Arama

Vergi Nedir? - Tek Mesaj #1

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
4 Mayıs 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

vergi

Ad:  vergi.JPG
Gösterim: 4388
Boyut:  37.7 KB

devletin gerçek ve tüzel kişilere yüklediği ekonomik yükümlülük.

Sanayi Devrimi sonrasında bütün devletlerin en önemli gelir kaynağını oluşturan vergilendirmenin başlıca işlevi devlet harcamalarını karşılamaktır. Kaynak yaratarak, kaynak dağılımını değiştirerek ve ekonomik karar birimlerini yönlendirerek büyümeye katkıda bulunmak ile gelir ve servet bölüşümünü düzenlemek de vergilendirmenin öteki önemli işlevleridir. Uygulamada sık sık birbiriyle çelişebilen bu işlevler arasında uyum sağlamak, vergi politikalarının temel sorunlarından biridir.

Vergi yükümlülüğünün paylaşılmasında benimsenen en temel ilke, toplumsal sınıf ayrımı gözetmeksizin herkesin vergi ödemesini öngören genellik ilkesidir. Buna karşılık vergi yükünün kişilerin kamu hizmetlerinden yararlanma düzeyine göre paylaşılması ilkesi, uyruklarına hizmet götürmeksizin onlardan ağır vergiler alan ortaçağ ve sonrasının despotik yönetimlerine karşı etkili bir silah olarak kullanıldıktan sonra uzun süre uygulamadan kalkmış, ama 20. yüzyılın ikinci yarısında piyasa kurallarını kamu kesimine olduğu gibi yansıtma politikalarıyla birlikte yeniden yandaş bulmaya başlamıştır. Bununla birlikte günümüzde hâlâ en yaygın biçimde geçerli olan eşitlik ilkesi, vergi yükünün, kamu hizmetlerinden yararlanma düzeyine bakılmaksızın kişilerin ödeme gücüyle orantılı paylaşılmasını öngörür.

Eşitlik ilkesini uygulamanın temel aracı artan oranlı vergi tarifeleridir. Vergi ödeme gücünü belirlemekte başvurulan başlıca tekniklerse en az geçim indirimi ve ayırma yöntemidir. En az geçim indirimi, gelişmekte olan ülkelerde sembolik düzeyde kaldığı için büyük ölçüde etkisizdir. Örneğin Türkiye’de gelir vergisinde “genel indirim” adıyla uygulanan ve yılda ancak 4.500 lira vergi azalışı sağlayan geçim indirimi 1986’da kaldırılmış, “özel indirim” adıyla yalnızca ücretliler için ayırma yöntemine geçilmiştir. Emek gelirlerini sermaye gelirlerinden daha az vergilendirmeyi amaçlan bu yöntemin uygulanmasına karşın, ütün kapitalist ülkelerde çeşitli bağışıklık ve indirimlerden yararlanan sermaye kazançtan genellikle daha çok kayırılabilmektedir. Gelişmiş ülkelerde uygulanan negatif gelir vergisi (ödeme gücü olmayanlardan vergi almak yerine onlara gelir aktarılması) yöntemine karşın, bu ülkelerde de siyasal bakımdan güçsüz kesimler genellikle en ağır vergi yükünü taşımaktadır.

Liberal yaklaşımın savunduğu vergilendirmede yansızlık ilkesi, vergilerin tüketici ve üreticilerin tercih ve kararları üzerinde en az etkide bulunmasını öngörür. Bu ilkeye göre devlet vergilendirme yoluyla ne göreli fiyatlar ne de göreli kârlılık üzerinde etkide bulunmalıdır. Ama modern devletler gerek ekonomik, gerek toplumsal, gerekse vergi yönetim tekniklerinin kısıtlarına bağlı mali kaygılarla bilinçli olarak “taraflı” vergi politikaları uygulamaktadır.

