Arama


tHeBruTaLiTyOfHeLL - avatarı
tHeBruTaLiTyOfHeLL
Ziyaretçi
4 Ocak 2009       Mesaj #2
tHeBruTaLiTyOfHeLL - avatarı
Ziyaretçi
Kapitülâsyonlar nedeniyle Osmanlı Devleti sanayileşmeye geçememişti. Ufak atölye ve imalâthaneler, birkaç da fabrika dışında, tamamen tarıma dayalı bir ekonomiye sahip, ana gelir kaynaklarını Düyunu Umumiyeye teslim etmiş, iflâs etmiş, borç içinde idi. Art arda gelen savaşlar ve nihayet Kurtuluş Savaşımız, yorgun halkımızı çok yoksul duruma düşürmüştü. Ülke harap olmuştu. Köylerin genç nüfusu savaşlarda erimiş olduğundan tarım yapılamaz olmuştu. Meyve ve sebzecilik çok azdı. Turunçgiller, çay üretimi hiç yapılmıyordu. Buğdaydan şekere her şey yurt dışından getiriliyordu. Madenlerimiz işletilemiyor ve bir kısmı da bilinmiyordu. Ülkenin her türlü gelir ve geçim kaynağı kurumuştu.
Modern tarım teknikleri bilinmiyordu. Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirecek az sayıdaki aydınımız ve uzmanımız savaşlarda yitip gitmişti. Yatırım yapacak servet sahibi kişi yoktu. Kapitülâsyonlar ve azınlık imtiyazları nedeniyle Türkler ticaret hayatı dışında kalmışlardı. Ulusal bir tüccar sınıfı yoktu. Ülkede işsizlik çok büyük boyuttaydı. Kişi başına düşen millî gelir çok azdı. Üstelik Osmanlı Devletinin borçlarını da devralmıştık.
Kurtuluş Savaşı sırasında halk varını yoğunu ordumuza vermişti. 2 Mayıs 1920de kurulan hükûmette İktisat Bakanlığına yer verilerek millî bütçe oluşturulmuş, tasarrufa çok önem verilerek ilk bütçemiz denk tutulmaya çalışılmıştı.
Zaferden sonra, ATATÜRK bağımsızlığın korunması için ekonomik savaşa devam edileceğini açıkladı: ... Siyasî ve askerî zaferler, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle süslenmez, beslenmezse ömürlü olamaz... Ekonomik kalkınma, hür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin bel kemiğidir.
17 Şubat 1923te İzmirde bir İktisat Kongresi toplandı. Kongreye sanayi, ticaret, ziraat ve işçi grupları temsilcileri katıldı. ATATÜRK, kongrede çöküşün temelinde ekonomik sorunların yattığını, ulusun yoksulluğunun nedenlerini ve çarelerini anlatan uzun bir konuşma yaptı. Kongrede dönemin şartlarına uygun olarak, devlet desteğinde ekonomik liberalizm benimsendi. Yani özel sektöre kalkınmada öncelik tanınacak, devlet müdahaleci değil millî sanayii, ihracatı, tarımı destekleyici, koruyucu ve özendirici olacaktı. Kredi imkânları sağlayacak bankalar kurulacaktı. Yerli malların kara ve denizde ucuz tarifeyle taşınması, ulaştırmanın geliştirilmesi, teknik eğitimin sağlanması, millî ekonominin oluşturulması kararlaştırıldı. Çiftçinin belini büken ama ülkenin ana gelir kaynağı olan aşar vergisi büyük bir fedakârlıkla kaldırılarak (1925) köylü rahatlatıldı.
1924 yılında İş Bankası, 1925te Sanayi ve Maadin Bankası, 1926da Emlâk ve Eytam Bankası kuruldu. Ziraat Bankası geliştirildi. 1926 yılında çıkartılan Kabotaj Kanunu ile Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı Türk gemilerine devredilerek yabancı gemilerin bu imtiyazları kaldırıldı. Yatırım, üretim ve yerli malı kullanılması teşvik edildi. Böylece döviz tasarrufu sağlanacak, dışa bağımlılık tehlikesi olmayacaktı.
Bu bankalar yeni kurulacak sanayi işletmelerine sermaye ve kredi konularında yardımcı olacak, eski işletmelerin modernleştirilmesini sağlayacaktı. İş Bankası çeşitli madenlere, kereste sanayiine, şişe ve cam fabrikalarına yatırım yaptı. Madenler işletilmeye başlandı.
