Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
27 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Doğanın Mucuzevi TekstilcisiKültür & Sanat
ipek
KAYNAK : Ev Tekstili Dergisi – (sayı 41)
Çok eski zamanlarda, Çin’de Lişing adında güzel bir kız yaşıyormuş. Fakat nişanlısı vefasızlık etmiş. Kız bu vefasızlığa çok üzülmüş ve bir gün Begobe Tapınağı yanında bir ağacın gölgesine sığınarak göz yaşı döküp vefasız nişanlısını beklemeye başlamış. Saatler geçmiş nişanlısı gelmemiş. Kız artık hıçkıra hıçkıra kahrolurken bir kelebek nazlı nazlı uçarak kızın yanına sokulmuş ve kulağına şu sözleri fısıldamış :
‘Senin gölgesine sığındığın ağaç çok yaralı ve kutsal bir ağaçtır. Başını yukarı kaldır ve bu ağacın dallarına bak!...Ben o dallar yuva kurdum Bu yuvanın adı kozadır. Bu dut ağacıdır. Hemen gel bu kozaları devşir ,onlardan ipek çıkart ve kendine şimdiye kadar hiçbir kadının giymediği bir kumaştan, ipekten giysiler dik .Bu dut ağacının ve onun üzerindeki kozalarımın sayesinde yapacağın giysi ile o kadar güzel olacaksın ki, nişanlın sana bir daha vefasızlık yapmayacak.’’
Çinli kız ,kelebeğin sözlerinin yerine getirmiş. Kozaları dut ağacından toplamış, bunlardan ipek çıkarmış, bu ipeklerden de kendisine güzel bir giysi yapmış. Giysiler öyle güzelmiş ki bu kızı yüz kere daha güzelleştirmiş. Kızın nişanlısı da bu dünyalar kadar güzel kıza bir daha vefasızlık edememiş. Evlenmişler ve ömürlerinin sonuna kadar dut ağacına ve ipek kozasına dua ederek mutlu bir ömür yaşam sürmüşler...
İpeğin Anadolu’ya Gelişi

Anadolu’da dut ağacı ve ipekböceğinin ortaya çıkışına değin bu söylenceler anlatılmaktadır Gerçektende ipek böceğinin keşfi, İ.Ö. 2.600 yıllarında Çin imparatorluğu Hoangiti zamanında ,saray bahçesinde yaprak yerken görülen tırtılların incelenmesi ile gerçekleştiği, kaynaklarda yazılıdır.
Kozacık ise Çinlilerin gizli bir sanatı olarak yüzyıllarca kalmıştır. Çin için çok önemli bir zenginlik kaynağı olan ipekçilik sanatının dışarı çıkmasını önlemek için ölüm cezaları getirilmiştir. Çinlilerin bu ulusal sanatını dünyaya, Türklerin yaydığı söylenir. İ.S.149 yılında Türkistan’ın Hotan Eyaleti Hakanı bir Çin prensesi ile evlenmiştir. Prenses gerek ihtişamını sürdürmek gerekse eşine bir düğün armağanı vermek üzere saçlarının arasında İpekböceği tohumlarını Çin’in dışına çıkarıp Hotan’a getirdiği söylenir .
552 yılında Bizans İmparatoru Justinien zamanında ise, Türkistan’a gönderilen iki rahip, kozacılığı öğrendikten sonra, bastonları içinde sakladıkları kozalar ile, İpekböceğini Anadolu’ya taşımışlardır .Bir başka söylenceye göre ise, Türk Hakanı Tuman’ın Bursa’ya gönderdiği 400 koza ustası sayesinde İpekböceği Aandolu’ya yayılmıştır.
10-15 yıl önce, Japonların İpek Yolu ile ilgili yaptıkları, saatler süren TV programını dikkatlice izlemiştim.Bu programda benim en çok bir şey dikkatimi çekti. Bu yol üzerindeki kentlerden, insanlar, anıtlardan söz ediyordu. Ancak ipekten hiç söz edilmiyordu. İpekten ve ipek böceğinden ancak yolları Bursa’ya geldiği zaman söz edilmişti.
