Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
15 Aralık 2008       Mesaj #6
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
JAZZ MÜZİĞİ
Jazz. İçerdiği müzikal nitelik ve gelişim çizgisiyle 20. Yüzyıl müziğinin başlıca etken¬lerinden biri olan popüler müzik çeşidi. İngilizce jazz. 19. Yüzyılın sonlarında doğ¬muş, 20. Yüzyılda bütün dünyada benimsen¬miş, yaygınlaşmıştır. Kaynağında ve gelişim sürecinde Amerikan zencilerinin yaratıcılığını sergiler. Bu yönüyle "Amerikan müziği" değil, "Amerika'ya rağmen" yaşam bulan uluslararası bir müziktir: Afrika-Avrupa kay¬naklı ritim ve melodinin, Avrupa armonisi ve çalgılarının birleşmesiyle oluşan Jazz sen¬tezinin öğeleri arasında Afrika müziği; tar¬lalarda söylenen köle şarkıları; İngiliz'lerin dinsel müziği; Fransız'ların sokak şarkıları, halk dansları ve bando müziği; İspanyol sömürge müziği; ve bir ölçüde Kızılderili müziği vardır. Bu müzikal çeşitlilik Amerikan zencilerinin potasında eritilerek 19. Yüzyılın sonlarında çok etkili bir gerece dönüşen Blues ile yeni bir çeşni kazanmıştır. Blues 'un müzikal öz ve biçim görgüsüne dayalı armonik çalgısal uyarlamalara yönelme olgusu ise blues ile Jazz arasındaki göbek bağıdır.
Jazz müziği, 20. Yüzyılın hemen bütün müzik stillerinden yararlanmış olan zengin bir koleksiyondur. İlke olarak "çalgı müziği"dir ve din dışıdır. Mayasındaki *doğaçlama ve swing gibi başlıca iki etken, gelişen Jazz stillerine temel olmuştur.. Öte yandan eklektik kavrayışıyla Jazz, diğer müzik tür ve çeşit¬lerinden yararlanmayı bilmiştir. Genelde do¬ğaçtan anlatılan öykülere, "çağrı ve yanıt" ilişkisine, * blue nota gibi özgün, ilginç seslere dayanır: Bu ifade olanakları, insanın doğal ruhsal davranış biçimleri olan ağlama, mırıl¬danma, homurdanma, haykırma gibi duygusal tepkilerin müzikle dile getirilmesini sağlamıştır. Pekişmiş bir ritim geleneğinden, tematik yapılanma birikiminden, çalgı bilgisi deneyimlerinden güç alan Jazz, Amerikan popüler şarkılarındaki melodi ve biçimlerin yanı sıra, Latin Amerika danslarının ritimleri, Afrika ve Güney Amerika kıtasının vurmalı çalgıları gibi batı müziğinde bulunmayan öğeleri de kendi mozaiği içine almış, öte yan¬dan Debussy ve Ravel gibi izlenimci besteci¬lerin müziklerindeki armonik renkleri değer¬lendirmiştir.
Jazzın doğuşunda Avrupa müziğiyle başka bir etkileşim olanağı ise Amerikan iç savaşın¬dan arda kalan bando çalgılarının zenciler tarafından kullanılmasıdır. Beyazların "brass band"ini örnek tutan zenciler, 19. Yüzyılın sonlarında "Marching band" denen tören ban¬dolarını oluşturmuş, cenazelerde, düğünlerde, şenliklerde, özel eğlencelerde görev yapan bu topluluklar, marş ve dans müziklerinin yanı sıra şarkılar, blues 'lar seslendirmiştir.
Jazzın çekirdeği sayılan parçalara *ragtime denmiştir. Ragtime, aslında bir piyano müziği stilidir. 20. Yüzyılın ilk yıllarında piyanoyla kendi parçalarını seslendiren ragtime usta¬larının önde gelenleri Scott Joplin, James Scott ve Joseph Lamb'dir.
Kırsal kesim blues'unun sanatsal kimlik kazanması, "kent bluesu"na dönüşmekle gerçekleşmiştir. Bu olgu ilkin Amerika'nın Mississippi deltasındaki New Orleans'da yaşama geçmiş, 1890'lı yılların marching band'leri, Jazz band denen daha küçük çalgı topluluklarına dönüşmüştür. New Orleans'da jazz band gruplarında kullanılan çalgılar şun¬lardı: Kornet ya da trompet, klarnet, trombon, tuba, *bando (sonraları gitar ya da piyano).
