Arama


Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
30 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Ağlayan şehır

Geçtiğimiz iki hafta içinde Ortadoğu, Filistin İntifadası yıllarından sonraki en şiddetli çatışmalarını yaşadı.
Tarihinde 32 defa yakılıp yıkılan, kendisi için yüz defa savaşılan Kudüs, bir kere daha 'Kudüs dünyanın gözbebeğidir, ona düşen bir kıl bile bütün dünyayı rahatsız eder' diyen eski hahamların sözlerini doğru çıkardı.

1993'te İsrail tarihinin en cüretkâr imzasını atarak Filistin otoritesini barışta ortak olarak kabul eden ve bu cüretini hayatıyla ödeyen İshak Rabin'in bile cesaret edemediği şeye, Kudüs'ü paylaşmaya kalkıştığında genç İsrail Başbakanı Ehud Barak, bölmeye kalkıştığı pastanın 'dünyanın gözbebeği' olduğunun farkında değildi. Kendisi ne kadar iyi niyetli olursa olsun işte gün geldi İsrail'de sayısı hiç de az olmayan kıl düştü gözbebeğine... Filistin ayağa kalktı... Dünya ayağa kalktı...

Kudüs için hayatlarını veren onlarca Filistinliyi seyreden İsrail bir zamanlar kendi babalarının aynı fedakarlıklara nasıl katlandıklarını hatırladı... Pandora'nın Kutusu gibi açıldı Aksa İntifadası... Açıldı ve saatler içinde bütün Filistin'e yayıldı... Filistin toprağı yamyamlaştı ve Adem yaratılırken verdiği çamurunu kan olarak içti geriye... Filistin'de 97 mezar var. İçlerinde kefensiz gençler yatar. Taşlarında 'Aksa Şehidi' yazar...

Üzerinde kıyamet kopan toprak: Eski Şehir

Asrımızın başında kuracağı İsrail Devletinin hayallerini 'Altneuland' (Eski'Yeni Toprak) adıyla kitaplaştıran siyasal Siyonizm'in babası Theodor Hertzl kitabında Kudüs'ü büyük bir milli ve uluslararası merkez olarak görür. Hayalindeki şehir gelenekle gelişmenin kaynaştığı 3000 yaşındaki modern bir şehirdir. Hertzl şehrin 'kutsal'lığının korunmasını, kutsal olmayan herşeyin Eski Şehrin dışına yönlendirilmesini ister. Şehrin merkezinde 'Barış Mabedi' kurulacaktır. Eski Şehir bir uluslararası toprak haline gelecek, Barış Mabedi'nde barışın ve bilginin arkasından koşan dünya vatandaşları toplanacaklardır. Burada herkes kendini evinde hissedecek ve buradan Fakirlik İmparatorluğu'na karşı verilecek savaş yönetilecektir. Ve Barış Mabedi her ne kadar İkinci Beytülmakdis'in yapısında yapılmışsa da bütün insanların ibadet mekanı olacaktır.

Hertzl'in yazdıklarından anlaşılan, Filistinlilerin topraklarındaki Yahudi emellerinin farkında bile olmadıkları o yıllarda (Altneuland ilk baskısını 1902 yılında yapar) Hertzl, Eski Şehrin duvarlarının içindeki dünyanın taşıdığı benzersiz özelliklerin farkındaydı. Nitekim kendisinden 16 yıl sonra yazan ve hayal gücü biraz daha güçlü olan Siyonist Profesör Boris Schatz gözlerini kapatır ve yüz yıl sonraki Kudüs'ü seyreder:

'2018 yılında Ömer Camii'ni Yemin Moşhe Mahallesine aktarılmış görüyorum. Beytülmakdis'in inşası için Mabed Tepesi'nin boşaltılması lazım. Ancak Ömer Camii'ni yıkmak şart değil. Komşularımız olan Araplara bizim buralarda olmadığımız asırlar boyunca bu topraklara sahip çıktıkları ve bizim kutsal mekanlarımızı korudukları için bir minnet borcumuz var. Bunu ödemenin güzel bir yolu Ömer Camii'ni olduğu gibi batıya kaydırmak olabilir.'