1927de çıkartılan Teşviki Sanayi Kanunu, özel teşebbüsü sanayi alanına çekmek için devlet desteği getiriyordu. Sanayi kuruluşlarına ucuz devlet arsa ve binası tahsis edilecek, çeşitli vergi ve resimlerden indirim veya muafiyet tanınacaktı. Bu kanun özellikle şeker, dokuma, çimento sektörlerinde üretim artışı sağladı.
Yine 1927 yılında ziraî eğitimini düzeltmek üzere bir kanun çıkartıldı. Yurt dışına ziraat alanında eğitim yapmak üzere eleman gönderildi. Tarım alanında çiftçiyi eğitmek ve uzman yetiştirmek üzere çeşitli illerde ziraat mektepleri ve Ankarada Yüksek Ziraat Mektebi açıldı. Çiftçilere kooperatifler kurarak mallarını iyi şartlarda, kolay satmaları sağlandı. Ziraat Bankası kanalıyla tohumluklar ucuza getirtildi. Pulluk Kanunu ile pulluk üreten iş yerlerine prim ve faizsiz kredi verildi.
Ormanlar çıkartılan kanunlarla koruma altına alındı ve işletilmeleri düzenlendi. Yurt dışından ithâl edilen damızlık büyük ve küçük baş hayvanlarla hayvan cinsleri ıslah edildi, hayvancılık geliştirildi. Tavukçuluk çok ilerleme kaydetti. Hayvan hastalıklarıyla mücadele için aşı ve serum üretildi. Karadenizde çay, güneyde turunçgil tarımı başlatılarak bu alandaki büyük açık kapatıldı.
Ulaştırmaya büyük önem verilerek kısıtlı bütçemizle 1923-1940 yılları arasında ülkedeki demir yolu uzunluğu iki katına çıkartıldı. Osmanlı Devletinde mevcut 3350 kmlik demir yoluna 1939a kadar 3000 km daha eklendi. İç-Doğu-Batı Anadolu demir yolları ile birbirine bağlandı. Köprüler, sulama kanalları, hastahane, okul binaları yapıldı. Kapitülâsyonlarla işletmeleri yabancı devletlere verilmiş su, elektrik, hava gazı, liman işletmelerimiz büyük paralar ödenerek geri alındı.
1930da ulusal para işlerimizi ve siyasetimizi yürütecek Merkez Bankası kuruldu.
Tüm bu inanılmaz hizmetlere rağmen, çeşitli iç ve dış nedenlerle (yeterli sermaye, müteşebbis, iş gücü, uzman olmaması, 1928e kadar Lozan Antlaşması gereği gümrük vergilerinin sabit tutulması zorunluluğu, tarımda çok kurak dönemler yaşanması, Osmanlı Devletindeki imtiyazlara alışmış yabancı sermayenin Türkiyeye gelmemesi gibi) ekonomide beklenen hıza ulaşılmaması ve 1929da bütün dünyayı etkileyen büyük ekonomik kriz üzerine devlet ekonomik hayata müdahale etti. 1931de devletçilik ilkesi böylece hayata geçti.
1933 yılında ilk Beş Yıllık Sanayi Plânı hazırlandı. İthalât kısılarak ülkedeki üretim arttırıldı. Dışardan hiçbir yardım almadan özellikle dokuma, kâğıt, maden, kimya sanayilerine yatırım yapıldı.
1929-1939 döneminde dünya sanayii üretim artışı oranı %19, Türkiyede %96 oldu. Türkiyede kişi başına düşen gelir ve millî gelir arttı. Paramız değer kazandı. Merkez Bankasında döviz ve altın birikimimiz oldu. Enflâsyon hep çok düşük tutuldu, bütçemiz denk kalabildi.
Yıkılmış bir ülkeyi yeniden canlandırırken sermaye, imkân, yeterli iş gücü ve uzman alanlarında çekilen büyük sıkıntılara, ödenen dış borçlara rağmen Türkiye ATATÜRK döneminde her alanda ve tüm bölgelerde gerçek bir ekonomik inkılâp gerçekleştirdi ve en başarılı ekonomik dönemini yaşadı. Devletin, ülkemizin ve halkımızın içinde bulunduğu zor koşullardan ötürü, kamu yararı gereği olarak, ekonomik alanda hizmetlerin bir kısmını üstlenmesi, devletçilik ilkesinin de kaynağını ve anayasaya girme nedenini oluşturmaktadır.


