalışıyoruz.

Kısacası; temel bilgilerin öğretilmesi yanında bilgiye ulaşma becerileri, bilgiyi elde etme becerileri ki buna kısaca bilimsel yöntem süreç becerileri diyebiliriz- ve bilimsel tutumların kazandırılmasını ön planda tutan bir öğretmen yetiştirme felsefemiz var.

Anabilim dalında yetiştirdiğiniz öğretmen adaylarından beklentileriniz nelerdir?

Temel felsefemiz kapsamında yetiştirdiğimiz öğretmen adaylarından tabii ki burada aldıkları iyi örnekleri, iyi mesajları kendi öğretmenlik yaşantılarında kullanmalarını ve olumsuz ve yetersiz örnekleri kullanmamalarını bekliyoruz. Yetiştirdikleri ilköğretim öğrencilerinden bilimsel yöntem süreç becerilerini kazandırmayı hedefleyen ve bilgilerin tamamını değil, temel bilgileri vermeyi prensip edinen öğretmenler olmalarını bekliyoruz. Öğretmen adaylarımızın ezbercilikten uzak durmalarını, bunun yerine kavrayarak ve öğrenerek yeni davranışların kazandırılmasını sağlamalarını bekliyoruz. Tabii ki bu beklentiler içinde olmak yetmiyor. Araç gerecin, donanımın, elemanın, her türlü girdinin, kaynağın da bu beklentilerin gerçekleşme sürecine etkisi oluyor. Kaynaklarımızın zaman zaman yetersizliği söz konusu olsa da biz en iyisine ulaşmayı hedefliyoruz.

Öğretmen eğitiminde modeliniz ve öğrenme-öğretme yaklaşımlarınız nelerdir?

İlk soruda da bahsettiğim gibi öğretmen eğitimi modeli YÖK tarafından belirlenen program çerçevesinde uygulanmaktadır. 1. sınıftan başlayarak ilköğretim okullarında uygulama dersleri ve diğer derslerle ilişik uygulama dersleri mevcut. Bu da üniversitedeki teorik eğitimin yanında öğrencinin bizzat eğitim sürecinin içinde olduğu, kendi yaşantısı haline geldiği uygulama derslerini etkin kılıyor. Uygulama ağırlıklı bu modeli hemen hemen her dersimizde belirlemeye çalışıyoruz ki bu 3. ve 4. sınıfta ağırlıklı olarak yer alan öğretim derslerimizde kendini daha fazla gösteriyor. Yani etkin öğrenme yaklaşımlarını burada sunmaya çalışıyoruz. Burada etkin öğrenme yaklaşımı ile kastettiklerimiz; proje tabanlı öğrenme, probleme dayalı öğrenme, çoklu zeka kuramına dayalı öğrenmede olduğu gibi bizzat öğrencinin ilgi ve merakları doğrultusunda bilgiye kendilerinin ulaşmasını temel alan yaklaşımlardır. İçinde bulundukları ortamı bir Fen Bilgisi laboratuarı gibi düşünerek gözlem yapmaları, incelemeleri, araştırmaları ve sürekli bu araştırma ve gözlem sonuçlarından belli yargılara varmaları, bunları test etmeleri şeklinde bir temel becerinin kazandırılması bizim öğretmen eğitimindeki en temel modelimizdir. Bu yaklaşımlarla öğretmen eğitimi alan öğretmen adaylarımız da hizmet içinde aynı yaklaşım ve tutumlarla öğrenme-öğretme süreci hazırlayabilmelidirler.

Her yıl Anabilim dalımıza gelen kontenjanlar kim tarafından nasıl belirleniyor?

Anabilim dalımıza her yıl gelen öğrenci sayıları YÖK tarafından belirleniyor. Fen Bilimleri Eğitimi Anabilim Dalı’na kurulduğundan beri, 100-105 arası öğrenci alınıyor. Özellikle ilk yıllar derslik, öğretim elemanı, araç gereç ve donanım açısından çok yetersiz olduğumuz dönemlerdi. Her yıl çok daha az öğrenci istediğimizi belirtmemize rağmen yaklaşık 100 öğrenci gelmekte. Bu sayı YÖK tarafından öğretmen ihtiyacı ile bağlantılı olarak bu şekilde belirleniyor olmalı, ancak mevcut olanaklarımızla bu öğrenci sayısının fazla olduğunu düşünüyorum.

