Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
19 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Teknoloji ve İnsan
İnsanlığın Bilinen Geçmişi


İnsan olarak anılan canlı varlık, üzerinde yaşadığımız Dünya gezegeninin ve güneş sistemimizi oluşturan tüm gezegenlerin en akıllı canlısıdır. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan en önemli özelliği aklı ve yetenekleridir.
İnsan, bilinen geçmişi süresince çevresinde oluşan hareketle­ri ve bunların nedenlerini, üzerinde yaşadığı dünyayı, güneş sis­temini, kendi galaksisini ve tüm evreni algılama yolunda sürek­li çaba sarf etmiştir. Et ve kemikten oluşan vücudu ile yapama­yacağı işleri, yarattığı âletlerle yapabilmek için çalışmıştır. Bir bakış açısı ile sanki yapısının derinliklerinde, yani genetik enfor­masyonunda, "Varoluşunun Keşfedilmesi" görevi yatmaktadır.
Bilinen ya da tahmin edilen insanlık tarihi MÖ 50.000 yılı­na kadar uzanır. Bu döneme ilişkin fosil kalıntılar, yazılı yapıt­lar ve efsaneler günümüze kadar gelmiştir. Bilindiği gibi can­lıların ve insanların yeryüzünde varoluşlarına ilişkin çeşitli yaklaşımlar ve dogmatik inanışlar vardır. Skolâstik yaklaşıma göre tüm canlılar sembolik bir anlatımla ilâhi bir güçle bir günde yaratılmışlardır. Evrim teorisine ve genel bulgulara gö­re ise Homo Erectus günümüzden 200 ile 500 bin yıl önce de­nizlerden karalara çıkarak iki ayağı üzerinde dikilmiş, sürecin devamında ise düşünebilen insan yani Homo Sapiens oluşmuş­tur. Günümüzden 200 bin yıl önce düşünebildiği varsayılan in­san, günümüzden sadece 6.000 yıl önce dev adımlar atmaya başlamış ve yeryüzünde geçmişi bilinen bir insanlık tarihi oluşmuştur. İnsanlığın son 6.000 yıllık geçmişinden önceki dö­neme ilişkin ise çeşitli düşünceler vardır. Bu düşüncelerin te­melinde, tüm kutsal kitaplarda ve semavî dinlerin ortaya çıkı­şından önceki dönemlere ilişkin tarih kitapları ve sanatsal ya­pıtlarda anlatılan olaylar yatmaktadır. Bunlardan "Büyük Tufan Efsânesi", "Kıyamet Tanımlanışı" geçmişe yönelik düşün­celerin ve insanlığın varoluşu olgusunun büyük bir merakla araştırılmasına neden olmaktadırlar. Bir diğer yaklaşıma göre tüm canlıların yeryüzüne içinde yaşadığımız galaksinin kıyamet sonucu yok olan bir gezegenin­den gelmiş oldukları da düşünülmektedir.
Bilindiği gibi dünya gezegeni Samanyolu olarak adlandırı­lan gezegenler topluluğu içinde bulunmaktadır. Samanyolu ga­laksisi Evrende bulunan milyarlarca galaksiden sadece biridir. Samanyolu galaksisi de kendi içinde milyarlarca güneş siste­minden oluşmaktadır. İçinde bulunduğumuz güneş sistemi bel­ki de Samanyolu galaksisinin en ücra köşesinde kalmış, belki de en unutulmuş parçalarından biridir.
İnsan, bizim bildiğimiz kendini tanıma ve bilme zamanından bu yana sürekli olarak varoluşunu irdelemiş, yaşadığı günün ga­ilelerinden bir an uzaklaşıp tefekküre dalarak "nereden gelip ne­reye gidiyoruz" sorusunu kendi kendine sürekli sormuştur. Du­varları ve sınırları olmayan bir uzayda ara sıra sanki bir tefek­kür hücresine girmiştir. Bu sorgulamayı aklını bildiğimiz anlam­da kullanmaya başladığı dönemlerde sembolik anlamda da ger­çekleştirmeye devam etmiştir. Naacal tabletlerinden öğrendiği­miz kadarı ile Mu uygarlığında bu sorgulamayı tefekkür hücre­lerinde kendi kendine yapmıştır. Mu uygarlığının devamı olarak kabul edilen Mısır uygarlığının yarattığı Keops, Kefren ve Mikerinos piramitlerinin (MÖ 3000) altında bulunan hücrelerde de ara sıra tefekküre dalarak çözemediği bu soruya cevap bulmak için çaba sarf etmiştir. Binlerce yıl sonra da keşfedilen onca bi­linmeyen olmasına rağmen halâ aynı soruyu kendi kendine sor­makta ve sembolik anlamda tefekkür hücresine girmektedir.
İnsan bu araştırma sürecinde, hedefine ulaşabilmek için ya­şamını kolaylaştıracak âletleri yaratma, icat etme yolunda iler­lemektedir. Geçen binlerce yıllık süre içinde sarf edilen sürekli çabalar nicel birikimler oluşturmuş, bu birikimler bazı zaman­larda parlatılan kıvılcımlarda nitel dönüşümler yaratmışlardır.
Yeryüzündeki insan yaşamını tümü ile etkileyen bu büyük dönüşümler çağ olarak adlandırılmışlardır. Çağ kavramı insan­lık tarihinde yaşanan kültürel gelişmelerde elde edilen büyük aşamaları belirlemektedir. İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ derken, "çağ" kavramı bu anlamda kullanılmaktadır.