Jazz müziğinin gelişim çizgisi, belirli dönemlerin belirli stillerini sergiler. Bu dönem ve stiller yaklaşık tarihlerle şöyle özetlenebilir:
Dixieland (1900-1920)
19. Yüzyılın son on yılında olduğu gibi, Dixieland stili sanatçılarının çoğunluğu New Orleans'lıdır. Ses kayıtları yapılamadığı için, bu dönemdeki seslendirmelerin müzikal niteliği hakkındaki bilgilerimiz sınırlıdır. Eldeki ilk kayıt, 1917 tarihli Original Dixieland Jazz Band'a aittir. Bu stilin önde gelen öteki Jazz toplulukları arasında Reliance Brass ve Jack Papa Laine'in önderliğindeki Ragtime Band vardır.
Chicago 1920-1930
Bu dönemde Jazz, zenci1erin amatöreğlence müziği olmaktan çıkmıştır. .1920'li yıllarda başlayan plak üretiminin Jazz sanatına yeni boyutlar kazandırması sonucunda, Chicago'da beyazlar da aynı alana yönelmiş, Jazz gruplarında yer alan bazı çalgılar değiş¬miştir: Geleneksel bir çalgı olan *banjo'nun yerine gitar ya da piyano, tuba'nın yerine kontrbas kullanılmıştır. Saksofonun Jazz müzi¬ğinde önem kazanması da bu döneme rastlar.
Chicago stilinin önde gelen sanatçısı Louis Armstrong'dur, ama bu stil aslında onun tır¬mandığı ilk basamakları temsil eder. Armstrong'un 1925-28 yıllarındaki Hat Five ve Hat Seven gruplarından kalan kayıtlara göre, çalgı müziği yorumcu1uğunda büyük gelişme olduğu anlaşılmaktadır. Sanatçı, daha o zaman, trompette *vibrato gibi yeni stan¬dartlar geliştirmiş, me10dik formülleri geniş bir taklit repertuarıyla yumuşatıp rahatlat¬mıştır. "Scat-singing" denen, insan sesiyle çalgı seslerini taklit ederek doğaç1ama yapma bu1uşu da Chicago stilinin katkılarından biridir. Başka bir önemli adım ise Armst¬rong'un uzun, tutarlı, duyarlıklı trompet solo¬larıdır. O dönemde herhangi bir solo çalgıda, bu derece zevk veren doğaçlama1ar yaparak Armstrong ile yarışabilecek sanatçı, sadece piyanist Earl Hines'dı. Chicago'nun yükselt¬tiği müzikal düzey 1920'li yıllarda Avrupa'da ilgiyle karşılanmış, Avrupa sanat müziğini etkilemiştir.
Louis .Armstrong'un kurduğu grupların yanı sıra, Chicago stili'nin öteki grupları arasında King Olivers 's Creole Jazz Band (Armstrong'la birlikte), Jelly Rol Mortan 's Red Hat Peppers vardır.