Anabilim dalının öğretmen yetiştirme modelini ve öğrenme-öğretme yaklaşımlarını gerçekleştirebileceği bir donanım var mı? Ne gibi eksiklikler, avantaj ve dezavantajlar var?

1998-1999 öğretim yılında ilk öğrencilerimizle eğitime başladığımızda doğrusu çok büyük yetersizlikler söz konusuydu. Geçen yaklaşık 5 yıllık süre içerisinde araç gereç ve donanım açısından oldukça zenginleştik. Epeyce zengin bir fen bilgisi laboratuarına sahibiz. Laboratuarımız dışında, bir fen bilgisi öğretimi ya da teknoloji dersliği oluşturmak üzereyiz. Bu dersliğimizde televizyon, video, VCD player, bir data show ve bir bilgisayarımız mevcut. Biz istiyoruz ki her türlü teknolojiyi öğrencilerimize sunabilelim. Öğretmen olduklarında olanakları fazla olan okullarda görev yaparken neleri kullanabileceklerini, nasıl kullanabileceklerini bilebilsinler. Tabii ki bunun yanında olanakları çok sınırlı okullarda görev yaparken de ‘laboratuarım yok, malzemem yok, materyalim yok öyleyse etkin aktif öğrenmeyi, yaparak yaşayarak öğrenmeyi sağlamam mümkün değil’ demesinler, çok basit araç gereç ve malzemelerle de Fen Bilgisi dersini işleyebilsinler istiyoruz.

Anabilim dalımız donanım açısından sayısal olarak çok yeterli olmasa da bu teknolojik araç gereçleri sağlayarak öğrencilerimizin tüm araç gereçlerin kullanımı hakkında bilgi sahibi ettiğimize inanıyorum. Hizmet verdiğimiz öğrenci sayısını düşündüğümüzde tabii ki bu malzemelerin sayısının artırılması gerekiyor.

Avantaj ve dezavantaj olarak baktığımızda; Fen Bilgisi laboratuarımızın belki biraz daha büyük olması gerekiyor. Bu yıl büyük bir laboratuara geçtik, ancak hizmet verilen öğrenci sayısı düşünüldüğünde halen sıkıntılar yaşanıyor. Sınıf öğretmenliği (200 öğrenci) , ilköğretim matematik öğretmenliği (70 öğrenci) öğrencileri ‘Fen Bilgisi Laboratuarı ve Fen Bilgisi Öğretimi ‘ derslerini ve tabii ki kendi öğrencilerimizin aldığı ‘Fen Bilgisi Laboratuar Uygulamaları ve Özel Öğretim Yöntemleri ‘ dersleri yanında diğer derslerin uygulamaları da bu ortamda yapılıyor. Bu kapsamda malzeme yetersizlikleri ve bireysel deney yapma şansının azalması öğrencilerimize sıkıntı yaşatabiliyor. Bazı durumlarda deneyler gruplar halinde veya gösteri deneyi olarak yapılabiliyor. Bu bir dezavantaj olabilir, ancak hiç yapılmama durumu düşünüldüğünde şu anda az da olsa bulunması bir avantaj olarak görülebilir. Az önce de bahsettiğim gibi, öğrencilerimizi, olanaklar ölçüsünde yaparak yaşayarak öğrenmeyi merkeze alacak ve ileride de bu şekilde öğrenme-öğretme ortamları hazırlayacak öğretmen adayları olarak yetiştirmeye çalışıyoruz.

Dezavantaj olarak sayılabilecek bir durum ise Anabilim Dalımız dahilinde bilgisayar ve bilgisayar laboratuarı yetersizliğimizdir. Gerçi İlköğretim Bölümü içerisinde bir bilgisayar laboratuarı mevcut ve bu laboratuarın genişletilmesi için çalışmalar var. Bu bir ölçüde öğrencilerimize internet bağlantılı bilgisayar ortamı sağlamaktadır. Öğrencilerimize internet kullanımı gerektiren ödevler veriyoruz ve bu ödevleri yapabilecekleri, internete ulaşabilecekleri bilgisayar laboratuarı bölümümüz içerisinde artık var. Bölüm kütüphanemiz olmakla birlikte Fen Bilimleri Eğitimi Anabilim Dalı’nın bir kütüphanesi ya da bölüm kütüphanemiz içinde Fen Bilgisi Eğitimi ile ilgili zengin kaynaklarımız ne yazık ki yok. Zengin bir kütüphane oluşturmaya ihtiyacımız var. Bu da önemli dezavantajlarımızdan birisi.