EKONOMİK ALANDA GELİŞMELER :

Ekonomi: İnsanların üretim pazarlama ve tüketim alanında yaptıkları etkinliklerin tümüdür.

Osmanlı ekonomisi 1750’lerden itibaren çöküşe geçmiştir. Başlıca sebepleri ise kapitülasyonlar sanayinin gelişmemesi sürekli savaşlar tarımın bozulması ve dış borçlar idi.

Cumhuriyet döneminde ekonominin düzeltilmesi askeri zafer kadar önemliydi. Çünkü Atatürk’ün belirttiği gibi siyasi bağımsızlık ekonomik bağımsızlıkla tamamlanması gerekir.



Yeni Türk Devleti’nin ekonomi politikası İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenmiştir:

Öncelikle milli kaynaklardan yararlanılacaktır

Üretici korunacaktır

Sanayi ve ihracat geliştirilecektir

Özel girişimciler desteklenecektir

Çiftçilerin desteklenmesi için bankacılık geliştirilecektir.



Tarım alanında yapılan başlıca etkinlikler:

Köylüyü rahatlatmak için “aşar” vergisi kaldırıldı

Ziraat Bankası aracılığı ile çiftçilere kredi sağlandı

Kooperatifçilik geliştirildi

Tarımda makineleşmeye önem verildi

Verimi arttırmak için tohum ıslahı ve çiftçinin eğitilmesine önem verilmiştir.

Ticaret alanında yapılan etkinlikler:

Cumhuriyet öncesi ticaret azınlıkların elindeydi. Türk milletini ticarette etkin kılmak için:

1-Bankacılığa önem verilerek ilk özel banka olan İş Bankası kuruldu

2-Tüccarlara kredi sağlandı

3-Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı(Kabotaj hakkı) Türk denizcilerine verildi.



Sanayi alanında yapılan etkinlikler:

Devlet sanayi kuruluşlarını kurarken özel girişimciler de desteklendi

1933 yılında “devletçilik” ilkesi uygulanarak girişimcilerin yapamadığı yatırımlar yapıldı

1939’da Karabük demir-çelik fabrikası kuruldu

Madencilik faaliyetleri için MTA Enstitüsü kuruldu.



Bayındırlık alanında : özellikle ulaşıma önem verilerek demir ve kara yolları geliştirildi. Liman ve hava alanları yapılıp hizmete sokuldu. Şehirlerin modernleştirilmesi için çalışıldı.


TÜRK ORDUSU VE MİLLİ SAVUNMA

Türk Ordusu ve Milli Savunma



Türk devletlerinin kuruluş ve yıkılışlarında ordu genellikle birinci derecede rol oynamıştır.

Türk ordusu gerektiğinde milletle bir bütün oluşturmuştur. Bunu en iyi örneği de Kurtuluş Savaşı’nda verilmiştir. Türk ordusunun temeli disiplin cesaret ve vatan sevgisine dayanır.

Bugün TSK dört ana bölümden oluşur:

Kara Kuvvetleri Komutanlığı

Hava Kuvvetleri Komutanlığı

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı

Jandarma Genel Komutanlığı.

