Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
22 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
5 Kasım 1922"de Ankara"da 101 pâre top atılarak saltanat kaldırılmış, o andan itibaren Sultan Vahideddin"in padişahlığı zaten sona ermiştir. Bu durumda yurtdışına kaçan "Sultan Vahideddin" değil, "Vatandaş Vahdettin"dir!
İlk durağı Malta oldu. Oradan Melik Hüseyin`in daveti üzerine Mekke`ye gitti. Hicâz ve Mısır"a uğradıktan sonra, İtalya"nın San Remo kentine yerleşti. Kiraladığı bir villada, yakın maiyetiyle yaşamaya başladı. O sırada İtalya Kralı Emanuel, Padişah"a bir yaveri aracılığıyla şu teklifi yaptı:
"Ülkenin muhtelif yerlerinde saraylarımız var. Zatiâlilerinin ikameti için, nerede oturmak istiyorlarsa, orada derhal bir saray verilecektir. Ayrıca, yüksek müsaadeleriyle, Zat-ı Şahane"nin emrine her ay takdir buyuracakları miktarda bir meblağ tahsis edilmiştir."
Sultan Vahideddin bu teklifleri münasip bir lisanla ve teşekkür ederek reddetti. Oysa yurtdışına çıkarken, emrinde hazineler olduğu halde, şahsi parasının ve hanedan armasının dışında tek kuruş almamış, (bu konuda muhalifleri iftira atmaya bile cesaret edemediler) okumak üzere hazine dairesinden aldığı kıymetli bir kitabı dahi makbuz mukabili iade ettikten sonra yurtdışına çıkmıştı. Millet malına bu kadar hassastı&
Bu hassasiyeti yüzünden kısa süre içinde parasız kalacak, hanedan armasının üstündeki kıymetli taşları söküp sattırarak bir süre daha yaşayacak, böyle bir zaruret içinde yaşarken bile İtalya Kralı"nın teklifine benzer tüm teklifleri geri çevirecekti.
Hâlâ "Müslümanların Halifesi" unvanını taşıdığına inandığı için, kimseden karşılıksız bir ikram kabul etmiyordu. Bir gün, para işlerine bakan Fahri Bey, bu tavrını eleştirdi:
"Bu kadar ikramı reddediyorsunuz. Herhalde mutfağınızda kuru soğan dahi kalmadığını bilmiyorsunuz" dedi.
Bunun üzerine Sultan Vahideddin ağlamaklı oldu: "Fahri Bey" dedi, "Maiyet-i saniyemde bulunmaya mecbur değilsiniz. Bu hayat size zor geliyorsa ayrılınız. Ben Müslümanların halifesi sıfatıyla bir gayr-i Müslim(Müslüman olmayan) hükümdarın ihsanını kabul edemem."
16 Mayıs 1926 tarihinde San Remo"da vefat ettiğinde şehrin kasaplarına, bakkallarına ve sair mağazalarına önemli miktarda borçları vardı. Alacaklılar, Padişah"ın öldüğünü duyunca koşup alacaklarını istediler. Aksi gibi hiç kimsede borçları ödeyecek kadar para yoktu. O zaman da cenazesini haczettiler&
Bu, sözün tam mânâsıyla bir hicran ve hüsran sayfasıdır. Hatası, sevabıyla Osmanlı Devleti"ni yönetmiş bir "Halife-i Rû-yi Zemin"in cenazesi, gurbet ellerde ortada kalmıştı. Çocukları hıçkırarak ağlaşırken, ona ücretsiz hizmet eden adamları, derin acılarını içlerine atarak, para bulmak için sağa-sola koşturuyorlardı. İsteseler elbette İtalya hükümetinden gereken parayı alabilirlerdi, ama gayr-i Müslimlerden sağlığında almadığı yardımı, ölümünden sonra alarak ruhuna ihanet edeceklerini düşünüyorlardı.
Başka çare kalmayınca, arka kapıdan cenazeyi kaçırdılar. Selahaddin Eyyûbî Türbesi"ne defnetmek üzere, vasiyeti gereği Şam"a götürdüler. (Daha sonra Suriye ve Mısır Müslümanlarından toplanan parayla Padişah"ın borçları kuruşuna kadar ödendi) Ama adı geçen türbede yer kalmadığından, Yavuz Sultân Selim Camii haziresine defnedildi.
Öldüğü güne kadar, gelip giden herkese Türkiye"den haberler soruyor, Cumhuriyet`in kurucuları hakkında ileri-geri konuşmaya yeltenenleri sert bir hükümdar bakışıyla susturup, "Onlar bizim paşalarımızdır, gıyaplarında konuşulmasını arzu etmeyiz" diyor, "Saltanat ve sarayın yıkılması önemli değildir, önemli olan milletin kurtulmuş olmasıdır" şeklinde konuşup şükrediyordu.
Bugünkü Cumhuriyet Türkiye"sine yakışan, Sultan Vahideddin"den (82. ölüm yıldönümüdür), Şair Nazım Hikmet"e kadar, gurbette kalan değerlerinin cenazelerini ülkeye getirmektir.
Quo vadis?