Yetiştirdiğiniz öğretmen adaylarına yeterli uygulama süreci nasıl düzenlenmektedir?

Fen Bilgisi Öğretmenliği Programımızın kapsamında gerek okul deneyimi uygulama dersleri gerek diğer derslerin içindeki uygulama saatleri düşünüldüğünde uygulamaya yeterli süre verilmiş görülüyor.

Uygulama süreçlerini iki ana bölüm altında ele alabiliriz. Okul deneyimi dersi kapsamında ilköğretim okullarındaki uygulamalar ve alan dersleri kapsamındaki laboratuar uygulamaları. Alan dersleri kapsamında öğrencilerimize verdiğimiz uygulama dersleri bölümümüz laboratuarının ve diğer bölümlerinin laboratuarlarının destekleriyle yürütülmektedir. Daha önce bahsedildiği gibi bölümümüzdeki fen bilgisi laboratuarı donanım açısından oldukça zengin, ancak öğrenci sayısının fazlalığı düşünüldüğünde yetersiz kalabilmekte. Uygulama anlamında bu bir eksiktir.

Okul uygulamaları çok önemli bir süreç ve bölümümüzde bu uygulama 1. sınıftan itibaren başlatılıyor. Okul uygulamalarının önemini iki açıdan ele alabiliriz. Birinci önemi; öğretmen adayları hizmet öncesi eğitimlerinde sadece üniversitelerde teori olarak yetiştirilmekle kalmamalıdır. Okullarda deneyimli öğretmenlerin yanında ya da bizzat uygulamanın içinde yetişmeleri çok önemlidir. Okul uygulamalarına gittikleri okullardaki yeterlikleri, yetersizlikleri, sorunları görüp; mezun olmadan bunların çözümlerini arayan ve sorunları giderme yönünde eğitim almaları başka bir önemli noktadır. İkinci önemi ise, öğrencilerimizin uygulama okullarına yeni yaklaşım ve gelişmeleri aktarmaları ve üniversite ile ilköğretim okulları arasında bir köprü görevi yapmalarıdır. Bu anlamda hizmetteki öğretmenlere üniversitedeki yeni yaklaşımlar aktarılarak hizmet içi eğitim sağlanmış olabiliyor.

Alan, kültür ve öğretmenlik formasyonu derslerinin yüzdesi nasıldır?

Alan dersleri olarak Fizik, Kimya, Biyoloji ve Matematik dersleri veriliyor. Öğrencilerimiz bu alan dersleri kapsamında epeyce fazla ders alıyorlar. Kültür dersleri açısından programı yetersiz buluyorum. Kültür dersleri biraz daha fazla olabilir. Bu eksiği seçmeli derslerle gidermeye çalışıyoruz. Öğretmenlik formasyonu dersleri kapsamında; Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Okul Deneyimi I, Okul Deneyimi II, Öğretmenlik Uygulaması, Gelişim ve Öğrenme, Öğretimde Planlama ve Değerlendirme, Öğretim Teknolojileri Materyal Geliştirme, Özel Öğretim Yöntemleri I, Özel Öğretim Yöntemleri II, Sınıf Yönetimi, Matematik Öğretimi, Rehberlik dersleri verilmekte. Bu derslere bakıldığında aslında öğretmenlik formasyonu adına temel dersler veriliyor. Ancak önemli bir eksikliğimiz, ölçme ve değerlendirme dersinin bağımsız ve zorunlu bir ders olarak verilmemesi. Biz ölçme değerlendirme, test geliştirme teknikleri, bireysel gelişim değerlendirme derslerini seçmeli dersler olarak açıyoruz. Ancak öğrencilerimiz toplam beş seçmeli dersin en fazla ikisini bölüm içi yani FBÖ kodlu alabiliyorlar. Diğer üç dersi bölüm dışından almak durumundalar. Dolayısıyla başka seçmeli dersler de düşünüldüğünde öğrencilerimizin tümü ölçme değerlendirmeyle ilgili dersleri alamıyorlar. En yeni değerlendirme yaklaşımı olan bireysel gelişim değerlendirme yaklaşımı öğrencilerimizin hepsine yeterince aktarılamıyor.