Türk ordusunun görevi anayasada belirtildiği gibi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni iç ve dış tehlikelere karşı korumak ve kollamaktır”. Ayrıca gerektiğinde doğal felaketlerde de halka yardım eder.

Milli savunma Milli Savunma Bakanlığı’nca yürütülmektedir. Ordunun beslenme barınma silah araç-gereç ihtiyacının giderilmesi ve askerlik işleri bu bakanlığın görevidir. Ordunun savaşa hazırlanması ise genel Kurmay Başkanlığı’nca yürütülür.


TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DIŞ SİYASETİ

1. Nüfus Mübadelesi.

2. Yabancı Okullar Sorunu.

3. Irak Sınırı ve Musul Sorunu.

4. Milletler Cemiyeti ve Milletler Cemiyetine Girişimiz.

5. Balkan Antantı.

6. Montrö Sözleşmesi.

7. Sadabat Paktı.

8. Hatay Sorunu ve Sonucu.



Milli dış politikamız: Atatürkçü düşünce sisteminin esasları doğrultusunda barışçı bir yönde oluşturulur.



Milli dış politikamızın dayandığı başlıca esaslar:

Öncelikle milli gücümüze dayanmak ve bağımsızlığımızı üstün tutmak

Milli sınırlar içinde kalmak

Gerçekçi ve barışçı olmak

Uluslar arası ilişkilerde eşitliğe dayanan ilişkiler kurmak

Milli politikayı yürütürken iç teşkilatı dikkate almak

Başka devletlerin politika ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek

Bilim ve teknolojiyi rehber kabul etmek.

Atatürk dış ilişkilerde özellikle bağımsızlığımızın zedelenmemesine dikkat edilmesini istemiştir. Çünkü Atatürk’e göre bağımsız olmayan devlet gerçekte devlet değildir. Atatürk’ün önem verdiği ikinci ilke de ilişkilerin mutlaka barışçı yoldan sürdürülmesi olmuştur. Bunu da “ Yurtta barış dünyada barış” ilkesiyle açıklamıştır.



Musul Sorunu ve Sonucu:

Musul sorunu Lozan Anlaşması’nda çözülememişti. Daha sonra İngiltere ile yapılacak görüşmelerde çözülmesi kararlaştırılmıştı.

1924’te başlayan görüşmelerde İngiltere Musul’un Irak’a ait olduğunu belirtiyordu. Gerçekte amacı Irak’ın kendi sömürgesi olduğundan buradaki petrol yataklarına sahip olmaktı. Hatta Musul’un yanı sıra Hakkari’nin de Irak’a katılması gerektiğini belirtiyordu.

İlk başta görüşmelerden sonuç alınamamış ve sorun İngiltere tarafından Milletler Cemiyeti’ne götürülmüştür.

Bu arada İngilizler Türkiye’yi iç işlerinde uğraştırmak için ortaya çıkan Şeyh Sait Ayaklanması’nı desteklemiştir.

Türkiye Milletler Cemiyeti ve Lahey Adalet Divanı kararlarını reddetmiştir. İkinci defa İngiltere-Türkiye arasında görüşmeler başlamış ve sonuçta 5 Haziran 1926’da varılan anlaşmaya göre bugünkü sınırımız çizilmiştir. Musul Irak’a bırakıldı. Ancak Irak elde ettiği petrolün %10’luk bölümünü 25 yıl süre ile Türkiye’ye verecekti.



Montrö Boğazlar Sözleşmesi :

Lozan Anlaşması ile Boğazların her iki yakası askersiz bırakılıyor ve yönetim uluslar arası bir komisyon tarafından sağlanıyordu. Türkiye bu şartları devletlerin silahsızlanmaya gitmesi şartıyla kabul etmişti. Ancak devletlerin 1933’ten sonra hızla bir silahlanma yarışına girmesi Almanya’nın Ren bölgesine girmesi Japonya’nın Mançurya ve İtalya’nın Habeşistan’a saldırması Türkiye’yi de kendi güvenliği açısından Boğazlar konusunda harekete geçirdi.