Gerçekten de Anadolu’nun ve Avrupa‘nın en önemli İpek üretim merkezi Bursa idi.. İpek deyince insanın aklına hemen Bursa geliyordu.1330 ’lu yıllarda Bursa’ya gelen İbni Batuha ,Bursa’da ipekli dokumaların varlığından söz etmektedir. 1501 yılında Bursa’ya gelen Floransalı Maringhi ise, Bursa kumaşlarının Çin de bile bulunmadığını yazmaktadır. Arşiv belgelerine göre ise Bursa kumaşları, sadece Osmanlı padişahlarını değil, birçok Avrupa kralını bile giydirmiştir.
İpek öylesine bereketli ve zengin bir ürün idi ki, bu işle uğraşanları zengin ediyordu .Öyle ki, Osmanlı devletinin ihtişamlı sultanlarından Yavuz Sultan Selim bile bu zengin Bursalı ipek tüccarından borç istemekteydi.
İpek, Emek Demek...
Çarşı pazarda alıp, giydiğimiz o asil ve zarif ipeğin üretilmesi hiç de kolay değildir. İpek ipliği için yaşamını feda eden İpekböceğinin dışında, nice koza yetiştiren köylünün, ve nice ipek dokuyan genç kızın emeği vardır o güzelim ipekte ...
Bursa ve köylerinde, eskiden kalma 3-4 katlı ve 10-15 odalı ahşap evleri gördüğümde, Bursalıların ne kadar çok konukları olduğunu veya evlerinde ne kadar fazla insan yaşadığını düşünürdüm. Oysa evlerin içine girdiğimde evlerin sadece birkaç odasını oturulmaya uygun olduğunu gördüğümde ise şaşırmıştım . Sonradan öğrendiğime göre, bu boş odalarda insanlar değil, yılda 35-40 gün ipek böceği ağırlanırmış...
İpek böcekleri evlerde bakılırdı. Anımsadığım kadarıyla böcek bakım odası önceden temizlenir, acı biber yakılarak tütsüler yapılırdı. Çünkü böceğin nazara gelmesinden çok korkulurdu.
Önceden evin serin bir yerinde, temiz bir kap içine ipekböceği tohumları saklanırdı. Bu tohumlar, Hıdrellez ‘den bir gün önce çıkarılıp, beyaz bir bez çıkın içine konulup, bahçedeki bir gül ağacının dalına asılırdı. Bir gün sonra, yani Hıdrellez günü ise, bu böcek çıkınını genellikle bir küçük kız tarafından oradan alınırdı. Buna halk arasında Hıdrellez Kaması denilirdi. Diğer yandan da bakım odası hazırlanırdı. Böcek bakım odasına, Nisan yağmurları tarafından ıslanmış kerevetler asılırdı. Hıdrellez kaması tohumlara, Nisan Yağmurları da kerevete sinince artık, İpekböceği tohumunun çıkınından çıkarma zamanı gelmiş demekti ...
Heyecanla, evin en yaşlı kadını torbayı alıp, ilk önce bir süre göğsünde tutardı. Aslında bu gelenek çok eskidir. Çünkü, çok eskiden bu tohumlar için gerekli ısıyı sağlamak üzere ,böcek tohumları bir hafta kadar kadınların koyunlarında tutulurdu.
İpekböceği tırtılları yumurtadan çıktığı zaman kahverengi veya siyah renkte ve tüylüdür... Tüyleri dökülür, yumuşak bir deri halini alır. Bir toplu iğne ucu kadar ufak olan bu tırtıllar, altı haftalık ömürlerinde, beş yaş yaşarlar. Her yaş, 7-8 gün sürüp sonra 1-2 gün uyurlar. Böcekler bu kısa ömürlerinde dört kez uykuya dalarlar. Uyandığı zaman böceklere dut yaprağı verilirdi. Her uykudan uyanan İpekböceğine alaldı denilirdi. Bu nedenle Kozacılar, her yaşa; birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü alaldılar derlerdi.
Artık 35-40 gün bahçede yemek yenir, ev süpürülmezdi. Böceklere, ikinci alaldıdan sonra dut dallarından döşekler yapılırdı. Bu tarihten sonra böcek evlerinde müthiş tatlı telaş başlardı. İpekböcekleri büyük bir hışırtıyla, yüzlerce kilo dut yaprağını azgın bir şekilde kemirerek yerler ve gittikçe büyürlerdi. Evin erkeği, böceklere yaprak yetiştirmek için çırpınırdı. Eğer yaprak yetişmez ise, evdeki kadınların küpeleri bilezikleri satılır ama o yapraklar mutlaka bulunup böceğe verilirdi .
Herkes hoş bir telaş içinde iken, bazı evlerde ise bir sessizlik görülürdü. Çünkü bu evlerdeki böcekler yemekten kesilmiştir. Mahalleyi bir telaştır alır, böceğe hastalık geldi diye. Herkes biran önce askıyı çıkartmak ister. Artık evlere nazar değmiştir. Çünkü koza bakan aileler için en büyük korku hastalıktır .
1907 yılında Fransa‘ya satılan Bursa iplikleri üzerinde, ona büyük ün veren sırrın ,bu ipeklerin üzerinde beyaz lekeler olduğu görülmüştü. Fransız araştırmacılar yıllarca incelemelerine karşın, bu beyaz lekelerin sırrını bir türlü anlaşılamamıştı. Oysa bu ak lekeler, ipek fabrikalarında çalışan Bursalı genç kızların alın terinden başka bir şey değildi...
Bursa’da ipekçilik

Bursa , 1840’lı yıllarda dünyanın en önemli ipek üretim merkezi idi. 1860‘lı yıllardan sonra Avrupa kozasını saran Parpin hastalığı, kısa sürede ülkemize gelmiş ve ipek üretimimizi nerede ise sıfıra indirmişti .Ünlü Fransız hekim Pastör, 1870 yılında hastalıksız İpekböceği üretmişti. Ülkemizde ise halen batıl inançlarla hastalığa karşı mücadele ediliyordu.
Fransa’da yaşayan Kevork Torkomyan adlı bir Ermeni ‘nin önderliğinde, Darülharir /İpek evi açılmıştır.Bu okulun açılması ile Bursa ve çevresinde tekrar büyük ölçüde İpekböceği üretimi artmıştır.Daha önce 95 ons olan ipek üretimi, 1914 yılında sadece bir milyon ons tohum dış ülkelere satılmıştı. Cuinet, 1984 yılında Bursa’da, 3 milyonun üzerinde dut ağacı olduğu yazar. Ancak Birinci Dünya Savaşı sırasında da bu kez dutlara büyük bir hastalık dadanmış, yaş koza üretimimiz 4 milyon kilodan kg’dan 500 kilograma düşmüştür .
Gerçi, Bursa’daki İpek enstitüsü’nde, 1905 yılında bir laboratuar kurulmuştur. Ancak ipekböceği hastalığına karşı halkın en önemli ilacı yüzyıllardır yine de batıl inançları olmuştur. İşte Kozacılar bu endişeler içinde, batıl inançlar ile ipekböceklerini hastalıklardan koruyarak bakımlarını sürdürürlerdi. Son alaldıya gelince böcekler kılavuz vermeye başlarlar.Kılavuz, böceğin ilk koza sarmaya başladığı andır. Böcek, başını kaldırıp bir şey arıyormuş gibi sallanmaya başladığı zaman, ipek çıkarmaya başlayacak demektir. Bu arada, meşe ve çam gibi dallar arasında kendilerine yer bulmaya çalışırlar. İpekböceği, ipek sararken teneke çalıp gürültü çıkarmak eskiden bir gelenekti. Çünkü, bu gürültü nedeniyle böceğin ürküp, daha kısa sürede iplik saracağına inanılırdı. Oysa İpekböceği kozasını her zaman üç gün içinde örerdi.
Böcekler koza örmesini tamamlayınca evde düğün bayram yapılırdı. Bu düğüne Koza Yolma Düğünü denirdi. Bir taraftan içilir, diğer yandan da koza çalılardan çıkarıp, yolunurdu. Dargınlar barışır, komşular koza yolmaya çağrılır, Koza Helvası yapılırdı. Genç kızlar; ‘’Bursalı mısın kadifeli gelin’’, ‘’Hey Bursalı Bursalı. Beli ipek korsalı’ türküleriyle mahalleyi çınlatırken yaşlı kadınlar ise ‘’Hikmetullah şehrinin bir tanesi. Oğlunu karnında yatar annesi’’ dizelerini mırıldanırdı.
Böcekler askıdan çıkar çıkmaz hemen satılır.Çünkü koza içindeki böcek bir şekilde öldürülmez ise, 10-15 gün içersinde kozayı delen böcek, başkalaşım geçirerek kelebek olarak dışarı çıkacaktır. Bu durumda koza delindiği için, ipeğin değeri de düşecektir.Ayıklanan kozalar hoş bir telaş içinde en kısa sürede Bursa’daki Koza Hanı’na götürülürdü. Çünkü yüzyıllardır, sadece bu handa koza alımı yapılmaktaydı. İpek gibi ince ve zarif , İpekböceği kadar vefalı Koza Han’ında, tellalların bağrışları arasında satılan kozaların paraları daha cebe girmeden, hemen yanında bulunan Bursa Çarşısı’nda harcanırdı. Bursa Çarşısında kadınlara allı yeşilli giysiler ile, sarıliralar alınır, borçlar ödenirdi. Koza evinde ise, bir ayın yorgunluğunun semeresini görmek üzere, heyecan ve merakla aile reisinin dönüşü beklenirdi. Böylece;’’sabır ve koruk helva ile, dut ağacı atlas olmuştur.’’
Kozasını Ören Şehir Bursa
Koza üreticisinin işi bitmiştir, ancak ipeğin öyküsü burada bitmemiştir. İpekböceği’nin üzerine sardığı ipeği özenle almak, sonra bunu kumaş yapmak için daha birçok iş yapmak gerekiyordu. Koza içindeki ipekböceği, ya güneşe bırakılıp yada sıcak su buharında öldürülüp, kozayı delmesi önlenirdi, önce Sonra 80-90 derece sıcaklıktaki su kazanlarına atılan kozaların iplikleri yumuşatıldıktan sonra, bir süpürge ile ustaca kozaların üzerine vurularak, kozaların uç vermesine çalışılır. Uç veren kozaların birkaçı birlikte bir uçta toplanıp,bir çıkrık ile çekilir.
Çıkrık döndükçe, kozanın üzerindeki ipek ipliği yavaş yavaş çözülür.Böylece ham ipek ipliğini çıkaran alete çıkrık denmektedir. Yüzyıllardır kozadan ipek, bu yöntemle çıkarılmaktaydı.
Kurtuluş Savaşı sonrasında, 1920 yılında ipek üretimi ancak 320 bin kg idi.Cumhuriyet yönetimi, ipekçiliğe yeniden önem vermiş, 1921 yılında İpek okulu yeniden açılmıştır. Bu çabalar sonucunda 1933 yılında ipek üretimi yılda 9 milyon kilograma kadar yükselmiştir. Bu dönemde ise ,Ülkemizde 50 binin üzerinde aile ipekböcekçiliği bakımıyla ilgilenmekteydi. Bunlara ipek fabrikalarında çalışanlar ile, ipek halı dokuyan kızlarımızı da eklersek, İpekböcekçiliğinin ülkemiz için önemi daha iyi anlaşılır.
Suni ipeğin yaygınlaşması ve 1985 yılından sonra fiyatların uluslararası kurlara göre açıklanması ile ülkemizde
İpek üretimi gittikçe azaldı.İpek böceği için gerekli temel ürün olan dutların da, sürekli ilaç alanları içinde kalması da ko0zacılığı da geriletmiştir..Bugün dünyada başta Çin ve Japonya olmak üzere Hindistan ve Orta Asya ülkelerinde ipekböcekçiliği yoğun bir biçimde ve ucuz olarak üretilmektedir. Türk kozacılığı bu ülkeler ile rekabet edemeyecek duruma gelmiştir.Özellikle son yıllarda Orta Asya kozalarının kaçak olarak yurdumuza sokulması ile ülkemizde ipekböcekçiliği nerdeyse tamamıyla sona ermiştir. 1995 yılında Bursa’da sadece 20 ton koza satın alınmıştır. Yüzyıllardır, her temmuz ayı koza yükleriyle dolup taşan Koza Hanı’nda ilk kez bu yıl, Koza borsası açılmıştır.
KAYNAK:Ev Tekstili Dergisi – (sayı 41)
Quo vadis?