Swing (1930-1940)
Önceki yılların plak sektörü bu dönemde sanayiye dönüşerek büyük tecimsel boyutlara ulaşmıştır. Jazz müziğinde *big band denen geniş toplulukların oluşması da swing döne¬mindedir. Jazz, ABD' de artık tam anlamıyla benim¬senmiş olduğundan, kendisine yeni bir başkent seçmişti: New York. Bu dev kentin aranjörlerinden Don Redman, big band orkestralannın ilkelerini geliştirmiş, üfleme¬lilerin ses renkleriyle istediği bulamaçları sağlamak için çalgı gruplarıyla ilgili ayrıntılara özen göstermiştir. Dıştan bakıldığında bu düzenlemeler, orkestra disiplininin görü¬nümleri olarak algılanabilir; oysa Redman'ın asıl amacı, seslendirme sırasında yapılan gös¬termelik bir şekilcilikle her çalgı grubunun podyumda birlikte kalkıp birlikte otıırması gibi şeyler değil, tınıların kaynaşma ve zıtlık¬larından elde edilecek müzikal atmosferdi. Bu da ancak bilinçli bir *çalgılama, *orkestras¬yon ve *stil bilgisi çalışmasıyla gerçekleşen karizmatik bir yaklaşım demektir. Don Red¬man'ın aranjmanları, çalgılar arasında kar¬maşık ilişkilerden kaçınmayan bir yazıydı; bu yazı, Armstrong ve Coleman Rawkins gibi solistler için bir vitrin görevi yapmıştır. Redman'ın çalışmalarını daha sonra Benny Carter ve Fletcher Renderson üstlen¬miştir. Kansas City blues geleneğinde pişmiş olan Moten'in "band"i ise henüz 1932'de ya¬pılan bir dizi kayıtla "swing"in nasıl bir cevher taşıdığını kanıtlamıştır. Moten'in "Band"inde basçı Page, Bill ve sonraları Count Basie, blues şarkıcısı Jimmy Rushing, trompetçi Oran "Rot Lips" Page ve tenor sak¬sofoncu Ben Webster bulunuyordu. Grup, basit, akılda kalıcı, "Riff' denen değişen armoniler üzerine tekrarlanan renkli motifler¬le ve "Read" olarak nitelenen solo aranjman¬larla etkileyici gücünü geliştirmiştir. Moten ve Renderson'un yaptığı aranjmanlann kapışıldığı, klarnetçi Benny Goodman'in "King of Swing" diye anıldığı yıllardan sonra "Big band" hareketi, Count Basie'nin önderliğinde yeni bir hamle yapmıştır. "Dance band" toplu¬lukları, artık swing stilinin oynak, insanın içini kıpırdatan tipik özelliklerini sergiliyor¬du: Blues ve popüler şarkılardan kaynaklanan gerilimli melodilerin eşliğindeki piyano, gitar, kontrbas ve davulun oluşturduğu ritim çal¬gıları, davulcunun zile vurarak öncülük ettiği dört dörtlük ölçüdeki swing ritmini belirlemekteydi: Swing'le serpilip büyüyen Duke Ellington orkestrası, geleneksel çizgiye bağlı kalmakla yetinmemiş, onu geliştirmeye yönelmiştir. Yarım yüzyıl boyunca (1923-74) Duke Ellington'ın liderliğinde başarı kazanan orkestra, çalgı sanatçılarının en iyilerini bir araya getirmişti: Trompette Bubber Miley, Rex Stewart, Cootie Williams, Cat Anderson, Clark Terry; klamette Bamey Bigard; sakso¬fonda Johnny Hodges, Harry Camey, Ben Webster, Paul Gonsalves; trombonda "Tricky Sam" Nanton, Lawrence Brown; kontrbasta Jimmy Blanton. Jazz tarihinin en büyük¬lerinden Duke Ellington, topluluğuna duy¬duğu güvençle müziğin bütün alanlarına el atma cesaretini, buluşçuluğunu ve yara¬tıcılığını göstermiştir: Bir çeşit blues olan "Jungle" parçalarından hızlı danslara, ağla¬maklı romantik şarkılardan popüler zırzop parçalara, programlı müzikten minyatür konçertolara, genişletilmiş çalgı parçalarıyla biçimlendirilen - konser eserlerinden film müziklerine, hatta üç tane *Missa benzeri kilise müziği mayası taşıyan esere kadar genişleyen çeşit zenginliği, Ellington' daki müzikal iştahın akıl almaz sonuçlarıdır. Aslında bütün bunların altında, onun buluşları olan yeni armonik incelikler ve çalgısal bireşimler, düzensiz uzun cümlelerle yapılan deneyler, sürpriz "çıkma"ların gelenek içinde eritilmesi ya da sivrilmesi gibi yenilikler vardır. Ellington'ın ufkunu genişleten iki müzikçiyi de özellikle vurgulamak gerekir:
1926-29 arasında Miley, 1939-67 arasında ise Billy Strayhom. Benny Goodman'ın başarısı, big bang olgusunun popüler müzikle birleşmesine yol açmıştır. Goodman'in yanı sıra, Tommy Dorsey, Harry James, Woody Herman, Glenn Miller, Artie Shaw (şarkıcı Billy Holiday'le birlikte), Chick Webb (şarkıcı Ella Fitzge¬rald'la birlikte) ve Stan Kenton orkestraları, profesyonel yaklaşımın olgun örnekleridir.