Vergi türlerinin sınıflandırılmasında başvurulan en genel ayrım, dolaysız ve dolaylı vergiler arasındadır. Bu ayrımda kullanılan başlıca ölçütlerse yansıma ve kişiselleştirilebilme özellikleridir. Yansıma, verginin yasal yükümlüsünün, vergi yükünü fiilen başkasına ya da başkalarına devretmesidir. Yansımanın yönü fiyatlar aracılığıyla nihai tüketiciye doğruysa “ileriye dönük” yansımadan, üretim faktörlerinin (emek, sermaye, girişim vb) gelirlerini azaltacak doğrultudaysa “geriye dönük” yansımadan söz edilir. Örneğin katma değer vergisi (KDV) ileriye yansıtılabildiği için dolaylı, ileriye ya da geriye yansıtılamadığı varsayılan gelir vergisiyse dolaysız vergi sayılır. Öte yandan yükümlünün özel koşullarını dikkate alacak biçimde kişiselleştirilebilen vergiler dolaysız, kişiselleştirilemeyen vergilerse dolaylı olarak tanımlanır. Bu tanım çerçevesinde de geleneksel olarak gelir ve servet ya da mülkiyet vergileri ile veraset ve intikal vergileri dolaysız, tüketim, muamele, harcama ve gider vergileri (genel adıyla satış vergileri) ile emlâk alım satım ve taşıt alım vergileri dolaylı vergi sayılır.

Türk vergi sistemi. Türkiye’de Cumhuriyet yönetimi 1926’ya değin Osmanlı döneminden kalma vergileri toplamak ve bunlara bazı zamlar yapmakla yetindi. 1916 tarihli Osmanlı gümrük tarifelerinin 1928 sonuna değin uygulanmasını öngören Lozan Antlaşması da (24 Temmuz 1923) Cumhuriyet yönetiminin koruyucu gümrük vergileri uygulamasını önlüyordu. Ama 1925’te öşürün kaldırılması yeni vergi düzenlemelerine gidilmesini zorunlu kıldı. Bu amaçla, tarımı vergilendiren ağnam resmi miktarı artırıldı, arazi ve bina vergisinin yeni yazım değerleri yükseltildi, yol vergisine zam yapıldı. Kentsel nüfusun vergi yükü de 1926’da temettü vergisi yerine getirilen kazanç vergisi ve gene 1926’da kabul edilen umumi istihlak vergisiyle artırıldı. Genel gelişmişlik düzeyinin düşüklüğü nedeniyle bu vergiler başarılı olamayınca hükümet Tekel’ce üretilen mallar üzerindeki vergileri artırarak gelir sağlamaya yöneldi; bu yöntem de kentsel ve kırsal sabit gelirli kesimlerin mali yükünü ağırlaştırma yönünde etkili oldu. Ama vergi yükünde kırsal kesimden kentlere doğru bir kayma gerçekleştirildi. Kentlerde de vergi yükü özellikle ücretliler üzerinde ağırlığını gösterdi. 1927’de çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu ise birçok sanayi işletmesini çeşitli vergi yüklerinden bağışık tuttu.

1929’daki Büyük Bunalım’ı izleyen dönemde ücretlilerin vergi yükü daha da ağırlaştı. Örneğin iktisadi buhran vergisinin 1931-38 arasındaki toplam tahsilatının yüzde 83’ünü ücretliler karşıladı; muvazene vergisi (1932) ve hava kuvvetlerine yardım vergisi (1935) bütünüyle ücretlilerce ödendi. Bu üç vergi, ticaret kesimine yönelik kazanç yergisinden üç kat daha çok gelir sağladı. Öte yandan bunalımdan en çök etkilenen kırsal kesim üzerindeki yol vergisinde indirime gidildi, buna karşılık yükü gene kentli tüketicilere binen buğdayı koruma vergisi uygulandı. II. Dünya Savaşı yıllarında vergi sistemine Varlık Vergisi’yle öşüre dönüş niteliğindeki Toprak Mahsulleri Vergisi gibi olağanüstü vergiler eklendi, yol vergisi de ağırlaştırıldı. Milli gelir üzerindeki vergi yükü (bütçe vergi gelirlerinin gayri safi milli hasıla içindeki payı) 1950 öncesinde yalnızca 1930-35 ve 1944-50 dönemlerinde yüzde 10 eşiğini aşarak yüzde 12’lik bir ortalama düzeye ulaştı.

