Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
birde aşağıdaki görüş var dinsel inanışı bir piramide benzetip en alt kısmını şeytan olarak nitelendiriyorlar.. inceleyiniz..
Ortalığı karıştıran, Avrupa’da okul (scool/skolastik) dışında başka bir aydınlar sınıfının (clery) doğmasıydı. Bu sınıf 18. Yüzyıla geldiğinde artık 500 yıllık bir oluşuma (üniversiteleri, bilim adamları, toplulukları, öğrencileri, matbaaları, destekçileri ves. ile) sahipti. Okul dışı (yani kilise eğitimi dışı) oldukları için volk’a (halk’a) daha yakındılar. Ayrıca, clery’si varlık itibariyle de düzen dışıydı (Avrupa’da clery’sinin geçmişi için bkz. Peter Burke, Bilginin Toplumsal Tarihi, Çev. Mete Tuncay, İstanbul 2001.)
Doğu’dakinin aksine Avrupa’nın alt yaşamı (günah alanı) çok zengindir. Zamanında Mutaharri’nin ilginç bir yorumuna rastlamıştım. Şöyle derdi, “Doğu’da çok eşlilik kabul edilmez bir şey de, Batı’da neden zina ilginç bir şey?” Batı’da, halkın piramidin basamaklarını tırmanma hakkı olmadığı için, halk geriye doğru (alta, Şeytana) bir piramit oluşturmuştur. Halk yaşamının günah alanları vardı. Hıristiyan mantığı bunu bildiğinden devasa bir günah çıkartma mekanizması oluşturmuştur. Cahil ve avam halk, günahını itirafa zorlanarak kurtulabilirdi. Bu, Papalık rejimi açısından halkı yönetme biçimiydi de. Soylu bir kadın da günah işleyebilirdi. Bu onun halkın alanına kayması (basitleşmesi), Şeytana uyması olarak görülüyordu. İçgüdü, çizginin altı olduğu için, her kezin dibe dalıp çıkması olasıydı. Ama, hep orada kalan, dipde yaşayan veya yaşamaya mahkum edilmiş kalabalık bir zümre vardı. Clery’si bu zümrenin hakkını savunmak üzere ortaya çıktı. Ve buna meşru bir söylem olarak Socrates’in “kendilik” öğretisini kazandırdı. Zira, Socrates’in “kendilik” (gnothi seaton) öğretisi, halka birey/insan hakkını tanıyordu. Aydınların bu söylemi en fazla burjuvaziden destek gördü. Neden? Çünkü piramitte varlıksal olarak bir katman oluşturdukları halde burjuvazi soylu bir sınıf olmadığından, idareden menedilmiştir. Çok daha önemlisi burada işin içine Yahudi ticaret mantığının da girmesiydi. Yahudilerin soylulara mal satma ve onlar için mal üretme hakları olmadığından, market kültürünü geliştirdiler ve her kezin alım gücüne uygun mal ürettiler. Ticaretin ve üretimin halka açılımı ve “tek haklının müşteri” olması alt tabakada bir patlamaya neden oldu. Aydın-halk-burjuvazi çizginin altına doğru, adeta başı aşağı kendi toplumsal piramitlerini oluşturmağa başladılar. Bu piramidin tepesine (en alta) çıkanlar, en fazla bireyselleşenlerdi. Bu alan Şeytanın düzeniydi. Fransız afişi bunu anlatmaktaydı ki, geldiğimiz noktada bu afiş günümüz açısından hiç de sürrealist olmadığı bir gerçektir. Çizginin altında kurulan bu piramit, çizginin üstündeki çatıyı yok etti ve çizginin üzerindeki değerleri bireyin istencine bıraktı. Çizginin üzerinde yer alan bilgi ve iktidarı da, herkezin hakkı ilan etti (eğitim ve seçme-seçilme hakkı). Bu herşeyden önce iki şeyde kendisini kanıtladı: dilde (mantık, düşünce ve konuşmada) ve yaşamda (zaman ve mekan).
Dil, halkın konuştuğu dil haline geldi. Bu dil iki boyutlu bir yapı oluşturuyordu: gösteren ve gösterilen. Yani gösteren ve belirleyen olarak insan/özne, gösterilen olarak insan dahil insan dışı olan/nesne. İnsan dahil insan dışı olan, Batı’lı mantığı ile düşünmeyen anlamıdadır. Yani öteki. Yaşam anlamında ise tarihsel zaman epistemesi esas alındı. Her şey zaman ve mekan olarak şuan’a (şimdi’ye) mahkumdu. Geçmiş ve gelecek şimdi olduğu için vardır.
Batı, başıaşağı dönmüş dünyadır. Başıaşağı kalabildiğimiz ölçüde Batılıyızdır.
Quo vadis?