Lozan Anlaşmasını imzalayan ülkelere bir nota gönderen Türkiye İsviçre’nin Montrö kentinde bir konferansın toplanmasını sağladı. Burada imzalanan sözleşmeye göre;

1. Boğazlar Komisyonu kaldırılıp görevleri Türkiye’ye verildi

2. Boğazları her iki yakasında Türkiye asker bulundurabilecekti

3. Ticaret gemileri Boğazlardan geçebilecektir

4. Savaş gemilerinin geçişi için bazı sınırlamalar getirildi

5. Türkiye savaş durumunda savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda serbesttir.



Balkan Antantı

I.Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışının sağlanamaması ülkelerin 1933’ten sonra silahlanmaya gitmesi Almanya’nın Balkanları hedefleyen politikaları Türkiye ve Yunanistan’ı telaşlandırmış ve bunlara Yugoslavya ve Romanya’nın da katılması ile dört ülke arasında Balkan Antantı imzalanmıştır. Amaç sınırları güvence altına almak ve tehlikeleri önlemektir. Ayrıca ekonomik alanda da işbirliği sağlanacaktı.



Sadabat Paktı

1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’a saldırması Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’yu tehlikeye düşürmüştü. Bu yüzden Türkiye İran Irak ve Afganistan bir araya gelerek birbirlerinin güvenliklerini sağlayıcı işbirliği gidip aralarında Sadabat Paktı’nı imzaladılar.



Hatay Sorunu ve Sonucu:

20 Ekim 1920’de Fransa ile imzalanan Ankara anlaşması ile Türkiye-Suriye sınırı çizilmiş ve Hatay Fransa’nın mandası altında kalmıştı. Burada yaşayan Türklere hakları verilmişti. Ancak Fransa’nın buradaki mandasını kaldırması üzerine Hatay yeniden gündeme getirilmiştir. Konu Milletler Cemiyeti’ne götürülmüş ve Türkiye-Fransa arasında görüşmeler başlamıştı(1936). Sonunda 2 Eylül 1938’de bağımsız bir Hatay Devleti kuruldu. Ancak bu durum uzun sürmemiş ve Hatay meclisinin aldığı bir kararla Hatay ülkemize katıldı(1939).

Hatay’ın ülkemize katılmasında Atatürk’ün üstün çabası etkili olmuştur. Barış yoluyla kazanılmış siyasi bir başarıdır.

Jeopolitik: Bir devletin ekonomik coğrafi siyasal ve stratejik özelliklerinin dış politikayı etkilemesidir.



Türkiye sahip olduğu coğrafi konum uluslar arası politikaları etkileyen özelliklere sahiptir. Bunların başlıcaları:

Türkiye’nin Asya Avrupa ve Afrika’yı birleştiren stratejik bir konumda olması

Boğazlar sayesinde deniz ticaret yollarına hakim olması

Batı ile Orta Doğu arasında bir köprü durumunda olması

Bir dünya savaşı ihtimalinde çok önemli bir coğrafi konumda olması

Zengin eski uygarlıkların mirasına sahip olmasıdır.



Türkiye’nin bu önemi güçlenmemizi istemeyen bazı devletleri aleyhimizdeki bazı faaliyetleri desteklemekte ve gelişmemizi engellemeye çalışmaktadırlar. Bu amaçla iç ve dış tehdit unsurlarını desteklemektedirler. Özellikle terörizm faaliyetlerini destekleyerek hem Türkiye’yi içten çökertmeye çalışmakta hem de kendilerine silah pazarı yaratmaktadırlar. Bu şekilde davranan devletler terörizmin yayılmasına en büyük katkıyı yapmış olmaktadırlar. Bunun yanı sıra bazı devletler geçmişte yaşanan bazı olayları günümüzde gerçek dışı bir durumda ortaya çıkarmakta ve uluslar arası ilişkilerimizi bozarak bizi zor durumda bozmaya çalışmaktadırlar. Ermeni soykırımı iddiası bu amaçla kullanılmaktadır.