1946 sonrasında Fritz Neumark’ın katkısıyla hazırlanan ve 1950’de yürürlüğe konulan vergi reformunun üç önemli ürünü oldu: Kazanç vergisi ve bunun ek vergileri yerine geçen gelir vergisi; kurumlar vergisi; vergi yönetimi ile vergi yargısını tek örnek kurallara bağlayan Vergi Usul Kanunu. Aynı yıi yürürlüğe giren ve küçük esnafı dışarıda bırakan esnaf vergisi ise 1955’te baskı gruplarının etkisiye kaldırıldı, yüksek gelirli esnaf gelir vergisi kapsamına alındı. Milli gelir içinde hâlâ çok önemli payı olan tarım kesimiyse hemen bütünüyle vergi dışı kaldı; yol vergisi 1952’de kaldırıldı, arazi vergisinin matrahı yenilenmediği için getirisi çok azaldı. Siyasal etkiler sonucunda gelir ve kurumlar vergilerine yeni bağışıklık ve indirimler getirildi. Muamele vergisini yeniden düzenlemek amacıyla 1957’de çıkarılan Gider Vergileri Kanunu, sanayicilerin gösterdiği tepki nedeniyle muamele vergisinden de daha düşük bir vergi geliriyle sonuçlandı. 1950’lerde vergi yükü ortalama yüzde 11 dolayında kaldı.

27 Mayıs 1960 hareketinden sonra gelir ve kurumlar vergilerinde yapılan önemli değişikliklerin gördüğü tepki üzerine yatırım indirimi, hızlandırılmış amortisman, gümrük vergisi indirimi ve ihracatta vergi iadesi gibi özendirme araçları getirildi. Tarım üzerine getirilen gelir vergisi hafifletildi, 1963’te hayvan vergisi kaldırıldı. Böylece kamu kesiminin kaynak yaratmaktan çok kaynakların yeniden dağıtımında etkin rol almasını gerektiren yeni bir vergi politikası benimsendi. Buna karşılık bir tür vergi güvenlik önlemi olarak getirilen servet beyanı korundu. Planlı dönemde devlet gelirlerini artırmayı amaçlayan yeni bazı vergiler de vergi sistemine gelir bakımından gerekli esnekliği kazandıramadı. 1961-68 arasında vergi yükü ortalama yüzde 13 düzeyindeydi.

1970’te yürürlüğe giren Finansman Kanunu’yla işletme vergisi, taşıt alım vergisi, bina inşaat vergisi ve gayrimenkul kıymet artışı vergisi gibi yeni düzenlemelere gidildi. Ama bunlardan yalnızca sonuncusu, ilk kez sermaye kazançlarım ve spekülatif kazançları vergilendirdiği için ileri bir adımdı. Öte yandan emlak vergisinde yazım yönteminden beyan yöntemine geçildi, veraset ve intikal vergisinde de yükümlünün bildirimi ve bunun idare tarafından denetimi tekniği benimsendi. 1972’de zorunlu tasarruf bonolarının yerini alan mali denge vergisi, dolaysız vergilere tek oranlı adaletsiz bir zam getirdi.

1980’lere değin ekonomik yapı ve politika amaçlarıyla uyumlu bir vergi sistemi geliştirilemedi, sermaye birikiminin finansman gereksinimi büyük ölçüde dış borçlanma ve enflasyonla karşılandı. Vergi yükü 1969-74 arasında yüzde 16’ya, 1975’ten sonra yüzde 18’e ulaştıysa da hızlı enflasyonun etkisiyle 1978’den sonra düşmeye başladı. 1973 verilerine dayalı tahminlere göre bu dönemde, milli gelirin yüzde 28’ini alan ücretliler toplam gelir vergisinin yüzde 64’ünü öderken, milli gelirin yüzde 72’sini paylaşan kâr, faiz, rant ve benzeri gelir sahipleri toplam gelir vergisi yükünün yalnızca yüzde 36’sını üstleniyordu.

