Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Aralık 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Millî Mücadele Döneminde Atatürk’ün Demokrasi Anlayışı ve Uygulamaları
MsXLabs.org

Anadolu’ya ayak basar basmaz yaptığı işlerin temelinde bu anlayış hâkim olmuştur. Halkın da onu desteklemesi sonucu ülkenin işgaline karşı gösteriler ve tepkiler oluşmuştur. İşgallere karşı yapılan ve yayınlanan kongre ve bildirilerle halk de-mokrasi kavramını anlamaya başlamıştır. Ardından Demokrasinin önemli unsurlarından olan seçim sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmış ve nihayetinde de Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
Anahtar Kelimeler: Mustafa Kemal Atatürk, Demokrasi, Milli Hakimiyet, Millî Hâkimiyet, Millî İrade, Milli İrade, Millî Mücadele, Milli Mücadele.

Giriş:
Eski zamanlardan bu yana, bazı insanlar, üyelerinin birbirlerini siyasal bakımdan eşit, kolektif olarak egemen ve kendilerini yönetmek için gerek duydukları yeteneklerin, kaynakların ve kurumların tümüne sahip kabul ettikleri bir siyasal sistemi düşünmüşlerdir. Bu düşünce ve içerdiği pratikler, M. Ö. Beşinci yüzyılın ilk yarısında, sayıca az ve dünya yüzeyinin küçük bir parçasında yerleşik olmakla birlikte, Eski Yunanlılar arasında belirmişti ki bir çokluk tarafından yönetilmeyi ifade eden o olağanüstü anlayış demokrasi idi 1.

Nitekim Yunanlılardan önce Mezopotamya’da ilk insanlığın medeniyetlerinden birini kuran Sümer, Elam ve Akat kavimlerinde demokrasi prensibi tatbik olunmuştur. Filhakika, bu Türk kavimler, birleşik bir cumhuriyet teşkil etmişlerdir 2.

İlk çıkış noktasını bu şekilde ifade ettiğimiz demokrasi anlayışı, Atatürkçü Düşünce sisteminin, Cumhuriyetçilik, millî egemenlik ve halkçılık gibi diğer temel ilkeleriyle de çok yakın ilişki içindedir. Bunlardan özellikle halkçılık ilkesi, çoğu zaman siyasal demokrasi ile anlamdaş olarak kullanılmıştır.

Gerçi halkçılığın, kanun önünde eşitlik, hiçbir kişi veya zümreye ayrıcalık tanınmaması, sınıf mücadelesinin reddi ve devletin sosyo-ekonomik hayata müdahalesiyle sosyal gruplar arasındaki denge ve dayanışmanın korunması gibi ek anlamlarda da kullanılmış olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Atatürkçü siyasal rejimin gelişme süreci içinde halkçılığın egemen anlamı, siyasal demokrasi olmuştur. Halkçılığın, millî egemenlik kavramıyla eşdeğer olduğunu da ifade etmek gerekir.

Zira Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsayan birinci aşamada
Halkçılık, hakimiyet bilâ kayd-ü şart milletindir ve halkın kendi mukadderatına bizzat ve bilfiil sahip olması gibi formüllerle ifade edilmiştir 3. Bu arada Atatürk demokrasi kavramını gerçek ve geleneksel anlamda yani hürriyetçi siyasî demokrasiyi ifade etmek üzere kullanmıştır 4.

O bu konuda şöyle demektedir:
Demokrasi esas itibariyle siyasî mahiyettedir. Demokrasi, bir içtimaî muavenet veya bir iktisadî teşkilât sistemi değildir. Demokrasi maddî refah meselesi de değildir. Böyle bir nazariye vatandaşların, siyasî hürriyet ihtiyacını uyutmayı istihdaf eder. Bizim bildiğimiz demokrasi, bilhassa siyasîdir; onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki murakabesi sayesinde, siyasî hürriyeti temin etmektir. 5
Yine Atatürk demokrasisi,
egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi ilkesi, siyasî kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve meşruiyetine temas etmektedir. Demokrasinin tam ve en belirgin hükümet şekli de “Cumhuriyet”‘tir.