Bütün bu tehditlerin önüne geçmek ve sahip olduğumuz stratejik avantajları korumak toplum olarak birlik olmamız ve her alanda güçlenme çalışmaları yapmamızla mümkündür.



ATATÜRKÇÜLÜK - TÜRK İNKILABININ DAYANDIĞI İLKELER VE TÜRK İNKILABININ NİTELİKLERİ

A) Temel İlkeler:

1. Cumhuriyetçilik.

2. Milliyetçilik.

3. Halkçılık.

4. Laiklik.

5. Devletçilik.

6. İnkılapçılık.

7. Bütünleyici İlkeleri

8. Milli Egemenlik

2. Milli Birlik ve Beraberlik Ülkü Bütünlüğü

3. Özgürlük ve Bağımsızlık

4. Yurtta Barış Cihanda Barış.

5. Bilimsellik ve Akılcılık.

6. Çağdaşçılık ve Batılaşma.

7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi.



Türk İnkılabının Nitelikleri :

Atatürkçülük: Atatürk’ün devlet fikir ekonomik hayat ve devlet kurumlarını ilgilendiren görüş ve ilkelerinin bütünündür.

Atatürkçülüğün Oluşmasına neden olan başlıca etkenler:

Osmanlı Devleti’nin yönetim şeklinin(Mutlakıyet) günün şartlarına uymaması

Fransız İhtilali’nin etkisi ile ülkenin dağılışının gittikçe hızlanması

Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri izleyememesi

I.Dünya Savaşı sonunda vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikeye düşmesi

Osmanlı padişah ve hükümetlerinin olaylar karşısında çözüm üretememeleri.



Atatürkçülüğün başlıca amaçları:

Tam bağımsızlık

Toplum refahını sağlama

Millet egemenliğini sağlama

Akıl ve bilimi rehber kılma

Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma.





Atatürkçülüğün Nitelikleri:

Milletin ihtiyaçlarından kaynaklanmış olması

Hayalci olmaması

Bir bütün olarak Atatürk ilklerine dayanması

Akıl ve bilimi rehber kabul etmesi

Düşünce ve vicdan hürriyetine saygılıdır

Milli birlik ve bütünlüğe önem vermesi

Barışçı olması.



Atatürkçü Düşüncede Özellik Taşıyan Önemli Yaklaşımlar:

Atatürkçü düşünce kişinin hak ve hürriyetlerini koruyucu bir anlayışa sahiptir

Uluslar arası düzeyde kabul edilen tüm hak ve özgürlükler Atatürkçü düşüncede yer alır

Atatürkçü düşünce hürriyeti her ilerlemenin anası kabul eder

Atatürkçü düşünce devleti kişinin hak ve hürriyetlerinin korunmasından sorumlu tutar

Kişi hak ve hürriyetlerine karşı kişi vatandaşlık ödevleriyle yükümlü olur.



Atatürk İlkeleri:

Atatürk’ün inkılaplarını gerçekleştirirken uyguladığı yöntemlerin dayandığı esasların sistemidir.

Atatürk İlkelerinin Amaçları:

Türk toplumunu aklın ve bilimin rehberliğinde uygarlık düzeyine çıkarmak

Türk toplumuna mutlu bir yaşam sağlama

Bağımsız ve güçlü bir Türkiye yaratmak şeklinde özetlenebilir.



Atatürk İlkelerinin Ortak Özellikleri:

Sorunları akıl ve bilimin kurallarına göre çözmeyi öngörür

Kişinin hak ve özgürlüklerini korur

Demokratik kurallara uymayı esas alır

Başkasına özenerek veya taklit ederek belirlenmemiş toplumun ihtiyaçlarından doğdu

Atatürk ilkleri bir bütün olarak değerlendirilir birbirini tamamlayıcıdır.