Alan, kültür ve öğretmenlik formasyonu derslerine giren öğretim elemanlarını nasıl belirliyorsunuz?

Derslerimize girecek öğretim elemanlarını öncelikle Anabilim dalımızdaki öğretim elemanlarından belirliyoruz. Bu anlamda Fizik, Kimya, Biyoloji, Öğretmenlik Formasyonu derslerine girebilecek öğretim elemanlarımız mevcut. Fakat Fen Bilgisi Eğitimi Anabilim Dalı olarak hem İlköğretim Matematik Öğretmenliği, hem Sınıf Öğretmenliği Bölümleri’ne çok fazla sayıda servis derslerimiz var. Bu servis dersleri; Fizik, Kimya, Biyoloji, Fen Bilgisi Öğretimi ve Fen Bilgisi Laboratuarı’dır. Bütün bu dersleri sağlayacak öğretim elemanımız sayı olarak mevcut olmadığından öncelikle bu yetersizliği fakültemizdeki ortaöğretim fen ve matematik alanları bölümünden gidermeye çalışıyoruz. Eğer öğretim elemanı sıkıntımızı gideremediysek daha sonra üniversitemizin diğer fakülte ve bölümlerinden yardım alıyoruz. Yardım aldığımız bölümler; Fizik Mühendisliği, Kimya Mühendisliği, Kimya ve Biyoloji Bölümleridir. Tabii bu durum ciddi sıkıntılar açabiliyor. Program yaparken çeşitli sıkıntılar yaşayabiliyoruz ya da farklı bölümlerden gelen öğretim elemanlarına temel felsefemizi aktarmada bazen çok etkin olamayabiliyoruz. Zamanla Anabilim Dalımız bünyesindeki öğretim elemanlarının sayısı arttıkça bu sorunlarında azalacağını sanıyorum.

Alan derslerinde aldığımız konular zaman zaman fen programıyla bağdaşmamaktadır. Bununla ilgili bir düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?

Kendi Anabilim dalındaki öğretim elemanlarımızla sık sık toplantılar yaparak temel felsefemizi, nasıl öğretmen yetiştirmemiz gerektiğini, gerek ders içi gerek ders dışı etkinliklerle ne tür paylaşımlar içinde olmamız gerektiğini konuşuyoruz ve ortak bir felsefe belirleyebiliyoruz. Ancak başka fakülte ve bölümlerden öğretim elemanı sağlamak zorunda kaldığımızda çeşitli sıkıntılar yaşayabiliyoruz. Bu öğretim elemanlarına derslerin kur tanımlarını veriyoruz, çok genel olarak açıklamalar yapıyoruz, ancak çok etkili olabiliyor muyuz bu tartışılır. Daha fazlası müdahaleye giriyor ki bunun çok doğru bir yaklaşım olmadığı görüşündeyim. Zaman zaman bu öğretim elemanları seviyeyi tutturmada ya da kur tanımlarında çok genel başlıklar halinde verilmiş olan kapsamı ele almada bizim amaçladığımız doğrultunun dışında hareket edebiliyorlar. Örneğin, ilköğretime öğretmen adayı olarak yetişen öğrencilerimize seviyenin çok üstünde bilgi verebiliyorlar. Bazen bunun tam tersi, seviyenin altında bilgi verebiliyorlar. Bununla ilgili düzenleme yapmayı düşünüyoruz ancak bunu formal anlamda mümkün bulmuyorum. Çünkü öğretmene ‘şu konuyu anlat, şu düzeyle anlat’ demek mümkün olmuyor. Çok genel mesajlarla ne istediğimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Bu mesajı alabilen öğretim elemanlarımızla uyumu sağlayabiliyoruz. Hizmet öncesi öğretmen eğitiminde önemli olan öğrencilerimize her türlü bilgiyi, beceriyi vermek değil, muhakeme etme, kendilerini geliştirme, her türlü yenilik ve gelişmeyi takip etme becerilerini kazandırmaktır. İnanıyoruz ki herhangi bir derste işlenişle ilgili yetersizlikler söz konusu olsa bile –ki bu; öğretmenden, araç gereçten, kaynaktan dolayı olabilir- öğrencilerimize bu temel becerileri verebildiysek, ilgi, istek, merak, etkili bir öğretmen olma arzusu ve öğretmenlik mesleğine dört elle sarılma motivasyonunu kazandırabildiysek, yukarıda bahsettiğimiz eksiklikler giderilmiş olacaktır. Yani Fizik, Kimya, Biyoloji’yi çok çok iyi öğrenip, bu tutum, istek, aktif öğrenmeyi sağlayacak etkinlikleri üretme anlamında temel becerileri kazandıramazsak, alan dersleri tek başına bir şey ifade etmeyecektir. Eğer biz bilimsel yöntem süreç becerilerini öğretmen adaylarına kazandırabiliyorsak, alan bilgisi eksikliklerini de kendilerinin giderebileceğini düşünüyorum.