Türk demokrasisi ise Fransız İhtilalinin açtığı yolu takip etmiş, lakin kendisine has ayırıcı özellikle gelişmiştir. Zira her millet, inkılabını toplumsal ortamın baskı ve ihtiyacına tâbi olan hal ve vaziyetine ve bu ihtilal ve inkılabın meydana geliş zamanına göre yapar. Her zaman ve yerde aynı hadisenin tekrarına şahit değil miyiz? Her ne kadar demokrasi ve milletlerin işbirliği etmeleri lâzım ve mümkünse de işbirliği, ancak bir tek gayeye, yani barışa yönelmiş ise mümkün ve faydalı olur. Bu noktayı kavrayıp anlamayanlar, meydana getirdiğimiz eser hakkında bir fikir ve hüküm elde edemezler 6.

Bununla birlikte Bugün Demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, bir çok müstebit hükümetlerin, bu denizde boğulduğunu görmüştür. Rus Çarlığı, Osmanlı Padişahlığı ve hilafeti, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları bunların başlıcalarındandır. Demokrasi esası, bugün çağdaş teşkilât-ı esasiyenin umumî farikası gibi görünmektedir.
Bir milletin, amelî olarak, demokrasi prensibini ilân etmesi o millet ekseriyetinin içtimaî kuvvetinin bir neticesidir. 7
Demokrasi hâkimiyetin millete ait olduğu bir anlayıştır. Hâkimiyet bir bütündür, parçalanamaz, bölünemez, başkasına veya başkalarına devredilemez. Millî hâkimiyet, millet tarafından devlete verilen iktidardır. Başka bir deyimle, hâkimi-yetin bir kişiye, gruba veya çoğunluğa değil, bütün millete ait olmasıdır. Yani millî hâkimiyet ile demokrasi birbirinden ayrılmaz iki unsurdur.

Zaten günümüzde demokrasi prensibi millî egemenlik prensibi şekline dönüşmüştür 8. Burada şunu söylemek istiyorum ki esasen demokrasinin unsurlarından biri olan seçim hakkı ile milletin kendi iradesini kullanarak kendini yönetenleri seçmesi usulü siyasal demokrasi olarak tanımlanır ki bu aynı zamanda millî hakimiyet, millî egemenlik ve millî irade kavramları ile eş değer niteliktedir. İşte bu kavramlar da Millî Mücadele dönemi boyunca Mustafa Kemal tarafından söylenegelmiş ve böylece Millî Mücadelenin dayanak noktasını halk teşkil etmiştir. Şimdi bu dönemdeki demokrasi hadiselerini ve Mustafa Kemal’in bu hadiselerdeki rolünü incelemeye çalışacağız.

1. Millî Mücadele’de Siyasal Katılım ve Karşı Koyma Bilinci :
Millî Mücadele, bir başka deyişle Ulusal Bağımsızlık Savaşı incelenirken çok değişik yönleri ile ele alınmış ve bu yönleri üzerinde uzun ve ayrıntılı araştırmalar yapılmıştır. Üzerinde böylesine incelemeler yapılan Millî Mücadele, halkın ortak hareketidir. Liderler de halkı birlik haline getirerek millî iradeyi ön plana almışlardır. Yunus Nadi Beye, Mustafa Kemal’in söylediği
“önce Meclis Nadi Bey…”, önce meclis ifadesinden de anlıyoruz ki o dönemin liderleri de siyasal katılıma inanmaktadırlar. Peki Siyasal Katılım ne demektir? Şimdi bunu açıklayalım:

Katılım, toplumdaki bireylerin siyasal karar süreçleri içerisinde yer alabilmesi ve bu kararların oluşumunu etkileyebilmesi demektir. İşte bu siyasal katılımın değişik araçları bulunmaktadır. Bunlar: Basın, Parti ve Seçimdir. Bu üç büyük katılım aracı tarihî süreçte zaman zaman etkili biçimde kullanılmaya çalışılmıştır. Ne var ki her üçü de etkin kullanım açısından çok kısa dönemlere sahiptir. Basının illegal yollardan siyasal karar sürecine katılmak istemesi, 1860′lardan bu yana her zaman görülmekteyse de bunun, yani bu anlamda katılımın legalize olduğu dönem sadece 1908 devrimini izleyen dokuz aydır. Seçim ve değişik toplum katmanlarının özlemlerini yansıtacak olan partileşme olayı ise İkinci Meşrutiyet’in sonuna kadar basına oranla siyasal katılım yönünden daha az öneme sahip görülmektedir 9.

İşte üçüncü unsur yani seçim, Millî Mücadele boyunca millî hâkimiyet ilkesinin halka anlatılarak benimsetilmesi sonucunda halkın aydınlanarak seçimi benimsemeye başlaması ve nihayet meclisin açılması ve Cumhuriyetin kurulmasıyla başarıya ulaşmıştır.

Siyasal katılıma giden süreç Mondros Mütarekesi ile başlayan işgaller dönemidir. İtilâf Devletleri’nin ülkeyi işgale başlamaları halkı harekete geçirmiş ve bağımsızlık uğrunda savaşmaya başlayan toplum zafere ulaşarak siyasal katılımı gerçekleştirecekleri Meclisi açmışlardır. Bu suretle başlayan direnme hareketlerinin ilk kaynağı İstanbul’dur. Talat Paşa hükümeti istifa etmeden önce, Talat Paşa, Kara Vasıf Beyi bir direnme örgütü kurmakla görevlendirmişti. Nitekim bu amaçla Karakol Cemiyeti kurulmuştur.

İstanbul’da bu cemiyetten başka mahallelere kadar uzanan, aydınların ve subayların başı çektiği bir çok örgüt de vardı. Bu direnme örgütleri özellikle Müslüman halkın yoğun bulunduğu yörelerde filizlenmiştir. Bu semtlerin başını da Topkapı oluşturmuştur. Daha sonra sırayla Eyüp Sultan, Bakırköy, Kasımpaşa, Beyazıt, Aksaray, Üsküdar gibi semtlerde de direnme örgütleri kurulmuş ve faaliyetlerine başlamışlardır. İstanbul’un işgali, Boğazlıyan kayma-kamı Kemal Beyin idamı, siyasal partilerin birbirlerine düşürülerek bağımsızlık mücadelesine yönelik gücün kırdırılması, nihayet İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali emperyalizmin Türkiye üzerindeki oyunlarını, yorgun savaşçılar haline dönüşmüş insanlara bile öğretmiştir. Önce aydınlar, sonra Müslüman Türk halkı Düvel-i Muazzama/World Powers diye adlandırılan emperyalizmin kara pençesini açıkça görmeye başladı. Ateşkesin imzalanmasından sonra gelişen olaylar, bağımsızlık savaşına doğru bilinçlenmeyi, bunun da ötesinde savaş kararlarına katılım gereğini duyuruyor ve bu yöndeki eylemler de güçleniyordu 10.

Yukarıda kısaca bahsettiğimiz sebeplerden en önemlisi ise İzmir’in işgali idi. Nitekim 15 Mayıs 1919′da, sözde müttefik, aslında bütünüyle Yunan olan bir işgal ordusu, Amiral Calthorpe’nin kumandasındaki İngiliz, Fransız ve Amerikan savaş gemilerinin himayesinde İzmir’e çıkmış ve şehir içinde ve çevresindeki stratejik noktaları işgale koyulmuştu. Yunan işgal ordusu, işgalin yanı sıra kıyım ve şiddet hareketlerine girişmiş, bunların karşısında bütün dünya dehşete düşmüştür.