Öte yandan dikkat çekici müziksel değer taşıyan özellikli sololar, küçük gruplardan ya da piyanistlerden gelmiştir. Piyanistler genelde iki ekole ayrılır: Müzikte solo piyanonun bütün yaratıcılık ve becerilerini sergileyenler; *boogie-woogie'ye yönelenler. Birinci ekolüp eşi görülmemiş temsilcisi Art Tatum'dur: Küçük ve gösterişli melodilerden yola çıkıp popüler parçalarla oyun oynayan, onları sürekli değiştiren, sürpriz ritmik değişimler uygulayan, cesur armonik yürüyüşlerden şaşırtıcı verimler sağlayan ve sonuçta bir orkestranın olanaklarını piyano¬suyla dile getiren Art Tatum, müzik tarihinin doruktaki yaratıcılarındandır. Öte yandan bir "Blues piyano stili" olan boogie-woogie yolu¬nu seçen Meade "Lux" Lewis, Albert Am¬moİ1s ve Pete Johnson, kullandıkları boogie¬woogie ostinatoları ile "Blues", "Ryhthm and blues" ve "Rock" için yaşamsal olan temel malzemeyi hazırlamışlardır.
Bebob (1940-1950)
Jazzın kendini yenileyen dinamik özelliği, 1940'lı yıllarda ticarileşmeye tepki biçiminde ortaya çıkmıştır. Yeni stil *bebob, alto sakso¬foncu Charlie "Bird" Parker ve trompetçi Dizzy Gillespie'nin yaratıcılığıyla gelişmiş, doğaçtan çalma (improvisation), bu dönemde öne çıkmıştır. Yoğun melodik doğaçlama, "Tema-solo tema" diyaloğundan oluşan bi¬çim, hızlı tempolar, ikincil akorların daha faz¬la kullanımı ve genişleyen akorlar, hızlı, dişli, asimetrik doğaçlamalı melodiler sonucunda, karmaşık bir armoni anlayışı gündeme gelmiştir. Kontrbasçılar, ilerleyen eşlik çizgi¬sinde tekrarlanan notalardan kaçınmış, davul¬cular uygun gördükleri ölçülerde davul seti üzerinde özgürce aksan yapmış, bu sanatı di¬leklerince konuşturmuşlardır. Parker ve Gil¬lespie'nin yanı sıra, öncü isimler arasında sak¬sofoncu Dexter Gordon ve Sonny Stitt, trom¬petçi Miles Davis ve Fats Navarro, tromboncu J. J. Johnson, piyanist Bud Powell ve Al Haig, besteci-piyanist Thelonious Monkve Tadd Dameron, davulcu Kenny Clarke ve Max Roach gibi isimlerin yüreklice atılımlarını vurgulamak gerekir. Bu yetenekli sanatçıların içinde Charlie Parker, iz bırakan bir doğaçla¬ma ustası olarak tarihe geçmiştir. Dizzie Gillespie ise 1947'de, gitar, piyano, bas ve davuldan oluşan küçük grubuyla yepyeni, rengarenk, ilginç bir bebob stili yaratmıştır: Afro-cuban Jazz.
Cool jazz (1950-1960)
Piyanist Lennie Tristano, çalışma ar¬kadaşları Lee Konitz ve Miles Davis'le birlik¬te bu stile öncülük etmiştir. Tristano'nun 1949'daki altı çalgılı grubunda, *legato deyiş¬le kromatik diziden yararlanan melodiler üre¬tilmiş, davulda değnek yerine süpürge kul¬lanılmıştır. Davis grubunun 1950'deki Birth of the cool sitili, orta hızdaki tempoların, renkli tonların, insan ruhunun içine dalıp çıkan dinamiklerin, aksamaların ve aranjmanların ve aranjmanlarla dengelenmiş doğaçlamaların müziğidir.