Yaşamın bilinen ilk çağında insan dünyanın zor doğal koşul­ları içinde yaşam mücadelesi vermekteydi. Bu döneme ilişkin bulgular yaşanılan dönemleri Taş ve Maden devirleri olarak adlandırmamıza neden olmaktadır. Yontma Taş ve Cilâlı Taş dönemlerinde insan dünya üzerindeki yaşam mücadelesini sürdürebilmek için yararlanabileceği diğer canlıları öldürebilmek amacı ile taştan silâhlar yapmıştır. Sürecin devamında ateşi kullanarak madenleri işlemiş, gelişimini ve doğa ile mücadele­sini sürdürmüştür.
Âlet yapma yeteneği, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biridir. İnsan, bildiğimiz başlangıç döne­minden bu yana teknoloji üreten bir varlıktır. Bu bakış açısı ile de teknolojinin tarihi insanlığın tüm evrimini içerir. Teknoloji insanlığın ilk dönemlerinde zanaatkarlar tarafından üretilmek­tedir. Eski Yunanlılar teknoloji kavramım "Techno" yani "zanaat" ve "logos" yani "söz" sözcüklerinden oluşan bir tanımlama ile ifade etmekteydiler.
İnsanlık tarihi içinde doğanın zor koşullarına karşı verilen yaşam mücadelesi binlerce yıl sürmüştür. Yapılan âletlerin ya­şamı kolaylaştırıcı özelliklerinin kullanılması ve bu sürecin ar­tarak hızlanması ile teknolojik ilerlemeler yaşamı belirlemeye başlamıştır.
İnsanın evrim süreci içinde, bilginin, bunu değerlendirerek ve yargılayarak sonuç elde eden aklın, akıl ve mantığın sonucu ortaya çıkan teknolojinin, birbirini etkileyen ve ilerleme kayde­den bir süreç olduğu görülür. Bilgi bir süreç ve birikim ile elde edilmiş,akıl ile değerlendirilmiş, elde edilen sonuç yeni keşif ve icatların yani yeni âletlerin yapılmasını sağlamıştır. Bunların kullanımı ile yeni güzellikler ve yeni bilgiler elde edilmiştir.

RÖNESANS
Bilinen tarihte ilkçağ, insanın doğa ile yoğun mücadelesi ile geçmiştir. Bu çağın devamındaki antik çağ olarak adlandırılan MÖ 700 - MS 500 yılları arasında araştırıcılık, felsefe, keşifler ve icatlar ön plândadır.
Tarih boyunca insanların sürekli sorguladığı "Varoluş" olgu­su antik çağda da yoğun bir şekilde araştırılmıştır. Gerçek bili­min henüz varolmadığı bu dönemde düşsel tasarımlara bilim denilmektedir. Tanrıların, Evrenin ve insanın yaratılışı üzerinde felsefî anlamda düşünce üretilmektedir. Yunan filozofları Evre­nin oluşumunu tabiat olayları ile araştırmışlardır. Evreni oluş­turan ana maddeyi Thales "Su" olarak tanımlamıştır. Anaximenes buna "Hava", Herakleitos "Ateş" Anaximandros "Sınırsız ve Vasıfsız Bir Madde" demiştir. Demokritos ise Evreni "Boş Uzaydaki Atomlar" olarak tanımlamıştır. Antik çağ boyunca araştırılan "Nereden Geliyoruz" sorusuna tek tanrılı dinlerin or­taya çıkması ile bir cevap bulunmuştur. Bu olgu belki de araş­tırmaktan yorgun düşen insanın bir teslimiyeti olmuş ve ortaçağ boyunca düşünce, yerini inanışa bırakmıştır.
Ortaçağ, bireysellik bilincinin bastırıldığı, insanların din bir­liği içinde toplumsal bir kimlikle yaşadığı bir dönemdir. Özel­likle batı ülkelerinde yaşamın ve devlet yönetiminin temel un­suru kilise teşkilâtıdır. Kilisenin dogmalarına dayalı yönetimi altındaki halk, yaratma özgürlüğünün tanrılara özgü bir etkin­lik olduğuna inanmakta ve bu dünyadaki yaşamını öteki dünya­ya hazırlık için sürdürmektedir. Dogmalara dayalı bu karanlık yaşam uzun sürmemiştir. Kilise dışında etkin bir güç olan derebeyleri barutun Çin'de icadı, batıya gelmesi ve teknolojinin ge­lişmesi sonucu etkinliklerini kaybetmeye başlamışlardır. Tek­nolojik gelişme ile batı toplumunda bireysellik bilinci de uyan­maya başlamış, atölyeler bazında yapılmaya başlayan üretim, zamanla, sermaye birikiminin oluşmasını da beraberinde getirmiştir. 15. yy'ın sonlarında yani Dünyada büyük coğrafya keşif­lerinin yapılmaya başlandığı sırada önce İtalya'da başlayan sonra da diğer Avrupa ülkelerine yayılan edebiyat ve sanat ala­nındaki yeniliklere Rönesans denilmektedir. Ortaçağın din top­lumuna dayanan toplumsallık bilincinden bireysellik bilincinin filizlenmesi Rönesans'la birlikte olmuştur. Bilindiği gibi bu dö­nemde özellikle sanatçıların bireysel çabaları ile dogmalara dayalı düzen çökmüş ve dünya bugünkü medeniyetin başlangıcı olan aydınlanma çağını yaşamaya başlamıştır.
Quo vadis?