Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
18 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Toplumcu Şiir; Halkı anlatan, halkın sorunlarını anlatandır. Özellikle Nazım Hikmet başarılı bir şekilde ortaya koymuştur.Diğeri ise Rıfat Ilgaz.
Edebi zevki devam ettiriyorlar, hem de bireyciliğin tuzağına düşmüyorlar.
Örneğin sayfa 57 de İÇİMİZDEN BİRİ adlı şiir toplumsal bir şiir. çobanın hayatını anlatıyor. çobanın askere gittiğini fakat tanınmadığını sırtına bir bazlama(ekmek) bağlayarak, davulsuz zurnasız askere gönderildiğini fakat ağanın oğlunun şanlı bir düğünle davullu zurnalı askere gittiğini söyliüyor.




Yirminci yüzyılın başlarında, neredeyse tüm dünyada eşzamanlı olarak gelişen siyasal ve toplumsal hareketlere bağlı olarak yeni bir edebiyat akımı doğdu. Toplumsal gerçekçilik ya da sosyalist gerçekçilik adı verilen bu akım; şiirden, edebiyatın ve sanatın her alanına kadar geniş bir yelpazede etkisini gösterdi. Emekçilerin sorunlarını, emek-sermaye çelişkisini ve yaşamsal kaygılarını konu alan bu akım, “toplum için sanat” görüşünü temsil ediyordu. Bu akım için, bir bakıma sosyolojik karakterli bir edebiyat akımı dersek, yanılmayız.

Ana ilkeleri, 1934 yılındaki Sovyet Yazarlar Birliği’nin birinci kongresinde saptanan toplumsal gerçekçilik akımı, gerçekçiliğin Marksist yorumuyla gelişen bir sanat akımı oldu. Sanatın her alanında, “ne olduğundan çok, nasıl olması gerektiği sorusuna” yanıt arayan bu akım, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk edebiyat literatürüne girdi. Türkiye’nin toplumsal yapısını ve edebi sorunlarını ele alan toplumsal gerçekçiler, o dönemin Aydınlık dergisi etrafında bir araya geldiler.

Çeşitli ülkelerde farklı görünümler kazanan bu akım, Türkiye’de de başlangıçta sadece belli konulara bağlıymış gibi algılandı, öyle göründü. (Yoksulluk, kapitalizm eleştirisi, emek sömürüsü gibi) Ardından, siyaset ve edebiyatın görev alanlarının yeniden netlik kazanmasıyla, bu akıma olan bakış açısı da farklı bir boyut kazandı. Toplumsal gerçekçilik, ülkemizde bu akımın en güçlü sesi olan Nazım Hikmet ile başladı. Zamanla Rıfat Ilgaz, Enver Gökçe, Arif Damar, Attila İlhan, Ahmet Arif, Şükran Kurdakul gibi sanatçıların da eklenmesiyle, başlangıç döneminde önemli eserler verildi. 1950’li yıllara gelindiğinde ise Hasan Hüseyin, Ceyhun Atuf Kansu, Talip Apaydın, Mehmet Başaran gibi şairler, toplumcu gerçekçilik saflarında yer aldılar.

1940’lı yıllar, Türk şiirinin güçlendiği yıllar olarak geçti edebiyat tarihine. Toplumsal gerçekçilik akımının da etkisiyle önemli kazanımlar elde edildi ardı ardına. Önce hece kaldırıldı şiirden. Özellikle Ahmet Kutsi Tecer, halk şiiri geleneğini yeniden canlandırmaya çalıştı. Şiirde Nazım etkisine karşın, Garip akımı doğdu. Orhan Veli ve arkadaşlarının etkisiyle gelişen bu akım ile de şiirde ölçü, uyak ve şairanelik silinmeye çalışıldı. Ardından İkinci Yeni dönemi başlayacaktı. Cemal Süreyya ve Edip Cansever’in öncülük ettiği bu akım da Garip akımının tam tersi bir kadrajdan baktı şiire. Somuta karşı soyut, şiirde rahatlık yerine zorlama… Bu akımda önemli olan, önce biçimdi. Siyasal nedenlerden ötürü basılması yasak olan Nazım şiirlerinin, 1965 yılından sonra yeniden basılmasıyla birlikte ise toplumcu şiir yeniden kendini bulacaktı.
Quo vadis?