1950'lerde California'daki müzikçiler cool stilini West Coast (Batı Yakası) Jazzı adı altında yaygınlaştırmıştır. Bazıları yenilikçiy¬di: Bariton saksofoncu Gerry Mulligan ve trompetçi Chet Baker, piyanonun yer almadığı kendi kuartetlerinde, doğaçtan melodilerle kontrpuan tekniğini denemeye yönelmişlerdir. Piyanist Dave Brubeck ise alto saksofoncu .Paul Desmond'la işbirliği yaparak Jazz müzi¬ğindeki geleneksel dört dörtlük ölçünün dışına çıkmış, değişik, şaşırtıcı ölçüler kullanmıştır.
1960'lara gelirken davu1cu Art Blakey ve piyanist Horace Silver, tonal sistemden uzak¬laşarak pentatonik dizilerden melodiler, sub¬dominant merkezli bağlanışlar ve minör renkli armonilerle "Bebob"ın blues ve *gospel müzikleriyle ilişkisini yeniden kurmaya giriş¬mişlerdir. Modem Jazz Quartet'in (1952-74) müziği, piyanist John Lewis ve vibrafoncu Milt Jackson'un öncülüğünde Avrupa'nın eski oda müziği formlarındaki dinamik incelikleri swing doğaçlamasıyla birleştirmiştir. John Lewis ve Gunther Schuller, Avrupa sanat müziği ile Jazzın birleşerek üçüncü bir sanat akımı yaratılacağı görüşündeydiler. Miles Davis ise Bill Evans ve Gil Evans'la beraber eşlik ve biçim anlayışına yeni, ileri bir yak¬laşım getirmiştir.
Free Jazz (1960-1970)
Jazz sanatının bütün geleneksel değerlerine sırt çevirerek Avrupa'daki dizisel akımın paralelinde yadırgatıcı, alışılmamış bir müzik sergileyen Free Jazz, alto saksofoncu Omette Coleman ile trompetçi Don Cherry'nin öner¬diği ve geliştirdiği bir stildir. "Swing"in dış¬landığı, perde sistemi ve tınıların uç noktalara vardınldığı, "Tema"nın, "Ölçü"nün, "Ritmik kalıp"ların altüst edildiği bu atonal müziğin izinden giden iki önemli müzikçi Cecil Taylor ve John Coltrane'dir. Cecil Taylor, davulcu¬nun ve kontrbascının eşlik rollerine tam özgürlük tanıyarak kolektif atonal doğaçla¬mayı özendirmiştir. Free jazz, başlıca dayanaklarından birini Miles Davis'de bulmuştur. Uzun kariyeri süresince birçok stili yaşayan, hatta onlara öncülük eden, sıra dışı yaklaşımları seven Davis, ostinato besteleriyle John Coltrane'in yakınlık duyduğu bir sanatçıydı. Bu stilin başta gelen grubu "The Art Ensemble of Chicago", 1970'li ve 1980'li yıllarda "Free" Jazzın çeşitler kazanabileceğini göstermiştir.
Electric Jazz (1970-1980)
Stil çoğulculuğunun sürdüğü bu dönem, *rock müziğin elektro çalgılarından etkilen¬miştir. 1970'li ve 1980'li yılların akımı Fus¬sion, Miles Davis'in eski çalışma arkadaşlarıHerbie Hancock, Chick Corea, Keith Jarret, Joe Zawinul (klavyeli çalgılar); Wayne Shorter ve Benni Maupin (ahşap üflemeli çal¬gılar); George Benson ve John McLaughlin (elektro gitar); Airto Moreira ve Billy Cop¬ham (vurmalı çalgılar) gibi sanatçıların öncü¬lüğünde gelişmiştir. Hancock synthesizer ile Maupin ise dans havasında *soul stiline; Shorter ve Zawinul, kurdukları Weather Re¬ port topluluğuyla rock ritim ve aranjmanları¬na yakınlık göstermişlerdir. McLaughlin ve Cobham, Mahavishnu Orkestrası yoluyla Jazz armonisiyle değişime uğratılmış hard rock'a yönelmiştir. Corea, Moreria ve elektrobas sa¬natçısı Stanley Clarke, kendi grupları Return to Forever'da Latin müziğinden, sonraları da tenor saksofoncu Stan Getz'e eşlik ettiği yıl¬larda *bosso nova biçiminden yararlanmış¬lardır. Jazz sanatı evrimini sürdürmekte ve genişletmekte, tarihteki yerini geliştirmektedir. Bundan ötürü, Jazz tarihi üzerine yapılan bir araştırma, Jazzın bütün stillerinin gelişmekte olduğunu göz önüne almak durumundadır.