Atatürk İlke ve İnkılaplarının Dayandığı Esaslar:

Vatan ve millet sevgisi

Milli egemenlik

Bağımsız ve özgür düşünce

Milli birlik

Ülkenin bölünmezliği

Türk toplumuna inanma ve güvenme.



Atatürk İlkeleri:

a)Cumhuriyetçilik:

Egemenliğin sahibinin millet olduğu bir yönetimdir

Temsili demokrasiyi esas alan bir yönetimdir

Milletin seçtiği temsilcilerden oluşan TBMM son söz yetkisine sahiptir

Millet temsilcilerini değiştirebilir

Atatürk Gençliğe Hitabesinde cumhuriyetin korumalığını Türk gençliğine vermiştir.



b)Milliyetçilik:

Milleti sevmek ve milli çıkarları her şeyden üstün tutmayı öngörür

Vatandaşlar arasında hiçbir ayrım yapmaz birlik ve beraberliğe dayanır

Vatanın bütünlüğünü ve bağımsızlığını esas alır

Tüm vatandaşları Türk olarak kabul eder

Irkçılığı reddeder.



c)Halkçılık:

Türkiye vatandaşı olan herkesi kanun önünde eşit sayar

Halkın devlet yönetimine eşit katılımını sağlar

Siyaset ve yöneticilerin halk için çalışmasını öngörür

Halkı bir bütün kabul ettiği için sınıf ayırımını reddeder.





d)Devletçilik:

Atatürk’ün ekonomik görüşlerini ifade eder

Ekonomik kalkınmada özel teşebbüsün yanı sıra devletin de yatırımları yapmasını öngören karma sistemi esas alır.

Sosyal güvenliğin sağlanmasını devletin görevi olarak görür.



e)Laiklik:

Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ön görür

Din ve vicdan özgürlüğünü sağlar

Dini inançları kullanarak halkın sömürülmesinin önüne geçer

Devlet yönetiminde aklın hakim olmasını ister

Dinde de serbest düşüncenin ve araştırmanın önünü açar

Toplumun inancında hoşgörünün hakim olmasını sağlar

Dinin gerekleri için hizmet edilmesini de sağlar



f)İnkılapçılık:

Yeniliği esas alır

Sürekli yeniliklere açık olmayı ister

Yeniliklerle toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlar



Atatürk ilkelerine sahip çıkarak devamlılığını sağlamak bizim temel görevimizdir.

Çünkü;

Türkiye Cumhuriyeti’nin devamının garantisidir

Hak ve özgürlüklerimizin sağlayıcısıdır

Millet egemenliğini sağlarlar

Kalkınmamız için gerekli bilimsel programın sağlayıcısıdır

Milli birlik ve beraberliğimizi sağlarlar

Bu ilkelerin devamını sağlamak için onların anlamını bilmek yeterli değildir. Bu anlamı yaşamamız gerekir. Ayrıca bunları gelecek nesillere aktararak sonsuz kılmalıyız.



1919-1938 yılları arasında verilen mücadele ile bağımsızlığımız milli egemenliğimiz cumhuriyetimiz ve demokrasimiz sağlandı. Bu mücadele Atatürk ilkeleri doğrultusunda yapılmış ve başarılmıştır. O halde Atatürk ilkeleri bizim varlığımız kadar önemlidir. Çünkü varlığımız bu sayede sağlanmıştır.

Hedefimizi ve hedefimizin gerçekleştirilmesi yolunu bize Atatürk ilkeleri göstermektedir. Bu ilkeler doğrultusunda gelişmişliğimizi daha da ileriye götürmeliyiz.


ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜ VE İSMET İNÖNÜ'NÜN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ

1. Atatürk'ün Ölümü.

2. İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı Seçilmesi.

3. İsmet İnönü'nün Keşiliği ve Devlet Adamlığı.

Atatürk ölünce 11 Kasım 1938 tarihinde toplanan TBMM Atatürk’ün en yakın silah ve fikir arkadaşlarından olan İsmet İnönü’yü Türkiye’nin 2. cumhurbaşkanı seçti.

