Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
18 Şubat 2009       Mesaj #4
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Çin ürünlerinin en önemli farkı, fiyatı. Örneğin bir saatin ortalama ithalat fiyatı 103,6 dolar iken, Çin’den ithal edilen bir saat için bu fiyat 19,6 dolara kadar düşebiliyor.
Asya Pasifik Uzmanı Altay Atlı, “Asıl sorun şu ki, bizim zihniyet değişimimizin hızı ile Çin'in değişim hızı arasında ciddi bir fark var” diyor. Atlı’ya göre, bunda “...her Çinliye bir portakal satsak zengin oluruz” algılamasının payı var. “Bu algılamayla başlayıp bugüne gelen süreç içinde Çin hızla değişirken, biz onu yaklayamadık ve ara giderek açılıyor. Şu anda Çin'in ekonomik büyümesinden fayda sağlamanın yolu Türk özel sektörü tarafından büyük ölçüde oradan yapılacak ucuz ithalat olarak görülüyor. Oysa ABD’liler, Avrupalılar ve Japonlar tamamen orada üretim yapmaya odaklı çalışıyor. Sadece ‘ithalat çok yüksek’ deyip hayıflanmaktansa, daha geniş bir Çin vizyonumuz olmalı, ihracatı nasıl artırırız, yatırımları nasıl artırırız, soruları üzerinde çalışmalıyız.”

21. yüzyılın İpek Yolu konuklarından, yerleşmek üzere Türkiye’ye gelenlerin tercihlerinde belirleyici olan da ekonomi. “Türkiye’de yaşam daha kolay” diyor Bayan Liu Lei. İstanbul’da Çin malları ticaretinin kalbinin attığı Eminönü’ndeki Şark Han’da hediyelik eşya ticareti yapıyor. Han’ın içinde ağzına kadar Çin mallarıyla doldurulmuş dükkânlar, Pekin’deki kapalı marketleri hatırlatıyor. Çin’e has baharat kokusu ve kırmızının en can alıcı tonları birarada. Plastik oyuncaklar, şeffaf şemsiyeler, büyüklü küçüklü sepetler, farklı malzemelerden yapılmış biblolar, gözlükler, saatler,i spor malzemeleri, aklınıza hiç gelmeyecek fonksiyonları olan elektronik eşyalar...

Han’da, daha çok Çinli tüccarlar var. Çoğu çekingen ve dış dünyaya güvensiz görünüyor. Fotoğrafçı arkadaşımın objektifi onları tedirgin etmeye yetiyor. Ama bu, Mao döneminden kalma bir çekingenlik değil. Bunun nedeni, dükkân sahibi dışında buradaki piyasadan yararlanmak üzere mal satmaya gelenlerin çoğunun çalışma izni ya da vize probleminin olması.

Çinli dostlarımın bana hep dünyanın küçük olduğunu hatırlatan sürprizlerinden biri Şark Han’da da karşıma çıkıveriyor.Geçen yaz Pekin havaalanında taşıdığı yüklere yardım ettiğim ve karşılığını verebilmek için bana kartını uzatan Liu Lei ile karşılaşıyorum. Han’da sadece onunla konuşabiliyorum. “Benim Türk pasaport var, sorun değil ama hakkımızda o kadar kötü haber yapıyorlar ki... eğer sen arkadaşım olmasaydın konuşmazdım, bıktım çünkü”...

Liu Lei, 2001’de Türkiye’ye gelmiş. Kendisi gibi ticaretle uğraşan eşi ile 2003’te evlenip Türk vatandaşı olmuş. “Buraya gelmeden önce Türkiye hakkında bildiğim tek şey müslüman olduklarıydı” diyor. “Burada herkes çok saygılı. Çin’de otobüse binince herkes ‘sen önce, ben önce’ yapar. Burada herkes sıraya giriyor, birbirini bekliyor. Yaşlılara yer veriyorlar.”

Bayan Lei, İstanbul’u çok seviyor. Özellikle de iklimini ve denizini. Bir de televizyon izlemeyi. “Komik dizileri seviyorum. Avrupa Yakası, Sıla ve Parmaklıklar Ardında’yı kaçırmıyorum. Pazar günleri de Pop Star’ı izliyorum...” Ama Türk yemeklerinden şikayetçi. “Çok kilo aldım baksana, şişmanlıyorum...”

Son yıllarda iki ülke arasındaki ticaretin şekli ve boyutu da değişip gelişiyor. Şark Han’da, pazarlarda ve sokak aralarında görmeye alışık olduğumuz, İpek Yolu’nun öte yanından gelen bu ufak tefek insanlar, Türkiye’de artık daha büyük yatırımlara imza atıyor. Çin’in önde gelen telekomünikasyon firması ZTE’nin Türkiye Genel Müdürü Changbin Qiu, 3 yıldır İstanbul’un Anadolu yakasındaki bir sitede, şirket çalışanları için kirlananan dairelerden birinde yaşıyor. Sabahları 08.30’da kalkıyor. 09.00’da işbaşı yapıyor. Resmi olarak 18.00’de işten çıksa da Çin’in gelişmesi konusunda kendisine düşen sorumluluğun bilincinde gece yarılarına kadar çalışıyor. “Batılılar kendilerine zaman ayırmayı sever, Çinliler de çalışma hayatını. Çin gelişmekte olan bir ülke ve hızımızı düşüremeyiz. Dünyanın geri kalanını yakalamak zorundayız” diyor.

Şirketinin Türkiye’ye gelme nedenini “Türkiye Ortadoğu Avrupa Bögesi’nde çok önemli bir pazar, hatta en büyük bile diyebiliriz. Bu yüzden Türkiye’yi bu platformun merkezi seçtik” diye açıklıyor.

Qui’nin en büyük eğlencesi hafta sonları sitedeki komşularıyla yaptığı futbol maçları. Ara sıra birşeyler içmeye, dans etmeye çıkıyor ama hep Çinli arkadaşlarıyla. Çünkü Türkçe bilmiyor. Buna rağmen, “Eğer mümkün olursa, burada hayatımın sonuna kadar kalabilirim” diyor ve ekliyor: “Ama bunun için bir Türk eşim olması gerek”...

İpek Yolu’nda hep bir ticaret yolu olsa da, yüzlerce yıldır olduğu gibi kültürü de ardından sürüklüyor. Geçmişte Çin’den batıya yayılan kağıt, barut ve pusulanın yerini artık Çin yemeği, chop stickler, Çin tıbbı ve Uzak Doğu sporları alıyor.
Türkler ard arda açılan Çin restoranları ve market raflarında boy gösteren noodle, soya sosu ya da soya filizine alışıyor. Plazalarda öğle arası atıştırılan fast food mönülerde Çin yemekleri de var. Hastalığına çare arayanlar kadim Uzak Doğu tıbbı uzmanlarına başvuruyor. Kung Fu, Thai Chi, Chigong eğitmenleri 7’den 70’e herkese ders veriyor. Çin kökenli sporcular uluslararası yarışmalarda Türkiye’yi temsil ediyor. Çince, bazı ilköğretim okullarında seçmeli dil oluyor, üniversitelerde Çin Dili ve Edebiyatı bölümleri açılıyor, Çince kursları her geçen gün daha fazla öğrenci kabul ediyor, Çin ile ticaretin incelikleri ve fuarlara katılım konusunda danışmanlık firmaları kuruluyor.

Türkiye’de giderek daha fazla insan zayıflamak ya da sigarayı bırakmak için akapunktur ile tanışıyor. 16 yıldır Türk eşi ile birlikte İstanbul’da yaşayan akapunktur uzmanı Jie Sazcı’nın hastalarının büyük bölümü ilaç tedavisiyle derdine çare bulamayan kişiler. Bayan Jie, modern tıp eğitimi almasına rağmen akapunktur alanında çalışıyor. Batı ve Çin tıbbı arasında özellikle son zamanlarda bir ihtilaf olsa da akapunkturun, vücudun kendi kendine güç kazandırmasını sağladığını ve insan doğasıyla daha ilişkili olduğunu söylüyor. Ona gelenler daha çok sigarayı bırakmak veya zayıflamak isteyenler. Sazcı bunu, Türkiye’de akapunkturun iyi bilinmemesine bağlıyor. “Oysa bu yöntemle pek çok rahatsızlığı iyileştirebilirsiniz. Üstelik yan etkisi yok...”

Yurt dışında, kendi alanında çalışma olanağı bulan şanslı Çinliler arasında Melek Hu da var. Melek henüz 19 yaşında ve Ağustos’ta yapılacak 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nda masa tenisi alanında Türkiye’yi temsil etmeye hazırlanıyor. Çin’de çok yaygın olan bu sporu, rekabet koşullarının daha az olduğu Türkiye’de yapmayı, kariyeri ve hayatını kazanması açısından daha avantajlı buluyor.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Çin’den transfer ettiği Melek, artık Türk vatandaşı ve doğduğu topraklarda Türkiye adına yarışacak. “Bu çok heyecanlı ve gurur verici” diyor ve ekliyor: “Benim için, profesyonel bir sporcu olarak milliyetten çok, iyi bir maç çıkarabilmek önemli”. Melek’in Türkiye’yi seçmesinde özel bir neden yok. Onun tek isteği uluslararası alanda maçlara çıkabilmek.

Ancak herkes Melek kadar şanslı değil ve herkes bildiği, istediği işi yapamıyor. 29 yaşındaki Uzak Doğu Sporları Eğitmeni Yin Song Li, Türkiye’de Kung Fu öğretmek istemesine rağmen ekonomik nedenlerden dolayı başka bir iş yapmak zorunda. 2002’de Türkçe öğrenmek üzere Türkiye’ye gelen Li’nin Çin’den ayrılmasının çok önemli bir nedeni daha var: Kalabalık.

“Çin’de yaşam şartları daha zor, insanlar çok çalışmak zorunda ve az para alıyor. Burası havası, denizi ile çok güzel ve hayat zor değil” derken İstanbul’un ne gürültüsü ne de kalabalık nüfusundan etkilenmiş görünüyor. Ama pek çok Çinli gibi Türk yemekleri onun da dengesini alt üst etmiş. “Çok kilo aldım. Vücut dengem bozuldu, sporumu rahat yapamıyorum...”

Li, ara sıra Kung Fu dersleri verse de, bu sporun genelde Türk insanının doğasına uymadığını düşünüyor. “Kung Fu disiplin ve sabır gerektiren bir spor ama Türkler o yapıda değil. Çok çabuk sıkılıyorlar. Bugün yapıp, yarın yapmazsan bir işe yaramaz, oyuna dönüşür”.

Ama dil öğrenmek, Kung Fu öğrenmek kadar zor olsa da yeni fırsatlara kapı açtığı için çok daha fazla rağbet görüyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de giderek daha fazla insan “büyüyen dev”in dilini öğrenmeye çalışıyor.
Çin Eğitim Hizmetleri kurucusu İrfan Karslı, “Bu ilginin büyümesinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilköğretim ve orta öğretim müfredatına zorunlu ikinci yabancı dil olarak Çince derslerinin getireleceği yönünde açıklamalarının/girişimlerinin büyük etkisi var” diyor.

Karslı’nın İpek Yolu serüveni 1997’de başlıyor. Üniversiteden mezun olduktan sonra Çin’e gidiyor ve kendisine Çinli bir eş seçiyor. Zheng Nan ile tanışıp evlenmesi, Çin ile ticari ve kültürel ilişki kuran pek çok Türk gibi onun da yaşamında bir dönüm noktası oluyor. Etkisinde kaldığı bu kültürü Türkiye’de tanıtmak ve farklı bir kültüre gelen eşinin yabancılık hissetmemesi için Çin Eğitim Hizmetleri’ni kuruyorlar. 2000’den bu yana Çince dersler veren kurum, son zamanlarda Çinlilerin Türkçe öğrenmesine yönelik Türkçe dersler de veriyor.

Minghua Xing da İngiliz Dili eğitimi almış, öğretmenlik deneyimi olan ve Türkçesi de iyi olan onlarca Çince öğretmeninden biri. 6,5 yıl önce eşinin işi nedeniyle Türkiye’ye gelmiş. Yaklaşık üç yıldır öğretmenlik yapıyor ve halen özel bir üniversitenin Çince Tercümanlık Bölümü’nde öğretim üyesi. Haftada yedi gün çalışıyor. İşi dışında kendini geliştirebilmek için Çeviribilim Bölümü’nde yüksek lisans yapıyor. Bütün çabası Türkiye’yi Çin’de tanıtabilmek için... “Türkiye konusunda kendimi çok iyi geliştirmeliyim. Bu ülkenin kültürünü daha iyi anlayıp iki ülke arasında köprü olmak istiyorum” diyor.

Xing, iki farlı toplumun birbirlerinin dilini ve eğitim sistemini daha iyi anlamasının Çin-Türk ilişkilerinin gelişmesinde önemli bir yeri olduğunu söylüyor. Çalıştığı kurumlarda diğer Çinli meslektaşlarıyla birlikte, öğrencilerin Çin kültürünü daha iyi anlamasını sağlayacak Çince skeçler, masa tenisi karşılaşmaları, Tai Ji dersleri gibi etkinlikler de yapıyor.

Her ne kadar iki ülke arasındaki ticarette Türkiye, Çin’in çok gerisinde kalsa da eğitimde Çince bilenlerin ve öğrenmeye çalışanların sayısı, Türkçe bilen Çinlileri geçmiş olabilir. Hayat Bilgisi sayfalarında gördüğü Çin Seddi resimlerinden ve İpek Yolu hikâyelerinden çok daha fazlasını öğrenmek isteyenler, soluğu İpek Yolu’nun başladığı yerde alıyor.

Çin’deki yatırım potansiyelini gören işadamı Sedat Satıcı, “Çin hobi mi, fobi mi biran once karar vermeliyiz. Ama Çin’i göz ardı edersek bundan zararlı çıkan biz oluruz” diyor. Bu nedenle de 2006’de kurduğu Akademi Çin sayesinde, Çin’e yönelik ticari fırsatlar ve eğitim olanakları konusunda danışmanlık hizmeti veriyor. Her her ay 10-15 Türk öğrenci bu kurum kanalıyla eğitim için Çin’e gidiyor. Satıcı son yıllarda Çin’e yatırım yapan Türk müteşebbislerinin sayısında da artış olduğunu söylüyor. “İhracatımızdaki bir hareketlilik görünmese de Türk işadamlarının Çin’de kurduğu fabrika sayısı 200’e yaklaştı.”

Türkiye’yi turistik amaçlarla görmek ve tanımak isteyen Çinli sayısı da her geçen yıl artıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre 2005 yılında Türkiye’ye gelen Çinli turist sayısı 43.157’den iki yılda 65.752’ye yükselmiş.

Merak, ticaret, eğitim ya da daha iyi yaşam şartları... Minghua Xing’in Türkiye’de yaşadığı yıllar boyunca edindiği izlenimler, İpek Yolu’nun iki yakasında yaşayanları 21. yüzyılda biraraya getiren önemli adımlardan birinin aile bağları olduğunu gösteriyor. Çin-Türk evliliklerinin çoğu, iki ülke arasında bir ticari ilişkiyi ya da iki ülkeden birinin dilini ya da kültürünü tanıtmaya yönelik bir çabayı da beraberinde getiriyor. Minghua Xing, iki ülke arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor: “İki kültür ailenin önemi konusunda çok benzeşiyor. Ben burada sizden biri gibiyim. Hiç yabancı hissetmiyorum”...
BAKINIZ İpek Yolu
Son düzenleyen Safi; 13 Aralık 2018 23:11