12 Eylül Harekâtı’nın ardından 1981 başlarından sonra yürürlüğe giren vergi düzenlemeleri başlıca dört eksende gelişti:
  1. Gönüllü tasarrufları ve özel yatırımları artırmak amacıyla yüksek gelirli özel ve tüzel kişilerin vergi yükünün düşürülmesi,
  2. ihracatta iç vergi maliyetlerini kendiliğinden indirilebilir, ithalatta da yüklenebilir duruma getirmek için KDV türü dolaylı vergilere kayılması,
  3. kentsel ve kırsal küçük girişimci kesime vergi yükü kaydırılması,
  4. yürütmenin mali araçları daha özerk kullanabilmesine olanak vererek merkezileşme eğilimlerini destekleyen kamu fonları sistemine geçilmesi.
Bu çerçevede özellikle dolaysız vergiler alanında yenilikler getirildi. 1963’ten beri dokunulmayan gelir vergisi tarifesi köklü biçimde değiştirildi ve 1987 dışında her yıl yeniden düzenlendi. Bu düzenlemelerle, gelirleri toplama ve artan oranlı vergilendirme yerine, kazanıldığı yerde ve anda düz oranlı vergilendirme politikası ağır basmaya başladı. Faiz gelirleri üzerindeki gelir vergisi kesintisi düşürüldü. Kurumlar vergisi yeni bir teknikle hesaplanmaya başladı ve oranı geçici olarak yükseltildi; döviz kazandırıcı etkinlikler için yeni özendiriciler getirildi. Vergi girişlerini hızlandıracak düzenlemeler gerçekleştirildiyse de servet beyanı ve gider esası gibi vergi güvenlik önlemleri kaldırıldı.

Küçük girişimcilerin dolaysız vergi yükünü artırmak amacıyla 1981-82’de peşin vergi uygulamasına geçildi; 1983 sonrasında hayat standardı temeline dayalı asgari bir zorunlu vergi ödemesi getirildi; 1986-88 arasında bir başka peşin vergi düzenlemesi olarak “dahili tevkifat” sistemi uygulandı; 1989’dan sonra da aynı politika “geçici vergi” adıyla sürdürüldü. 1981-85 arasında kapsamı genişletilen, oran ve miktarları artırılan dolaylı vergiler yeterince esnek bir yapıya kavuşturulmayınca, dışa açılma gereklerinin de zorlamasıyla 1985 başında KDV sisteme sokuldu. 1984’ten başlayarak “ücretlilere vergi iadesi” adı verilen uygulamanın yürürlüğe girmesi ve aynı dönemde yazarkasa uygulamasının başlatılması vergi tabanının yaygınlaştırılmasına katkıda bulundu.

Fonları da içeren toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin 1985’ten sonra yeniden ağırlıklı duruma gelmesi, kaynakta toplanan vergilerin toplam vergiler içindeki payının yüzde 75’i aşması ve yüksek enflasyon gibi nedenlerle Türk vergi sistemi 1980’lerde yansımaya daha elverişli bir yapı kazandı. Böylece vergi yükünün dağılımı öngörüldüğünden de daha eşitsiz biçimde oluştu. Konsolide bütçe vergi yükü 1984’te yüzde 13’e kadar düştü, 1980’lerin sonlarında yüzde 14 dolayına yükseldi. Bununla birlikte bütçe vergi gelirlerinin yanı sıra fonlan, yerel yönetimlerin vergi niteliğindeki gelirlerini ve sosyal güvenlik vergilerini de içeren toplam vergi yükü 1980’lerin ikinci yarısında önceki bütün dönemlerin üstüne çıktı. Ücretlilerin gelir vergisi ödemeleri içindeki payı 1980’lerde yüzde 55’e düşmekle birlikte, aynı dönemde milli gelirden aldıkları pay çok daha fazla azalarak yüzde 15’e düştüğü için gelir vergisi yükü yüzde 60’ın üzerinde ağırlaştı.
kaynak: Ana Britannica

BAKINIZ
Vergi Hukuku
Son düzenleyen Safi; 6 Mayıs 2017 16:59
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!