Türkiye'de Jazz
Jazz sanatının dünyada yaygınlaşması bakımından oldukça erken bir tarih olan 1930'lu yıllarda bu ateşin ülkemizde de yakıldığı ve günümüze kadar sönmediği görülür. İlk Jazz topluluklarımız, alto sakso¬foncu İbrahim Özgür'ün öncülük ettiği trio ile birkaç yıl sonra trompetçi Giudo Komfilt'in kurduğu Jazz orkestrasıdır. 1940'lı yılların başında İstanbul Radyosu, İbrahim Özgür, Fazıl Abrak gibi sanatçıların desteğinde canlı Jazz yayını yapmış, ayrıca İstanbul 'un gece kulüplerinde Jazz müziği seslendiren topluluk¬lar yer almıştır. Öte yandan Kadıköy Halk¬evi'nde Hulki Saner, Mehmet Akter, Necdet Alpün ve Fazıl Abrak'ın toplulukları konser¬ler venniştir. Kadıköy'deki bu Jazz çevresine sonradan Erdem Buri, İlhan Mimaroğlu ve Erol Pekcan katılmıştır.
1950'li yıllara gelindiğinde, İsmet Sıral'ın orkestrasına besteler yazan Arif Mardin adıy¬la karşılaşılır. Nejat Cendeli, Süheyl Denizci, Ümit Aksu gibi çalgı sanatçılarının yanı sıra, Sevinç Tevs, Ay ten Alpman ve Rüçhan çamay, Jazz şarkıcısı olarak ün kazanmıştır. Birkaç yıl sonra, Jazz topluluklarına konserva¬tuardan yetişen Selçuk Sun ve Melih Gürel gibi çalgı sanatçıları da katılmıştır. Dönemin bir başka yıldızı, trompetçi Muvaffak Fa¬lay' dır.
Türkiye'nin ilk Jazz kulübünü, 1959'lerin sonunda İstanbul' da trompetçi ve armonikacı Hasan Kocamaz açmıştır. Daha sonra İsmet Sıral'ın orkestrasına katılanlar arasında kontr¬basçı Selçuk Sun, davulcu Vasfi Uçaroğlu, alto saksofoncu Hrant Lusigyan, tromboncu İlker Yetişen ve piyanist Ayhan Yünkuş gibi isimler vardır.
Davulcu Erol Pekcan, Türkiye'de Jazz sanatının sevilmesinde öncü rol oynamış, Berklee Müzik Okulu'nda öğrenim yapan besteci ve piyanist Emin Fındıkoğlu ise 1960'lı yıllardan başlayarak gelişime katkıda bulunmuştur. Fındıkoğlu'nun yanı sıra Neşet Ruacan, Onno Tunç, Arto Tunçboyacıyan, Altan İlter, Günnur Perin, Turan Etike, Selim Selçuk, Murat Verdi, Nilüfer Ruacan ve şarkıcı Nükhet Ruacan gibi değerli Jazz sanatçıları da bu sanatın yükselmesinde pay sahibi olmuştur. Ayrıca piyanist ve saksofoncu Tuna Ötenel'in katkısı önem taşır. Türkiye'de ilk Jazz festivali 1982'de İstan¬bul' da gerçekleşmiş, festivalin ev sahipliğini Neşet Ruacan ve Önder Focan'ın toplulukları yapmıştır. 1983 'te kurulan TR T İstanbul Radyosu Jazz Orkestrası gibi önemli bir kuru¬luşu 1997 yılına kadar Süheyl Denizci yönet¬miş, bu görevi ondan Neşet Ruacan devralmıştır.
1990'lı yıllardan başlayarak genç piyanist Kerem Görsev, deneyimli gitarcı Önder Focan ve uzun yıllar yurt dışında başarı kazanmış olan Fatih Erkoç, Türkiye'de Jazz sanatına hareket getirıniştir. Jazz şarkıcısı olarak yurt dışında isim yapan Nükhet Ruacan'ın yanı sıra, Tuna Ötenel, Emin Fındıkoğlu ve piya¬nist Nilüfer Ruacan'ın CD'leri yurt dışında ilgiyle karşılanmıştır.
Quo vadis?