İşte 15 Mayıs çıkarmasında meydana gelen olaylar Türkleri protestoya ve direnme-ye sevk eden etkenlerden biri olmuştur. Millî hareket o zaman başlamıştır. İzmir’in Yunanlılarca işgali bu millî hareketi doğurmuş ve başına Mustafa Kemal Paşayı geçirmiştir 11.

Evet İzmir’in işgalinden sonra elinden silâhı da alınan halk Türk milletinin bütünüyle yok edileceğini anlamıştı. Bu son derece ümitsiz şartlar altında Kuvayı Millîye ruhu canlanmaya, kökleşmeye başladı. Türk milleti, yeni bir devlet kurma mücadelesine başlamalıydı. Yok edilme gerçeğini gören Anadolu insanı her tarafta baş kaldırmaya başlamalıydı. Kendisini engin imanıyla kendi silâhından başka bir şey kurtaramazdı 12.

İşte bu suretle karşı koyma bilinci toplumda olgun bir hale gelmiştir. Karşı koyma bilincinin olgunlaşması da millî hâkimiyete dolayısıyla demokrasiye giden yolun ilk basamağını oluşturmuştur.

2. İşgallere Karşı Gösteriler :
İzmir’in ve bunu takiben Manisa’nın ve Aydın’ın işgali ve icra olunan tecavüz ve eziyetler hakkında henüz millet aydınlanmamış ve bu feci darbeye karşı açıkça harekete geçmemiştir. Onun için milletin ikaz edilmesi ve harekete geçirilmesi lâzımdı 13.

İşte bu düşünceden hareketle Mustafa Kemal, 28 Mayıs’ta Havza’dan valilere, bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum’daki 15. Kolordu, Ankara’daki 20. Kolordu, Diyarbakır’daki 13. Kolordu Komutanlıkları’na ve Konya’daki Ordu Müfettişliği’ne bir genelge göndermiştir 14.
Bu genelge aynen şöyledir:
İzmir’in ve maalesef bunun arkasından da Manisa ve Aydın’ın işgali, gelecekteki tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Yurt bütünlüğümüzün korunması için, milletçe gösterilen tepkinin daha canlı ve sürekli olması gerekir. Yaşayışımızda ve millî bağımsızlığımızda gedikler açan işgal ve ilhak gibi olaylar, bütün millete kan ağlatmaktadır. Izdıraplar dindirilememiştir.
Sindirilmesi ve katlanılması mümkün olmayan bu duruma derhal son verilmesinin bütün medenî milletlerle büyük devletlerin adalet ve nüfuzundan sabırsızlıkla beklendiğini göstermek maksadıyla, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, Pazartesi başlayıp Çarşamba günü müracaatın arkası alınmak üzere, büyük ve heyecanlı mitingler yapılarak millî gösterilerde bulunulması, bunun bütün kasaba ve köylere kadar yaygınlaştırılması, bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Bab-ı Âli’ye etkileyici telgraflar çekilmesi, yabancıların bulunduğu yerlerde yabancılar da etki altına alınmakla birlikte, düzenlenen millî gösterilerde terbiye ve ağırbaşlılığın titizlikle korunması, Hıristiyan halka karşı saldırı, gösteri ve düşmanlık gibi tavır ve davranışlardan sakınılması zarurîdir.
Yüksek şahsiyetinizin bu konularda duyarlı ve etkili bulunmaları dolayısıyla işin iyi idare edileceğine ve başarıya ulaşacağına bendenizin tam bir güveni vardır. Sonuçtan haberdar etmenizi rica ederim. 15
Bu genelge yurt bütünlüğü fikrini halk arasında yaymış ve yabancı işgalinin Türk milleti tarafından bütün yurt ölçüsünde protesto edilmesini sağlamıştır 16. Nitekim bu genelge neticesinde tüm yurtta işgallere karşı mitingler ve gösteriler düzenlenmeye başlanmıştır. Mitingler, Anadolu’da başlayan millîyetçi hareketin teşkilâtlanması ve aksiyon haline gelmesinde önemli bir yer teşkil eder. Düzenlenen bu mitinglerin ortak fikirlerinden biri vatanın bütünlüğü kavramı olmuştur. Millet her ne kadar mağlubiyet gerçeğini kabul etmiş, bir kısım vatan toprağının elinden çıkmış olduğunu anlamış ise de, Türklerin çoğunlukta bulunduğu kısımların bütünlüğü hararetle savunulmuştur.
Bu miting ve protesto hareketlerinden mahallî mukavemet teşkilâtları, bunlardan Erzurum ve Sivas Kongreleri doğmuş, bu kongreler de Anadolu’daki milliyetçi hareketin temelini teşkil ederek vatanın kurtuluşunda en müessir bir amili olmuşlardır 17.

Millî Hâkimiyet düşüncesini ortaya koyan mitinglerden örnekler vermek yerinde olacaktır. Şöyle ki 19 Mayıs 1919 tarihinde yapılan İstanbul Fatih mitinginde 50 bin kişi bir araya gelmiş ve Halide Edip Hanım konuşmaya başlamıştır. O konuşmasında şunları söyler:
Müslümanlar, Türkler, Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Gece, karanlık bir gece fakat insanın hayatında sabah olmayan bir gece yoktur. Yarın bu korkunç geceyi yırtıp parıldayan bir sabah meydana getireceğiz. Arkadaşlar, bugün buraya toplanan şu halk kütlesinin bir tek isteği var; o da en tabii haklarının kendisinden alınmamasıdır. Fatih mitinginden bir gün sonra 20 Mayıs 1919 günü Doğancılar semtinde bir miting toplantısı daha tertip edilmiştir. Doğancılar mitinginden sonra şu kararlar alınmıştır;
1. Türklerin yaşadığı yerler bir bütündür, parçalanamaz.
2. En büyük intikam, zorla alınmış bir hakkın geri alınması esasında ortaya çıkar, şu anda bu intikam duyguları teşekkül etmiştir.
Türk milleti İstiklâl Savaşı’nın ilk safhasındaki mitingleri düzenlerken iki amaç gütmüştür. Bunlardan birincisi, millet olarak var olduğunu ispat etmekti. İkinci amaç ise, temsil mevkiinde bulunanların dikkatini çekmekti. Türk milletinin yapmış olduğu bu mitinglerde vatanın sahipsiz olmadığı en açık bir şekilde ifade edilmiştir. Yine bu mitinglere baktığımız zaman bunların bir halk organizasyonu olduğunu görürüz. Bunun anlamı şudur; Türk milleti tepki göstermek konusunda iradesini ortaya koymaktadır. Bu, millî irade demektir. Millî irade ise İstiklâl Savaşı’nın orjinini teşkil etmektedir. Mustafa Kemal Paşa, Türk milletinin bu eğilimini fark etmiş ve Millî Mücadeleyi bu mefkure çerçevesinde gerçekleştirmiştir18.

Zaten Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basmasından sonraki bütün çalışmalarının ortak bir özelliği vardır ki o da millî hâkimiyet ve millî iradeyi ön planda tutmasıdır. Ancak bu fikirler Mustafa Kemal’in zihninde bir anda oluşmuş fikirler değildir. Bunlar daha önceden oluşmuş, yalnızca uygulama safhası Anadolu’ya geçtikten sonra başlamıştır. Bu durum ise içinde bulunulan şartlardan kaynaklanmıştır19.
alıntı
Son düzenleyen _Yağmur_; 14 Aralık 2015 14:18 Sebep: sayfa düzeni yapıldı