Boris Schatz'ın fantezi dolu yazılarındaki erdemin hakkını vermek lazım. Schatz kendisinden önce kimsenin düşünmek zorunda hissetmediği bir meseleyle uğraşmıştır: Kutsallar çakıştığında çatışma nasıl önlenecek? Beytülmakdis inşa edilirken Aksa ne olacak? Kutsal İsrail Devleti her türlü baskıya rağmen bu toprakları terketmeyen Araplarla nasıl bir arada yaşayacak? Schatz bu satırları yazdıktan sonra 80 yıl geçti. Binlerce kişi Aksa'nın kaderini tartıştı durdu ancak Schatz'ın daha problem ortada yokken üretmiş olduğu çözümden daha ileriye gidilemedi...

Neden paylaşılamıyor?

Eski Şehrin barış süreci kapsamında İsrail ve Filistin otoriteleri arasında paylaşılmasındaki zorluğun temelinde geo'demografik bölgelerin ve kutsal mekanların sanıldığı gibi birbirlerinden net çizgilerle ayrılamıyor olması yatıyor. Eski Şehir'de pek çok kişinin sandığı gibi sınırları net bir Müslüman Mahallesi, bir Hristiyan Mahallesi ve bir Yahudi Mahallesi yoktur. Diğer yandan bir dinin kutsal mekanları sanıldığı gibi sadece o din için değil, en az diğer iki din için de kutsaldır. Aksa Müslümanlar için kutsal olduğu kadar Yahudiler için de kutsal bir mekanda bulunuyor. Kutsal Kabir Kilisesi Hristiyanlar için kutsaldır ama iki Müslüman camiinin ortasında durur. Ağlama Duvarı, Hz. Peygamberin Mirac gecesinde Burak denilen atını bıraktığı yerdir. Sadece Eski Şehrin içindeki Müslüman mekanlarının dört mahalle arasındaki dağılımına bakıldığında bu resmin içinden bir Müslüman Kudüs'ünü ayırmanın imkansızlığı anlaşılacaktır.

Eski Şehrin içinde 220 tarihî ve dinî site bulunmaktadır. Bunların içinde en göze çarpanları 7. yüzyılda İslam Halifesi Abdülmelik İbn Mervan tarafından yaptırılan ve İslam'ın üçüncü kutsal mescidi olan Kubbet üs'Sahra ve Mescid'i Aksa Camileri, Yahudiliğin en kutsal mekanı olan Ağlama Duvarı ve Hristiyanlığın yeryüzündeki en kutsal mekanı olan Kamame Kilisesi, yani Hz. İsa'nın kabri.' Bugün şehirde genel kabul gören dört mahalleli bölünme (Müslüman, Hristiyan, Ermeni ve Yahudi Bölgeleri) temelde bu kutsal mekanların etrafında örgülenir. Ancak Ağlama Duvarı'nın Aksa Kompleksinin batı duvarı olduğu ve Kamame Kilisesi'ne giden Hristiyan Haç Rotası(Via Dolorosa)'nın Aksa Kompleksi'nin kuzey sınırından geçtiği göze alınırsa neden mahallelerin aslında içiçe geçmiş oldukları ve neden paylaşım meselesinin Aksa Kompleksini üzerinde taşıyan Harem'i Şerif(Mabed Tepesi)'te kilitlendiği daha iyi anlaşılır. Bundan olsa gerek Yahudiler Harem'i Şerif'ten bahsederken 'Lev libo şel Yeruşalayim' derler: Kudüs'ün Kalbinin Kalbi...

Lev Libo Şel Jeruşalayim: Kudüs'ün Kalbinin Kalbi Harem'i Şerif veya Mabed Tepesi.

Kutsalların çakışması

Yeryüzündeki üç büyük dinden hiçbirisi Kudüs'e bir diğerinden daha az önem vermiyor. Tam bir kızıl elma. Kronolojik sıraya göre üç dinin gözünde Kudüs'ün ne anlam taşıdığına bakalım.

Kudüs'ün Yahudilik için öneminin temelinde Süleyman Mabedi'nin bu şehirde bulunmuş olması yatar. Birinci Mabed, Kudüs'te bulunurken Kudüs'e 'Ötelerin bir Şehri' nazarı ile bakılır ve burası 'Allah'ın Evi' olarak kabul edilirdi. Eski Ahit'te Kudüs'ün önemi 'Son Günlerde' ve 'Adalet Gününde' belirginleşir. İşayahu peygambere göre Kudüs 'Adalet şehridir'. Burada son mahkeme kurulacaktır. Eski Ahit'te Kudüs aynı zamanda Beni İsrail'i sembolize eder. Onun yıkılması İsrailoğullarının sürgüne gönderilmesi ve gelecekte yeniden imarı da İsrailoğullarının sürgünden dönüşünün ifadesidir. İkinci Mabed döneminde Kudüs bir hac şehri haline gelmiştir. MS 70 yılında şehrin yıkılması ile sürgüne gönderilen Yahudiler için yıkık şehir kendi gurbet ve perişanlıklarını sembolize etmektedir. Mabedin yıkıldığı Av Ayının Dokuzu hâlâ bir yas günü olarak anılmaktadır.

Yahudilerin dualarında 'Gelecek sene Kudüs'te' ve 'Kutsal Şehir Kudüs'ü inşa et! Hızla ve bizim günümüzde!' gibi dileklere sıkça rastlarız. İkinci dua yemeklerden sonra yapılan günlük bir duanın parçasıdır. Her Yahudi, dinî hayatının her gününde defaatle Kudüs'le ve Kudüs'ün yıkılmasıyla alâkalı bir kaç ifade ile karşılaşır. Dünya çapında Yahudilerin şairleri ve büyük hahamları hayatlarını Kudüs için olan hasretlerini ifade ile geçirmişlerdir. Bunlardan Yehuda HaLevi'nin 'Kalbim doğuda (Kudüs), ne var ki ben batının en sonundayım' satırları ve Brestlavlı Haham Nahman'ın 'Nereye gitsem Eretz İsrael'e, İsrail Toprağına gidiyorum' satırları meşhurdur.

Son yüzyılın milliyetçi Yahudilik hareketi Siyonizm için Kudüs'ün ifade ettiği anlam biraz karışıktır. Hareket adını Kudüs'ün bir sinonimi olan Siyon kelimesinden alır ve burada vermeye çalıştığı mesaj 'İsrail'e dönüş hayallerinin gerçekleşmesi' hedefi ile yola çıktıklarıdır. Ancak 1880'lerin ilk Siyonistleri için Kudüs reddettikleri ve İsrailoğullarının bütün problemlerinin kaynağı olarak gördükleri herşeyin sembolü idi: yani kara elbiseli mini'teokrasi. Bu insanlar başkalarının bağışları ile yaşayan ve sinagoglar ve diğer dinî müesseselerin etrafında hayatı harcayan zavallılardı. Erken Siyonizm bu sebeple Kudüs'ü ihmal etmiştir. Şehrin Siyonistler tarafından yeniden keşfi ve davalarının bir sembolü haline getirilişi ancak I. Dünya Savaşı sonrası ve 1948 Bağımsızlık öncesi gelişmelerden sonra olmuştur. 80'li yılların sonrasında artık ideoloji yüklü bir hayatı bırakıp maddi refahın keyfine varmaya başlayan İsrail kamuoyu 'Büyük İsrail', 'Kutsal İsrail Krallığı' gibi dinsel retorikleri bir yana bırakır ve ülke savunma stratejisini 'haritada kalmak' sloganı üzerine yoğunlaştırır.

Adıyla tezat bir şekilde radikal ve tutucu olan Liberal Siyonistler 'haritada kalmak' ifadesinin altına 'stratejik derinlik', 'ön uyarı yerleşimleri' gibi ifadelerle 'Büyük İsrail'i yeniden sokmaya çalışsalar da modern İsrail 'barış için toprak' prensibini 'gürültüsüz bir gün için gerekirse biraz daha toprak' şeklinde benimsemeye başlar. Liberal Siyonizmin bu dönemde öne çıkan ismi Bünyamin Netanyahu İsrail kamuoyunun Batı Şeria da dahil olmak üzere İsrail topraklarının (!) çoğundan vazgeçmeye hazır olduğunu görünce ideolojik merkezi Kudüs olan yeni bir tutucu platform hazırlar. Muhaliflerini Kudüs'e ihanet etmekle suçlar, her faaliyetinde Kudüs'e ne kadar büyük hizmetlerde bulunduğunu anlatır ve Kudüs İsrail sağının elle tutulur tek kalesi haline gelir.

Hıristiyanların Medinesi

'Bana: Yehova'nın evine gidelim dedikleri zaman ne kadar sevindim!

'Ayaklarımız senin kapılarında duruyor şimdi Ey Yeruşalayim!'

Bu Hz. Davud'un hac ilâhisidir. Eski Hristiyan hacıları Kudüs'e yaklaştıklarında 122. mezmurun başındaki bu ayetleri okurlar, atlarından iner ve toprağa secde ederlerdi. Dindar bir Hristiyan için Kudüs, Rabb'in seçtiği şehirdir. Körleşmiş ve günahlara dalmış insanların arasında Tevhid dininin kalesidir o. O Rabb'in bütün güzel planlarının şatosu olmuş, kendi oğlunu insanlığın affı için kurban ettiği mekan olmuştur. Bu şehirden adalet ve sevginin kanunu insanlığa yayılır ve şehir dirilişin, İsa'nın geri dönüşünün ve Rabbin Krallığının yeryüzüne ineceği günlerin müjdecisidir. İsa'nın kanıyla yıkanmıştır bu topraklar ve onun için insanlar ölmüş, ölmek için cepheye koşmuş, Golgotha taşını öpmek, Kutsal Kabir'de ağlamak asırlar boyu bir şeref olarak görülmüştür. Kudüs'e bir Hristiyan başka bir şehri ziyaret eder gibi gelemez. Ona dua, ağlama, kendine gelme, yeniden dirilme arzusuyla gelinmelidir.

Hristiyanlık için Kudüs, tarihin başladığı ve biteceği yerdir. Yine de Hristiyan teolojisinde Kudüs karmaşık hisler uyarır. Şehir bir yandan İsa'nın yakalanıp çarmıha gerildiği ve gömüldüğü, yıkımı İsa tarafından önceden haber verilmiş bir şehirdir ve dolayısı ile negatif hisler uyandırır. Diğer yandan Son Günlerin Vaadleri ile de birleştirilen bir Kutsal Şehirdir. Hristiyan teolojisi Yahudilik'te de bilinen 'Yukarıların İlahi Kudüs'ü' ile 'Aşağıların İnsani Kudüs'ü' arasında sürekli bir çatışma yaşar. Origen gibi Kilisenin ilk babalarının kafalarında bile 'Yeni Kudüs' sadece Hristiyanlara vadedilmiş bir Kutsal Şehirdi ve Yahudi Kudüs'ü bir daha asla ayağa kalkamayacaktı.

Hristiyanların İnsani Kudüs'e olan ilgileri Bizans İmparatorluğu döneminde artar. 451 Kadıköy Konsülü'nde Kudüs Patrikliği tanınır. Kudüs bütün Hristiyanlık için Yeni Ahitte hikayesi geçen mekanlarla bir temasın sağlanabileceği ve özellikle hastaların tedavisi şeklinde kendini gösteren mucizelerin yaşandığı yerleri görebilecekleri bir hac mekanı haline gelir. Haçlılarla birlikte Kudüs'ün dinî önemi Hristiyan alemi için siyasal bir yön de kazanır. Asrımızın başında General Allenby'nin Kudüs'ü ele geçirmesi pek çok Hristiyan tarafından vadedilen 'Yeni Kudüs'ün' kurulacağı kehanetinin gerçekleşmesi olarak algılanmıştır.

Kudüs'ün İsrail tarafından ele geçirilip bir Yahudi şehrine dönüştürülmesi Hristiyan dünyasında farklı kanaatler hasıl etti. Bazıları bu gelişmeyi bir anakronizm (tarihi gelişmelerde vuku bulan bir hata) olarak görürken bazıları bunun vadedilen Yeni Kudüs'ün kurulması için gerekli bir basamak olduğuna inanırlar. Bugün Vatikan'ın İsrail'le alâkalı politikası temelde Katoliklerin Kutsal Mekanlara ulaşımını ve buralarda ayinlerin gerçekleştirilmesini garanti altına alacak şekildedir.

Müslümanarın ilk kıblesi

İslam'ın kutsal şehirler hiyerarşisinde Kudüs üçüncü sırada gelir. Mekke'deki bir ibadetin onbin, Medine'dekinin bin ve Kudüs'dekinin beşyüz kat sevabı olduğu şeklindeki bir hadis bu hiyerarşiyi ifade eder. Şehrin erken dönem İslamiyetindeki önemi müşteşrikler tarafından sürekli tartışma konusu edilmiş ve şehrin ancak Arap hanedanları arasındaki otorite kavgasının (Emeviler ve Abdullah İbn Zübeyr'in yandaşları) bir parçası olarak kutsallaştırıldığı iddia edilmiştir. Kudüs'ün Müslümanların ilk kıblesi olduğu hususunda tartışma yoktur. Ancak müşteşrikler bunun Hz. Muhammed tarafından Yahudileri kendisine çekmek için dizayn edilmiş bir siyaset olduğunu ve başarıya ulaşamayınca bu uygulamadan vazgeçildiğini iddia ederler. Bilindiği kadarıyla Kudüs bir buçuk yıldan az bir süre Müslümanların ilk kıblesi olarak kalmıştır.

İster bir hanedan kavgası sonucunda olsun, isterse dinî temeller üzerinde olsun yedinci yüzyıl sonunda Kudüs'ün İslamiyetteki öneminin artık tesis edilmiş olduğu görülüyor. Bu dönemde 'Fezâil al'Kuds' (Kudüs'ün Faziletleri) adı altında çoğu peygambere atfedilen çeşitli derleme kitapların ortaya çıkmış olduğunu görüyoruz. Bunların bir kısmının Müslümanlaşan Hristiyan ve Yahudiler tarafından İslamiyete kazandırılan inanışlar oldukları muhakkak. Örneğin yaratılış ve kıyametle Kudüs'ün irtibatlandırılması Yahudi kaynaklı bir bilgidir. Buna göre kâinat Kudüs'te Kubbetüssahra'nın altındaki taştan başlanarak yaratılmıştır ve Kıyamet gününde mahşer meydanı da onun etrafında kurulacaktır. Hadiste kıyametin gerçekleşmesi ile Kâbe'deki Hacerü'l Esved'in yerinden kalkıp Kudüs'teki bu taşı ziyareti ile başlayacağı anlatılmaktadır. Hz. Peygamber'in Beytülmakdis olarak andığı Kudüs için oraya gidemezseniz, hiç değilse o mescide bir hediye gönderin şeklinde bir hadisi de sağlam hadis kaynaklarında geçmektedir.

Şüphesiz Kudüs'ün ve özelde de Harem'i Şerif alanının İslamiyetteki öneminin en özel sebebi Mirac hadisesinin burada gerçekleşmiş olmasıdır. İsra ve Mirac hadiseleri Hicretten bir yıl kadar önce bir Recep ayının 27. gecesinde vuku bulmuşlar ve bu gecede Hz. Peygamber Mescid'i Haram'dan Mescid'i Aksa'ya getirilmiş, oradan da Cenab'ı Allah'ın katına çıkarılmıştır. Mirac hadisesinin üzerinde vuku bulduğuna inanılan Muallak Kayası bugün Harem'i Şerif'in en göz alıcı binası olan Kubbetüssahra altında korunmakta ve her yıl yüzbinlerce Müslüman tarafından ziyaret edilmektedir.

Hz. İdris, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in (s.a.s) buradan göğe yükselmiş olmaları sağlam temellere dayanıyor olsa gerek. Kudüs'ün İslam tasavvufunda da önemli bir yeri bulunuyor. Büyük İslam mutasavvıfları Mevlâ ile olan irtibatın en âlâ mertebesine ancak bu şehirde ulaşılabileceğine inanmışlar ve hayatlarının bir kısmını Kudüs'te geçirmişlerdir.

Kudüs'ün İslam için önemi Haçlı seferleri ve Kudüs'te kurulan Haçlı yönetimi sonrasında oturaklaşmıştır. 1187 yılında şehir Haçlılardan alındığında İslam âleminin tamamında pan'İslamik bir hedefin gerçekleşmesi kutlanmıştır. Bugün İslam dünyasında Kudüs ve onunla bağlantılı olarak Filistin Problemi ezilmişliğin, hakkı yenilmişliğin bir sembolü olarak kabul görmekte ve aksi durumlarda birleşmesi çok zor görülen İslam ve Arap dünyasının tek birleştirici unsuru olma özelliğini korumaktadır.

Kudüs dünyanın göz bebeği ise onun da merceği Harem'i Şerif. Bir zamanlar üzerinde Hz. Süleyman'ın yaptırdığı Beytülmakdis, daha sonra Herod'un yaptırdığı İkinci Mabed ve bugün Mescid'i Aksa'yı sırtında taşıyan kutsal tepe... Yıllardır tarafların 'bir gün gelecek Harem'i Şerif'in sahipliği de tartışılacak' diye tedirginlikte beklediği gün gelip çattı.

Merkezinde Filistin problemini taşıyan Arap'İsrail çatışmasının çözümüne yönelik öne sürülen her teklif Kudüs'e özel bir statü verilmesi gerektiği fikrine takılır. İsrailliler Kudüs'ün alabileceği tek ve en 'özel' statünün 'İsrail'in bölünmez ebedi başkenti' oluğunda diretirken çatışmanın birinci muhatapları olan Filistinliler Kudüs'ün hiç değilse bir kısmını kendi başkentleri olarak görürler. Hristiyan dünyasının bir kısmı kutsal mekanlarını Filistin'in (Ortodokslar), bir kısmı İsrail'in (Protestanlar) elinde kalmasına sıcak bakarken büyük bir kısmı da (Katolikler) Kudüs'e uluslalararası veya hiç değilse dinlerarası bir statü verilmesini isterler.

Eylül 1993 yılında İsrail ve Filistin Prensipler Deklarasyonu'nu imzalarken 'geçiş döneminin başlangıcından üç yıldan fazla geçmemek kaydıyla nihai durum anlaşması için görüşmelerin başlamasına' ve bu görüşmelerde 'Kudüs de dahil olmak üzere kalan konuların karara bağlanmasına' karar vermişlerdi. Ancak bundan sonra İsrail Kudüs'ün statüsünün tartışılmazlığı üzerine kurduğu söylemi ile aslında Nihai Durum Anlaşması'nda Kudüs'le alâkalı görüşülecek birşey kalmadığı mesajını vermişti. Ancak Ehud Barak'ın son bir yıl içinde İsrail'i getirdiği noktadan siyasal yorumcuların çıkardığı sonuç şu ki, İsrail Harem'i Şerif hariç Kudüs'ün başka her yerini konuşmaya hazırdır. Harem'i Şerif'e bu kadar özel bir yer veren gerçek ise, bir zamanlar bu noktada Süleyman Mabedi'nin bulunduğu gerçeği ve muhtemelen Mabed Tepesi'nin derinlerinde bir yerde bu mabedin kalıntılarının bulunabileceği ihtimalidir.

İsrail bu kalıntıların bulunmasını kendisinin bölgedeki varlığını meşrulaştıracak bir delil olarak görmektedir. Gerçekten bu bölgenin İsrail'in elinde olması dinen o kadar önemlidir ki, 1967 yılında Yahudiler Kudüs'ün kalbi dedikleri bu mekanı ele geçirdiklerinde 2000 yıldır Kudüs'le alakalı tutageldikleri bir orucu tutmayı bırakmışlar ve dinde 'mesihin gelişi' ile tamamlanacak 'tarihin sonundaki hadiselerin' ilkinin gerçekleştiğine inanmışlardır.

Gerek Harem'i Şerif'i gerekse Kudüs'ün tamamını ilgilendiren çözüm teklifleri İsrail'den daha yaşlılar. Bunların kısa bir özeti İsrail ve Filistin'in bugün geldiği noktayı anlamakta yararlı olabilir:

Birleşmiş Milletler, 181 Nolu Karar (1947): Bir Filistin ve İsrail Devleti yanısıra BM tarafından atanan bir vali tarafından yönetilecek Kudüs Şehrinin tamamının corpus separatum (= kimseye ait olmayan bölge) olarak uluslararası toprak ilan edilmesi.

Şimon Peres ve Melik Hüseyin Planı (1987): Batı Kudüs üzerinde İsrail egemenliği, Doğu Kudüs üzerinde Ürdün'Filistin Federasyonu'nun egemenliği ve kutsal mekanların idaresi Ürdün'İsrail ortak egemenliği altında olacak.

Filistin Bağımsızlık Bildirgesi, 1988: Doğu Kudüs'te Bağımsız Filistin Devletinin başkentinin kurulması, Doğu Kudüs'te kurulmuş İsrail yerleşimlerinin boşaltılması ve dinî mekanların bütün dinlerin temsilcilerinin katılacağı bir meclis tarafından yönetilmesi.

Son İsrail Teklifi: İsrail, Harem'i Şerif'in yüzeyindeki egemenlik haklarını Filistin'e vermeyi kabul ediyor. Ancak zeminin altındaki, gökyüzündeki ve giriş ve çıkışlardaki egemenlik haklarını elinde bulundurmak ve bölgede herhangi bir kazı yapılmayacağı hakkında garanti istiyor.

Nihai Filistin Teklifi: Harem'i Şerif'in yönetimi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri ve İslam Ülkeleri Konferansının Kudüs Komitesi üyelerinden oluşan bir ortak heyete devredilecek. Kudüs Komisyonu'nda İran ve Suriye gibi ülkeler de bulunuyor. Arafat'ın teklifinin içeriğinde eski manda yönetimine benzer bir şekilde İslam Konferansı ve BM ülkelerinin Harem'i Şerif'in gündelik yönetimini Filistin Yönetimine devretmesi prensibi de yeralıyor.

Nihai Amerikan Teklifi: Harem'i Şerif'te egemenliğin tanımı yeniden yapılacak. Egemenlik yüzeydeki ibadethaneler, zeminin altı, ibadethaneler dışındaki zemin ve dış duvarlar olmak üzere dört bölümde ayrı ayrı paylaşılacak. İbadethanelerde tam Filistin egemenliği ve zeminin altında tam İsrail egemenliği olacak, zeminin üzerindeki boş alanlarda Filistin'in uygulama üstünlüğü olan ortak egemenlik ve kapı ve duvarlarda da İsrail'in uygulama üstünlüğü olan ortak egemenlik uygulanacak.

İlahi Egemenlik: Son dönemlerde ortaya atılan bir çözüm metodu da tanımı tam olarak yapılamamakla birlikte 'İlahi Egemenlik' formülü. Buna göre Eski Şehir herhangi bir devletin egemenliği altında olmayacak ve yönetimi şehre kutsallık atfeden bütün dinlerden, etnik gruplardan ve İsrail ve Arap dünyasından temsilcilerin katıldığı bir ekip tarafından ele alınacak.

Dr. Shmuel Berkowitz'in Diplomatik Bölge Teklifi: Şu anda baskıda olan 'Kutsal Mekan Savaşları' adlı kitabında Doktor Berkowitz Harem'i Şerif alanının kurulacak Filistin Devleti'ne ait bir diplomatik bölge ilan edilmesini teklif ediyor. Diplomatik alanların genel kurallarına göre bu bölgede Filistin otoritesi egemen olacak ve üzerinde bayrağını dalgalandırabilecek, içine İsrail asker ve polisi giremeyecek ancak bölgenin dikey egemenliği, yani hava ve toprak egemenliği İsrail'e ait olacak.

Bu tekliflerin hiçbiri tarafların her ikisi tarafından da kabul görmüş değil. Bu durumda Kudüs'ü sevenlere İşayahu peygamberin ümitvar satırlarına 'amin' demekten başka birşey kalmıyor:

'Kudüs'le beraber sevinin, onu sevenler hepiniz, ona meserretle coşun; onun için yas tutanlar hepiniz, onda ziyadesiyle mesrur olun; ta ki, onun tesellilerinin memesinden emip doyasınız; ta ki, emesiniz, ve onun izzeti bolluğundan zevki bulasınız. Çünkü Rab şöyle diyor:... Anasının teselli ettiği bir adam gibi sizi teselli edeceğim ve Kudüs'te teselli olunacaksınız.

'........

'Ve Kudüs'le sevinip coşacağım,

'Ve onda yaşayanlarla birlikte mesrur olacağım,

'Ve artık onda ağlayış sesi, ve figan sesi işitilmeyecek,

'Kurtla kuzu birlikte oturacaklar,

'Ve aslan sığır gibi saman yiyecek...' İşaya, 66:10'25.




kaynak
Quo vadis?