Öneri ve Dilekleriniz...

Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Fen Bilimleri Eğitimi Anabilim Dalı olarak mezun ettiğimiz öğrencilerimizle Türkiye’nin dört bir yanından ses getirmek ve mesleklerinde başarılı, kendileriyle barışık, kendilerinden memnun, çevrelerindeki öğretmen arkadaşlarıyla her türlü bilgi ve becerilerini paylaşabilecek, öğrencilerine verimli olan, iyi öğrenci yetiştirmek adına istekli, öğretmenler yetiştirmek en büyük dileklerim arasında. Ayrıca öğrencilerimizin Hacettepeli olmaktan dolayı mutlu ve gururlu olmaları yine benim için çok önemli. Belki burada 4 yıllık bir eğitim alıyorlar ama hayatları boyunca, meslek yaşantıları boyunca, Hacettepe’yle ve Fen Bilimleri Eğitimi Anabilim Dalı ile bağlantılarını ve bu anlamdaki duygu ve düşüncelerinin pozitif olması yine bizim açımızdan çok çok önemli. Bundan sonra bölüme alacağımız öğretim elemanlarımızın önemli bir kısmını kendi öğrencilerimiz arasından seçmeyi düşünüyoruz. Bu anlamda çok iyi öğretmenler yetiştirmek yanında iyi akademisyenler yetiştirmek de önemli amaçlarımızdan bir tanesi. Yani yetiştirdiğimiz öğretmen adayı öğrencilerimizin sürekli araştıran, inceleyen, sorgulayan bireyler, paylaşımcı, kendisiyle barışık,mutlu olmaları en önemli amaçlarımız arasında geliyor.

Teşekkür ederim.

HABER YAZISI
(HABER YAZISI ÖRNEĞİ)

Akdeniz’de tekneleri batan 27 kaçak göçmeni kimse kurtarmaya yanaşmayınca üç gün üç gece balık ağlarının dubalarında yolculuk ettiler.

GANA, Kamerun, Nijerya ve Sudanlı kaçak göçmenleri taşıyan tekne Libya’dan yola çıktı. Derme çatma tekne 6 gün Libya açıklarında sürüklendikten sonra battı. İki balıkçı teknesinin kurtarma girişimi sonuç vermedi. Bölgede bulunan bir Malta gemisi onlara yardım eli uzattı. Kaptan yukarı çıkmalarına izin vermediği için göçmenler, geminin çektiği ton balığı ağlarına tutundular.

Balık kadar değerleri yok

Kaçaklar üç gün üç gece, hiçbir şey yiyip içmeden ağlara tutunarak yolculuk ettiler. Maltalı kaptan, ağlarda 1 milyon dolarlık balık olduğunu, yolunu uzatarak bunu riske atmak istemediğini söyledi. Sonunda Sicilya yolu üzerinde bir İtalyan donanma gemisi göçmenleri yukarı çekip İtalya’nın Lampedusa Adası’na götürdü.

5 günde 120 kurban

Olayı, "Avrupa’nın Utancı" başlığıyla kapak konusu yapan İngiliz Independent gazetesi, bu 27 göçmenin yine de şanslı olduğunu, çünkü aynı bölgede son beş gün içinde dört ayrı teknenin batması sonucu toplam 120 Afrikalının öldüğünü bildirdi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 14 Kasım 2011 15:13 Sebep: Sayfa Düzeni
Ölmediğine sevindim, hala acı çekebiliyorsun...