İnönü Atatürk’ün yolunda memleket ve milletine 1950 yılına kadar cumhurbaşkanı olarak hizmet etmiştir.

I.Dünya Savaşı’nın ardından yapılan barış anlaşmaları kalıcı bir barış getirmedi. Aksine yenilenlere çok ağır anlaşmalar imzalatıldığından yeni bir savaşın tohumlarını ekti. Nitekim Almanya’da Hitler İtalya’da ise Mussolini iktidara gelince ırkçı bir politika izlemiş kısa sürede silahlanmaya başladılar. Bu ise yeni bir savaşın belirtileriydi.

Atatürk Hitler’in ve Mussolini’nin politikalarını değerlendirirken yakında bir savaşın olacağını önceden görüyordu. Bu da Atatürk’ün ileri görüşlülüğünü gösterir.


II. DÜNYA SAVAŞI VE SONRASI

A) II. Dünya Savaşı :

1. Savaş Öncesi Devre ve Üçlü Paktı.

2. II. Dünya Savaşıın Nedenleri.

3. Savaşın Gelişimi ve Sonuçları.

4. II: Dünya Savaşında Türkiye'nin Tutumu.

(Kahire ve Adana görüşmeleri üzerinde durulması)

B) II. Dünya Savaşından Sonra Türkiye'nin İç ve Dış Siyaseti:

1. Birleşmiş Milletler ve Türkiye'nin Üye Olması.

2. Çok Partili Döneme Geçiş.

3. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi.

4. Kore Savaşı.

5. Kuzey Atlantik Paktı.

II.DÜNYA SAVAŞI

II.Dünya Savaşı’nın Sebepleri:

1. I.Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan anlaşmalar Avrupa’nın dengesini bozmuştu

2. Almanya yeni sömürgeler elde etmek bir yana kendi topraklarını bile kaybetmişti

3. İtalya I.Dünya Savaşı’ndan galip çıkmasına rağmen ağır bir ekonomik sıkıntısı vardı

4. Japonya Uzakdoğu’da bir imparatorluk kurmak istiyordu

Aynı politikayı izleyen Almanya ve İtalya Mihver Devletler Grubu’nu kurdu. Daha sonra bunlara Japonya da katılacaktır.

Bir süre sonra Almanya ve İtalya önceki anlaşmaları tanımadılar. İtalya Habeşistan’a; Almanya da Ren bölgesine saldırıp Avusturya’yı ve Çekoslavakya’yı da işgal etti.

Fransa ve İngiltere kendi ekonomik sorunlarıyla uğraştığı için ilk başta bu işgallere ses çıkarmadılar. Ancak Almanya Polonya’yı Sovyet Rusya ile bölüşünce daha önceden Polonya’ya güvence veren Fransa ve İngiltere Almanya’ya savaş ilan etti.(1 Eylül 1939).

Kısa sürede savaş yayılacaktır. İtalya Japonya Bulgaristan Macaristan ve Romanya Almanya’nın yanında savaşa katılacaktır.

Almanya Fransa’nın Paris kentinin yanı sıra Norveç Danimarka Belçika Lüksemburg’u işgal edip İtalya ile beraber Yunanistan ve Afrika’da Mısır’a kadar ilerlediler.

ABD 1941’de Japonya’ya savaş ilan edince Almanya ve İtalya da ABD’ye savaş ilan ettiler. Savaş 1945 yılının ortalarına kadar devam etti. Savaşın çok uzaması ve geniş bir alana yayılması nedeniyle zayıflayan Almanya ve taraftarları yenilerek teslim oldular. Japonya bir süre daha savaşı sürdürmesi üzerine ABD iki atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attı. İki şehir yok olup yüz binlerce insan öldü.Japonya teslim olmak zorunda kaldı.
Son düzenleyen tHeBruTaLiTyOfHeLL; 4 Ocak 2009 21:26 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi