Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
17 Nisan 2009       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Sanayi devriminin başından itibaren ortaya çıkan birtakım olumsuzluklara yönelik olarak gelişen bu kavramlar, hep belli bir sorgulama ve neden-sonuç ilişkilerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Düşünsel boyutta yapılan bu sorgulamalardan sonra bugünkü toplumda duygusal ilişkiler de gelişmiş, bir anlamda romantizm çağı yeniden yaşanmaya başlamıştır. Duygusal ilişkilerin gelişmesi bilgi toplumunda sınıflı bir anlayışın olmamasını ortaya çıkarmıştır. Sınıflar arasındaki ayrımcılık, hatta çatışma bilgi toplumunda zayıflamış ve kesimlerin daha çok iç içe geçmesi ve etkileşimleri söz konusu olmuştur.
Yaşamımız, bugünkü tutum ve davranışlarımız, bakış açılarımız kendimizin, diğer insanların ve bizden önceki nesillerin düşüncesinin ürünüdür; belli sorgulamaların, bilimsel analizlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Düşünsel boyutta gerçekleştirilen bütün değerlendirmeler ve yaşanan evrimler bilgi toplumunun şekillenmesinde temel yapı taşları olan gelişmelerdir.
Teknolojik gelişmelerin ilk yansıdığı alan olan ekonomik alanda bugün ulaşılan aşama olan yenilikçi-yaratıcı piyasa ekonomisi ve küresel-yenilikçi rekabet anlayışı, toplumsal sistemin diğer alt alanlarına da belli şekillerde yansımaktadır/yansıyacaktır.
Fiziksel ihtiyaçların ve düşünsel ihtiyaçlara yönelik bakış açısı ve analizlerin sonucunda ulaşılan noktadan sonra, bugün bilgi toplumunda duygusal ihtiyaçlar ön plana çıkmaktadır. Bir anlamda romantizm geri dönmüştür. İnsanların birbirlerine ihtiyaç duydukları, çatışma halinde değil, uzlaşma ile insanlar arası etkileşimin gerçekleştiği görülmektedir. Bilgi toplumunda diyalog, iletişim en önemli ihtiyaçlar olarak değerlendirilmektedir.
Toplumsal düzeyde yaptığımız bu değerlendirmeleri bireysel düzeye indirgediğimizde insan beyninin yapısından bahsetmek gerekir: İnsan beyni iki yarım küreden (lob) oluşmaktadır. Sol yarım küre daha çok düşünsel tahlillerin yapıldığı bölümdür. Matematik, mantık, sayılar, konuşma, analiz, detay gibi temel fonksiyonları yerine getiren sol yarım küreye karşılık, sağ yarım kürede duygusal tahliller yapılmaktadır. Hayal, şekil, boyut, müzik, renk gibi fonksiyonlar ise sağ yarım kürede yerine getirilmektedir.
Farklı işlevleri yerine getiren, beynin sağ ve sol yarım küreleri birbirinden kopuk olarak çalışmamaktadır. Mutlak bir etkileşim söz konusudur. Hayal gücünü kullanarak aklından geçenleri masal gibi anlatan, bu arada masaldaki varlıkların karakterlerini analiz eden bir insan, beyninin her iki yanına da işlerlik kazandırıyor demektir. İnsanların küçük bir çocukken hayal güçlerinin yüksek olması televizyon reklamlarına (renklere, şekillere, sese vb.) ilgi duymalarını sağlar; bu durumda beynin sağ yanı daha fazla kullanılmaktadır. Bununla birlikte, hafıza gücünün azalması yaşın ilerlemesinden olmamakta, beynin sağ tarafının yeterince kullanılmamasından kaynaklanmaktadır.
Bireyin öğrenme süreci ve yaratıcılığında, beynin her iki yarım küresinin etkileşim düzeyi belirleyici olmaktadır. Düşündükçe, hafızasını kullandıkça beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağların güçlenmesinden ve artmasından dolayı insanın hafıza gücü de gelişmektedir. Beynini kullanamayanlarda ise sinir hücreleri arasındaki bağlar zayıf kalmakta ve potansiyel hafıza gücü kullanılamamaktadır. Burada önemli olan, beynin sağ ve sol lobları arasında ilişki kurmak, her ikisinin fonksiyonlarının etkileşim ve bütünleşme sürecini oluşturmaktır. Sağ ve sol lobun ilişkisinde kritik olan, sağ lobun işlevlerini harekete geçirebilmektir. Akli gözle görebilme bu noktada önemlidir. Alışverişe çıkan bir insanın mağazadan neler alacağını unuttuğunu varsayalım. Burada söz konusu birey, akli gözüyle göremediği, görsel ya da işitsel olarak (duygularla ilgili renk, şekil, ses vs.) kafasında bir ilişkiler ağı kuramadığı için neler alacağını unutmuştur. Oysa, örneğin mağazaya girdiğinde kocaman bir kazana doldurulmuş sütün içinde yüzdüğünü, oradan çıktıktan sonra bir palyaçonun ikram ettiği 3 metre uzunluğundaki bisküviyi yediğini ve dört ayaklı balıkların kendisine doğru koştuğunu hayal etseydi alışverişe çıkmadan önce, mağazadan süt, bisküvi ve balık alacağını hatırlayabilirdi. Burada beynin sağ lobunun ya da duygusal boyutun işlevi son derece önemlidir. Bu şekilde öğrenme sürecinin ve yaratıcılığın temelinde önce beyindeki sinerjik ilişkinin geldiği söylenebilir.
Duygusal boyut; hayal gücü, merak, heves gibi unsurlarla oluşmakta ve yaratıcılığa bu unsurların kaynak olmasıyla yol açmaktadır. Farklı olanları keşfetme ihtiyacı doğan insan, bakış açısını farklı yönlere doğru değiştirmekte, başka olanları merak etmektedir. Başka olanı öğrenme hevesi, onun için önemli bir motif olmakta, zamanla bu motifin dürtüsüyle yeniyi, farklı olanı yaratma ihtiyacı doğmaktadır. Burada, başka olan, mevcut da olabilir; fakat önemli olan, var olmayana yönelmek ve gelecekte ortaya çıkması düşünüleni yakalayabilmektir. Böylece olmayanı hayal ederek belli birikimleri de sağlayıp yaratıcılığı geliştirmek mümkündür.
Hayal gücü, merak, hevesler gibi dinamiklerden kaynaklanan yaratıcılığın sonuçları nelerdir? Yaratıcı, farklı olanı keşfeden ve girişimin gerisinde yatan temel motifleri sağlamış bir anlayışın meyveleri; yeni ürün, yeni teknoloji ve yeni iş modelleri olarak ortaya çıkacaktır. Bakış açısı farklı bir Filipinli, kendi kültürel değerleriyle yoğurduğu hamurla yarattığı yeni fast food ürünüyle çıkabilmektedir, McDonald’s hamburgerinin karşısına. Arızalanan otomobilin sorununun ne olduğunu bulmak için oto tamircisinin, otomobilin çeşitli yerlerini incelemesi yerine, otomobile yerleştirilen düzeneğin, seyir halinde iken aracın arızasını tespit etmesi ve oto tamircisinin sadece arızanın halledilmesine odaklanması, yeni bir iş modeli olarak değerlendirilebilir

Yaratıcılık bireysel düzeyde mantıksal zeka (IQ) ile duygusal zekanın (EQ) bir araya gelmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bireyin, beyninin sağ ve sol yarım kürelerini birbiriyle bütünleştirmesi sonucu yaratıcı zeka ürünü açığa çıkmaktadır. Bu bağlamda, yaratıcılığın sadece mantıksal zeka ile gerçekleştirilebileceğini düşünmek sığ bir bakış açısı olacaktır. Mutlaka duygusal boyut da yaratıcılık sürecinde değerlendirilmelidir. Bireysel düzeyde yaratıcılığın sinerjik ilişki açısından rolü bireyler arasındaki etkileşime konu olan ekip düzeyinde de ele alınmalıdır. Bir başka deyişle bireysel düzeyde düşünsel ve duygusal zekanın etkin entegrasyonuyla yaratılan sinerjik üretim, farklı nitelikteki bireylerin bir araya gelmesiyle ekip sinerjisi yaratılmasına olanak sağlar. Ekip çalışması, belli bir düzeyde birikime ve farklı özelliklere sahip bireylerin, uygun bir mekanda, bir anlamda bir beyin fırtınası yaşayarak etkileşimleriyle farklı boyutta fikirlerin/ürünlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Böylece ekip çalışmasında bireyler arasında tamamlayıcılık ilişkisi kurulmaktadır. Ekip düzeyindeki bu entegrasyon tek bir bütünden daha çok şeyi ifade etmektedir ve özünde yaratıcılık ve buna olanak tanıyacak zekaya sahip bireyler bulunmaktadır.
Son yıllarda birçok ülkede stratejik araştırmalar için oluşturulan “think-tank”lerin temelinde de bu tamamlayıcı/yaratıcılık ortamının öneminin kavranması yatmaktadır. Yine, son yıllarda ön plana çıkan toplam kalite anlayışı çerçevesinde işletmelerde karar sürecine yöneticiler ve firma sahipleri yanında çalışanların da dahil edilmesi de bu anlayışın tipik bir yansıması olarak algılanabilir.
Sonuç

Yeni bin yıla büyük dönüşümlerle giren yaşlı dünyamız, her alanda yeniden/sürekli yapılanmayı gerekli kılan bir süreç yaşamaktadır. Eski paradigmalar ve/veya analiz araçlarıyla çözümlemenin çok güç olduğu bu sürece farklı bir perspektif/yöntem/anlayış ile bakılması gereği bulunmaktadır. Bunu başarabilen bireyler, firmalar, ülkeler, bloklar başarılı olabilecek, diğerleri ise geride kalacaktır. Bu nedenle, her düzeyde, bu yeni ve dönüşümsel nitelikli yapılanmanın yoğun olarak incelenmesi gerekmektedir.
İfade edilmeye çalışılan bu gelişmelerin önemli yansımalarından biri de, yenilikçilik/yaratıcılık boyutunda yaşanmaktadır. Ürün ve iş modellerinde belli bir düzeye gelinmesi ve bu alanda yeni adımlar için yeni/farklı bir şeylere ihtiyaç duyulması yaratıcılığın önemi artırmıştır. Bir başka deyişle, düşünsel zeka (IQ) ile gerçekleştirileceklerin sınırına yaklaşılması, sanat ve diğer bazı alanlar dışında kullanımı sınırlı düzeyde kalan duygusal zekanın (EQ) ön plana çıkmasına neden olmuştur. Böylece, bir anlamda, düşünsel ve duygusal zekanın, duygusal olanın katsayısının daha büyük olduğu yeni bir sentezi önem kazanmıştır.
Bireysel düzeyde sinerjik ilişkinin yaratılmasında bu yeni sentez ön plana çıkarken, bu ilişkinin ekip düzeyine yansıtılması çabaları da büyük ölçüde artmıştır. Kuşkusuz birincisi daha çok bireysel, ikincisi ise ekip düzeyindeki çalışmaların niteliği ve içeriğinde dönüşüm yaratmıştır.
Bu çerçevede günümüz ve özellikle de yakın gelecekte sinerjik ilişki ortamının oluşturulması ve böylece yaratıcılığın arttırılması, üzerinde önemle durulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle, başta eğitim sistemi ve öğretim teknikleri olmak üzere, tüm stratejik alanlarda bu gelişmelere paralel değişiklikler yapmak gerekmektedir. Eğitimin yeniden “en önemli” olduğu bu aşamada insanların sahip olduğu bireysel potansiyelleri ortaya çıkarabilecek, onları geliştirebilecek oluşumların hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda, duygusal ve buna bağlı olarak tepkisel düşünce ve davranış yapısına sahip bireylerin yoğunlukta olduğu Türkiye’de yukarıda ifade edilen dönüşüm çok daha büyük bir önem taşımaktadır. Bu dönüşüm başarılı olabilir, düşüncede “devrim” gerçekleştirilebilir ve sinerjik yaratıcılık için zemin hazırlanabilirse, Türkiye, belki de ilk kez, büyük bir atılım için fırsat yakalamış olacaktır.